Ana Sayfa
ABESE
Bismillâhirrahmânirrahîm
80/ABESE-1: Abese ve tevellâ.
Huzursuz oldu (yüzünü buruşturdu). Ve başını çevirdi (ilgilenmedi).
80/ABESE-2: En câehul a’mâ.
Âmâ olan bir kişinin ona gelmesi (sebebiyle).
80/ABESE-3: Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ.
Ve sen bilemezsin, umulur ki böylece o tezkiye olur.
80/ABESE-4: Ev yezzekkeru fe tenfeahuz zikrâ.
Veya öğüt alır, böylece bu öğüt ona fayda verir.
80/ABESE-5: Emmâ menistagnâ.
Fakat kendini müstağni gören (bir şeye muhtaç olmadığını sanan) kimse.
80/ABESE-6: Fe ente lehu tesaddâ.
Oysa sen, ona yöneliyorsun.
80/ABESE-7: Ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ.
Ve onun tezkiye olmamasında, senin üzerinde bir sorumluluk yoktur.
80/ABESE-8: Ve emmâ men câeke yes’â.
Halbuki sana koşarak gelen kimse.
80/ABESE-9: Ve huve yahşâ.
Ve o huşû duyuyor.
80/ABESE-10: Fe ente anhu telehhâ.
Oysa sen, onunla ilgilenmiyorsun.
80/ABESE-11: Kellâ innehâ tezkirah(tezkiratun).
Hayır, muhakkak ki O (Kur'ân), bir Zikir'dir (Öğüt'tür).
80/ABESE-12: Fe men şâe zekerah(zekerahu).
Artık dileyen kimse, O'nu zikreder (O'ndan öğüt alır).
80/ABESE-13: Fî suhufin mukerrameh(mukerrametin).
O (Kur'ân), mükerrem (şerefli) sayfalardadır.
80/ABESE-14: Merfûatin mutahherah(mutahheratin).
Yüceltilmiş, mutahhar kılınmış (sayfalardadır).
80/ABESE-15: Bi eydî seferah(seferatin).
Sefirlerin (kâtiplerin) elleri ile.
80/ABESE-16: Kirâmin berarah(beraratin).
Kerim olan sadıkların (elleri ile yazılmıştır).
80/ABESE-17: Kutilel insânu mâ ekferah(ekferahu).
İnsan kahroldu (Allah'ın Rahmeti'nden kovularak kendini mahvetti), o ne kadar çok nankör.
80/ABESE-18: Min eyyi şey’in halakah(halakahu).
(Allah) onu hangi şeyden yarattı?
80/ABESE-19: Min nutfeh(nutfetin), halakahu fe kadderah(kadderahu).
Nutfeden (bir damladan onu yarattı), sonra da ona kader tayin etti (gelişimini (DNA'larını)
programladı ve ömür tayin etti). 2
80/ABESE-20: Summes sebîle yesserah(yesserahu).
Sonra yolu ona kolaylaştırdı.
80/ABESE-21: Summe emâtehu fe akberah(akberahu).
Sonra onu öldürdü, böylece onu kabire koydurdu.
80/ABESE-22: Summe izâ şâe enşerah(enşerahu).
Sonra onu dilediği zaman neşredecek (diriltecek).
80/ABESE-23: Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah(emerahu).
Hayır, (insan Allah'ın) ona emrettiği şeyi kada etmedi (yerine getirmedi).
80/ABESE-24: Felyanzuril insânu ilâ taâmih(taâmihî).
İşte insan yemeğine baksın.
80/ABESE-25: Ennâ sabebnel mâe sabbâ(sabben).
Biz, suyu nasıl akıttıkça akıttık.
80/ABESE-26: Summe şekaknel arda şakkâ(şakkan).
Sonra yeri öyle bir yarışla yardık ki.
80/ABESE-27: Fe enbetnâ fîhâ habbâ(habben).
Böylece orada taneler yetiştirdik.
80/ABESE-28: Ve ineben ve kadbâ(kadben).
Ve üzümler ve yoncalar.
80/ABESE-29: Ve zeytûnen ve nahlâ(nahlen).
Ve zeytinler ve hurmalar.
80/ABESE-30: Ve hadâika gulbâ(gulben).
Ve ağaçları iç içe olmuş (dalları birbirine girmiş) bahçeler.
80/ABESE-31: Ve fâkiheten ve ebbâ(ebben).
Ve meyveler ve mer'alar (otlaklar).
80/ABESE-32: Metâan lekum ve li en’âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).
80/ABESE-33: Fe izâ câetis sahhâh(sahhâtu).
Fakat o sahha (sağır edici büyük gürleme) geldiği zaman.
80/ABESE-34: Yevme yefirrul mer’u min ehîh(ehîhi).
O gün kişi kardeşinden kaçar.
80/ABESE-35: Ve ummihî ve ebîh(ebîhi).
Ve annesinden ve babasından.
80/ABESE-36: Ve sâhıbetihî ve benîh(benîhi).
Ve eşinden ve oğlundan (kaçar).
80/ABESE-37: Li kullimriin minhum yevmeizin şe’nun yugnîh(yugnîhi).
Onların hepsinin, o gün (izin günü), kendilerini meşgul eden bir şe'ni (işi başından aşan bir hali)
vardır.
80/ABESE-38: Vucûhun yevmeizin musfirah(musfiratun).
O gün (izin günü) parlayan yüzler vardır.
80/ABESE-39: Dâhıketun mustebşirah(mustebşiratun).
Müjdelenmiş gülen yüzler (vardır).
80/ABESE-40: Ve vucûhun yevmeizin aleyhâ gaberah(gaberatun). 3
Ve o gün (izin günü), üzeri tozlu (toza toprağa bulanmış) yüzler vardır.
80/ABESE-41: Terhekuhâ katerah(kateratun).
Onu bir karanlık kaplar.
80/ABESE-42: Ulâike humul keferetul fecerah(feceratu).
İşte onlar, onlar kâfirdir, facirdir.
ÂDİYÂT
Bismillâhirrahmânirrahîm
100/ÂDİYÂT-1: Vel âdiyâti dabhâ(dabhan).
Nefes nefese koşanlara andolsun.
100/ÂDİYÂT-2: Fel mûriyâti kadhâ(kadhan).
Sonra hızla çarparak kıvılcım saçanlara.
100/ÂDİYÂT-3: Fel mugîrâti subhâ(subhan).
Sonra sabah vakti ansızın akın edenlere andolsun ki.
100/ÂDİYÂT-4: Fe eserne bihî nak’â(nak’en).
Böylece onunla tozu dumana kattılar.
100/ÂDİYÂT-5: Fe vesatne bihî cem’â(cem’an).
Sonra da onunla topluluğun ortasına daldılar.
100/ÂDİYÂT-6: İnnel insâne li rabbihî le kenûd(kenûdun).
Muhakkak ki insan, Rabbine (karşı) gerçekten çok nankördür.
100/ÂDİYÂT-7: Ve innehu alâ zâlike le şehîd(şehîdun).
Ve muhakkak ki o, buna elbette şahittir.
100/ÂDİYÂT-8: Ve innehu li hubbil hayri le şedîd(şedîdun).
Ve muhakkak ki, onun hayır (mal) sevgisi gerçekten kuvvetlidir.
100/ÂDİYÂT-9: E fe lâ ya’lemu izâ bu’siramâ fîl kubûr(kubûri).
Artık kabirlerde olanlar çıkarıldığı zaman, bilmiyorlar mı ki?
100/ÂDİYÂT-10: Ve hussıle mâ fîs sudûr(sudûri).
Ve göğüslerde olanlar (hayır ve şerre ait tüm düşünceler, niyetler) toplanıp izhar edildiği zaman.
100/ÂDİYÂT-11: İnne rabbehum bihim yevme izin le habîr(habîrun).
Muhakkak ki onların Rabbi, izin günü mutlaka onların herşeyinden haberdar olandır.
AHKÂF
Bismillâhirrahmânirrahîm
46/AHKÂF-1: Hâ mîm.
Hâ mîm.
46/AHKÂF-2: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Kitab'ın indirilmesi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.
46/AHKÂF-3: Mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beyne humâ illâ bil hakkı ve ecelin
musemmâ(musemmen), vellezîne keferû ammâ unzirû mu’ridûn(mu’ridûne).
Gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık. Ve bilinen (tespit edilen) bir
zamana kadar. Ve onlar ki, uyarıldıkları şeylerden yüz çeviren kâfirlerdir. 4
46/AHKÂF-4: Kul ereeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum
şirkun fîs semâvât(semâvâti), îtûnî bi kitâbin min kabli hâzâ ev esâretin min ilmin in kuntum
sâdikîn(sâdikîne).
De ki: “Allah'tan başka taptıklarınızı gördünüz mü?” Onların yeryüzünde ne yarattıklarını bana
gösterin. Yoksa onların göklerde ortağı mı var? Eğer siz sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz)
bana, bundan evvelki bir kitap ve ilimden (ilmî) bir eser getirin.”
46/AHKÂF-5: Ve men edallu mimmen yed’û min dûnillâhi men lâ yestecîbu lehu ilâ yevmil
kıyâmeti ve hum an duâihim gâfilûn(gâfilûne).
Allah'tan başkasına dua edenden daha dalâlette kim vardır? Kıyâmet gününe kadar, ona kimse
icabet etmez. Ve onlar (putlar), onların dualarından gâfildirler (habersizdirler).
46/AHKÂF-6: Ve izâ huşiren nâsu kânû lehum a’dâen ve kânû bi ibâdetihim kâfirîn(kâfirîne).
İnsanlar haşrolundukları (biraraya getirildikleri) zaman (putlar) onlara düşman oldular. Ve onların
ibadetlerini inkâr ettiler (kabul etmediler).
46/AHKÂF-7: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lil hakkı lemmâ
câehum hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve onlara âyetlerimiz beyan edilerek (açıklanarak) okunduğu zaman kâfirler, (âyetlerimiz) onlara
gelince, hak (âyetlerimiz) için: “Bu, apaçık bir sihirdir.” dediler.
46/AHKÂF-8: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul iniftereytuhu fe lâ temlikûne lî
minallahi şey’â(şey’en), huve a’lemu bi mâ tufîdûne fîh(fîhi), kefâ bihî şehîden beynî ve
beynekum ve huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
Yoksa “Onu uydurdu.” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uyduruyorsam, o taktirde Allah'tan bana
gelecek bir şeye siz mani olamazsınız. O, O'nun (Kur'ân) hakkında daldığınız şeyleri (yaptığınız
iftiraları) en iyi bilir. Benimle sizin aranızda O'na (Kur'ân-ı Kerim'e) şahit olarak O (Allah) yeter.
Ve O; Gafur'dur, Rahîm'dir.
46/AHKÂF-9: Kul mâ kuntu bid’an miner rusuli ve mâ edrî mâ yuf’alu bî ve lâ bikum, in ettebiu
illâ mâ yûhâ ileyye ve mâ ene illâ nezîrun mubîn(mubînun).
“Ben diğer resûllerden farklı bir (bidat) ortaya çıkarmış değilim.” de. Ve bana ve size ne
yapılacağını ben bilemem. Ben sadece bana vahyedilene tâbî olurum. Ve ben apaçık bir nezirden
başka bir şey değilim.
46/AHKÂF-10: Kul e reeytum in kâne min indillâhi ve kefertum bihî ve şehide şâhidun min benî
isrâîle alâ mislihî fe âmene vestekbertum innallahe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
De ki: “Gördünüz mü? Ya o Kur'ân, Allah'ın katından ise ve siz O'nu inkâr ettinizse? Ve
İsrailoğullarından bir şahit O'nun misline şahit olduysa, böylece îmân ettiyse ve siz de büyüklük
tasladıysanız? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
46/AHKÂF-11: Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûlev kâne hayren mâ sebekûnâ ileyh(ileyhi),
ve iz lem yehtedû bihî fe seyekûlûne hâzâ ifkun kadîm(kadîmun).
İnkâr edenler, âmenû olanlara: “Eğer O hayırlı olsaydı, O'na (saygıda, îmânda) bizi geçemezlerdi.”
dediler. O'nunla (Kur'ân'la) hidayete eremeyince o zaman “Bu, eski bir yalandır.” diyecekler.
46/AHKÂF-12: Ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten) ve hâzâ kitabun
musaddikun lisânen arabiyyen li yunzirellezîne zalemû ve buşrâ lil muhsinîn(muhsinîne).
Ve O'ndan (Kur'ân'dan) önce îmâm ve rahmet olarak Hz. Musa'nın kitabı (Tevrat) vardır. Bu, Arap
lisanı ile (Hz. Musa'nın kitabını) tasdik eden bir kitaptır. Zalimleri uyarmak ve muhsinleri
müjdelemek içindir.
46/AHKÂF-13: İnnellezîne kâlû rabbunallâhu summestekâmû fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne). 5
Muhakkak ki onlar “Rabbimiz Allah'tır.” dediler. Sonra onlar (Allah'a) istikamet üzere oldular.
Artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.
46/AHKÂF-14: Ulâike ashâbul cenneti hâlidîne fîhâ, cezâen bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte onlar cennet ehlidirler. Orada ebedî kalacak olanlardır, yapmış olduklarının karşılığı (mükâfatı)
olarak.
46/AHKÂF-15: Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi ihsânâ(ihsânen), hamelethu ummuhu kurhen
ve vadaathu kurhâ(kurhan), ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehrâ(şehren), hattâ izâ belega
eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve
alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel
muslimîn(muslimîne).
İnsana, anne ve babasına ihsanla davranmasını vasiyet ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu
güçlükle doğurdu. Ve onun taşınması ve sütten kesilmesi 30 aydır. Nihayet erginlik çağına ulaştığı
zaman 40 yaşını tamamladı. Şöyle dedi: “Rabbim! Bana, anne ve babama verdiğin ni'metlere
şükretmekte, Senin razı olduğun salih amel (nefs tezkiyesi) yapmakta beni başarılı kıl. Ve
zürriyetimi ıslâh et. Muhakkak ki ben, Sana tövbe ettim ve muhakkak ki ben (Sana) teslim
olanlardanım.”
46/AHKÂF-16: Ulâikellezîne netekabbelu anhum ahsene mâ amilû ve netecâvezu an seyyiâtihim
fî ashâbil cenneh(cenneti), va’des sıdkıllezî kânû yûadûn(yûadûne).
İşte onlar ki, onlardan yaptıklarını en güzel şekilde kabul ederiz (1'e 700'e kadar derece veririz). Ve
onların günahlarına cevaz vermeyiz (örteriz, sevaba çeviririz). Onlar cennet ehli arasındadırlar.
Onların vaadolundukları şey gerçek bir vaaddir.
46/AHKÂF-17: Vellezî kâle li vâlideyhi uffın lekumâ e teidâninî en uhrece ve kad haletil kurûnu
min kablî ve humâ yestegîsânillâhe veyleke âmin, inne va’dallâhi hakk(hakkun), fe yekûlu mâ
hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ve o, anne ve babasına: “İkinize de off (ikinizden de bıktım), daha önce (nice) nesiller gelip
geçmişken, benim topraktan diriltilerek çıkarılacağımı mı vaadediyorsunuz?” dedi. Ve onlar (anne
ve babası) Allah'tan yardım isteyerek: “Kendine yazık (ediyorsun), îmân et. Muhakkak ki Allah'ın
vaadi haktır.” (dediler). Bunun üzerine (o) şöyle dedi: “Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey
değildir.”
46/AHKÂF-18: Ulâikellezîne hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel
cinni vel ins(insi), innehum kânû hâsirîn(hâsirîne).
İşte onlar ki, onlardan evvel gelip geçmiş olan cin ve insan toplumlarında, üzerlerine (azap) sözü
hak olmuştur. Muhakkak ki onlar, hüsranda olanlardır.
46/AHKÂF-19: Ve li kullin derecâtun mimmâ amilû, ve li yuveffiyehum a’mâlehum ve hum lâ
yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve herkes için, amellerinden dolayı dereceler vardır, onlara amellerinin (karşılığının) ödenmesi
için. Ve onlara zulmedilmez.
46/AHKÂF-20: Ve yevme yu’radullezîne keferû alen nâr(nâri), ezhebtum tayyibâtikum fî
hayâtikumud dunyâ vestemta’tum bihâ fel yevme tuczevne azâbel hûni bi mâ kuntum
testekbirûne fîl ardı bi gayril hakkı ve bi mâ kuntum tefsukûn(tefsukûne).
Ve o gün kâfirler ateşe arzedilirler: “Siz dünya hayatınızda (size göre) güzel şeylerinizi tükettiniz.
Ve onunla metalandınız (sefa sürdünüz). Artık bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.
Yeryüzünde haksız yere kibirlendiğiniz ve fasıklık yapmış olduğunuz için.
46/AHKÂF-21: Vezkur ehâ âd(âdin), iz enzere kavmehu bil ahkâfi ve kad haletin nuzuru min
beyni yedeyhi ve min halfihî ellâ ta’budû illâllâh(illâllâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin
azîm(azîmin). 6
Ad (Kavmi)nin kardeşini hatırla! Ahkâf'taki kavmini uyarmıştı. Ondan önce ve sonra “Allah'tan
başkasına kul olmayın!” diye uyaran bir çok nezirler gelip geçmişti. Gerçekten ben büyük günün
azabının üzerinize olmasından korkarım.
46/AHKÂF-22: Kâlû eci’tenâ li te’fikenâ an âlihetinâ, fe’tinâ bi mâ teıdunâ in kunte mines
sâdikîn(sâdikîne).
Sen bizi ilâhlarımızdan döndürmek için mi bize geldin? Eğer sen sadıklardan (doğru
söyleyenlerden) isen, o zaman bize vaadettiğin şeyi (azabı) getir.” dediler.
46/AHKÂF-23: Kâle innemel ilmu indallâhi ve ubelligukum mâ ursiltu bihî ve lâkinnî erâkum
kavmen techelûn(techelûne).
Dedi ki: “O ilim (o azabın bilgisi) ancak, Allah'ın katındadır. Ve ben onunla gönderildiğim şeyi
size tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
46/AHKÂF-24: Fe lemmâ reevhu âridan mustakbile evdiyetihim kâlû hâzâ âridun mumtırunâ,
bel huve mesta’celtum bih(bihî), rîhun fîhâ azâbun elîm(elîmun).
Fakat onu (azabı) vadilerine doğru yönelen bulutu gördükleri zaman, “Bu bize yağmur yağdıracak
bir buluttur.” dediler. Hayır o, kendisini acele istediğiniz şey, içinde elîm azap olan bir rüzgârdır
(fırtınadır).
46/AHKÂF-25: Tudemmiru kulle şey’in bi emri rabbihâ fe asbehû lâ yurâ illâ mesâkinuhum
kezâlike neczîl kavmel mucrimîn(mucrimîne).
O Rabbinin emriyle herşeyi dumura uğratır (yok eder). Böylece sabahleyin onların meskenlerinden
başka hiçbir şey görünmez oldu. Mücrim kavmi, işte böyle cezalandırırız.
46/AHKÂF-26: Ve lekad mekkennâ hum fî mâ in mekkennâkum fîhi ve cealnâ lehum sem’an ve
ebsâren ve ef’ideten fe mâ agnâ anhum sem’uhum ve lâ ebsâruhum ve lâ ef’idetuhum min
şey’in iz kânû yechadûne bi âyâtillâhi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Ve andolsun ki Biz, onlara size dahi vermediğimiz imkânları verdik. Ve onlara işitme, görme
hassaları ve idrak verdik. Fakat işitme ve görme hassaları onlara fayda sağlamadı. Ve idrakleri de
onlara bir şey sağlamadı. Allah'ın âyetlerini bilerek inkâr ediyorlardı. Ve alay etmiş oldukları şey
onları kuşattı.
46/AHKÂF-27: Ve lekad ehleknâ mâ havlekum minel kurâ ve sarrafnel âyâti leallehum
yerciûn(yerciûne).
Ve andolsun, sizin etrafınızdaki beldelerden pekçoğunu helâk ettik. Ve âyetleri açıkladık ki, belki
böylece onlar dönerler diye.
46/AHKÂF-28: Fe lev lâ nasare humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliheh(âliheten),
bel dallû anhum, ve zâlike ifkuhum ve mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Allah'tan başka, yakınlık sağlaması için ilâhlar ittihaz ettikleri zaman onlara yardım etmeleri
gerekmez miydi? Hayır (putlar), onlardan saptılar (uzaklaştılar). İşte bu, onların yalanları ve iftira
etmiş oldukları şeydir.
46/AHKÂF-29: Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni yestemiûnel kur’ân(kur’âne), fe lemmâ
hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn(munzirîne).
Cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik, Kur'ân'ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri zaman
“Susun, dinleyin!” dediler. Sonra (Kur'ân-ı Kerim okuması) bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar
olarak döndüler.
46/AHKÂF-30: Kâlû yâ kavmenâ innâ semî’nâ kitâben unzile min ba’di mûsâ musaddikan li mâ
beyne yedeyhi yehdî ilel hakkı ve ilâ tarîkın mustekîm(mustekîmin).
Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Hz. Musa'dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik
eden Hakk'a ulaştıran ve Tarîki Mustakîm'e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler. 7
46/AHKÂF-31: Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve
yucirkum min azâbin elîm(elîmin).
Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın
ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî
evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve
onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
46/AHKÂF-33: E ve lem yerev ennallâhellezî halakas semâvâti vel arda ve lem ya’ye bi
halkıhinne bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ, belâ innehu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Onlar, gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu görmediler mi? Ve O, onları yaratmaktan
yorulmaz. Ölüleri diriltmeye kaadirdir. Evet, muhakkak ki O, herşeye kaadirdir.
46/AHKÂF-34: Ve yevme yu’redullezîne keferû alen nâr(nâri),e leyse hâzâ bil hakk(hakkı), kâlû
belâ ve rabbinâ, kâle fe zûkûl azâbe bi mâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).
Ve o gün kâfirler ateşe arz olunurlar. Bu gerçek değil mi? (denince): “Evet, Rabbimize andolsun (ki
gerçek).” dediler. (Allah): “Öyleyse inkârlarınız sebebiyle azabı tadın.” dedi.
46/AHKÂF-35: Fasbir kemâ sabere ulûl azmi miner rusuli ve lâ testa’cil lehum, ke ennehum
yevme yerevne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehâr(nehârin), belâg(belâgun), fe hel
yuhleku illel kavmul fâsikûn(fâsikûne).
Öyleyse ulûl'azm olan resûller gibi sabret. Ve onlar için acele etme. O gün vaadolundukları şeyi
(azabı) gördükleri zaman gündüzün bir saatinden fazla kalmamış gibi olurlar. (Bu) bir tebliğdir.
Artık fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi?
AHZÂB
Bismillâhirrahmânirrahîm
33/AHZÂB-1: Yâ eyyuhen nebiyyuttekillâhe ve lâ tutıil kâfirîne vel munâfikîn(munâfikîne),
innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ey Nebî (Peygamber), Allah'a karşı takva sahibi ol! Ve kâfirlere ve münafıklara itaat etme!
Muhakkak ki Allah; Alîm'dir (en iyi bilen), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi).
33/AHZÂB-2: Vettebi’ mâ yûhâ ileyke min rabbik(rabbike), innallâhe kâne bimâ ta’melûne
habîrâ(habîren).
Ve sana Rabbinden vahyedilene tâbî ol. Muhakkak ki Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.
33/AHZÂB-3: Ve tevekkel alâllâh(alâllâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve Allah'a tevekkül et. Ve Allah, vekil olarak yeter.
33/AHZÂB-4: Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih(cevfihî), ve mâ ceale
ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum,
zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlul hakka ve huve yehdîs sebîl(sebîle).
Allah bir adama göğsünde iki kalp kılmadı (yaratmadı). Zihar yaptığınız (sen bana benim annemin
sırtı gibisin diyerek boşamak istediğiniz) zevcelerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Ve evlâtlıklarınızı,
sizin oğullarınız kılmadı. İşte bunlar sizin ağızlarınızdaki sözlerdir. Ve Allah hakkı söyler. Ve O,
(Kendine ulaştıran) yola hidayet eder.
33/AHZÂB-5: Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum
fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ
taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). 8
Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, Allah'ın katında daha adaletlidir. Eğer
onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata
ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten)
yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve Allah Gafur'dur (günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir
(Rahîm esmasıyla tecelli eden).
33/AHZÂB-6: En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve
ûlûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel mu’minîne vel muhâcirîne illâ en
tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl kitâbi mestûra(mestûren).
Nebî (Peygamber), mü'minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O'nun (Nebî'nin)
zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, Allah'ın Kitab'ında,
mü'minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız
hariç. İşte bunlar, Kitab'ta satır satır yazılıdır.
33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve
mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh'tan ve Hz.
İbrâhîm'den ve Hz. Musa'dan ve Meryemoğlu Hz. İsa'dan ve onlardan ağır bir misak aldık.
33/AHZÂB-8: Li yes’eles sâdikîne an sıdkıhim, ve eadde lil kâfirîne azâben elîmâ(elîmen).
Sadıklara sadakatlerini sorması içindir. Ve kâfirlere elîm bir azap hazırladı.
33/AHZÂB-9: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurû ni’metallâhi aleykum iz câetkum cunûdun fe
erselnâ aleyhim rîhan ve cunûden lem terevhâ, ve kânallâhu bimâ ta’melûne basîrâ(basîren).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın.
Size (üzerinize) ordular gelmişti. O zaman, onların üzerine, rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular
gönderdik. Ve Allah, yaptığınız şeyleri görendir.
33/AHZÂB-10: İz câukum min fevkıkum ve min esfele minkum ve iz zâgatil ebsâru ve belegatil
kulûbul hanâcire ve tezunnûne billâhiz zunûnâ(zunûnen).
Onlar, sizin yukarınızdan ve aşağınızdan üzerinize geldiği ve gözlerin yıldığı ve kalplerin
hançereye ulaştığı (yüreklerin ağza geldiği) zaman, Allah'a karşı zanlarda bulunuyordunuz.
33/AHZÂB-11: Hunâlikebtuliyel mu’minûne ve zulzilû zilzâlen şedîdâ(şedîden).
Orada mü'minler imtihan edildiler. Şiddetli sarsıntı ile sarsıldılar.
33/AHZÂB-12: Ve iz yekûlul munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun mâ vaadenallâhu ve
resûluhû illâ gurûrâ(gurûran).
Ve münafıklar ve kalplerinde maraz (hastalık, şüphe) bulunanlar: "Allah ve resûlü gururdan
(aldatmaktan) başka bir şey vaadetmedi." diyorlardı.
33/AHZÂB-13: Ve iz kâlet tâifetun minhum yâ ehle yesribe lâ mukâme lekum ferciû, ve
yeste’zinu ferîkun minhumun nebiyye yekûlûne inne buyûtenâ avretun ve mâ hiye bi
avreh(avretin), in yurîdûne illâ firârâ(firâran).
Ve onlardan bir taife (topluluk): "Ey Yesrib (Medine) halkı, sizin için (burada) duracak yer yok!
Artık dönün." dedi. Onlardan (diğer) bir grup, peygamberden: "Muhakkak ki evlerimiz
muhafazasızdır (korumasızdır)." diyerek izin istiyorlardı. Ve evleri korumasız değildi, sadece
(savaştan) kaçmak istiyorlardı.
33/AHZÂB-14: Ve lev duhılet aleyhim min aktârihâ summe suilûl fitnete le âtevhâ ve mâ
telebbesû bihâ illâ yesîrâ(yesîran).
Ve eğer onların üzerine, onun (şehrin) her tarafından girilseydi ve sonra da fitne (çıkarmaları)
istenseydi, mutlaka ona (fitneye, karışıklığa) gelirlerdi (fitne çıkarırlardı). Pek azı hariç, orada
kalmazlardı. 9
33/AHZÂB-15: Ve lekad kânû âhedûllâhe min kablu lâ yuvellûnel edbâr(edbâre), ve kâne
ahdullâhi mes’ûlâ(mes’ûlen).
Ve andolsun ki onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a ahd vermişlerdi. Ve
Allah'ın ahdi bir mesuliyettir (sorumluluktur).
33/AHZÂB-16: Kul len yenfeakumul firâru in ferertum minel mevti evil katli ve izen lâ
tumetteûne illâ kalîlâ(kalîlen).
De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçarsanız firar (kaçış), size bir fayda sağlamaz. O
zaman az bir süre hariç, metalandırılmazsınız."
33/AHZÂB-17: Kul men zellezî ya’sımukum minallâhi in erâde bikum sûen ev erâdebikum
rahmeh(rahmeten), ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîren).
De ki: "Eğer Allah sizin için bir kötülük dilese, sizi Allah'tan kim korur (koruyabilir)? Veya sizin
için rahmet dilese..." Onlar Allah'tan başka kendilerine dost ve yardımcı bulamazlar.
33/AHZÂB-18: Kad ya’lemullâhul muavvikîne minkum vel kâilîne li ıhvânihim helumme ileynâ,
ve lâ ye’tûnel be’se illâ kalîlâ(kalîlen).
Sizden muavvik olanları (Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e yardıma mani olanları) ve kardeşlerine:
"Bize gelin." diyenleri, Allah kesinlikle biliyordu. Ve onlar, pek azı hariç, savaşa gelmezler.
33/AHZÂB-19: Eşıhhaten aleykum fe izâ câel havfu reeytehum yenzurûne ileyke tedûru
a’yunuhum kellezî yugşâ aleyhi minel mevt(mevti), fe izâ zehebel havfu selekûkum bi elsinetin
hıdâdin eşıhhaten alel hayr(hayrı), ulâike lem yu’minû fe ahbetallâhu a’mâlehum, ve kâne
zâlike alallâhi yesîrâ(yesîren).
Size karşı cimridirler. Fakat korku gelince, ölümden dolayı üstüne baygınlık çökmüş kimse gibi
gözleri dönmüş olarak sana baktıklarını görürsün. Hayra karşı, keskin dilleri ile (yaralayıcı sözlerle)
sizi incitirler. İşte onlar mü'min değildirler. Bu sebeple Allah, onların amellerini heba etti (yok etti).
Ve işte bu, Allah'a göre çok kolay oldu.
33/AHZÂB-20: Yahsebûnel ahzâbe lem yezhebû, ve in ye’til ahzâbu yeveddû lev ennehum
bâdûne fîl a’râbi yes’elûne an enbâikum, ve lev kânû fîkum mâ kâtelû illâ kalîlâ(kalîlen).
Onlar (münafıklar), birliklerin (düşman birliklerinin) gitmediğini sanıyorlar. Eğer birlikler gelseler,
Arapların arasında olup (arasına karışıp), sizin haberlerinizi sormak isterlerdi. Ve şâyet sizin
aranızda olsalardı, pek azı hariç, savaşmazlardı.
33/AHZÂB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel
yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).
Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe (Allah'a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve
Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır.
33/AHZÂB-22: Ve lemmâ real mu’minûnel ahzâbe kâlû hâzâ mâ vaadenallâhu ve resûluhu ve
sadakallâhu ve resûluhu ve mâ zâdehum illâ îmânen ve teslîmâ(teslîmen).
Ve mü'minler, (düşman) birliklerini gördükleri zaman: "Bu (zafer), Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün
vaadettiği şey. Allah ve O'nun Resûl'ü doğru söyledi." dediler. Ve bu, onların sadece îmânlarını ve
teslimiyetlerini arttırdı.
33/AHZÂB-23: Minel mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllahe aleyh(aleyhi), fe minhum men
kadâ nahbehu ve minhum men yentezırû ve mâ beddelû tebdîlâ(tebdîlan).
Mü'minlerden bir kısım erkekler, Allah'a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat
edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine
getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir şey
değiştirmediler.
33/AHZÂB-24: Li yecziyallâhus sâdıkîne bi sıdkıhım ve yuazzibel munâfıkîne in şâe ev yetûbe
aleyhim, innallâhe kâne gafûren rahîmâ(rahîmen). 1
(Bu), Allah'ın sadıkları sadakatlerinden dolayı mükâfatlandırması ve münafıklara azap etmesi veya
dilerse tövbelerini kabul etmesi içindir. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret eden, günahları
sevaba çeviren), Rahîm'dir (rahmet eden, Rahîm esmasıyla tecelli eden).
33/AHZÂB-25: Ve reddallâhullezîne keferû bi gayzıhim lem yenâlû hayrâ(hayran), ve kefallâhul
mu’minînel kıtâl, ve kânallâhu kaviyyen azîzâ(azîzen).
Ve Allah, kâfirleri öfkeleriyle geri çevirdi, bir hayra nail olamadılar (gâlip gelemediler). Ve Allah,
savaşta mü'minlere (onları gâlip kılarak) kâfi geldi. Ve Allah; Kaviyy'dir (kuvvetli), Azîz'dir (yüce,
gâlip).
33/AHZÂB-26: Ve enzelellezîne zâherûhum min ehlil kitâbi min sayâsîhım ve kazefe fî
kulûbihimur ru’be feriykan taktulûne ve te’sirûne ferîkâ(ferîkan).
Ve kitap ehlinden onlara arka çıkanları (yardım edenleri) kalelerinden indirdi. Ve onların kalplerine
korku düşürdü. Bir kısmını öldürüyordunuz ve bir kısmını esir alıyordunuz.
33/AHZÂB-27: Ve evresekum ardahum ve diyârehum ve emvâlehum ve ardan lem tetauhâ, ve
kânallâhu alâ kulli şey’in kadîrâ(kadîran).
Ve sizi onların topraklarına, diyarlarına (ülkelerine), mallarına ve ayak basmadığınız arazilerine
varis kıldı. Ve Allah herşeye kaadirdir.
33/AHZÂB-28: Yâ eyyuhen nebiyyu kul li ezvâcike in kuntunne turidnel hayâted dunyâ ve
ziynetehâ fe teâleyne umetti’kunne ve userrihkunne serâhan cemîlâ(cemîlen).
Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine de ki: "Eğer dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız, o
zaman gelin sizi metalandırayım (mehrinizi vereyim). Ve sizi güzel bir bırakışla boşayayım."
33/AHZÂB-29: Ve in kuntunne turidnallâhe ve resûlehu veddârel’âhırete fe innallâhe eadde lil
muhsinâti minkunne ecren azîmâ(azîmen).
Ve eğer siz, Allah'ı ve O'nun Resûl'ünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, o taktirde muhakkak ki
Allah, aranızdan muhsin kadınlar için büyük ecir (mükâfat) hazırladı.
33/AHZÂB-30: Yâ nisâen nebiyyi men ye’ti min kunne bi fâhışetin mubeyyinetin yudâ’af
lehel’azâbu dı’feyn(dı’feyni), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Ey Peygamber Hanımları! İçinizden kim açıkça bir fuhuşla (kötülükle), gelirse (yaparsa), ona azap
iki kat artırılır. Ve bu, Allah'a göre kolaydır.
33/AHZÂB-31: Ve men yaknut min kunne lillâhi ve resûlihi ve ta’mel sâlihan nu’tihâ ecrehâ
merreteyni ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ(kerîmen).
Ve sizden kim, Allah ve O'nun Resûl'üne kanitin olursa (huşû ile bağlanırsa) ve salih amel (nefs
tezkiyesi) yaparsa ona, ecrini iki kat veririz. Ve onun için Biz, kerim rızık hazırladık.
33/AHZÂB-32: Yâ nisâen nebiyyi lestunne ke ehadin minen nisai inittekaytunne fe lâ tahda’ne
bil kavli fe yatmaallezî fî kalbihî maradun ve kulne kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ey Peygamber Hanımları! Siz (diğer) kadınlardan biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz artık
sözü yumuşak söylemeyin (erkeklerle çekici bir şekilde konuşmayın). O taktirde kalbinde maraz
(nifak, fitne, şehvet) bulunan kimse tamah eder (arzu duyar). Ve maruf (ciddî) söz söyleyin.
33/AHZÂB-33: Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes
salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe
ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran).
Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki cahiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın.
Namazı ikame edin ve zekâtı verin. Allah ve O'nun Resûl'üne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sadece
sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.
33/AHZÂB-34: Vezkurne mâ yutlâ fî buyûtikunne min âyâtillâhi vel hikmeh(hikmeti), innallâhe
kâne latîfen habîrâ(habîren). 1
Ve evlerinizde Allah'ın âyetlerinden okunanları ve hikmeti zikredin. Muhakkak ki Allah; Lâtif'tir
(lütuf sahibi), Habîr'dir (herşeyden haberdar).
33/AHZÂB-35: İnnel muslimîne vel muslimâti vel mu’minîne vel mu’minâti vel kânitîne vel
kânitâti ves sâdikîne ves sâdikâti ves sâbirîne ves sâbirâti vel hâşiîne vel hâşiâti vel
mutesaddikîne vel mutesaddikâti ves sâimîne ves sâimâti vel hâfızîne furûcehum vel hâfızâti vez
zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
Gerçekten İslâm olan (Allah'a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü'min erkekler ve
mü'min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar,
sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını
koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah'ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden
kadınlar! Allah, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.
33/AHZÂB-36: Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emren en
yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen
mubînâ(mubînen).
Ve mü'min erkek ve mü'min kadının, Allah ve O'nun Resûl'ü, onlar için bir işin olmasına
hükmettiği (karar verdiği) zaman, kendi işlerinde seçim hakkı olamaz. Ve kim, Allah ve O'nun
Resûl'üne asi olursa (itaat etmezse), o taktirde apaçık bir dalâlet ile sapmış olur.
33/AHZÂB-37: Ve iz tekûlu lillezî en’amallâhu aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke
vettekıllâh ve tuhfî fî nefsike mallâhu mubdîhi ve tahşen nâs(nâse), vallâhu ehakku en
tahşâh(tahşâhu), fe lemmâ kadâ zeydun minhâ vetaran zevvecnâ kehâ likey lâ yekûne alel
mu’minîne haracun fî ezvâci ed’ıyâihim izâ kadav min hunne vetarâ(vetaran), ve kâne emrullâhi
mef’ûlâ(mef’ûlen).
Ve Allah'ın, onu ni'metlendirdiği ve senin de kendisini ni'metlendirdiğin kişiye: “Zevceni (kendine)
tut (boşama) ve Allah'a karşı takva sahibi ol.” demiştin. Allah'ın açıklayacağı şeyi nefsinde
saklıyordun. Ve insanlardan korkuyordun (çekiniyordun). Allah, (Kendisinden) korkman
(çekinmen) için daha çok hak sahibidir. Sonra Zeyd, ondan alâkasını kesince onu, seninle
evlendirdik ki, evlâtlıklarının kendileriyle ilişkilerini kestikleri (boşadıkları) kadınların
evlenmelerinde, mü'minlerin üzerinde bir zorluk olmasın diye. (Böylece) Allah'ın emri yerine
getirilmiş oldu.
33/AHZÂB-38: Mâ kâne alen nebiyyi min harecin fîmâ faradallâhu leh, sunnetallâhi fîllezîne
halev min kabl(kablu), ve kâne emrullâhi kaderen makdûrâ(makdûran).
Nebî için, Allah'ın O'na farz kıldığı şeyi (yerine getirmesinde) O'na bir güçlük yoktur. Daha önce
gelip geçenler için de Allah'ın sünneti buydu. Allah'ın emri, taktir edilmiş bir kader idi (yerine
getirildi).
33/AHZÂB-39: Ellezîne yubelligûne risâlâtillâhi ve yahşevnehu ve lâ yahşevne ehaden
illallâh(illallâhe), ve kefâ billâhi hasîbâ(hasîban).
Onlar (nebîler, peygamberler), Allah'ın risaletini tebliğ ederler ve O'na huşû duyarlar ve Allah'tan
başka hiç kimseden korkmazlar. Ve Allah, hesap görücü olarak kâfidir.
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve
hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın
Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
33/AHZÂB-42: Ve sebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen).
Ve O'nu, sabah akşam tesbih edin. 1
33/AHZÂB-43: Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen
nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen).
Sizi (nefsinizin kalbini), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvât (vasıtasıyla nur)
gönderen, O ve O'nun melekleridir ki O, mü'minlere Rahîm(dir). (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
33/AHZÂB-44: Tehiyyetuhum yevme yelkavnehu selâm(selâmun), ve eadde lehum ecren
kerîmâ(kerîmen).
O'na (Allah'a) kavuştukları gün onların tehiyyeti (mükâfatı) "selâm"dır. Ve onlara kerim (ikram
edilen) bir ecir (mükâfat) hazırlanmıştır.
33/AHZÂB-45: Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).
Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, seni şahit, müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak
gönderdik.
33/AHZÂB-46: Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ(munîren).
Ve O'nun (Allah'ın) izni ile Allah'a davet eden ve nurlandırıcı sirac (kandil) olarak (gönderdik).
33/AHZÂB-47: Ve beşşiril mu’minîne bi enne lehum minallâhi fadlen kebîrâ(kebîren).
Ve mü'minleri müjdele! Muhakkak ki onlar için Allah'tan büyük fazl vardır.
33/AHZÂB-48: Ve lâ tutııl kâfirîne vel munâfikîne veda’ezâhum ve tevekkel alâllâh(alâllâhi), ve
kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve kâfirlere ve münafıklara itaat etme ve (onların) eziyetlerine aldırma ve Allah'a tevekkül et. Ve
Allah, vekil olarak (sana) yeter.
33/AHZÂB-49: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nekahtumul mu’minâti summe tallaktumûhunne
min kabli en temessûhunne fe mâ lekum aleyhinne min iddetin ta’teddûnehâ, fe mettiûhunne ve
serrihûhunne serâhan cemîlâ(cemîlen).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Mü'min kadınları nikâh ettiğiniz, sonra da onları
temas etmeden önce boşadığınız zaman artık sizin için onun iddetini sayacağınız bir müddeti
yoktur. Böylece onları metalandırın (mehirlerini verin) ve onları güzel bir bırakışla boşayın.
33/AHZÂB-50: Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ
meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti
hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ
lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil mu’minîn(mu’minîne),
kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke
harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin
(altında) malik olduğun, Allah'ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle
beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî
(Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları,
(diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve
ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin
üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve Allah, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm
esmasıyla tecelli eden).
33/AHZÂB-51: Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen
azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve
yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve
kânallâhu alîmen halîmâ.
Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından)
istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın
olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı 1
olmaları için en uygundur. Ve Allah, kalplerinizde olanları bilir. Allah, Alîm'dir (en iyi bilen),
Halîm'dir.
33/AHZÂB-52: Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev
a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk(yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in
rakîbâ(rakîben).
Bundan sonra sana (başka) kadınlar ve zevcelerinden birini, güzelliği hoşuna gitse bile (başka bir
hanımla) değiştirmen helâl değildir. Elinin (altında) sahip oldukların (cariyeler) hariç. Ve Allah,
herşeyi murakebe (denetleyen) edendir.
33/AHZÂB-53: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tedhulû buyûten nebiyyi illâ en yu’zene lekum ilâ
taâmin gayre nâzırîne inâhu ve lâkin izâ duîtum fedhulû fe izâ taimtum fenteşirû ve lâ
muste’nisîne li hadîs(hadîsin), inne zâlikum kâne yu’zîn nebiyye fe yestahyî minkum vallâhu lâ
yestahyî minel hakk(hakkı), ve izâ seeltumûhunne metâan fes’elûhunne min verâi
hıcâb(hıcâbin), zâlikum atharu li kulûbikum ve kulûbihinn(kulûbihinne), ve mâ kâne lekum en
tu’zû resûlallâhi ve lâ en tenkihû ezvâcehu min ba’dihî ebedâ(ebeden), inne zâlikum kâne
indallâhi azîmâ(azîmen).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), size izin verilmedikçe Nebî'nin evlerine girmeyin!
(Girmişseniz oyalanıp) yemeğin pişmesini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin.
Yemeğinizi yeyince hemen dağılın ve sohbet etmek istemeyin, söze dalmayın (izinsiz
konuşmayın). İşte bu durum gerçekten Nebî'ye eziyet oluyordu. Fakat sizden hayâ ediyordu
(utanıyordu). Allah, haktan hayâ duymaz (gerçeği açıklamaktan çekinmez). Onlardan (Peygamber
Hanımları'ndan) bir şey sorduğunuz zaman perde arkasından sorun. Bu, sizin ve onların kalpleri
için daha temizdir. Allah'ın Resûl'üne eziyet etmeniz ve bundan sonra O'nun zevcelerini nikâh
etmeniz ebediyyen (helâl) olmaz. Muhakkak ki bu, Allah'ın katında çok büyük (günahtır).
33/AHZÂB-54: İn tubdû şey’en ev tuhfûhu fe innallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ.
Bir şeyi açıklasanız da veya gizleseniz de muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
33/AHZÂB-55: Lâ cunâha aleyhinne fî âbâihinne ve lâ ebnâihinne ve lâ ihvânihinne ve lâ ebnâi
ihvânihinne ve lâ ebnâi ehavâtihinne ve lâ nisâihinne ve lâ mâ meleket
eymânuhun(eymânuhunne), vettekînallâh(vettekînallâhe), innallâhe kâne alâ kulli şey’in
şehîdâ(şehîden).
(Peygamber Eşleri'nin); babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız
kardeşlerinin oğullarına, kadınlara ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyelere) görünmeleri
hususunda, onların üzerine günah yoktur. Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah,
herşeye şahittir.
33/AHZÂB-56: İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû
aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).
Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî'ye (Peygamber'e) salat ederler. Ey âmenû olanlar (ölmeden
önce Allah'a ulaşmayı dileyenler), siz (de) O'na salat edin! Ve (O'na) teslim olarak salat edin!
33/AHZÂB-57: İnnellezîne yu’zûnallâhe ve resûlehu leanehumullâhu fîd dunyâ vel âhıreti ve
eadde lehum azâben muhînâ(muhînen).
Muhakkak ki Allah ve Resûl'üne eziyet edenlere, onlara Allah, dünya ve ahirette lânet etti. Ve onlar
için muhin (alçaltıcı) bir azap hazırladı.
33/AHZÂB-58: Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû
buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve mü'min erkek ve mü'min kadınlara iktisap etmedikleri (haketmedikleri, bir suç işlemedikleri)
halde eziyet edenler bu durumda buhtan (iftira) ve apaçık günah yüklenmiş oldular. 1
33/AHZÂB-59: Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne
aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ yu’zeyn(yu’zeyne) ve
kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (mü'min kadınlara) söyle,
cilbablarına sarınsınlar (örtünsünler). Bu, onların (cariye olmadıklarının, hür ve iffetli kadın
olduklarının) bilinmesi ve onlara eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah, Gafûr'dur
(mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
33/AHZÂB-60: Le in lem yentehil munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun vel murcifûne fîl
medîneti le nugriyenneke bihim summe lâ yucâvirûneke fîhâ illâ kalîlâ(kalîlen).
Eğer münafıklar ve kalplerinde maraz (hastalık) bulunanlar ve şehirde yalan ve kötü haber yayanlar
vazgeçmezlerse, elbette seni mutlaka onlara saldırtırız. Sonra az bir (zaman) hariç, orada sana
komşu olamazlar (orada kalamazlar).
33/AHZÂB-61: Mel’ûnîn(mel’ûnîne), eyne mâ sukıfû uhızû ve kuttılû taktîlâ(taktîlen).
Melunlar (lânete uğramış olanlar) nerede bulunursa yakalanırlar. Ve şiddetle (öldürüldükçe)
öldürülürler.
33/AHZÂB-62: Sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl(kablu), ve len tecide li sunnetillâhi
tebdîlâ(tebdîlen).
Daha önce geçmiş olanlar hakkında (da), Allah'ın sünneti (kanunu) budur. Ve Allah'ın sünnetinde
asla bir değişiklik bulamazsın.
33/AHZÂB-63: Yes’eluken nâsu anis sâah(sâati), kul innemâ ilmuhâ indallâh(indallâhi), ve mâ
yudrîke lealles sâate tekûnu karîbâ(karîben).
İnsanlar sana o saati (kıyâmeti) soruyorlar. De ki: "Onun ilmi sadece Allah'ın indindedir." Ve sana
bildirilmedi. Belki de o saat yaklaşmış olabilir.
33/AHZÂB-64: İnnallâhe leanel kâfirîne ve eadde lehum saîrâ(saîren).
Muhakkak ki Allah, kâfirleri lânetledi. Onlar için alevli ateşi (cehennemi) hazırladı.
33/AHZÂB-65: Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lâ yecidûne veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîren).
Orada ebediyyen kalıcılardır (kalacak olanlardır). (Orada) bir dost ve bir yardımcı bulamazlar.
33/AHZÂB-66: Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ner
resûlâ(resûlen).
Onların yüzlerinin, ateşin içinde (bir taraftan bir tarafa) çevrileceği gün: "Keşke biz Allah'a ve
Resûl'e itaat etseydik." diyecekler.
33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).
Ve cehennemde olanlar derler ki: "Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri
gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı
Mustakîmi'nden) saptık."
33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).
Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.
33/AHZÂB-69: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne âzev mûsâ fe berreehullâhu mimmâ
kâlû, ve kâne indallâhi vecîhâ(vecîhen).
Ey âmenû olanlar, Musa (A.S)'a eziyet edenler gibi olmayın! Ve Allah, onu (Musa (A.S)'ı), onların
söyledikleri şeylerden berî kıldı (temize çıkardı). Ve o, Allah'ın katında vecihti (yüzü aktı,
şerefliydi).
33/AHZÂB-70: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe ve kûlû kavlen sedîdâ(sedîden).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olun ve sedîd (doğru) söz söyleyin! 1
33/AHZÂB-71: Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve
resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ(azîmen).
(Böylece) sizin için amellerinizi ıslâh etsin (salih amele çevirsin). Günahlarınızı mağfiret etsin
(sevaba çevirsin). Ve kim, Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat ederse, o taktirde fevzül azîm (en büyük
mükâfat) ile kurtulmuş olur.
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ
ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu
yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok
zalimdir, çok cahildir.
33/AHZÂB-73: Li yuazziballâhul munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve
yetûballâhu alel mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
(Bu), Allah'ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları
azaplandırması ve mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah
Gafûr'dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli eden).
A'LÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
87/A'LÂ-1: Sebbihısme rabbikel a’lâ.
Rabbinin “Âlâ” ismini tesbih et.
87/A'LÂ-2: Ellezî halaka fesevvâ.
O ki yarattı sonra sevva etti (dizayn etti, düzenledi).
87/A'LÂ-3: Vellezî kaddere fe hedâ.
Ve O ki, bir kader tayin etti. Sonra da hidayet etti.
87/A'LÂ-4: Vellezî ahrecel mer’â.
Ve O ki, yerden mera (yeşillikler) çıkardı.
87/A'LÂ-5: Fe cealehu gusâen ahvâ.
Sonra da onu siyah atık haline getirdi.
87/A'LÂ-6: Senukriuke fe lâ tensâ.
(Kur'ân'ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen unutmayacaksın.
87/A'LÂ-7: İllâ mâ şâallâh(şâallâhu), innehu ya’lemul cehre ve mâ yahfâ.
Ancak (bu) Allah'ın dilediği şeydir. Muhakkak ki O, açık ve gizli olanı bilir.
87/A'LÂ-8: Ve nuyessiruke lil yusrâ.
Ve kolay gelmesi için Biz (O'nu), sana kolaylaştıracağız.
87/A'LÂ-9: Fe zekkir in nefeatiz zikrâ.
O halde, eğer zikir fayda verecekse zikret (zikri öğret, öğüt ver).
87/A'LÂ-10: Seyezzekkeru men yahşâ.
Allah'a karşı huşû duyan kişi zikir yapacaktır (ve tezekkür edecektir).
87/A'LÂ-11: Ve yetecennebuhel eşkâ.
Ve şâkî olan, ondan (zikirden) içtinap edecek (kaçınıp zikretmeyecek).
87/A'LÂ-12: Ellezî yaslen nârel kubrâ.
Ki o (şâkî), büyük ateşe atılacak.
87/A'LÂ-13: Summe lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ. 1
Sonra onun içinde (ateşte) ölmez ve de hayat bulmaz.
87/A'LÂ-14: Kad efleha men tezekkâ.
Nefsini tezkiye eden kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
87/A'LÂ-15: Ve zekeresme rabbihî fe sallâ.
Ve (o nefsini tezkiye eden) Rabbinin İsmi'ni zikretti ve de namaz kıldı.
87/A'LÂ-16: Bel tu’sırûnel hayâted dunyâ.
Hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz (tercih ediyorsunuz).
87/A'LÂ-17: Vel âhıretu hayrun ve ebkâ.
Ve ahiret hayatı daha hayırlıdır ve bâkidir (devamlıdır).
87/A'LÂ-18: İnne hâzâ le fîs suhufîl ûlâ.
Muhakkak ki bu, evvelki sahifelerde de elbette var.
87/A'LÂ-19: Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.
(Hz.) İbrâhîm'in ve (Hz.) Musa'nın sahifelerinde (var).
ALAK
Bismillâhirrahmânirrahîm
96/ALAK-1: Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
Yaratan Rabbinin İsmi ile oku.
96/ALAK-2: Halakal insâne min alak(alakın).
İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı.
96/ALAK-3: Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu).
Oku ve senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.
96/ALAK-4: Ellezî alleme bil kalem(kalemi).
Ki O, kalem ile öğretti.
96/ALAK-5: Allemel insâne mâ lem ya’lem.
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.
96/ALAK-6: Kellâ innel insâne le yatgâ.
Hayır, muhakkak ki insan gerçekten azgınlık yapar.
96/ALAK-7: En reâhustagnâ.
Kendini müstağni görmesi (Allah'a ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanması) sebebiyle.
96/ALAK-8: İnne ilâ rabbiker ruc’â.
Muhakkak ki dönüş Rabbinedir.
96/ALAK-9: E reeytellezî yenhâ.
Nehyedeni (men edeni) gördün mü?
96/ALAK-10: Abden izâ sallâ.
Bir kulu namaz kıldığı zaman.
96/ALAK-11: E reeyte in kâne alel hudâ.
Sen gördün mü? Eğer o (kul), hidayet üzere ise.
96/ALAK-12: Ev emera bit takvâ.
Veya takvayı emretti ise.
96/ALAK-13: E reeyte in kezzebe ve tevellâ. 1
Sen gördün mü, eğer yalanladı ve yüz çevirdi ise?
96/ALAK-14: E lem ya’lem bi ennellâhe yerâ.
Allah'ın (onu) gördüğünü bilmiyor mu?
96/ALAK-15: Kellâ le in lem yentehi le nesfean bin nâsıyeh(nâsıyeti).
Hayır, eğer o gerçekten vazgeçmezse, mutlaka Biz, onu perçeminden (alnından) yakalarız
(sürükleriz).
96/ALAK-16: Nâsiyetin kâzibetin hâtıeh(hâtıetin).
Yalancı günahkâr alın.
96/ALAK-17: Felyed’u nâdiyeh(nâdiyehu).
Haydi, meclisini (yardımcılarını) çağırsın.
96/ALAK-18: Sened’uz zebâniyeh(zebâniyete).
Biz yakında zebanileri çağıracağız.
96/ALAK-19: Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib. (SECDE ÂYETİ)
Hayır! Ona itaat etme ve secde et ve (Allah'a) yakın ol!
ÂLİ İMRÂN
Bismillâhirrahmânirrahîm
3/ÂLİ İMRÂN-1: Elif lâm mîm.
Elif lâm mîm.
3/ÂLİ İMRÂN-2: Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu).
Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur, O, Hayy'dır (hayattadır), Kayyum'dur (ezelî ve ebedîdir).
3/ÂLİ İMRÂN-3: Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet
tevrâte vel incîl(incîle).
Sana, onların ellerindeki (kitapları) tasdik eden Kitab'ı (Kur'ânı) hak ile, kısım kısım (âyet âyet)
indirdi. Ve Tevrat ve İncil'i de indirdi.
3/ÂLİ İMRÂN-4: Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(furkâne), innellezîne keferû bi
âyâtillâhi lehum azâbun şedîd(şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm(zuntikâmin).
Daha önce insanlar için, hidayete erdirici olarak (Tevrat'ı ve İncil'i indirdi) ve (sonra da) Furkan'ı
(Hak ile bâtılı ayıran Kur'ân'ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar
için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz'dir, intikam sahibidir (intikam alandır).
3/ÂLİ İMRÂN-5: İnnallâhe lâ yahfâ aleyhi şey’un fîl ardı ve lâ fîs semâ’(semâi).
Muhakkak ki Allah'a yeryüzünde (hiç) bir şey gizli değildir ve gökte de…
3/ÂLİ İMRÂN-6: Huvellezî yusavvirukum fîl erhâmi keyfe yeşâ’(yeşâu), lâ ilâhe illâ huvel azîzul
hakîm(hakîmu).
O (Allah) ki, rahimlerde sizi dilediği gibi tasvir eder (şekil verir). O'ndan başka ilâh yoktur. O
Azîz'dir, Hakîm'dir.
3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul
kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne
mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû
illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ
yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan)
âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat 1
kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere)
tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini
Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: "Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin
katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların
sahipleri) (tezekkür edebilir).
3/ÂLİ İMRÂN-8: Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke
rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu).
Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi saptırma. Senin katından bize vehbi olarak
rahmet bağışla. Muhakkak ki sen, Vehhab'sın (vehbi olarak bağışlayansın).
3/ÂLİ İMRÂN-9: Rabbenâ inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fîh(fîhî), innallâhe lâ yuhliful
mîâd(mîâde).
Rabbimiz muhakkak ki insanları, hakkında şüphe olmayan günde toplayacak olan Sen'sin.
Muhakkak ki Allah vaadinden dönmez.
3/ÂLİ İMRÂN-10: İnnellezîne keferû len tuğniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi
şey’â(şey’en), ve ûlâike hum vekûdun nâr(nâri).
Muhakkak ki Allah'tan gelen bir şeye (azaba) karşı, kâfirlere, onların malları ve evlâtları asla bir
fayda vermez. Ve işte onlar, onlar ateşin yakıtıdırlar.
3/ÂLİ İMRÂN-11: Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe
ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
(Onların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi
yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Ve Allah ikâbı (azabı)
şiddetli olandır.
3/ÂLİ İMRÂN-12: Kul lillezîne keferû se tuglebûne ve tuhşerûne ilâ cehennem(cehenneme), ve
bi’sel mihâd(mihâdu).
Kâfir olanlara de ki: "Yakında mağlup olacaksınız, cehennenemde toplanacaksınız. Ve (o) ne kötü
bir döşektir."
3/ÂLİ İMRÂN-13: Kad kâne lekum âyetun fî fieteynil tekatâ fietun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ
kâfiratun yeravnehum misleyhim ra’yel ayn(ayni), vallâhu yûeyyidu bi nasrihî men yeşâ’(yeşâu)
inne fî zâlike le ibreten li ulîl ebsâr(ebsâri).
(Bedir savaşında) çarpışan iki fırka, sizin için bir ibret olmuştur. Bir fırka Allah'ın yolunda
savaşıyor ve diğeri kâfir olan (fırka), onları (bizzat) gözleri ile kendilerinin iki misli görüyorlardı.
Ve Allah dilediğini, kendi yardımı ile destekler. Muhakkak ki bunda, ulûl ebsar (basîret sahipleri)
için mutlaka ibret vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril
mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike
metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara
ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya
hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.
3/ÂLİ İMRÂN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim
cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun
minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
De ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için, Rabb'lerinin
katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve Allah'ın rızası
vardır." Allah kullarını en iyi görendir. 1
3/ÂLİ İMRÂN-16: Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ
azâben nâr(nâri).
Onlar (takva sahipleri): “Rabbimiz, biz hiç şüphesiz mü'min olduk (îmân ettik), artık bizim
günahlarımızı (sevaba çevirerek) bize mağfiret et ve bizi ateş azabından koru.” derler.
3/ÂLİ İMRÂN-17: Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil
eshâr(eshâri).
(Onlar), sabredenler, sâdıklar (ahdlerine vefa edenler), kânitîn olanlar (Allah'ın huzurunda saygı ile
duranlar), infâk edenler (Allah için verenler) ve seherlerde mağfiret dileyenlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-18: Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil
kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de
adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O'ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz'dir, Hakîm'dir.
3/ÂLİ İMRÂN-19: İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min
ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul
hısâb(hısâbı).
Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslâm'dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler,
kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın
âyetlerini örterse (inkâr ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve
kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe
innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi
(fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik
vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir.
Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-21: İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın
ve yaktulûnellezîne ye’murûne bil kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Muhakkak ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenleri, peygamberleri haksız yere öldürenleri, insanlardan
adalet ile emredenleri öldürenleri artık "elîm azap" ile müjdele.
3/ÂLİ İMRÂN-22: Ulâikellezîne habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhirah(âhirati), ve mâ lehum
min nâsırîn(nâsırîne).
İşte onların amelleri dünyada ve âhirette hebâ olmuştur. Ve onlar için bir yardımcı yoktur.
3/ÂLİ İMRÂN-23: E lem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li
yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûn(mu’ridûne).
Kendilerine Kitab'dan nasip verilenleri görmedin mi? Aralarında hüküm vermek için Allah'ın
Kitab'ına davet olunuyorlar, sonra onlardan bir grub geri dönüyor ve onlar yüz çevirenlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-24: Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen
ma’dûdât(ma’dûdâtin), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bu, onların "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacak" demeleri sebebiyledir. Ve
onların dînleri hakkında iftira etmiş oldukları şeyler, kendilerini aldattı.
3/ÂLİ İMRÂN-25: Fe keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu nefsin mâ
kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
O halde, hakkında şüphe olmayan bir gün için onları topladığımız ve her nefse, kazandığının
karşılığı verildiği zaman halleri nasıl olacak? Ve onlar zulüm olunmazlar (haksızlığa uğramazlar). 2
3/ÂLİ İMRÂN-26: Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke
mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru),
inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve
dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye
kaadirsin.
3/ÂLİ İMRÂN-27: Tûlicul leyle fîn nehâri ve tûlicun nehâra fîl leyl(leyli), ve tuhricul hayya
minel meyyiti ve tuhricul meyyite minel hayy(hayyi), ve terzuku men teşâu bi gayri
hısâb(hısâbın).
Geceyi gündüzün içine sokarsın ve gündüzü gecenin içine sokarsın. Canlıyı ölüden çıkarırsın ve
ölüyü canlıdan çıkarırsın. Ve dilediğin kimseyi hesapsız rızıklandırırsın.
3/ÂLİ İMRÂN-28: Lâ yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne),
ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâta(tukâten), ve
yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), ve ilallâhil masîr(masîru).
Mü'minler, mü'minlerden başkasını (yani) kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, o Allah'dan
bir şeyin (rahmet ve fazlın) içinde değildir. Onlardan korunmanız için sakınmanız (dost olmanız)
hariç. Ve Allah, sizi kendisinden sakındırır (takva sahibi olmanızı ister). Ve dönüş Allah'adır
(ruhun ulaşacağı makam, Allah'ın Zat'ıdır).
3/ÂLİ İMRÂN-29: Kul in tuhfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve
ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
De ki: Sinelerinizde olanı, gizleseniz veya onu açıklasanız da, Allah onu bilir. Ve (Allah), göklerde
ve yerde olanları bilir. Ve Allah herşeye kadîrdir.
3/ÂLİ İMRÂN-30: Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min
sû’(sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ(baîden), ve yuhazzirukumullâhu
nefseh(nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).
O gün her nefs, hayırdan ne yaptıysa onu hazır olarak bulur (hayat filminde tüm yaptıklarını görür).
Ve kötülükten ne yaptı ise, onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını temenni eder. Ve
Allah sizi, kendisinden sakındırır (Takva sahibi olmanızı, ölmeden önce, ruhunuzu Allah'a
ulaştırmanızı ister). Ve Allah kullarına karşı Raûf'tur.
3/ÂLİ İMRÂN-31: Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum
zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin
günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.”
3/ÂLİ İMRÂN-32: Kul etîûllâhe ver resûl(resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul
kâfirîn(kâfirîne).
De ki: "Allah'a ve Resûl'e itaat ediniz." Bundan sonra eğer dönerlerse, o taktirde muhakkak ki
Allah, kâfirleri sevmez.
3/ÂLİ İMRÂN-33: İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel
âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki Allah, Hazreti Âdem'i, Hazreti Nuh'u, Hazreti İbrâhîm'in ailesini ve İmran ailesini,
âlemlerin üstüne seçti.
3/ÂLİ İMRÂN-34: Zurriyyeten ba’duhâ min ba’d(ba’din), vallâhu semîun alîm(alîmun).
(Onlar) birbirinin zürriyetindendir (neslindendir). Ve Allah Semî 'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en
iyi bilendir).
3/ÂLİ İMRÂN-35: İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe
tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu). 2
İmrân'ın eşi (Hanne): "Rabbim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için
(yalnız sana itaat ve ibadet etsin diye) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur.
Muhakkak ki Sen Semi'sin (en iyi işitensin), Alîm'sin (en iyi bilensin)." demişti.
3/ÂLİ İMRÂN-36: Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ
vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve
zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm(racîmi).
Fakat onu doğurunca: "Rabbim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum" dedi. Ve Allah, onun ne
doğurduğunu çok iyi biliyordu. "Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, "Meryem" diye
isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış şeytandan Sana sığındırırım"
dedi.
3/ÂLİ İMRÂN-37: Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve
keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle
yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi
gayri hısâb(hısâbın).
Böylece Rabbi onu güzel bir kabulle kabul buyurdu, güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya
(A.S)'ı, ona bakmakla mükellef kıldı. Zekeriyya (A.S), onun yanına mihraba her girişinde, onun
yanında bir rızık bulurdu, "Yâ Meryem, bu sana nasıl, nereden (geldi)" deyince, o da: "O, Allah'ın
katından" diyordu. Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.
3/ÂLİ İMRÂN-38: Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh(rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke
zurriyyeten tayyibeh(tayyibeten), inneke semîud duâ’(duâi).
Zekeriyya (A.S), işte orada Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Senin katından temiz bir nesil bağışla,
muhakkak ki sen duayı en iyi işitensin" dedi.
3/ÂLİ İMRÂN-39: Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe
yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen
mines sâlihîn(sâlihîne).
Bunun üzerine, o (Zekeriyya A.S) mihrabda kaim olarak namaz kılarken, melekler, "Allah'ın, onu,
"Allah'tan bir kelimeyi (Hazreti İsa'yı) tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hakim, ve Nebî olan,
salihlerden "Yahya" ile müjdelediğini" nidâ ettiler (bildirdiler).
3/ÂLİ İMRÂN-40: Kâle rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiyel kiberu vemraetî
âkir(âkirun), kâle kezâlikellâhu yef’alu mâ yeşâ’(yeşâu).
(Zekeriyâ A.S) : "Rabbim benim oğlum nasıl olur, bana ihtiyarlık erişmişken. Ve benim kadınım da
kısırdır.” dedi. (Allah da ): "İşte böyle, Allah dilediğini yapar." buyurdu.
3/ÂLİ İMRÂN-41: Kâle rabbic’al lî âyeh(âyeten), kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâsete
eyyâmin illâ remzâ(remzan), vezkur rabbeke kesîran ve sebbih bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri).
(Zekeriyâ A.S): "Rabbim bana bir alâmet (işâret) kıl" dedi. (Allah): "Senin alâmetin üç gün
insanlarla rumuzdan (işaretten) başka bir şekilde konuşmamandır. Ve Rabbini çok zikret ve O'nu,
akşam ve sabah tesbih et." buyurdu.
3/ÂLİ İMRÂN-42: Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki
alâ nisâil âlemîn(âlemîne).
Ve melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve
seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı."
3/ÂLİ İMRÂN-43: Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn(râkiîne).
Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (Rabb'inin huzurunda huşû ile dur) ve secde et ve rukû
edenlerle birlikte rukû et.
3/ÂLİ İMRÂN-44: Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne
eklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme, ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûn(yahtesımûne). 2
İşte bu, gayb haberlerindendir, onu sana vahyediyoruz. Ve "Meryem'e, onlardan hangisi kefil
(vekil) olacak?” diye, onlar (kur'a çekmek için) kalemlerini attıkları zaman, sen onların yanlarında
değildin. Ve onlar tartışırken de, sen onların yanlarında değildin.
3/ÂLİ İMRÂN-45: İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin
minh(minhu), ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhıreti ve minel
mukarrebîn(mukarrebîne).
Melekler şöyle demişlerdir: "Ey Meryem,! Muhakkak ki Allah, Kendinden bir kelime ile seni
müjdeliyor. Onun ismi "Mesih, Meryem oğlu Îsâ'dır. Dünyada ve ahirette şereflidir ve
mukarrebinlerdendir."
3/ÂLİ İMRÂN-46: Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve beşikteyken ve yetişkin olunca da insanlarla konuşacak. Ve o sâlihlerdendir.
3/ÂLİ İMRÂN-47: Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle
kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe
yekûn(yekûnu).
(Hz Meryem): “Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (Allah şöyle
buyurdu): “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece
ona “ol!” der, o hemen olur.”
3/ÂLİ İMRÂN-48: Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle).
Ve (Allah) ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
3/ÂLİ İMRÂN-49: Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî
ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh(iznillâhi), ve
ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh(iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve
mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve onu (Meryem oğlu Îsâ Mesih'i ), "Benî İsrâîl'e (İsrailoğulları'na)" resûl olarak gönderecek.
(Onlara şöyle diyecek): "Muhakkak ki ben size Rabbiniz'den âyet (mucizeler) getirdim. Ben
gerçekten size nemli topraktan kuş heykeli yaparım, sonra onun içine üflerim. O zaman o, Allah'ın
izniyle kuş olur. Doğuştan kör olanı ve abraş hastalığını iyileştiririm. Ve Allah'ın izniyle ölüyü
diriltirim. Yediğiniz şeyleri ve evlerinizde biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm. Eğer siz
mü'minler iseniz muhakkak ki bunlarda sizin için elbette âyetler (deliller) vardır.”
3/ÂLİ İMRÂN-50: Ve musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti ve li uhılle lekum ba’dallezî
hurrime aleykum ve ci’tukum bi âyetin min rabbikum fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Ve önümde bulunan Tevrat'tan (olan âyetleri ) tasdik edici olarak, ve de size haram kılınmış olan
bazı şeyleri helâl kılmak için, Rabbiniz'den size âyet getirdim. Allah'a karşı takva sahibi olunuz. Ve
bana itaat ediniz.
3/ÂLİ İMRÂN-51: İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun
mustakîm(mustakîmun).
Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim ve sizin de Rabbiniz'dir. O halde O'na kul olun. (İşte) bu
“Sırâtı Mustakîm'dir (Allah'a ulaştıran yoldur).”
3/ÂLİ İMRÂN-52: Fe lemmâ ehassa îsâ min humul kufre kâle men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel
havâriyyûne nahnu ensârullâh(ensârullâhi), âmennâ billâh(billâhi), veşhed bi ennâ
muslimûn(muslimûne).
Fakat İsa, onlardan inkâr hissedince “Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi.
Havariler: “Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a îman ettik (ruhumuzu ölmeden önce Allah'a
ulaştırmayı diledik) ve bizim (Allah'a) teslim olduğumuza şahit ol.” dediler.
3/ÂLİ İMRÂN-53: Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş
şâhidîn(şâhidîne). 2
Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl'e tâbî olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz.
3/ÂLİ İMRÂN-54: Ve mekerû ve mekarallâh(mekarallâhu), vallâhu hayrul mâkirîn(mâkirîne).
Ve onlar hile yaptılar, Allah da (onlara) hile yaptı. Ve Allah, (hileye karşı) hile yapanların en
hayırlısıdır.
3/ÂLİ İMRÂN-55: İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke
minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti),
summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Allah, şöyle buyurmuştu: “Ey Îsâ! Muhakkak ki seni vefat ettirecek olan ve seni Kendime (katıma)
yükseltecek olan ve kâfirlerden temizleyecek olan Benim. Sana tâbî olanları kıyâmet gününe kadar,
kâfirlerden üstün kılacak olan Benim. Sonra sizin merciiniz Benim (dönüşünüz Bana'dır). O zaman
sizin ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında aranızda hüküm vereceğim.”
3/ÂLİ İMRÂN-56: Fe emmellezîne keferû fe uazzibuhum azâben şedîden fîd dunyâ vel âhıreti,
ve mâ lehum min nâsirîn(nâsirîne).
Fakat inkâr edenlere ise, o taktirde dünyada ve ahirette şiddetli azapla azap edeceğim. Ve onların
bir yardımcısı yoktur.
3/ÂLİ İMRÂN-57: Ve emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum vallâhu lâ
yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).
Lakin, âmenû olan (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen) ve amilus sâlihat (nefsi tezkiye edici
amel) yapanlara ise ecirleri (mükafaatları) ödenir. Ve Allah, zâlimleri sevmez.
3/ÂLİ İMRÂN-58: Zâlike netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm hakîmi).
Bu sana tilavet ettiklerimiz (anlattıklarımız), âyetlerden ve Hakîm olan (hüküm ve hikmet içeren)
Zikir'dendir.
3/ÂLİ İMRÂN-59: İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin
summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Muhakkak ki Allah'ın indinde (nezdinde) Hz. Îsâ'nın durumu, Hz. Âdem'in durumu (yaratılışı)
gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi ( ve o oldu).
3/ÂLİ İMRÂN-60: El hakku min rabbike fe lâ tekun minel mumterîn(mumterîne).
Hak, senin Rabbin'dendir. Öyleyse şüphe edenlerden olma!
3/ÂLİ İMRÂN-61: Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u
ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe
nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).
Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: ”Gelin, sizler
ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım
(bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah'ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.”
3/ÂLİ İMRÂN-62: İnne hâzâ le huvel kasasul hakk(hakku), ve mâ min ilâhin illâllâh(illâllâhu),
ve innellâhe le huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Muhakkak ki bu (Hz. Îsâ hakkında anlatılan), gerçekten “hak kısas”tır (gerçektir). Ve Allah'tan
başka bir ilâh yoktur. Ve muhakkak ki Allah, gerçekten O Azîz'dir, Hakîm'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir).
3/ÂLİ İMRÂN-63: Fe in tevellev fe innallâhe alîmun bil mufsidîn(mufsidîne).
Buna rağmen dönerlerse, o zaman muhakkak ki Allah, fesat çıkaranları en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ
na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min
dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne). 2
De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Tevhit sözüne) geliniz.
Allah'tan başkasına kul olmayalım ve O'na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız,
bazılarını, Allah'tan başka Rab'ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim
müslüman olduğumuza (teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-65: Yâ ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu
illâ min ba’dih(ba’dihî), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ey Kitab ehli! Hz. İbrahim hakkında nasıl tartışıyorsunuz ki; Tevrat ve İncil ondan önce indirilmedi
ki (ondan sonra indirildi). Hâlâ akıl etmiyor musunuz?
3/ÂLİ İMRÂN-66: Hâ entum hâulâi hâcectum fî mâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fî mâ
leyse lekum bihî ilm(ilmun), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
İşte siz busunuz. Kendisine dair ilminiz olmayan bir şey hakkında tartıştınız. Artık bilginiz
olmayan bir şey hakkında siz niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir ve siz bilmezsiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-67: Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen
muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Hz. İbrâhîm, yahudi veya nasrani olmadı. Fakat hanif (Allah'ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun
O'na ulaştırılmasının ve Allah'a teslim olmanın farz olduğuna inanan), (Allah'a teslim olmuş) bir
müslümandı. Ve o müşriklerden olmadı.
3/ÂLİ İMRÂN-68: İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne
âmenû vallâhu veliyyul mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki Hz.İbrâhîm'e insanların en yakın olanı elbette ona tâbî olanlar ve bu peygamber (Hz.
Muhammed) ve âmenû olanlardır (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir). Ve Allah,
mü'minlerin dostudur.
3/ÂLİ İMRÂN-69: Veddet tâifetun min ehlil kitâbi lev yudillûnekum ve mâ yudıllûne illâ
enfusehum ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ehli Kitap'tan bir grup sizi dalâlete düşürmeyi diledi. Onlar, kendilerinden başkasını dalâlete
düşüremezler. Ve onlar farkında değiller.
3/ÂLİ İMRÂN-70: Yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûn(teşhedûne).
Ey Ehli Kitap! Siz şahit olduğunuz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
3/ÂLİ İMRÂN-71: Ya ehlel kitâbi lime telbisûnel hakka bil bâtılı ve tektumûnel hakka ve entum
ta’lemûn(ta’lemûne).
Ey Kitap Ehli! Niçin hakkı bâtıl ile karıştırıyorsunuz? Ve siz bildiğiniz halde hakkı niçin
gizliyorsunuz?
3/ÂLİ İMRÂN-72: Ve kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû
vechen nehâri vekfurû âhirahu leallehum yerciûn(yerciûne).
Kitap ehlinden bir grup (diğerlerine): “Âmenû olanlara indirilmiş olana, gündüz îmân edin, ve
(günün) sonunda (akşamleyin) inkâr edin. Umulur ki böylece onlar (dînlerinden) dönerler.” dediler.
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ
ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi),
yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De
ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.)
Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda,
sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.”
Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
3/ÂLİ İMRÂN-74: Yahtassu bi rahmetihî men yeşâ’(yeşâu), vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Rahmetini dilediğine tahsis eder. Ve Allah, “Büyük Fazl” sahibidir. 2
3/ÂLİ İMRÂN-75: Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve
minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen),
zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve
hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; ona kantar kantar (altın) emanet etsen onu sana iade eder. Ve
yine onlardan öyle kimseler var ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe
onu sana iade etmez. Bu onların: “Ümmiler hakkında bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur.”
demelerindendir. Allah'a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde
muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
3/ÂLİ İMRÂN-77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ
halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ
yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki onlar; Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir
nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek
(bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-78: Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel
kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min
indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve muhakkak ki onlardan (Ehli Kitap'tan) bir grup mutlaka, onu (okuduklarını) kitaptan
zannetmeniz için kitabı okurken dillerini eğip bükerler oysa o kitaptan değildir. O, Allah'ın
katından olmadığı halde: "O, Allah'ın katındandır" derler. Ve onlar Allah'a karşı bilerek yalan
söylüyorlar.
3/ÂLİ İMRÂN-79: Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete
summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum
tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).
Bir insan için, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara;
"Allah'tan başka bana kul olun" demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı tedris etmiş
(okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: "Rabbâni (kendini Rabb'e
adamış) kullar olunuz" der.
3/ÂLİ İMRÂN-80: Ve lâ ye’murekum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâ(erbâben), e
ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûn(muslimûne).
Ve size: "Melekleri ve peygamberleri Rab'ler edinin!" diye emretmez. Siz, müslüman olduktan
(teslim olduktan) sonra size küfrü emreder mi?
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin
summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le
tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle
feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size
verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona
mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu
ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler.
(Allahû Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
3/ÂLİ İMRÂN-82: Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).
Artık bundan sonra, kim yüz çevirirse (nebilerden sonra gelecek olan bu Resûl'ü inkâr ederse), işte
onlar, onlar fâsıklardır. 2
3/ÂLİ İMRÂN-83: E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an
ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne).
Onlar, hâlâ Allah'ın dîninden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi
tav'an ve kerhen (isteyerek ve istemeyerek) O'na teslim oldular ve onlar, O'na (Allah'a), geri
döndürülecekler.
3/ÂLİ İMRÂN-84: Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle
ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ
nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
"Allah'a ve bize indirilene ve İbrâhîm (A.S)'a, İsmâil (A.S)'a, İshâk (A.S)'a, Yâkub (A.S)'a ve
Yâkub oğulları'na indirilenlere, Hz. Mûsâ'ya ve Hz. Îsâ'ya ve nebilere Rab'leri tarafından
verilenlere îmân ettik. Onların arasından birini (diğerlerinden) ayırdetmeyiz. Ve biz O'na (Allah'a)
teslim olanlarız." de.
3/ÂLİ İMRÂN-85: Ve men yebtegi gayrel islâmi dînen fe len yukbele minh(minhu), ve huve fîl
âhireti minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, o taktirde kendisinden asla kabul edilmez ve o, ahirette
"hüsranda olanlar"dan olur.
3/ÂLİ İMRÂN-86: Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enner resûle
hakkun ve câehumul beyyinât(beyyinâtu) vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Îmânlarından sonra inkâr eden kavmi, Allah nasıl hidayete erdirir? Ve onlar, Resûl'ün Hak
olduğuna şahit oldular ve onlara beyyineler (açık deliller) geldi. Ve Allah, zâlimler kavmini
hidayete erdirmez.
3/ÂLİ İMRÂN-87: Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi
ecmaîn(ecmaîne).
İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin onların (fâsıkların) üzerlerine
olmasıdır.
3/ÂLİ İMRÂN-88: Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
Onlar, onun (lânetin) içinde ebedi kalacak olanlardır. Onlardan azab hafifletilmez ve onlara
bakılmaz...
3/ÂLİ İMRÂN-89: İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun
rahîm(rahîmun).
Bundan sonra tövbe edip, ıslâh olanlar (nefslerini tezkiye edenler) hariç. O taktirde muhakkak ki
Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
3/ÂLİ İMRÂN-90: İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele
tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûn(dâllûne).
Muhakkak ki, îmân ettikten sonra inkâr edenlerin ve sonra da küfürlerini artıranların, onların
(üçüncü defa fıska düşenlerin) tövbeleri asla kabul edilmez. Ve işte onlar, dalâlette olanlardır.
3/ÂLİ İMRÂN-91: İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun fe len yukbele min ehadihim
mil’ul ardı zeheben ve leviftedâ bih(bihî), ulâike lehum azâbun elîmun ve mâ lehum min
nâsırîn(nâsırîne).
Muhakkak ki, inkâr edip, kâfîr olarak ölenlerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altını olsa ve onu fidye
olarak verse artık asla kabul edilmez. İşte onlar, onlar için “elim azap “ vardır. Ve onlar için bir
yardımcı yoktur.
3/ÂLİ İMRÂN-92: Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne), ve mâ tunfikû
min şey’in fe innallâhe bihî alîm(alîmun). 2
Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (Allah için vermedikçe), asla Birr'e nail olamazsınız.
(Allah'ın size verdiklerinden, Allah için) bir şey infâk ettiğiniz zaman muhakkak ki Allah, onu en
iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-93: Kullut taâmi kâne hillen li benî isrâile illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min
kabli en tunezzelet tevrât(tevrâtu), kul fe’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Tevrat indirilmeden önce İsrailoğullarının kendi kendilerine haram kıldığı şeylerden başka bütün
yiyecekler İsrailoğulları için helâldi. De ki: "Eğer siz, (yeminlerinizde ve sözlerinizde) sadık iseniz,
öyleyse Tevrat'ı getirin de okuyun."
3/ÂLİ İMRÂN-94: Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz
zâlimûn(zâlimûne).
Artık bundan sonra kim, Allah'a yalanla iftira ederse, o takdirde işte onlar, onlar zalimlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-95: Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel
muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o,
müşriklerden olmadı."
3/ÂLİ İMRÂN-96: İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil
âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbetteki insanlar için Bekke'de
(Mekke'de) yapılmış olan ilk Beyt'tir.
3/ÂLİ İMRÂN-97: Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne
âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere
fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin
(emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc'a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt'in hac
edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden
ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir).
3/ÂLİ İMRÂN-98: Kul yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ
ta’melûn(ta’melûne).
De ki: "Ey Kitap ehli! Niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ve Allah, yapmakta olduğunuz
şeylere şahit."
3/ÂLİ İMRÂN-99: Kul yâ ehlel kitâbi lime tesuddûne an sebîlillâhi men âmene tebgûnehâ
ivecen ve entum şuhedâu ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
De ki: "Ey Kitap ehli! (Gerçeklere) şahit olduğunuz halde, niçin îmân eden kimseleri, onun
eğriliğini isteyerek, Allah'ın yolundan men ediyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir."
3/ÂLİ İMRÂN-100: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe
yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(kâfirîne).
Ey âmenû olanlar! Eğer o kitap verilenlerden bir gruba itaat ederseniz, sizi îmânınızdan sonra
kâfîrliğe döndürürler.
3/ÂLİ İMRÂN-101: Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum
resûluh(resûluhu), ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve size, Allah'ın âyetleri okunurken ve aranızda O'nun (Allah'ın) Resûl'ü varken, siz nasıl inkâr
edersiniz. Ve kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık o Sıratı Mustakim'e (Allah'a ulaştıran yola)
hidayet olunmuştur.
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve
entum muslimûn(muslimûne). 2
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı “O'nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile)
takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah'a) teslim olmadan ölmeyin!
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi
aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen),
ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum
âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki
ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını
birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun
kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz
hidayete erersiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve
yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve
münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-105: Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumul
beyyinât(beyyinâtu), ve ulâike lehum azâbun azîm(azîmun).
Ve kendilerine beyyineler (açık deliller) geldikten sonra, fırkalara ayrılıp ihtilafa düşenler gibi
olmayın! Ve işte onlar, onlar için “azîm azap” vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-106: Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh(vucûhun), fe
emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkûl azâbe bimâ kuntum
tekfurûn(tekfurûne).
O gün (bazı) yüzler ağaracak ve (bazı) yüzler kararacak. O zaman yüzleri kararan kimselere:
“Îmânınızdan sonra siz inkâr mı ettiniz? Öyleyse inkâr etmiş olmanızdan dolayı azabı tadın”
(denir).
3/ÂLİ İMRÂN-107: Ve emmellezînebyaddat vucûhuhum fe fî rahmetillâh(rahmetillâhi), hum
fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Amma, yüzleri ağarmış olanlar ise, artık Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar, onun (o rahmetin)
içinde ebedî kalacak olanlardır.
3/ÂLİ İMRÂN-108: Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve mâllâhu yurîdu zulmen
lil âlemîn(âlemîne).
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir, onları sana hak olarak tilavet ediyoruz (okuyup açıklıyoruz). Ve
Allah, âlemlere zulüm olmasını istemez.
3/ÂLİ İMRÂN-109: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve ilâllâhi turceul
umûr(umûru).
Göklerde ve yerlerde ne varsa Allah'ındır. Ve emirler (bütün işler), Allah'a döndürülür.
3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne
anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum,
minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile
emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer
kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve
onların çoğu da fâsıklardır.
3/ÂLİ İMRÂN-111: Len yedurrûkum illâ ezâ(ezen), ve in yukâtilûkum yuvellûkumul
edbâr(edbâre), summe lâ yunsarûn(yunsarûne). 2
Onlar size ezadan başka asla bir zarar veremezler. Ve eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarına
dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım da olunmazlar.
3/ÂLİ İMRÂN-112: Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin
minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(meskenetu), zâlike bi
ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ
asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).
Onların üzerlerine, nerede olurlarsa olsunlar zillet (alçaklık) damgası vuruldu. Ancak Allah'ın ipine
(Sıratı Mustakîm'e) ve insanlardan bir ipe (Allah'a ulaştıracak olan mürşide) tutunanlar (ulaşanlar)
hariç. (Onlar) Allah'tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların
Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları
sebebiyledir. İşte bu, onların (Allah'a) isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarındandır.
3/ÂLİ İMRÂN-113: Leysû sevâ’(sevâen), min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi
ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).
Onların (hepsi) bir değildir. Kitap ehlinden, gece saatlerinde kıyamda durup, Allah'ın âyetlerini
tilavet eden ve secde eden bir ümmet vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne
anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îmân ederler, mâruf (irfan) ile emreder ve kötülükten nehyederler
(men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte onlar, sâlihlerdendir.
3/ÂLİ İMRÂN-115: Ve mâ yef’alû min hayrin fe len yukferûh(yukferûhu), vallâhu alîmun bil
muttekîn(muttekîne).
Ve hayır olarak bir şey yaparlarsa, o taktirde o (hayır), asla örtülmez (mutlaka mükâfâtı verilir). Ve
Allah, takva sahiplerini en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-116: İnnellezîne keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum
minallâhi şey’â(şey’en), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Muhakkak ki inkâr edenlere, malları ve evlatları, Allah'tan bir şeye (azaba) karşı kendilerine asla
bir fayda vermez. Ve işte onlar ateş ehlidir, onlar, orada devamlı kalacak olanlardır.
3/ÂLİ İMRÂN-117: Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun
esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin
enfusehum yazlımûn(yazlımûne).
Onların (kâfirlerin), bu dünya hayatında (gösteriş ve övünmek için) infâk ettikleri şeylerin durumu,
kendilerine zulmeden (Allah'ın emirlerine ve nehiylerine itaat etmeyerek, devamlı derecat
kaybeden) bir kavmin, "kavurucu, dondurucu soğuk bir rüzgarın isabet ederek, böylece helâk ettiği"
ekininin durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlar.
3/ÂLİ İMRÂN-118: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum
habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum
ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
Ey âmenû olanlar! Kendinizden (mü'minlerden) başkalarını sırdaş edinmeyin. Onlar sizi fesada
düşürmekten geri kalmazlar ve size sıkıntı verecek şeyleri temenni ettiler. Kin ve öfkeleri
ağızlarından (sözlerinden) belli olmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şey (kinleri) daha da büyüktür.
Akıl etmiş olsaydınız, size âyetleri açıklamıştık.
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi
kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel
gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına
îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı 3
öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."Muhakkak ki Allah, sinelerde
olanı en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-120: İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ
ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne
muhît(muhîtun).
Şayet size bir hasenat (güzellik) dokunursa onları hüzünlendirir. Ve şayet size bir seyyiat (kötülük)
isabet ederse, onunla ferahlanırlar (ona sevinirler). Ve eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi
olursanız, onların hileleri size hiçbir şeyle zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını
(ilmi ile) kuşatandır (bilendir).
3/ÂLİ İMRÂN-121: Ve iz gadavte min ehlike tubevviul mu’minîne makâide lil kıtâl(kıtâli),
vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ve bir sabah erkenden ailenden ayrılmıştın, mü'minleri savaş için (uygun) mevzilere
yerleştiriyordun. Ve Allah en iyi işiten, en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-122: İz hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ ve alâllâhi fel
yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Sizden iki grup, korkaklık göstererek bozgunluğa meyletmişti. Allah, o ikisinin de (iki grubun da)
dostudur ve artık mü'minler Allah'a tevekkül etsinler.
3/ÂLİ İMRÂN-123: Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(ezilletun),
fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve andolsun ki, Bedir (savaşında), siz (sayıca ve silahça) daha zayıf bir halde iken, Allah size
yardım etti. Artık Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve umulur ki böylece siz şükredersiniz!
3/ÂLİ İMRÂN-124: İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi
selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn(munzelîne).
O zaman mü'minlere (şöyle) diyordun: "Rabbinizin, indirilen meleklerden üç bini ile size yardım
etmesi, size kâfi gelmiyor mu?"
3/ÂLİ İMRÂN-125: Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum
rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimîn(musevvimîne).
Bilâkis, eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız ve onlar size aniden gelirlerse
(saldırırlarsa), Rabbiniz bu nişaneli meleklerden beş bini ile size yardım eder.
3/ÂLİ İMRÂN-126: Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bih(bihî),
ve men nasru illâ min indillâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Ve Allah, onu (bu yardım vaadini), size müjde olması ve kalplerinizin onunla tatmin olmasından
başka bir şey için yapmadı. Yardım ancak, Azîz ve Hakîm olan Allah'ın katındandır.
3/ÂLİ İMRÂN-127: Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû
hâibîn(hâibîne).
(Ve bu yardım), kâfirlerden bir kısmını kesmek (helâk etmek) veya onları perişan etmek, böylece
bozguna uğrayarak dönüp gitmeleri içindir.
3/ÂLİ İMRÂN-128: Leyse leke minel emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum
zâlimûn(zâlimûne).
Senin için bir emir (yapacağın bir şey) yoktur. (Allah), ya onların tövbesini kabul eder veya onlara
azap eder. Oysa onlar, gerçekten zalimlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-129: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), yagfiru li men yeşâu ve
yuazzibu men yeşâ’(yeşâu), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini mağfiret eder ve dilediğine de azap eder. Ve
Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir. 3
3/ÂLİ İMRÂN-130: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulur ribâ ad’âfen mudâafeh(mudâafeten),
vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar! Faizi, kat kat artırarak yemeyin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Umulur ki
böylece siz, felâha erersiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-131: Vettekûn nârelletî uiddet lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve kâfirler için hazırlanmış olan o ateşten sakının.
3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve Allah'a ve Resûl'e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.
3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel
ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış
olan cennete koşun!
3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin
nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini
yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.
3/ÂLİ İMRÂN-135: Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li
zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn
(ya’lemûne).
Ve onlar (takva sahipleri), bir kötülük yaptıkları veya nefslerine zulmettikleri zaman Allah'ı
zikrederler, hemen günahları için mağfiret dilerler. Ve Allah'tan başka kim günahları mağfiret eder.
Ve onlar, yaptıkları şeylerde (hatalarda), bilerek ısrar etmezler.
3/ÂLİ İMRÂN-136: Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâl
enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
İşte onların mükâfatları, Rab'lerinden mağfiret ve altlarından nehirler akan, içlerinde devamlı
kalacakları cennetlerdir. (Böyle) amel edenlerin mükâfatları ne güzel!
3/ÂLİ İMRÂN-137: Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne
âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Sizlerden önce (bir çok kavimlerde) Allah'ın sünnetleri gelip geçti. Artık yeryüzünde gezin
(Allah'ın âyetlerini) böylece yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bakın.
3/ÂLİ İMRÂN-138: Hâzâ beyânun lin nâsi ve huden ve mev’ızatun lil muttekîn(muttekîne).
Bu (âyetler), insanlar için bir açıklama ve bir hidayet ve takva sahipleri için bir öğüttür.
3/ÂLİ İMRÂN-139: Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum
mu’minîn(mu’minîne).
Ve gevşemeyin ve mahzun olmayın! Eğer mü'min iseniz, üstün olan sizsiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-140: İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh(misluhu), ve
tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs(nâsi), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum
şuhedâe vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).
Eğer size bir yara dokunursa, o taktirde o kavme de, onun aynısı bir yara dokunmuştur. Ve bu
(sevinçli ve kederli) günleri, Biz, insanlar arasında döndürüp dolaştırırız. Allah'ın, âmenû olanları
(sınayıp) bilmesi (belli etmesi) ve sizden (içinizden) şahitler edinmesi içindir. Ve Allah, zalimleri
sevmez.
3/ÂLİ İMRÂN-141: Ve liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirîn(kâfirîne).
Ve (bu), Allah'ın âmenû olanları temize çıkarması ve kâfirleri yavaş yavaş helâk etmesi içindir. 3
3/ÂLİ İMRÂN-142: Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû
minkum ve ya’lemes sâbirîn(sâbirîne).
Yoksa siz, Allah sizden cihad edenleri ve sabredenleri belli etmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız?
3/ÂLİ İMRÂN-143: Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fe kad
raeytumûhu ve entum tenzurûn(tenzurûne).
Ve andolsun ki siz, ölümü (şehit olmayı), onunla karşılaşmadan (yüzyüze gelmeden) önce, temenni
ediyordunuz. İşte şimdi onu görmüş oldunuz. Ve (oysa) siz (şehit olarak ölmeyi) bekliyordunuz.
3/ÂLİ İMRÂN-144: Ve mâ muhammedun illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihir
rusûl(rusûlu), e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len
yadurrallâhe şey’â(şey’en), ve se yeczîllâhuş şâkirîn(şâkirîne).”
Ve Muhammed sadece bir Resûl'dür. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir. Şimdi O, öldü veya
öldürüldü ise, siz topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye
dönerse, bundan sonra Allah'a, asla hiçbir şeyle zarar veremez. Ve Allah, şâkirleri (şükredenleri)
yakında mükâfatlandıracaktır.
3/ÂLİ İMRÂN-145: Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben
mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati
nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).
Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz), o (ölüm), süresi tayin edilmiş
bir yazıdır. Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse,
kendisine ondan veririz. Ve şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracağız.
3/ÂLİ İMRÂN-146: Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr(kesîrun), fe mâ
vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbus
sâbirîn(sâbirîne).
Ve peygamberlerden niceleri var ki; onlarla birlikte birçok rıbbıyyun (ilim, irfan sahibi mürşid) de
savaştı. Allah yolunda, kendilerine isabet eden şeyler (elem ve sıkıntılar) sebebiyle gevşemediler,
zayıflık göstermediler ve boyun da eğmediler. Allah, sabredenleri sever.
3/ÂLİ İMRÂN-147: Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî
emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Ve onların sözleri: "Rabbimiz, bizim günahlarımızı mağfiret et ve işimizdeki israfımızı
(aşırılığımızı) bağışla. Ve ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et." demekten
başka birşey olmadı.
3/ÂLİ İMRÂN-148: Fe âtâhumullâhu sevâbed dunyâ ve husne sevâbil âhireh(âhireti), vallâhu
yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Böylece Allah, onlara dünya sevabını ve ahiret sevabınının en güzelini verdi. Ve Allah, muhsinleri
sever.
3/ÂLİ İMRÂN-149: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîûllezîne keferû yeruddûkum alâ a’kâbikum
fe tenkalibû hâsirîn(hâsirîne).
Ey âmenû olanlar! Eğer kâfirlere itaat ederseniz , sizi topuklarınız üzerinde geri çevirirler. O zaman
"hüsrana uğramış olanların" haline dönersiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-150: Belillâhu mevlâkum, ve huve hayrun nâsırîn(nâsırîne).
Hayır! Sizin mevlânız (dostunuz) Allah'tır. Ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.
3/ÂLİ İMRÂN-151: Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil
bihî sultânâ(sultânen), ve me’vâhumun nâr(nâru), ve bi’se mesvez zâlimîn(zâlimîne). 3
Allah'ın, hakkında bir sultan (delil) indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmaları sebebiyle, o
kâfirlerin kalplerine korku vereceğiz. Ve onların sığınağı (gideceği yer), ateştir (cehennemdir). Ve
zalimlerin kalacağı yer ne kötü.
3/ÂLİ İMRÂN-152: Ve lekad sadakakumullâhu va’dehû iz tehussûnehum bi iznih(iznihî), hattâ
izâ feşiltum ve tenâza’tum fîl emri ve asaytum min ba’di mâ erâkum mâ tuhıbbûn(tuhıbbûne),
minkum men yurîdud dunyâ ve minkum men yurîdul âhireh(âhirete), summe sarafekum anhum
li yebteliyekum, ve lekad afâ ankum, vallâhu zû fadlin alel mu’minîn(mu’minîne).
Andolsun ki; Allah, size olan vaadine sadık kaldı. O'nun (Allah'ın) izni ile onları perişan edip
öldürüyordunuz. Fakat, Allah size sevdiğiniz şeyi (galibiyeti) gösterdikten sonra gevşeklik
göstermiştiniz. Ve verilen emir hakkında nizaya (anlaşmazlığa) düştünüz ve isyan ettiniz. Sizden
kiminiz dünyayı istiyordu (ganimete koştu), kiminiz ahireti istiyordu (onlar şehit olana kadar
yerlerinde kaldı). Sonra sizi imtihan etmek için, sizi onlardan geri çevirdi (mağlup olup geri
döndünüz) ve andolsun ki, (buna rağmen) sizi affetti. Ve Allah, mü'minlere karşı fazl sahibidir.
3/ÂLİ İMRÂN-153: İz tus’idûne ve lâ telvûne alâ ehadin ver resûlu yed’ûkum fî uhrâkum fe
esâbekum gammen bi gammin li keylâ tahzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ asâbekum, vallâhu
habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Siz (dağa çıkarak) uzaklaşıyor ve dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz, (Allah'ın) Resûl'ü ise sizi
arkanızdan çağırıyordu. Bundan sonra size gam üstüne gam isabet etti, elinizden çıkan şeyler
(zafer, ganimet) ve size isabet eden şeyler (musîbetler) için mahzun olmayın (üzülmeyin) diye. Ve
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
3/ÂLİ İMRÂN-154: Summe enzele aleykum min ba’dil gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten
minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayrel hakkı zannel
câhiliyyeh(câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ minel emri min şey’(şey’in), kul innel emre kullehu
lillâh(lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek(leke), yekûlûne lev kâne lenâ minel emri
şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu
ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu
alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Sonra (Allah), bu gamın arkasından sizin üzerinize sükûnet veren bir uyku indirdi, içinizden bir
grubu sarıp kaplıyordu ve diğer grup, canlarını önemsemişti (canlarının kaygısına düştüler). Allah'a
karşı cahiliyye zannı ile haksız zanda bulunuyorlar: "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) var mı?"
diyorlar. (Onlara): "Muhakkak ki emirlerin hepsi Allah'ındır." de. İçlerinde sana açıklamadıkları bir
şey saklıyorlar. "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) olsaydı, burada öldürülmezdik." diyorlar. Eğer
siz, evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine katl (öldürülmeleri) yazılmış olanlar, yatacakları (ölüp
düşecekleri) yere mutlaka çıkıp giderlerdi. (Bu) Allah'ın sizin sinelerinizde olanı sınamak ve
kalplerinizde olandan (şüpheden), sizi temize çıkarmak (fitneden kurtarmak) içindir. Ve Allah,
sinelerde olanı en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-155: İnnellezîne tevellev minkum yevmel tekal cem’âni, inne mestezellehumuş
şeytânu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîm(halîmun).
Muhakkak ki, iki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden bir kısmı yüz çevirdi, oysa şeytan,
kazandıkları bazı şeylerden dolayı (Resûlün emrine itaat etmemek, ganimete koşmak gibi), onları
zillete düşürmek istedi. Ve and olsun ki, Allah onları affetti. Muhakkak ki Allah Gafûr'dur,
Halîm'dir.
3/ÂLİ İMRÂN-156: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ
darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike
hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît(yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Ey âmenû olanlar! Siz, yeryüzünde sefere çıkmış veya gâzi olan (savaşa katılan) kardeşleri için
"Eğer bizim yanımızda olsaydılar ölmezler ve öldürülmezlerdi." diyen kâfirler gibi olmayın! Allah, 3
bunu onların kalplerinde bir hasret (pişmanlık) kılmak için yaptı. Ve Allah yaşatır ve öldürür. Ve
Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-157: Ve lein kutiltum fî sebîlillâhi ev muttum le magfiretun minallâhi ve
rahmetun hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).
Ve eğer siz, Allah'ın yolunda öldürülür veya ölürseniz, mutlaka Allah'tan mağfiret ve rahmet
vardır, onların topladıklarından (dünya malından) daha hayırlıdır.
3/ÂLİ İMRÂN-158: Ve lein muttum ev kutiltum le ilâllâhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ve elbette, ölseniz de öldürülseniz de mutlaka Allah'a haşr olunacaksınız (Allah'ın huzurunda
toplanacaksınız).
3/ÂLİ İMRÂN-159: Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi
lenfaddû min havlik(havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ
azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).
O zaman, Allah'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli
olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler
konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki
Allah, tevekkül edenleri (Allah'a güvenenleri) sever.
3/ÂLİ İMRÂN-160: İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe menzellezî
yansurukum min ba’dih(ba’dihi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü)
bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler (Allah'a
güvensinler).
3/ÂLİ İMRÂN-161: Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull(yagulle), ve men yaglul ye’ti bimâ galle
yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ
yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve bir peygamber için "ganimet malından gizlice alması" olamaz. Ve kim ganimet malından gizlice
alırsa (hıyanet ederse), kıyâmet günü o, gizlice aldığı şey ile gelir. Sonra herkese kazandığı şey
ödenir ve onlar zulmedilmezler.
3/ÂLİ İMRÂN-162: E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu
cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Artık, Allah'ın rızasına tâbî olan kimse, Allah'dan gazaba uğramış ve barınacağı yer cehennem olan
kimse gibi midir? Ve (o) ne kötü varış yeri.
3/ÂLİ İMRÂN-163: Hum derecâtun indallâh(indallâhi), vallâhu basîrun bi mâ
ya’melûn(ya’melûne).
Onların (Allah'ın rızasına tâbî olanların) kazandıkları dereceler, Allah'ın katındadır. Ve Allah,
onların yaptıklarını en iyi görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim
yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû
min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere
(onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun
(Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel
(Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.
3/ÂLİ İMRÂN-165: E ve lemmâ asâbetkum musîbetun kad asabtum misleyhâ, kultum ennâ
hâzâ, kul huve min indi enfusikum innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve iki mislini (düşmanlarınıza) isabet ettirdiğiniz bir musibet, size isabet ettiği zaman: "Bu nasıl
oldu?" dediniz. De ki:"O sizin kendi nefslerinizdendir." Muhakkak ki Allah, her şeye kaadirdir. 3
3/ÂLİ İMRÂN-166: Ve mâ asâbekum yevmel tekal cem’âni fe bi iznillâhi ve li ya’lemel
mu’minîn(mu’minîne).
Ve iki topluluğun karşılaştığı o gün, size isabet eden şey (musibet) ancak Allah'ın izniyleydi ve
mü'minleri bilmesi (belirlenmesi) içindi.
3/ÂLİ İMRÂN-167: Ve li ya’lemellezîne nâfekû, ve kîle lehum teâlev kâtilû fî sebîlillâhi evidfeû
kâlû lev na’lemu kıtâlen letteba’nâkum, hum lil kufri yevmeizin akrabu minhum lil îmân(îmâni),
yekûlûne bi efvâhihim mâ leyse fî kulûbihim, vallâhu a’lemu bi mâ yektumûn(yektumûne).
Ve (bu) nifak çıkaranları bilmesi (münafık olanların belirlenmesi) içindi. Ve onlara: "Gelin, Allah
yolunda savaşın veya savunun (müdafaa edin)." denildiği zaman, "Biz harp (etmeyi) bilseydik,
elbette size tâbî olurduk (sizinle gelirdik)." dediler. İzin günü onlar, îmândan çok küfre yakındırlar.
Onlar, kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylüyorlar. Ve Allah, onların gizledikleri şeyi çok iyi
bilir.
3/ÂLİ İMRÂN-168: Ellezîne kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ kutil(kutilû), kul fedreû
an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Onlar (münafıklar), kendileri oturdukları (savaşa gitmedikleri) halde, savaşa katılan kardeşleri için:
"Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi." dediler. (Onlara) de ki: "Eğer (sözünüzde) sâdık
kimselerseniz, haydi ölümü kendinizden savın."
3/ÂLİ İMRÂN-169: Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun
inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).
Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar),
Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.
3/ÂLİ İMRÂN-170: Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem
yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Allah'ın onlara kendi fazlından verdiği şeyle ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine
katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere, "onlara bir korku olmayacağını ve onların mahzun
olmayacaklarını" müjdelemek isterler.
3/ÂLİ İMRÂN-171: Yestebşirûne bi ni’metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecrel
mu’minîn(mu’minîne).
Onlar, Allah'tan olan ni'meti, fazlı ve "Allah'ın mü'minlerin mükâfatını zayi etmeyeceğini"
müjdelemek isterler.
3/ÂLİ İMRÂN-172: Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh(karhu),
lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm(azîmun).
Onlar (o mü'minler) ki, kendilerine yara isabet ettikten sonra bile Allah'ın ve Resûl'ün davetine
icabet ettiler. Onlardan ahsen olanlar (Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir
fiili işlemeyenler) ve (azîm) takvaya ulaşanlar için "Azîm Ecir (en büyük mükafat)" vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-173: Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe
zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu).
O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için)
toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "Allah
bize kâfîdir ve O, ne güzel vekildir." dediler.
3/ÂLİ İMRÂN-174: Fenkalebû bi ni’metin minallâhi ve fadlin lem yemseshum sûun, vettebeû
rıdvânallâh(rıdvânallâhi), vallâhu zû fadlin azîm(azîmin).
Böylece onlara bir kötülük dokunmadan, Allah'tan bir nimet ve fazl ile geri döndüler. Ve Allah'ın
rızasına tâbî oldular. Ve Allah "Büyük Fazıl" sahibidir.
3/ÂLİ İMRÂN-175: İnnemâ zâlikumuş şeytânu yuhavvifu evliyâ’eh(evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum
ve hâfûni in kuntum mu’minîn(mu’minîne). 3
Fakat şeytan, böylece ancak kendi dostlarını (onu dost edinenleri) korkutur. Artık onlardan
korkmayın ve eğer sizler mü'min iseniz, (sadece) Ben'den korkun.
3/ÂLİ İMRÂN-176: Ve lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufr(kufri), innehum len yadurrûllâhe
şey’â(şey’an), yurîdullâhu ellâ yec’ale lehum hazzan fîl âhireh(âhireti), ve lehum azâbun
azîm(azîmun).
Ve küfre koşanlar seni mahzun etmesin. Muhakkak ki onlar, Allah'a hiçbir şey ile asla zarar
veremezler. Allah, onlara ahirette bir nasip vermemek istiyor. Ve onlar için “Büyük Azap” vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-177: İnnellezîneşteravul kufra bil îmâni len yedurrûllâhe şey’â(şey’en), ve lehum
azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki îmân karşılığında küfrü satın alanlar, Allah'a hiçbir şey ile asla zarar veremezler. Ve
onlar için “Elîm Azap” vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-178: Ve lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim,
innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâ(ismen), ve lehum azâbun muhîn(muhînun).
Ve sakın o kâfirler, onlara mühlet vermemizi, kendileri için bir hayır sanmasınlar. Sadece
günahlarını artırmaları için onlara mühlet veriyoruz. Ve onlar için ”Alçaltıcı Azap “ vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel
habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min
rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun
azîm(azîmun).”
Allah, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya kadar
mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin bir arada olduğu bir
durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve
lâkin Allah, resûllerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde, Allah'a ve
O'nun resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için
"Büyük Ecir" vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-180: Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve
hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevmel kıyâmeh(kıyâmeti),
ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve Allah'ın kendi fazlından onlara verdiği şeyleri, (Allah yolunda infak etmeyip) cimrilik edenler,
sakın zannetmesinler ki o, kendileri için hayırdır. Bilâkis o, onlar için bir şerrdir. Cimrilik ettikleri
şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacak. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, yaptığınız
şeylerden haberdar olandır.
3/ÂLİ İMRÂN-181: Lekad semiallâhu kavlellezîne kâlû innallâhe fakîrun ve nahnu agniyâu se
nektubu mâ kâlû ve katlehumul enbiyâe bi gayri hakkın, ve nekûlu zûkû azâbel harîk(harîki).
Andolsun ki: "Muhakkak ki Allah fakirdir, biz zenginiz" diyen o kimselerin sözünü Allah işitti. Biz
onların söylediklerini ve peygamberlerini haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve onlara: "yakıcı
azabı tadın" diyeceğiz.
3/ÂLİ İMRÂN-182: Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(abîdi).
İşte bu (azap), Allah kullara zulmedici olduğundan değil, ellerinizle takdim ettiğiniz (yaptığınız)
şeyler sebebiyledir.
3/ÂLİ İMRÂN-183: Ellezîne kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ
bi kurbânin te’kuluhun nâr(nâru), kul kad câekum rusulun min kablî bil beyyinâti ve billezî
kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Onlar, "Muhakkak ki Allah, “bize ateşin yiyeceği bir kurbanı getirinceye kadar, hiçbir Resûl'e“
îmân etmememiz için bize ahdetti" dediler. Onlara de ki: "Benden önce Resûller, beyyinelerle ve
sizin söylediğiniz o şey ile size gelmişlerdi. Eğer siz sâdıklar (doğru söyleyenler) iseniz, o halde
onları niçin öldürdünüz. 3
3/ÂLİ İMRÂN-184: Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bil beyyinâti vez
zuburi vel kitâbil munîr(munîri).
Artık seni yalanlarlarsa (üzülme), halbuki, senden önceki, açık belgeler, yazılı sayfalar ve nurlu
kitaplar getiren resûller de yalanlanmıştı.
3/ÂLİ İMRÂN-185: Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel
kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud
dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).
Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit
kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı
metadan başka bir şey değildir.
3/ÂLİ İMRÂN-186: Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtûl
kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâ(kesîran), ve in tasbirû ve tettekû fe inne
zâlike min azmil umûr(umûri).
Mallarınız ve canlarınız hususunda siz mutlaka imtihan olunacaksınız. Sizden önce kitap
verilenlerden ve şirk koşanlardan elbette birçok incitici (sözler) duyacaksınız. Eğer siz
sabrederseniz ve takva sahibi olursanız ki bu muhakkak, işlerin “âzim” olanlarındandır.
3/ÂLİ İMRÂN-187: Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ
tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen),
fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).
Ve Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz."
diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir
değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.
3/ÂLİ İMRÂN-188: Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ
lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin minel azâb(azâbi), ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Sakın zannetme ki, (Kitab Ehli'ninden olup, Kitap'tandır diyerek) getirdikleri şey ile (doğrusunu
gizleyip, gerçeği açıklamayarak yaptıkları ile) ferahlayan (sevinen) kimseler ve yapmadıkları ile
övülmeyi seven kimseler ki, bundan sonra onların azaptan kurtulacak bir yerde olduğunu sanma.
Ve onlar için “Elîm Azap” vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-189: Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in
kadîr(kadîrun).
Ve göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Ve Allah her şeye kaadirdir.
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl
elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için
elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve
yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan),
subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü
yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve
derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi
ateşin azabından koru.
3/ÂLİ İMRÂN-192: Rabbenâ inneke men tudhılin nâre fe kad ahzeyteh(ahzeytehu), ve mâ liz
zâlimîne min ensâr(ensârin).
Ey Rabbimiz! Muhakkak ki Sen, kimi ateşe sokarsan artık onu hakir ve rezil etmişsindir. Zalimler
için bir yardımcı yoktur. 3
3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum
fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal
ebrâr(ebrâri).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz'e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik,
böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı
mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla
beraber vefat ettir.
3/ÂLİ İMRÂN-194: Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel
kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhliful mîâd(mîâde).
Rabbimiz! Resûllerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin şeyleri bize ver ve kıyamet günü bizi rezil ve
perişan etme. Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin.
3/ÂLİ İMRÂN-195: Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin
ev unsâ, ba’dukum min ba’d(ba’dın), fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve
kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min
tahtihâl enhâr(enhâru), sevâben min indillâh(indillâhi) vallâhu indehû husnus sevâb(sevâbi).
O zaman Rab'leri, onların dualarına icabet etti. (Şöyle buyurdu): Sizden erkek veya kadın amel
edenin amelini, Ben kesinlikle zayi etmem. Siz birbirinizdensiniz. Hicret edenlerin, yurtlarından
çıkarılanların, Ben'im yolumda işkenceye uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin seyyiatlarını
mutlaka örteceğim. Ve onları mutlaka, altlarından nehirler akan cennetlere sokacağım, Allah'ın
katından bir mükâfat olarak. Ve Allah, O'nun katında mükâfatların en güzelidir.
3/ÂLİ İMRÂN-196: Lâ yegurranneke tekallubelluzîne keferû fîl bilâd(bilâdi).
Kâfirlerin beldeler arasında (gezip) dolaşmaları, sakın seni aldatmasın.
3/ÂLİ İMRÂN-197: Metâun kalîlun summe me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel
mihâd(mihâdu).
(Bu) Az bir metâdır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü bir döşektir.
3/ÂLİ İMRÂN-198: Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru
hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).
Fakat Rab'lerine karşı takva sahibi olanlar...Onlar için altlarından nehirler akan, içinde ebediyen
kalacakları cennetler, Allah tarafından ziyafet sofraları vardır.Ve Allah'ın katında olan şeyler, ebrar
kullar için daha hayırlıdır.
3/ÂLİ İMRÂN-199: Ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ
unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum
ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
Ve muhakkak ki kitap ehlinden öyle kimseler var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine
indirilene mutlaka îmân ederler. Allah'a karşı huşû duyarlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere
satmazlar. İşte onlar, onların mükâfatları, Rab'lerinin katındadır. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk
görendir.
3/ÂLİ İMRÂN-200: Yâ eyyuhellezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekûllâhe leallekum
tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce, ruhlarını Allah'a ulaştırmayı dileyenler)! Sabredin ve sabır sahibi
olun! Ve râbıta kuranlar olun (râbıta kurun)! Ve Allah'a karşı takva sahibi olun! Umulur ki böylece
siz felâha erersiniz.
ANKEBÛT
Bismillâhirrahmânirrahîm
29/ANKEBÛT-1: Elif lâm mîm. 3
Elif, Lâm, Mîm.
29/ANKEBÛT-2: E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).
İnsanlar, "amenna (îmân ettik)" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?
29/ANKEBÛT-3: Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le
ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de)
tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.
29/ANKEBÛT-4: Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ
yahkumûn(yahkumûne).
Yoksa seyyiat işleyenler (kötülük yapanlar), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm
verdikleri şey ne kötü!
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul
alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın
tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi
işiten, en iyi bilendir.
29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun
anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden
müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
29/ANKEBÛT-7: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le
necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âmenû olanlar (hayattayken Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar,
onların seyyiatlerini (günahlarını) mutlaka örteceğiz ve onları mutlaka yaptıklarının daha ahseni
(güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
29/ANKEBÛT-8: Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi husnâ(husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî
mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Ve Biz insana, anne ve babasına güzel davranmasını vasiyet ettik (emrettik). Ve eğer onlar,
hakkında bilgin olmayan bir şey ile Bana şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse o taktirde, o
ikisine itaat etme. Dönüşünüz, Banadır. O zaman yapmış olduklarınızı size haber vereceğim.
29/ANKEBÛT-9: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn(sâlihîne).
Ve âmenû olanları (salâh makamına ulaşanları) ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapanları, mutlaka
salihlerin arasına dahil edeceğiz.
29/ANKEBÛT-10: Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten
nâsi ke azâbillâh(azâbillâhî), ve le in câe nasrun min rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum,
e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn(âlemîne).
Ve insanlardan, “biz Allah'a îmân ettik” diyenlere Allah yolunda eziyet edildiği zaman, insanlara
Allah'ın azabıymış gibi fitne çıkardılar. Eğer Rabbinden yardım gelirse, muhakkak: “Biz sizinle
gerçekten beraberdik.” derler. Allah, âlemlerin sinesinde olanları en iyi bilen değil mi?
29/ANKEBÛT-11: Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel
munâfikîn(munâfikîne).
Ve muhakkak ki Allah, âmenû olanları ve münafıkları mutlaka bilir.
29/ANKEBÛT-12: Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve
mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne). 4
Ve inkâr edenler, âmenû olanlara: "Bizim yolumuza tâbî olun. Sizin hatalarınızı (günahlarınızı)
yüklenelim." dediler. Onlar, diğerlerinin hatalarından bir şey yüklenecek değiller. Muhakkak ki
onlar, yalancılardır.
29/ANKEBÛT-13: Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne
yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).
Ve (yalancılar) kendi yükleri (günahları) ile beraber, onların yüklerini (günahlarını) da mutlaka
yüklenecekler. Kıyâmet günü onlar, uydurdukları şeylerden mutlaka sorgulanacaklar.
29/ANKEBÛT-14: Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne
âmâ(âmen), fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
Ve andolsun ki Biz, Nuh (A.S)'ı kavmine (Resûl olarak) gönderdik. Böylece onların arasında 1000
seneden 50 yıl eksik olarak (950 yıl) kaldı. Sonra onları (Nuh (A.S)'ın kavmini) tufan aldı. Ve onlar
zalimlerdi.
29/ANKEBÛT-15: Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâ hââyeten lil âlemîn(âlemîne).
Böylece onu ve gemi halkını kurtardık. Ve onu, âlemlere âyet (ibret) kıldık.
29/ANKEBÛT-16: Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûh(vettekûhu), zâlikum
hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve İbrâhîm (A.S), kavmine: "Allah'a kul olun ve O'na karşı takva sahibi olun. Eğer siz biliyorsanız,
bu sizin için daha hayırlıdır." demişti.
29/ANKEBÛT-17: İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ(ifken),
innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka
va’budûhu veşkurû leh(lehu), ileyhi turceûn(turceûne).
Fakat siz, Allah'tan başka putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Muhakkak ki sizin,
Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye malik değillerdir. Öyleyse rızkı, Allah'ın katından
isteyin ve O'na kul olun ve O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz.
29/ANKEBÛT-18: Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ aler resûli illel
belâgul mubîn(mubînu).
Ve eğer tekzip ederseniz (yalanlarsanız), sizden önceki ümmetler de tekzip etmiştiler. Resûllerin
üzerine apaçık tebliğden başka bir (sorumluluk) yoktur.
29/ANKEBÛT-19: E ve lem yerev keyfe yubdiullâhul halka, summe yuîduh (yuîduhu), inne
zâlike alallâhi yesîr(yesîrun).
Allah'ın ilk yaratışını görmüyorlar mı? Sonra onu geri iade edecek. Muhakkak ki bu, Allah için
kolaydır.
29/ANKEBÛT-20: Kul sîrû fîl ardı fânzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel
âhıreh(âhırete), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
"Yeryüzünde dolaşın ve böylece ilk yaratılışın nasıl olduğuna bakın. Sonra Allah, ahiretin
yaratılışını inşa edecek (gerçekleştirecek). Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir." de.
29/ANKEBÛT-21: Yuazzibu men yeşâu ve yerhamu men yeşâ’(yeşâu), ve ileyhi
tuklebûn(tuklebûne).
(Allah), dilediği kişiye azap eder ve dilediği kişiye rahmet eder (Rahîm esmasıyla tecelli eder). Ve
O'na, (halden hale çevrilip) döndürüleceksiniz.
29/ANKEBÛT-22: Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardı ve lâ fîs semâi ve mâ lekum min dûnillâhi
min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve siz, (Allah'ı) yerde ve gökte aciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah'tan başka velîniz (dostunuz)
ve yardımcınız yoktur. 4
29/ANKEBÛT-23: Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike
lehum azâbun elîm(elîmun).
Allah'ın âyetlerini ve O'na (Allah'a) mülâki olmayı (ruhlarını hayatta iken Allah'a ulaştırmayı) inkâr
edenler; işte onlar, rahmetimden ümidi kestiler. Ve işte onlar ki; onlar için elîm azap vardır.
29/ANKEBÛT-24: Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrýkûhu fe encâhullâhu
minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Buna rağmen onun kavminin (İbrâhîm (A.S)'a) cevabı: "Onu öldürün veya yakın!" demekten başka
bir şey olmadı. Bunun üzerine Allah, onu ateşten kurtardı. Bunda muhakkak ki mü'min kavim için
elbette âyetler (ibretler) vardır.
29/ANKEBÛT-25: Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl
hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum
ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
Ve (İbrâhîm A.S): “Muhakkak ki siz, dünya hayatında aranızda sevgi oluşan Allah'tan başka putlar
edindiniz. Sonra kıyâmet günü, bir kısmınız bir kısmınızı inkâr edecek ve bir kısmınız da bir
kısmınızı lânetleyecek. Sizin dönüş yeriniz ateştir. Ve sizin için bir yardımcı yoktur.” dedi.
29/ANKEBÛT-26: Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel
azîzul hakîm(hakîmu).
Bundan sonra Lut (A.S), O'na (İbrâhîm (A.S)'a) îmân etti (tâbî oldu) ve dedi ki: "Muhakkak ki ben,
Rabbime hicret edecek olanım (ruhumu yaşarken Allah'a ulaştıracağım). Muhakkak ki O; Azîz'dir
(çok yücedir), Hakîm'dir (hüküm sahibidir)."
29/ANKEBÛT-27: Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel
kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Biz O'na İshak'ı, Yâkub'u vehbî olarak verdik. O'nun zürriyetine peygamberlik ve kitap verdik.
Dünyada O'nun ücretini verdik. O, ahirette şüphesiz salihlerden olacaktır.
29/ANKEBÛT-28: Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ
min ehadin minel âlemîn(âlemîne).
Ve Lut (A.S), kavmine şöyle demişti: "Muhakkak ki siz, mutlaka sizden önce geçmiş olan
âlemlerden hiçbirinin yapmadığı kötülüğe (fahişeliğe) geliyorsunuz."
29/ANKEBÛT-29: E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî
nâdîkumulmunker(munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte
mines sâdikîn(sâdikîne).
Gerçekten siz erkeklere gelecek, yol kesecek ve toplantılarınızda hayasızlık mı yapacaksınız?
Bunun üzerine onun kavminin cevabı: "Eğer sadıklardansan, bize Allah'ın azabını getir." demekten
başka bir şey olmadı.
29/ANKEBÛT-30: Kâle rabbinsurnî alel kavmil mufsidîn(mufsidîne).
(İbrâhîm A.S): "Rabbim, müfsidler kavmine karşı bana yardım et." dedi.
29/ANKEBÛT-31: Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil
karyeh(karyeti), inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).
Ve Bizim resûllerimiz İbrâhîm'e müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: "Muhakkak ki biz, bu
ülkenin halkını helâk edeceğiz. Çünkü bu belde halkı zalim oldular."
29/ANKEBÛT-32: Kâle inne fîhâ lûtâ(lûten), kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu
ve ehlehû illemreetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
(İbrâhîm A.S): "Orada Lut (A.S) var." dedi. (Resûller): "Orada kim var, biz daha iyi biliriz. O'nu ve
O'nun hanımı hariç, ailesini mutlaka kurtaracağız. (O'nun hanımı) geride kalanlardan olacak."
dediler. 4
29/ANKEBÛT-33: Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ
tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illemreeteke kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
Ve resûllerimiz Lut (A.S)'a geldiği zaman üzüldü, telâşlandı ve onlarla içi daraldı. (Resûller):
"Korkma ve mahzun olma (üzülme). Muhakkak ki biz, seni ve hanımın hariç, aileni mutlaka
kurtaracağız. (Senin hanımın) geride kalanlardan olacak." dediler.
29/ANKEBÛT-34: İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti riczen mines semâi bimâ kânû
yefsukûn(yefsukûne).
Muhakkak ki biz, fısk yapmış oldukları şey (ahlâksızlık) sebebiyle bu beldenin halkı üzerine
semadan ricz (azap) indirecek olanlarız.
29/ANKEBÛT-35: Ve lekad tereknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve andolsun ki Biz, akıl edecek kavim için, ondan (indirdiğimiz riczten) açıkça âyet (delil)
bıraktık..
29/ANKEBÛT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel
âhıre ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb'ı (gönderdik). O zaman onlara: "Ey kavmim! Allah'a
kul olun ve ahiret gününü (Allah'a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak
azgınlık etmeyin (Allah'a ulaşmaya mani olmayın)." dedi.
29/ANKEBÛT-37: Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim
câsimîn(câsimîne).
Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı. Böylece kendi diyarlarında
diz üstü çökmüş olarak sabahladılar (helâk oldular).
29/ANKEBÛT-38: Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene
lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn(mustebsırîne).
Ve Ad ve Semud kavmi, size beyan edildi (gösterildi). Onların meskenlerinden (bahsedilerek) ve
şeytan onlara amellerini süsledi. Böylece onları (Allah'ın) yolundan alıkoydu. Ve onlar
görebilenlerdi (görerek inkâr edenlerdi).
29/ANKEBÛT-39: Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti
festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn(sâbikîne).
Ve andolsun ki Karun, firavun ve Haman'a, Musa (A.S) beyyinelerle (açık delillerle) geldi. Fakat
onlar, yeryüzünde kibirlendiler. Ve onlar, (azabımızdan) kurtulanlar olmadılar.
29/ANKEBÛT-40: Fe kullen ehaznâ bi zenbih(zenbihi), fe minhum men erselnâ aleyhi
hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethussayhah(sayhatu), ve minhum men hasefnâbihil
ard(arda), ve minhum men agraknâ, ve mâ kânâllâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum
yazlimûn(yazlimûne).
Bunun üzerine hepsini günahlarıyla yakaladık. Böylece onların bir kısmının üzerine kasırga
gönderdik. Ve bir kısmını sayha (şiddetli ses dalgası) yakaladı, bir kısmını yerin dibine geçirdik ve
bir kısmını da (suda) boğduk. Allah, onlara zulmedici olmadı. Ve lâkin onlar, nefslerine
zulmediyorlardı.
29/ANKEBÛT-41: Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti),
ittehazet beytâ(beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû
ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, (kendisine) ev edinen örümceğin hali gibidir. Ve
muhakkak ki evlerin en dayanıksızı örümceğin yuvasıdır. Keşke onlar bilselerdi.
29/ANKEBÛT-42: İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’(şey’in), ve huvel azîzul
hakîm(hakîmu). 4
Muhakkak ki Allah, onların, O'ndan (Kendinden) başka taptıkları şeyleri bilir. Ve O; Azîz'dir (çok
yüce) Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi).
29/ANKEBÛT-43: Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs(nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel
âlimûn(âlimûne).
Ve işte bu örnekleri insanlar için veriyoruz. Ve onu, âlimlerden başkası akıl (idrak) edemez.
29/ANKEBÛT-44: Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), inne fî zâlike le âyeten lil
mu’minîn(mu’minîne).
Allah, semaları ve arzı hak ile halketti. Muhakkak ki bunda, mü'minler için mutlaka deliller vardır.
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ
anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ
tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz),
fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah,
yaptığınız şeyleri bilir.
29/ANKEBÛT-46: Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsenu illellezîne zalemû minhum
ve kûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıdun ve nahnu
lehu muslimûn(muslimûne).
Ve kitap ehli ile onlardan zulmedenler hariç, en güzel olandan başka bir şekilde mücâdele etmeyin.
Ve "Biz, bize indirilene ve size indirilene îmân ettik. Bizim İlâhımız ve sizin İlâhınız birdir
(aynıdır). Ve biz, O'na teslim olanlarız." deyin.
29/ANKEBÛT-47: Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâb(kitâbe), fellezîne âteynâ humul kitâbe
yu’minûne bih(bihî), ve min hâulâi men yu’minu bih(bihî), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illel
kâfirûn(kâfirûne).
Ve iþte böylece sana Kitab'ı indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz O'na inanırlar. Ve bunlardan
O'na (Kur'ân-ı Kerim'e) inananlar, kâfirler hariç, âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.
29/ANKEBÛT-48: Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen
lertâbel mubtılûn(mubtılûne).
Ve sen, bundan önce kitap okumadın. Ve sen, O'nu elinle de yazmıyorsun. Öyle olsaydı, batılda
olanlar (boş konuşanlar) elbette şüphe ederlerdi.
29/ANKEBÛT-49: Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi
âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).
Hayır O (Kur'ân-ı Kerim), ilim verilenlerin sinelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç,
onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.
29/ANKEBÛT-50: Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbih(rabbihî), kul innemel âyâtu
indallâh(indallâhi), ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
Ve: "Ona Rabbinden âyetler (mucizeler) indirilseydi olmaz mıydı?" dediler. De ki: "Muhakkak ki
âyetler (mucizeler), ancak Allah'ın katındadır. Ve ben, sadece apaçık bir nezirim (uyarıcıyım)."
29/ANKEBÛT-51: E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le
rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Onlara okunmakta olan Kitab'ı, sana nasıl indirdiğimiz kendilerine kâfi gelmedi mi? Muhakkak ki
mü'min olan bir kavim için bunda elbette rahmet ve zikir vardır.
29/ANKEBÛT-52: Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ(şehîden), ya’lemu mâ fîs semâvâti
vel ard(ardı), vellezîne âmenû bil bâtılı ve keferû billâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
De ki: "Sizinle benim aramda şahit olarak Allah, kâfidir. Göklerde ve yerde ne varsa bilir." Batıla
inananlar ve Allah'ı inkâr edenler, işte onlar hüsranda olanlardır. 4
29/ANKEBÛT-53: Ve yesta’cilûneke bil azâb(azâbi), ve lev lâ ecelun musemmen le câehumul
azâb(azâbu), ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve azabı senden acele istiyorlar. Eğer zamanı belirlenmiş olmasaydı, azap onlara mutlaka (hemen)
gelirdi. Ve (azap), onlara mutlaka ansızın ve onlar farkında değilken gelecek.
29/ANKEBÛT-54: Yesta’cilûneke bil azâb(azâbi), ve inne cehenneme le muhîtatun bil
kâfirîn(kâfirîne).
Azabı senden acele istiyorlar. Muhakkak ki cehennem, kâfirleri mutlaka ihata edicidir (kuşatıcıdır).
29/ANKEBÛT-55: Yevme yagşâhumul azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu
zûkû mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
O gün azap, üstlerinden ve ayaklarının altından onları kaplayacak. Ve (Allah), "Yapmış olduğunuz
şeyleri (cezasını) tadın!" diyecek.
29/ANKEBÛT-56: Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûn(a’budûni).
Ey âmenû olan (Bana ulaşmayı dileyen) kullarım, muhakkak ki Benim arzım geniştir. Öyleyse
yalnız Bana kul olun!
29/ANKEBÛT-57: Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).
Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.
29/ANKEBÛT-58: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan
tecrîmin tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve onlar ki âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlediler.
Onları mutlaka, altından nehirler akan cennette köşklere yerleştireceğiz. Orada ebediyyen
kalıcıdırlar. Salih (nefsi ıslâh edici) amel işleyenlerin ecri (mükâfatı) ne güzel!
29/ANKEBÛT-59: Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Onlar, sabrın sahipleri ve Rab'lerine tevekkül edenlerdir.
29/ANKEBÛT-60: Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve
huves semîul alîm(alîmu).
Ve hayvanlardan niceleri vardır ki kendi rızkını taşımaz. Allah, onları rızıklandırır ve sizi de. Ve O;
en iyi işitendir, en iyi bilendir.
29/ANKEBÛT-61: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehhareş şemse vel
kamere le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), fe ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
Ve muhakkak ki eğer sen onlara, "Gökleri ve yerleri kim yarattı, Güneş ve Ay'ı kim (size)
musahhar (emre amade) kıldı?" diye sorarsan mutlaka, "Allah" derler. O halde nasıl (haktan batıla)
döndürülüyorlar?
29/ANKEBÛT-62: Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru leh(lehu),
innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletir. Ve onun için taktir eder (daraltır). Muhakkak ki
Allah, herşeyi en iyi bilendir.
29/ANKEBÛT-63: Ve le in seeltehum men nezzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda min
ba’di mevtihâ le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), kulil hamdu lillâh(lillâhi), bel ekseruhum lâ
ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve eğer onlara: "Semadan suyu indiren ve böylece onunla arza ölümünden sonra hayat veren
kimdir?" diye sorarsan mutlaka, "Allah" derler. De ki: "Hamd, Allah'a aittir." Hayır, onların çoğu
akıl etmezler.
29/ANKEBÛT-64: Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laib(laibun), ve inned dârel
âhırete le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne). 4
Ve bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muhakkak ki ahiret yurdu, elbette o
gerçek hayattır. Keşke bilselerdi.
29/ANKEBÛT-65: Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ
neccâhum ilel berri izâ hum yuşrikûn(yuşrikûne).
Gemiye bindikleri zaman, dîni O'na halis kılarak Allah'a dua ederler. Fakat, onları karaya çıkarıp
kurtardığımız zaman, onlar hemen şirk koşarlar.
29/ANKEBÛT-66: Li yekfurû bimâ âteynâhum ve li yetemettaû, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlara verdiğimiz şeyleri inkâr etsinler (nankörlük etsinler) ve metalansınlar (faydalansınlar) diye.
Ama yakında bilecekler.
29/ANKEBÛT-67: E ve lem yerev ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min
havlihim, e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn(yekfurûne).
Onun etrafındaki insanlar (zorla) kapılıp götürülürken (esir alınıp) malları alınırken, onu (Mekke'yi)
haram (hürmet edilen, kargaşadan yasaklanan) ve emin bir yer kıldığımızı görmediler mi? Hâlâ
batıla mı inanıyorlar ve Allah'ın ni'metini inkâr mı ediyor?
29/ANKEBÛT-68: Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ
câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve Allah'a yalanla iftira edenden veya kendisine hak geldiği zaman onu tekzip edenden
(yalanlayandan) daha zalim kim vardır? Kâfirler için barınacak yer cehennemde değil mi?
29/ANKEBÛT-69: Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal
muhsinîn(muhsinîne).
Ve Bizim uğrumuzda (nefsleri ile ve Allah'ın düşmanları ile) cihad edenleri, mutlaka Bizim
yollarımıza (Sıratı Mustakîmler'e) hidayet ederiz (ulaştırırız). Ve muhakkak ki Allah, mutlaka
muhsinlerle beraberdir.
A'RÂF
Bismillâhirrahmânirrahîm
7/A'RÂF-1: Elif, lâm, mim, sâd
Elif, Lâm, Mim, Sâd.
7/A'RÂF-2: Kitâbun unzile ileyke fe lâ yekun fî sadrike haracun minhu litunzire bihî ve zikrâ lil
mu’minîn(mu’minîne).
Sana indirilen Kitap, mü'minler için bir zikirdir (öğüttür) ve O'nunla onları uyarman içindir. Artık
ondan dolayı, göğsünde artık bir darlık (sıkıntı) olmasın.
7/A'RÂF-3: Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihî evliyâ(evliyâe),
kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Rabbinizden size indirilene tâbî olun. Ve ondan başka dostlar edinmeyin. Ne kadar az tezekkür
ediyorsunuz.
7/A'RÂF-4: Ve kem min karyetin ehleknâhâ fe câehâ be’sunâ beyâten ev hum kâilûn(kâilûne).
Ülkelerden nicesini (kaç tanesini) helâk ettik. Artık azabımız onlara geceleyin veya onlar öğle
uykusu uyurken geldi.
7/A'RÂF-5: Fe mâ kâne da’vâhum iz câehum be’sunâ illâ en kâlû innâ kunnâ
zâlimîn(zâlimîne).
Azabımız onlara geldiği zaman, onların duaları (yalvarmaları): “Muhakkak ki; biz zalimler olduk.”
demekten başka bir şey olmadı.
7/A'RÂF-6: Fe le nes’elennellezîne ursile ileyhim ve le nes’elennel murselîn(murselîne). 4
O zaman kendilerine resûller gönderilen kimselere ve gönderilen resûllere muhakkak soracağız.
7/A'RÂF-7: Fe le nekussanne aleyhim bi ilmin ve mâ kunnâ gâibîn(gâibîne).
Öyleyse onlara, mutlaka bir ilim ile anlatacağız. Biz gaibler (onların yaptıklarından habersiz)
değildik.
7/A'RÂF-8: Vel veznu yevme izinil hakk(hakku), fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul
muflihûn(muflihûne).
İzin günü (hesaplaşma günü) tartı (ölçü) haktır (gerçektir). Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte
onlar, onlar felâha erenlerdir.
7/A'RÂF-9: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû biâyâtinâ
yazlimûn(yazlimûne).
Ve kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefslerini
hüsrana düşürmüş olanlardır.
7/A'RÂF-10: Ve lekad mekkennâkum fîl ardı ve cealnâ lekum fîhâ maâyiş’(maâyişe), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Andolsun ki, sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim kaynakları kıldık. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.
7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li
âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a
secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun
minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men
eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.”
dedi.
7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines
sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık.
Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı
(mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an
şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların
çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
7/A'RÂF-18: Kâlehruc minhâ mez'ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake minhum
leemleenne cehenneme minkum ecmaîn(ecmaîne).
(Allahû Tealâ): “Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette onlardan
kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen) dolduracağım.” 4
7/A'RÂF-19: Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrebâ
hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve ey Âdem! Sen ve zevcen cennette yerleşin (oturun) sonra da, dilediğiniz yerden yeyin. Ve bu
ağaca yaklaşmayın. O zaman (yaklaşırsanız ikiniz) zalimlerden olursunuz.
7/A'RÂF-20: Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev'âtihimâ
ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel
hâlidîn(hâlidîne).
Şeytan, onların (o ikisinin) görünmesi ayıp olan ve kendilerinden örtülmüş (gizlenmiş) yerlerinin
açığa çıkarılması için onlara vesvese verdi ve sonra da şöyle dedi: “Rabbiniz (ikinizin Rabbi)
sadece iki melek olursunuz veya (orada) ebedî kalanlardan olursunuz, diye bu ağaçtan sizin ikinizi
menetti (nehyetti).”
7/A'RÂF-21: Ve kâsemehumâ innî lekumâ le minen nâsıhîn(nâsıhîne).
Ve ikisine yemin etti: “Muhakkak ki ben, sizin ikinize nasihat edenlerdenim.”
7/A'RÂF-22: Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ
sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ
rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun
mubîn(mubînun).
Böylece o ikisini aldatarak öncülük (önderlik) etti. Ağaçtan tadınca (meyvesini yeyince) ayıp
yerleri kendilerine göründü (açığa çıktı). Ve Rab'leri (ikisinin Rabbi), ikisine şöyle seslendi: “Sizin
ikinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi (yasaklamadım mı)? Ve sizin ikinize, muhakkak ki şeytan
apaçık düşmandır.” demedim mi?
7/A'RÂF-23: Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne
minel hâsirîn(hâsirîne).
İkisi şöyle dedi: “Rabbimiz, biz nefslerimize zulmettik, şâyet Sen bize mağfiret ve rahmet
etmezsen, biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.”
7/A'RÂF-24: Kâlehbitû ba'dukum li ba'dın aduvv(aduvvun), ve lekum fîl'ardı mustekarrun ve
metâun ilâ hîn(hînin).
(Allahû Tealâ): “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar kalma
(yerleşme) ve geçinme vardır (size takdir edildi).” buyurdu.
7/A'RÂF-25: Kâle fîhâ tahyevne ve fîhâ temûtûne ve minhâ tuhrecûn(tuhrecûne).
Allahû Tealâ: “Orada yaşarsınız ve orada ölürsünüz ve oradan çıkarılırsınız.” buyurdu.
7/A'RÂF-26: Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ(rîşâen) ve
libâsut takvâ zâlike hayr(hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve
takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah'ın âyetlerindendir. Böylece onlar
tezekkür ederler.
7/A'RÂF-27: Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumuş şeytânu kemâ ahrece ebeveykum minel cenneti
yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min
haysu lâ terevnehum innâ cealneş şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ey Âdemoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi
için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki;
o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz
şeytanları mü'min olmayanlara dost kıldık.
7/A'RÂF-28: Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ kul
innallâhe lâ ye’muru bil fahşâ(fahşâi), e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne). 4
Kötü (çirkin) bir şey yaptıkları zaman: “Babalarımızı onun üzerinde bulduk (onlardan böyle
gördük) ve Allah onu bize emretti.” dediler. (Onlara şöyle) de: “Muhakkak ki; Allah, fahşayı
(kötülüğü, çirkinliği) emretmez. Allah'a bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”
7/A'RÂF-29: Kul emere rabbî bil kıst(kısti) ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin ved’ûhu
muhlisîne lehud dîn(dîne), kemâ bedeekum teûdûn(teûdûne).
De ki: “Rabbim, adaletle davranmanızı ve bütün mescidlerde kendinizi (vechlerinizi) namaza
ikame etmenizi emretti. Ve dînde ihlâsla O'na (Allah'a) dua edin. Sizi yarattığı gibi (O'na)
dönersiniz.”
7/A'RÂF-30: Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu, innehumuttehazûş şeyâtîne
evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. Muhakkak ki onlar, Allah'tan
başka şeytanları dostlar edindiler. Ve onlar kendilerinin hidayete erdiklerini zannediyorlar.
7/A'RÂF-31: Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû,
innehu lâ yuhıbbul musrifîn(musrifîne).
Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz.
Muhakkak ki O, müsrifleri sevmez.
7/A'RÂF-32: Kul men harreme zînetallâhilletî ahrece li ibâdihî vet tayyibâti miner rızk(rızkı),
kul hiye lillezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ hâlisaten yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), kezâlike
nufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
De ki: “Kulları için çıkardığı Allah'ın ziynetini ve rızıktan temiz (helâl) olanını kim haram etti. O,
dünya hayatında âmenû olanlar içindir. Ve kıyâmet gününde de özellikle âmenû olanlara aittir.”
Böylece bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz.
7/A'RÂF-33: Kul innemâ harreme rabbiyel fevâhişe mâ zahere minhâ ve mâ batane vel isme vel
bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ
lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
De ki: “Rabbim size, sadece fuhuşu (kötülüğü); açık ve gizlisini ve günahı ve haksız yere
zulmetmeyi ve ona bir delil (sultan) indirilmemişken, Allah'a şirkkoşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri
Allah'a söylemenizi (maletmenizi) haram kıldı.”
7/A'RÂF-34: Ve li kulli ummetin ecel(ecelun), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ
yestakdimûn(yestakdimûne).
Bütün ümmetler için bir ecel (süre, zaman dilimi, müddet) vardır. Onların ecelleri geldiği zaman ne
bir saat ileri, ne bir saat geri alınmaz
7/A'RÂF-35: Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe
menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman,
bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara
korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.
7/A'RÂF-36: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ ulâike ashabun nâr(nâri), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler ve onlara karşı kibirlenenler, işte onlar ateş ehlidirler ve onlar,
orada devamlı kalanlardır (kalacaklardır).
7/A'RÂF-37: Fe men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihi) ulâike
yenâluhum nasîbuhum minel kitâb(kitâbi), hattâ izâ câethum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû
eyne mâ kuntum ted'ûne min dûnillâh(dûnillâhi) kâlû dallû annâ ve şehidû alâ enfusihim
ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne). 4
Allah'a karşı yalanla iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır?
Kitab'tan (Kur'ân-ı Kerim'den) kendilerine nasipleri erişecek olanlar, işte onlardır. Onlara
resûllerimiz (elçi melekler, ölüm melekleri) geldiği zaman, onları vefat ettirirler(ken) (onlara) şöyle
dediler: “Allah'tan başka dua etmiş olduğunuz şeyler nerede?” (Onlar da): “Bizden saptılar
(gittiler).” dediler. Ve kendilerinin (nefslerinin) üzerine kâfir olduklarına, kendileri şahitlik ettiler.
7/A'RÂF-38: Kâledhulû fî umemin kad halet min kablikum minel cinni vel insi fîn nâr(nâri),
kullemâ dehalet ummetun leanet uhtehâ, hattâ izeddârekû fîhâ cemîân kâlet uhrâhum li ûlâhum
rabbenâ hâulâi edallûnâ fe âtihim azâben di'fen minen nâr(nâri) kâle li kullin di'fun ve lâkin lâ
ta'lemûn(ta'lemûne).
(Allahû Tealâ) buyurdu: “Sizden önce geçmiş olan, ateşte bulunan insan ve cin topluluğuna girin.
Her ümmet, her girişte (dahil olduğu zaman) hepsi orada ard arda toplanınca, (sapmalarına sebep
olan) kardeşlerine lânet ettiler. Sonrakiler, öncekiler için: “Rabbimiz, bizi dalâlette bırakanlar işte
bunlar, artık onlara ateşten iki kat azap ver.” dediler.(Allahu Tealâ) şöyle buyurdu: “Herkes için iki
kat (azap vardır). Fakat siz bilmezsiniz.”
7/A'RÂF-39: Ve kâlet ûlâhum li uhrâhum fe mâ kâne lekum aleynâ min fadlin fe zûkûl azâbe
bimâ kuntum teksibûn(teksibûne).
Ve onların evvelkileri, sonrakilere: “Sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Öyleyse kazanmış
olduğunuz şeyler sebebiyle azabı tadın.” dediler.
7/A'RÂF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi
ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl
mucrimîn(mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz
(ruhlarını hayatta iken Allah'a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe
cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
7/A'RÂF-41: Lehum min cehenneme mihâdun ve min fevkıhim gavaş(gavaşın) ve kezâlike
neczîz zâlimîn(zâlimîne).
Onlar için cehennemde (ateşten) bir döşek ve üzerlerinde(ateşten) örtüler vardır. Ve zalimleri işte
böyle cezalandırırız.
7/A'RÂF-42: Vellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ vus'ahâ ulâike ashâbul
cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Âmenû olanlar (hayatta iken Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel işleyenler (nefs tezkiyesi
yapanlar), kimseyi gücünden başka bir şeyle sorumlu tutmayız. İşte onlar cennet ehlidirler, onlar
orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).
7/A'RÂF-43: Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul enhâr(enhâru), ve
kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li nehtediye levlâ en
hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul
cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Onların göğüslerinde, (nefsin kalbindeki) afetlerinden ne varsa çekip aldık. Onların altlarından
nehirler akar. “Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun. Allah'ın, bizi hidayete erdirmesi
olmasaydı, biz hidayete ermezdik. Andolsun ki Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir.” dediler.
“Yapmış olduklarınızdan dolayı varis kılındığınız cennet işte budur.” diye nida olunurlar.
7/A'RÂF-44: Ve nâdâ ashâbul cenneti ashâben nâri en kad vecednâ mâ vâadenâ rabbunâ
hakka(hakkan) fe hel vecedtum mâ vaade rabbukum hakka(hakkan) kâlû neam fe ezzene
muezzinun beynehum en lâ'netullâhi alez zâlimîn(zâlimîne).
Ve cennet ehli, ateş (cehennem) ehline seslendi. “Biz, Rabbimizin bize vaadettiğini hak olarak
bulduk. Siz de, Rabbimizin size vaadettiğini hak olarak buldunuz mu?” “Evet” dediler. O zaman 5
onların arasından bir müezzin (münadi, seslenme görevi olan kişi) seslendi: “Allah'ın lâneti
zalimlerin üzerine olsun.”
7/A'RÂF-45: Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen) ve hum bil âhireti
kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Ve onun (o yolun) eğri olmasını isterler. Ve onlar ahireti
(ruhun ölümden evvel Allah'a ulaşmasını) inkâr edenlerdir.
7/A'RÂF-46: Ve beynehumâ hicâb(hicâbun) ve alel a'râfi ricâlun ya'rifûne kullen bi sîmâhum
ve nâdev ashâbel cenneti en selâmun aleykum lem yedhulûhâ ve hum yatmeûn(yatmeûne).
Ve onların aralarında bir perde ve A'rafın (tepelerin) üstünde onların hepsini simalarından
(yüzlerinden) tanıyan adamlar vardır. Henüz oraya (cennete) dahil olmamış ama ümit eden cennet
ehline: “Selâmlanmak (selâm) sizin üzerinize olsun!” diye nida ettiler.
7/A'RÂF-47: Ve izâ surifet ebsâruhum tilkâe ashâbin nâri kâlû rabbenâ lâ tec'alnâ mealkavmiz
zâlimîn(zâlimîne).
Onların bakışları ateş (cehennem) ehlinin tarafına çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalim kavim ile
beraber kılma.” dediler.
7/A'RÂF-48: Ve nâdâ ashâbul'a'râfi ricâlen ya'rifunehum bi sîmâhum kâlû mâ agnâ ankum
cem'ukum ve mâ kuntum testekbirûn(testekbirûne).
Ve onları yüzlerinden tanıyan A'raf ehli adamlar, onlara seslendiler, şöyle dediler: “Sizin
topladıklarınız ve kibirlenmiş olduğunuz şeyler, size fayda vermedi.”
7/A'RÂF-49: E hâulâillezîne aksemtum lâ yenâluhumullâhu bi rahmeh(rahmetin) udhulûl
cennete lâ havfun aleykum ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne).
(Cehennemliklere şöyle denir): “Allah'ın onlara rahmetle ulaşmayacağına yemin ettiğiniz kimseler
bunlar mı?” (Cennetliklere de şöyle denir): “Cennete girin! Size korku yoktur ve mahzun da
olmayacaksınız.”
7/A'RÂF-50: Ve nâdâ ashâbun nâri ashâbel cenneti en efîdû aleynâ minel mâi ev mimmâ
rezekakumullâh(rezekakumullâhu), kâlû innallâhe harremehumâ alel kâfirîn(kâfirîne).
Ve ateş (cehennem) ehli cennet ehline nida etti (seslendi): “Sudan veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı
şeylerden bize aktarın.” (Cennetlikler) şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah ikisini de kâfirlere haram
etti.”
7/A'RÂF-51: Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul hayâtud dunyâ, felyevme
nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
Onlar, onların dînini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının onları aldattığı kimselerdir.
Böylece onlar bugünlerine ulaşacaklarını nasıl unuttularsa ve nasıl âyetlerimizi bile bile inkâr
ettilerse, bugün de Biz onları unuturuz.
7/A'RÂF-52: Ve lekad ci'nâhum bi kitâbin fassalnâhu alâ ilmin huden ve rahmeten li kavmin
yu'minûn(yu'minûne).
Ve andolsun; onlara bir kitap getirdik ve âmenû olan bir kavim için onu rahmet ve hidayet(e
erdiren) olarak bir ilim üzerine ayrı ayrı açıkladık.
7/A'RÂF-53: Hel yanzurûne illâ te'vîleh(te'vîlehu), yevme ye'tî te'vîluhu yekûlullezîne nesûhu
min kablu kad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), fe hel lenâ min şufeâe fe yeşfeû lenâ ev
nureddu fe na'mele gayrellezî kunnâ na'mel(na'melu), kad hasirû enfusehum ve dalle anhum
mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Onlar sadece onun tevîline (yorumuna) mı bakıyorlar. Onun tevîlinin geldiği gün, daha önce onu
unutmuş olanlar: “Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir. Artık bize şefaat edecek şefaatçiler var mı
ki; bize şefaat etsinler. Veya (dünyaya) döndürülmüş olsaydık, yapmış olduklarımızdan başkasını
yapardık.” derler. Nefslerini hüsrana uğrattılar. Ve uydurdukları şeyler kendilerinden ayrıldılar. 5
7/A'RÂF-54: İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ
alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme
musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârekallâhu
rabbulâlemîn(âlemîne).
Semaları ve arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti.
Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O'nun
emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir O'nun değil mi? Âlemlerin Rabbi
mübarektir, şanı yücedir.
7/A'RÂF-55: Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh(hufyeten), innehu lâ yuhıbbul
mu'tedîn(mu'tedîne).
Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez.
7/A'RÂF-56: Ve lâ tufsidû fîl ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve tamaâ(tamaân) inne
rahmetallâhi karîbun minel muhsinîn(muhsinîne).
Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki
Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır.
7/A'RÂF-57: Ve huvellezî yursilur riyâha buşren beyne yedey rahmetih(rahmetihi), hattâ izâ
ekallet sehâben sikâle suknâhu li beledin meyyitin fe enzelnâ bihil mâe fe ahrecnâ bihîmin
kullissemerât(semerâti), kezâlikenuhricul mevtâ leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Rahmetin önünde müjdeleyici olarak rüzgârları gönderen O'dur. Ağır bulutları yüklendiği zaman
onu ölü bir beldeye sevkettik. Ve de ondan su indirdik. Bu şekilde onunla bütün ürünlerden
çıkardık. İşte bunun gibi ölüleri çıkarırız. Böylece tezekkür edersiniz.
7/A'RÂF-58: Vel beledut tayyibu yahrucu nebâtuhu bi izni rabbih(rabbihi), vellezî habuse lâ
yahrucu illâ nekidâ(nekiden), kezâlike nusarriful âyâti li kavmin yeşkurûn(yeşkurûne).
Ve güzel belde (toprağı verimli ülke), Rabbinin izniyle nebatı çıkarır. Ve kötü (verimsiz, çorak)
olan ise, faydasız, kıt bitkilerden başka bir şey çıkarmaz. İşte böylece şükreden bir kavme
âyetlerimizi açıklıyoruz.
7/A'RÂF-59: Lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî fe kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin
gayruh(gayruhu), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm(azîmin).
Andolsun, Nuh'u kavmine gönderdik. O zaman şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin
için O'ndan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki; ben, o büyük günün azabının üzerinize olmasından
korkuyorum.”
7/A'RÂF-60: Kâlel meleu min kavmihî innâ le nerâke fî dalâlin mubîn(mubînin).
Kavminin ileri gelenleri: “Muhakkak ki; biz seni apaçık bir dalâlet içinde görüyoruz.” dediler.
7/A'RÂF-61: Kâle yâ kavmi leyse bî dalâletun ve lâkinnî resûlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Ey kavmim, ben dalâlette değilim! Ve fakat ben, âlemlerin Rabbinden bir resûlüm.
7/A'RÂF-62: Ubelligukum risâlâti rabbî ve ensahu lekum ve a’lemu minallahi mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Size Rabbimin risalelerini (gönderdiklerini) tebliğ ediyorum (ulaştırıyorum). Ve size nasihat
ediyorum (öğüt veriyorum). Ve sizin bilmediğiniz şeyleri ben Allah'tan öğreniyorum (biliyorum).
7/A'RÂF-63: E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin minkum li yunzirekum
ve li tettekû ve leallekum turhamûn(turhamûne).
Sizi uyarması ve takva sahibi olmanız için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikrin gelmesine
mi şaşırdınız? Ve böylece rahmet olunursunuz.
7/A'RÂF-64: Fe kezzebûhu fe enceynâhu vellezîne meahu fil fulki ve agraknellezîne kezzebû bi
âyâtinâ, innehum kânû kavmen amîn(amîne). 5
Fakat onu yalanladılar, bu yüzden onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve âyetlerimizi
yalanlayanları boğduk. Muhakkak ki; onlar âmâ (kör) bir kavim oldu(lar).
7/A'RÂF-65: Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin
gayruh(gayruhu), e fe lâ tettekûn(tettekûne).
Ve Ad (kavmine)'a onların kardeşi Hud (A.S) şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin için
O'ndan başka ilâh yoktur. Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız?”
7/A'RÂF-66: Kâlelmeleullezîne keferû min kavmihî innâ le nerâke fî sefâhetin ve innâ le
nezunnuke minel kâzibîn(kâzibîne).
Onun kavminden, ileri gelenlerden inkâr edenler şöyle dedi: “Muhakkak ki biz, seni bir sefihliğin
(aptallığın) içinde görüyoruz. Ve gerçekten biz, seni kesinlikle yalancılardan zannediyoruz.”
7/A'RÂF-67: Kâle yâ kavmi leyse bî sefâhetun ve lâkinnî resûlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
(Hz. Hud) şöyle dedi: “Ey kavmim, ben sefih (akılsız) değilim! Ve fakat ben âlemlerin Rabbinden
bir resûlüm.”
7/A'RÂF-68: Ubelligukum risâlâti rabbî ve ene lekum nâsıhun emîn(emînun).
Rabbimin risalelerini (gönderdiklerini) size tebliğ ediyorum (ulaştırıyorum). Ve ben, emin (inanılır,
güvenilir) bir nasihat ediciyim.
7/A'RÂF-69: E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin minkum li yunzirekum,
vezkurû iz cealekum hulefâe min ba'di kavmi nûhın ve zâdekum fil halkı bastaten, fezkurû
âlâallahi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ve sizi uyarması için sizden (içinizden) bir adama Rabbinizden bir zikir gelmesine mi şaşırdınız?
Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını (onların yerine sizi getirdiğini) ve yaratılışta sizin
gücünüzü arttırdığını (bedeninizi büyük ve kuvvetli yarattığını) hatırlayın. Artık Allah'ın
üzerinizdekilerini (ni'metlerini) zikredin ki; böylece kurtuluşa erersiniz.
7/A'RÂF-70: Kâlû e ci’tenâ li na’budallâhe vahdehu ve nezere mâ kâne ya’budu âbâunâ, fe’tinâ
bi mâ teidunâ in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Dediler ki: “Tek bir Allah'a kul olmamız için ve babalarımızın ibadet ettiği şeyleri terketmemiz için
mi bize geldin? Eğer sen sadıklardan isen bize vaadettiğin şeyi (azabı) artık bize getir.”
7/A'RÂF-71: Kâle kad vakaa aleykum min rabbikum ricsun ve gadabun, e tucâdilûnenî fî
esmâin semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ nezzelallâhu bihâ min sultânin, fentezırû innî
meakum minel muntezırîn(muntezırîne).
(Hud A.S) şöyle dedi: “Üzerinize Rabbinizden azap ve öfke vaki olmuştur (gelmiştir). Sizin ve
babalarınızın onu isimlendirdiğiniz isimler hakkında mı benimle mücâdele ediyorsunuz? Allah ona
bir delil indirmedi. Artık bekleyin! Muhakkak ki; ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
7/A'RÂF-72: Fe enceynâhu vellezîne meahu bi rahmetin minnâ ve kata'nâ dâbirellezîne kezzebû
bi âyâtinâ ve mâ kânû mu'minîn(mu'minîne).
Bundan sonra (o vak'adan sonra) onu ve onunla beraber olanları katımızdan bir rahmet ile
kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayan ve mü'min olmayan kimselerin kökünü kestik (neslini
bitirdik).
7/A'RÂF-73: Ve ilâ semûde ehâhum sâlihan kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin
gayruhu, kad câetkum beyyinetun min rabbikum hâzihî nâkatullâhi lekum âyeten fe zerûha
te’kul fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbun elîm(elîmun).
Semud (kavmine)'a, onların kardeşi Salih şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kul olun. Sizin için
O'ndan başka ilâh yoktur. Rabbinizden size bir mucize (delil, ispat vasıtası) gelmiştir. Bu Allah'ın
dişi devesidir. Sizin için bir âyettir (mucizedir). Artık onu, Allah'ın arzında (serbest) bırakın yesin,
ona kötülükle (kötü niyetle) dokunmayın, yoksa sizi elim bir azap alır (yakalar).” 5
7/A'RÂF-74: Vezkurû iz cealekum hulefâe min ba'di âdin ve bevveekum fîl ardı tettehızûne min
suhûlihâ kusûren ve tenhitûnel cibâle buyûten fezkurû âlâallâhi ve lâ ta'sev fîl ardı
mufsidîn(mufsidîne).
Ve Ad (kavmin)den sonra, sizi halifeler kıldığını (onların yerine sizleri getirdiğini) hatırlayın. Ve
sizi yeryüzünde yerleştirdi. Onun ovalarında saraylar ediniyorsunuz ve dağlarda evler oyuyorsunuz.
Artık Allah'ın ni'metlerini hatırlayın, yeryüzünde müfsidler (fesat çıkaranlar) olarak bozgunculuk
yapmayın.
7/A'RÂF-75: Kâlel meleullezînestekberû min kavmihî lillezînestud'ıfû li men âmene minhum e
ta'lemûne enne sâlihan murselun min rabbihi kâlû innâ bimâ ursile bihî
mu'minûn(mu'minûne).
Onun kavminden ileri gelenlerden kibirlenenler, onlardan îmân edenlerden güçsüz, zayıf
gördüklerine şöyle dediler: “Salih'in şüphesiz onun Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor
musunuz?” (Onlar): “Muhakkak ki; biz onunla gönderilen şeye inananlarız.” dediler.
7/A'RÂF-76: Kâlellezînestekberû innâ billezî âmentum bihî kâfirûn(kâfirûne).
Kibirlenenler şöyle dedi: “Muhakkak biz, sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz.”
7/A'RÂF-77: Fe akarûn nâkate ve atev an emri rabbihim ve kâlû yâ sâlihu'tinâ bimâ teidunâ in
kunte minel murselîn(murselîne).
Sonra (dişi) deveyi kestiler ve Rab'lerinin emrine isyan ettiler (haddi aştılar). Ve şöyle dediler: “Ya
Salih, şâyet sen gönderilen resûllerden isen bize vaadettiğin (tehdit ettiğin) şeyi getir.”
7/A'RÂF-78: Fe ehazethumur recfetu fe asbahû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
Bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı aldı (yakaladı) ve kendi yurtlarında diz üstü çöküp
kaldılar.
7/A'RÂF-79: Fe tevellâ anhum ve kâle yâ kavmi lekad eblagtukum risâlete rabbî ve nesahtu
lekum ve lâkin lâ tuhıbbûnen nâsıhîn(nâsıhîne).
O zaman (Salih A.S) onlardan yüz çevirdi (döndü) ve şöyle dedi: “Ey kavmim, andolsun ki;
Rabbimin risaletini sizlere tebliğ ettim! Ve size nasihat ettim. Fakat siz nasihat edenleri
sevmiyorsunuz.”
7/A'RÂF-80: Ve lûtan iz kâle li kavmihî e te'tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel
âlemîn(âlemîne).
Ve Lut (A.S) kavmine şöyle demişti: “Sizden önce geçmiş olan âlemlerden (hiç) birinin yapmadığı
fuhşu (kötülüğü) mü getiriyorsunuz (yapıyorsunuz)?”
7/A'RÂF-81: İnnekum le te'tûner ricâle şehveten min dûnin nisâi, bel entum kavmun
musrifûn(musrifûne).
Gerçekten siz, kadınlardan başka erkeklere de geliyorsunuz. Hayır, siz müsrif (haddi aşan) bir
kavimsiniz.
7/A'RÂF-82: Ve mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricûhum min karyetikum, innehum
unâsun yetetahherûn(yetetahherûne).
Ve kavminin cevabı: “Onları ülkemizden çıkarın, çünkü onlar çok temiz insanlar.” demekten başka
(bir şey) olmadı.
7/A'RÂF-83: Fe enceynâhu ve ehlehû illemreetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
Böylece Biz, onun eşi (hanımı) hariç, onu ve ailesini kurtardık. O, geride kalanlardan oldu.
7/A'RÂF-84: Ve emtarnâ aleyhim matarâ, fenzur keyfe kâne âkıbetul mucrimîn(mucrimîne).
Ve onların üzerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak, mücrimlerin (suçluların) akıbeti nasıl oldu.
7/A'RÂF-85: Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin
gayruhu kad câetkum beyyinetun min rabbikum fe evfûl keyle vel mîzâne ve lâ tebhasûn nâse 5
eşyâehum ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslahıhâ zâlikum hayrun lekum in kuntum
mu’minîn(mu’minîne).
Kardeşleri Şuayb; Medyen (kavmine)'e şöyle dedi: “Ey kavmim Allah'a kul olun! O'ndan başka
sizin ilâhınız yoktur. Rabbinizden size beyyine (bir mucize, ispat edici bir açıklama) gelmiştir.
Artık ölçü ve tartıya vefa edin (tam ve doğru ödeyin). İnsanların eşyalarının değerini eksiltmeyin.
Yeryüzünde, O'nun ıslâhından sonra fesat (bozgunculuk) çıkarmayın. Şâyet mü'minler iseniz, işte
bu sizin için hayırlıdır.”
7/A'RÂF-86: Ve lâ tak’udû bikulli sırâtın tû’ıdûne ve tasuddûne an sebîlillâhi men âmene bihî
ve tebgûnehâ ivecen vezkurû iz kuntum kalîlen fe kesserekum vanzurû keyfe kâne âkıbetul
mufsidîn(mufsidîne).
Tehdit (vaad ederek) ederek her yola (üstüne) oturmayın. Ve O'na (Allah'a) âmenû olan kimseleri
Allah'ın yolundan men etmeyin. Ve onda (Allah'ın yolunda) bir eğrilik istiyorsunuz. Ve hatırlayın!
Siz az idiniz, sizi çoğalttı. Ve bakın, fesat çıkaranların sonları nasıl oldu.
7/A'RÂF-87: Ve in kâne tâifetun minkum âmenû billezî ursiltu bihî ve tâifetun lem yu’minû
fasbirû hattâ yahkumallâhu beynenâ, ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne).
Ve eğer içinizden bir kısmınız (bir grup), onunla gönderildiğim şeye inanır ve bir kısmınız (diğer
bir grup) inanmazsa, o taktirde Allah, aramızda hüküm verinceye kadar sabredin. O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.
7/A'RÂF-88: Kâlel meleullezînestekberû min kavmihî le nuhricenneke yâ şuaybu vellezîne
âmenû meake min karyetinâ ev le teûdunne fî milletinâ, kâle e ve lev kunnâ kârihîn(kârihîne).
Onun kavminden kibirlenenlerin ileri gelenleri şöyle dedi(ler): “Ya Şuayb, seni ve seninle beraber
âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka ülkemizden çıkaracağız! Ya da siz mutlaka
bizim milletimize (dînimize) dönersiniz.” (Şuayb A.S): “Şâyet biz kerih görüyorsak da mı?” dedi.
7/A'RÂF-89: Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynallâhu minhâ,
ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ, vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen,
alallâhi tevekkelnâ, rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul
fâtihîn(fâtihîne).
“Allah'ın, bizi ondan kurtarmasından sonra, sizin milletinize dönersek Allah'a yalanla iftira etmiş
oluruz. Ve Rabbimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. Rabbimiz ilmiyle
herşeyi kuşatmıştır. Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, kavmimiz ile bizim aramızı hak ile aç (ayır).
Sen fethedenlerin (fatihlerin) en hayırlısısın.”
7/A'RÂF-90: Ve kâlel meleullezîne keferû min kavmihî le initteba’tum şuayben innekum izen le
hâsirûn(hâsirûne).
Kavminden kâfir olanların ileri gelenleri şöyle dedi(ler): “Eğer, gerçekten Şuayb'a tâbî olursanız, o
taktirde siz mutlaka hüsranda olanlardan (nefslerini hüsrana düşürenlerden) olursunuz.”
7/A'RÂF-91: Fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
Böylece şiddetli bir sarsıntı onları yakaladı. Bunun üzerine kendi yurtlarında diz üstü çöküp
kaldılar.
7/A'RÂF-92: Ellezîne kezzebû şuayben ke en lem yagnev fîhâ, ellezîne kezzebû şuayben kânû
humul hâsirîn(hâsirîne).
Şuayb (A.S)'ı tekzib edenler (yalanlayanlar), sanki orada hiç var olmamış gibiydi. Şuayb (A.S)'ı
yalanlayanlar, onlar hüsranda oldular (nefslerini hüsrana düşürdüler).
7/A'RÂF-93: Fe tevellâ anhum ve kâle yâ kavmi lekad eblagtukum risâlâti rabbî ve nesahtu
lekum, fe keyfe âsâ alâ kavmin kâfirîn(kâfirîne).
(Şuayb A.S) böylece onlardan yüz çevirdi (döndü) ve şöyle dedi: “Andolsun ki; Rabbimin
risalelerini (gönderdiklerini) size tebliğ ettim (ulaştırdım). Ve size nasihat ettim. Artık kâfir bir
kavme nasıl (niçin) üzüleyim?” 5
7/A'RÂF-94: Ve mâ erselnâ fî karyetin min nebiyyin illâ ehaznâ ehlehâ bil be’sâi ved darrâi
leallehum yaddarraûn(yaddarraûne).
Ve Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını darlık ve sıkıntıya uğratmadığımız
ülke yoktur ki; böylece onlar yalvarıp, yakarırlar.
7/A'RÂF-95: Summe beddelnâ mekânes seyyietil hasenete hattâ afev ve kâlû kad messe âbâenad
darrâu ves serrâu fe ehaznâhum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Sonra seyyiatin yerini hasenatla değiştirdik. Ne zaman ki çoğaldılar ve şöyle dediler. “Babalarımıza
da şiddetli darlık ve ferahlık dokunmuştu. (Allah'tan bilmediler, ders almadılar). Bunun üzerine
onları farkına varmadan (şuurunda değilken) aniden aldık.”
7/A'RÂF-96: Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi
vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
O ülkenin halkı eğer âmenû olsalardı ve takva sahibi olsalardı elbette onlara semadan ve yerden
bereketler (bolluk) açardık. Fakat onlar yalanladılar. Böylece kazandıklarından dolayı onları aldık
(cezalandırdık).
7/A'RÂF-97: E fe emine ehlul kurâ en ye’tiyehum be’sunâ beyâten ve hum nâimûn(nâimûne).
Yoksa o ülkelerin halkı şiddetli azabımızın onlara, onlar gece vakti uyurken gelmesinden
(gelmemesinden) emin miydiler?
7/A'RÂF-98: E ve emine ehlul kurâ en ye’tiyehum be’sunâ duhan ve hum yel’abûn (yel’abûne).
Ve o ülkelerin halkı şiddetli azabımızın onlara, onlar oynarlarken (oyalanırlarken) kuşluk vakti
gelmesinden (gelmeyeceğinden) emin miydiler?
7/A'RÂF-99: E fe eminû mekrallahi, fe lâ ye’menu mekrallahi illel kavmul hâsirûn(hâsirûne).
Allah'ın hilesinden emin miydiler? Hüsranda olan kavim, ancak onlar, Allah'ın hilesinden (Allah'ın
kendilerine azap vermeyeceğinden) emin olamaz.
7/A'RÂF-100: E ve lem yehdi lillezîne yerisûnel arda min ba’di ehlihâ en lev neşâu esabnâhum
bi zunûbihim, ve natbeu alâ kulûbihim fe hum lâ yesme’ûn(yesme’ûne).
Ve de onun (o ülkenin) halkından sonra, yeryüzüne varis olanları hidayete erdirmez mi? Eğer
dileseydik günahları sebebiyle onlara (musibetler) isabet ettirirdik. Ve kalplerinin üstünü
tabederdik (açılamaz damga vururduk) de artık onlar işitmezlerdi.
7/A'RÂF-101: Tilkel kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum rusuluhum bil
beyyinâti fe mâ kânû liyu’minû bi mâ kezzebû min kablu kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbil kâfirîn
(kâfirîne).
Sana haberlerini anlattığımız (durumlarından bahsettiğimiz) ülkeler işte bunlar. Andolsun ki;
onlara, onların resûlleri beyyineler (ispat vesikaları ve mucizelerle) geldi. Artık daha önce tekzip
ettikleri (yalanladıkları) şeyden dolayı îmân etmediler. Böylece Allah kâfirlerin kalplerini tabeder.
7/A'RÂF-102: Ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin, ve in vecednâ ekserehum le
fâsikîn(fâsikîne).
Onların çoğunu ahdlerini yerine getirir (ahdlerine vefa eder) bulmadık. Ve onların çoğunu
gerçekten fasıklar olarak bulduk.
7/A'RÂF-103: Summe beasnâ min ba’dihim mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihi fe zalemû
bihâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
Bir zaman sonra da, onlardan sonra (onların arkasından), firavuna ve onun (kavminin) ileri
gelenlerine Musa (A.S)'ı âyetlerimizle, (mucizelerimizle) gönderdik (görevlendirdik). Fakat ona
zulmettiler. Bak fesat çıkaranların akibeti nasıl oldu.
7/A'RÂF-104: Ve kâle mûsâ yâ fir’avnu innî resûlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve Musa (A.S): “Ey firavun! Muhakkak ki; ben bir resûlüm, âlemlerin Rabbinden (O'nun
tarafından görevlendirilmiş).” dedi. 5
7/A'RÂF-105: Hakîkun alâ en lâ ekûle alallâhi illel hakk(hakka), kad ci’tukum bi beyyinetin
min rabbikum fe ersil maiye benî isrâîl(isrâîle).
Hak olan (doğru olan) Allah'a karşı Hakk'tan başka bir şey söylemememdir. Size Rabbinizden
beyyine (açık delil, mucize) ile geldim (gelmiştim). Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder.
7/A'RÂF-106: Kâle in kunte ci’te bi âyetin fe’ti bihâ in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
(Firavun şöyle) dedi: “Eğer bir âyet (mucize) getirdinse, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen
onu getir.”
7/A'RÂF-107: Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Bunun üzerine (Musa A.S) asasını atınca o (asa) açıkça bir yılan (ejderha) oldu.
7/A'RÂF-108: Ve neze’a yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
Ve elini (göğsünden) çekip çıkardığı zaman bakanlar, onun (elinin) beyaz olduğunu (gördüler).
7/A'RÂF-109: Kâlel meleu min kavmi fir’avne inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
Firavun kavminden ileri gelenler: “Bu gerçekten âlim (çok iyi bilen) bir sihirbazdır.” dediler.
7/A'RÂF-110: Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
(Firavun, Musa (A.S) hakkında kavminin ileri gelenlerine sordu:) “Sizi topraklarınızdan
(arzınızdan) çıkarmak istiyor. O halde ne dersiniz (ne yapılmasını istersiniz)?”
7/A'RÂF-111: Kâlû ercih ve ehâhu ve ersil fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
“Onu ve kardeşini geri bırak (beklet)! Ve şehirlere toplayıcılar yolla.” dediler.
7/A'RÂF-112: Ye’tûke bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
En iyi sihir bilenlerin hepsini sana getirsinler.
7/A'RÂF-113: Ve câes seharatu fir’avne kâlû inne lenâ le ecren in kunnâ nahnul
gâlibîn(gâlibîne).
Ve sihirbazlar firavuna geldiler. “Eğer gâlip gelenler biz olursak muhakkak bize bir ecir (mükâfat)
vardır.” dediler.
7/A'RÂF-114: Kâle ne’am ve innekum le minel mukarrebîn(mukarrebîne).
(Firavun) şöyle dedi: “Evet ve siz mutlaka en yakın olanlardan (olacaksınız).”
7/A'RÂF-115: Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkiye ve immâ en nekûne nahnul mulkîn(mulkîne).
“Ya Musa, sen mi (önce) atacaksın (ve de) yoksa biz mi atacağız (atanlar olacağız)?” dediler.
7/A'RÂF-116: Kâle elkû fe lemmâ elkav seharû a’yunen nâsi vesterhebûhum ve câû bi sihrin
azîm(azîmin).
(Musa A.S): “Atın!” dedi. (Sihirbazlar) attıkları zaman insanların gözlerini büyülediler ve onları
korkuttular ve büyük bir sihirle geldiler.
7/A'RÂF-117: Ve evhaynâ ilâ mûsâ en elkı asâke, fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Ve Musa (A.S)'ya asasını atmasını vahyettik. Attığı zaman o, (onların) uydurdukları (sihirle
yaptıkları) şeyleri yuttu.
7/A'RÂF-118: Fe vakaal hakku ve batale mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Böylece hak (gerçek) vuku buldu (ortaya çıktı). Ve onların yapmış oldukları şeyler bâtıl oldu (yok
oldu).
7/A'RÂF-119: Fe gulibû hunâlike venkalebû sâgırîn(sâgırîne).
Böylece orada yenildiler ve zelil olarak geri döndüler.
7/A'RÂF-120: Ve ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Ve sihirbazlar atılarak secde ettiler (edenler oldular).
7/A'RÂF-121: Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne). 5
“Âlemlerin Rabbine biz îmân ettik.” dediler.
7/A'RÂF-122: Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S)'ın ve Harun (A.S)'ın Rabbine.
7/A'RÂF-123: Kâle fir’avnu âmentum bihî kable en âzene lekum, inne hâzâ le mekrun
mekertumûhu fîl medîneti li tuhricû minhâ ehlehâ, fe sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Firavun şöyle dedi: “Benim size izin vermemden önce ona îmân (mı) ettiniz? Muhakkak ki bu,
şehirde onun halkını oradan çıkarmanız için kurduğunuz bir hiledir (tuzaktır). Artık yakında
bileceksiniz (öğreneceksiniz).”
7/A'RÂF-124: Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum
ecmaîn(ecmaîne).
Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı karşılıklı (çapraz) keseceğim. Sonra mutlaka (hepsini) hepinizi
asacağım.
7/A'RÂF-125: Kâlû innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
“Muhakkak biz, Rabbimize dönmüş kimseleriz (dönenleriz).” dediler.
7/A'RÂF-126: Ve mâ tenkımu minnâ illâ en âmennâ bi âyâti rabbinâ lemmâ câetnâ, rabbenâ
efrıg aleynâ sabren ve teveffenâ muslimîn(muslimîne).
Rabbimizin âyetleri bize geldiği zaman, O'na îmân ettik diye bizden intikam alıyorsun. Rabbim,
bize sabır yağdır ve bizi teslim olmuş (ruhumuz, fizik vücudumuz, nefsimiz ve irademiz) olarak
öldür (vefat ettir).
7/A'RÂF-127: Ve kâlel meleu min kavmi fir’avne e tezeru mûsâ ve kavmehu li yufsidû fìl ardı ve
yezereke ve âliheteke, kâle senukattilu ebnâehum ve nestahyî nisâehum ve innâ fevkahum
kâhirûn(kâhirûne).
Ve firavunun kavminden ileri gelenler şöyle dedi: “Musa (A.S)'ı ve onun kavmini, yeryüzünde
fesat çıkarsınlar ve seni ve ilâhlarını terketsinler diye bırakacak mısın?” (Firavun): “Onların
oğullarını keseceğiz (öldüreceğiz) ve kadınlarını sağ (canlı) bırakacağız.” Ve muhakkak ki; biz
onların üstünde kahharız (onlara güç kullanacak, tutup yakalayacak kuvvetteyiz).” dedi.
7/A'RÂF-128: Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, innel arda lillâhi yûrisuhâ men yeşâu
min ibâdih(ibâdihî), vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
Musa (A.S) kavmine şöyle dedi: “Allah'tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü
Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç (zafer) takva sahiplerinindir.”
7/A'RÂF-129: Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ, kâle asâ rabbukum en
yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).
Şöyle dediler: “Sen, bize gelmeden önce de ve bize getirdiğin şeyden sonra da bize eziyet edildi,
(Hz. Musa da) dedi ki: “Umulur ki; Rabbiniz sizin düşmanınızı helâk eder (yok eder) ve
yeryüzünde sizleri halifeler yapar (onların yerine hakim kılar). Böylece nasıl amel edeceğinize
(davranacağınıza) bakar.”
7/A'RÂF-130: Ve lekad ehaznâ âle fir’avne bis sinîne ve naksın mines semerâti leallehum
yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve andolsun ki; firavunun ailesini yıllarca ürünlerden kıtlığa uğrattık. Böylece onlar tezekkür
etsinler diye.
7/A'RÂF-131: Fe izâ câethumul hasenetu kâlû lenâ hâzih(hâzihî), ve in tusibhum seyyietun
yettayyerû bi mûsâ ve men meah(meahu), e lâ innemâ tâiruhum indallahi ve lâkinne ekserehum
lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık onlara bir hasene geldiği zaman: “Bu bizim(hakkımız)dır.” dediler. Ve onlara bir kötülük
isabet edince (onu) Musa (A.S) ve beraberindekilerin uğursuzluğu sayıyorlar. Fakat onların
uğursuzluğu Allah tarafından değil mi? Ve lâkin onların çoğu bilmiyorlar. 5
7/A'RÂF-132: Ve kâlû mehmâ te’tinâ bihî min âyetin li tesharenâ bihâ fe mâ nahnu leke bi
mu’minîn(mu’minîne).
Ve şöyle dediler: “Onunla bizi büyülemek için bize âyetlerden (mucizelerden) ne getirsen gene de
biz sana inanacak değiliz.”
7/A'RÂF-133: Fe erselnâ aleyhimut tûfâne vel cerâde vel kummele ved dafâdia ved deme âyâtin
mufassalâtin festekberû ve kânû kavmen mucrimîn(mucrimîne).
Bundan sonra, onların üzerine ayrı ayrı (zaman zaman) mucizeler, tufan, çekirge (afeti), bit (afeti),
kurbağa (afeti) ve kan gönderdik. Buna rağmen kibirlendiler ve mücrim (günahkâr ve suçlu) bir
kavim oldular.
7/A'RÂF-134: Ve lemmâ vakaa aleyhimur riczu kâlû yâ mûsed’u lenâ rabbeke bi mâ ahide
indek(indeke), le in keşefte anner ricze le nu’minenne leke ve le nursilenne meake benî
isrâîl(isrâîle).
Ve azap üzerlerine geldiği (vuku bulduğu) zaman: “Ya Musa (Allah'ın) seni sahip kıldığı ahd
(nübüvvet ahdi) sebebiyle bizim için Rabbine dua et. Eğer bizden azabı kaldırırsan, biz sana
mutlaka inanırız ve mutlaka İsrailoğullarını seninle beraber göndeririz.” dediler.
7/A'RÂF-135: Fe lemmâ keşefnâ anhumur ricze ilâ ecelin hum bâligûhu izâ hum
yenkusûn(yenkusûne).
Böylece onlar, o ecele (sona) ulaşana kadar onlardan azabı kaldırdığımız (açtığımız) zaman, onlar
sözlerini nakzediyorlar (sözlerinden dönüyorlar).
7/A'RÂF-136: Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve
kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık ve
onları denizde boğduk.
7/A'RÂF-137: Ve evresnel kavmellezîne kânû yustad’afûne meşârikal ardı ve megâribehelletî
bâreknâ fîhâ, ve temmet kelimetu rabbikel husnâ alâ benî isrâîle bi mâ saberû, ve demmernâ mâ
kâne yasnau fir’avnu ve kavmuhu ve mâ kânû ya’rişûn(ya’rişûne).
Ve zayıf bırakılmış kavmi, arzın bereketlendirdiğimiz doğusuna ve batısına varis kıldık. Ve
İsrailoğullarına sabırlarından dolayı Rabbinizin güzel sözü tamamlandı. Firavunun ve onun
kavminin yapmış olduklarını ve kurdukları çardakları (köşkleri, binaları) harap ettik.
7/A'RÂF-138: Ve câveznâ bi benî israîlel bahre fe etev alâ kavmin ya’kufûne alâ asnâmin
lehum, kâlû yâ mûsac’al lenâ ilâhen ke mâ lehum âlihetun, kâle innekum kavmun
techelûn(techelûne).
Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik kendilerinin olan (yalnız onlara ait) putlara devamlı tapan bir
kavimle karşılaştılar. Şöyle dediler: “Ey Musa! Onların ilâhları gibi bize de ilâh yap.” Musa (A.S):
“Muhakkak ki siz, cahillik eden bir kavimsiniz.” dedi.
7/A'RÂF-139: İnne hâulâi mutebberun mâ hum fîhi ve bâtılun mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Muhakkak ki; bunlar onların içinde bulundukları şey (dîn sebebiyle) helâk olmuştur. Ve yapmış
oldukları şey bâtıldır (boştur).
7/A'RÂF-140: Kâle e gayrallâhi ebgîkum ilâhen ve huve faddalekum alel âlemîn(âlemîne).
“O, sizi âlemlere üstün kılmışken, size Allah'tan başka bir ilâh mı isteyeyim?” dedi.
7/A'RÂF-141: Ve iz enceynâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel azâb(azâbi), yukattilûne
ebnâekum ve yestahyûne nisâekum ve fî zâlikum belâun min rabbikum azîm(azîmun).
Ve sizi kötü azaba maruz bırakan firavun ailesinden kurtarmıştık. Oğullarınızı öldürüyorlar,
kadınlarınızı sağ bırakıyorlar. Ve bunda Rabbinizden büyük bir imtihan var. 5
7/A'RÂF-142: Ve vâadnâ mûsâ selâsîne leyleten ve etmemnâhâ bi aşrin fe temme mîkâtu rabbihî
erbaîne leyleh(leyleten), ve kâle mûsâ li ahîhi hârûnahlufnî fî kavmî ve aslıh ve lâ tettebi’ sebîlel
mufsidîn(mufsidîne).
Musa (A.S)'a otuz gece vaad ettik ve onu on ile tamamladık. Böylece onun Rabbinin kararlaştırdığı
zaman, kırk geceye tamamlandı. Ve Musa (A.S), kardeşi Harun'a şöyle dedi: “Kavmimde bana
halef ol (benim yerime geç) ve ıslâh et ve müfsidlerin (fesat çıkaranların) yoluna tâbî olma.”
7/A'RÂF-143: Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur
ileyk(ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe
lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle
subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn(mu’minîne).
Musa (A.S), tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musa A.S)
şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla
göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen,
Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (A.S),
bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan'sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe
ederim. Ben, mü'minlerin ilkiyim.” dedi.
7/A'RÂF-144: Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alen nâsi bi risâlâtî ve bi kelâmî fe huz mâ âteytuke
ve kun mineş şâkirîn(şâkirîne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Musa! Muhakkak ki; Ben, risaletimle ve kelâmımla seni
insanların üzerine seçtim. Artık sana verdiğim şeyleri al. Ve şükredenlerden ol.”
7/A'RÂF-145: Ve ketebnâ lehu fîl elvâhı min kulli şey’in mev’ızaten ve tafsîlen li kulli şey’in fe
huzhâ bi kuvvetin ve’mur kavmeke ye’huzû bi ahsenihâ seurîkum dârel fâsikîn(fâsikîne).
Ve Biz, ona (Hz. Musa'ya) levhalarda herşeyden vaaz ederek (öğüt vererek) ve herşeyi tafsil ederek
(kesin hükümle ayrı ayrı açıklayarak) yazdık. Artık onu kuvvetlice tut ve kavmine emret. Onu, en
güzel şekilde alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıklar yurdunu göstereceğim.
7/A'RÂF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle
âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi
yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler,
ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol
edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ
mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr eden kimselerin
amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır (karşılık
verilir)?
7/A'RÂF-148: Vettehaze kavmu mûsâ min ba’dihî min huliyyihim iclen ceseden lehu
huvâr(huvârun), e lem yerev ennehu lâ yukellimuhum ve lâ yehdîhim sebîlen ittehazûhu ve kânû
zâlimîn(zâlimîne).
Musa (A.S)'nın kavmi, ondan sonra (Musa A.S'ın Tur dağına gitmesinden sonra) ziynet
eşyalarından, böğüren (ses çıkaran) bir buzağı heykeli (yapıp) onu (ilâh) edindiler. Onun, onlarla
konuşmadığını ve onları yola hidayet etmediğini (hidayete erdirmediğini) görmüyorlar mı? Onu
(ilâh) edindiler ve zalimler oldular.
7/A'RÂF-149: Ve lemmâ sukıta fî eydîhim ve reev ennehum kad dallû kâlû le in lem yerhamnâ
rabbunâ ve yağfir lenâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne). 6
Ve ellerinin arasına düşürülünce (akılları başlarına gelince pişman oldular) dalâlete düşmüş
olduklarını gördüler: “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi mağfiret etmezse, mutlaka biz
hüsrana düşenlerden oluruz.” dediler.
7/A'RÂF-150: Ve lemmâ recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen kâle bi’semâ haleftumûnî min
ba’dî, e aciltum emre rabbikum, ve elkal elvâha ve ehaze bi re’si ahîhi yecurruhû ileyh(ileyhi),
kâlebne umme innel kavmestad’afûnî ve kâdû yaktulûnenî fe lâ tuşmit biyel a’dâe ve lâ tec’alnî
meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Ve Musa (A.S), (Allahû Tealâ'nın huzurundan) üzüntülü ve öfkeli olarak döndüğü zaman (Allahû
Tealâ, ona kavminin saptığını söylemişti: Taha-85). Onlara şöyle dedi: “Benden sonra (benim
yokluğumda) bana ne kötü halef oldunuz. Rabbinizin emrine acele mi ettiniz (beklemediniz)?” Ve
levhaları bıraktı. Kardeşinin başını tuttu. Onu kendine doğru çekiyor(ken), (Harun A.S) şöyle dedi:
“Ey annem oğlu! Muhakkak ki; (bu) kavim, beni zayıf (güçsüz) buldu. Neredeyse beni
öldürüyorlardı. Artık benimle (bana böyle yaparak), düşmanlarımın yüzlerini güldürme
(sevindirme) ve beni, zalim kavim ile beraber kılma.”
7/A'RÂF-151: Kâle rabbıgfirlî ve li ahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente erhamur
râhımîn(râhımîne).
(Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim, beni ve kardeşimi mağfiret et ve bizi rahmetinin içine al (dahil
et).Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”
7/A'RÂF-152: İnnellezînettehazûl ıcle seyenâluhum gadabun min rabbihim ve zilletun fîl
hayâtid dunyâ, ve kezâlike neczîl mufterîn(mufterîne).
Muhakkak ki; buzağıyı (ilâh) edinen kimseler, Rab'lerinden bir gazaba ve dünya hayatında bir
zillete uğrayacaklar. Ve işte böyle, iftira edenleri cezalandırırız.
7/A'RÂF-153: Vellezîne amilûs seyyiâti summe tâbû min ba’dihâ ve âmenû inne rabbeke min
ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve seyyiat (derecat kaybettiren ameller) işleyenler, sonra da ondan (o seyyiatten) sonra (mürşid
önünde) tövbe ettiler ve âmenû oldular (ise) muhakkak ki; senin Rabbin, ondan (âmenû olduktan)
sonra elbette Gafur (günahları sevaba çeviren)dur ve Rahîm (rahmet gönderen)dir.
7/A'RÂF-154: Ve lemmâ sekete an mûsel gadabu ehazel elvâh(elvâha), ve fî nushatihâ huden ve
rahmetun lillezîne hum li rabbihim yerhebûn(yerhebûne).
Ve Musa (A.S)'nın öfkesi yatışınca levhaları aldı. Onun (levhaların bir) nüshasında hidayet (Hakk'a
hidayet, Allah'a ulaşma) vardır. Ve o, Rab'lerinden korkan kimseler için bir rahmettir.
7/A'RÂF-155: Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ ehazet humur
recfetu kâle rabbi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e tuhlikunâ bi mâ feales sufehâu
minnâ, in hiye illâ fitnetuk(fitnetuke), tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ
fâgfirlenâ verhamnâ ve ente hayrûl gâfirîn(gâfirîne).
Ve Musa (A.S), Bizim belirlediğimiz buluşma zamanımız için kavminden yetmiş adam seçti.
Onları, şiddetli bir sarsıntı yakalayınca şöyle dedi: “Rabbim, şâyet dileseydin daha önce onları ve
beni helâk ederdin. İçimizden sefihlerin yaptıklarından dolayı, bizi helâk mı edeceksin? O ancak
Senin bir imtihanındır. Onunla dilediğini dalâlette bırakırsın ve dilediğini hidayete erdirirsin. Sen,
bizim dostumuzsun. Artık bizi mağfiret et ve bize rahmet (merhamet) et. Sen, mağfiret edenlerin en
hayırlısısın.”
7/A'RÂF-156: Vektub lenâ fî hâzihid dunyâ haseneten ve fîl âhıreti innâ hudnâ ileyk(ileyke),
kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne
yettekûne ve yu’tûnez zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn(yu’minûne).
Bize bu dünyada ve ahirette (yevm'il âhirde, kıyâmet gününde, hayat gününde) haseneler (güzel
ameller, derecat kazandıran ameller) yaz (pozitif derecelerimizi, negatif derecelerimizden daha çok
kazandır). Gerçekten biz tövbe edip, Sana döndük. Allahû Tealâ, şöyle buyurdu: “Azabımı 6
dilediğime isabet ettiririm. Ve rahmetim herşeyi kuşattı. Böylece onu (haseneyi) takva sahiplerine
ve zekâtı veren kimselere yazacağım. Ve onlar ki; onlar, âyetlerimize îmân ederler (mü'minlerdir).”
7/A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben
indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu
lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet
aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike
humul muflihûn(muflihûne).
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara
ma'ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel
olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların,
ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki
zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır.
Artık onlar, O'na îmân ettiler ve O'na saygı gösterdiler ve O'na yardım ettiler ve O'nunla beraber
indirilen Nur'a (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet
mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
7/A'RÂF-158: Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti
vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil
ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne).
De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah'ın resûlüyüm. O ki;
semaların ve arzın mülkü, O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür.
Öyleyse Allah'a ve O'nun ümmî, nebî, resûlüne îmân edin ki; O, Allah'a ve O'nun kelimelerine
(sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O'na tâbî olun ki; böylece siz, hidayete eresiniz.”
7/A'RÂF-159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar). Ve
onunla (hak ile) adaletle hükmederler.
7/A'RÂF-160: Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ(umemen), ve evhaynâ ilâ mûsâ
izisteskâhu kavmuhu enıdrıb bi asâkel hacer(hacere), fenbeceset minhusnetâ aşrete
aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum, ve zallelnâ aleyhimul gamame ve enzelnâ
aleyhimul menne ves selvâ, kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum, ve mâ zâlemûnâ ve lâkin kânû
enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Ve onları ümmet olarak on iki sıbt'a ayırdık. Kavmi ondan su istediği zaman, Musa (A.S)'a asasını
taşa vurmasını vahyettik. Hemen ondan on iki pınar fışkırdı. Her grup insan, içeceği yeri bildi. Ve
onların üzerini bulutla gölgeledik. Ve onlara, kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Sizi
rızıklandırdığımız helâl şeylerden yeyin! Ve (onlar), bize zulmetmediler, fakat kendi nefslerine
zulmettiler.
7/A'RÂF-161: Ve iz kîle lehumuskunû hâzihil karyete ve kulû minhâ haysu şi’tum ve kûlû
hıttatun vedhulûl bâbe succeden nagfir lekum hatîâtikum, senezîdul muhsinîn(muhsinîne).
Ve onlara: “Bu şehirde yerleşin ve ondan dilediğiniz yerden yeyin, af dilediğinizi söyleyin ve
kapıdan secde ederek girin.” denilmişti. “Sizin hatalarınızı mağfiret edelim ve muhsinlere daha da
arttıralım.”
7/A'RÂF-162: Fe beddelellezîne zalemû minhum kavlen gayrellezî kîle lehum fe erselnâ aleyhim
riczen mines semâi bi mâ kânû yazlimûn(yazlimûne).
Böylece onlardan zulmedenler, sözü; onlara söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Bunun
üzerine, yapmış oldukları zulümler sebebiyle, semadan onların üzerine bir azap gönderdik.
7/A'RÂF-163: Ves’elhum anil karyetilletî kânet hâdıratel bahri iz ya’dûne fîs sebti iz te’tîhim
hîtânuhum yevme sebtihim şurre’an ve yevme lâ yesbitune lâ te’tîhim, kezâlike neblûhum bi mâ
kânû yefsukûn(yefsukûne). 6
Ve onlara (bir zamanlar) deniz kenarında olan beldeden sor. Balıkları onlara yasak uygulama
günlerinde (cumartesi günü) akın akın geldiği zaman, (o gün) cumartesi gününde haddi aşıyorlar
(yasağı uygulamıyorlar). Ve yasak uygulamama günü onlara (balıklar) gelmiyorlar. İşte böyle, fıska
düşmüş olduklarından dolayı onları imtihan ediyorduk.
7/A'RÂF-164: Ve iz kâlet ummetun minhum lime teizûne kavmenillâhu muhlikuhum ev
muazzibuhum azâben şedîdâ(şedîden), kâlû ma’zireten ilâ rabbikum ve leallehum
yettekûn(yettekûne).
Ve onlardan bir ümmet: “Allah'ın helâk edeceği (yok edeceği) veya şiddetli bir azapla azap edeceği
bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?” dedikleri zaman şöyle dediler: “Rabbinize bir özür olsun ve
böylece (bu öğütle) takva sahibi olurlar.” diye.
7/A'RÂF-165: Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis sûi ve
ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Artık onunla öğüt verildikleri şeyi unuttukları zaman, kötülükten men (nehy) edenleri kurtardık. Ve
zulüm edenleri, fıska düşmüş olduklarından dolayı kötü bir azapla aldık (yakaladık).
7/A'RÂF-166: Fe lemmâ atev an mâ nuhû anhu kulnâ lehum kûnû kıredeten hâsiîn(hâsiîne).
Böylece onlar, ondan nehyedildikleri şeyde haddi aşınca, onlara: “Aşağılık maymunlar olun!”
dedik.
7/A'RÂF-167: Ve iz teezzene rabbuke le yeb’asenne aleyhim ilâ yevmil kıyâmeti men
yesûmuhum sûel azâb(azâbi), inne rabbeke le serîul ıkâbi ve innehu le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve senin Rabbin kıyâmet gününe kadar, onlara azabın en kötüsünü yapacak kişileri mutlaka
göndereceğini bildirmişti. Muhakkak ki senin Rabbin ikabı (cezası) çabuk olandır. Ve gerçekten O,
elbette Gafur ve Rahîm'dir.
7/A'RÂF-168: Ve katta’nâhum fîl ardı umemâ(umemen), minhumus sâlihûne ve minhum dûne
zâlike ve belevnâhum bil hasenâti ves seyyiâti leallehum yerciûn(yerciûne).
Ve yeryüzünde onları ümmetlere (topluluklara) ayırdık. Onlardan bir kısmı salihler ve bir kısmı
bunlardan başkalarıdır (salih olmayanlar). Ve onları, hasenat (pozitif derece kazandıran ameller) ve
seyyiat (negatif derece kazandıran ameller) ile imtihan ettik ki; böylece (Allah'a) dönsünler diye.
7/A'RÂF-169: Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve
yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz
aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu
hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Artık onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab'a varis oldular. Ve:
“Yakında bize mağfiret edilecek (günahlarımız sevaba çevrilecek).” diyerek, bu değersiz dünya
malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli daha dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah'a
karşı haktan başka bir şey söylememeleri için onlardan Kitab'ın misaki alınmadı mı? Ve O'nun
içindekileri, onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ
akıl etmez misiniz?
7/A'RÂF-170: Vellezîne yumessikûne bil kitâbi ve ekâmus salâte innâ lâ nudîu ecrel
muslihîn(muslihîne).
Onlar ki; Kitab'a sımsıkı sarılırlar ve namazı ikame ederler. Muhakkak ki Biz, salih olanların ecrini
zayi etmeyiz.
7/A'RÂF-171: Ve iz netaknel cebele fevkahum ke ennehu zulletun ve zannû ennehu vâkıun
bihim, huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve dağı, bir gölge gibi onların üzerine çekip kaldırdığımız zaman onu, üzerlerine düşecek
zannettiler. Size verdiğimiz şeyi, kuvvetle tutun ve onun içinde olanı (emir ve yasakları), hatırlayın
(uygulayın). Böylece siz, takva sahibi olursunuz. 6
7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum
alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an
hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin
Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine
şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet,
(Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
7/A'RÂF-173: Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e
fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn(mubtilûne).
Veya fakat daha önce babalarımız da şirk koştu ve biz onlardan sonraki nesiliz. Hal böyle iken
bâtılla amel edenlerin yaptıklarından dolayı mı bizi helâk edeceksin?” dersiniz diye.
7/A'RÂF-174: Ve kezâlike nufassılul âyâti ve leallehum yerci’ûn(yerci’ûne).
Ve işte böyle âyetlerimizi ayrı ayrı açıklıyoruz ki; böylece onlar, (Allah'a) dönsünler diye.
7/A'RÂF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu
fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı,
artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
7/A'RÂF-176: Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilel ardı vettebea
hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes,
zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusîl kasasa leallehum
yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve
hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen
de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte
böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.
7/A'RÂF-177: Sâe meselennil kavmullezîne kezzebû bi âyatinâ ve enfusehum kânû
yazlimûn(yazlimûne).
Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali ne kötü. Ve (onlar) nefslerine zulmetmiş oldular.
7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul
hâsirûn(hâsirûne).
Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette
bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ
yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike
kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri
vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları
vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar
gâfillerdir.
7/A'RÂF-180: Ve lillâhil esmâul husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî
esmâih(esmâihî), se yuczevne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
En güzel isimler Allah'ındır, artık O'na onunla (esmaları ile) dua ediniz! Allah'ın isimlerini
(mânâsını) saptıranları terket! Yapmış oldukları şeyden dolayı yakında cezalandırılacaklar.
7/A'RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaletle
hükmederler. 6
7/A'RÂF-182: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ se nestedricuhum min haysu lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Âyetlerimizi yalanlayanları, onların derecelerini, bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş
azaltacağız (böylece yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız).
7/A'RÂF-183: Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun)
Ve onlara mühlet veririm, benim tuzağım (hilem) metindir (çetindir, katlanması zordur).
7/A'RÂF-184: E ve lem yetefekkerû mâ bi sâhıbihim min cinneh(cinnetin), in huve illâ nezîrun
mubîn(mubînun).
Ve onların sahibinde cinnetten (delilikten) yana bir şey olmadığını tefekkür etmezler mi? O ancak
apaçık bir nezirdir.
7/A'RÂF-185: E ve lem yanzurû fî melekûtis semâvâti vel ardı ve mâ halakallâhu min şey’in ve
en asâ en yekûne kadıkterebe eceluhum, fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn(yu’minûne).
Onlar yerlerin, göklerin hükümranlığına (sünnetullaha, idaresine) ve Allah'ın yarattığı şeylere ve
ecellerinin yaklaşmış olması ihtimaline bakmıyorlar mı? Ondan sonra artık hangi söze inanırlar
(mü'min olurlar).
7/A'RÂF-186: Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim
ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları
azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).
7/A'RÂF-187: Yes’elûneke anis sâ’ati eyyâne mursâhâ, kul innemâ ilmuhâ inde rabbî, lâ
yucellîhâ li vaktihâ illâ huv(huve), sekulet fîs semâvâti vel ard(ardı), lâ te’tîkum illâ
bagtete(bagteten), yes’elûneke ke enneke hafiyyun anhâ, kul innemâ ilmuhâ indallâhi ve lâkinne
ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Sana saati (kıyâmet) ne zaman olacağını (karar kılındığını) soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak
Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. Yerlere ve göklere ağır geldi, o
size ansızın gelir (ansızın olmaktan başka bir şekilde gelmez). Sen sanki ondan haberdarmışsın gibi
soruyorlar. “Onun ilmi yalnızca Allah'ın katındadır.” de. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
7/A'RÂF-188: Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev
kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun
li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Allah'ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer
ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü'min
olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.
7/A'RÂF-189: Huvellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ li yeskune
ileyhâ, fe lemmâ tegaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen fe merret bihî, fe lemmâ eskalet deavâllâhe
rabbehumâ lein âteytenâ sâlihan le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
Sizi bir nefsten yaratan ve onunla sükûn bulmanız için, ondan onun eşini yaratan O'dur. Böylece,
onu (sarılıp) örtünce, hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Artık onunla dolaştı. Ağırlaştığı zaman
ikisinin Rabbi Allah'a (ikisi) dua ettiler: “Eğer bize bir salih (evlât) verirsen mutlaka
şükredenlerden oluruz.”
7/A'RÂF-190: Fe lemmâ âtâhumâ sâlihan cealâ lehu şurakâe fîmâ âtâhumâ, fe teâlâllâhu
ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
O ikisine salih bir (evlât) verdiğimiz zaman o ikisine (insanlardan bir çifte) verdiği şeylerle
(hakkında) ona ortaklar kıldılar. Oysa Allahû Tealâ onların şirk koştuklarından yücedir (Âlî'dir).
7/A'RÂF-191: E yuşrikûne mâ lâ yahluku şey’en ve hum yuhlekûn(yuhlekûne).
Onlar kendileri yaratılıyorken, bir şey yaratamayan şeyleri şirk mi koşuyorlar? 6
7/A'RÂF-192: Ve lâ yestetîûne lehum nasran ve lâ enfusehum yansurûn(yansurûne).
Ve onlara bir yardıma güç yetiremezler. Ve onlar kendilerine (de) yardım edemezler.
7/A'RÂF-193: Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yettebiûkum, sevâun aleykum e deavtumûhum em
entum sâmitûn(sâmitûne).
Ve eğer onları hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız size tâbî olmazlar. Onları davet mi ettiniz
yoksa siz sessiz mi kaldınız? Sizin için birdir (sizin durumunuz aynıdır, farketmez).
7/A'RÂF-194: İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum fed’ûhum felyestecibû
lekum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Muhakkak ki; Allah'tan başka dua ettikleriniz sizler gibi kullardır. Öyleyse onları çağırın. Eğer
doğru sözlü iseniz böylece size (sizin duanıza) icabet etsinler (duanızı yerine getirsinler).
7/A'RÂF-195: E lehum erculun yemşûne bihâ, em lehum eydin yabtışûne bihâ, em lehum
a’yunun yubsırûne bihâ, em lehum âzânun yesmeûne bihâ, kulid’û şurekâekum summe kîdûni
fe lâ tunzırûn(tunzırûne).
Onların, onlarla yürüdükleri ayakları mı var? Veya onlarla tuttukları elleri mi var? Veya onlarla
gördükleri gözleri mi var? Veya onlarla işittikleri kulakları mı var? Söyle (onlara) ortaklarını
çağırsınlar, sonra bana tuzak kursunlar. Böylece göz açtırmayın (fırsat vermeyin).
7/A'RÂF-196: İnne veliyyiyallâhullezî nezzelel kitâbe ve huve yetevelles sâlihîn(sâlihîne).
Muhakkak ki; Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) indiren Allah benim dostumdur. Ve O, salihlere velîlik
yapar (dosttur).
7/A'RÂF-197: Vellezîne ted’ûne min dûnihî lâ yestetîûne nasrakum ve lâ enfusehum
yensurûn(yensurûne).
O'ndan başka dua ettiğiniz şeyler (çağırdıklarınız) size yardım etmeye muktedir değillerdir (güç
yetiremezler) ve kendilerine de yardım edemezler.
7/A'RÂF-198: Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ
yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve
onlar görmezler.
7/A'RÂF-199: Huzil afve ve’mur bil urfi ve a’rıd anil câhilîn(câhilîne).
Affı ahzet (affı kendine usül edin) ve irfanla emret ve cahillerden yüz çevir.
7/A'RÂF-200: Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeiz billâh(billâhi), innehu
semîun alîm(alîmun).
Ve fakat şeytandan sana bir dürtü gelirse, hemen Allah'a sığın. Muhakkak ki O; işitendir, bilendir.
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum
mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman
(Allah'ı) tezekkür ederler (Allah'la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp
gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
7/A'RÂF-202: Ve ihvânuhum yemuddûnehum fîl gayyi summe lâ yuksirûn(yuksirûne).
Ve onların (şeytanların) kardeşleri onları cehenneme sürüklerler. Sonra (bundan) vazgeçmezler.
7/A'RÂF-203: Ve izâ lem te’tihim biâyetin kâlû lev lectebeytehâ, kul innemâ ettebiu mâ yûhâ
ileyye min rabbî hâzâ besâiru min rabbikum ve huden ve rahmetun li kavmin yu’minûn
(yu’minûne).
Ve onlara bir âyet getirmediğin zaman “Onu derleyip toplasaydın (bir âyet düzseydin) olmaz
mıydı?” dediler. De ki: “Rabbimden bana ne vahyolunursa ben ancak ona tâbî olurum.” Bu, 6
Rabbinizden basiretler (kalp gözlerinizin görmesini sağlayacak olan yardımlar)dır. Ve hidayete
erdiren (Allah'a ulaştıran)dır. Ve mü'min olan (kalbine îmân yazılan) bir kavim için rahmettir.
7/A'RÂF-204: Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn(turhamûne).
Kur'ân okunduğu zaman artık onu dinleyin! Ve susun ki; böylece rahmete kavuşturulursunuz.
7/A'RÂF-205: Vezkur rabbeke fî nefsike tedarruan ve hîfeten ve dûnel cehri minel kavli bil
guduvvi vel âsâli ve lâ tekun minel gâfilîn(gâfilîne).
Ve sabah ve akşam vakitlerinde Rabbini kendi kendine, korkarak ve yalvararak, sözün sesli
olmayanı ile zikret. Ve gâfillerden olma.
7/A'RÂF-206: İnnellezîne inde rabbike lâ yestekbirûne an ibadetihî ve yusebbihûnehu ve lehu
yescudûn(yescudûne). (SECDE ÂYETİ)
Muhakkak ki Allah'ın katında olanlar (huzur namazı kılanlar), O'na ibadet etmekten kibirlenmezler.
Ve O'nu tesbih ederler. Ve O'na secde ederler.
ASR
Bismillâhirrahmânirrahîm
103/ASR-1: Vel asr(asri).
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar),
Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler
(dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
BAKARA
Bismillâhirrahmânirrahîm
2/BAKARA-1: Elif, lâm, mim.
Elif, Lâm, Mim.
2/BAKARA-2: Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).
İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.
2/BAKARA-3: Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum
yunfikûn(yunfikûne).
Onlar (takva sahipleridir) ki, gaybe (gaybte Allah'a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).
2/BAKARA-4: Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil
âhireti hum yûkınûn(yûkınûne).
Onlar (takva sahipleri) ki, sana indirilene ve senden önce indirilenlere (bütün semavî kitaplara)
îmân ederler ve onlar ahirete yakîn hasıl ederler (yakîn seviyesinde kesin olarak inanırlar).
2/BAKARA-5: Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
İşte onlar, Rab'lerinden bir hidayet üzeredirler. Ve işte onlar,onlar muflihundurlar (felâha, kurtuluşa
erenlerdir).
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ
yu’minûn(yu’minûne). 6
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min
olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun),
ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar)
hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.
2/BAKARA-8: Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi
mu’minîn(mu’minîne).
Ve insanlardan bir kısmı derler ki: “Biz Allah'a ve ahiret gününe (hayatta iken ruhun Allah'a
ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü'min değillerdir.
2/BAKARA-9: Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ
yeş’urûn(yeş’urûne).
(Zannederler ki) Allah'ı ve âmenû olanları aldatırlar. Ve onlar, kendilerinden başkasını aldatmazlar
ve farkında da olmazlar.
2/BAKARA-10: Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ(maradan) ve lehum azâbun
elîmun bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
Onların kalplerinde maraz (hastalık) vardır. Allah da bu sebeple onların hastalığını arttırdı. Tekzip
etmiş olmaları (Allah'a ulaşmayı yalanlamaları) sebebiyle onlar için elîm bir azap vardır.
2/BAKARA-11: Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı, kâlû innemâ nahnu muslihûn(muslihûne).
Onlara (Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için, kalpleri engelli ve başkalarını hidayetten men ettikleri
için Allah'ın hastalıklarını artırdığı insanlara): “Yeryüzünde fesat çıkarmayın (başkalarını Allah'ın
yolundan men etmeyin)!” denildiği zaman: “Biz sadece ıslâh ediciyiz.” dediler.
2/BAKARA-12: E lâ innehum humul mufsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Gerçekten onlar, fesat çıkaranlar, onlar değil mi? Ve lâkin farkında değiller.
2/BAKARA-13: Ve izâ kîle lehum âminû kemâ âmenen nâsu kâlû e nu’minu kemâ âmenes
sufehâu, e lâ innehum humus sufehâu ve lâkin lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve onlara: “İnsanların inandıkları gibi siz de âmenû olun (Allah'a ulaşmayı dileyin).” denildiği
zaman: “O sefihlerin (akılsızların) îmân ettiği gibi mi âmenû olalım?” dediler. Gerçekten onlar,
kendileri sefih değiller mi? Ve lâkin bilmiyorlar.
2/BAKARA-14: Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ
meakum, innemâ nahnu mustehziûn(mustehziûne).
Ve âmenû olanlarla buluştukları zaman: “Biz îmân ettik.” dediler. Şeytanlarıyla yalnız kaldıkları
zaman: “Muhakkak ki biz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) sadece alay eden kimseleriz.” dediler.
2/BAKARA-15: Allâhu yestehziu bihim ve yemudduhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah da onlarla istihza (alay) eder ve onlara mühlet verir. Onlar, kendi azgınlıkları (isyanları)
içinde bocalarlar.
2/BAKARA-16: Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû
muhtedîn(muhtedîne).
İşte onlar, o kimselerdir ki, hidayet ile dalâleti satın aldılar. Fakat onların ticareti, onlara hiç kâr
sağlamadı ve hidayete ermiş değillerdi.
2/BAKARA-17: Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ(nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu
zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn(yubsirûne).
Onların durumu, ateş yakıp böylece çevresindeki şeyleri aydınlattığı zaman Allah'ın nurlarını
giderdiği ve onları karanlıklar içinde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. (Artık) onlar göremezler.
2/BAKARA-18: Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn(yerciûne). 6
Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar dönemezler.
2/BAKARA-19: Ev ke sayyibin mines semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk(berkun), yec’alûne
esâbiahum fî âzânihim mines savâiki hazaral mevt(mevti), vallâhu muhîtun bil kâfirîn(kâfirîne).
Veya (onlar), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek bulunan bir yağmura
(tutulmuş) gibidirler. Yıldırımların (dehşetinden) ölüm korkusuyla kulaklarını parmaklarıyla
tıkarlar. Ve Allah, kâfirleri kuşatandır.
2/BAKARA-20: Yekâdul berku yahtafu ebsârehum kullemâ edâe lehum meşev fîhi, ve izâ azleme
aleyhim kâmû ve lev şâellâhu le zehebe bi sem’ihim ve ebsârihim innallâhe alâ kulli şey’in
kadîr(kadîrun).
Şimşek neredeyse onların gözlerini kamaştırır. Onları her aydınlatmasında onun (ışığında) yürürler.
Ve onların üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dileseydi, onların
duymalarını da görmelerini de elbette giderirdi. Muhakkak ki Allah, herşeye kâdirdir (herşeye gücü
yeter).
2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum
leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva
sahibi olursunuz.
2/BAKARA-22: Ellezî ceale lekumul arda firâşen ves semâe binââ(binâen), ve enzele mines
semâi mâen fe ahrece bihî mines semarâti rızkan lekum, fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum
ta’lemûn(tâ’lemune).
O (Allah) ki; yeryüzünü sizin için döşek ve göğü bina kıldı. Ve gökten su indirdi. Ve böylece
onunla mahsullerden sizin için rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah'a eşler kılmayın (putlar
edinmeyin).
2/BAKARA-23: Ve in kuntum fî reybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe’tû bi sûretin min mislihî,
ved’û şuhedâekum min dûnillâhi in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Ve eğer kulumuza indirdiğimiz şeyden (Kur'ân'dan) şüphe içindeyseniz, o zaman o'nun mislinden
bir sure getirin ve Allah'tan başka şahitlerinizi de davet edin, eğer siz sadıklarsanız.
2/BAKARA-24: Fe in lem tef’alû ve len tef’alû fettekûn nârelletî vakûduhân nâsu vel hicâratu,
uiddet lil kâfirîn(kâfirîne).
Fakat, eğer yapamazsanız ki asla yapamazsınız, o taktirde kâfirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar
ve taşlar olan ateşten sakının.
2/BAKARA-25: Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min
tahtihel enhâr(enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min
kabl(kablu) ve utû bihî muteşâbihâ(muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum
fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Ve âmenû olup, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amelde bulunanlar için altlarından nehirler akan
cennetler olduğunu müjdele. Oradaki meyvelerden ve mahsullerden bir rızıkla her
rızıklandırılışlarında “İşte bu bizim daha önce de rızıklandırıldığımız (yediğimiz) şeydir.” dediler.
Ve ona (dünyadaki rızıklarına) benzer (lezzet ve nefaset bakımından çok üstünü) verilmiştir. Onlar
için orada temiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.
2/BAKARA-26: İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ fe
emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe
yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen), yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî
kesîrâ(kesîran) ve mâ yudıllu bihî illel fâsıkîn(fâsıkîne).
Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. Fakat
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), onun Rab'lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler
(Allah'a ulaşmayı dilemeyenler) ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla 6
birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını
dalâlette bırakmaz.
2/BAKARA-27: Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh(mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ
emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard(ardı) ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Onlar (fâsıklar), (kâlû belâ günü Allah'a verdikleri) misaklarından sonra Allah'ın Ahdi`ni bozarlar.
Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler. Ve (başka insanların, ruhlarını
Allah'a ulaştırmalarına da mani olurlar. Ve bu sebeple) yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar
(kazandıkları pozitif dereceler negatif derecelerden az olup) hüsranda olanlardır.
2/BAKARA-28: Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum
summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(turceûne).
Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? (Kıyamet günü sur'a üfürüldükten sonra) siz ölü idiniz. Sonra sizi
(kıyamet günü) diriltti. Sonra sizi (sur'a ikinci defa üfürüldüğünde) öldürecek. Sonra sizi (sur'a
üçüncü defa üfürüldüğünde) diriltecek. Sonra (İndi İlâhi'de) O'na döndürüleceksiniz.
2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne
seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe
yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).
2/BAKARA-30: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e
tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve
nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de):
“Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni
takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.
2/BAKARA-31: Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle
enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn(sadikîne).
Ve (Allah), Âdem'e, (Allah'ın) isimlerinin hepsini (bu isimlerdeki hikmetleri) öğretti. Sonra onları
meleklere arz ederek dedi ki: “Haydi sadıklardan iseniz bunları isimleri ile bana haber verin
(söyleyin).”
2/BAKARA-32: Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul
hakîm(hakîmu).
(Melekler): “Seni tenzih ederiz.” dediler. “Senin bize öğrettiğinden başka (hiç) bir ilmimiz yoktur.
Muhakkak ki Sen, Alîm'sin (en iyi bilensin), Hakîm'sin (hikmet sahibisin).”
2/BAKARA-33: Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e
lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum
tektumûn(tektumûne).
(Allah): “Ey Âdem! Bunları onlara, isimleriyle haber ver (bildir).” dedi. Âdem onları isimleriyle
onlara bildirdiği zaman (Allah, meleklere): “Ben size demedim mi, muhakkak ki Ben, göklerin ve
yerin bilinmeyenlerini bilirim.Ve sizin açıkladığınız ve (içinizde) gizlemiş olduğunuz şeyleri de
bilirim ?” dedi.
2/BAKARA-34: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere
ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
Ve meleklere: “Âdem'e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler.
(İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.
2/BAKARA-35: Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu
şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne). 7
Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin, cennette yerleşin. Oradan (oradaki yiyeceklerden) dilediğiniz
yerden bol bol yeyin. Ve bu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.”
2/BAKARA-36: Fe ezellehumâş şeytânu anhâ fe ahrecehumâ mimmâ kânâ fîh(fîhi), ve
kulnâhbitû ba’dukum li ba’din aduvv(aduvvun), ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ
hîn(hînin).
Fakat şeytan, ikisinin (ayağını) oradan kaydırdı. Böylece ikisini de içinde oldukları şeyden
(ni'metten) çıkardı.Ve: “Birbirinize düşman olarak (dünyaya) inin. Sizin için (belli) bir zamana
kadar yeryüzünde oturma ve faydalanma (geçimini temin etme) vardır.” dedik.
2/BAKARA-37: Fe telekkâ âdemu min rabbihî kelimâtin fe tâbe aleyh(aleyhi), innehu huvet
tevvâbur rahîm(rahîmu).
Sonra Âdem, Rabbinden kelimeleri telakki etti (öğrendi) (ve Rabbine tövbe etti.). Bunun üzerine
(Allah), onun tövbesini kabul buyurdu. Muhakkak ki O, Tevvab'tır (tövbeleri kabul edendir),
rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
2/BAKARA-38: Kulnâhbitû minhâ cemîa(cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men
tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim
hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.”
2/BAKARA-39: Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâr(nârı), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş ehlidir, orada ebedî kalacak
olanlardır.
2/BAKARA-40: Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi
ahdikum ve iyyâye ferhebûn(ferhebûne).
Ey İsrailoğulları! Sizi ni'metlendirdiğim o ni'metimi hatırlayın ve ahdimi yerine getirin. Ve
(böylece) Ben de size olan ahdimi yerine getireyim (sizleri vaadettiğim cennetime alayım).
Ve(ahdinize sadık kalmakta) artık sadece benden korkun.
2/BAKARA-41: Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin
bih(bîhî), ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen ve iyyâye fettekûni.
Sizin yanınızda olanı (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim şeye (Kur'ân'a) îmân edin ve o'nu
inkâr edenlerin ilki siz olmayın. Ve âyetlerimi az bir bedelle satmayın. Ve artık sadece Bana karşı
takva sahibi olun.
2/BAKARA-42: Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve hakkı bâtıl ile karıştırmayın (örtmeyin) ve hakkı gizlemeyin. Ve (çünkü) siz biliyorsunuz.
2/BAKARA-43: Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn(râkiîne).
Ve namazı kılın (ikame edin) ve zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.
2/BAKARA-44: E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel
kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
İnsanlara birr'i (tezkiye ve teslim olmayı) emrediyorsunuz da siz kendinizi unutuyor musunuz? Ve
siz, Kitab'ı okuduğunuz halde hâlâ akıl etmiyor musunuz?
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel
hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile
Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi
râciûn(râciûne). 7
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve
(sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
2/BAKARA-47: Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve ennî faddaltukum alel
âlemîn(âlemîne).
Ey İsrailoğulları! Sizin üzerinize en'am ettiğim o ni'metimi hatırlayın. Ve muhakkak ki Ben, sizi
âlemlere üstün kıldım.
2/BAKARA-48: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve
lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Ve, bir kimseden diğer bir kimseye, bir şeyin ödenmeyeceği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin
kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği günden
sakının.
2/BAKARA-49: Ve iz necceynâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel azâbi yuzebbihûne
ebnâekum ve yestahyûne nisâekum ve fî zâlikum belâun min rabbikum azîm(azîmun).
Ve sizi firavun ailesinden kurtarmıştık ki (onlar), size kötü azap ediyorlar, oğullarınızı kesip
kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.
2/BAKARA-50: Ve iz faraknâ bikumul bahre fe enceynâkum ve agraknâ âle fir’avne ve entum
tenzurûn(tenzurûne).
Ve sizin için denizi yarmış, böylece sizi kurtarıp firavun ailesini boğmuştuk. Ve siz de (bunu)
görüyordunuz.
2/BAKARA-51: Ve iz vâadnâ mûsâ erbaîne leyleten summettehaztumul icle min ba’dihî ve
entum zâlimûn(zâlimûne).
Ve Musa'ya (Tur dağı'nda) kırk gece (beraberlik) vaadetmiştik. Sonra siz, hemen onun ardından
(Samiri'nin altından yaptığı) buzağıyı (tanrı) edindiniz. Ve siz zâlimlersiniz .
2/BAKARA-52: Summe afevnâ ankum min ba’di zâlike leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Sonra sizi, bunun (buzağıyı ilâh edinmenin) ardından affettik. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.
2/BAKARA-53: Ve iz âteynâ mûsâl kitâbe vel furkâne leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve, umulur ki siz hidayete erersiniz diye Musa (a.s)'a kitap ve furkan vermiştik.
2/BAKARA-54: Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi innekum zalemtum enfusekum
bittihâzikumul icle fe tûbû ilâ bâriikum faktulû enfusekum zâlikum hayrun lekum inde bâriikum
fe tâbe aleykum innehu huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
Ve Musa (a.s) kavmine: “Ey kavmim! Buzağıyı (ilâh) edinmenizle muhakkak ki siz, kendi
nefslerinize zulmettiniz. Hemen Yaratıcınız'a tövbe edin. Artık nefslerinizi (birbirinizi) öldürün. bu,
Yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır.” demişti. Böylece O, tövbenizi kabul
buyurdu.Muhakkak ki O, O tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.
2/BAKARA-55: Ve iz kultum yâ mûsâ len nu’mine leke hattâ nerallâhe cehreten fe ehazetkumus
sâikatu ve entum tenzurûn(tenzurûne).
Ve: “Yâ Musa! Biz, Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız.” demiştiniz. Bunun üzerine
sizi yıldırım yakaladı. Ve siz de (bunu) görüyordunuz.
2/BAKARA-56: Summe beasnâkum min ba’di mevtikum leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Sonra umulur ki böylece siz şükredersiniz diye ölümünüzden sonra sizi tekrar dirilttik.
2/BAKARA-57: Ve zallelnâ aleykumul gamâme ve enzelnâ aleykumul menne ves selvâ kulû min
tayyibâti mâ razaknâkum ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Ve bulutu sizin üstünüze gölgeledik. Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Sizi
rızıklandırdığımız temiz şeylerden yeyin. Ve onlar, bize zulmetmediler, fakat onlar, kendi
nefslerine zulmediyorlardı. 7
2/BAKARA-58: Ve iz kulnâdhulû hâzihil karyete fe kulû minhâ haysu şi’tum ragaden vedhulûl
bâbe succeden ve kûlû hıttatun nagfir lekum hatâyâkum ve senezîdul muhsinîn(muhsinîne).
Ve o zaman demiştik ki: “Bu kasabaya girin, böylece onun (ni'metlerinden) dilediğiniz yerden bol
bol yeyin. Kapıdan secde ederek girin ve “hıtta” (günahlarımızın bağışlanmasını diliyoruz) deyin.
Biz de sizin hatalarınızı mağfiret edelim (günahlarnızı sevaba çevirelim). Ve muhsinlere
(ni'metlerimizi) artıracağız.”
2/BAKARA-59: Fe beddelellezîne zalemû kavlen gayrellezî kîle lehum fe enzelnâ alellezîne
zalemû riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Böylece o zalimler, sözleri, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Bunun üzerine
Biz de, fıska düştüklerinden dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten korkunç bir azap indirdik.
2/BAKARA-60: Ve izisteskâ mûsâ li kavmihî fe kulnâdrib bi asâkel hacer(hacere) fenfeceret
minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum kulû veşrebû min rızkıllâhi
ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Musa (a.s), kavmi için su istemişti. Bunun üzerine: “Asânla taşa (kayaya) vur.” dedik. Böylece
ondan (kayadan) on iki pınar fışkırdı. İnsanların hepsi kendi içeceği yeri (pınarını) bilmiğti.
Allah'ın rızkından yeyin, için ve sakın azıp yeryüzünde fesat çıkaranlar olmayın.
2/BAKARA-61: Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbira alâ taâmin vâhidin fed’u lenâ rabbeke yuhric
lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâiha ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e
testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr(hayrun), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum ve
duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu ve bâu bi gadabin minallâh(minallâhi), zâlike bi
ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayril hak(hakkı), zâlike bi
mâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).
Ve siz: “Ey Musa! Biz bir (çeşit) yemek (yemeye) asla sabredemeyiz. Artık bizim için Rabbine dua
et. Bize yeryüzünün yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, kabağından, sarımsağından,
mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” demiştiniz. (Musa a.s): “Hayırlı olanı, daha değersiz
olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? (Öyle ise) Mısır'a inin, sizin istediğiniz şeyler muhakkak ki
orada var.” demişti. (Sonra da) onların üzerlerine zillet (sefalet) ve fakirlik (damgası) vuruldu. Ve
onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri
haksız yere öldürmelerinden dolayıdır. İşte bu (ceza), asi olup (isyan edip), haddi aşmış olmaları
sebebiyledir.
2/BAKARA-62: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi vel
yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki, âmenû olanlar ve yahudi, hristiyan ve sabii olanlardan kim, Allah'a ve ahiret gününe
inandı ve ıslâh edici ameller işlediyse (nefsini tezkiye etti ise ), artık onların mükâfatları Rab'lerinin
katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
2/BAKARA-63: Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra) huzû mâ ateynâkum
bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(tettekûne).
Sizin misâkinizi (yeminlerinizi) aldığımız zaman Tur Dağı'nı üstünüze kaldırmıştık. Siz verdiğimiz
şeyleri kuvvetle alın (sarılın) ve onun içindeki şeyleri zikredin (hatırlayın), umulur ki böylece siz
takva sahibi olursunuz.
2/BAKARA-64: Summe tevelleytum min ba’di zâlik(zâlike), fe lev lâ fadlullâhi aleykum ve
rahmetuhu le kuntum minel hâsirîn(hâsirîne).
Sonra, bunun (misâkın) arkasından siz döndünüz.Buna rağmen eğer Allah'ın fazlı ve O'nun rahmeti
sizin üzerinize olmasaydı, siz mutlaka hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
2/BAKARA-65: Ve lekad alimtumullezîne’tedev minkum fîs sebti fe kulnâ lehum kûnû kıradeten
hâsiîn(hasiîne). 7
Ve andolsun ki siz, içinizden cumartesi günündeki (avlanma yasağını) çiğneyenleri biliyordunuz. O
zaman onlara: “Hakir (aşağılık) maymunlar olun.” dedik.
2/BAKARA-66: Fe cealnâhâ nekâlen li mâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ ve mev’ızaten lil
muttakîn(muttakîne).
Böylece onu (bu cezayı), hayatta olanlara ve onların arkasından gelecek olanlara bir ibret ve takva
sahipleri için bir öğüt kıldık.
2/BAKARA-67: Ve iz kâle mûsâ li kavmihî innallâhe ye’murukum en tezbehû
bakarah(bakaraten), kâlû e tettehızunâ huzuvâ(huzuven), kâle eûzu billâhi en ekûne minel
câhilîn(câhilîne).
Ve Musa (a.s) kavmine: “Muhakkak ki Allah sizin bir inek kesmenizi emrediyor.” demişti. (Onlar):
“Bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. (Musa a.s) onlara: “Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım.”
dedi.
2/BAKARA-68: Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiy(hiye), kâle innehu yekûlu innehâ
bakaratun lâ fâridun ve lâ bikr(bikrun), avânun beyne zâlik(zalike) fef’alû mâ
tu’merûn(tu’merune).
(Onlar) dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et, onun ne (vasıfta) olduğunu bize açıklasın.” (Musa
a.s) dedi ki: “Muhakkak ki O (Allah) buyuruyor ki, o mutlaka ne genç, ne de yaşlı, ikisinin ortası
yaşta bir inektir. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın.”
2/BAKARA-69: Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ levnuhâ, kâle innehu yekûlu innehâ
bakaratun safrâu, fâkiun levnuhâ tesurrun nâzırîn(nâzirîne).
(Onlar) dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et , onun rengi nedir, bize açıklasın.” (Musa a.s) dedi
ki: “Muhakkak ki O (Allah) buyuruyor ki, o mutlaka görenlerin hoşuna gidecek parlak sarı renkte
bir inektir.”
2/BAKARA-70: Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiye, innel bakara teşâbehe aleynâ, ve
innâ in şâallâhu le muhtedûn(muhtedûne).
(Onlar) dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl olduğunu bize açıklasın. Gerçekten o
inek, bize göre, diğerlerine benziyor. Ve eğer Allah dilerse, muhakkak ki biz (kesilmesi emrolunan
ineğe) mutlaka ulaşırız.”
2/BAKARA-71: Kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ zelûlun tusîrul arda ve lâ teskıl
hars(harse), musellemetun lâ şiyete fîhâ kâlûl’âne ci’te bil hakk(hakkı), fe zebehûhâ ve mâ kâdû
yef’alûn(yef’alûne).
(Musa a.s) dedi ki: “Muhakkak ki O (Allah), buyuruyor ki, o mutlaka boyunduruk altına alınmamış
bir inektir. Toprağı sürmez, ekin sulamaz, salmadır, onda alaca (leke) yoktur.” Dediler ki: “İşte
şimdi hakikati getirdin (tam tarifini yaptın).” Bunun üzerine onu (o vasıfta olan ineği bulup)
kestiler. Ve az kalsın bunu yapmayacaklardı.
2/BAKARA-72: Ve iz kateltum nefsen feddâre’tum fîhâ vallâhu muhricun mâ kuntum
tektumûn(tektumûne).
Ve siz, bir adam öldürmüştünüz sonra da (katilini saklayarak) onun hakkındaki (suçu) birbirinize
yüklemiştiniz. (Oysa) Allah gizlemiş olduğunuz şeyi açığa çıkarandır.
2/BAKARA-73: Fe kulnâdribûhu bi ba’dıhâ kezâlike yuhyîllâhul mevtâ ve yurîkum âyâtihî
leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Bunun üzerine Biz: “Onun (ineğin) bir parçasıyla ona (öldürülen adama) vurun.” dedik. (O zaman
ölen kişi dirilip katilini söyledi). Allah, işte böyle ölüleri diriltir ve size âyetlerini (kudretini)
gösterir. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.
2/BAKARA-74: Summe kaset kulûbukum min ba’di zâlike fe hiye kel hıcâreti ev eşeddu
kasveh(kasveten), ve inne minel hıcâreti lemâ yetefecceru minhul enhâr(enhâru), ve inne minhâ 7
lemâ yeşşakkaku fe yahrucu minhul mâu, ve inne minhâ lemâyehbitu min
haşyetillâh(haşyetillâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Sonra, bunun (bu mucizenin) arkasından kalpleriniz (gene) kasiyet bağladı (katılaştı ve karardı),
öyle ki taş gibi hatta daha da katı oldu. Ve gerçekten, taşlardan öyleleri vardır ki, ondan nehirler
fışkırır. Ve gerçekten, onlardan (taşlardan) öyleleri vardır ki, yarılır, böylece içinden su çıkar. Ve
mutlaka onlardan (taşlardan) öyleleri vardır ki, Allah'a karşı duyduğu huşûdan yuvarlanıp aşağı
düşer. Ve Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.
2/BAKARA-75: E fe tatmeûne en yu’minû lekum ve kad kâne ferîkun minhum yesmeûne
kelâmallâhi summe yuharrifûnehu min ba’di mâ akalûhu ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
(Ey mü'minler)! Hâlâ onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Onlardan bir fırka (grup) vardı
ki, Allah'ın kelâmını işitirler, sonra onu akıl ettikleri (anladıkları) halde, bile bile tahrif ederler.
2/BAKARA-76: Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halâ ba’duhum ilâ ba’din kâlû e
tuhaddisûnehum bi mâ fetehallâhu aleykum li yuhâccûkum bihî inde rabbikum e fe lâ
ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve onlar, âmenû olanlarla (Allah'a ulaşmayı dileyenlerle) mülâki oldukları (karşılaştıkları) zaman:
“Âmenû olduk.” dediler. Yalnız kaldıkları zaman birbirlerine: “Allah'ın size açtığı şeyleri
(Resûlallah hakkında bildirdiklerini), Rabbinizin katında size karşı onu “hüccet (delil) göstersinler”
diye mi onlara (mü'minlere) anlatıyorsunuz? Hâlâ akıl etmiyor musunuz?” dediler.
2/BAKARA-77: E ve lâ ya’lemûne ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne).
Ve onlar, gizlenen ve açıklanan şeyleri “Allah'ın bildiğini” bilmiyorlar mı?
2/BAKARA-78: Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ
yezunnûn(yezunnûne).
Ve onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece emaniyeyi (kişilerin
yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zanda bulunuyorlar.
2/BAKARA-79: Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min
indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve
veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).
Artık elleriyle (emaniye bilgiler içeren) kitabı yazanların vay haline! Sonra da onu (bu yazdıklarını)
az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. İşte onlara yazıklar olsun ,
elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı ve yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
2/BAKARA-80: Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul
ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve (emaniyeye tâbî olanlar): “Ateş bize, sayılı günlerden başka asla dokunmayacak (günahlarımız
kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah'ın katından bir ahd mi edindiniz?” O taktirde
(Eğer böyle bir ahd almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir
şey mi söylüyorsunuz?
2/BAKARA-81: Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri),
hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Hayır (sandığınız gibi değil), kim, günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa, işte onlar artık
ateş ehlidir ve orada devamlı kalacak olanlardır.
2/BAKARA-82: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Ve âmenû olup (Allah'a ulaşmayı dileyip), ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amel işleyenler, işte
onlar, cennet ehlidir. Ve orada (cennette) devamlı kalacak olanlardır. 7
2/BAKARA-83: Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bil vâlideyni ihsânen
ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz
zekât(zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn(mu’ridûne).
Biz, İsrailoğulları'ndan: “Allah'tan başkasına kul olmayın, ana-babaya, yakınlara (akrabaya),
yetimlere ve miskinlere ihsanda bulunun, insanlara güzel söz söyleyin, namazı (hakkıyla) kılın,
zekâtı verin.” diye misak almıştık. Sonra da sizden pek azınız hariç, (misakınızdan geri) döndünüz.
Ve siz, yüz çeviren kimselersiniz.
2/BAKARA-84: Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min
diyârikum summe ekrartum ve entum teşhedûn(teşhedûne).
Ve “Birbirinizin kanlarını dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın.” diye sizden misak
almıştık. Siz de bunu (misakınızı) ikrar etmiştiniz (kabul etmiştiniz) ve sizler (buna) şahitsiniz.
2/BAKARA-85: Summe entum hâulâi taktulûne enfusekum ve tuhricûne ferîkan minkummin
diyârihim, tezâharûne aleyhim bil ismi vel udvân(udvâni), ve in ye’tûkum usârâ tufâdûhum ve
huve muharremun aleykum ihrâcuhum e fe tu’minûne bi ba’dil kitâbive tekfurûne bi
ba’d(ba’dın), fe mâ cezâu men yef’alu zâlike minkum illâ hızyun fîl hayâtid dunyâ, ve yevmel
kıyâmeti yureddûne ilâ eşeddil azâb(azâbi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Sonra siz, öyle kimselersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından
çıkarıyorsunuz ve onlara karşı günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar, size esir
olarak gelseler, onların yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış olduğu halde (onların
yurtlarında kalmalarına izin vermeyip) fidye karşılığı değiştirirsiniz. Yoksa Kitab'ın bir kısmına
inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında
ancak rezilliktir. Kıyâmet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine maruz bırakılır. Ve Allah,
yaptığınız şeylerden gâfil değildir.
2/BAKARA-86: Ulâikellezîneşteravul hayâted dunyâ bil âhireti, fe lâ yuhaffefu anhumul azâbu
ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
İşte onlar öyle kimselerdir ki, dünya hayatını ahirete karşı satın almışlardır. Bu sebeple azap
onlardan hafifletilmez ve onlar yardım da olunmazlar .
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne
meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ
tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem'in
oğlu İsa'ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh'ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki,
nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir
kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.
2/BAKARA-88: Ve kâlû kulûbunâ gulf(gulfun), bel leanehumullâhu bi kufrihim fe kalîlen mâ
yu’minun(yu’minûne).
Ve dediler ki: “Bizim kalplerimiz kılıflıdır.” Hayır, Allah, küfürleri (sebebi) ile onları lânetledi. Bu
sebeble ne kadar az îmân ediyorlar.
2/BAKARA-89: Ve lemmâ câehum kitâbun min indillâhi musaddikun limâ meahum, ve kânû
min kablu yesteftihûne alellezîne keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihî, fe la’netullâhi
alel kâfirîn(kâfirîne).
Ve onlara, Allah katından onların beraberindeki şeyi (Tevrat'ı) tasdik eden bir Kitap, (Kur'ân)
geldiği zaman (o'nu kabul etmediler). (Kur'ân gelmeden) önce kâfirlere karşı (zor durumda
kaldıklarında, Tevrat'ta bahsi geçen ahir zaman Peygamberi adına) fetih ve zafer için (Allah'tan)
yardım istiyorlardı. Oysa, O bildikleri vrat'ta vasfı bildirilen Peygamber) onlara gelince O'nu (Te
inkâr ettiler. Bu yüzden Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerinedir. 7
2/BAKARA-90: Bi’semeşterav bihî enfusehum en yekfurû bi mâ enzelallâhu bagyen en
yunezzilallâhu min fadlihî alâ men yeşâu min ibâdih(ibâdihî), fe bâû bi gadabin alâ
gadab(gadabin), ve lil kâfirîne azâbun muhîn(muhînun).
Onların, Allah'ın kullarından dilediği kimse üzerine, fazlından indirmekte olduğuna (vahye), haset
ederek Allah'ın indirdiği şeyi inkâr etmeleri ve onunla kendilerini sattıkları şey ne kötü. Böylece
gazaptan gazaba uğradılar ve kâfirler için “alçaltıcı azap” vardır.
2/BAKARA-91: Ve izâ kîle lehum âminû bi mâ enzelallâhu kâlû nu’minu bi mâ unzile aleynâ ve
yekfurûne bi mâ verâehu ve huvel hakku musaddikan limâ meahum kul fe lime taktulûne
enbiyâallâhi min kablu in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine îmân edin.” denildiği zaman: “Biz, bize indirilene îmân ederiz.”
dediler. Ve, onun arkasındakini (ondan sonra geleni) inkâr ederler. Ve, o haktır ve onların
yanındakini tasdik edicidir. De ki: “Eğer siz, mü'minler iseniz bundan önce niye Allah'ın
peygamberlerini öldürüyordunuz?”
2/BAKARA-92: Ve lekad câekum mûsâ bil beyyinâti summettehaztumul icle min ba’dihî ve
entum zâlimûn(zâlimûne).
Ve andolsun ki, Musa (a.s) size beyyineler (açık deliller) ile geldi. Sonra siz onun ardından
buzağıyı (ilâh) edindiniz ve siz zalimlersiniz.
2/BAKARA-93: Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra), huzû mâ âteynâkum
bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ
ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve sizden, misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik. Size verdiğimiz şeyi (Tevrat'ı) kuvvetle
alın ve (emirlerimizi) işitin (demiştik). “İşittik ve isyan ettik.” dediler. Küfürleri sebebiyle buzağı
(sevgisi) onların kalplerine içirildi (yerleştirildi). De ki: “Eğer siz mü'min kimseler iseniz,
îmânınızın onunla size emrettiği şey ne kötü.
2/BAKARA-94: Kul in kânet lekumud dârul âhiretu indallâhi hâlisaten min dûnin nâsi fe
temennevûl mevte in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
De ki: “Allah katındaki ahiret yurdu, başka insanların değil de sadece size has (özel) ise, o halde
eğer (sözünüzde) sadıklarsanız ölümü temenni edin!”
2/BAKARA-95: Ve len yetemennevhu ebeden bimâ kaddemet eydîhim vallâhu alîmun biz
zâlimîn(zâlimîne).
Ve elleriyle takdim ettikleri (günahları) sebebiyle onu (ölümü), ebediyyen asla temenni etmezler.
Ve Allah, zâlimleri en iyi bilendir.
2/BAKARA-96: Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve minellezîne eşrakû yeveddu
ehaduhum lev yuammeru elfe seneh(senetin), ve mâ huve bi muzahzihıhî minel azâbi en
yuammer(yuammere), vallâhu basîrun bimâ ya’melûn(ya’melûne).
Ve onları, hayata karşı insanların en hırslısı bulursun. Ve (hatta) o şirk koşanlardan herbiri şâyet
bin sene ömürlendirilse, (yaşamayı) ister. Onun ömrünün uzatılması, onu azaptan uzaklaştırıcı
değildir. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.
2/BAKARA-97: Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi
musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).
Kim Cibril'e düşman oldu ise (ona) de ki: “Halbuki muhakkak ki o (Cebrail a.s), onların ellerindeki
(kitapları) tasdik eden O (Kur'ân'ı), Allah'ın izniyle, mü'minlere bir hidayet (rehberi) ve müjde
olarak senin kalbine indirdi.”
2/BAKARA-98: Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe
innallâhe aduvvun lil kâfirîn(kâfirîne).
Kim, Allah'a ve O'nun meleklerine ve O'nun resûllerine ve Cebrail'e ve Mikail'e düşman oldu ise, o
taktirde muhakkak ki Allah kâfirlere düşmandır. 7
2/BAKARA-99: Ve lekad enzelnâ ileyke âyâtin beyyinât(beyyinâtin), ve mâ yekfuru bihâ illel
fâsikûn(fâsikûne).
Ve andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Ve bunları fâsıklardan başka kimse inkâr etmez.
2/BAKARA-100: E ve kullemâ âhedû ahden nebezehu ferîkun minhum bel ekseruhum lâ
yu’minûn(yu’minûne).
Ve onlardan bir kısmı, bir ahd yaptıkları zaman, her defasında onu nakzettiler mi (bozmadılar mı)?
Evet (bozdular), onların çoğu îmân etmezler.
2/BAKARA-101: Ve lemmâ câehum resûlun min indillâhi musaddikun limâ meahum nebeze
ferîkun minellezîne ûtûl kitâb(kitâbe), kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve onlara Allah'ın katından yanlarındaki (Kitab'ı) tasdik eden (doğrulayan) bir resûl geldiği zaman,
kitapverilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitab'ını arkalarına attılar.
2/BAKARA-102: Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere
suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi
bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu
fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve
zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne
mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın,
ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlar Süleyman (a.s)'ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular
(uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara,
sihri ve Babil şehri'ndeki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve
oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek)
kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun
karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah'ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç
kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri
öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir
nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne
kötü, keşke bilselerdi.
2/BAKARA-103: Ve lev ennehum âmenû vettekav le mesûbetun min indillâhi hayr(hayrun), lev
kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Eğer onlar âmenû olup (Allah'a ulaşmayı dileyip) ve takva sahibi olsalardı, mutlaka Allah'ın
katından (kendilerine verilecek) sevap, elbette daha hayırlı olurdu, keşke bilselerdi.
2/BAKARA-104: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûlû râinâ ve kûlûnzurnâ vesmeû ve lil kâfirîne
azâbun elîm(elîmun).
Ey âmenu olanlar! “Raina (bizi gözet)” demeyin. ve “unzurna(bize bak)” deyin. ve (Allah'ın
hükmünü) dinleyin (işitin). ve kâfirler için “elîm azap” vardır..
2/BAKARA-105: Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele
aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zul fadlil
azîm(azîmi).
Ehli kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hayırdan (rahmet ve fazl)
indirilmesini istemezler. Ve Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Ve Allah, “büyük fazıl”
sahibidir.
2/BAKARA-106: Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ e lem
ta’lem ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Biz bir âyetten neyi neshedersek (kaldırırsak ve değiştirirsek) veya neyi unutturursak, ondan daha
hayırlısını veya onun mislini getiririz. Allah'ın herşeye kaadir olduğunu bilmiyor musun? 7
2/BAKARA-107: E lem ta’lem ennellâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ lekum min
dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Göklerin ve yerin mülkünün O'na, Allah'a ait olduğunu bilmiyor musun? Ve sizin için Allah'tan
başka dost ve yardımcı yoktur.
2/BAKARA-108: Em turîdûne en tes’elû resûlekum kemâ suile mûsâ min kabl(kablu), ve men
yetebeddelil kufra bil îmâni fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
Yoksa siz de, daha önceden Musa (a.s)'a sorulduğu gibi, resulunuzu (ondan şüpheye düşerek)
sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Ve kim îmânı küfür ile değiştirirse, artık o doşru yoldan
sapmıştır.
2/BAKARA-109: Vedde kesîrun min ehlil kitâbi lev yeruddûnekum min ba’di îmânikum
kuffârâ(kuffâran), haseden min indi enfusihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hakk(hakku),
fa’fû vasfehû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih(emrihî), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ehli kitaptan çoğu, hak kendilerine apaçık beyan olduktan sonra, nefslerindeki hasetten dolayı, sizi
îmânınızdan sonra küfre döndürebilmeyi (fıska düşürmeyi) isterler. Artık, Allah (bu husustaki)
emrini getirinceye kadar bağışlayın ve hoşgörün. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.
2/BAKARA-110: Ve ekîmus salâte ve âtûz zekât(zekâte), ve mâ tukaddimû li enfusikum min
hayrin tecidûhu indallâh(indallâhi) innallâhe bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Ve, namazı ikâme edin (kılın), ve zekâtı verin. Nefsleriniz için hayır olarak ne takdim ettiniz
(sundunuz) ise , onu Allah'ın indinde bulursunuz. Muhakkak ki Allah, amellerinizi en iyi görendir.
2/BAKARA-111: Ve kâlû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nasâr(nasârâ), tilke
emâniyyuhum kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve dediler ki: “Cennete yahudi veya hristiyan olan kimselerden başkası asla girmeyecektir.” Bu,
onların emaniyesidir (zan ve kuruntularıdır). “Eğer siz sadıklar iseniz delillerinizi getirin.” de.
2/BAKARA-112: Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde
rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Hayır, (öyle değil), kim vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederse, o muhsin olur. Artık
Rabbinin katında onun ecri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
2/BAKARA-113: Ve kâletil yahûdu leysetin nasârâ alâ şey’(şey’in) ve kâletin nasârâ leysetil
yahûdu alâ şey’in ve hum yetlûnel kitâb(kitâbe), kezâlike kâlellezine lâ ya’lemûne misle
kavlihim, fallâhu yahkumu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Ve yahudiler dedi ki: “Hristiyanlar bir şey (hak bir dîn) üzere değildir.” Hristiyanlar dedi ki:
“Yahudiler bir şey (hak bir dîn) üzere değildir.” Halbuki onlar (her iki taraf da) Kitab'ı tilâvet
ediyorlar (okuyorlar). Bunun gibi bilmeyenler de onların sözleri gibi sözler söylediler.Artık Allah,
ihtilaf ettikleri şey hakkında, kıyâmet günü hüküm verecektir.
2/BAKARA-114: Ve men azlemu mimmen menea mesâcidallâhi en yuzkere fîhesmuhu ve seâ fî
harâbihâ ulâike mâ kâne lehum en yedhulûhâ illâ hâifîn(hâifîne) lehum fîd dunyâ hızyun ve
lehum fîl âhireti azâbun azîm(azîmun).
Ve Allah'ın mescidlerinde, O'nun adının zikredilmesini men eden (yasaklayan) ve onların
(mescidlerin) harap olmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? İşte onların, korkmadan
oraya (mescidlere) girmesi olamaz (ancak korka korka girebilirler.) Onlar için dünyada rezillik,
ahirette de “azîm azap” (en büyük azap) vardır.
2/BAKARA-115: Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme
vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun).
Ve doğu da Allah'ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah'ın Vechi (Zat'ı) işte
oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi'dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır). 7
2/BAKARA-116: Ve kâlûttehazellâhu veleden, subhâneh(subhânehu), bel lehu mâ fîs semâvâti
vel ard(ardı), kullun lehu kânitûn(kânitûne).
Ve “Allah çocuk edindi.” dediler. O, (bundan) münezzehtir (berîdir). Hayır, göklerde ve yerde ne
varsa (hepsi) O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğmiştir (emrine amadedir).
2/BAKARA-117: Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe
yekûn(yekûnu).
Gökleri ve yeri bedî olarak (örneksiz) yaratandır. Bir işi kadâ ettiği (olmasını istediği) zaman, o
şeye sadece “Ol!” der. O, hemen olur.
2/BAKARA-118: Ve kâlellezîne lâ ya’lemûne lev lâ yukellimunâllâhu ev te’tînâ âyeh(âyetun),
kezâlike kâlellezîne min kablihim misle kavlihim, teşâbehet kulûbuhum, kad beyyennal âyâti li
kavmin yûkınûn(yûkınûne).
Ve (gerçeği) bilmeyenler: “Keşke Allah bizimle konuşsa” veya “Bize de bir âyet gelse” dediler.
Bunun gibi onlardan öncekiler de, onların sözlerine benzer (sözler) söyledi. Onların kalpleri
birbirine benzedi. Âyetlerimizi, yakîn hasıl eden bir kavim için beyan etmiştik.
2/BAKARA-119: İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîren, ve lâ tus’elu an ashâbil
cahîm(cahîmi).
Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve ashabı cehîmden
(cehennemliklerden) sanasorulmaz (sen cehenneme gideceklerden sorumlu tutulmazsın ).
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne
hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi
min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla
razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın kendisine ulaştırması) işte o,
hidayettir.” .Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için
Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
2/BAKARA-121: Ellezîne âteynâhumul kitâbe yetlûnehu hakka tilâvetih(tilâvetihî) ulâike
yu’minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (nebîler), (ve resûller), onu hakiki bir tilâvet ile tilâvet
ederler (okuyup açıklarlar). İşte onlar, ona (kitaba) îmân ederler. Ve kim onu inkâr ederse, işte
onlar hüsranda olanlardır.
2/BAKARA-122: Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve ennî faddaltukum alel
âlemîn(âlemîne).
Ey İsrailoğulları! Sizin üzerinize en'am ettiğim o ni'metimi hatırlayın. Ve muhakkak ki Ben, sizi
âlemlere üstün kıldım.
2/BAKARA-123: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ adlun ve
lâ tenfeuhâ şefâatun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Kimseden kimseye bir şey ödenmediği ve onlardan bir fidye (bedel) kabul edilmeyeceği ve
kendilerine şefaatin fayda vermeyeceği ve onlara yardım olunmayacağı bir günden sakının.
2/BAKARA-124: Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle
innî câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz
zâlimîn(zâlimîne).
Ve İbrâhîm'i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet (imtihan) tamamlanınca da (Allah şöyle)
buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm a.s): “Benim zürriyetimden
de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin
zürriyetinden olan) zâlimler nail olamaz.” buyurdu. 8
2/BAKARA-125: Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı
ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel
âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).
Ve Biz beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz,
İbrâhîm'in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (a.s)'a ve İsmail (a.s)'a:
“Tavaf edenler, âkifler (ibadet için kalanlar), rükûve secde edenler için beytim'i temiz tutsunlar.”
diye ahdettik.
2/BAKARA-126: Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mines
semerâti men âmene minhum billâhi vel yevmil âhir(âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu
kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr(nâri), ve bi’sel masîr(masîru).
Ve İbrâhîm: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından Allah'a ve yevmil âhire
îmân edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (Allah)
şöyle buyurdu: “Kâfir olan kimseyi biraz metalandırırım (geçindiririm) ve sonra onu ateşin azabına
maruz bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.”
2/BAKARA-127: Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel
minnâ inneke entes semîul alîm(alîmu).
İbrâhîm (a.s) ve İsmail (a.s), beyt'in (Kâbe'nin) temellerini yükseltiyorlardı (ve şöyle dua
ediyorlardı): “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyi işiten ve en iyi
bilensin.”
2/BAKARA-128: Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten
leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm(rahîmu).
Rabbimiz, bizim ikimizi sana teslim olanlardan kıl, zürriyetimizden de sana teslim olan bir ümmet
(kıl) ve bize (hac) ibadetinin yerlerini (ve kurallarını) göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki
Sen, Sen, tövbeleri kabul edensin, rahmet edensin (rahmet nuru gönderensin).
2/BAKARA-129: Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul
kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup
açıklayacak), onlara Kitap'ı (Kuranı Kerim'i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve
tasfiye) edecek bir resûl beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz'sin, Hakîm'sin.
2/BAKARA-130: Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh(nefsehu), ve
lekadistafeynâhufîd dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve, nefsini sefih kılan kişi hariç kim, İbrâhîm'in dîninden yüz çevirir ? Andolsun ki Biz, onu
dünyada seçtik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.
2/BAKARA-131: İz kâle lehû rabbuhû eslim kâle eslemtu li rabbil âlemîn(âlemîne).
Rabbi ona: “Teslim ol!” dediği zaman “Ben, âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi
2/BAKARA-132: Ve vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb(ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ
lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ve, İbrâhîm (a.s) onu (Allah'a teslim olmayı) kendi oğullarına vasiyet etti. Ve Yâkub (a.s) da: “Ey
oğullarım! Muhakkak ki Allah, bu dîni sizin için seçti. Artık siz, Allah'a teslim olmadan ölmeyin.”
diye (vasiyet etti)..
2/BAKARA-133: Em kuntum şuhedâe iz hadara ya’kûbel mevtu, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne
min ba’dî kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ilâhen
vâhidâ(vahiden) ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
Yoksa siz Yâkub (a.s), öleceği zaman (ona): “şahit mi oldunuz?” O (Yâkub a.s.), oğullarına:
“Bundan (ben öldükten) sonra neye (kime) kul olacaksınız?” demişti. (Onlar): “Senin ilâhına ve
senin ataların İbrâhîm (as), İsmail (as) ve İshak (as)'ın ilâhı olan tek İlâh'a kul olacağız. Ve biz,
O'na teslim olanlarız.” dediler. 8
2/BAKARA-134: Tilke ummetun kad halet, lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum, ve lâ
tus’elûne ammâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte onlar bir ümmetti ki geldi, geçti. Onların kazandığı şeyler kendilerine, sizin kazandıklarınız
sizedir. Onların yapmış olduklarından size sorulmaz (siz sorumlu değilsiniz).
2/BAKARA-135: Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme
hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve dediler ki: “Yahudi veya hristiyan olun ki, hidayete eresiniz.” De ki: “Hayır. İbrâhîm'in dîni
haniftir (hidayete ermiştir).” Ve o, müşriklerden olmadı.”
2/BAKARA-136: Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle
ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ
nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
Deyin ki: “Biz Allah'a, bize indirilenlere, İbrâhîm (as.)'a, İsmail (as.)'a, İshak (as.)'a, Yâkub (as.) ve
torunlarına indirilenlere, Musa (as.) ve İsa (as.)'ya verilenlere ve (diğer) nebîlere, Rab'leri
tarafından verilenlere (sahife, kitap ve vahiylere) îmân ettik. Onların arasından hiçbirini ayırmayız
(fark gözetmeyiz). Ve biz, O'na teslim olanlarız.”
2/BAKARA-137: Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ
hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm(alîmu).
Bundan sonra eğer onlar da, sizin O'na (Allah'a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi o takdirde
hidayete ermiş olurlardı. Ve eğer dönerlerse (yüz çevirirlerse), böylece o taktirde onlar, sadece bir
ayrılık içinde olurlar (Allah'ın yolundan ayrılmış olurlar). Allah, (onlara karşı) sana kâfi gelecektir.
O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.
2/BAKARA-138: Sıbgatallâh(sıbgatallâhi) ve men ahsenu minallâhi sıbgaten, ve nahnu lehu
âbidûn(âbidûne).
Allah'ın boyası; Allah'ın boyası ile boyanandan daha ahsen (daha güzel) olan kim vardır? Ve biz,
O'na kul olanlarız.
2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve
lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de
Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, ona muhlis
olanlarız (dîni O'na hâlis kılanlarız).”
2/BAKARA-140: Em tekûlûne inne ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâta kânû
hûden ev nasârâ kul e entum a’lemu emillâh(emillâhu), ve men azlemu mimmen keteme
şehâdeten indehu minallâh(minallâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Yoksa siz: “Muhakkak ki İbrâhîm (as.), İsmail (as.), İshak (as.), Yakup (as.) ve torunları yahudi
veya hristiyan'dılar ” mı diyorsunuz. De ki: “Sizler mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?”
Allah tarafından verilen, onun yanındaki şahitliği gizleyen kimseden daha zalim kim vardır? Allah,
yaptıklarınızdan gâfil değildir.
2/BAKARA-141: Tilke ummetun kad halet lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum ve lâ
tus’elûne ammâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte onlar bir ümmetti ki geldi, geçti. Onların kazandığı şeyler kendilerine, sizin kazandıklarınız
sizedir. Onların yapmış olduklarından size sorulmaz (siz sorumlu değilsiniz).
2/BAKARA-142: Se yekûlus sufehâu minen nâsi mâ vellâhum an kıbletihimulletî kânû aleyhâ
kul lillâhil meşrıku vel magrıb(magrıbu), yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
İnsanlardan sefih olanlar diyecekler ki: “Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?” De
ki: “Doğu vebatı Allah'ındır. O, dilediğini Sıratı Mustakîm'e hidayet eder (ulaştırır).” 8
2/BAKARA-143: Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve
yekûner resûlu aleykum şehîdâ(şehîden), ve mâ cealnâl kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme
men yettebiur resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh(akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ
alellezîne hedallâh(hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun
rahîm(rahîmun).
Ve işte böylece insanların üzerine (hak) şahitler olmanız için Biz, sizi vasat (ikisi arasında) (hayırlı
ve faziletli) bir ümmet kıldık. Resûl de sizin üzerinize şahit olsun.Ve Biz, sadece Resûl'e uyanı,
topukları üzerinde geriye dönenden ayırıp bilmemiz(belirtmemiz) için, halen o üzerine
(yönelmekte) olduğunuz (Kâbe'yi) kıble yaptık. Ve bu, elbette zor bir iştir, ancak Allah'ın hidayete
erdirdiği kimseler hariç (bu onlara zor gelmez). Ve Allah sizin îmânınızı zayi edecek değildir.
Muhakkak ki Allah, insanlara çok şefkatlidir, merhametlidir.
2/BAKARA-144: Kad nerâ tekallube vechike fîs semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe
velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum
şatrah(şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve
mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn(ya’melûne).
Biz, senin (ilâhi emri bekleyerek), yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı
(hoşnut) olacağın kıbleye döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve
siz nerede olursanız (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap
verilenler, bunun Rab'lerinden bir hak (gerçek) olduğunu elbette bilirler. Allah onların
yaptıklarından habersiz değildir.
2/BAKARA-145: Ve le in eteytellezîne ûtûl kitâbe bi kulli âyetin mâ tebiû kıbletek(kıbleteke) ve
mâ ente bi tâbîın kıbletehum, ve mâ ba’duhum bi tâbîın kıblete ba’d(ba’dın), ve le initteba’te
ehvâehum min ba’di mâ câeke minel ilmi inneke izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve eğer gerçekten, kendilerine kitap verilenlere âyetlerin (mucizelerin) hepsini getirsen (yine de)
senin kıblene tâbî olmazlar. Ve sen de onların kıblesine tâbî olacak değilsin. Ve onların bir kısmı da
diğerlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen ilimden sonra gerçekten onların hevalarına uyacak
olursan, o zaman muhakkak ki sen, zâlimlerden olursun.
2/BAKARA-146: Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ve inne
ferîkan minhum le yektumûnel hakka ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Kendilerine kitap verdiklerimiz, O'na (Hz. Muhammed (S.A.V)'e) kendi oğullarına arif oldukları
(tanıdıkları) gibi ariftirler (tanıyıp bilirler). Ve muhakkak ki onlardan bir fırka, hakkı gerçekten bile
bile gizliyor .
2/BAKARA-147: El hakku min rabbike fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).
Hak, Rabbinden'dir. Bundan sonra sakın şüpheye düşenlerden olma!
2/BAKARA-148: Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikûl hayrât(hayrâti), eyne mâ
tekûnû ye’ti bikumullâhu cemîâ(cemîan), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
(Ümmetlerin) hepsinin döndükleri (yöneldikleri) bir yönü vardır. Artık hayırlarda yarışın. Nerede
olursanız olun, Allah sizin hepinizi biraraya getirir. Muhakkak ki Allah herşeye kaadirdir.
2/BAKARA-149: Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve
innehu lel hakku min rabbik(rabbike), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve nereden çıkarsan çık, bundan sonra (namazda) vechini (yüzünü) Mescid-i Haram yönüne çevir.
Ve muhakkak ki o Rabbinden mutlaka bir hakdır. Ve Allah, yaptıklarınızdan gâfil (habersiz)
değildir.
2/BAKARA-150: Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu
mâ kuntum fe vellûvucûhekum şatrahu li ellâ yekûne lin nâsi aleykum hucceh(huccetun),
illellezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme ni’metî aleykum ve leallekum
tehtedûn(tehtedûne). 8
Nereden çıkarsan çık, bundan sonra (namazda) vechini (yüzünü) Mescid-i Haram yönüne çevir. Ve
nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki, insanlarınsizin aleyhinizde (kullanabilecekleri)
delil olmasın. Onlardan zulmedenler hariç, artık onlardan korkmayın. Benden (sizin üzerinizdeki
sevgimin azalacağından) korkun ki, sizin üzerinizdeki ni'metimi tamamlayayım da böylece
hidayete eresiniz.
2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve
yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber)
gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye)
etsin, size Kitap'ı(Kurânı Kerim'i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz
şeyleri öğretsin..
2/BAKARA-152: Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn(tekfurûni).
Öyle ise Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve Beni inkâr etmeyin.
2/BAKARA-153: Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât(salâti), innallâhe meas
sâbirîn(sâbirîne).
Ey îmân edenler! Sabır ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle
beraberdir.
2/BAKARA-154: Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvât(emvâtun), bel ehyâun ve lâkin lâ
teş’urûn(teş’urûne).
Ve Allah yolunda öldürülen kimseler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz,
farkında olmazsınız.
2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel
enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve
sabredenleri müjdele.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi
râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak
ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul
muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab'lerinden salâvât
ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
2/BAKARA-158: İnnes safâ vel mervete min şeâirillâh(şeâirillâhi), fe men haccel beyte
evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ ve men tetavvaa hayran, fe innallâhe
şâkirun alîm(alîmun).
Muhakkak ki Safa ve Merve, Allah'ın (ibadet yerlerini gösterir dîni) şiarlarındandır
(işaretlerindendir). Artık kim beyt'i (Kâbe'yi) hacceder veya umre (niyetiyle) ziyareti yaparsa, o
taktirde, iki (niyetle) tavaf etmesinde bir günah yoktur. Her kim de isteyerek (kendiliğinden) hayır
olarak (fazladan tavaf) yaparsa mutlaka Allah Şakir'dir (şükrün karşılığını verendir) ve Alîmdir (en
iyi bilendir).
2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ
beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a
ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder
ve lânet ediciler de onlara lânet eder. 8
2/BAKARA-160: İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû fe ulâike etûbu aleyhim, ve enet tevvâbur
rahîm(rahîmu).
Tövbe edenler, ıslâh olanlar (nefsleri tezkiye olanlar) ve beyan edenler (açıklayanlar) hariç (onlara
lânet olunmaz). O taktirde, işte onların tövbelerini kabul ederim. Ve Ben tövbeleri kabul eden,
rahîm esmasıyla tecelli edenim.
2/BAKARA-161: İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel
melâiketi ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Muhakkak ki (Allah'a ruhun ölmeden ulaşmasını, yani hidayeti) küfredip (örtüp gizleyip) kâfir
olarak ölenler, işte onlar, Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üzerinedir.
2/BAKARA-162: Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
(Onlar), onun (lânetin) içinde ebediyyen kalacak olanlardır. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara
bakılmaz.
2/BAKARA-163: Ve ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), lâ ilâhe illâ huver rahmânur
rahîm(rahîmu).
Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmân'dır rahîm'dir.
2/BAKARA-164: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri vel fulkilletî tecrî fîl
bahri bimâ yenfeun nâse ve mâ enzelallâhu mines semâi min mâin fe ahyâ bihil arda ba’de
mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbe(dâbbetin), ve tasrîfir riyâhı ves sehâbil musahhari beynes
semâi vel ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde,
insanlara yarar sağlayarak denizde akıp giden o gemilerde, O'nun (Allah'ın) gökten su indirip
böylece onunla, ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, orada bütün hayvanlardan yaymasında,
rüzgârların (değişik yönlerden) esmesinde ve yerle gök arasında musahhar (emre amade) kılınmış
bulutlarda, akıl eden kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.
2/BAKARA-165: Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke
hubbillâh(hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh(lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz
yeravnel azâbe, ennel kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdul azâb(azâbi).
Ve insanlardan bir kısmı, Allah'tan başka “eş ve ortak (putlar)” edinenler, onları (eş ve ortak
edindikleri şeyleri), Allah'ı sever gibi severler. (Oysa) âmenû olanların Allah'a olan sevgileri çok
daha kuvvetlidir. Ve zulmedenler, azap görecekleri (azaba uğrayacakları) zaman, bütün kuvvetin
tamamen Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın şiddetli azabı olduğunu keşke görselerdi (bilselerdi).
2/BAKARA-166: İz teberreellezînettubiû minellezînettebeû ve reavûl azâbe ve takattaat bihimul
esbâb(esbâbu).
O zaman tâbî olunanlar, (kendilerine) tâbî olanlardan berî oldular(uzaklaştılar) ve azabı gördüler.
Ve (artık) onlarla (aralarındaki) bütün sebepler (bağlar) koparıldı.
2/BAKARA-167: Ve kâlellezînettebeû lev enne lenâ kerreten fe neteberree minhum kemâ
teberreû minnâ kezâlike yurîhimullâhu a’mâlehum haserâtin aleyhim ve mâ hum bi hâricîne
minen nâr(nâri).
Ve o (Allah'tan başkasına) tâbî olanlar dedi ki: “Keşke bizim için (dünyaya) bir kere daha dönüş
olsaydı. O zaman bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşırdık.” Böylece Allah, onlara
amellerinin hasara uğradığını (hüsrana düştüklerini) gösterecek. Ve onlar ateşten çıkacak da
değiller.
2/BAKARA-168: Yâ eyyuhen nâsu kulû mimmâ fîl ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebiû hutuvâtiş
şeytân(şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yiyin. Ve şeytanın adımlarına tâbî olmayın
(izinden gitmeyin). Muhakkak ki o, sizin için apaçık bir düşmandır. 8
2/BAKARA-169: İnnemâ ye’murukum bis sûi vel fahşâi ve en tekûlû alâllâhi mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
O size sadece kötülüşü, fuhşu (hayasızlığı) ve Allah'a karşı (Allah hakkında) bilmediğiniz şeyleri
söylemenizi emreder.
2/BAKARA-170: Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi
âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiği şeye tâbî olun!” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şeye (yola) tâbî oluruz.” dediler. Ve eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve
hidayete ermemiş olsalar bile mi?
2/BAKARA-171: Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve
nidââ(nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hali, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey
işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar
akıl edemezler (idrak edemezler).
2/BAKARA-172: Yâ eyyuhellezîne âmenû kulû min tayyibâti mâ razaknâkum veşkurû lillâhi in
kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne).
Ey âmenû olanlar! Sizi rızıklandırdığımız temiz (helâl) şeylerden yeyin. Ve eğer sadece O'na kul
iseniz, Allah'a şükredin.
2/BAKARA-173: İnnemâ harrame aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhille
bihî li gayrillâh(gayrillâhi), fe menidturra gayra bâgin ve lâ âdin fe lâ isme aleyh(aleyhi),
innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Fakat (Allah) size, sadece ölü hayvan etini, kanı ve domuz etini haram kıldı. Ve Allah'tan başkası
için olanı (putlar ve şahıslar adına kesilen hayvanı) helâl kılmadı. Ama kim zarurette (açlıkta ve zor
durumda) kalırsa, o taktirde (başkasının) hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak
(şartıyla) onun üzerine günah yoktur. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
2/BAKARA-174: İnnellezîne yektumûne mâ enzelallâhu minel kitâbî ve yeşterûne bihî semenen
kalîlen, ulâike mâ ye’kulûne fî butûnihim illen nâre ve lâ yukellimuhumullâhu yevmel kıyâmeti
ve lâ yuzekkîhim, ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki onlar, Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyleri gizlerler ve onu az bir bedelle satarlar.
İşte onların yedikleri (bu rüşvet), karınlarında ateşten başka bir şey olmaz. Ve kıyâmet günü Allah,
onlarla konuşmayacak ve onları tezkiye de etmeyecek (temize de çıkarılmayacaklar). Ve onlar için
elîm bir azap vardır.
2/BAKARA-175: Ulâikellezîneşteravud dalâlete bil hudâ vel azâbe bil magfireh(magfireti), fe mâ
asberehum alen nâr(nâri).
İşte onlar ki hidayet karşılığında dalâleti, mağfiret karşılığında da azabı satın alanlardır. Öyleyse
onları ateşe karşı bu kadar sabırlı kılan nedir?
2/BAKARA-176: Zâlike bi ennellâhe nezzelel kitâbe bil hakk(hakkı), ve innellezînahtelefû fîl
kitâbi le fî şikâkin baîd(baîdin).
İşte bu (azap), Allah'ın, Kitap'ı hak ile indirmiş olması sebebiyledir.Ve muhakkak ki Kitap
hakkında ihtilâfa düşenler, mutlaka uzak bir ayrılık içindedirler.
2/BAKARA-177: Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre
men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle
alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve
ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl
be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul
muttekûn(muttekûne). 8
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış
biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah'a, yevm'il âhire (Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet
gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab'a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan,
akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda
kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı
kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah'a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler
(yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık
olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
2/BAKARA-178: Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ el hurru bil hurri vel
abdu bil abdi vel unsâ bil unsâ fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un fettibâun bil ma’rûfi ve edâun
ileyhi bi ihsân(ihsânin), zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh(rahmetun), fe meni’tedâ ba’de
zâlike fe lehu azâbun elîm(elîmun).
Ey âmenû olanlar! Katl (öldürülme) konusunda kısas üzerinize yazıldı (size farz kılındı). Hüre hür,
köleye köle, dişiye dişi (kısas olunur), fakat kim, onun (öldürülenin) kardeşi tarafından bir şey ile
(bir diyet karşılığı) affolunursa (bağışlanırsa), o taktirde gereken, örfe tâbî olunması ve ona
(affedene), (diyetin) ihsanla ödenmesidir. İşte bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık
kim bundan sonra haddi aşarsa (saldırıya kalkarsa) o zaman onun için elîm bir azap vardır.
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
2/BAKARA-180: Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu in tereke hayrâ(hayran), el
vasiyyetu lil vâlideyni vel akrabîne bil ma’rûf(ma’rûfi), hakkan alel muttekîn(muttekîne).
Sizden birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır (mal v.s) bırakırsa, anne-babaya ve yakınlarına
(akrabalarına) marufla (örf ve adete uygun olarak) vasiyet etmek, siz muttekilerin (takva
sahiplerinin) üzerine (yerine getirilmesi gereken) bir hakk (bir borç) olarak farz kılındı.
2/BAKARA-181: Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne
yubeddilûneh(yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Artık kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, o taktirde onun günahı(vebali), sadece onu
değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki Allah Sem'î'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-182: Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum fe lâ isme
aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Fakat kim, vasiyet edenin, haktan uzaklaşacağından veya günaha gireceğinden korkarsa, bu sebeple
onların aralarını ıslâh ederse (düzeltirse), bu durumda, onun üzerine bir günah (vebal) yoktur.
Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
2/BAKARA-183: Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min
kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey âmenû olanlar! Oruç, sizden öncekilerin üzerine yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de
yazıldı (farz kılındı). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.
2/BAKARA-184: Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin
fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin),
fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum
ta’lemûn(ta’lemûne).
(Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Fakat sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o taktirde
(tutamadığı günlerin sayısı), diğer (başka) günlerden (oruç tutarak) tamamlanır. (İhtiyarlıktan veya
iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (oruç tutmaya) güç yetiremeyenlerin, bir yoksulu
(sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye vermesi (gerekir).Artık kim isteyerek (gönülden) bir
hayır yaparsa (orucunu veya fidyeyi artırırsa),işte o, kendisi için bir hayırdır.Oruç tutmak sizi için
daha hayırlıdır, keşke bilseydiniz. 8
2/BAKARA-185: Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel
hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne
marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ
yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum
teşkurûn(teşkurûne).
Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici (hidayete erme, Allah'a ulaşma vesilesi) ve
beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur'ân, Hüda
tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını
görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o
taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için
kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği
şeye karşılık (sizin de) Allah'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün
bu kolaylıklara) şükredersiniz.
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel
yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince,
dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet
etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada
ulaşırlar (irşad olurlar).
2/BAKARA-187: Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve
entum libâsun lehun(lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe
aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû
hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme
ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid(mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ
takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn(yettekûne).
Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için birer
elbisesiniz. Allah, sizin nefslerinize ihanet ettiğinizi bildi. Bunun üzerine tövbelerinizi kabul etti ve
sizi affetti. Şimdi artık onlara (eşlerinize) yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığı (takdir ettiği)
şeyleri isteyin. Fecr vaktinde beyaz iplik, siyah iplikten tebeyyün edinceye (size belli oluncaya,
gündüzün aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya) kadar yeyin ve için. Sonra orucu geceye
kadar tamamlayın. Mescidlerde itikâfta iseniz onlarla (kadınlarınızla) mübaşeret etmeyin. Bu
Allah'ın hudududur (yasaklarıdır). Artık ona (yasaklara) yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara
işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece onlar takva sahibi olurlar.
2/BAKARA-188: Ve lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı ve tudlû bihâ ilel hukkâmi li
te’kulû ferîkan min emvâlin nâsi bil ismi ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve birbirinizin mallarınızı aranızda bâtıl ile (haksızlıkla) yemeyin.Ve insanların mallarından bir
kısmını, bildiğiniz halde günahla yemeniz için, onu hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin.
2/BAKARA-189: Yes’elûneke anil ehilleh(ehilleti), kul hiye mevâkîtu lin nâsi vel hacc(haccı), ve
leysel birru bi en te’tûl buyûte min zuhûrihâ ve lâkinnel birre menittekâ, ve’tûl buyûte min
ebvâbihâ, vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Sana hilâllerden (ay'ın hilâle dönüşen hallerinden) soruyorlar. De ki: “O, insanlar için vakitleri ve
hac zamanını bildiren bir “vakit ölçüsü”dür.” Birr (kişiyi ebrar yapan güzel davranışlar), (cahiliyet
devrinde olduğu gibi) evlere arkalarından girmek değildir. Oysa birr, kişinin takva sahibi olmasıdır.
Ve evlere kapılarından girin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Umulur ki böylece siz felâha
erersiniz.
2/BAKARA-190: Ve kâtilû fî sebîlillâhillezîne yukâtilûnekum ve lâ ta’tedû innallâhe lâ yuhıbbul
mu’tedîn(mu’tedîne). 8
Ve sizinle savaşanlarla (sizi öldürenlerle), Allah'ın yolunda savaşın (siz de öldürün) ve aşırı
gitmeyin. Muhakkak ki Allah, aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmez.
2/BAKARA-191: Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel
fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh(fîhî),
fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn(kâfirîne).
Onları (size savaş açanları), bulduğunuz (yakaladığınız) yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden
(Mekke'den) siz de onları çıkarın. Fitne (çıkarmak), (adam) öldürmekten daha şiddetlidir (kötüdür).
Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat eğer
(orada) sizinle savaşırlarsa (sizi öldürmeye kalkarlarsa), o taktirde (siz de) onlarla savaşın (onları
öldürün). Kâfirlerin cezası işte böyledir.
2/BAKARA-192: Fe inintehev fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Bundan sonra eğer (inkârdan ve savaştan) vazgeçerlerse, o taktirde muhakkak ki Allah, Gafûr'dur
(mağfiret edendir), Rahîm'dir (rahmet sahibidir).
2/BAKARA-193: Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu lillâh(lillâhi), fe
inintehev fe lâ udvâne illâ alez zâlimîn(zâlimîne).
Ve fitne kalmayıncaya ve dîn, Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın (onları öldürün). Bundan
sonra eğer vazgeçerlerse o zaman zâlimlerden başkasına karşı düşmanlık yoktur.
2/BAKARA-194: Eş şehrul harâmu biş şehril harâmi vel hurumâtu kısâs(kısâsun), fe meni’tedâ
aleykum fa’tedû aleyhi bi misli ma’tedâ aleykum, vettekûllâhe va’lemû ennellâhe meal
muttekîn(muttekîne).
Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (yasaklar) karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa o
zaman onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. Allah'a karşı takva sahibi olun ve Allah'ın
takva sahipleriyle beraber olduğunu bilin!
2/BAKARA-195: Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû,
innallâhe yuhıbbul muhsinîn(muhsinîne).
Ve (mallarınızı) Allah yolunda infâk edin (başkalarına verin)! Ve de kendi elinizle (kendinizi)
tehlikeye atmayın! Ve ahsen olun! Muhakkak ki Allah, muhsinleri sever.
2/BAKARA-196: Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh(lillâhi), fe in uhsirtum fe mesteysera minel
hedyi ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yeblugal hedyu mahilleh(mahillehu), fe men kâne minkum
marîdan ev bihî ezen min ra’sihî fe fidyetun min sıyâmin ev sadakatin ev nusuk(nusukin) fe izâ
emintum, fe men temettea bil umreti ilel haccı fe mesteysera minel hedyi, fe men lem yecid fe
sıyâmu selâseti eyyâmin fîl haccı ve seb’atin izâ reca’tum tilke aşaratun kâmileh(kâmiletun),
zâlike li men lem yekun ehluhu hâdırıl mescidil harâm(harâmi), vettekûllâhe va’lemû ennellâhe
şedîdul ikâb(ikâbi).
Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Fakat eğer (elde olmayan bir nedenle) alıkonursanız, o
zaman kolayınıza gelen kurbandan (gönderin). Kurban (kesim) yerine ulaşıncaya kadar da
başlarınızı traş etmeyin. Fakat sizden hasta olan veya başından bir ezası olan (ve bundan dolayı
kurban yerine varmadan önce traı olmak zorunda kalan) kimsenin bu durumda, oruçtan, sadakadan
veya kurbandan (biriyle) fidye vermesi(gerekir). Artık emin olduğunuzda (güvene kavuştuğunuzda)
o zaman kim, hac (zamanına) kadar umreden faydalanırsa, o taktirde kolayına gelen kurbandan
(keser). Fakat kim bunu bulamazsa, o zaman üç gün hacta, (evinize) döndüğünüz zaman da yedi
(gün) oruç tutması gerekir ki bunların tamamı on (gündür). Bu, ailesi Mescid-i Haram'da hazır
olmayan (oturmayan) kimseler içindir.Ve Allah'a karşı takva sahibi olun.Ve Allah'ın ikabının
(cezasının) şiddetli olduğunu bilin!
2/BAKARA-197: El haccu eşhurun ma’lûmât(ma’lûmâtun), fe men farada fîhinnel hacca fe lâ
refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl hacc(haccı), ve mâ tef’alû min hayrın 8
ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ, vettekûni yâ ulîl
elbâb(elbâbi).
Hac, bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda), (ihrama girerek) haccı (kendine) farz edinirse,
artık hacta kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar), fâsıklık (günaha sapmak), cedelleşmek
(sürtüşmek, kavga etmek) yoktur. Siz hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir. Ve (hayırlarla)
(kendinize) azık hazırlayın. Fakat azığın en hayırlısı muhakkak ki takva sahibi olmaktır. Ve ey ulûl
elbab! Bana karşı takva sahibi olun.
2/BAKARA-198: Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min
arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum
min kablihî le mined dâllîn(dâllîne).
Rabbinizden fazl istemeniz size günah değildir. Artık Arafat'tan akın akın geldiğiniz zaman
Meş'aril Haram'ın yanında Allah'ı zikredin. Ve sizi hidayete erdirdiği şekilde siz de O'nu zikredin.
Ve siz ondan (hidayetten) önce ise, elbette dalâlette kalanlardandınız.
2/BAKARA-199: Summe efîdû min haysu efâdan nâsu vestagfirûllâh(vestagfirûllâhe), innallâhe
gafûrun rahîm(rahîmun).
Sonra insanların akın akın geldikleri yerden, akın akın gelin ve Allah'a istiğfar edin (mağfiret
dileyin). Muhakkak ki Allah, Gafûr'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli
edendir).
2/BAKARA-200: Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde
zikrâ(zikren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min
halâk(halâkın).
Böylece (hacca ait) ibadetlerinizi (ve kuralları) tamamladığınız zaman, artık atalarınızı zikrettiğiniz
gibi, hatta daha kuvvetli bir zikirle Allah'ızikredin. Fakat insanlardan kim: “Rabbimiz bize dünyada
ver.” derse, ahirette onun bir nasibi yoktur.
2/BAKARA-201: Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati
haseneten ve kınâ azâben nâr(nâri).
Ve onlardan (insanlardan) kim: “Rabbimiz bize dünyada hasene (güzellik ve iyilikler) ver ve
ahirette de hasene (güzellik ve iyilikler) ver. Bizi ateşin azabından koru.” derse...
2/BAKARA-202: Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîul hısâb(hısâbi).
İşte onlar ki, onların, kazandıklarından (kazandıkları derecelerden dolayı) nasibi vardır. Ve Allah,
hesabı çabuk görendir.
2/BAKARA-203: Vezkurûllâhe fî eyyâmin ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men teaccele fî yevmeyni fe
lâ isme aleyh(aleyhi), ve men teahhara fe lâ isme aleyhi, li menittekâ vettekûllâhe va’lemû
ennekum ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ve sayılı günlerde Allah'ı (tekbir ile) zikredin. Fakat kim, iki gün içinde (Mina'dan dönmek için)
acele ederse, bundan sonra onun üzerine bir günah yoktur. Ve kim de tehir ederse (geriye kalırsa), o
taktirde de onun üzerine bir günah yoktur. (Tabii bu) takva sahibi (olan) kimseler içindir. Ve,
Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve sizin, O'na (Allah'a) haşrolunacağınızı (huzurunda
toplanacağınızı) bilin!
2/BAKARA-204: Ve minen nâsi men yu’cibuke kavluhu fîl hayâtid dunyâ ve yuşhidullâhe alâ
mâ fî kalbihî, ve huve eleddul hısâm(hısâmi).
Ve insanlardan, dünya hayatında sözü senin hoşuna giden kimseler vardır. Ve kalbinde olana,
Allah'ı şahit tutar, (oysa) O, hasımların (düşmanların) en azılısıdır.
2/BAKARA-205: Ve izâ tevellâ seâ fîl ardı li yufside fîhâ ve yuhlikel harse ven nesl(nesle),
vallâhu lâ yuhıbbul fesâd(fesâda).
Ve dönüp (gittiği) zaman, yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli helâk etmek (yok etmek) için
çalışır. Ve Allah fesadı sevmez. 9
2/BAKARA-206: Ve izâ kîle lehuttekıllâhe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu
cehennem(cehennemu), ve le bi’sel mihâd(mihâdu).
Ve ona: “Allah'a karşı takva sahibi ol.” denildiği zaman, izzet (nefsin gururu) onu günahla tutar
(mani olup onu günaha sokar). Artık ona cehennem yeter ve elbette (o) kötü bir döşektir.
2/BAKARA-207: Ve minen nâsi men yeşrî nefsehubtigâe mardâtillâh(mardâtillâhi), vallâhu
raûfun bil ıbâd(ıbâdi).
Ve insanlardan, Allah'ın rızasını dileyerek (Allah'ın rızası karşılığında) kendi nefsini satan kimseler
vardır. Ve Allah, kullarna Rauf'tur (çok şefkatlidir).
2/BAKARA-208: Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâtiş
şeytân(şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey âmenû olanlar! Hepiniz silm'e dahil olun (Allah'a teslim olun)! Ve şeytanın adımlarına tâbî
olmayın. Muhakkak ki o,size apaçık düşmandır.
2/BAKARA-209: Fe in zeleltum min ba’di mâ câetkumul beyyinâtu fa’lemû ennallâhe azîzun
hakîm(hakîmun).
Artık size beyyineler geldikten sonra eğer hâlâ (Allah'a ulaşan yoldan) saparsanız, o zaman Allah'ın
azîz (üstün), Hakîm (hüküm sahibi) olduğunu bilin!
2/BAKARA-210: Hel yenzurûne illâ en ye’tiyehumullâhu fî zulelin minel gamâmi vel melâiketu
ve kudiyel emr(emru), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
Onlar mutlaka Allah'ın ve meleklerin, kendilerine buluttan gölgeler içinde gelmesini ve emrin (işin)
bitirilmesini mi gözlüyorlar (bekliyorlar)? (Oysa) bütün emirler (işler) Allah'a döndürülür.
2/BAKARA-211: Sel benî isrâîle kem âteynâhum min âyetin beyyineh(beyyinetin), ve men
yubeddil ni’metallâhi min ba’di mâ câethu fe innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi).
Onlara nice açık âyetler (deliller, mucizeler) verdiğimizi İsrailoğulları'na sor. Ve kim, kendisine
(açık âyetler) geldikten sonra Allah'ın nimetini değiştirirse, o taktirde muhakkak ki Allah, ikâbı
(cezası) şiddetli olandır .
2/BAKARA-212: Zuyyine lillezîne keferûl hayâtud dunyâ ve yesharûne minellezîne âmenû,
vellezînettekav fevkahum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), vallâhu yerzuku men yeşâu bi
gayrihisâb(hisâbin).
İnkâr edenlere, dünya hayatı müzeyyen kılındı (süslü gösterildi) ve onlar, âmenû olanların bir kısmı
ile alay ediyorlar (fakir olanları küçümsüyorlar). (Oysa) takva sahibi olanlar, kıyâmet günü onların
üstündedir. Ve Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.
2/BAKARA-213: Kânen nâsu ummeten vâhıdeten fe beasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve
munzirîne, ve enzele meahumul kitâbe bil hakkı li yahkume beynen nâsi fî mâhtelefû fîh(fîhi), ve
mâhtelefe fîhi illellezîne ûtûhu min ba’di mâ câethumul beyyinâtu bagyen beynehum, fe
hedâllâhullezîne âmenû li mâhtelefû fîhi minel hakkı bi iznih(iznihî), vallâhu yehdî men yeşâu
ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
İnsanlar bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler beas etti (gönderdi). Ve
onlarla birlikte, insanların aralarında, ayrılığa düştükleri şey hakkında hüküm vermeleri için hak ile
kitap indirdi. Kendilerine (apaçık) beyyineler (belgeler) geldikten sonra kendi aralarındaki
çekememezlik (ve haset yüzünden) onun hakkında ayrılığa düşenler, kendilerine (kitap)
verilenlerden başkası değildir . Bu sebeple âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) o kimselerin,
haktan yana ayrılığa düştükleri şeyi (hidayeti) açıklamaları için Allah, Kendi izniyle onları hidayete
erdirdi. Ve Allah, dilediği kimseyi Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
2/BAKARA-214: Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min
kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu
metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun). 9
Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete
gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara (öyle) şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve
onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın
yardımı gerçekten yakın değil mi?
2/BAKARA-215: Yes’elûneke mâzâ yunfikûn(yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin fe lil
vâlideyni vel akrabîne vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîl(sebîli), ve mâ tef’alû min hayrin fe
innallâhe bihî alîm(alîmun).
Sana (Allah yolunda) ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne infâk ederseniz
(Allah yolunda verirseniz) işte o, anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve (yolda kalmış)
yolcular içindir. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.”
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve
huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız
bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerrdir. Ve
(bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
2/BAKARA-217: Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîh(fîhi), kul kıtâlun fîhi kebîr(kebîrun),
ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâmi ve ihrâcu ehlihî minhu ekberu
indallâh(indallâhi), vel fitnetu ekberu minel katl(katli), ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ
yeruddûkum an dînikum inistetâû ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut ve huve kâfirun fe
ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireh(âhireti), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ
hâlidûn(hâlidûne).
Sana haram (hürmetli) aydan ve onun içinde yapılan savaştan soruyorlar. De ki: “Onun içinde (o
ayda) savaş büyük (günahtır). (Fakat insanları) Allah yolundan saptırmak (alıkoymak) ve O'nu
inkâr etmek, (mü'minlere) Mescid-i Haram'ı (yasaklamak) ve onun halkını oradan (Mekke'den
sürüp) çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür (büyük günahtır). Ve fitne, (adam) öldürmekten
de daha büyüktür (bir suç ve günahtır). Eğer onların güçleri yetse (yapabilseler), sizi dîninizden
döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar. Sizden kim dîninden dönerse, o taktirde o,
kâfir olarak ölür. Bu sebeple işte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve işte
onlar, ateş ehlidir. ve onlar, orada ebediyyen kalacak olanlardır.”
2/BAKARA-218: İnnellezîne âmenû vellezîne hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi, ulâike yercûne
rahmetallâh(rahmetallâhi), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve hicret (göç) edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar,
Allah'ın rahmetini dilerler. Ve Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir.
2/BAKARA-219: Yes’elûneke anil hamri vel meysir(meysiri), kul fîhimâ ismun kebîrun ve
menâfiu lin nâsi, ve ismuhumâ ekberu min nef’ihimâ ve yes’elûneke mâzâ yunfikûn(yunfikûne)
kulil afve, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn(tetefekkerûne).
Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: “O ikisinde de hem büyük günah hem de insanlar
için (bazı) faydalar vardır. (Fakat) onların günahları, faydalarından daha büyüktür.” Ve sana (Allah
için) neyi infâk edeceklerini (vereceklerini) soruyorlar. De ki: “Afv ettiklerinizi (vazgeçtiklerinizi,
ihtiyaç fazlasını) (infâk edin).” Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz
tefekkür edersiniz (bunlardaki hikmetleri düşünürsünüz).
2/BAKARA-220: Fîd dunyâ vel âhirah(âhirati) ve yes’elûneke anil yetâmâ kul ıslâhun lehum
hayr(hayrun) ve in tuhâlitûhum fe ıhvânukum vallâhu ya’lemul mufside minel muslih(muslihi)
ve lev şâallâhu le a’netekum innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Dünya ve ahiret hakkında ve yetimlerden sana soruyorlar. De ki: “Onları ıslch etmek (durumlarını
düzeltmek) hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız (birarada yaşarsanız), artık onlar sizin
kardeşlerinizdir. Ve Allah, fesat çıkaranı,ıslâh edenden (ayırıp) bilir. Eğer Allah dileseydi, elbette 9
sizi sıkıntıya sokardı. Muhakkak ki Allah, Azîz'dir (üstündür), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir).
2/BAKARA-221: Ve lâ tenkihûl muşrikâti hattâ yu’minn(yu’minne), ve le emetun mu’minetun
hayrun min muşriketin ve lev a’cebetkum, ve lâ tunkihûl muşrikîne hattâ yu’minû ve le abdun
mu’minun hayrun min muşrikin ve lev a’cebekum, ulâike yed’ûne ilen nâr(nâri), vallâhu yed’û
ilel cenneti vel magfireti bi iznih(iznihi), ve yubeyyinu âyâtihî lin nâsi leallehum
yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Müşrik (Allah'a ortak koşan) kadınları, (onlar) mü'min oluncaya kadar nikâhlamayın. Mü'min bir
cariye müşrik (hür) bir kadından elbette daha hayırlıdır, hoşunuza gitse bile. (Kadınlarınızı da)
müşrik erkeklerle, (onlar) mü'min oluncaya kadar nikâhlamayın. Mü'min bir köle, müşrik (hür)
birinden hoşlansanız bile elbette daha hayırlıdır. ışte onlar, (sizi) ateşe davet ederler. Allah ise
kendi izni ile (sizi) cennete ve mağfirete davet ediyor ve insanlara âyetlerini açıklıyor. Umulur ki
onlar böylece tezekkür ederler.
2/BAKARA-222: Ve yes’elûneke anil mahîd(mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fîl mahîdi,
ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn(yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu
emerekumullâh(emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbut tevvâbîne ve yuhibbul
mutetahhirîn(mutetahhirîne).
Sana hayz halinden (kadınların belirli günlerinden) soruyorlar. De ki: “O bir ezadır. Bu yüzden
hayz zamanında (belirli günlerinde) kadınlardan (cinsel olarak) uzak durun ve temizleninceye kadar
onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman ise artık Allah'ın emrettiği yerden onlarla biraraya
gelin. Muhakkak ki Allah, tevvabin olanları (tövbe edenleri) sever ve temizlenenleri sever.
2/BAKARA-223: Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum
vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
Kadınlarınız sizin için tarladır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yaklaşın. Ve kendiniz için
(derecelerinizi arttıracak ameller) takdim edin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na mülâki
olacağınızı (kavuşacağınızı) bilin. Ve mü'minleri müjdele.
2/BAKARA-224: Ve lâ tec’alûllâhe urdaten li eymânikum en teberrû ve tettekû ve tuslihû beynen
nâs(nâsi), vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ebrar olmanız, takva sahibi olmanız ve insanların arasını ıslâh etmeniz için (sizi alıkoyan)
yeminleriniz sebebiyle, Allah'ı engel kılmayın (Allah'ı kendinize siper etmeyin). Ve Allah,
Sem'î'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-225: Lâ yuâhızukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhızukum bi mâ
kesebet kulûbukum vallâhu gafûrun halîm(halîmun).
Allah sizi, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı muaheze etmez (sorumlu tutmaz). fakat,
kalplerinizin kazandığı şeylerden (negatif derecelerden, şerlerden, günahlardan) sizi muaheze eder
(sorumlu tutar). Ve Allah, Gafûr'dur, Halîm'dir.
2/BAKARA-226: Lillezîne yu’lûne min nisâihim terabbusu erbaati eşhur(eşhurin), fe in fâû fe
innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Kadınlarına (yaklaşmamaya) yemin edenler, dört ay (ayrı kalıp) beklerler. Fakat eğer (erkekler, bu
süre dolmadan kefaret verip de kadınlarına) dönerlerse, o taktirde muhakkak ki Allah, Gafûr'dur,
Rahîm'dir.
2/BAKARA-227: Ve in azemût talâka fe innallâhe semîun alîm(alîmun).
Ve (bu tür yemin edenler), eğer boşamaya azmederlerse (kesin karar verirlerse), o taktirde
muhakkak ki Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.
2/BAKARA-228: Vel mutallakâtu yeterabbasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu
lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi vel yevmil
âhır(âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ(ıslâhan), ve lehunne 9
mislullezî aleyhinne bil ma’rûf(ma’rûfi), ve lir ricâli aleyhinne dereceh(derecetun), vallâhu
azîzun hakîm(hakîmun).
Boşanmış kadınlar üç kur (üç ay hali müddeti) kendi kendilerine beklerler (hamile olup
olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah'a ve yevm'il âhire îmân ediyorlarsa, rahimlerinde Allah'ın
yaratmış olduğu şeyi gizlemeleri onlar için helâl olmaz. Şâyet onların kocaları barışmak (arayı
düzeltmek) isterlerse, bu (bekleme süresi) içinde onlara tekrar geri dönmeye (başkasından) daha
çok hak sahibidirler. Erkeklerin, kadınları üzerinde (hakları) olduğu gibi, kadınların da erkekleri
üzerinde maruf (hakları) vardır. Erkeklerin, kadınların üzerindeki (hakkı) bir derece daha üstündür.
Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.
2/BAKARA-229: Et talâku merratân(merratâni), fe imsâkun bi ma’rûfin ev tesrîhun bi
ihsân(ihsânin), ve lâ yahıllu lekum en te’huzû mimmâ âteytumûhunne şey’en illâ en yehâfâ ellâ
yukîmâ hudûdallâh(hudûdallâhi), fe in hıftum ellâ yukîmâ hudûdallâhi, fe lâ cunâha aleyhimâ
fî meftedet bih(bihî), tilke hudûdullâhi fe lâ ta’tedûhâ, ve men yeteadde hudûdallâhi fe ulâike
humuz zâlimûn(zâlimûne).
Boşanma iki keredir. Bundan sonra (kadın) ya ma'rufla (örf ve adete uygun olarak) iyilikle tutulur
veya ihsanla serbest bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şey (geri) almanız sizin için helâl
olmaz. Ancak ikisi de, Allah'ın (evlilik hakkındaki) hududunu gereği üzere yerine
getiremeyeceklerinden (ayakta tutamayacaklarından) korkmaları hariç. O zaman siz de eğer,
Allah'ın bu hududunu ikame edemeyeceklerinden (gereği üzere yerine getirimeyeceklerinden)
korkarsanız, bu durumda kadının (ayrılmak için) verdiği fidye konusunda her ikisinin üzerine de
günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır.Artık onları (Allah'ın hudutlarını) aşmayın. Kim
Allah'ın hudutlarını aşarsa işte onlar, onlar zâlimlerdir.
2/BAKARA-230: Fe in tallakahâ fe lâ tahıllu lehu min ba’du hattâ tenkiha zevcen
gayrah(gayrahu), fe in tallakahâ fe lâ cunâha aleyhimâ en yeterâceâ in zannâ en yukîmâ
hudûdallâh(hudûdallâhi), ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuhâ li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Bundan sonra eğer (koca), karısını (iki kere boşadıktan sonra üçüncü kere) boşarsa artık o kadın
başka bir zevceye (erkeğe) nikâhlanmadıkça (ve sonra da o nikâhtan boşanmadıkça) kendisi için
helâl olmaz. Eğer (ikinci eş de) onu boşarsa, Allah'ın (koyduğu) hudutları ikame edeceklerine
(gereği üzere yerine getirip ayakta tutacaklarına) inanırlarsa o taktirde onların, (eski karı-kocanın
tekrar) birbirine dönmelerinde, ikisinin de üzerine bir günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın
hudutlarıdır. Allah bunları, bilen bir kavim için açıklıyor.
2/BAKARA-231: Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin ev
serrihûhunne bi ma’rûf(ma’rûfin), ve lâ tumsikûhunne dırâran li ta’tedû, ve men yef’al zâlike fe
kad zaleme nefseh(nefsehu), ve lâ tettehızû âyâtillâhi huzuvâ(huzuven), vezkurû ni’metallâhi
aleykum ve mâ enzele aleykum minel kitâbi vel hikmeti yeızukum bih(bihî), vettekûllâhe va’lemû
ennallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Ve kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini tamamladıktan sonra, artık onları marufla (örf
ve adete uygun olarak iyilikle) tutun veya onları marufla (örf ve adete uygun olarak iyilikle) serbest
bırakın. Haklarını çiğneyerek haddi aşıp, sakın zararlarına olarak onları tutmayın. Kim bunu
yaparsa, o taktirde, kendisine zulmetmiştir. Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin.Ve Allah'ın
üzerinizdeki ni'metini, kitaptan size indirdiğini ve hikmeti hatırlayın ki onunla, size öğüt veriyor.
Ve Allah'a karşı takva sahibi olun, Allah'ın herşeyi çok iyi bildiğini bilin!
2/BAKARA-232: Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ ta’dulûhunne en
yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf(ma’rûfi), zâlike yûazu bihî men kâne
minkum yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri), zâlikum ezkâ lekum ve ather(atheru), vallâhu
ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini tamamladıktan sonra artık onlar kendi
aralarında marufla (örf ve adete uygun olarak iyilikle) razı olurlarsa, o taktirde onların (kadınların)
eşleri ile nikâhlamalarına engel olmayın. ışte böyle sizden Allah'a ve yevm'il âhire îmân etmiş olan 9
kimseye bununla öğüt veriliyor ışte bunlar, sizin daha çok tezkiye olmanız ve daha iyi
temizlenmeniz içindir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
2/BAKARA-233: Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en
yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil
ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ
mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min
humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha
aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf(ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ
ta’melûne basîr(basîrun).
Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu
hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri
marufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç)
kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın. Ne bir anne çocuğu ile,
ne de kendisi için doğurulmuş olan (baba), çocuğu ile zarara uğratılmasın. Ve mirasçının
üzerindeki (sorumluluk) da bunun gibidir. Fakat eğer (ana ile baba) müşavere ederek (görüşerek)
rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse, o taktirde onların ikisi üzerine bir günah yoktur. Ve
eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (taktir ettiğiniz emzirme
ücretini), marufla (örf ve adete uygun olarak süt anneye) teslim ettiğiniz zaman artık sizin üzerinize
bir günah yoktur. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Allah'ın yaptıklarınızı çok iyi gördüğünü bilin!
2/BAKARA-234: Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcen yeterabbasne bi
enfusihinne erbeate eşhurin ve aşrâ(aşran), fe izâ belagne ecelehunne fe lâ cunâhe aleykum fî
mâ fealne fî enfusihinne bil ma’rûf(ma’rûfi), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve sizden vefat ettirilenlerin, geriye bıraktığı eşleri dört ay on gün kendi kendilerine beklerler.
Böylece onların bekleme süresi tamamlandığı zaman artık, kendileri hakkında marufla (örf ve adete
uygun olarak) yaptıkları şeylerden sizin üzerinize bir günah yoktur. Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
2/BAKARA-235: Ve lâ cunâhe aleykum fîmâ arradtum bihî min hitbetin nisâi ev eknentum fî
enfusikum, alimallâhu ennekum se tezkurûnehunne ve lâkin lâ tuvâıdûhunne sirran illâ en
tekûlû kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen), ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblugal kitâbu
eceleh(ecelehu), va’lemû ennallâhe ya’lemu mâ fî enfusikum fahzerûh(fahzerûhu), va’lemû
ennallâhe gafûrun halîm(halîmun).
(Bekleme süresi içindeki kadınlara), onlarla evlenme istediğinizi ima etmenizde veya kendi içinizde
(böyle bir arzuyu) gizlemenizde sizin üzerinize günah yoktur. Allah, sizin onları daima
hatırlayacağınızı bildi. Fakat onlara (örf ve adete uygun) bir söz söylemeniz hariç (üstü kapalı
evlenme isteğiniz dışında), sakın onlarla gizlice sözleşmeyin. Farz olan bekleme süresi sona
erinceye kadar nikâh akdine azmetmeyin. Ve Allah'ın, içinizde olanı bildiğini bilin! Artık O'ndan
sakının. Allah'ın, Gafûr (ve) Halîm olduğunu bilin!
2/BAKARA-236: Lâ cunâha aleykum in tallaktumun nisâe mâ lem temessûhunne ev tefridû
lehunne farîdâh(farîdâten) ve mettiûhunne alel mûsiı kaderuhu ve alel muktiri
kaderuh(kaderuhu) metâan bil ma’rûf(ma’rûfi), hakkan alel muhsinîn(muhsinîne).
Eğer henüz kendilerine dokunmadığınız veya kendileri için (farz olarak) bir mehir takdir
etmediğiniz kadınları boşarsanız, sizin üzerinize günah yoktur. Eli geniş (zengin) olanın kendi
takdirine (kudretine), eli dar (fakir) olanın da kendi takdirine (kudretine) göre marufla (örf ve adete
uygun) bir meta verererek faydalandırmaları, muhsinlerin üzerine bir haktır.
2/BAKARA-237: Ve in tallaktumûhunne min kabli en temessûhunne ve kadfaradtum lehunne
farîdaten fe nısfu mâ faradtum illâen ya’fûne ev ya’fuvellezî bi yedihî ukdetun nikâh(nikâhı), ve
en ta’fû akrabu lit takvâ ve lâ tensevul fadla beynekum innallâhe bi mâ ta’melûne
basîr(basîrun). 9
Ve onlar için bir mehir taktir ettiyseniz ve eğer onlara dokunmadan önce boşarsanız, o zaman onlar
için (farz olarak) takdir edilen mehirin yarısını vermek size farz kılınmıştır. (Kadınların) bunu
affetmesi (vazgeçmesi) veya nikâh ahdi elinde bulunanın (erkeğin) affetmesi (diğer yarısını da
kadına bağışlaması) hariç. Sizin affetmeniz (diğer yarısını da vermeniz) takvaya daha yakındır.
Aranızdaki fazileti unutmayın. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.
2/BAKARA-238: Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn(kânitîne).
Salâvât'a (Allah'tan gelen nurlara, namazlara) ve salât-ı vusta'ya hafîz olun (koruyun, bu namaza
kesintisiz devam edin). Ve kalkın, Allah için kânitin olun (Allah'ın huzurunda huşû içinde ve saygı
ile uzun süre durun)!
2/BAKARA-239: Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ(rukbânen), fe izâ emintum, fezkurûllâhe
kemâ allemekum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Fakat eğer (hayatî bir tehlikeden) korkarsanız, o zaman yaya yürürken veya binekte iken
(namazınızı kılın). Nihayet emin olduğunuz zaman, (Allah'ı nasıl zikredeceğinizi) siz bilmiyorken
size öğrettiği şekilde, artık Allah'ı zikredin.
2/BAKARA-240: Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcâ(ezvâcen), vasıyyeten li
ezvâcihim metâan ilel havli gayre ıhrâc(ıhrâcın), fe in harecne fe lâ cunâha aleykum fî mâ
fealne fî enfusihinne min ma’rûf(ma’rûfin), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
Ve içinizden vefat ettirilen ve geriye eşler bırakanların, eşleri için, (evlerinden) çıkarılmaksızın bir
seneye kadar geçiminin sağlamasını vasiyet etmesi gerekir. Buna rağmen eğer (eşleri, kendi
arzularıyla evlerinden) çıkarlarsa, o taktirde, kendileri için maruf olarak (örf ve adete uygun olarak)
yaptıkları şeyler konusunda, artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve Allah, Azîz'dir(üstündür),
Hakîm'dir (hüküm sahibidir).
2/BAKARA-241: Ve lil mutallakâti metâun bil ma’rûf(ma’rûfi) hakkan alel
muttekîn(muttekîne).
Ve boşanmış kadınların, marufla (örf ve adete uygun olarak) metalandırılması (faydalandırılması),
takva sahiplerinin üzerine bir haktır (borçtur).
2/BAKARA-242: Kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.
2/BAKARA-243: E lem tera ilellezîne haracû min diyârihim ve hum ulûfun hazaral mevti, fe
kâle lehumullâhu mûtû summe ahyâhum innallâhe le zû fadlin alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi
lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Ölüm korkusuyla kendi diyarlarından çıkan binlerce kişiyi görmedin mi? Oysa Allah onlara:
“Ölün.” dedi (böylece öldüler). Sonra da onları diriltti. Muhakkak ki Allah, insanlar üzerine elbette
fazlın sahibidir. Lâkin insanların çoğu şükretmezler.
2/BAKARA-244: Ve kâtilû fî sebîlillâhi va’lemû ennallâhe semîun alîm(alîmun).
Allah'ın yolunda savaşın. Allah'ın Sem'î (en iyi işiten), Alîm (en iyi bilen) olduğunu bilin!
2/BAKARA-245: Menzellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehû ed’âfen
kesîrah(kesîraten), vallâhu yakbidu ve yebsut(yebsutu) ve ileyhi turceûn(turceûne).
Kim Allah'a güzel bir borç verirse, o taktirde, o (verdiği) kendisine kat kat çoğaltılarak ödenir. Ve
Allah, (ilâhi kanun gereği kişinin rızkını) daraltır ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.
2/BAKARA-246: E lem tera ilel melei min benî isrâîle min ba’di mûsâ, iz kâlû li nebiyyin
lehumub’as lenâ meliken nukâtil fî sebîlillâh(sebîlillâhi), kâle hel aseytum in kutibe aleykumul
kıtâlu ellâ tukâtil(tukâtilû), kâlû ve mâ lenâ ellâ nukâtile fî sebîlillâhi ve kad uhricnâ min
diyârinâ ve ebnâinâ fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu tevellev illâ kalîlen minhum vallâhu
alîmun biz zâlimîn(zâlimîne). 9
Hz. Musa'dan sonra, İsrailoğulları'ndan ileri gelenleri görmedin mi? Kendi peygamberlerine:
“Bizim için bir melik beas et (görevlendir) de Allah'ın yolunda savaşalım.” demişlerdi. (O
Peygamber de) dedi ki: “Eğer savaş sizin üzerinize yazılırsa (farz kılınırsa) sizin savaşmamanızdan
korkulur." (İleri gelenler): “Biz niçin Allah'ın yolunda savaşmayalım? Yurtlarımızdan ve
oğullarımız (arasından) çıkarılmıştık.” dediler. Fakat savaş onların üzerine yazılınca (farz kılınınca)
onlardan pek azı hariç, hepsi yüz çevirdiler. Ve Allah zâlimleri en iyi bilendir.
2/BAKARA-247: Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ(meliken),
kâlû ennâ yekûnu lehul mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten
minel mâl(mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fîl ilmi vel cism(cismi),
vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Onların Peygamber'i onlara dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizin için melik olarak Talut'u beas
etmişti (görevlendirmişti).” Dediler ki: “Bizim üzerimize onun melikliği nasıl olur? Melikliğe biz
ondan daha çok hak sahibiyiz (daha çok lâyıkız). Ve de ona maldan bir genişlik (servetçe bolluk)
verilmedi.”(Peygamber de) “Muhakkak ki Allah, onu sizin üzerinize (melik) seçti ve onun ilmini
(bilgisini) ve cismini (kuvvetini) artırdı.î Ve Allah, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah,
Vâsi'dir (rahmeti ve ilmi herşeyi ihata eder), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-248: Ve kâle lehum nebiyyuhum inne âyete mulkihî en ye’tiyekumut tâbûtu fîhi
sekînetun min rabbikum ve bakiyyetun mimmâ terake âlu mûsâ ve âlu hârûne tahmiluhul
melâikeh(melâiketu), inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve onların Peygamberi, onlara dedi ki: “Muhakkak ki onun melikliğinin âyeti (delili), içinde
Rabbinizden sekînet ve Hz. Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktığı şeylerden bakiye (kalıntı)
bulunan, meleklerin taşıdığı bir tabutun (tahta sandığın) size gelmesidir. Muhakkak ki bunda, sizin
için elbette âyet (delil) vardır, eğer siz mü'minlerseniz.”
2/BAKARA-249: Fe lemmâ fesale tâlûtu bil cunûdi, kâle innallâhe mubtelîkum bi
neher(neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve men lem yat’amhu fe innehu minnî illâ
menigterafe gurfeten bi yedih(yedihî), fe şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu
huve vellezîne âmenû meahu, kâlû lâ tâkate lenâl yevme bi câlûte ve cunûdih(cunûdihî),
kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet fieten kesîraten bi
iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
Böylece Talut, askerlerle (ordu ile) (Kudüs'ten) ayrıldığı zaman dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizi
bir nehir ile imtihan edecek. Bundan sonra kim ondan içerse, artık (o kimse) benden değildir. Ve
kim ondan (doyacak kadar) içmez ise sadece eliyle bir avuç avuçlayıp içen hariç, o taktirde
muhakkak ki o bendendir.”Fakat onlardan ancak pek azı hariç, (o sudan doyasıya) içtiler. Nitekim o
(Talut) ve îmân edenler birlikte (nehri) geçtikleri zaman: “Bugün bizim, Calut ve onun askerleri ile
(ordusuyla) (savaşacak) takatimiz (gücümüz) yok.”dediler. O kendilerinin muhakkak Allah'a
mülâki olacaklarını kesin olarak bilenler (yakîn hasıl edenler) ise şöyle dediler: “Nice az bir
topluluk, Allah'ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir. Ve Allah, sabredenlerle beraberdir.”
2/BAKARA-250: Ve lemmâ berazû li câlûte ve cunûdihî kâlû rabbenâ efrig aleynâ sabren ve
sebbit ekdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Ve (Talut'un askerleri), Calut ve onun askerlerinin (ordusunun) karşısına çıktıkları zaman şöyle
dediler: “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı (düşman karşısında) sabit kıl ve kâfirler
kavmine karşı bize yardım et.”
2/BAKARA-251: Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke vel
hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedetil
ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin alel âlemîn(âlemîne).
Nihayet Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Ve Davut, Calut'u öldürdü. Ve Allah ona
(Davut'a), meliklik (hükümdarlık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden öğretti. Ve eğer 9
Allah'ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzünde mutlaka fesat çıkardı (yeryüzünün
düzeni bozulurdu). Lâkin Allah, âlemlerin üzerine fazl sahibidir.
2/BAKARA-252: Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve inneke le minel
murselîn(murselîne).
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir , O'nu sana, hak ile tilâvet ediyoruz (okuyoruz). Ve muhakkak ki
sen, elbette gönderilen resûllerdensin.
2/BAKARA-253: Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu
ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi
rûhıl kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ
câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve
lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).
İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah, onlardan kimiyle
konuştu, kimini de derecelerle yükseltti. Ve Biz, Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler verdik. Ve onu
Ruh'ûl Kudüs ile destekledik (doğruladık). Eğer Allah dileseydi, onlardan sonra gelenler,
kendilerine beyyineler (ispat vasıtaları) geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin ayrılığa
düştüler. O zaman onlardan kimi îmân etti, kimi de inkâr etti. Eğer Allah dileseydi, birbirlerini
öldürmezlerdi. Lâkin Allah, dilediği şeyi yapar.
2/BAKARA-254: Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye
yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun), vel kâfirûne humuz
zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! İçinde, ne bir alışverişin ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün
(kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için verin). Ve
kâfirler, onlar zâlimlerdir.
2/BAKARA-255: Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ
nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi
iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ
bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul
azîm(azîmu).
Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy'dır Kayyum'dur. O'nu ne bir uyuklama
ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O'nundur. Onun izni olmadan, O'nun
katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve
geleceklerini) bilir. Ve O'nun lminden, O'nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler
(kavrayamazlar). O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin
ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), kendisine zor gelmez ve O Alâ'dır (çok yücedir),
Azîm'dir (çok büyüktür).
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit
tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun
alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet
yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu
(şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran
yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir
kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri),
vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike
ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin
kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, 9
şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte
onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
2/BAKARA-258: E lem tera ilellezî hâcce ibrâhîme fî rabbihî en âtâhullâhul mulk(mulke), iz
kâle ibrâhîmu rabbiyellezî yuhyî ve yumîtu, kâle ene uhyî ve umît(umîtu), kâle ibrâhîmu fe
innallâhe ye’tî biş şemsi minel maşrıkı fe’ti bihâ minel magribi fe buhitellezî kefer(kefere),
vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Allah'ın kendisine meliklik (hükümdarlık) vermesi sebebiyle (azarak) Rabbi hakkında İbrâhîm ile
tartışan kimseyi görmedin mi? İbrâhîm (a.s) (ona): “Benim Rabbim ki O, diriltir ve
öldürür.”demişti. (O da): “Ben de diriltir ve öldürürüm.”dedi. İbrâhîm (a.s): “Öyleyse muhakkak ki
Allah, Güneş'i doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir.”dedi. O zaman (Allah'ı) inkâr
eden kimse şaşırıp kaldı (cevap veremedi). Allah zâlimler kavmini hidayete erdirmez.
2/BAKARA-259: Ev kellezî merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ, kâle ennâ yuhyî
hâzihillâhu ba’de mevtihâ, fe emâtehullâhu miete âmin summe beaseh(beasehu), kâle kem
lebist(lebiste), kâle lebistu yevme ev ba’da yevm(yevmin), kâle bel lebiste miete âmin fenzur ilâ
taâmike ve şerâbike lem yetesenneh, venzur ilâ hımârike ve li nec’aleke âyeten lin nâsi venzur
ilâl izâmi keyfe nunşizuhâ summe neksûhâ lahmâ(lahmen), fe lemmâ tebeyyene lehu, kâle
a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Veya çatıları üzerine çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan kimsenin, “Allah bunu (bu
kasabayı) ölümünden sonra nasıl diriltecekî demesi gibi. Bunun üzerine Allah, onu yüz sene
öldürdü. Sonra da diriltti. (Ona) “Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?”dedi. (O da): “Bir gün veya
günün bir kısmı kadar.” dedi. (Allah): “Hayır, yüz yıl kaldın. Haydi yiyecek ve içeceğine bak,
bozulup kokuşmadı. Ve merkebine bak. (Bu), seni insanlara bir âyet (canlı bir ibret) kılmamız
içindir. Ve kemiklere bak. Onları nasıl inşa ediyoruz (kemikleri birleştirerek iskeleti kuruyoruz)
sonra ona et giydiriyoruz.“Böylece (merkep dirilip, eski haline gelince ve herşey) ona açıkça belli
olunca: “Allah'ın, herşeye kaadir olduğunu biliyorum.”dedi.
2/BAKARA-260: Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyil mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle
belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al
alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ(sa’yen), va’lem ennallâhe
azîzun hakîm(hakîmun).
Hz. İbrâhîm: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (Allah) “İnanmıyor
musun?” buyurdu. (Hz. İbrâhîm de): “Evet (inanıyorum). Fakat kalbimin tatmin olması için.” dedi.
“Öyleyse kuşlardan dört tane tut, sonra onları kendine alıştır (parçalayıp) her dağın üzerine
onlardan bir parça koy, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Ve Allah'ın, Azîz (ve) Hakîm
olduğunu bil!
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet
seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu
vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum)
olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için
(onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.
2/BAKARA-262: Ellezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi summe lâ yutbiûne mâ enfekû
mennen ve lâ ezen lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Mallarını Allah yolunda infâk ettikten (verdikten) sonra verdikleri şeyin arkasından minnet
ettirmeyenlerin (başa kakmayanların) ve onlara eza etmeyenlerin ecirleri (mükâfatları), Rab'lerinin
katındadır. Ve onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
2/BAKARA-263: Kavlun ma’rûfun ve magfiretun, hayrun min sadakatin yetbeuhâ ezâ(ezen),
vallâhu ganiyyun halîm(halîmun). 9
Güzel bir söz ve mağfiret (bağışlayıp iyi davranma), arkasından eza gelen (başa kakılan) bir
sadakadan daha hayırlıdır. Allah Gani'dir, Halîm'dir.
2/BAKARA-264: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil menni vel ezâ, kellezî
yunfiku mâlehu riâen nâsi ve lâ yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri), fe meseluhu ke meseli
safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun fe terakehu saldâ(salden), lâ yakdirûne alâ şey’in
mimmâ kesebû vallâhu lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve yevm'il âhire inanmayarak, malını insanlara riya (gösteriş) için infâk
eden (veren) kişi gibi, sadakalarınızı minnetle (başa kakarak) ve eza ile bâtıl etmeyin (boşa
çıkartmayın). ışte onun durumu, üzerinde toprak bulunan sert bir kayaya benzer ki, ona kuvvetli bir
yağmur isabet edince, böylece (üzerindeki toprağın gidip), onu (tekrar) sert (verimsiz) bir kaya
halinde bırakması gibidir. Onlar kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah, kâfirler kavmini
hidayete erdirmez.
2/BAKARA-265: Ve meselullezîne yunfikûne emvâlehumubtigâe mardâtillâhi ve tesbîten min
enfusihim ke meseli cennetin bi rabvetin esâbehâ vâbilun fe âtet ukulehâ dı’feyn(dı’feyni), fe in
lem yusıbhâ vâbilun fe tall(tallun), vallâhu bimâ ta’melûne basîr(basîrun).
Allah'ın rızasını talep ederek (isteyerek) ve kendi nefslerinde (bunu) sabit kılarak (sebat ederek)
mallarını infâk edenlerin (verenlerin) durumu, münbit bir tepe üzerinde bulunan bahçeye benzer ki,
ona kuvvetli bir yağmur isabet edince, böylece ürününü iki kat verir. Hatta kuvvetli bir yağmur ona
isabet etmese, çiselese bile. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
2/BAKARA-266: E yeveddu ehadukum en tekûne lehu cennetun min nahîlin ve a’nâbin tecrî
min tahtihel enhâru, lehû fîhâ min kullis semarâti ve esâbehul kiberu ve lehu zurriyyetun
duafâu fe esâbehâ ı’sârun fîhi nârun fahterakat kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti
leallekum tetefekkerûn(tetefekkerûne).
Sizden biriniz temenni eder mi ki, onun altından nehirler akan hurmalık ve üzümlükten bir bahçesi
olsun onun, orada her türlü ürünü (meyvesi) bulunsun ve ona yaşlılık isabet etsin (ihtiyarlasın) ve
onun zayıf (güçsüz) çocukları bulunsun. Sonra da ona (bahçeye), içinde ateş bulunan bir kasırga
isabet etsin, böylece onu yaksın. Allah size âyetleri, işte böyle beyan ediyor (açıklıyor). Umulur ki
böylece siz tefekkür edersiniz.
2/BAKARA-267: Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ahracnâ
lekum minel ard(ardı), ve lâ teyemmemûl habîse minhu tunfikûne ve lestum bi âhızîhı illâ en
tugmidû fîh(fîhî), va’lemû ennallâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ey âmenû olanlar! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın temizlerinden infâk
edin (ihtiyacı olanlara verin). ve sakın onun kötüsünden ve kendiniz için gözü kapalı (gönül
rahatlığıyla) alamayacağınız (ucuz ve düşük evsaflı) şeyleri infâk etmeye meyletmeyin
(kalkışmayın). Ve Allah'ın, Gani (ve) Hamîd olduğunu bilin!
2/BAKARA-268: Eş şeytânu yeidukumul fakra ve ye’murukumbil fahşâi vallâhu yeidukum
magfireten minhuve fadlâ(fadlan), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Şeytan size fakirlik vaadeder ve size fuhşuyatı emreder. Ve Allah ise, size kendinden mağfiret ve
fazl vaadediyor. Allah, Vâsi'dir, Alîm'dir.
2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran
kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl
elbabtan başkası tezekkür edemez.
2/BAKARA-270: Ve mâ enfaktum min nafakatin ev nezertum min nezrin fe innallâhe
ya’lemuh(ya’lemuhu), ve mâ liz zâlimîne min ensâr(ensârın).
Ve nafakadan ne infâk ettinizse (verdinizse) veya adaktan ne adadınızsa, o taktirde muhakkak ki
Allah, onu bilir. Ve zâlimler için bir yardımcı yoktur. 1
2/BAKARA-271: İn tubdûs sadakâti fe niimmâ hiy(hiye), ve in tuhfûhâ ve tu’tûhâl fukarâe fe
huve hayrun lekum ve yukeffiru ankum min seyyiâtikum vallâhu bi mâ ta’melûne
habîr(habîrun).
Eğer sadakaları açıkça verirseniz, işte o (davranışınız) ne güzel! Ve eğer o (sadakaları) gizleyerek
fakirlere verirseniz artık o sizin için daha da hayırlıdır. (Böylece Allah), günahlarınızdan (bir
kısmını) örter (bağışlar). Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
2/BAKARA-272: Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min
hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtigâe vechillâh(vechillâhi), ve mâ tunfikû min
hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn(tuzlemûne).
Onların hidayete ermesi senin üzerine (vazife) değildir. Fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete
erdirir. Ve hayır olarak ne infâk ederseniz, işte o sizin kendi nefsiniz içindir. Siz (ey mü'minler),
sadece Allah'ın vechini (Zat'ını, Allah'ın Zat'ına ulaşmayı) dileyerek infâk edersiniz (verirsiniz). Ve
hayır olarak ne infâk ederseniz, (o) size tamamen ödenir ve siz zulmedilmezsiniz (size haksızlık
yapılmaz).
2/BAKARA-273: Lil fukarâillezîne uhsirû fî sebîlillâhi lâ yestatîûne darben fîl ardı,
yahsebuhumul câhilu agniyâe minet teaffuf(teaffufi), ta’rifuhum bi sîmâhum, lâ yes’elûnen
nâse ilhâfâ(ilhâfen), ve mâ tunfikû min hayrin fe innallâhe bihî alîm(alîmun).
(İnfâklarınız ve sadakalarınız), kendilerini Allah yoluna hasreden (adayan), yeryüzünde dolaşmaya
(ticaret yapıp kazanmaya) gücü yetmeyen fakirler içindir. Onların durumlarını bilmeyen, onları
iffetlerinden dolayı zengin zanneder. Onları sen, yüzlerinden tanırsın. Zorla insanlardan bir şey
istemezler. Hayır olarak ne infâk ederseniz (verirseniz), o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi
bilendir.
2/BAKARA-274: Ellezîne yunfikûne emvâlehum bil leyli ven nehâri sirran ve alâniyeten fe
lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr (Allah yolunda) infâk edenler (verenler), işte onların
ecirleri (mükâfatları) Rab'lerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
2/BAKARA-275: Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş
şeytânu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul
bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve
emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Riba (faiz) yiyenler, kabirlerinden ancak şeytan çarpmasından hırpalanmış bir kimse gibi kalkarlar.
ışte bu, onların: “Oysa alışveriş riba gibidir." demeleri sebebiyledir. Ve Allah, alışverişi helâl,
ribayı (faizi) haram kılmıştır. Bundan sonra, Rabbinden kendisine öğüt gelen kimse (ona uyarak)
artık (faizden) vazgeçerse, o taktirde geçmiş olan (önceden aldığı faiz) onundur ve onun işi (onun
hakkındaki hüküm) Allah'a aittir. Ve kim de (faizciliğe) dönerse, işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar
orada ebedî kalacak olanlardır.
2/BAKARA-276: Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât(sadakâti), vallâhu lâ yuhıbbu kulle
keffârin esîm(esîmin).
Allah, ribayı eksiltir (onun bereketini giderir) ve sadakayı artırır (onu bereketlendirir). Ve Allah
günahkâr kâfirlerin hiçbirini sevmez.
2/BAKARA-277: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte lehum
ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) ve ıslâh edici (nefsi tezkiye edici)
amel işleyenlerin, namazı ikame edenlerin (yerine getirenlerin) ve zekâtı verenlerin ecirleri
(mükâfatları), Rab'lerinin katındadır. Ve onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
2/BAKARA-278: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum
mu’minîn(mu’minîne). 1
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olun. Eğer (gerçek) mü'minlerseniz, ribadan (faizden)
arta kalan şeyi (faizin bakiyesini) bırakın (bakiyeyi almayın).
2/BAKARA-279: Fe in lem tef’alû fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih(resûlihî), ve in tubtum
fe lekum ruûsu emvâlikum, lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn(tuzlemûne).
Bundan sonra eğer (bunu) yapmazsanız, o zaman Allah ve O'nun Resûl'ü tarafından savaşa maruz
kalacağınızı bilin (savaşa hazır olun). Ve şâyet tövbe ederseniz o taktirde ana malınız (sermayeniz)
sizindir. Ve zulmetmezsiniz ve zulmedilmezsiniz.
2/BAKARA-280: Ve in kâne zû usratin fe naziratun ilâ meysereh(meyseretin) ve en tesaddekû
hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Eğer (borçlu) zor durumda ise (ödeyemeyecekse) o taktirde durumu kolaylaşıncaya kadar
beklenmelidir. Ve (alacağınızı) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır. Keşke
bilseydiniz.
2/BAKARA-281: Vettekû yevmen turceûne fîhî ilâllâhi summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve
hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve Allah'a döndürüleceğiniz ve sonra herkese kazandığının (iktisap ettiği derecelerin karşılığının)
tam olarak ödeneceği günden sakının. Ve onlar zulmedilmezler (haksızlığa uğramazlar).
2/BAKARA-282: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen
fektubûh(fektubûhu), velyektub beynekum kâtibun bil adl(adli), ve lâ ye’be kâtibun en yektube
kemâ allemehullâhu felyektub, velyumlilillezî aleyhil hakku velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas
minhu şey’â(şey’en), fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan ev daîfen ev lâ yestatîu en yumille
huve felyumlil veliyyuhu bil adl(adli), vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum, fe in lem yekûnâ
raculeyni fe raculun vemraetâni mimmen terdavne mineş şuhedâi en tedılle ıhdâhumâ fe
tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû, ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran
ev kebîran ilâ ecelih(ecelihî), zâlikum aksatu indallâhi ve akvemu liş şehâdeti ve ednâ ellâ
tertâbû illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum fe leyse aleykum cunâhun ellâ
tektubûhâ ve eşhidû izâ tebâya’tum, ve lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd(şehîdun), ve in tef’alû fe
innehu fusûkun bikum, vettekûllâh(vettekûllâhe), ve yuallimukumullâh(yuallimukumullâhu),
vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar! Birbirinize belirli bir süreye kadar borç verdiğiniz zaman onu yazın (senet
yapın). Aranızda bir kâtip onu adaletle yazsın. Ve kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan
çekinmesin, aynı şekilde yazsın. İzerinde hak bulunan (borçlu) da yazdırsın. Ve Rabbi olan Allah'a
karşı takva sahibi olsun (ve emirlerinden sakınsın) ve ondan bir şey eksiltmesin. Fakat, eğer
üzerinde hak olan (borçlu) olan kişi, sefih (aklı ermeyen) veya zayıf (küçük, güçsüz) ise veya
kendisi onu (söyleyip) yazdıramayacak bir durumda ise o taktirde velisi onu adaletle yazdırsın. Ve
erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. Fakat eğer iki erkek bulunamıyorsa, o zaman şahitlerden razı
olacağınız bir erkek ve iki kadını (şahit) tutun ki ikisinden biri unutursa o taktirde, diğeri ona
hatırlatır. Şahitler çağrıldıkları zaman (şahitlikten) kaçınmasınlar. Borç büyük olsun, küçük olsun
vadesine kadar onu yazmaktan usanmayın. İşte bu, Allah'ın katında en adil ve şahitlik için en
sağlam, şüphe etmemeniz için en yakın olandır. Ancak aranızda devretmeye hazır olan peşin bir
ticaret (alım-satım) ise, o zaman bunu yazmamanızdan dolayı sizin üzerinize bir günah yoktur.
alım-satım yaptığınız zaman da şahit tutun. Kâtibe (yazıcıya) ve şahitlere bir zarar verilmesin. eğer
bunu yaparsanız (bir zarar verirseniz) bundan sonra o mutlaka sizin için bir fısk olur. Allah'a karşı
takva sahibi olun. Allah size öğretiyor. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
2/BAKARA-283: Ve in kuntum alâ seferin ve lem tecidû kâtiben fe rihânun
makbûdah(makbûdatun), fe in emine ba’dukum ba’dan felyueddillezî’tumine emânetehu
velyettekıllâhe rabbeh(rabbehu), ve lâ tektumûş şehâdeh(şehâdete), ve men yektumhâ fe innehû
âsimun kalbuh(kalbuhu), vallâhu bi mâ ta’melûne alîm(alîmun). 1
Ve eğer siz yolculukta iseniz ve bir kâtip de bulamazsanız o zaman (borçludan) alınan rehinler
(yeter), birbirinizden emin olduğunuz taktirde (güven duyuyorsanız), o halde güven duyulan kişi
onun emanetini (borcunu) ödesin. Ve Rabbi olan Allah'a karşı takva sahibi olsun (ve sakınsın).
Şahitliği de gizlemeyin. Ve kim onu (şahit olduğu şeyi) gizlerse o taktirde muhakkak ki onun kalbi
günahkârdır. Allah yaptıklarınızı en iyi bilendir.
2/BAKARA-284: Lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve in tubdû mâ fî enfusikum ev
tuhfûhu yuhâsibkum bihillâh(bihillâhu), fe yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu
alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Göklerde bulunanlar ve yerde bulunanlar (herşey) Allah'a aittir. Ve eğer siz nefslerinizde (içinizde)
olanı açıklasanız veya onu gizleseniz de Allah, sizi onunla hesaba çeker. Artık dilediği kimseyi
mağfiret eder, dilediği kimseyi azaplandırır. Ve Allah herşeye kaadirdir.
2/BAKARA-285: Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne),
kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin
min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru).
Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü'minler de, hepsi Allah'a, O'nun meleklerine,
kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O'nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden
ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış)
Sana'dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.
2/BAKARA-286: Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet
rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu
alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir
lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz (sorumlu tutmaz). Kazandığı
(dereceler) onundur ve iktisap ettiği (kazandığı negatif dereceler) de onundur (sorumluluğu onun
üzerindedir). Rabbimiz! Şâyet unuttuysak veya hata yaptıysak bizi aheze etme (sorgulama).
Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizim üzerimize ağır yük yükleme. Rabbimiz, takat
(güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme. Ve bizi af ve mağfiret et ve bize rahmet et (Rahîm
esması ile bize tecelli et, rahmet nurunu gönder). sen bizim Mevlâmız'sın. Artık kâfirler kavmine
karşı bize yardım et.
BELED
Bismillâhirrahmânirrahîm
90/BELED-1: Lâ uksimu bi hâzel beled(beledi).
Hayır, bu beldeye kasem ederim ki.
90/BELED-2: Ve ente hıllun bi hâzel beled(beledi).
Ve sen, bu beldede ikâmet ediyorsun.
90/BELED-3: Ve vâlidin ve mâ veled(velede).
Ve babaya ve doğan çocuğa andolsun.
90/BELED-4: Lekad halaknel insâne fî kebed(kebedin).
Andolsun ki Biz insanı, meşakkat içinde yarattık.
90/BELED-5: E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad(ehadun).
(İnsan) ona hiç kimsenin asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
90/BELED-6: Yekûlu ehlektu mâlen lubedâ(lubeden).
O: “Pekçok mal tükettim.” der.
90/BELED-7: E yahsebu en lem yerahû ehad(ehadun). 1
Onu hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?
90/BELED-8: E lem nec’al lehu ayneyn(ayneyni).
Ona iki göz vermedik mi?
90/BELED-9: Ve lisânen ve şefeteyn(şefeteyni).
Ve bir dil ve iki dudak.
90/BELED-10: Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).
Ve onu iki yola (gayy yolu ve hidayet yolu) ulaştırırız.
90/BELED-11: Fe laktehamel akabete.
Fakat o akabeyi (sarp yokuşu) aşmadı.
90/BELED-12: Ve mâ edrâke mel akabeh(akabetu).
Ve akabenin ne olduğunu sana bildiren nedir?
90/BELED-13: Fekku rekabetin.
(Akabeyi aşmak) kölenin azadıdır.
90/BELED-14: Ev ıt’âmun fî yevmin zî mesgabeh(mesgabetin).
Veya yorgun ve aç olduğu günde doyurmaktır.
90/BELED-15: Yetîmen zâ makrabeh(makrabetin).
Yakınlık sahibi (akraba) olan yetimi.
90/BELED-16: Ev miskînen zâ metrabeh(metrabetin).
Veya çok fakir bir miskini (doyurmaktır).
90/BELED-17: Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil
merhame(merhameti).
Sonra âmenû olanlardan (Allah'a ulaşmayı dileyenlerden) ve sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti
tavsiye edenlerden olmaktır (akabeyi aşmak).
90/BELED-18: Ulâike ashâbul meymeneh(meymeneti).
İşte onlar ashabı meymenedir (meymene sahibidir) (amel defteri (hayat filmi) sağından
verilenlerdir).
90/BELED-19: Vellezîne keferû bi âyâtinâ hum ashâbul meş’emeh(meş’emeti).
Ve âyetlerimizi inkâr edenler, onlar ashabı meşemedir (amel defteri (hayat filmi) solundan
verilenlerdir).
90/BELED-20: Aleyhim nârun mu’sadeh(mu’sadetun).
Onların üzerinde etrafı kapatılmış ateş vardır.
BEYYİNE
Bismillâhirrahmânirrahîm
98/BEYYİNE-1: Lem yekunillizîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne munfekkîne hattâ te’tiye
humul beyyineh(beyyinetu).
Kitap ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine beyyine (açık delil) gelinceye kadar
(küfürlerinden) ayrılacak değillerdir.
98/BEYYİNE-2: Resûlun minallâhi yetlû suhufen mutahharah(mutahhareten).
Allah'tan gönderilen resûl, (onlara) tertemiz (bâtıl ve şüpheden uzak) sahifeleri okur.
98/BEYYİNE-3: Fîhâ kutubun kayyimeh(kayyimetun).
(O sayfalar) içinde temel, değişmez hükümler yazılı olan kitaplardır. 1
98/BEYYİNE-4: Ve mâ teferrekallezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câet humul
beyyineh(beyyinetu).
Ve kitap ehli olanlar, (onlara beyyine gelmesinden önce) tefrikaya düşmediler (fırkalara
ayrılmadılar). Ancak kendilerine beyyineler geldikten sonra (tefrikaya düştüler).
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs
salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve
namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn
(kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
98/BEYYİNE-6: İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi velmuşrikîne fî nâri cehenneme hâlidîne
fîhâ, ulâike hum şerrul beriyeh(beriyyeti).
Muhakkak ki kitap ehlinden inkâr edenler ve müşrikler, cehennem ateşindedirler ve orada devamlı
kalacak olanlardır. İşte onlar, onlar yaratılmışların şerrli olanlarıdır.
98/BEYYİNE-7: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ulâike hum hayrul beriyyeh(beriyyeti).
Muhakkak ki âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel yapanlar (nefs tezkiyesi
yapanlar), işte onlar, onlar yaratılmışların hayırlı olanlarıdır.
98/BEYYİNE-8: Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ
ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye rabbeh(rabbehu).
Rab'leri Katı'nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen
kalacak olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O'ndan (Allah'tan) razıdır. İşte bu, Rabbine huşû
duyan kimseler içindir.
BURÛC
Bismillâhirrahmânirrahîm
85/BURÛC-1: Ves semâi zâtil burûc(burûci).
Burçlara sahip semaya andolsun.
85/BURÛC-2: Vel yevmil mev’ûd(mev’ûdi).
Ve vaadedilen güne.
85/BURÛC-3: Ve şâhidin ve meşhûd(meşhûdin).
Ve şahit olana ve şahit olunana (görene ve görülene) (andolsun).
85/BURÛC-4: Kutile ashâbul uhdûd(uhdûdi).
Hendeklerin sahipleri helâk edildi.
85/BURÛC-5: Ennâri zâtil vekûd(vekûdi).
(İçi) yakıt dolu ateşin (sahipleri).
85/BURÛC-6: İzhum aleyhâ kuûd(kuûdun).
Ki onlar, onun (ateşin) etrafında oturmuşlardı.
85/BURÛC-7: Ve hum alâ mâ yef’alûne bil mu’minîne şuhûd(şuhûdun).
Ve onlar, mü'minlere yaptıkları şeyleri seyrediyorlardı.
85/BURÛC-8: Ve mâ nekamû minhum illâ en yu’minû billâhil azîzil hamîd(hamîdi).
Ve onlardan intikam almaları, Aziz ve Hamîd olan Allah'a îmân etmelerinden başka bir şey için
değildi.
85/BURÛC-9: Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).
O (Allah) ki, semaların ve yeryüzünün mülkü O'nundur. Ve Allah, herşeye şahittir. 1
85/BURÛC-10: İnnellezîne fetenul mu’minîne vel mu’minâti summe lem yetûbû fe lehum azâbu
cehenneme ve lehum azâbul harîk(harîkı).
Muhakkak ki onlar, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe
etmemişlerdir. Artık onlar için cehennem azabı ve yakıcı azap vardır.
85/BURÛC-11: İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lehum cennâtun tecrî min tahtihel
enhâr(enhâru), zâlikel fevzul kebîr(kebîru).
Muhakkak ki âmenû olanlar (yaşarken Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye
edici amel) yapanlar, onlar için altından nehirler akan cennetler vardır ve işte bu büyük fevzdir
(kurtuluş ve şerefli bir ikramdır).
85/BURÛC-12: İnne batşe rabbike le şedîd(şedîdun).
Muhakkak ki Rabbinin yakalaması elbette çok şiddetlidir.
85/BURÛC-13: İnnehu huve yubdiu ve yuîd(yuîdu).
Muhakkak ki O, ilk defa (yoktan var ederek) yaratır. Ve (sonra geri) döndürür.
85/BURÛC-14: Ve huvel gafûrul vedûd(vedûdu).
Ve O, Gafur'dur (mağfiret edendir), Vedûd'dur (çok sevendir).
85/BURÛC-15: Zul arşil mecîd(mecîdu).
(O), Arşın Sahibi'dir, Mecid'dir (çok yüce ve şereflidir).
85/BURÛC-16: Fa’âlun limâ yurîd(yurîdu).
Dilediği şeyi yapandır.
85/BURÛC-17: Hel etâke hadîsul cunûd(cunûdi).
Sana, o orduların haberi (kıssası) geldi mi?
85/BURÛC-18: Fir’avne ve semûd(semûde).
Firavun ve Semud (kavminin ordularının).
85/BURÛC-19: Belillezîne keferû fî tekzîb(tekzîbin).
Hayır, inkâr edenler, tekzip etmektedirler (yalanlama içindedirler).
85/BURÛC-20: Vallâhu min verâihim muhît(muhîtun).
Ve Allah, onları arkalarından ihata edendir (kuşatmıştır).
85/BURÛC-21: Bel huve kur’ânun mecîd(mecîdun).
Hayır, O Kur'ân, Mecid'dir (yüce ve şerefli Kur'ân'dır).
85/BURÛC-22: Fî levhın mahfûz(mahfûzın).
(O), Levhi Mahfuz'dadır (merkezî kompüter sisteminde kayıtlıdır).
CÂSİYE
Bismillâhirrahmânirrahîm
45/CÂSİYE-1: Hâ mîm.
Ha, mim.
45/CÂSİYE-2: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Kitab'ın indirilmesi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.
45/CÂSİYE-3: İnne fîs semâvâti vel ardı le âyâtin lil mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki mü'minler için göklerde ve yerde mutlaka âyetler (deliller) vardır.
45/CÂSİYE-4: Ve fî halkıkum ve mâ yebussu min dâbbetin âyâtun li kavmin yûkınûn(yûkınûne). 1
Ve sizin yaratılışınızda ve (Allah'ın) hayvanlardan üretip yaydıklarında, yakîn sahibi kavim için
âyetler (deliller) vardır.
45/CÂSİYE-5: Vahtilâfil leyli ven nehâri ve mâ enzelallâhu mines semâi min rızkın fe ahyâ bihil
arda ba’de mevtihâ ve tasrîfir rîyâhı âyâtun li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve gece ve gündüzün ihtilâfı (birbirini takip etmesi) ve Allah'ın rızık olarak semadan (yağmur, kar
gibi) şeyleri indirmesi, böylece arzı ölümünden sonra diriltmesi ve rüzgârları çevirip estirmesi, akıl
eden kavim için âyetlerdir (delillerdir).
45/CÂSİYE-6: Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk(hakk ı), fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve
âyâtihî yû’minûn(yû’minûne).
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Sana hak olarak onları okuyoruz. O halde Allah'tan ve O'nun
âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
45/CÂSİYE-7: Veylun li kulli effâkin esîm(esîmin).
Bütün yalancı günahkârların vay haline.
45/CÂSİYE-8: Yesmeu âyâtillâhi tutlâ aleyhi summe yusırru mustekbiren ke en lem yesma’hâ, fe
beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
Kendisine okunan, Allah'ın âyetlerini işitir. Sonra onu işitmemiş gibi kibirlenerek israr eder. Artık
onu, elîm azap ile müjdele.
45/CÂSİYE-9: Ve izâ alime min âyâtinâ şey’enittehazehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum
azâbun muhîn(muhînun).
Âyetlerimizden bir şey öğrendikleri zaman onu alay konusu edinirler. İşte onlar; onlar için alçaltıcı
azap vardır.
45/CÂSİYE-10: Min verâihim cehennem(cehennemu), ve lâ yugnî anhum mâ kesebû şey’en ve
lâ mattehazû min dûnillâhi evliyâe, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Cehennem onların arkalarındadır. Ve kazandıkları şeyler onlara fayda vermez. Ve Allah'tan başka
dost edindikleri de. Ve onlar için büyük azap vardır.
45/CÂSİYE-11: Hâzâ hudâ(huden), vellezîne keferû bi âyâti rabbihim lehum azâbun min riczin
elîm(elîmun).
İşte bu hidayettir. Ve Rab'lerinin âyetlerini inkâr edenler; onlar için azap üstüne elîm azap vardır.
45/CÂSİYE-12: Allâhullezî sahhare lekumul bahre li tecriyel fulku fîhi bi emrihî ve li tehtegû
min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
O Allah ki, içinde gemileri O'nun emriyle yüzdürmeniz için denizi size musahhar (emre amade)
kıldı. Ve O'nun fazlından istemeniz için. Umulur ki, böylece siz şükredersiniz.
45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî
zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade)
kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
45/CÂSİYE-14: Kul lillezîne âmenû yagfirû lillezîne lâ yercûne eyyâmallâhi li yecziye kavmen bi
mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Âmenû olanlara de ki: “Allah'ın günlerinin (geleceğini) ummayan, kazanmış olduklarından dolayı
(Allah'ın) cezalandıracağı kavmi bağışlasınlar.”
45/CÂSİYE-15: Men amile sâlihan fe li nefsih(nefsihî), ve men esâe fe aleyhâ summe ilâ
rabbikum turceûn(turceûne).
Kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, kendi nefsi içindir (lehinedir). Ve kim kötülük yaparsa, o
da kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. 1
45/CÂSİYE-16: Ve lekad âteynâ benî isrâîlel kitâbe vel hukme ven nubuvvete ve rezaknâhum
minet tayyibâti ve faddalnâhum alel âlemîn(âlemîne).
Ve andolsun ki İsrailoğullarına, kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Ve onları temiz rızıklarla
rızıklandırdık. Ve onları âlemlere üstün kıldık.
45/CÂSİYE-17: Ve âteynâhum beyyinâtin minel emr(emri), fe mahtelefû illâ min ba’di mâ
câehumul ilmu bagyen beynehum, inne rabbeke yakdî beynehum yevmel kıyâmeti fî mâ kânû
fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Ve onlara emirden (Allah'ın emrinden) beyyineler (deliller) verdik. Fakat onlara ilim geldikten
sonra onlar, aralarında azgınlık ederek ihtilâfa düştüler. Muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü,
ihtilâf etmiş oldukları şeylerde, onların arasında hüküm verecektir.
45/CÂSİYE-18: Summe cealnâke alâ şerîatin minel emri fettebi’ hâ ve lâ tettebi’ ehvâellezîne lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Sonra seni, emirde (Allah'ın emrinde) şeriat üzere kıldık. Öyleyse ona (o şeriate) tâbî ol! Ve
bilmeyenlerin hevalarına uyma!
45/CÂSİYE-19: İnnehum len yugnû anke minallâhi şey’â(şey’en), ve innez zâlimîne ba’duhum
evliyâu ba’d(ba’din), vallâhu veliyyul muttekîn(muttekîne).
Muhakkak ki onlar, Allah'tan bir şey (emir) konusunda asla sana fayda veremezler. Muhakkak ki
zalimler birbirinin dostudurlar. Ve Allah, takva sahiplerinin dostudur.
45/CÂSİYE-20: Hâzâ basâiru lin nâsi ve huden ve rahmetun li kavmin yûkınûn(yûkınûne).
İşte bu (Kur'ân), insanlar için basirettir. Ve yakîn hasıl eden kavim için hidayettir, rahmettir.
45/CÂSİYE-21: Em hasibellezînecterahûs seyyiâti en nec’alehum kellezîne âmenû ve amilûs
sâlihâti sevâen mahyâhum ve memâtuhum, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Yoksa kötülük işleyenler, zannediyorlar mı ki, onları, âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) ve
salih ameller (nefs tezkiyesi) yapanlar gibi kılacağız ve onların hayatları ve ölümleri eşit olacak?
Hüküm verdikleri şey ne kötü.
45/CÂSİYE-22: Ve halakallâhus semâvâti vel arda bil hakkı ve li tuczâ kullu nefsin bimâ kesebet
ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Ve bütün nefslere kazandıklarının karşılığı (ceza veya
mükâfat) verilsin diye. Ve onlara zulmedilmez.
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme
alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere
dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının
üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür
etmez misiniz?
45/CÂSİYE-24: Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed
dehr(dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilm(ilmin), in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).
Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden
(zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur.
Onlar sadece zanda bulunurlar.
45/CÂSİYE-25: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin mâ kâne huccetehum illâ en kâlû’tû bi
âbâinâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Onlara âyetlerimiz beyan edilerek okunduğu zaman onların delilleri (iddiaları): “Eğer siz
sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz), babalarımızı getirin!” demekten başka birşey olmadı. 1
45/CÂSİYE-26: Kulillâhu yuhyîkum summe yumîtukum summe yecmeukum ilâ yevmil kıyâmeti
lâ reybe fîhi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
De ki: “Allah sizi yaşatır, sonra öldürür. Sonra sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet günü
(biraraya) toplar.” Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
45/CÂSİYE-27: Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve yevme tekûmus sâatu yevme izin
yahserul mubtılûn(mubtılûne).
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı izin günü, bâtıl olanlar
hüsranda olacaklardır.
45/CÂSİYE-28: Ve terâ kulle ummetin câsiyeh(câsiyeten), kullu ummetin tud’â ilâ kitâbihâ, el
yevme tuczevne mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bütün ümmetleri diz çökmüş olarak görürsün. Bütün ümmetler kendi kitaplarına davet edilirler.
O gün yapmış olduğunuz şeylerin karşılığı (ceza ve mükâfat) verilir.
45/CÂSİYE-29: Hâzâ kitâbunâ yentıku aleykum bil hakk(hakkı), innâ kunnâ nestensihu mâ
kuntum ta’melûn(ta’melûne).
İşte bu Bizim Kitabımız ki, size hakkı söyler. Muhakkak ki Biz, yapmış olduğunuz şeyleri tensih
ediyorduk (hayat filmine kaydettiriyorduk).
45/CÂSİYE-30: Fe emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yudhıluhum rabbuhum fî
rahmetih(rahmetihî), zâlike huvel fevzul mubîn(mubînu).
Fakat âmenû olanlara ve salih ameller yapanlara (Allah'a ulaşmayı dileyerek nefs tezkiyesi
yapanlar) gelince, Rab'leri onları rahmetinin içine koyar. İşte bu, fevz-ül mübîndir (apaçık
kurtuluştur).
45/CÂSİYE-31: Ve emmellezîne keferû, e fe lem tekun âyâtî tutlâ aleykum festekbertum ve
kuntum kavmen mucrimîn(mucrimîne).
Ve fakat inkâr edenlere denir ki: “Âyetlerim size okunduğu zaman kibirlenenler siz değil miydiniz?
Ve siz, mücrim bir kavim oldunuz.”
45/CÂSİYE-32: Ve izâ kîle inne va’dallâhi hakkun ves sâatu lâ reybe fîhâ kultum mâ nedrî mes
sâatu in nezunnu illâ zannen ve mâ nahnu bi musteykınîn(musteykınîne).
Ve: “Allah'ın vaadi ve hakkında şüphe olmayan o saat (kıyâmet) haktır.” denildiği zaman siz: “Biz
o saat (kıyâmet) nedir bilmeyiz? Sadece bir zan olduğunu sanıyoruz. Ve biz, yakîn sahibi değiliz.”
dediniz.
45/CÂSİYE-33: Ve bedâ lehum seyyiâtu mâ amilû ve hâka bihim mâ kânû bihî
yestehziûn(yestehziûne).
Ve onlara, yaptıkları şeylerin kötülüğü aşikâr oldu. Ve alay etmiş oldukları şey, onları kuşattı.
45/CÂSİYE-34: Ve kîlel yevme nensâkum kemâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ ve me’vâkumun
nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
Ve (onlara): “Bugün sizi unutacağız, tıpkı sizin “bugününüze kavuşmayı” unuttuğunuz gibi. Ve
sizin mevanız (kalacağınız yer), ateştir. Ve sizin için bir yardımcı yoktur.” denildi.
45/CÂSİYE-35: Zâlikum bi ennekumuttehaztum âyâtillâhi huzuven ve garretkumul hayâtud
dunyâ, fel yevme lâ yuhrecûne minhâ ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).
İşte bu, Allah'ın âyetlerini alay konusu etmeniz sebebiyledir. Ve sizi dünya hayatı aldattı. Öyleyse o
gün oradan çıkarılmazlar. Ve onlardan bir özür istenmez (kabul edilmez).
45/CÂSİYE-36: Fe lillâhil hamdu rabbis semâvâti ve rabbil ardı rabbil âlemîn(âlemîne).
Öyleyse hamd, göklerin ve yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi, Allah'a mahsustur.
45/CÂSİYE-37: Ve lehul kibriyâu fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu). 1
Göklerde ve yerde büyüklük ve azamet, O'na mahsustur. Ve O, Azîz'dir, Hakîm'dir (hüküm ve
hikmet sahibidir).
CİNN
Bismillâhirrahmânirrahîm
72/CİNN-1: Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen
acebâ(aceben).
De ki: “Cinlerden bir topluluğun (Kur'ân) dinlediği, sonra: “Biz gerçekten harika, güzel bir Kur'ân
işittik.” dedikleri bana vahyedildi.”
72/CİNN-2: Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).
“O (Kur'ân), irşada ulaştırır, artık biz, O'na îmân ettik ve artık kimseyi Rabbimize asla ortak
koşmayız.”
72/CİNN-3: Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).
Ve bizim Rabbimizin şanı çok yücedir. O'nun, bir sahibe (eş) ve oğul edinmediğine (îmân ettik).
72/CİNN-4: Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan).
Ve o bizim sefih (ahmak) olanımızın (iblisin), Allah'a karşı asılsız (saçma sapan şeyler) söylemiş
olduğuna (inanıyoruz).
72/CİNN-5: Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).
Ve gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemediğini zannettik.
72/CİNN-6: Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum
rehekâ(rehekan).
Ve insanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınıyorlardı. Böylece onların (cinlerin)
azgınlıklarını artırdılar.
72/CİNN-7: Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden).
Ve onlar da, sizin zannettiğiniz gibi Allah'ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini zannettiler.
72/CİNN-8: Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben).
Ve gerçekten biz semaya, elbette dokunduk. O zaman onu çok güçlü bekçiler ve şihaplarla (yakıcı
ışınlarla) doldurulmuş bulduk.
72/CİNN-9: Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu
şihâben rasadâ(rasaden).
Ve gerçekten biz, (meleklerin sözlerini) dinlemek için orada oturma yerlerine otururduk. Fakat
şimdi, kim dinlemek isterse, onu gözleyen (izleyen) bir şihap (ateş şulesi) bulur.
72/CİNN-10: Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum
reşedâ(reşeden).
Ve gerçekten biz bilmiyoruz. Yeryüzünde olan kimselere bir şerr mi murad edildi, yoksa Rab'leri
onların irşad olmalarını mı diledi?
72/CİNN-11: Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika
kıdedâ(kıdeden).
Ve gerçekten biz, bir kısmımız salihleriz ve bizden bir kısmımız bunun dışında. Biz ayrı ayrı
yollarda (olan topluluklar) olduk.
72/CİNN-12: Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben).
Ve gerçekten biz, yeryüzünde Allah'ı asla aciz bırakamayacağımızı anladık ve (O'ndan) kaçarak da
O'nu asla aciz bırakamayız. 1
72/CİNN-13: Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ
yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).
Ve gerçekten biz, hidayeti işittiğimiz zaman O'na îmân ettik. Artık kim Rabbine îmân ederse,
bundan sonra hakkının verilmemesinden ve zulme uğrayacağından korkmaz.
72/CİNN-14: Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike
teharrev reşedâ(reşeden).
Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış)
olanlar da var. Artık kim (Allah'a) teslim olmuşsa (ruhunu teslim etmişse) işte onlar, irşad olmayı
(nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir).
72/CİNN-15: Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban).
Ve lâkin, kasitun olanlar (kalpleri zikirsizlikten kasiyet bağlayanlar), işte onlar cehenneme odun
oldular.
72/CİNN-16: Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).
Ve eğer onlar, tarikat üzere olarak (Allah'a) yönelselerdi, onları mutlaka bol su (rahmet) ile sulardık
(bol bol rahmet ulaştırırdık) ki.
72/CİNN-17: Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben
saadâ(saaden).
Onları bu konuda imtihan edelim diye. Ve kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, onu çok şiddetli
azaba uğratır.
72/CİNN-18: Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ(ehaden).
Ve muhakkak ki mescidler, Allah içindir. Artık Allah ile beraber başka birine dua etmeyin.
72/CİNN-19: Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden).
Ve muhakkak ki O; Allah'ın Kulu (Hz. Muhammed S.A.V), O'na (Allah'a) dua etmeye (Kur'ân
okumaya) kalktığı zaman, (O'nun etrafında) neredeyse üstüste birikip toplanıyorlardı.
72/CİNN-20: Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ben sadece Rabbime dua ederim ve hiç kimseyi O'na ortak etmem.”
72/CİNN-21: Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ(reşeden).
De ki: “Muhakkak ki ben, size bir zarar verme ve sizi irşad etme gücüne malik (sahip) değilim.”
72/CİNN-22: Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî
multehadâ(multehaden).
De ki: “Muhakkak beni, hiç kimse Allah'tan bir şeye karşı asla koruyamaz. Ve ben asla O'ndan
(Allah'tan) başka sığınacak yer bulamam.”
72/CİNN-23: İllâ belâgan minallâhi ve risâlâtih(risâlâtihî), ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne
lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden).
(Bu) sadece Allah'tan olanı tebliğ ve O'nun risaletidir. Ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne asi
olursa, bundan sonra muhakkak ki onun için, içinde ebediyyen kalacağı cehennem ateşi vardır.
72/CİNN-24: Hattâ izâ reev mâ yûadûne fe se ya’lemûne men ad’afu nâsıren ve ekallu
adedâ(adeden).
Nihayet vaadolundukları şeyi gördükleri zaman, artık kimin yardımcısı daha zayıf ve sayı
bakımından daha az, yakında bilecekler.
72/CİNN-25: Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ(emedan).
De ki: “Eğer bilseydim (size bildirirdim) vaadolunduğunuz şey yakın mı, yoksa Rabbim ona uzun
bir müddet mi verir?”
72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz). 1
72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî
rasadâ(rasaden).
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O
(Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki,
72/CİNN-28: Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle
şey’in adedâ(adeden).
Rab'lerinin risaletlerinin tebliğ edilmiş olduğunu bilsinler diye. Ve (Allah) onların yanlarında
olanları (ilmi ile) ihata etmiştir (kuşatmıştır). Ve herşeyin adedini sayıp tespit etmiştir.
CUMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
62/CUMA-1: Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil
hakîm(hakîmi).
Göklerde ve yerde olanlar, Allah'ı tespih eder ki; (O) Mâlik'tir (mülkün sahibidir), Kuddüs'tür
(mukaddestir), Azîz'dir (üstündür), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve
yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun
(Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i)
ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir
dalâlet içinde idiler.
62/CUMA-3: Ve âharîne minhum lemmâ yelhakû bi him, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Ve henüz kendilerine ilhak olmamış (katılmamış) olan, onlardan sonrakilere de... Ve O; Azîz'dir
(üstündür), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
62/CUMA-4: Zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).
İşte bu, Allah'ın fazlıdır. Onu dilediği kişiye verir. Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
62/CUMA-5: Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu
esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl
kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Kendilerine Tevrat yüklenip de (Tevrat'ın farzları okunup da), sonra O'nu taşımayanların (onunla
amel etmeyenlerin) hali, ciltlerle kitap taşıyan merkebin hali gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan
kavmin durumu ne kötü. Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
62/CUMA-6: Kul yâ eyyuhellezîne hâdû in zeamtum ennekum evliyâu lillâhi min dûnin nâsi fe
temennevul mevte in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
De ki: “Ey yahudiler! Eğer siz, insanlardan ayrı olarak, (yalnız) kendinizin Allah'ın dostu
olduğunuzu zannettiyseniz, şâyet siz doğru söyleyen kimseler iseniz, ölümü temenni edin.”
62/CUMA-7: Ve lâ yetemennevnehû ebeden bi mâ kaddemet eydîhim, vallâhu alîmun biz
zâlimîn(zâlimîne).
Ve ebediyyen onu (ölümü) temenni edemezler, elleriyle takdim ettikleri (yaptıkları) şeyler
sebebiyle. Ve Allah, zalimleri en iyi bilendir.
62/CUMA-8: Kul innel mevtellezî tefirrûne minhu fe innehu mulâkîkum summe tureddûne ilâ
âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne). 1
De ki: “Muhakkak ki o, sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, işte o mutlaka size mülâki olacak (siz
ölümle karşılaşacaksınız). Sonra görünmeyeni ve görüneni bilen (Allah'a) döndürüleceksiniz. O
zaman (Allah), yapmış olduklarınızı size haber verecek.”
62/CUMA-9: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ
zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Cuma günü namaza nida olunduğu
zaman (çağrıldığınız zaman) hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. İşte bu, sizin için
daha hayırlıdır, keşke bilseniz.
62/CUMA-10: Fe izâ kudiyetıs salâtu fenteşirû fîl ardı vebtegû min fadlillâhi vezkurûllâhe
kesîren leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Artık namazı kaza ettiğiniz (kılıp bitirdiğiniz) zaman yeryüzüne yayılın ve Allah'ın fazlından
isteyin ve Allah'ı çok zikredin. Umulur ki, böylece siz felâha (kurtuluşa) erersiniz.
62/CUMA-11: Ve izâ reev ticâreten ev lehveninfaddû ileyhâ ve terekûke kâimâ(kâimen), kul mâ
indallâhi hayrun minel lehvi ve minet ticâreh(ticâreti), vallâhu hayrur râzıkîn(râzıkîne).
Ve ticaret veya eğlenceyi görünce ona yönelip dağıldılar ve seni ayakta bırakıp gittiler. De ki:
“Allah'ın katında olan şeyler, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır ve Allah, rızık verenlerin en
hayırlısıdır.”
DUHÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
93/DUHÂ-1: Ved duhâ.
Duhâ (kuşluk) vaktine andolsun.
93/DUHÂ-2: Vel leyli izâ secâ.
Ve zifiri karanlık çöktüğü zaman geceye (andolsun) ki.
93/DUHÂ-3: Mâ veddeake rabbuke ve mâ kalâ.
Rabbin seni terketmedi ve darılmadı.
93/DUHÂ-4: Ve lel âhıretu hayrun leke minel ûlâ.
Ve ahiret (bundan sonraki hayat), mutlaka senin için, evvelkinden (dünya hayatından) daha
hayırlıdır.
93/DUHÂ-5: Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.
Ve mutlaka Rabbin yakında sana verecek (ihsan edecek), böylece sen razı olacaksın.
93/DUHÂ-6: E lem yecidke yetîmen fe âvâ.
Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni) (himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?
93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
93/DUHÂ-8: Ve vecedeke âilen fe agnâ.
Ve seni yokluk içinde buldu sonra zengin kıldı.
93/DUHÂ-9: Fe emmel yetîme fe lâ takher.
Fakat bundan sonra yetimi kahretme (üzme).
93/DUHÂ-10: Ve emmes sâile fe lâ tenher.
Ve amma saili (bir şey isteyeni) bundan sonra azarlama.
93/DUHÂ-11: Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis. 1
Ve fakat, Rabbinin ni'metlerini artık anlat.
DUHÂN
Bismillâhirrahmânirrahîm
44/DUHÂN-1: Hâ mîm.
Ha, mim.
44/DUHÂN-2: Vel kitâbil mubîn(mubîni).
Kitab-ı Mübîn'e (Apaçık Kitab'a) andolsun.
44/DUHÂN-3: İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).
Muhakkak ki Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz, uyaranlarız.
44/DUHÂN-4: Fihâ yufreku kullu emrin hakîm(hakîmin).
Hikmetli (hükmedilmiş) emirlerin (işlerin) hepsi, onda (o gecede) ayırt edilir (belirlenir).
44/DUHÂN-5: Emren min indinâ innâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
Katımızdan bir emir olarak. Muhakkak ki Biz, (Kur'ân'ı ve resûlleri) gönderenleriz.
44/DUHÂN-6: Rahmeten min rabbik(rabbike), innehu huves semîul alîm(alîmu).
Rabbinden bir rahmet olarak. Muhakkak ki O; O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
44/DUHÂN-7: Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkinîn(mûkinîne).
Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Eğer siz yakîn sahibi iseniz.
44/DUHÂN-8: Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), rabbukumve rabbu âbâikumul
evvelîn(evvelîne).
O'ndan başka İlâh yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin ve evvelki (sizden önceki) babalarınızın
Rabbidir.
44/DUHÂN-9: Bel hum fî şekkin yel’abûn(yel’abûne).
Hayır, onlar şüphe içinde oynuyorlar (oyalanıyorlar).
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü'minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret
almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O'NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O'NDAN yüz
çevirdiler.
44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız.
44/DUHÂN-16: Yevme nebtışul batşetel kubrâ innâ muntekimûn(muntekimûne).
Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız gün, Biz mutlaka intikam alacak olanlarız.
44/DUHÂN-17: Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm(kerîmun). 1
Ve andolsun ki Biz, onlardan önce firavun kavmini de imtihan ettik. Ve onlara da kerim bir resûl
(Hz. Musa) gelmişti.
44/DUHÂN-18: En eddû ileyye ibâdallâh(ibâdallâhi), innî lekum resûlun emîn(emînun).
(Hz. Musa): “Allah'ın kullarını bana verin. Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.”
(demişti).
44/DUHÂN-19: Ve en lâ ta’lû alâllâh(alâllâhi), innîâtîkum bi sultânin mubîn(mubînin).
Allah'a karşı ululuk (büyüklük) taslamayın! Çünkü ben, size apaçık bir sultan (delil) ile geliyorum.
44/DUHÂN-20: Ve innî uztu bi rabbî ve rabbikumen tercumûni.
Ve muhakkak ki ben, beni taşlamanızdan, sizin de Rabbiniz olan Rabbime sığındım.
44/DUHÂN-21: Ve in lem tû’minû lî fa’tezilûni.
Eğer bana inanmıyorsanız artık benden uzaklaşın.
44/DUHÂN-22: Fe deâ rabbehû enne hâulâi kavmun mucrimûn(mucrimûne).
Bunun üzerine: “Bunlar günahkâr bir kavimdir.” diye, Rabbine dua etti.
44/DUHÂN-23: Fe esri bi ibâdî leylen innekum muttebeûn(muttebeûne).
Hemen gece yürüyüşü yapmak üzere kullarımla (beraber) yola çık! Muhakkak ki siz takip
edileceksiniz.
44/DUHÂN-24: Vetrukil bahre rehvâ(rehven), innehum cundun mugrekûn(mugrekûne).
Ve denizi açık olarak bırak! Muhakkak ki onlar, boğulacak olan bir ordudur.
44/DUHÂN-25: Kem terekû min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Bahçelerden ve pınarlardan nicelerini terkettiler.
44/DUHÂN-26: Ve zurûin ve makâmin kerîm(kerîmin).
(Ve ekinler ve kerim mekânlar (güzel köşkler).
44/DUHÂN-27: Ve na’metin kânû fîhâ fâkihîn(fâkihîne).
Ve orada zevk içinde yaşadıkları ni'metler (terkettiler).
44/DUHÂN-28: Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ kavmen âharîn(âharîne).
İşte, böyle. Ve sonraki kavmi onlara varis kıldık.
44/DUHÂN-29: Fe mâ beket aleyhimus semâu vel ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).
Onlara yer ve gök ağlamadı. Ve onlara mühlet verilmedi.
44/DUHÂN-30: Ve lekad necceynâ benî isrâîle minel azâbil muhîn(muhîni).
Ve andolsun ki Biz, İsrailoğullarını (firavunun) zelil azab(ın)dan kurtardık.
44/DUHÂN-31: Min fir’avn(fir’avne), innehu kâne âliyen minel musrifîn(musrifîne).
O firavun ki, şüphesiz o, haddi aşanlardan ve büyüklük taslayanlardandı.
44/DUHÂN-32: Ve lekadihternâhum alâ ilmin alel âlemîn(âlemîne).
Ve andolsun ki Biz, onları (İsrailoğullarını) ilim üzerine âlemlere seçtik (üstün kıldık).
44/DUHÂN-33: Ve âteynâhum minel âyâti mâ fîhi belâun mubîn(mubînun).
Ve onlara, içinde apaçık imtihan olan âyetlerden (mucizelerden) verdik.
44/DUHÂN-34: İnne hâulâi le yekûlûn(yekûlûne).
Gerçekten onlar, mutlaka diyecekler ki.
44/DUHÂN-35: İn hiye illâ mevtetunel ûlâve mâ nahnu bi munşerîn(munşerîne).
(Bizim ölümümüz) sadece ilk ölümümüzdür. Ve biz, neşrolunacak (tekrar diriltilecek) değiliz.
44/DUHÂN-36: Fe’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Siz doğru söyleyenlerseniz, o halde babalarımızı (geri) getirin. 1
44/DUHÂN-37: E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kablihim, ehleknâhum innehum
kânû mucrimîn(mucrimîne).
Onlar mı yoksa Tubba'nın kavmi ve onlardan öncekiler mi daha hayırlı? Biz onları helâk ettik.
Çünkü onlar mücrimlerdi.
44/DUHÂN-38: Ve mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ lâibîn(lâibîne).
Ve gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık.
44/DUHÂN-39: Mâ halaknâhumâ illâ bil hakkı ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
İkisini de haktan başka bir şey ile yaratmadık (ikisini de hak ile yarattık). Ve lâkin onların çoğu
bilmezler.
44/DUHÂN-40: İnne yevmel faslı mîkâtuhum ecmaîn(ecmaîne).
Muhakkak ki fasıl günü, onların hepsinin belirlenmiş vaktidir.
44/DUHÂN-41: Yevme lâ yugnî mevlen an mevlen şey’en ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
O gün, dosttan dosta (hiç)bir şey fayda vermez. Ve onlara yardım olunmaz.
44/DUHÂN-42: İllâ men rahimallâh(rahimallâhu), innehu huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ancak Allah'ın rahmet (Rahîm esmasıyla tecelli) ettiği kimse hariç. Muhakkak ki O, Azîz'dir,
Rahîm'dir.
44/DUHÂN-43: İnne şeceretez zakkûm(zakkûmi).
Muhakkak ki zakkum ağacı.
44/DUHÂN-44: Taâmul esîm(esîmi).
Günahkârların yemeğidir.
44/DUHÂN-45: Kel muhl(muhli), yaglî fîl butûn(butûni).
Erimiş maden gibi karınlarında kaynar.
44/DUHÂN-46: Ke galyil hamîm(hamîmi).
Kaynar suyun kaynaması gibi.
44/DUHÂN-47: Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm(cahîmi).
Onu tutun (yakalayın)! Hemen cehennemin ortasına sürükleyin.
44/DUHÂN-48: Summe subbû fevka re’sihî min azâbil hamîm(hamîmi).
Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.
44/DUHÂN-49: Zuk, inneke entel azîzul kerîm(kerîmu).
(Azabı) tat! (Hani) sen, gerçekten azîzdin ve kerimdin (kendini öyle zannediyordun).
44/DUHÂN-50: İnne hâzâ mâ kuntum bihî temterûn(temterûne).
Muhakkak ki bu azap, sizin şüphe ettiğiniz şeydir.
44/DUHÂN-51: İnnel muttekîne fî makâmin emîn(emînin).
Muhakkak ki takva sahipleri, mutlaka emin makamlardadır.
44/DUHÂN-52: Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Cennetlerde ve pınarlarda.
44/DUHÂN-53: Yelbesûne min sundusin ve istebrakın mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Karşılıklı ipekten ve atlastan giysiler giyerler.
44/DUHÂN-54: Kezâlik(kezâlike), ve zevvecnâhum bi hûrin în(înin).
İşte, böyle. Ve onları, iri gözlü huriler ile evlendiririz.
44/DUHÂN-55: Yed’ûne fîhâ bi kulli fâkihetin âminîn(âminîne).
Orada emniyet içinde her çeşit meyveden isterler. 1
44/DUHÂN-56: Lâ yezûkûne fîhel mevte illel mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm(cahîmi).
Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah, böylece) onları cehennem azabından
korumuştur.
44/DUHÂN-57: Fadlen min rabbik(rabbike), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Senin Rabbinden fazl (lütuf) olarak işte bu, (en büyük kurtuluş) fevz-ül azîmdir.
44/DUHÂN-58: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
İşte böylece O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür
ederler.
44/DUHÂN-59: Fertekib innehum murtekıbûn(murtekibûne).
Artık gözle (bekle)! Muhakkak ki onlar da (bekleyenler) gözleyenlerdir.
EN'ÂM
Bismillâhirrahmânirrahîm
6/EN'ÂM-1: Elhamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra),
summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
Hamd semaları ve arzı yaratan, zulmeti ve nuru var eden Allah'a mahsustur. Sonra da kâfirler,
Rab'lerine (başka şeyleri) eş (denk, adl) tutuyorlar.
6/EN'ÂM-2: Huvellezî halakakum min tînin summe kadâ ecelâ(ecelen), ve ecelun musemmen
ındehu summe entum temterûn(temterûne).
Sizi topraktan yaratan, sonra bir ecel (zaman dilimi) tayin eden O'dur. Ve ecel-i müsemma (mekânı
ve zamanı belirlenmiş ecel) Allah'ın katındadır. Sonra da siz, şüphe ediyorsunuz.
6/EN'ÂM-3: Ve huvellâhu fîs semâvâti ve fîl ard(ardı), ya’lemu sirrakum ve cehrekum ve
ya’lemu mâ teksibûn(teksibûne).
Göklerde ve arzda Allah O'dur. (O Allah, göklerde ve yerdedir.) Sizin sırrınızı (gizlediğinizi) ve
açıkladığınızı ve kazanacağınız şeyi bilir.
6/EN'ÂM-4: Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’rıdîn(mu’rıdîne).
Ve onların Rabbinin âyetlerinden bir âyet gelmemiştir ki; ondan yüz çevirmiş olmasınlar.
6/EN'ÂM-5: Fe kad kezzebû bil hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî
yestehziûn(yestehziûne).
Böylece onlara hak geldiği zaman, onu yalanlamışlardı. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri
yakında onlara gelecek.
6/EN'ÂM-6: E lem yerev kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fîl ardı mâ lem
numekkin lekum ve erselnes semâe aleyhim midrâren ve cealnâl enhâre tecrî min tahtihim fe
ehleknâhum bi zunûbihim ve enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
Sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde, yeryüzünde yerleştirdiğimiz nice kavimleri, kendilerinden önce
nasıl helâk ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlara semadan bol bol yağmur gönderdik. Altlarından
nehirler akıttık. Fakat günahları sebebiyle onları helâk ettik. Onlardan sonra da başka nesiller
yarattık.
6/EN'ÂM-7: Ve lev nezzelnâ aleyke kitâben fî kırtâsin fe le mesûhu bi eydîhim le kâlelezîne
keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve eğer sana kâğıtlarda yazılı olarak indirseydik, böylece ona elleri ile dokunsalar bile kâfir olan
kimseler, mutlaka: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.” derdi.
6/EN'ÂM-8: Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi melek(melekun), ve lev enzelnâ meleken, le kudıyel
emru summe lâ yunzarûn(yunzarûne). 1
Ve: “Ona bir melek indirilseydi, olmaz mıydı?” dediler. Şâyet bir melek indirseydik, mutlaka iş,
olup bitirilirdi. Sonra (onlara) mühlet verilmez.
6/EN'ÂM-9: Ve lev cealnâhu meleken le cealnâhu raculen ve le lebesnâ aleyhim mâ
yelbisûn(yelbisûne).
Ve şâyet onu melek yapsaydık, onu mutlaka erkek olarak (erkek suretinde) yapardık. Şüphe
ettikleri şeyi, mutlaka onlara (gene) şüphe ettirirdik.
6/EN'ÂM-10: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû
bihî yestehziûn(yestehziûne).
Ve andolsun ki; senden önceki resûllerle de alay edilmişti. Böylece alay etmiş oldukları şey,
onlardan alay edenleri kuşattı.
6/EN'ÂM-11: Kul sîrû fîl ardı summenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
De ki: “Yeryüzünde dolaşın. Sonra bakın, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu.”
6/EN'ÂM-12: Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihir
rahmeh(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû
enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
De ki : “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah'ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi
üzerine rahmeti yazdı. Hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka toplayacak. O
kimseler ki; nefslerini hüsrana düşürdüler, onlar mü'min değildirler.
6/EN'ÂM-13: Ve lehu mâ sekene fîl leyli ven nehâr(nehâri), ve huves semîul alîm(alîmu).
Gecede ve gündüzde bulunan herşey O'nundur. O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
6/EN'ÂM-14: Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırıs semâvâti vel ardı ve huve yut’ımu ve lâ
yut’am(yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne minel
muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Semaları ve arzı yaratan Allah'tan başka bir velî (dost) edinir miyim? Ve doyuran (yediren)
ve Kendisi doyurulmayan (yedirilmeyen) O'dur.” “Muhakkak ki ben, teslim olanların ilki olmakla
ve müşriklerden olmamakla emrolundum.” de.
6/EN'ÂM-15: Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
De ki: “Muhakkak ki ben, eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım.”
6/EN'ÂM-16: Men yusraf anhu yevme izin fe kad rahımeh(rahımehu), ve zâlikel fevzul
mubîn(mubînu).
O gün (izin günü), kim ondan (azaptan) uzaklaştırılırsa, o taktirde ona (Allah), rahmet etmiştir. Ve
işte bu, apaçık bir fevzdir (kurtuluştur).
6/EN'ÂM-17: Ve in yemseskellâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın
fe huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o taktirde onu, O'ndan başka giderecek yoktur. Sana bir
hayır dokundurursa, artık O, herşeye kaadirdir.
6/EN'ÂM-18: Ve huvel kâhiru fevka ıbâdih(ıbâdihî), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
O, kullarının üstünde kahhardır (yegâne gâlip), ve O, hakîmdir (hikmet sahibi), herşeyden
haberdardır (habîrdir).
6/EN'ÂM-19: Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeh(şehâdeten), kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum
ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirekum bihî ve men belag(belaga), e innekum le teşhedûne
enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed(eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî
berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
“Hangi şey şahit olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'ân bana,
O'nunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak Allah ile beraber 1
başka ilâhların olduğuna gerçekten şahitlik ediyor musunuz? Ben şahitlik yapmam.”de.“O, sadece
tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” de.
6/EN'ÂM-20: Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ellezîne
hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu kendi oğullarını tanır gibi tanırlar. Artık mü'min
olmayanlar, nefslerini hüsrana düşürdüler.
6/EN'ÂM-21: Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî),
innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Allah'a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim
vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler).
6/EN'ÂM-22: Ve yevme nahşuruhum cemîan summe nekûlu lillezîne eşrakû eyne
şurekâukumullezîne kuntum tez’umûn(tez’umûne).
Ve o gün hepsini haşredeceğiz sonra ortak koşanlara: “Zanda bulunmuş olduğunuz ortaklarınız
nerede?” diyeceğiz.
6/EN'ÂM-23: Summe lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ
muşrikîn(muşrikîne).
Sonra onların: “Vallahi Rabbimiz, biz müşrikler olmadık.” demekten başka onların fitnesi
olmayacak.
6/EN'ÂM-24: Unzur keyfe kezebû alâ enfusihim ve dalle anhum, mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bak! Kendilerine karşı nasıl yalan söylediler. İftira etmiş oldukları şey, onlardan sapıp gitti
(uzaklaştı).
6/EN'ÂM-25: Ve minhum men yestemiu ileyk(ileyke), ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en
yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minû bihâ, hattâ izâ
câuke yucâdilûneke yekûlullezîne keferû in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ve onlardan kim seni dinlerse, onu anlamalarına karşı (anlamamaları için) kalplerinin üzerine
ekinnet koyduk ve kulaklarında vakra (ağırlık) vardır.Ve onlar bütün âyetleri görseler, ona
inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle tartışırlar (mücâdele ederler). Kâfir olanlar: “Bu
ancak evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler.
6/EN'ÂM-26: Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh(anhu), ve in yuhlikûne illâ enfusehumve
mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve onlar, ondan (Allah'a ulaşmaktan, hidayetten) nehyederler (men ederler, yasaklarlar) ve onlar da
(kendileri de) ondan (hidayetten) uzak dururlar (yüz çevirirler). Kendilerinden başkasını helâk
etmezler ve farkında olmazlar (şuurunda değiller).
6/EN'ÂM-27: Ve lev terâ iz vukıfû alen nâri fe kâlû yâ leytenâ nureddu ve lâ nukezzibe bi âyâti
rabbinâ ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ateşin üzerinde durduruldukları zaman görsen. O zaman: “Keşke biz geri döndürülseydik,
Rabbimizin âyetlerini yalanlamazdık mü'minlerden olurduk.” dediler.
6/EN'ÂM-28: Bel bedâ lehum mâ kânû yuhfûne min kabl(kablu),ve lev ruddû le âdû li mâ nuhû
anhuve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Hayır, daha önce gizlemiş oldukları şeyler onlara açıklandı.Ve şayet geri döndürülselerdi, men
edildikleri şeylere mutlaka geri dönerlerdi. Ve muhakkak ki; onlar gerçekten yalancıdırlar.
6/EN'ÂM-29: Ve kâlû in hiye illâ hayatuned dunyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn(meb’ûsîne).
Ve bizim hayatımız, dünya (hayatından) başka bir şey değildir. Ve: “Biz beas edilecek (yeniden,
tekrar diriltilecek) değiliz.” dediler. 1
6/EN'ÂM-30: Ve lev terâ iz vukıfû alâ rabbihim, kâle e leyse hâzâ bil hakk(hakkı), kâlû belâ ve
rabbinâ, kâle fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).
Ve Rab'lerinin huzurunda durduruldukları zaman görsen.(Allahû Tealâ) “Bu hak değil mi?” dedi.
“Evet, Rabbimize andolsun.” dediler. Allahû Tealâ: “O halde inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın.”
dedi.
6/EN'ÂM-31: Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu
bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e
lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Allah'a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah'a ulaştırmayı)
yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak:
“Orada (dünyada) aşırı gittiğimiz şeyler üzerine (günahlar sebebiyle) bize yazıklar olsun.” dediler.
Yüklendikleri şey ne kötü, (öyle) değil mi?
6/EN'ÂM-32: Ve mâl hayâtud dunyâ illâ leibun ve lehv(lehvun), ve led dârul âhiretu hayrun
lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, takva sahipleri için
elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
6/EN'ÂM-33: Kad na’lemu, innehu le yahzunukellezî yekûlûne fe innehum lâ yukezzibûneke ve
lâkinnez zâlimînebi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne).
Onların söylediklerinin mutlaka seni mahzun ettiğini biliyorduk. Fakat muhakkak ki; onlar seni
yalanlamıyorlar. Lâkin zalimler, Allah'ın âyetleri ile cihad ediyorlar.
6/EN'ÂM-34: Ve lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberû alâ mâ kuzzibû ve ûzû hattâ
etâhum nasrunâ, ve lâ mubeddile li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), ve lekad câeke min nebeil
murselîn(murselîne).
Ve andolsun ki; senden önceki resûller de yalanlandı. Fakat onlara yardımımız gelinceye kadar
yalanlandıkları şeylere ve uğradıkları eziyetlere sabrettiler. Ve Allah'ın kelimelerini değiştirecek
yoktur. Ve andolsun, gönderilmiş resûllerin haberlerinden (bir kısmı) sana geldi.
6/EN'ÂM-35: Ve in kâne kebure aleyke i’râduhum fe inisteta’te en tebtegıye nefekan fîl ardı ev
sullemen fîs semâi fe te’tiyehum bi âyeh(âyetin), ve lev şâallâhu le cemeahum alel hudâ fe lâ
tekûnenne minel câhilîn(câhilîne).
Onların yüz çevirmeleri, sana zor gelirse o zaman, gücün yeterse yerin dibine bir tünel açılmasını
veya semaya bir merdiven kurulmasını iste. Böylece onlara bir âyet (mucize) getir. Allah dileseydi,
elbette hepsini hidayet üzerinde toplardı. Artık sakın cahillerden olma!
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe
ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü
olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona
döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)
6/EN'ÂM-37: Ve kâlû lev lâ nuzzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), kul innallâhe kâdirun
alâ en yunezzile âyeten ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve “Ona Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse, olmaz mı?” dediler. “Muhakkak ki; Allah, bir
mucize (âyet) indirmeye kaadirdir.” de. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.
6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun
emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir
hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir
şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab'lerine haşrolunacaklar (olunurlar). 1
6/EN'ÂM-39: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men
yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse
onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
6/EN'ÂM-40: Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi ev etetkumus sâatu e gayrallâhi
ted’ûn(ted’ûne), in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Siz kendinizi gördünüz mü? (halinizi gördünüz mü, aczinizi
anladınız mı? Allah'ın âyetlerini inkâr edenler karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir.) Eğer Allah'ın
azabı size gelse veya o saat (kıyâmet vakti) size gelse, eğer siz sadıksanız (doğru sözlü iseniz),
Allah'tan başkasına mı dua edersiniz?”
6/EN'ÂM-41: Bel iyyâhu ted’ûne fe yekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe ve tensevne mâ
tuşrikûn(tuşrikûne).
Hayır (bilakis), sadece O'na dua edersiniz (yalvarırsınız). Artık O dilerse, ona dua ettiğiniz şeyi
giderir ve şirk (ortak) koştuğunuz şeyleri unutursunuz.
6/EN'ÂM-42: Ve lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe ehaznâhum bil be’sâi ved darrâi
leallehum yetedarraûn(yetedarraûne).
Andolsun ki; Biz senden önce ümmetlere de (resûller) gönderdik.O zaman onları da sıkıntıya ve
darlığa uğrattık, böylece yalvarırlar diye.
6/EN'ÂM-43: Fe lev lâ iz câehum be’sunâ tedarraû ve lâkin kaset kulûbuhum ve zeyyene
lehumuş şeytânu mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Böylece onlara darlığımız geldiği zaman yalvarsalardı olmaz mıydı? Fakat onların kalpleri kasiyet
bağladı (katılaştı). Şeytan, onlara yapmış oldukları şeyleri süsledi (güzel gösterdi).
6/EN'ÂM-44: Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî fetahnâ aleyhim ebvâbe kulli şey’(şey’in), hattâ
izâ ferihû bimâ ûtû ehaznâhum bagteten fe izâhum mublisûn(mublisûne).
Hatırlatıldıkları (onunla uyarıldıkları) şeyleri unuttukları zaman, verilen şeylerle ferahlayıncaya
(sevininceye) kadar herşeyin kapısını onlara açtık. Ansızın onları yakaladığımız (aldığımız) zaman,
artık onlar ümitlerini kestiler.
6/EN'ÂM-45: Fe kutia dâbirul kavmillezîne zalemû, vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Böylece zulmeden (zalim) kavmin arkası kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.
(Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.)
6/EN'ÂM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum
men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn
(yasdifûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin
işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah'tan başka hangi
ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.
6/EN'ÂM-47: Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku illel
kavmuz zâlimûn(zâlimûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (halinizi, acizliğinizi
anladınız mı?) Eğer Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelse, zalimler kavminden başkası mı helâk
edilir?”
6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene
ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim
âmenû olur (Allah'a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık
onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. 1
6/EN'ÂM-49: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ yemessuhumul azâbu bimâ kânû
yefsukûn(yefsukûne).
Ve âyetlerimizi yalanlayan kimselere, fasık olmalarından dolayı azap dokunacaktır.
6/EN'ÂM-50: Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu lekum innî
melek(melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), kul hel yestevîl a’mâ vel basîr(basîru),e fe
lâ tetefekkerûn(tetefekkerûne).
De ki: “Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum. Size, muhakkak
ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî olurum.” “Basiretle gören ve
görmeyen bir olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” de.
6/EN'ÂM-51: Ve enzir bihillezîne yehâfûne en yuhşerû ilâ rabbihimleyse lehum min dûnihî
veliyyun ve lâ şefîun leallehum yettekûn(yettekûne).
Ve Rab'lerine haşrolunmaktan korkan kimseleri, onunla uyar. Onların, O'ndan (Allah'tan) başka bir
dostu ve şefaat edeni yoktur. Böylece onlar takva sahibi olurlar.
6/EN'ÂM-52: Ve lâ tatrudillezîne yed’ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne
vecheh(vechehu), mâ aleyke min hısâbihim min şey’in ve mâ min hısâbike aleyhim min şey’in fe
tatrudehum fe tekûne minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve sabah akşam, Rab'lerinin Zat'ını dileyerek dua edenleri kovma.Onların hesabından senin
üzerine, senin hesabından onların üzerine bir şey yoktur. Artık onları kovarsan, o zaman sen
zalimlerden olursun.
6/EN'ÂM-53: Ve kezâlike fetennâ ba’dahum bi ba’din li yekûlû e hâulâi mennallâhu aleyhim
min beyninâ, e leysallâhu bi a’leme biş şâkirîn(şâkirîne).
Ve “Aramızdan, Allah'ın ni'metlendirdikleri bunlar mı?” derler diye, onları birbirleri ile işte böyle
imtihan ettik. Allah, şakirleri (şükredenleri) en iyi bilir, öyle değil mi?
6/EN'ÂM-54: Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe
rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min
ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm(rahîmun).
Âyetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de: “Selâm üzerinize olsun.
Rabbiniz, kendi üzerine “rahmeti” yazdı. Öyle ki;sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra
onu yaptıktan sonra tövbe eder (mürşidin önünde) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi yaparsa), o
taktirde muhakkak ki O (Allah), Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm(rahmet nurunu
gönderen)'dir.”
6/EN'ÂM-55: Ve kezâlike nufassılul âyâti ve li testebîne sebîlul mucrimîn(mucrimîne).
Ve işte böylece âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz, mücrimlerin (suçluların) yolu belli olsun diye.
6/EN'ÂM-56: Kul innî nuhîtu en a’budellezîne ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi), kul lâ ettebiu
ehvâekum kad dalaltu izen ve mâ ene minel muhtedîn(muhtedîne).
De ki: “Muhakkak ki ben, dua ettiğiniz Allah'tan başka şeylere kul olmaktan men edildim.” De ki:
“Sizin heveslerinize (nefsinizin afetlerinin dileklerine) uymam, eğer uyarsam (öyle olursa),
dalâlette olmuş olurum ve hidayete erenlerden olmam.”
6/EN'ÂM-57: Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bih(bihî), mâ indî mâ testa’cilûne
bih(bihî), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), yakussul hakka ve huve hayrul fâsılîn(fâsılîne).
De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız.
Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hakkı anlatır. Ve O (hakkı
bâtıldan), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”
6/EN'ÂM-58: Kul lev enne indî mâ testa’cilûne bihî le kudıyel emru beynî ve beynekum, vallâhu
a’lemu biz zâlimîn(zâlimîne). 1
De ki: “Eğer acele ettiğiniz o şey gerçekten, benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızda iş
elbette yerine getirilmiş olurdu. Ve Allah, zalimleri en iyi bilir.”
6/EN'ÂM-59: Ve indehu mefâtihul gaybi lâ ya’lemuhâ illâ huve, ve ya’lemu mâ fîl berri vel
bahr(bahri), ve mâ teskutu min varakatin illâ ya’lemuhâ ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı ve lâ
ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve gaybın anahtarları, onun yanındadır. Onu O'ndan başkası bilmez.Ve denizde ve karada ne varsa
bilir. O bilmeksizin, bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde hiçbir yaş ve kuru bir dane
yoktur ki, “Kitab-ı Mübîn”de bulunmasın.
6/EN'ÂM-60: Ve huvellezî yeteveffâkum bil leyli ve ya’lemu mâ cerahtum bin nehâri summe
yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelun musemmâ(musemmen), summe ileyhi merci’ukum summe
yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve geceleyin sizi vefat ettiren (uykuya sokan), gündüzleri ne kazandığınızı bilen, sonra “ecel-i
müsemmanın” (belirlenmiş zamanın, ömrün) tamamlanması için gündüzün içinde sizi tekrar
dirilten O'dur. Sizin dönüşünüz sonra O'nadır. Sonra, yapmış olduklarınızı size haber verecek.
6/EN'ÂM-61: Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ
câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).
Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici
(koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resûllerimiz vefat ettirir. Onlar (bunu
yaparken) kusur etmezler.
6/EN'ÂM-62: Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakk(hakkı), e lâ lehul hukmu ve huve esraul
hâsibîn(hâsibîne).
Sonra Allah'a döndürülürler. Onların mevlâsı Hakk'tır. Hüküm onun değil mi? Ve O, hesap
görenlerin en hızlısıdır.
6/EN'ÂM-63: Kul men yuneccîkum min zulumâtil berri vel bahri ted’ûnehu tedarruan ve
hufyeh(hufyeten), le in encânâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
“Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?” de. Gizlice ona yalvararak: “Eğer bizi
bundan kurtarırsan biz mutlaka şükredenlerden oluruz.” diye dua edersiniz.
6/EN'ÂM-64: Kulillâhu yuneccîkum minhâ ve min kulli kerbin summe entum
tuşrikûn(tuşrikûne).
De ki: “Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz (O'na) ortak koşuyorsunuz.”
6/EN'ÂM-65: Kul huvel kâdiru alâ en yeb’ase aleykum azâben min fevkıkum ev min tahti
erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzîka ba’dakum be’se ba’d(ba’dın), unzur keyfe nusarrıful
âyâti leallehum yefkahûn(yefkahûne).
De ki: “O, sizin üstünüzden veya ayaklarınızın altından üzerinize bir azap göndermeye veya sizi
bölük bölük birbirinize katıp (düşman edip), sizin bir kısmınızın şiddetini, bir kısmınıza tattırmaya
kaadirdir.” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Böylece onlar fıkıh ederler.
6/EN'ÂM-66: Ve kezzebe bihî kavmuke ve huvel hakk(hakku),kul lestu aleykum bi vekîl(vekîlin).
Ve o hak olduğu halde, senin kavmin onu yalanladı. "Ben sizin üzerinize vekil değilim.” de.
6/EN'ÂM-67: Likulli nebein mustekar(mustekarrun), ve sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Her haber için kararlaştırılmış bir zaman vardır. Ve yakında bileceksiniz.
6/EN'ÂM-68: Ve izâ reeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin
gayrih(gayrihî), ve immâ yunsiyennekeş şeytânu fe lâ tak’ud ba’dez zikrâ meal kavmiz
zâlimîn(zâlimîne).
Âyetlerimiz hakkında (alaylı) konuşmaya dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze
geçinceye kadar artık onlardan yüz çevir. Ama şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o
zalimler topluluğuyla beraber oturma. 1
6/EN'ÂM-69: Ve mâ alellezîne yettekûne min hısâbihim min şey’in ve lâkin zikrâ leallehum
yettekûn(yettekûne).
Ve takva sahibi olan kimselere, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur. Lâkin
hatırlatmalıdır (zikretmeleri gerektiği söylenmelidir). Böylece onlar, takva sahibi olurlar.
6/EN'ÂM-70: Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve
zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun),
ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min
hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
Kendilerinin dînini bir oyun ve bir eğlence edinenleri bırak. Ve onları dünya hayatı aldattı. Ve de
kazandıklarından (kazandıkları nâkıs derecelerden) dolayı nefsin helâk olacağını, onunla hatırlat.
Onun için Allah'tan başka bir dost ve bir şefaatçi yoktur. O, bütün fidyeleri verse de ondan alınmaz
(kabul edilmez). İşte onlar kazandıklarından dolayı helâk olmuş kimselerdir. İnkâr etmiş oldukları
şeylerden dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elîm bir azap vardır.
6/EN'ÂM-71: Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ
a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun
yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil
âlemîn(âlemîne).
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah'ın hidayete
erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı, arkadaşlarının da “bize
hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki:
“Muhakkak ki, Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla
emrolunduk.”
6/EN'ÂM-72: Ve en ekîmûs salâte vettekûh(vettekûhu), ve huvellezî ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ve namazı ikame etmek (ile de emrolunduk). Ve ona karşı takva sahibi olun. Ve Zat'ına
haşrolunacağınız, O'dur.
6/EN'ÂM-73: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), ve yevme yekûlu kun fe
yekûn(yekûnu), kavluhul hakk(hakku), ve lehul mulku yevme yunfehu fîs sûr(sûri), âlimul gaybi
veş şehâdeh(şehâdeti), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
Ve semaları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O'dur. Ve “Ol!” dediği gün (herşey) olur. O'nun
sözü haktır, mülk O'nundur. O gün sur'a üfürülür (sur'a üfürüldüğü gün hükümranlık O'nundur).
Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O'dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır.
6/EN'ÂM-74: Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh(âliheten), innî erâke
ve kavmeke fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve İbrâhîm, babası Azer'e şöyle demişti: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben,
seni ve kavmini apaçık dalâlette görüyorum.”
6/EN'ÂM-75: Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel
mûkınîn(mûkınîne).
Ve böylece Biz, İbrâhîm'e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin
(semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).
6/EN'ÂM-76: Fe lemmâ cenne aleyhil leylu reâ kevkebâ(kevkeben), kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ
efele kâle lâ uhıbbul âfilîn(âfilîne).
Gece onun üzerini örtünce, (gece olunca) bir yıldız gördü. “Bu benim Rabbim” dedi. Fakat
kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.” dedi.
6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem
yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay'ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete
erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi. 1
6/EN'ÂM-78: Fe lemmâ reeş şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî,hâzâ ekber(ekberu), fe lemmâ
efelet kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Güneşi doğarken görünce: “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince: “Ey
kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi.
6/EN'ÂM-79: İnnî veccehtu vechiye lillezî fatares semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel
muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki ben, hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah'ın Zat'ına döndürdüm.Ve
ben, müşriklerden değilim.
6/EN'ÂM-80: Ve hâccehu kavmuh(kavmuhu), kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedân(hedâni),
ve lâ ehâfu mâ tuşrıkûne bihî illâ en yeşâe rabbî şey’â(şeyen), vesia rabbî kulle şey’in
ilmâ(ilmen), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
Ve kavmi onunla tartıştı. “(Rabbim) beni hidayete erdirmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor
musunuz? Ona ortak koştuklarınızdan, Rabbimin bir şeyi dilemesi hariç ben korkmam. Rabbim
ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” dedi.
6/EN'ÂM-81: Ve keyfe ehâfu mâ eşrektum ve lâ tehâfûne ennekum eşrektum billâhi mâ lem
yunezzıl bihî aleykum sultânâ(sultânen), fe eyyul ferîkayni ehakku bil emn(emni), in kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Ve size hakkında bir delil (sultan) indirilmeyen şeylerle ona şirk koşmaktan, siz korkmadığınız
halde, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (putlardan) nasıl korkarım. Şâyet biliyorsanız, artık iki
gruptan hangisi emniyette olmayı daha çok hakediyor?
6/EN'ÂM-82: Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehumbi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum
muhtedûn(muhtedûne).
Âmenû olan kimseler ve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar (korkudan) emindirler. Ve
onlar hidayete erenlerdir.
6/EN'ÂM-83: Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ kavmih(kavmihî), nerfeu derecâtin men
neşâ’(neşâu), inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
Ve işte bunlar, İbrâhîm'e, kavmine karşı verdiğimiz delillerimizdir. Dilediğimiz kimselerin
derecelerini artırırız. Muhakkak ki; senin Rabbin hakîm (hükmün ve hikmetin sahibi)dir, alîmdir
(en iyi bilendir).
6/EN'ÂM-84: Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), kullen hedeynâ ve nûhâ(nûhan)
hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihî dâvude ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve
hârûn(hârûne) ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Ve ona İshak (A.S) ve Yâkub (A.S)'ı bağışladık. Hepsini hidayete erdirdik. Ve daha önce Nuh
(A.S)'ı hidayete erdirdik ve onun zürriyetinden Davud (A.S), Süleyman (A.S) , Eyyub (A.S), Yusuf
(A.S), Musa(A.S) ve Harun (A.S)'ı da hidayete erdirdik. Ve işte böylece, muhsinleri
mükâfatlandırırız.
6/EN'ÂM-85: Ve zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâs(ilyâse), kullun mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Zekeriya (A.S), Yahya (A.S), İsa (A.S) ve İlyas (A.S); hepsi salihlerdendir.
6/EN'ÂM-86: Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtâ(lûtan), ve kullen faddalnâ alel
âlemîn(âlemîne).
Ve İsmail (A.S) ve İlyesea (A.S) ve Yunus (A.S) ve Lut (A.S), hepsini âlemlere üstün kıldık.
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ
sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları
Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık). 1
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita
anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı,
elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
6/EN'ÂM-89: Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe vel hukme ven nubuvveh(nubuvvete), fe in
yekfur bihâ hâulâi fe kad vekkelnâ bihâ kavmen leysû bihâ bi kâfirîn(kâfirîne).
İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Onlar eğer, onu inkâr
ederlerse artık, onu inkâr etmeyecek bir kavmi ona vekil ederdik.
6/EN'ÂM-90: Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih, kul lâ es’elukum aleyhi
ecrâ(ecren), in huve illâ zikrâ lil âlemîn(âlemîne).
İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. Öyleyse onların hidayetine tâbî ol! “Ben, ona
karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O ancak âlemler için bir zikirdir.” de.
6/EN'ÂM-91: Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhualâ beşerin min
şey(şey’in), kul men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden lin nâsi tec’alûnehu
karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ(kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ
âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn(yel’abûne).
“Ve Allah, beşere bir şey indirmedi.” dedikleri zaman O'nun kadrini hakkıyla takdir edemediler.
“İnsanlar için hidayet edici ve bir nur olan Hz. Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi?” de. Onu
kâğıtlara (yazıp) açıklıyorsunuz, çoğunu gizliyorsunuz. Babalarınızın ve sizin bilmediğiniz şeyler
size öğretildi. “Allah” de, sonra onları daldıkları şeylerde bırak oynasınlar.
6/EN'ÂM-92: Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun musaddıkullezî beyne yedeyhi ve li tunzire
ummel kurâ ve men havlehâ, vellezîne yu’minûne bil âhireti yu’minûne bihî ve hum alâ
salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne).
Bu (Kur'ân-ı Kerim), elleri arasındakini tasdik eden ve ahirete ve ona inanan, şehirlerin anası (olan
Mekke'de) ve onun etrafında olan kimseleri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. Onlar,
namazlarını muhafaza ederler (devam ederler).
6/EN'ÂM-93: Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha
ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî
gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni
bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne).
Allah'a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.”
diyenden ve “Ben de Allah'ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim
vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi
çıkarın. Bugün, Allah'a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O'nun âyetlerine karşı
kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen.
6/EN'ÂM-94: Ve lekad ci’timûnâ furâdâ kemâ halaknâkum evvele merretin ve terektum mâ
havvelnâkum verâe zuhûrikum, ve mâ nerâ meakum şufeâekumullezîne zeamtum ennehum
fîkum şurekâ’(şurekâû), lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum mâ kuntum
tez’umûn(tez’umûne).
Ve andolsun ki; sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize tek tek (tek başına) geldiniz ve size ne verdiysek
(neyin sahibi yaptıysak, ne lütfettiysek) arkanızda bıraktınız (terkettiniz). Sizinle ortak olduğunu
zannettiğiniz şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun, sizinle aranızdaki bağları
koparılmış, haklarında zanda bulunmuş olduğunuz şeyler, sizden uzaklaşıp gitmiştir.
6/EN'ÂM-95: İnnallâhe fâlikul habbi ven nevâ, yuhrıcul hayye minel meyyiti ve muhricul
meyyiti minel hayy(hayyi), zâlikumullâhu fe ennâ tu’fekun(tu’fekune).
Muhakkak ki Allah, (taneyi) tohumu ve çekirdeği yarıp çıkarandır. Ölüden canlıyı çıkarır ve
canlıdan ölüyü çıkarandır. İşte bu, Allah'tır. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz? 1
6/EN'ÂM-96: Fâlikul ısbâh(ısbâhı), ve cealel leyle sekenen veş şemse vel kamere
husbânâ(husbânen), zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
Sabahı (fecr vaktini) yarıp çıkarandır. Ve geceyi dinlenme (sukûn) vakti ve güneşi ve ayı
(hareketlerini çok ince hesaplarla dizayn ederek) zamanı hesaplama ünitesi (hesap vasıtası) kıldı.
İşte bu, azîz ve alîm olanın (Allah'ın) takdiridir.
6/EN'ÂM-97: Ve huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel
bahr(bahri), kad fassalnal âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve kara ve denizin karanlıklarında (nefsin afetlerinin karanlığında) onunla yolunuzu bulmanız
(hidayete ermeniz) için yıldızları (nebîler, resûller, mürşidler) kılan O'dur. Bilen bir kavim için,
âyetleri detayları ile açıkladık.
6/EN'ÂM-98: Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve
mustevda’(mustevdaun), kad fassalnal âyâti li kavmin yefkahûn(yefkahûne).
Sizi bir tek nefsten (Âdem (A.S)'dan) yaratan ve böylece (sizin için) kararlı bir kalma yeri (fizik
vücudumuz için yeryüzü: dünya), bir de emanet kalma yeri (nefsimiz için cennet ve cehenneme
gitmeden önce geçici olarak beklenilen yer; berzah âlemi) dizayn eden O'dur. Fıkıh eden bir toplum
için, âyetleri ayrı ayrı detayları ile açıkladık.
6/EN'ÂM-99: Ve huvellezî enzele mines semâi mâ’(mâen), fe ahrecnâ bihî nebate kulli şey’in fe
ahrecnâ minhu hadıran nuhricu minhu habben muterâkibâ(muterâkiben), ve minen nahli min
tal’ıhâ kınvânun dâniyetun ve cennâtin min a’nâbin vez zeytûne ver rummâne muştebihen ve
gayre muteşâbih(muteşâbihin), unzurû ilâ semerihî izâ esmere ve yen’ıh(yen’ıhî), inne fî
zâlikum le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve semadan suyu indiren O'dur. Böylece herşeyin nebatını (bitkisini) onunla (su ile) çıkarttık. Ve
de ondan yeşillikler çıkarttık. Ondan da üst üste taneler (başaklar) ve hurma ağacının
tomurcuklarından, sarkan hurma salkımları ve birbirine benzeyen ve benzemeyen üzüm bağları,
zeytin ve nardan oluşan bahçeler çıkartırız. Onun meyvesine (ürününe), meyve verdiği zaman ve
olgunlaştığı zaman bak. Mü'min olan kavim için, bunlarda elbette âyetler (deliller) vardır.
6/EN'ÂM-100: Ve cealû lillâhi şurekâel cinne ve halakahum ve harakû lehu benîne ve benâtin
bi gayri ilm(ilmin), subhânehu ve teâlâ ammâ yasifûn(yasifûne).
Cinleri Allah'a ortak kıldılar. Onları da O (Allah) yarattı. İlimleri olmaksızın, “O'nun oğulları ve
kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan'dır (herşeyden münezzehtir), vasıflandırdıkları
şeylerden yücedir.
6/EN'ÂM-101: Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu
sâhıbeh(sâhıbetun), ve halaka kulle şey’(şeyin), ve huve bikulli şey’in alîm(alîmun).
Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O'nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve
herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi bilendir.
6/EN'ÂM-102: Zâlikumullâhu rabbukum, lâ ilâhe illâ huve, hâliku kulli şey’in
fa’budûh(fa’budûhu),ve huve alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).
Rabbiniz, işte bu Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Herşeyi yaratandır. Artık O'na kul olun! Ve O,
herşeye vekildir.
6/EN'ÂM-103: Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsâr(ebsâru) ve huvel lâtîful
habîr(habîru).
Görme hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını idrak eder. Ve O, lâtiftir, herşeyden
haberdardır.
6/EN'ÂM-104: Kad câekum basâiru min rabbikum fe men ebsara fe li nefsih(nefsihi) ve men
amiye fe aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi hafîz(hafîzin). 1
Rabbinizden size basiretler (kalp gözlerinize görme yeteneği) gelmiştir. Artık kim bu basiretle
(kalp gözüyle) görürse onun lehinedir (kendi nefsi içindir). Kimin de kalp gözü kör kalırsa, o
taktirde onun aleyhinedir. Ve ben, sizin üzerinize muhafız değilim.
6/EN'ÂM-105: Ve kezâlike nusarriful âyâti ve li yekûlû dereste ve li nubeyyinehu li kavmin
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve işte böyle âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz. Ve “Sen ders (bu ilmi) almışsın.” desinler diye ve onu,
bilen bir kavme beyan etmemiz için.
6/EN'ÂM-106: İttebi’ mâ uhıye ileyke min rabbik(rabbike), lâ ilâhe illâ huve, ve a’rıd anil
muşrikîn(muşrikîne).
Rabbinden sana vahyolunana tâbî ol. O'ndan başka ilâh yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir.
6/EN'ÂM-107: Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), ve mâ ente
aleyhim bi vekîl(vekîlin).
Şâyet Allah dileseydi, şirk koşmazlardı. Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara vekil
de değilsin.
6/EN'ÂM-108: Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri
ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe
yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde ilimleri olmadan, haddi aşarak Allah'a
söverler. İşte böyle bütün ümmetlere amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O zaman,
yapmış oldukları şeyleri, onlara haber verecek.
6/EN'ÂM-109: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câethum âyetun le yu’minunne
bih(bihâ), kul innemel ayâtu indallâhi ve mâ yuş’irukum ennehâ izâ câet lâ
yu’minûn(yu’minûne).
Ve eğer onlara bir âyet (mucize) gelirse, ona mutlaka inanacaklarına dair, Allah'a en kuvvetli
yeminleri ile yemin ettiler. “Muhakkak ki; âyetler (mucizeler) ancak Allah'ın katındadır (İndi
İlâhi'dedir)” de. Ve (âyet) geldiği zaman onların inanmayacaklarının siz farkında değilsiniz.
6/EN'ÂM-110: Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârehum kemâ lem yu’minû bihî evvele merretin
ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve onların fuad hassalarını (nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalp gözünün
görme hassalarını) evvelce O'na inanmadıkları (mü'min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz.
Onları, azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.
6/EN'ÂM-111: Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumulmevtâ ve haşernâ
aleyhim kulle şey’in kubulen mâ kânû li yu’minû illâ en yeşâallâhu ve lâkinne ekserehum
yechelûn(yechelûne).
Ve eğer Biz, gerçekten onlara melekler indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı, herşeyi onların
karşısında toplasaydık, Allah'ın dilemesi hariç inanacak değillerdi. Ve lâkin onların çoğu cahillik
ediyorlar.
6/EN'ÂM-112: Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî
ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke mâ fealûhu fe zerhum
ve mâ yefterûn(yefterûne).
Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin şeytanları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine
aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı.
Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).
6/EN'ÂM-113: Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bil âhıreti ve li yerdavhu ve li
yakterifû mâ hum mukterifûn(mukterifûne). 1
Ve ahirete inanmayanların gönülleri ona (onlara; insan ve cin şeytanlara) meyletsin ve ondan razı
olsunlar. Ve onlar, kazandıkları şeyleri kazanmaya devam etsinler.
6/EN'ÂM-114: E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe
mufassala(mufassalan), vellezîne âteynâhumul kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min
rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).
Artık Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Size Kitab'ı açıklanmış(tafsilatlı) olarak indiren
O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O'nun, senin Rabbinden hak ile indirildiğini
biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma!
6/EN'ÂM-115: Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li
kelimâtih(kelimâtihî), ve huves semîul alîm(alîmu).
Ve Rabbinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O'nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur.
O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.
6/EN'ÂM-116: Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâh(sebîlillâhi), in yettebiûne
illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak
zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalan uydururlar.
6/EN'ÂM-117: İnne rabbeke huve a’lemu men yadıllu an sebîlih(sebîlihi), ve huve a’lemu bil
muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki senin Rabbin, Kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. Ve O, hidayete erenleri de en iyi
bilendir.
6/EN'ÂM-118: Fe kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi in kuntum bi âyâtihî
mu’minîn(mu’minîne).
Eğer siz, O'nun (Allah'ın) âyetlerine inananlarsanız; o zaman üzerine Allah'ın ismi anılan şeylerden
yeyiniz.
6/EN'ÂM-119: Ve mâ lekum ellâ te’kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi ve kad fassale lekum mâ
harreme aleykum illâ madturirtum ileyh(ileyhi), ve inne kesîren le yudıllûne bi ehvâihim bi gayri
ilm(ilmin), inne rabbeke huve a’lemu bil mu’tedîn(mu’tedîne).
Size ne oluyor ki; üzerine Allah'ın ismi anılan şeylerden yemiyorsunuz? Darda kalıp, ona mecbur
olduğunuz şeyler hariç; size haram kıldığı şeyleri size ayrı ayrı açıklamıştı. Muhakkak ki; onların
çoğu, bir ilimleri olmaksızın, kendi hevesleri ile (başkalarını) dalâlette bırakıyorlar. Muhakkak ki;
senin Rabbin, o haddi aşanları en iyi bilendir.
6/EN'ÂM-120: Ve zerû zâhirel ismi ve bâtıneh(bâtınehu), innellezîne yeksibûnel isme
seyuczevne bimâ kânû yakterifûn(yakterifûne).
Ve günahın açıkta olanını da, gizli olanını da terkedin. Muhakkak ki; günah işleyenler (kazananlar),
kazandıklarından dolayı yakında cezalandırılacaklar.
6/EN'ÂM-121: Ve lâ te’kulû mimmâ lem yuzkerismullâhî aleyhi ve innehu le fısk(fıskun), ve
inneş şeyâtîne le yûhûne ilâ evliyâihim li yucâdilûkum ve in eta’tumûhum innekum le
muşrikûn(muşrikûne).
Ve üzerine Allah'ın ismi anılmayan şeylerden yemeyin. Ve muhakkak ki; o fısktır. Ve şeytanlar,
mutlaka sizinle mücâdele etmeleri için dostlarına vahyederler. Ve şâyet onlara itaat ederseniz
(uyarsanız), mutlaka siz müşrikler olursunuz.
6/EN'ÂM-122: E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke
men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne). 1
Ölü (Allah'a ulaşmayı dilememiş) iken (ona on iki ihsan vererek) dirilttiğimiz ve insanlar arasında
onunla yürüyeceği nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde olup, ondan çıkamayacak kimse gibi
midir? Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü gösterildi.
6/EN'ÂM-123: Ve kezâlike cealnâ fî kulli karyetin ekâbire mucrimîhâ li yemkurû fîhâ, ve mâ
yemkurûne illâ bi enfusihim ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve işte böylece, her kasabada (şehirde) onun mücrimlerini (günah işleyenlerini), orada sahtekârlık
(hile) yapmaları için liderler yaptık. Kendilerinden başkasını aldatmazlar ve farkında değiller.
6/EN'ÂM-124: Ve izâ câethum âyetun kâlû len nu’mine hattâ nu’tâ misle mâ ûtiye
rusulullâh(rusulullâhi), allâhu a’lemu haysu yec’alu risâleteh(risâletehu), seyusîbullezîne
ecremû sagârun indallâhi ve azâbun şedîdun bimâ kânû yemkurûn(yemkurûne).
Onlara bir âyet geldiği zaman: “Allah'ın resûllerine verilen şeyin aynısı bize de verilmedikçe
(verilinceye kadar) asla inanmayız.” dediler. Risaletini kime vereceğini Allah, en iyi bilendir.
Cürüm işleyen (günah işleyen) kimselere, yapmış oldukları hile(ler) sebebiyle yakında Allah'ın
huzurunda bir zillet (küçüklük, aşağılık) ve şiddetli azap isabet edecektir (gelecektir).
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid
en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike
yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a)
açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı
yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap verir.
6/EN'ÂM-126: Ve hâzâ sırâtu rabbike mustekîm(mustekîmen), kad fassalnâl âyâti li kavmin
yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve bu, senin Rabbine istikametlenmiş (yönlendirilmiş) yoldur. (Allah'a götüren yoldur). Tezekkür
eden bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Rab'lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O
(Allah), onların dostudur.
6/EN'ÂM-128: Ve yevme yahşuruhum cemîa(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel
ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenellezî
eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun
alîm(alîmun).
Ve onların hepsini biraraya topladığı gün (Allahû Tealâ şöyle buyuracaktır): “Ey cin topluluğu!
İnsanlarla sayınızı artırdınız (tagutların arasına insanları da kattınız).” Onlara dost olan insanlardan
bir kısmı şöyle dedi: “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın
bitiş noktasına (sonuna) eriştik.” (Allahû Tealâ): “Allah'ın dilediği şey (cehennemin yok olma
zamanı gelmesi hali) hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedî kalacak olanlarsınız.”
buyurdu. Muhakkak ki senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi bilendir.
6/EN'ÂM-129: Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Ve işte böylece kazanmış olduklarından (günahlarından) dolayı zalimlerin bir kısmını, bir kısmına
çeviririz (musallat ederiz).
6/EN'ÂM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum
âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud
dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi
uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya
hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular. 1
6/EN'ÂM-131: Zâlike en lem yekun rabbuke muhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ
gâfilûn(gâfilûne).
İşte bu, senin Rabbinin, ülke halkı gaflet içindeyken (uyarılmadan), ülkeleri zulümle helâk edici
olmamasındandır.
6/EN'ÂM-132: Ve li kullin derecâtun mimmâ amilû, ve mâ rabbukebi gâfilin ammâ
ya’melûn(ya’melûne).
Ve herkes için yaptıklarından dolayı dereceler vardır. Ve senin Rabbin, onların yaptıkları şeylerden
gâfil değildir.
6/EN'ÂM-133: Ve rabbukel ganiyyu zur rahmeh(rahmeti), in yeşe’ yuzhibkum ve yestahlif min
ba’dikum mâ yeşâu kemâ enşeekum min zurriyyeti kavmin âharîn(âharîne).
Ve senin Rabbin ganidir (zengindir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur) rahmet sahibidir. Dilerse sizi
giderir (yok eder), sizi başka bir kavmin zürriyetinden (neslinden) yarattığı gibi, sizden sonra da
yerinize dilediğini getirir (halef yapar).
6/EN'ÂM-134: İnne mâ tûadûne le âtin ve mâ entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Muhakkak ki; size vaadedilen (vaadolunduğunuz) şey mutlaka gelecektir. Ve siz, aciz bırakacak
değilsiniz (önleyemezsiniz).
6/EN'ÂM-135: Kul yâ kavmi’melû alâ mâ kânetikum innî âmil(âmilun), fe sevfe ta’lemûne men
tekûnu lehu âkıbetud dâr(dâri), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
De ki: “Ey kavmim, yapacağınız şeyi yapın! Muhakkak ki; ben de yapıyorum. Artık bu yurdun
sonunun kimin olacağını yakında bileceksiniz. Çünkü zalimler felâha eremezler.”
6/EN'ÂM-136: Ve cealû lillâhi mimmâ zeree minel harsi vel en’âmi nasîbenfe kâlû hâzâ lillâhi
bi za’mihim ve hâzâ li şurekâinâ, fe mâ kâne li şurekâihim fe lâ yasılu ilâllahi ve mâ kâne lillâhi
fe huve yasilu ilâ şurekâihim, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
O'nun (Allah'ın) yaratıp, çoğalttığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah için pay ayırdılar. Ve böylece
kendi zanlarınca: “Bu Allah için ve bu da ortaklarımız için.” dediler. Fakat ortakları için olan;
Allah'a ulaşmaz ama Allah için olan; o, onların ortaklarına ulaşır. Hükmettikleri şey ne kötü.
6/EN'ÂM-137: Ve kezâlike zeyyene li kesîrin minel muşrikîne katle evlâdihim şurekâuhum li
yurdûhum ve li yelbisû aleyhim dînehum, ve lev şâellâhu mâ fealûhu fe zerhum ve mâ
yefterûn(yefterûne).
Ve böylece onların ortakları, müşriklerin çoğuna, onları helâk etmek için ve onlara kendilerinin
dînini karıştırmaları için, evlâtlarını öldürmeyi güzel gösterdiler (süslediler). Allah dileseydi onu
yapamazlardı. Artık onları ve uydurdukları şeyleri terket.
6/EN'ÂM-138: Ve kâlû hâzihi en’âmun ve harsun hicrun lâ yat’amuhâ illâ men neşâu bi
za’mihim ve en’âmun hurrimet zuhûruhâ ve en’âmun lâ yezkurûnesmallâhi aleyhaftirâen
aleyh(aleyhi) se yeczîhim bimâ kânû yefterûn(yefterûne).
Onlar, kendi zanları ile: “Bizim dilediğimiz kimseler hariç bu hayvanlar ve ekinler haramdır, onları
yemeyin!” dediler. (Bir kısım) hayvanların sırtı(na binmek) haram kılındı. Ve bir kısım hayvanların
da (onlara iftira ederek), üzerlerine Allah'ın ismini anmıyorlar (onları besmele ile kesmiyorlar).
(Allah) iftira etmiş olduklarından dolayı onları yakında cezalandıracak.
6/EN'ÂM-139: Ve kâlû mâ fî butûni hazihil en’âmi hâlisatun li zukûrinâ ve muharremun alâ
ezvâcinâ, ve in yekun meyteten fe hum fîhi şurekâu, se yeczîhim vasfehum, innehu hakîmun
alîm(alîmun).
Ve şöyle dediler: “Bu hayvanların karnında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir. Eşlerimize
(hanımlarımıza) haramdır. Şâyet ölü olursa, o taktirde (erkek ve kadınlar onu yemekte), onlar
ortaktırlar.” (Allah bu) vasıflandırmalarından dolayı onları yakında cezalandıracak. Muhakkak ki
O; hüküm sahibidir, en iyi bilendir. 1
6/EN'ÂM-140: Ve kad hasirellezîne katelû evlâdehum sefehan bi gayri ilmin ve harremû mâ
rezekahumullâhuftirâen alâllâh(alâllâhi), kad dallû ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve bir ilmi olmaksızın akılsızca (aptalca) evlâdını öldürenler hüsrana uğramışlardır. Ve Allah'a
iftira ederek, Allah'ın onları rızıklandırdığı şey(ler)i haram kılan kimseler, dalâlette kalmışlardır ve
hidayete ermiş değillerdir.
6/EN'ÂM-141: Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayre ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a
muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayre muteşâbih(muteşâbihin),
kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul
musrifîn(musrifîne).
Ve asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, yenilen çeşitli ekinleri,birbirine benzeyen ve
benzemeyen zeytinleri ve narları yaratan O'dur.Ürün verdiği zaman, onun ürününden yeyin. Onun
hasad edildiği gün, onun hakkını verin. İsraf (ziyan) etmeyin. Muhakkak ki; O, müsrifleri (israf
edenleri) sevmez.
6/EN'ÂM-142: Ve minel en’âmi hamûleten ve ferşâ(ferşan), kulû mimmâ rezekakumullâhu ve lâ
tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni),innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Hayvanlardan yük taşıyanlar ve kesim hayvanı olanlar var. Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden
(kesim hayvanlarından) yeyin. Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki; o, size apaçık
düşmandır.
6/EN'ÂM-143: Semâniyete ezvâc(ezvâcin), minad da’nisneyni ve minel
ma’zisneyn(ma’zisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi
erhâmul unseyeyn(unseyeyni), nebbiûnî bi ilmin in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Eşli (biri dişi, biri erkek) olarak sekiz adet (yük ve kesim hayvanı yarattı âyet-142); koyundan iki,
keçiden iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? Ya da iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi
haram kıldı? Eğer siz sadıklarsanız, bana bir ilimle haber veriniz.”
6/EN'ÂM-144: Ve minel ibilisneyni ve minel bakarisneyn(bakarisneyni), kul âz zekereyni
harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), em kuntum
şuhedâe iz vassâkumullâhu bi hâzâ, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben li yudillen
nâse bi gayri ilm(ilmin), innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? (Ya da) iki dişinin rahimlerinin
ihata ettiğini mi haram kıldı? Veya Allah'ın bununla size vasiyet ettiğine (farz kıldığına) şahit mi
oldunuz?” Bir ilimleri olmaksızın insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan söyleyen (iftira
eden)den daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
6/EN'ÂM-145: Kul lâ ecidu fî mâ ûhiye ileyye muharremen alâ tâimin yat’amuhu illâ en yekûne
meyteten ev demen mesfûhan ev lâhme hinzîrin fe innehu ricsun ev fıskan uhille li gayrillâhi
bih(bihî), fe menidturra gayre bâgın ve lâ âdin fe inne rabbeke gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Bana vahyolunan şey(ler)de, yenilen yiyecek üzerinde, ölü olan veya akıtılmış kan veya
domuz eti ki; o, muhakkak murdardır, veya fısk ile Allah'tan başkası için boğazlanandan başka,
haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” Artık kim darda kalırsa, haddi aşması (meyletmesi) ve hakka
tecavüz etmesi hariç; o taktirde, senin Rabbin muhakkak ki; Gafur'dur (mağfiret edendir) ve Rahîm
(rahmet nuru gönderen) dir.
6/EN'ÂM-146: Ve alellezîne hâdû harremnâ kulle zî zufur(zufurin), ve minel bakari vel ganemi
harremnâ aleyhim şuhûmehumâ illâ mâ hamelet zuhûruhumâ evil havâyâ ev mahteleta bi
azm(azmin), zâlike cezeynâhum bi bagyihim ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
Ve yahudi olanlara; tırnaklı hayvanların hepsi ve inekten ve koyundan ikisinin de sırtında taşıdığı
veya bağırsaklarında olan veya kemiğe karışmış olanları hariç, iç yağını haram kıldık.İşte böyle
onları azgınlıkları sebebiyle cezalandırdık. Muhakkak ki biz, gerçekten sadıklarız. 1
6/EN'ÂM-147: Fe in kezzebûke fe kul rabbukum zû rahmetin vâsi’ah(vâsi’atin), ve lâ yureddu
be’suhu anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki: “Sizin Rabbiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O'nun
azabı, mücrimler (suçlular) kavminden geri çevrilemez.”
6/EN'ÂM-148: Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min
şey’(şey’in), kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin
fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ tahrusûn(tahrusûne).
Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler: “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve
hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle
yalanladılar. De ki: “Sizin yanınızda ilimden bir şey var mı? Öyleyse (varsa) onu bize çıkarın. Siz
ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
6/EN'ÂM-149: Kul fe lillâhil huccetul bâligah(bâligatu), fe lev şâe le hedâkum
ecmaîn(ecmaîne).
De ki: “Artık en kuvvetli delil, Allah'ındır. Öyleyse eğer O (Allah) dileseydi, elbette sizin hepinizi
hidayete erdirirdi.”
6/EN'ÂM-150: Kul helumme şuhedâekumullezîne yeşhedûne ennallâhe harreme hâzâ, fe in
şehidû fe lâ teşhed meahum, ve lâ tettebi’ ehvâellezîne kezzebû bi âyâtinâ vellezîne lâ yu’minûne
bil âhireti ve hum bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
“Allah'ın bunu haram kıldığına şahitlik eden şahitlerinizi getirin.” de. Artık şâyet onlar şahitlik
ederlerse, onlarla beraber sen şahitlik etme. Ahirete inanmayan ve âyetlerimizi yalanlayan
kimselerin heveslerine tâbî olma. Ve onlar, Rab'lerine eş tutuyorlar (ortak koşuyorlar).
6/EN'ÂM-151: Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve
bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum
ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn
nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum
ta’kılûn(ta’kılûne).
De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın.
Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da,
sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız
hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece
siz, akıl edersiniz.”
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga
eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ
kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum
tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın.
Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız.
Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa
edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe
teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara
tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti).
Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.
6/EN'ÂM-154: Summe âteynâ mûsel kitâbe tamâmen alellezî ahsene ve tafsîlen li kulli şey’in ve
huden ve rahmeten leallehum bi likâi rabbihim yu’minûn(yu’minûne). 1
Sonra Musa (A.S)'a, ahsen olanlara tamamlayıcı olarak, herşeyi açıklayan ve rahmet olan ve
hidayete erdiren kitabı (Tevrat'ı) verdik. Böylece onlar, Rab'lerine mülâki olacaklarına inanırlar
(îmân ederler).
6/EN'ÂM-155: Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun fettebiûhu vettekû leallekum
turhamûn(turhamûne).
Ve indirdiğimiz bu kitap mübarektir. Öyleyse O'na tâbî olun. Ve takva sahibi olun. Böylece siz
rahmet olunursunuz (rahmete ulaşırsınız).
6/EN'ÂM-156: En tekûlû innemâ unzilel kitâbu alâ tâifeteyni min kablinâ ve in kunnâ an
dirâsetihim le gâfilîn(gâfilîne).
“Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa indirildi. Ve biz onların okuduklarından gerçekten
gâfildik.” dersiniz diye (dememeniz için).
6/EN'ÂM-157: Ev tekûlû lev ennâ unzile aleynel kitâbu le kunnâ ehdâ minhum, fe kad câekum
beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmeh(rahmetun), fe men azlemu mimmen kezzebe bi
âyâtillâhi ve sadefe anhâ, se neczîllezîne yasdifûne an âyâtinâ sûel azâbi bimâ kânû
yasdifûn(yasdifûne).
Veya “Eğer bize de bir kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayete ererdik.” dersiniz. İşte
size Rabbinizden hidayet (hidayete erdiren), beyyine (delil) ve rahmet gelmiştir. Öyleyse kim,
Allah'ın âyetlerini yalanlayandan ve O'ndan yüz çeviren kimseden daha zalimdir? Âyetlerimizden
yüz çevirenleri, yüz çevirmiş olmalarından dolayı ağır (kötü) bir azapla cezalandıracağız.
6/EN'ÂM-158: Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du
âyâti rabbik(rabbike), yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun
âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâ(hayran), kul intezırû innâ
muntezırûn(muntezırûne).
Onlar (illâ), onlara meleklerin gelmesini mi veya senin Rabbinin gelmesini mi veya senin
Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin (mucizelerin) geldiği
gün, daha önce îmân etmemişse (âmenû olmamışsa) veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun
îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin! Muhakkak ki; biz de bekleyenleriz.”
6/EN'ÂM-159: İnnellezîne ferrekû dînehum ve kânû şiyean leste minhum fî şey’(şey’in), innemâ
emruhum ilâllâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn(yef’alûne).
Muhakkak ki; onlar, onların dînini tefrik ettiler (parça parça ayırdılar) ve grup grup oldular. Senin
onlarla bir ilgin yok. Onların işi sadece Allah'a aittir. Sonra yapmış oldukları şeyleri, onlara haber
verecek.
6/EN'ÂM-160: Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ
illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Kim (Allah'ın huzuruna) bir hasene ile gelirse, artık onun on misli, onundur.Ve kim bir seyyie ile
gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Ve onlar zulmolunmazlar.
6/EN'ÂM-161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan
Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.
6/EN'ÂM-162: Kul inne salâtî ve nusukî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
“Muhakkak ki; benim namazım, kurbanım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah
içindir.” de.
6/EN'ÂM-163: Lâ şerîke leh(lehu), ve bi zâlike umirtu ve ene evvelul muslimîn(muslimîne).
O'nun ortağı yoktur. Ve ben bununla emrolundum. Ve ben, müslümanların (teslim olanların)
ilkiyim. 1
6/EN'ÂM-164: Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’(şey’in), ve lâ teksibu kullu
nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe
yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
“O herşeyin Rabbi iken, Allah'tan başka Rab mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait
olandan başkasını kazanmaz. Ve bir günahkâr, başkasının günahını (yükünü) taşımaz. Sonra
dönüşünüz Rabbinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecek.
6/EN'ÂM-165: Ve huvellezî cealekum halâifelardı ve refea ba’dakum fevka ba’dın derecâtin li
yebluvekum fî mâ âtâkum, inne rabbeke serîul ikâbi ve innehu le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için, bir kısmınızın
derecelerini diğer bir kısmınızın üstüne yükselten O'dur. Muhakkak ki; senin Rabbin, cezası çabuk
olandır. Ve muhakkak ki; O, mutlaka Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm (rahmet nuru
gönderen)'dir.
ENBİYÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
21/ENBİYÂ-1: Ikterebe lin nâsi hisâbuhum ve hum fî gafletin mu’ridûn(mu’ridûne).
İnsanlar için hesap vakti yaklaştı. Ve onlar, gaflet içinde yüz çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-2: Mâ ye’tîhim min zikrin min rabbihim muhdesin illestemeûhu ve hum
yel’abûn(yel’abûne).
Rabbinden, yeni bir zikir (uyarı) gelmeye görsün. Onu, ancak oynayarak (alay ederek) dinlerler.
21/ENBİYÂ-3: Lâhiyeten kulûbuhum ve eserrûn necvellezîne zalemû hel hâzâ illâ beşerun
mislukum, e fe te’tûnes sihre ve entum tubsırûn(tubsırûne).
Onların kalpleri, (Allah'ın söylediklerine) önem vermemekte. Ve zulmedenler, gizlice (şöyle)
fısıldaştılar: “Bu (Hz. Muhammed S.A.V), sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey mi? Yoksa
siz, görerek (göz göre göre) sihre mi kapılıyorsunuz?”
21/ENBİYÂ-4: Kâle rabbî ya’lemul kavle fis semâi vel ardı ve huves semîul alîm(alîmu).
(O şöyle) dedi: “Benim Rabbim, semadaki ve yerdeki sözü bilir. Ve O, (en iyi) işiten, (en iyi)
bilendir.”
21/ENBİYÂ-5: Bel kâlû adgâsu ahlâmin belifterâhu bel huve şâır(şâırun), fel ye’tinâ bi âyetin
kemâ ursilel evvelûn(evvelûne).
“Hayır, karışık rüyalardır. Hayır, belki onu uydurdu. Hayır, belki de o bir şairdir. Öyleyse
evvelkilere gönderildiği gibi bize (de) âyet (mucize) getirsin.” dediler.
21/ENBİYÂ-6: Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn(yu’minûne).
Onlardan önce helâk ettiğimiz ülkelerden (hiç)biri îmân etmediler. Öyleyse onlar mı îmân
edecekler?
21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir
ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
21/ENBİYÂ-8: Ve mâ cealnâhum ceseden lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne).
Ve Biz, onları (vahyettiğimiz ricalleri) yemek yemeyen bir beden (vücut) kılmadık. Ve onlar,
halidin (ebedî, ölümsüz) değillerdir.
21/ENBİYÂ-9: Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknel
musrifîn(musrifîne). 1
Sonra onlara olan vaade, sadık kaldık. Böylece onları ve dilediklerimizi kurtardık. Ve müsrifleri
(haddi aşanları) helâk ettik.
21/ENBİYÂ-10: Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Andolsun ki; içinde, sizi zikreden (sizden bahseden) bir kitap indirdik. Hâlâ akıl etmez misiniz?
21/ENBİYÂ-11: Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen
âharîn(âharîne).
Ve Biz, zalim olan nice ülkeleri kırdık (döktük, yok ettik). Ve ondan sonra başka kavimler inşa
ettik (yarattık).
21/ENBİYÂ-12: Fe lemmâ ehassû be’senâ izâ hum minhâ yerkudûn(yerkudûne).
Böylece (şiddetli) azabımızı hissettikleri zaman onlar, ondan kaçarlar.
21/ENBİYÂ-13: Lâ terkudû verciû ilâ mâ utriftum fîhi ve mesâkinikum leallekum
tus’elûn(tus’elûne).
Kaçmayın ve orada şımartıldığınız (her isteğinizin yerine getirildiği) şeye (yere) ve meskenlerinize
geri dönün ki (orada), sorgulanacaksınız.
21/ENBİYÂ-14: Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
“Yazıklar olsun bize! Muhakkak ki biz, zalimler olmuştuk.” dediler.
21/ENBİYÂ-15: Fe mâ zâlet tilke da’vâhum hattâ cealnâhum hasîden hâmidîn(hâmidîne).
Böylece onların bu davaları (şikâyetleri); Biz onları, biçilmiş ekin (gibi) sönmüş hale getirinceye
(ölünceye) kadar bitmedi.
21/ENBİYÂ-16: Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne).
Biz; yeri, göğü ve ikisinin arasındaki şeyleri, oyun (eğlence) olsun diye yaratmadık.
21/ENBİYÂ-17: Lev erednâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ
fâ’ılîn(fâ’ılîne).
Eğer Biz, eğlence edinmek isteseydik, (bunu) yapacak olsaydık mutlaka onu, Kendi katımızdan
edinirdik.
21/ENBİYÂ-18: Bel nakzifu bil hakkı alel bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhik(zâhikun), ve
lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne).
Hayır, Biz, hakkı bâtılın üzerine atarız. Böylece onu mahveder. O zaman o (bâtıl), zail olmuştur.
Vasfettiğiniz (Allah'a isnat ettiğiniz) şeylerden dolayı size yazıklar olsun.
21/ENBİYÂ-19: Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an
ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn(yestahsirûne).
Semalardaki (göklerdeki) ve arzdaki (yerdeki) bütün kişiler, O'nundur. Ve O'nun katında olan
kişiler (huzur namazını kılanlar), O'na ibadet etmekten kibirlenmezler ve onlar yorulmazlar.
21/ENBİYÂ-20: Yusebbihûnel leyle ven nehâre lâ yefturûn(yefturûne).
Onlar, gece ve gündüz ara vermeden (Allah'ı) tesbih ederler (daimî zikrin sahibidirler).
21/ENBİYÂ-21: Emittehazu âliheten minel ardı hum yunşirûn(yunşirûne).
Yoksa onlar, arzdan (yerden) ilâhlar mı edindiler? Onları (o ilâhlar mı) diriltecek?
21/ENBİYÂ-22: Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ
yasıfûn(yasıfûne).
Eğer ikisinde de (semada ve arzda), Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de)
mutlaka fesada uğrardı. Arşın Rabbi Allah, onların vasıflandırdığı (isnat ettikleri) şeylerden
münezzehtir.
21/ENBİYÂ-23: Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(yus’elûne). 1
O (Allah), yaptığı şeylerden mesul (sorumlu) değildir. Ve onlar, (yaptıklarından) mesuldür
(sorgulanırlar).
21/ENBİYÂ-24: Emittehazû min dûnihî âliheh(âliheten), kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men
maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fehum mu’ridûn(mu’ridûne).
Yoksa O'ndan (Allah'tan) başka ilâhlar mı edindiler? “Haydi burhanınızı (kesin delilinizi) getirin.
(İşte) bu, benimle beraber olanların ve benden öncekilerin zikridir (kitabıdır).” de. Fakat onların
çoğu, hakkı bilmezler. Bu sebeple onlar, yüz çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-25: Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin illâ nûhî ileyhi ennehu lâ ilâhe illâ ene
fa’budûn(fa’budûni).
Ve senden önce: “Benden başka ilâh yoktur.” diye (kendisine) vahyetmediğimiz bir resûl
göndermedik. Öyleyse (sadece) Bana kul olun!
21/ENBİYÂ-26: Ve kâlûttehazer rahmânu veleden subhâneh(subhânehu), bel ıbâdun
mukremûn(mukremûne).
Ve: “Rahmân evlât edindi.” dediler. O, Sübhan'dır (münezzehtir). Hayır, (onlar, kendilerine) ikram
edilmiş kullardır.
21/ENBİYÂ-27: Lâ yesbikûnehu bil kavli ve hum bi emrihî ya’melûn(ya’melûne).
Onlar, söz ile O'nun (Allah'ın önüne) geçmezler. Ve onlar, O'nun (Allah'ın) emriyle amel ederler.
21/ENBİYÂ-28: Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve
hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).
Onların önünde ve arkasında olan şeyleri (muhafız melekleri) bilir. Ve onlar, (Allah'ın) rızasına
ermiş olanlardan başkasına şefaat etmezler. Ve onlar, O'nun (Allah'ın) haşyetinden korkanlardır.
21/ENBİYÂ-29: Ve men yekul minhum innî ilâhun min dûnihî fe zâlike neczîhi
cehennem(cehenneme), kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).
Ve onlardan kim: “Muhakkak ki ben, O'ndan başka bir ilâhım.” derse, işte o zaman onu cehennem
ile cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız.
21/ENBİYÂ-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe
fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini
(birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?
21/ENBİYÂ-31: Ve cealnâ fîl ardı revâsiye en temîde bihim ve cealnâ fîhâ ficâcen subulen
leallehum yehtedûn(yehtedûne).
Ve arzda (yeryüzünde), onları sarsar diye (sarsmaması için) dağlar kıldık. Ve orada geniş yollar
oluşturduk. Umulur ki (böylece) onlar, hidayete ererler (ulaşırlar).
21/ENBİYÂ-32: Ve cealnes semâe sakfen mahfûzâ(mahfûzen), ve hum an âyâtihâ
mu’ridûn(mu’ridûne).
Ve semayı (gökleri) muhafaza edilmiş bir tavan kıldık. Ve onlar, O'nun âyetlerinden yüz
çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-33: Ve huvellezî halakal leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), kullun fî
felekin yesbehûn(yesbehûne).
Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler.
21/ENBİYÂ-34: Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul
hâlidûn(hâlidûne).
Ve senden önce bir beşeri, ebedî (ölümsüz) kılmadık. Öyleyse sen ölürsen, o zaman onlar, ebedî mi
olacaklar (ölmeyecekler mi)? 1
21/ENBİYÂ-35: Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri
fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).
Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize
döndürüleceksiniz.
21/ENBİYÂ-36: Ve izâ reâkellezîne keferû in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzellezî
yezkuru âlihetekum, ve hum bi zikrir rahmâni hum kâfirûn(kâfirûne).
Ve inkâr edenler (kâfirler), seni gördükleri zaman: “Sizin ilâhlarınızı zikreden (onlar hakkında
konuşan) bu mu?” diyerek, seni sadece alay konusu edinirler. Ve onlar, Rahmân'ın Zikri'ni
(Kitabı'nı) inkâr edenlerdir.
21/ENBİYÂ-37: Hulikal insânu min acel(acelin), seurîkum âyâtî fe lâ testa’cilûn(testa’cilûni).
İnsan aceleci olarak yaratıldı. Size âyetlerimi göstereceğim. Artık Benden acele istemeyin.
21/ENBİYÂ-38: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
“Eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman (yerine getirilecek)?” derler.
21/ENBİYÂ-39: Lev ya’lemullezîne keferû hîne lâ yekuffûne an vucûhihimun nâre ve lâ an
zuhûrihim ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
İnkâr edenler, (cehennem) ateşini yüzlerinden ve sırtlarından gideremeyecekleri ve yardım
olunmayacakları zamanı keşke bilselerdi.
21/ENBİYÂ-40: Bel te’tîhim bagteten fe tebhetuhum fe lâ yestetî’ûne reddehâ ve lâ hum
yunzarûn(yunzarûne).
Hayır, onlara (azap) ansızın gelecek. Böylece onları dehşette bırakacak. Artık onu reddetmeye (geri
çevirmeye) güçleri yetmeyecek. Ve de onlara bakılmayacak.
21/ENBİYÂ-41: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ
kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Andolsun ki senden önce (de) resûllerle alay edildi. Sonra alay etmiş oldukları şey, alay edenleri
kuşattı.
21/ENBİYÂ-42: Kul men yekleukum bil leyli ven nehâri miner rahmân(rahmâni), bel hum an
zikri rabbihim mu’ridûn(mu’ridûne).
“Sizi, gündüz ve gece Rahmân'dan (Allah'ın azabından) kim korur?” de. Hayır, onlar Rab'lerinin
zikrinden yüz çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-43: Em lehum âlihetun temneuhum min dûninâ, lâ yestetîûne nasre enfusihim ve lâ
hum minnâ yushabûn(yushabûne).
Yoksa onların, Bizden men eden (azabımızdan onları koruyan) ilâhları mı var? Onların, kendilerine
dahi yardım etmeye güçleri yetmez. Ve onlara, Bizim tarafımızdan sahip çıkılmaz.
21/ENBİYÂ-44: Bel metta’nâ hâulâi ve âbâehum hattâ tâle aleyhimul umur(umuru), e fe lâ
yerevne ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, e fehumul gâlibûn(gâlibûne).
Hayır, onlara da uzun gelen bir ömür boyunca onları ve babalarını, Biz metalandırdık
(faydalandırdık). Arza gelip, onu etrafından nasıl eksilttiğimizi hâlâ görmüyorlar mı? Öyleyse gâlip
gelenler (üstün olanlar) onlar mı?
21/ENBİYÂ-45: Kul innemâ unzirukum bil vahyi ve lâ yesmeus summud duâe izâ mâ
yunzerûn(yunzerûne).
De ki: “Ben, sizi sadece vahiy ile uyarıyorum.” Ve sağırlar, uyarıldıkları zaman (uyarıldıkları) şeye
daveti işitmezler.
21/ENBİYÂ-46: Ve le in messethum nefhatun min azâbi rabbike le yekûlunne yâ veylenâ innâ
kunnâ zâlimîn(zâlimîne). 1
Ve eğer, onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunursa, mutlaka: “Bize yazıklar olsun, gerçekten
biz, zalimler olduk.” derler.
21/ENBİYÂ-47: Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en)
ve in kâne miskâle habbetin min hardelin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).
Ve Biz, kıyâmet günü adalet mizanlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve
hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz (hayat filminde gösteririz). Ve Bize, hesap
görücüler kâfidir.
21/ENBİYÂ-48: Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil
muttekîn(muttekîne).
Ve andolsun ki Biz, Musa (A.S)'a ve Harun (A.S)'a, takva sahipleri için Furkan'ı (Tevrat'ı), bir Işık
(Nur) ve Zikir olarak verdik.
21/ENBİYÂ-49: Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati
muşfikûn(muşfikûne).
Onlar, gaybde (görmedikleri halde) Rab'lerine huşû duyarlar. Ve onlar, o saatten (kıyâmet
saatinden) korkanlardır.
21/ENBİYÂ-50: Ve hâzâ zikrun mubârekun enzelnâh(enzelnâhu), e fe entum lehu
munkirûn(munkirûne).
Ve bu, Bizim indirdiğimiz Mübarek Bir Zikir'dir. Siz, hâlâ O'nu inkâr edenler misiniz?
21/ENBİYÂ-51: Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).
Ve andolsun ki daha önce İbrâhîm (A.S)'a rüşdünü (irşad yetkisini) verdik. Ve Biz, onu (irşada ehil
olduğunu) bilenlerdik.
21/ENBİYÂ-52: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ âkifûn(âkifûne).
(İbrâhîm A.S), babasına ve kavmine şöyle demişti: “Sizin ibadet ettiğiniz bu heykeller nedir?”
21/ENBİYÂ-53: Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn(âbidîne).
“Babalarımızı ona (onlara) ibadet ediyor bulduk.” dediler.
21/ENBİYÂ-54: Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn(mubînin).
(İbrâhîm A.S): “Andolsun ki siz ve babalarınız, apaçık dalâlettesiniz.” dedi.
21/ENBİYÂ-55: Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn(lâıbîne).
“Sen, bize hakkı mı getirdin yoksa sen (bizimle) oyun mu oynuyorsun?” dediler.
21/ENBİYÂ-56: Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ
zâlikum mineş şâhidîn(şâhidîne).
“Hayır sizin Rabbiniz, semaların ve arzın Rabbidir ve onları yaratandır. Ve ben, buna şahit
olanlardanım.” dedi.
21/ENBİYÂ-57: Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn(mudbirîne).
Allah'a yemin olsun, siz arkanızı döndükten (gittikten) sonra ben mutlaka sizin putlarınıza hile
yapacağım.
21/ENBİYÂ-58: Fe cealehum cuzâzen illâ kebîren lehum leallehum ileyhi yerciûn(yerciûne).
Sonra onları (putları) cüz cüz (parça parça) yaptı. Onların büyük olanı hariç. Umulur ki böylece
onlar, ona rücu ederler (dönerler).
21/ENBİYÂ-59: Kâlû men feale hâzâ bi âlihetinâ innehu le minez zâlimîn(zâlimîne).
“Bizim ilâhlarımıza bunu kim yaptı? Muhakkak ki o, gerçekten zalimlerdendir.” dediler.
21/ENBİYÂ-60: Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu).
“Ona (kendisine), İbrâhîm denen gencin, onları zikrettiğini (putlardan bahsettiğini) işittik.” dediler.
21/ENBİYÂ-61: Kâlû fe’tû bihî alâ a’yunin nâsi leallehum yeşhedûn(yeşhedûne). 1
“Öyleyse onu, insanların gözü önüne getirin! Böylece onlar şahit olurlar.” dediler.
21/ENBİYÂ-62: Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrahîm(ibrahîmu).
“Ey İbrâhîm! Bizim ilâhlarımıza bunu sen mi yaptın?” dediler.
21/ENBİYÂ-63: Kâle bel fealehu kebîruhum hâzâ fes’elûhum in kânû yentıkûn(yentıkûne).
(İbrâhîm A.S) şöyle dedi: “Hayır, bunu onların büyüğü yaptı. Haydi eğer onlar konuşuyorlarsa
(konuşabiliyorlarsa) onlara sorun!”
21/ENBİYÂ-64: Fe receû ilâ enfusihim fe kâlû innekum entumuz zâlimûn(zâlimûne).
Bunun üzerine kendilerine geldiler, sonra da (kendileri için); “Muhakkak ki siz; siz zalimlersiniz.”
dediler.
21/ENBİYÂ-65: Summe nukisû alâ ruûsihim, lekad alimte mâ hâulâi yentıkûn(yentıkûne).
Sonra onların başları öne eğildi. (Hz. İbrâhîm'e): “Andolsun ki sen, bunların konuşmadığını
(konuşamadığını) biliyordun.” (dediler).
21/ENBİYÂ-66: Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum.
(İbrâhîm A.S): “Hâlâ size bir faydası ve zararı olmayan, Allah'tan başka şeylere mi tapıyorsunuz?”
dedi.
21/ENBİYÂ-67: Uffin lekum ve li mâ ta’budûne min dûnillâh(dûnillâhi), e fe lâ
ta’kılûn(ta’kılûne).
Size ve Allah'tan başka taptığınız şeylere yazıklar olsun. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?
21/ENBİYÂ-68: Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).
“Eğer yapabilirseniz, onu (İbrâhîm A.S'ı) yakın! Ve ilâhlarınıza yardım edin.” dediler.
21/ENBİYÂ-69: Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme).
“Ey ateş! İbrâhîm (A.S)'a (karşı) soğuk ve selâmet (zararsız) ol.” dedik.
21/ENBİYÂ-70: Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).
Ve ona tuzak kurmak istediler. Fakat Biz, onları daha çok hüsrana düşürdük.
21/ENBİYÂ-71: Ve necceynâhu ve lûtan ilel ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde bereketli kıldığımız arz'a, onu ve Hz. Lut'u (ulaştırıp) kurtardık.
21/ENBİYÂ-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ
sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S)'ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)'ı vehbî (armağan) olarak verdik. Ve
hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve
ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve
onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.
21/ENBİYÂ-74: Ve lûtan âteynâhu hukmen ve ılmen ve necceynâhu minel karyetilletî kânet
ta’melul habâis(habâise), innehum kânû kavme sev’in fâsikîn(fâsikîne).
Ve Lut (A.S)'a hikmet ve ilim verdik. Ve habaîs (kötülükler, ahlâksızlıklar) işleyen ülkeden onu
kurtardık. Muhakkak ki onlar, fasık olan kötü bir kavimdi.
21/ENBİYÂ-75: Ve edhalnâhu fî rahmetinâ, innehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve onu rahmetimizin içine dahil ettik. Muhakkak ki o, salihlerdendir.
21/ENBİYÂ-76: Ve nûhan iz nâdâ min kablu festecebnâ lehu fe necceynâhu ve ehlehu minel
kerbil azîm(azîmi).
Ve Nuh (A.S), daha önce nida etmişti (seslenmiş, dua etmişti). Bunun üzerine ona icabet ettik
(duasını kabul ettik). Böylece onu ve ehlini (ailesini) büyük bir üzüntüden kurtardık. 1
21/ENBİYÂ-77: Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme
sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
Ve âyetlerimizi yalanlayan bir kavme karşı ona yardım ettik. Muhakkak ki onlar, kötü bir kavim
oldu. Böylece onların hepsini boğduk.
21/ENBİYÂ-78: Ve dâvude ve suleymâne iz yahkumâni fîl harsi iz nefeşet fîhi ganemul
kavm(kavmi), ve kunnâ li hukmihim şâhidîn(şâhidîne).
Dâvud (a.s) ve Süleyman (a.s), bir kavmin koyunlarının gece (çobansız olarak) içinde yayılıp
otladığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı. Ve Biz, onların hükmüne şahittik.
21/ENBİYÂ-79: Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve
sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
Böylece onu (bu hükmü), Süleyman (a.s)'a anlattık. Ve hepsine hikmet ve ilim verdik. Dâvud
(a.s)'la beraber tesbih eden (etsinler diye) dağları ve kuşları musahhar (emrine amade) kıldık. Ve
(bunları) yapan, Biziz.
21/ENBİYÂ-80: Ve allemnâhu san’ate lebûsin lekum li tuhsınekum min be’sikum, fe hel entum
şâkirûn(şâkirûne).
Sizin için ona, şiddetli çarpışmalarınızda sizi korusun diye elbise (zırh) yapmayı öğrettik. Öyleyse
siz şükredenler(den) misiniz?
21/ENBİYÂ-81: Ve li suleymâner rîha âsıfeten tecrî bi emrihî ilel ardılletî bâreknâ fîhâ ve kunnâ
bi kulli şey’in âlimîn(âlimîne).
Ve fırtınalı rüzgâr, Hz. Süleyman içindi. (Rüzgâr), bereketli kıldığımız oradaki yerlere onun
emriyle giderdi. Ve Biz, herşeyi bileniz (biliriz).
21/ENBİYÂ-82: Ve mineş şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik(zâlike),
ve kunnâ lehum hâfızîn(hâfızîne).
Ve şeytanlardan, onun için denize dalanlar ve bundan başka işler yapanlar (da) vardı. Ve onları
(onun emrinde) muhafaza eden, Bizdik.
21/ENBİYÂ-83: Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur
râhimîn(râhimîne).
Ve Hz. Eyüp, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Muhakkak ki, bana bir zarar isabet etti (hastalık geldi).
Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”
21/ENBİYÂ-84: Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve
mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne).
Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Böylece zarar veren şeyi giderdik (hastalığı
iyileştirdik). Kullara bir zikir (öğüt) ve katımızdan bir rahmet olsun diye. Ona ehlini (ailesini) ve
onlarla beraber bir mislini daha verdik.
21/ENBİYÂ-85: Ve ismâîle ve idrîse ve zelkifl(zelkifli), kullun mines sâbirîn(sâbirîne).
Ve Hz. İsmail ve Hz. İdris ve Hz. Zelkifli; hepsi sabredenlerdendir.
21/ENBİYÂ-86: Ve edhalnâhum fî rahmetinâ, innehum mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve onları, rahmetimizin içine dahil ettik. Muhakkak ki onlar, salihlerdendir.
21/ENBİYÂ-87: Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz
zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Zennûn (Yunus A.S), gadaba gelerek (öfkelenerek) gitmişti. Böylece ona muktedir
olamayacağımızı (hükmedemeyeceğimizi) zannetti. Sonra karanlıklar içinde (şöyle) nida etti:
“Senden başka İlâh yoktur. Sen Sübhan'sın (herşeyden münezzehsin). Muhakkak ki ben,
zalimlerden oldum.” 1
21/ENBİYÂ-88: Festecebnâ lehu ve necceynâhu minel gamm(gammi), ve kezâlike nuncil
mu’minîn(mu’minîne).
Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Ve onu, gamdan (üzüntüden, kederden)
kurtardık. Ve Biz, mü'minleri işte böyle kurtarırız.
21/ENBİYÂ-89: Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul
vârisîn(vârisîne).
Ve Hz. Zekeriya, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Rabbim, beni tek başıma bırakma ve Sen,
varislerin en hayırlısısın.”
21/ENBİYÂ-90: Festecebnâ leh(lehu), ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevceh(zevcehu),
innehum kânû yusâriûne fil hayrâti ve yed’ûnenâ regaben ve rehebâ(reheben), ve kânû lenâ
hâşiîn(hâşiîne).
Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Ve ona, Yahya (A.S)'ı hibe (armağan) ettik. Ve
onun için, zevcesini de ıslâh ettik (çocuğu olabilecek duruma getirdik). Muhakkak ki onlar,
hayırlarda yarışırlardı. Ve Bize, rağbet ederek ve korkarak dua ederlerdi. Ve onlar, Bize huşû
duyanlardı.
21/ENBİYÂ-91: Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten
lil âlemîn(âlemîne).
Ve o (Hz. Meryem), ırzını korudu. O zaman Biz, ruhumuzdan onun içine üfledik. Onu ve oğlunu,
âlemlere âyet (ibret) kıldık.
21/ENBİYÂ-92: İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum
fa’budûn(fa’budûni).
Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz (topluluğunuz, dîniniz), tek bir ümmettir (dîndir). Ve Ben, sizin
Rabbinizim. Öyleyse Bana kul olun!
21/ENBİYÂ-93: Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn(râciûne).
Ve emirlerini (uygulamalarını), kendi aralarında böldüler (fırkalara ayrıldılar). Hepsi Bize dönecek
olanlardır.
21/ENBİYÂ-94: Fe men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ kufrâne li sa’yih(sa’yihî),
ve innâ lehu kâtibûn(kâtibûne).
O halde kim mü'min olarak salihat (nefs tezkiyesi) yaparsa, bundan sonra onun gayretleri
(kazandığı dereceler) örtülmez (eksilmez, yok olmaz). Ve muhakkak ki Biz, onu yazanlarız.
21/ENBİYÂ-95: Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
Ve helâk ettiğimiz bir kasaba halkının, oraya dönmesi (yeniden hayata getirilmesi) haramdır
(imkânsızdır).
21/ENBİYÂ-96: Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin
yensilûn(yensilûne).
Nihayet yecüc ve mecüc, (sedleri) açıldığı zaman tepelerin hepsinden saldırırlar.
21/ENBİYÂ-97: Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şahısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ
kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Ve hak vaad yaklaştı. İşte o zaman kâfir olanların gözleri (korku ile) büyür. (Derler ki): “Bize
yazıklar olsun. Biz bundan gaflet içindeydik. Meğer biz zalimler olmuşuz (kendimize
zulmetmişiz).”
21/ENBİYÂ-98: İnnekum ve mâ ta’budûne min dûnillâhi hasabu cehennem(cehenneme), entum
lehâ vâridûn(vâridûne).
Muhakkak ki siz ve sizin Allah'tan başka taptıklarınız, cehennem yakıtısınız (odunusunuz). Siz, ona
girecek olanlarsınız. 1
21/ENBİYÂ-99: Lev kâne hâulâi âliheten mâ veradûhâ, ve kullun fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Eğer onlar gerçekten ilâhlar olsaydılar, oraya (cehenneme) girmeyeceklerdi. Ve hepsi orada
ebediyyen kalacak olanlardır.
21/ENBİYÂ-100: Lehum fîhâ zefîrun ve hum fîhâ lâ yesmeûn(yesmeûne).
Onlar, orada (ızdırap ile) inlerler. Ve onlar, orada (bir şey) işitmezler.
21/ENBİYÂ-101: İnnellezîne sebekat lehum minnel husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne).
Muhakkak ki Bizden kendilerine hüsna (güzellikler) ulaşanlar (yazılanlar), işte onlar, ondan
(cehennemden) uzaklaştırılanlardır.
21/ENBİYÂ-102: Lâ yesme’ûne hasîsehâ, ve hum fî meştehet enfusuhum hâlidûn(hâlidûne).
Onun (cehennemin) uğultusunu işitmezler. Ve onlar, istedikleri şeyler içinde ebedî kalacak
olanlardır.
21/ENBİYÂ-103: Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâikeh(melâiketu), hâzâ
yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne).
O en büyük dehşet (korku), onları mahzun etmez. Ve melekler, onları karşılar (ve derler ki): “Bu,
sizin vaadolunduğunuz gününüzdür.”
21/ENBİYÂ-104: Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele
halkın nuîduh(nuîduhu), va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn(fâılîne).
O gün, kitapların yazılı sayfalarını dürer gibi semayı düreceğiz. Onu ilk defa halketmeye
başladığımız gibi (eski durumuna) iade edeceğiz (geri döndüreceğiz). Bizim üzerimizde bir
vaaddir. Muhakkak ki (bunu) yapacak olan, Biziz.
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes
sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun ki; zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık.
21/ENBİYÂ-106: İnne fî hâzâ le belâgan li kavmin âbidîn(âbidîne).
Muhakkak ki abidler (Allah'a kul olanlar) kavmi için bunda, elbette tebliğ (açıklamalar) vardır.
21/ENBİYÂ-107: Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).
Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.
21/ENBİYÂ-108: Kul innemâ yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe hel
entum muslimûn(muslimûne).
De ki: “Bana, sizin ilâhınızın sadece tek bir ilâh olduğu vahyedildi.” Öyleyse siz müslümanlar
mısınız (Allah'a teslim olanlar) mısınız?
21/ENBİYÂ-109: Fe in tevellev fe kul âzentukum alâ sevâ’(sevâin), ve in edrî e karîbun em
baîdun mâ tûadûn(tûadûne).
Bundan sonra dönerlerse, o zaman de ki: “Size müsavi olarak (herkese eşit şekilde), (Allah'ın
emirlerini) bildirdim (ilân ettim). Vaadolunduğunuz şey (azap) uzak mı yoksa yakın mı (eğer) ben
bilseydim (bilmiyorum).”
21/ENBİYÂ-110: İnnehu ya’lemul cehre minel kavli ve ya’lemu mâ tektumûn(tektumûne).
Muhakkak ki O, sözün cehrî olanını (açıkça söylenenini) ve ketmettiklerinizi (gizlediklerinizi) bilir.
21/ENBİYÂ-111: Ve in edrî leallehu fitnetun lekum ve metâun ilâ hîn(hînin).
Eğer bilsem (bilmiyorum), belki de o (erteleme), sizin için bir imtihandır. Ve belli bir zamana kadar
bir meta (faydalanma)dır.
21/ENBİYÂ-112: Kâle rabbıhkum bil hakk(hakkı), ve rabbuner rahmânul musteânu alâ mâ
tasıfûn(tasıfûne).
Dedi ki: “Rabbim hak ile hüküm ver. Ve bizim Rabbimiz, sizin (yanlış) vasıflandırmalarınıza
rağmen yardım istenilen Rahmân (Allah)'dır.” 1
ENFÂL
Bismillâhirrahmânirrahîm
8/ENFÂL-1: Yes’elûneke anil enfâl(enfâli), kulil enfâlu lillâhi ver resûl(resûli), fettekullâhe ve
aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Sana ganimetlerden sorarlar: “Ganimetler, Allah'ın ve Resûl'ündür.” de. Artık Allah'a karşı takva
sahibi olun ve aranızdaki durumu (sahip olduğunuz hali) ıslâh edin (düzeltin)! Eğer mü'minlerseniz,
Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin.
8/ENFÂL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim
âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü'minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara
Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler.
8/ENFÂL-3: Ellezîne yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar namazlarını ikame ederler (kılarlar) ve rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.
8/ENFÂL-4: Ulâike humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve
magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
İşte onlar gerçek mü'minlerdir. Onların Rab'lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret
(günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır.
8/ENFÂL-5: Kemâ ahreceke rabbuke min beytike bil hakkı ve inne ferîkan minel mu’minîne le
kârihûn(kârihûne).
(Bu durum) Rabbinin seni, hak ile evinden çıkardığı zaman mü'minlerden bir kısmının kesinlikle
kerih görmeleri gibi.
8/ENFÂL-6: Yucadilûneke fîl hakkı ba'de mâ tebeyyene ke ennemâ yusâkûne ilel mevti ve hum
yanzurûn(yanzurûne).
Onlar sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, (durum) açığa çıktıktan sonra (da) hak
hususunda seninle tartışıyorlar.
8/ENFÂL-7: Ve iz yaıdukumullâhu ihdet tâifeteyni ennehâ lekum, ve teveddûne enne gayre zâtiş
şevketi tekûnu lekum, ve yurîdullâhu en yuhıkkal hakka bi kelimâtihî ve yaktaa dâbirel
kâfirîn(kâfirîne).
Ve Allah, iki taifeden birinin sizin olmasını, size vaadediyordu. Ve siz, silâhsız olanın (silâh sahibi
olmayanın) sizin olmasını temenni ediyorsunuz. Ve Allah (da) O'nun (Kendi) sözleri ile hakkın
gerçekleşmesini ve kâfirlerin arkasının (neslin devamının) kesilmesini istiyor.
8/ENFÂL-8: Li yuhıkkal hakka ve yubtılel bâtıle ve lev kerihel mucrimûn(mucrimûne).
Mücrimler kerih görse de hakkın gerçekleşmesi ve bâtılın yok olması için.
8/ENFÂL-9: İz testegîsûne rabbekum festecâbe lekum ennî mumiddukum bi elfin minel
melâiketi murdifîn(murdifîne).
Rabbinizden yardım istediğiniz zaman böylece O, size icabet etti. Muhakkak ki Ben, birbirini
izleyerek gelen bin melekle, size yardım edenim (yardım eden Benim).
8/ENFÂL-10: Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ ve li tatmainne bihî kulûbukum ve men nasru illâ
min indillâh(indillâhi), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve Allah, (bu yardımı) sadece bir müjde ve onunla kalplerinizin tatmin (mutmain) olması için yaptı
(başka bir şey için yapmadı). Allah'ın katından başka yardım (yeri) yoktur (yardım ancak Allah'ın
katındandır). Muhakkak ki Allah, Azîz (üstün izzet sahibi) ve Hakîm'dir (hikmet sahibi, hüküm
sahibi). 1
8/ENFÂL-11: İz yugaşşîkumun nuâse emeneten minhu ve yunezzilu aleykum mines semâi mâen
li yutahhirekum bihî ve yuzhibe ankum riczeş şeytâni ve li yerbıta alâ kulûbikum ve yusebbite
bihil akdâm(akdâme).
O'nun (Allahû Tealâ) tarafından, emin olmanız için sizi bir uyuklama hali bürüyordu. Ve sizin,
onunla temizlenmeniz ve şeytanın murdarlığını (vesvesesini) sizden gidermek ve kalplerinizi
bağlamak ve onunla ayaklarınızı sağlamlaştırmak (sabit kılmak) için semadan su indiriyordu.
8/ENFÂL-12: İz yûhî rabbuke ilel melâiketi ennî meakum fe sebbitûllezîne âmenû, seulkî fî
kulûbillezîne keferûr ru'be fadribû fevkal a'nâkı vadribû minhum kulle benân(benânin).
Senin Rabbin meleklere vahyetmişti: “Muhakkak ki; Ben, sizinle beraberim. Artık âmenû olanlara
(Allah'a ulaşmayı dileyenlere) sebat verin (destek olun). Kâfirlerin kalplerine korku vereceğim.
Artık boyunlarının üzerine vurun. Ve onların bütün parmaklarına vurun.”
8/ENFÂL-13: Zâlike bi ennehum şâkkullâhe ve resûluh(resûlehu), ve men yuşâkıkıllâhe ve
resûlehu fe innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi).
Bu, onların Allah'a ve O'nun (Allah'ın) Resûl'üne karşı gelmeleri sebebi iledir. Ve kim Allah'a ve
O'nun Resûl'üne karşı gelirse, (bu taktirde) bundan sonra muhakkak ki; Allah'ın ikabı (azabı)
şiddetlidir.
8/ENFÂL-14: Zâlikum fe zûkûhu ve enne lil kâfirîne azâben nâr(nâri).
İşte böylece artık onu tadın! Ve muhakkak ki kâfirlere, ateşin azabı vardır.
8/ENFÂL-15: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ lekîtumullezîne keferû zahfen fe lâ tuvellûhumul
edbâr(edbâre).
Ey âmenû olanlar! Kâfir olanlarla topluca karşılaştığınız zaman artık onlara arkanızı dönmeyin.
8/ENFÂL-16: Ve men yuvellihim yevmeizin duburehû illâ muteharrifen li kıtâlin ev
mutehayyizen ilâ fietin fe kad bâe bi gadabin minallâhi ve me’vâhu cehennem(cehennemu), ve
bi’sel masîr(masîru).
Ve savaş için tekrar dönmek üzere veya bir gruba katılmak üzere dönmesi hariç, kim o gün onlara
arkasını dönerse, artık Allah'tan bir gazaba uğramıştır (haketmiştir). Ve onun yeri cehennemdir. Ve
ne kötü bir dönüş yeridir.
8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ remeyte iz remeyte ve
lâkinnallâhe remâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun
alîm(alîmun).
Onları siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı.
Ve Allah, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah, işitendir ve
bilendir.
8/ENFÂL-18: Zâlikum ve ennallâhe mûhinu keydil kâfirîn(kâfirîne).
İşte böyle ve muhakkak ki Allah, kâfirlerin tuzağını (hilesini) bozandır.
8/ENFÂL-19: İn testeftihû fe kad câekumul feth(fethu), ve in tentehû fe huve hayrun lekum, ve
in teûdû naud, ve len tugniye ankum fietukum şey'en ve lev kesuret ve ennallâhe meal
mu'minîn(mu'minîne).
Şâyet fetih istiyorsanız, işte size fetih (kerim olan orduya) gelmiştir. Ve şâyet vazgeçerseniz
(harbetmekten, karşı gelmekten), artık o (vazgeçmeniz), sizin için daha hayırlıdır. Ve şâyet siz
(harbe, inkâra) dönerseniz, Biz de döneriz. Ve grubunuz (cemaatiniz) (sayıca) çok olsa bile size bir
şey, bir fayda vermez. Ve muhakkak ki Allah, mü'minlerle beraberdir.
8/ENFÂL-20: Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum
tesmeûn(tesmeûne).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin. Ve siz, (Kur'ân'ı) işitiyorken O'ndan yüz
çevirmeyin. 1
8/ENFÂL-21: Ve lâ tekûnû kellezîne kâlû semi’nâ ve hum lâ yesmeûn(yesmeûne).
İşitmedikleri halde “işittik” diyenler gibi olmayın!
8/ENFÂL-22: İnne şerred devâbbi indallâhis summul bukmullezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Muhakkak ki; Allah katında, (yerde yürüyen) hayvanların en şerrlisi (kötüsü) akıl etmeyen sağır ve
dilsizlerdir.
8/ENFÂL-23: Ve lev alimallâhu fî him hayren le esmeahum, ve lev esmeahum le tevellev ve hum
mu'ridûne(mu'ridûn).
Ve Allah, onların (akıl etmeyen sağır ve dilsizlerin) içinde hayır olduğunu bilse (görse) elbette
onlara işittirirdi. Ve onlara işittirse bile (onlar), mutlaka dönerlerdi ve onlar yüz çevirenlerdir.
8/ENFÂL-24: Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm,
va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere
davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak
sizin O'na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab
olacak.)
8/ENFÂL-25: Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah(hâssaten), va'lemû
ennallâhe şedîdul ikâb(ikâbi).
Ve sizden (içinizden), sadece zalim kimselere isabet etmeyen, onlara has (özel) olmayan
(diğerlerine de isabet eden) fitneden sakının (takva sahibi olun). Allah'ın azabının çok şiddetli
olduğunu biliniz.
8/ENFÂL-26: Vezkurû iz entum kalîlun mustad'afûne fîl ardı tehâfûne en yetehattafekumun
nâsu fe âvâkum ve eyyedekum bi nasrihî ve rezekakum minet tayyibâtî leallekum
teşkurûn(teşkurûne).
Ve siz; yeryüzünde az (sayıda) olduğunuzu, aciz, güçsüz olduğunuzu hatırlayın. İnsanların sizi
yakalamasından korkuyordunuz. O zaman sizi barındırdı (yer sahibi yaptı) ve sizi yardımı ile
destekledi ve sizi tayyib rızıkla (helâl, temiz rızıklardan) rızıklandırdı. Umulur ki böylece siz
şükredersiniz.
8/ENFÂL-27: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tehûnûllâhe ver resûle ve tehûnû emânâtikum ve
entum ta'lemûn(ta'lemûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah'a ve Resûl'üne ihanet etmeyin! Ve siz, kendi
emanetlerinize de bile bile ihanet etmiş olursunuz.
8/ENFÂL-28: Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun
azîm(azîmun).
Ve biliniz ki; çocuklarınız ve mallarınız, sizin için sadece bir fitne fitnedir (imtihandır). Ve Allah
ki; O'nun katında, (muhakkak) azîm bir ecir (bedel, ücret) vardır.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum
seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği)
sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba
çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
8/ENFÂL-30: Ve iz yemkuru bikellezîne keferû li yusbitûke ev yaktulûke ev yuhricûk(yuhricûke)
ve yemkurûne ve yemkurullâh(yemkurullâhu), vallâhu hayrul mâkirîn(mâkirîne).
Ve o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek (çıkarmak) için tuzak
kuruyorlardı. Ve onlar, bu tuzağı kuruyorlarken; Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak
kuranların (karşılık verenlerin) en hayırlısıdır. 1
8/ENFÂL-31: Ve iza tutlâ aleyhim âyâtunâ kâlû kad semi'nâ lev neşâu le kulnâ misle hâzâ in
hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ve âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, “Biz işittik. Şâyet biz dileseydik, bunun gibisini elbette biz
de söylerdik. Bu ise ancak evvelkilerin masalıdır.” dediler.
8/ENFÂL-32: Ve iz kâlûllâhumme in kâne hâzâ huvel hakka min indike fe emtir aleynâ
hıcâreten mines semâi evi'tinâ bi azâbin elîm(elîmin).
Ve onlar: “Allah'ım şâyet bu (Kur'ân-ı Kerim), o hak olan (Kitap), Senin indinden ise o zaman
üzerimize semadan taş yağdır veya bize acı azabı getir.” demişlerdi.
8/ENFÂL-33: Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim, ve mâ kânallâhu muazzibehum ve
hum yestagfirûn(yestagfirûne).
Ve sen onların arasında iken; Allah, onları azaplandıracak değildir. Ve onlar mağfiret diliyorken
(de) Allah, onları azaplandıran değildir.
8/ENFÂL-34: Ve mâ lehum ellâ yuazzibehumullâhu ve hum yasuddûne anil mescidil harâmi ve
mâ kânû evliyâehu, in evliyâuhû illel muttekûne ve lâkinne ekserehum lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Ve onlar, Mecsid-i Haram'dan men ediyorlarken (engel oluyorlarken) ve onlar, O'nun (Allah'ın)
dostları değilken; Allah, niçin onlara azap etmesin? O'nun dostları ancak takva sahibi olanlardır. Ve
fakat, onların çoğu bilmezler.
8/ENFÂL-35: Ve mâ kâne salâtuhum indel beyti illâ mukâen ve tasdiyeh(tasdiyeten), fe zûkûl
azâbe bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).
Ve onların salâtları (duaları, ibadetleri) beytin (Allah'ın evinin) yanında ıslık çalmak ve el
çırpmadan başka birşey olmadı. Artık inkâr etmiş olduğunuz şeyler sebebiyle azabı tadın!
8/ENFÂL-36: İnnellezîne keferû yunfikûne emvâlehum li yesuddû an sebîlillâh(sebîlillâhi), fe
seyunfikûnehâ summe tekûnu aleyhim hasreten summe yuglebûn(yuglebûne), vellezîne keferû
ilâ cehenneme yuhşerûn(yuhşerûne).
Muhakkak ki kâfirler, Allah'ın yolundan alıkoymak (men etmek) için mallarını infâk ederler
(verirler). Bu şekilde (devam ederek) onu (mallarını), infâk edecekler sonra (bu) onlara hasret
(pişmanlık, üzüntü) olacak. Sonra da onlara gâlip olunacak (mağlup olacaklar). Ve kâfir olanlar,
cehenneme haşrolunacaklar (toplanacaklar).
8/ENFÂL-37: Li yemîzallâhul habîse minet tayyibi ve yec'alel habîse ba'dahu alâ ba'dın fe
yerkumehu cemîan fe yec'alehu fî cehennem(cehenneme), ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
(Bu), Allah'ın habis (pis) ile tayyibi (temiz) birbirinden ayırması ve habis olanları birbirinin üzerine
koyup böylece hepsini yığarak, bu şekilde onların (murdar olanların) cehennemde olması
(cehenneme atılması) içindir. İşte onlar, onlar hüsrana uğrayanlardır.
8/ENFÂL-38: Kul lillezîne keferû in yentehû yugfer lehum mâ kad selef(selefe), ve in yeûdû fe
kad madat sunnetul evvelîn(evvelîne).
Kâfir olan kimselere de ki: “Eğer vazgeçerseniz, geçmiş olanlar mağfiret edilir. Ve eğer geri
dönerlerse (küfür ve düşmanlığa avdet ederlerse), o zaman evvelkilerin sünneti vuku bulmuş olur
(önceki inkâr eden, isyan eden ümmetlere uygulanan İlâhî kanun uygulanır).”
8/ENFÂL-39: Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe
inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr(basîrun).
Ve hiçbir fitne kalmayıncaya ve bütün dîn Allah için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun
(savaşın). Eğer onlar (küfürden) vazgeçerlerse o taktirde muhakkak ki Allah, yaptığınız şeyleri en
iyi görendir.
8/ENFÂL-40: Ve in tevellev fa'lemû ennallâhe mevlâkum, ni'mel mevlâ ve ni'men nasîr(nasîru).
Ve şâyet dönerlerse, Allah'ın sizin mevlânız olduğunu bilin. Ne güzel mevlâ ve ne güzel
yardımcıdır! 1
8/ENFÂL-41: Va'lemû ennemâ ganimtum min şey'in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li
zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ
abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem'ân(cem'âni), vallâhu alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Eğer Allah'a ve iki ordunun karşılaştığı gün, furkan günü (hak ve bâtılın ayrıldığı gün) kulumuza
indirdiğimiz şeye inandıysanız, ganimet olarak bir şey aldığınız zaman artık onun beşte birinin
muhakkak ki Allah'ın ve Resûl'ün ve yakınlarının ve yetimlerin ve miskinlerin ve yolculukta
olanların olduğunu biliniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir (gücü yetendir).
8/ENFÂL-42: İz entum bil udvetid dunyâ ve hum bil udvetil kusvâ verrekbu esfele minkum, ve
lev tevâadtum lahteleftum fîl mîâdi ve lâkin li yakdiyallâhu emren kâne mef'ûlen li yehlike men
heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh(beyyinetin), ve innallâhe le semî'un
alîm(alîmun).
Siz vadinin yakın kenarında (Medine tarafı) idiniz ve onlar (da) vadinin uzak tarafında (Mekke
tarafı) idiler ve kervan, sizden daha aşağıda idi. Ve şâyet sözleşseydiniz, zaman konusunda mutlaka
anlaşmazlığa düşerdiniz. Ve fakat yapılması gerekli olan bir işin (emrin) yapılması, Allah'ın vukua
getirmesi; helâk olanın bir beyyineden helâk olması için yaşayanın bir beyyine üzerine yaşaması
içindir. Ve muhakkak ki Allah, mutlaka işitendir, bilendir.
8/ENFÂL-43: İz yurîkehumullâhu fî menâmike kalîlen, ve lev erâkehum kesîren le feşiltum ve le
tenâza'tum fîl emri ve lâkinnallâhe sellem(selleme), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Allah, sana uykuda onları az olarak gösteriyordu. Ve şâyet sana onları çok gösterseydi mutlaka
tedirgin olurdunuz ve elbette emir hakkında nizaya (anlaşmazlığa) düşerdiniz. Ve fakat Allah, sizi
(salim kıldı, selâmete çıkardı). Muhakkak ki Allah, göğüslerde olanı bilendir.
8/ENFÂL-44: Ve iz yurîkumûhum iziltekaytum fî a'yunikum kalîlen ve yukallilukum fî
a'yunihim li yakdıyallâhu emren kâne mef'ûlâ(mef'ûlen), ve ilallâhi turceul umûr(umûru).
Ve yapılması gerekli olan emrin yapılmasını, Allah'ın vukua getirmesi için karşılaştığınız zaman
sizin gözlerinizde onları size az gösteriyordu. Ve onların gözlerinde de sizi azaltıyordu. Ve işler
(emirler), Allah'a döndürülür.
8/ENFÂL-45: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ lekîtum fieten fesbutû vezkurullâhe kesîren leallekum
tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman artık sebat edin ve Allah'ı çok zikredin ki;
böylece felâha eresiniz.
8/ENFÂL-46: Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû,
innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin, niza etmeyin (anlaşmazlığa düşmeyin), yoksa zayıf
düşersiniz ve kuvvetiniz (elinizden) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
8/ENFÂL-47: Ve lâ tekûnû kellezîne harecû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve yasuddûne
an sebîlillâh(sebîlillâhi), vallâhu bimâ ya'melûne muhît(muhîtun).
Ve siz, diyarlarından (yurtlarından) kibirle (gururla, çalımla) ve insanlara gösteriş yaparak çıkan
kimseler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Ve Allah, yaptığımız şeyleri (ilmiyle,
hakimiyetiyle, hükmüyle) kuşatandır.
8/ENFÂL-48: Ve iz zeyyene lehumuş şeytânu a'mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumul yevme minen
nâsi ve innî cârun lekum, fe lemmâ terâetil fietâni nekesa alâ akıbeyhi ve kâle innî berîun
minkum innî erâ mâ lâ terevne innî ehâfullâh(ehâfullâhe), vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
Ve şeytan, onlara amellerini süslemişti. Ve şöyle dedi: “Bugün insanlardan size gâlip olacak
yoktur. Ve muhakkak ki ben, size müttefikim (yardımcıyım).” Fakat iki toplum, (birbirini) görünce
iki topuğu üzerinde arkasına dönüp kaçtı ve “Ben, sizden uzağım. Gerçekten ben, sizin
görmediğiniz şeyleri görüyorum. Muhakkak ki ben, Allah'tan korkarım.” dedi. Ve Allah, ikabı
(azabı) şiddetli olandır. 1
8/ENFÂL-49: İz yekûlul munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun garrehâulâi dînuhum, ve
men yetevekkel alallâhi fe innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler şöyle diyorlardı: “Bunları, kendilerinin dîni
aldattı.” Ve kim Allah'a tevekkül ederse o taktirde Allah, muhakkak ki Azîz (en üstün) ve
Hakîm'dir (hüküm sahibi) dir.
8/ENFÂL-50: Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve
edbârehum, ve zûkû azâbel harîk(harîkı).
Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı
azabı tadın!” (derken) görseydin.
8/ENFÂL-51: Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(abîdi).
İşte bu, ellerinizle takdim ettikleriniz (kendi yaptıklarınız) sebebiyledir. Ve muhakkak ki Allah,
kullara zulmedici değildir.
8/ENFÂL-52: Ke de'bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe
ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdul ıkâb(ıkâbi).
Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin adet haline getirdiği gibi Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler.
Böylece Allah, günahlarından dolayı onları aldı. Muhakkak ki Allah, kuvvetlidir ve azabı
şiddetlidir.
8/ENFÂL-53: Zâlike biennallâhe lem yeku mugayyiren ni'meten en'amehâ alâ kavmin hattâ
yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennallâhe semîun alîm(alîmun).
Bu, Allah'ın bir kavme ni'met olarak verdiğini (onunla ni'metlendirdiği şeyi), onlar kendilerinde
olan şeyi değiştirinceye kadar (değiştirmedikçe) değiştirici olmadığından dolayıdır. Ve muhakkak
ki Allah; en iyi işitendir, en iyi bilendir.
8/ENFÂL-54: Ke de'bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe
ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr'avn(fîr'avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
(Onların, Bedir'de savaşan Kureyşlilerin) hali, firavunun (firavun ordusunun) ve onlardan önceki
kimselerin hali gibidir. Rab'lerinin âyetlerini yalanladılar. Böylece günahları dolayısıyla onları
helâk ettik. Firavun topluluğunu (ordusunu) boğduk. Ve (onların) hepsi zalimler (zulmeden
kimseler) oldular.
8/ENFÂL-55: İnne şerred devâbbi indallâhillezîne keferû fe hum lâ yu'minûn(yu'minûne).
Allah katında (yürüyen) hayvanların en şerrlisi, muhakkak inkâr eden kimselerdir (kâfirlerdir).
Artık onlar inanmazlar (mü'min olmazlar).
8/ENFÂL-56: Ellezîne âhedte minhum summe yenkudûne ahdehum fî kulli merretin ve hum lâ
yettekûn(yettekûne).
Onlardan ahd aldığın kimseler, sonra ahdlerini her defasında bozarlar. Ve onlar, takva sahibi
değildirler (olmazlar).
8/ENFÂL-57: Fe immâ teskafennehum fîl harbi feşerrid bihim men halfehum leallehum
yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Fakat onları, harpte yakaladığın zaman onları öyle yıldır (korkut ki); onların arkasındakiler, böylece
tezekkür etsinler.
8/ENFÂL-58: Ve immâ tehâfenne min kavmin hiyâneten fenbiz ileyhim alâ sevâin, innallâhe lâ
yuhıbbul hâinîn(hâinîne).
Ve fakat bir kavmin, (ahde) ihanetinden kesinlikle korkarsan artık eşitlik üzerine ahdlerini iptal et
(onlara at). Muhakkak ki Allah, hainleri (ihanet edenleri) sevmez.
8/ENFÂL-59: Ve lâ yahsebennellezîne keferû sebekû, innehum lâ yu'cizûn(yu'cizûne).
İnkâr edenler, sakın kurtulduklarını sanmasınlar. Muhakkak ki onlar, (Allah'ı) aciz bırakamazlar. 1
8/ENFÂL-60: Ve eıddû lehum mesteta'tum min kuvvetin ve min rıbâtil hayli turhibûne bihî
aduvvallâhi ve aduvvekum ve âharîne min dûnihim, lâ ta'lemûnehum, allâhu ya'lemuhum, ve
mâ tunfikû min şey'in fî sebîlillâhi yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn(tuzlemûne).
Onlara karşı kuvvetiniz (gücünüz) ne kadar yeterse ve bağlanan (savaş için beslenen) atlardan
(hazırlayın)! Onunla Allah'ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka diğerlerini
korkutun. Siz onları bilmezsiniz, Allah onları bilir. Allah'ın yolunda her ne infâk ederseniz, size
vefa edilir (ödenir) ve siz zulmedilmezsiniz (haksızlığa uğratılmazsınız).
8/ENFÂL-61: Ve in cenehû lis selmi fecnah lehâ ve tevekkel alallâh(alallâhi), innehu huves
semîul alîm(alîmu).
Ve eğer teslime (barışa) meylederlerse (yanaşırlarsa), o zaman (sen de) ona meylet (onların teklifini
kabul et) ve Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
8/ENFÂL-62: Ve in yurîdû en yahdeûke feinne hasbekallâh(hasbekallâhu), huvellezî eyyedeke
bi nasrihî ve bilmu'minîn(mu'minîne).
Ve eğer sana hile yapmak isterlerse, o taktirde muhakkak ki Allah, sana kâfidir. Yardımı ile seni ve
mü'minleri destekleyen, O'dur.
8/ENFÂL-63: Ve ellefe beyne kulûbihim, lev enfakte mâ fîl ardı cemîan mâ ellefte beyne
kulûbihim ve lâkinnallâhe ellefe beynehum, innehu azîzun hakîm(hakîmun).
Ve onların kalplerinin arasını (sevgiyle) birleştirdi. Eğer yeryüzündeki şeylerin hepsini infâk
etseydin (verseydin), onların kalplerinin arasını birleştiremezdin. Ve lâkin Allah, onların arasını
birleştirdi. Muhakkak ki O; Azîz'dir, Hakîm'dir.
8/ENFÂL-64: Yâ eyyuhennebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne).
Ey Peygamber! Allah, sana ve mü'minlerden sana tâbî olanlara kâfidir.
8/ENFÂL-65: Yâ eyyuhen nebiyyu harridıl mu'minîne alel kıtâl(kıtâli), in yekun minkum işrûne
sâbirûne yaglibû mieteyn(mieteyni), ve in yekûn minkum mietun yaglibû elfen minellezîne
keferû bi ennehum kavmun lâ yefkahûn(yefkahûne).
Ey Peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et (isteklerini arttır). Eğer sizden sabırlı olan 20 kişi
olursa, 200 kişiye gâlip gelir. Ve şâyet sizden 100 kişi olursa, onların fıkıh (idrak) edemeyen bir
kavim olmalarından dolayı, kâfir kimselerden 1000 kişiye gâlip gelir.
8/ENFÂL-66: El'âne haffefallâhu ankum ve alime enne fîkum da'fâ(da'fen), fe in yekun
minkum mietun sâbiretun yaglibû mieteyn(mieteyni), ve in yekun minkum elfun yaglibû elfeyni
bi iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
Şimdi Allah, içinizde zayıflık olduğunu bildi ve sizden hafifletti. Bundan sonra eğer sabreden 100
kişi olursa, 200 kişiye gâlip gelir ve şâyet sizden 1000 kişi olursa, Allah'ın izniyle 2000 kişiye gâlip
gelir. Ve Allah, sabredenlerle beraberdir.
8/ENFÂL-67: Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard(ardı), turîdûne
aradad dunyâ, vallâhu yurîdul ahıreh(ahırete), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
Bir nebî (peygamber) için yeryüzünde kesin zafer kazanıncaya kadar onun esirlerinin olması, olmaz
(uygun değildir). Siz, dünya malını istiyorsunuz ve Allah, ahireti istiyor. Ve Allah; Azîz'dir,
Hakîm'dir.
8/ENFÂL-68: Lev lâ kitâbun minallâhi sebeka le messekum fîmâ ehaztum azâbun
azîm(azîmun).
Daha önce (geçmişte), Allah tarafından eğer yazılmış olmasaydı (Levh-i Mahfuz'da) sizin almış
olduğunuz şeyler (fidye) konusunda mutlaka size büyük bir azap dokunurdu.
8/ENFÂL-69: Fe kulû mimmâ ganimtum halâlen tayyiben vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe
gafûrun rahîm(rahîmun). 1
Artık ganimet olarak aldığınız şeylerden helâl ve temiz olarak yeyiniz! Ve Allah'a karşı takva
sahibi olun. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (rahmet nuru
gönderendir).
8/ENFÂL-70: Yâ eyyuhen nebiyyu kul li men fî eydîkum minel esrâ in ya'lemillâhu fî kulûbikum
hayren yu'tikum hayren mimmâ uhıze minkum ve yagfirlekum, vallâhu gafûrun
rahîm(rahîmun).
Ey Nebî (Peygamber)! Esirlerden elinizin altında bulunanlara de ki: “Eğer Allah, kalbinizde hayır
olduğunu bilirse; size, sizden alınanlardan daha hayırlısı verilir ve size mağfiret eder. Ve Allah;
Gafur'dur, Rahîm'dir.”
8/ENFÂL-71: Ve in yurîdû hıyâneteke fe kad hânullâhe min kablu fe emkene minhum, vallâhu
alîmun hakîm(hakîmun).
Ve şâyet onlar, sana ihanet etmek isterlerse, bu şekilde daha önce de Allah'a ihanet etmişlerdi, o
zaman onlardan (onlara karşı) sana imkânlar verdi. Ve Allah; Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm'dir
(hikmet sahibidir).
8/ENFÂL-72: İnnellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi
vellezîne âvev ve nasarû ulâike ba'duhum evliyâu ba'd(ba'dın), vellezîne âmenû ve lem yuhâcirû
mâ lekum min velâyetihim min şey'in hattâ yuhâcirû, ve inistensarûkum fîd dîni fe aleykumun
nasru illâ alâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâk(mîsâkun), vallâhu bimâ ta'melûne
basîr(basîrun).
Muhakkak ki; âmenû olan ve hicret eden (göç eden kimseler) ve mallarıyla ve nefsleriyle
(canlarıyla) Allah yolunda cihad edenler (savaşanlar), (onları) barındıran (himaye eden) ve yardım
edenler, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır. Onlar hicret edinceye kadar, onların velâyeti için, sizin
üzerinizde bir şey (sorumluluk) yoktur. Ve eğer onlar dîn konusunda sizden yardım isterlerse, sizin
ve onların arasında bir misak (durumu) olması hariç, o zaman yardım (etmek) üzerinizedir
(üzerinize farzdır). Ve Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri görendir.
8/ENFÂL-73: Vellezîne keferû ba'duhum evliyâu ba'd(ba'dın), illâ tef'alûhu tekun fitnetun fîl
ardı ve fesâdun kebîr(kebîrun).
Kâfir olan kimseler birbirinin dostlarıdır. Onu yapmazsanız (birbirinizle dost olmazsanız)
yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.
8/ENFÂL-74: Vellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike
humul mu'minûne hakkâ(hakkân), lehum magfiretun ve rizkun kerîm(kerîmun).
Ve âmenû olanlar ve hicret (göç) eden kimseler ve Allah'ın yolunda cihad (savaş) eden kimseler ve
barındıran (himaye eden) ve yardım eden kimseler, işte onlar, onlar gerçek mü'minlerdir. Onlar için
mağfiret ve kerim rızık vardır.
8/ENFÂL-75: Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve
ûlûl erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh(kitâbillâhi), innallâhe bi kulli şey'in
alîm(alîmun).
Ve bundan sonra âmenû olup hicret eden (göç) eden kimseler ve sizinle beraber cihad eden
kimseler, işte onlar sizdendir. Allah'ın Kitab'ında rahim sahipleri (akrabalar), birbirlerine daha
yakındır. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
FÂTIR
Bismillâhirrahmânirrahîm
35/FÂTIR-1: Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin
mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun). 1
Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, resûller (elçiler)
kılan Allah'a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.
35/FÂTIR-2: Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ
mursile lehu min ba’dih(ba’dihî), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Allah, rahmetinden insanlar için ne açarsa (genişletirse), o taktirde onu tutacak yoktur. Ve neyi
tutarsa, artık O'ndan sonra onu gönderecek (serbest bırakacak) da yoktur. Ve O; Azîz'dir (üstün,
yüce), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi).
35/FÂTIR-3: Yâ eyyuhen nâsuzkurû ni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi
yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tû’fekûn(tû’fekûne).
Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki ni'metini zikredin. Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran,
Allah'tan başka bir Halîk (bir Yaratıcı) var mı? O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl (îmândan)
döndürülüyorsunuz?
35/FÂTIR-4: Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik(kablike), ve ilâllâhi turceul
umûr(umûru).
Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), senden önceki resûller (de) yalanlanmıştı. Emirler
(bütün işler), Allah'a döndürülür.
35/FÂTIR-5: Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve
lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru).
Ey insanlar! Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın.
Aldatıcılar da sizi Allah ile (affına güvendirerek) aldatmasınlar.
35/FÂTIR-6: İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu
li yekûnû min ashâbis seîr(seîri).
Muhakkak ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini
(taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.
35/FÂTIR-7: Ellezîne keferû lehum azâbun şedîd(şedîdun), vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti
lehum magfiretun ve ecrun kebîr(kebîrun).
Kâfir olanlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve
salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar; onlar için mağfiret ve büyük mükâfat vardır.
35/FÂTIR-8: E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu
men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât(haserâtin), innallâhe
alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).
Fakat kötü ameli, kendisine süslenen (güzel gösterilen), böylece onu güzel gören kişi mi? İşte
muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar
için nefsin, hasret duymasın (hüzünlenmesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi
bilendir.
35/FÂTIR-9: Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe
ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr(nuşûru).
Ve o Allah ki, rüzgârı gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra da onu ölü beldeye
sevkederiz. Böylelikle arzı, ölümünden sonra onunla (yağmurla) diriltiriz. Nuşur (yeniden dirilip
yayılma), işte bunun gibidir.
35/FÂTIR-10: Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut
tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuh(yerfeuhu), vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun
şedîd(şedîdun), ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).
Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah'a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O'na erişir. Onu,
salih amel (nefs tezkiyesi) yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve
onların tuzakları boşa gider. 1
35/FÂTIR-11: Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum
ezvâcâ(ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih(ilmihî), ve mâ yuammeru min
muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâb(kitâbin), inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
Ve Allah sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O'nun ilmi
olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin
ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, Allah için
çok kolaydır.
35/FÂTIR-12: Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun
ucâc(ucâcun), ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve
terel fulke fîhi mevâhire li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve
bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası
(inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler
görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.
35/FÂTIR-13: Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere
kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku),
vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).
(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş'i ve Ay'ı emri altına almıştır.
Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin
Rabbinizdir. Mülk, O'nundur. O'ndan (Allah'tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma
çekirdeğinin zarına) bile malik değildir.
35/FÂTIR-14: İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mestecâbû lekum, ve yevmel
kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).
Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet
edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini
(benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah'tan başkası haber veremez).
35/FÂTIR-15: Yâ eyyuhen nâsu entumul fukarâu ilâllâhi, vallâhu huvel ganiyyul
hamîd(hamîdu).
Ey insanlar! Sizler, Allah'a muhtaç fakirlersiniz. Ve Allah ki, O; Gani'dir (zengin, ihtiyacı
olmayan), Hamîd'dir (hamdedilen).
35/FÂTIR-16: İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).
Eğer dilerse sizi giderir (yok eder) ve (sizin yerinize) yeni bir halk getirir.
35/FÂTIR-17: Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz(azîzin).
Ve bu, Allah'a (Allah için) azîz (güç) değildir.
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel
minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve
ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil
masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü
kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun
yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve
kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş
(varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).
35/FÂTIR-19: Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr(basîru).
Ve âmâ (kör) olanla basiret sahibi olan (gören) müsavi (eşit) olmaz.
35/FÂTIR-20: Ve lez zulumâtu ve len nûr(nûru). 1
Ve zulmet (karanlık) ve nur (aydınlık) da (eşit olmaz).
35/FÂTIR-21: Ve lez zıllu ve lel harûr(harûru).
Ve gölge ve sıcaklık da (eşit olmaz).
35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ
ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen,
kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.
35/FÂTIR-23: İn ente illâ nezîr(nezîrun).
Sen sadece bir nezirsin (uyarıcısın).
35/FÂTIR-24: İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ(nezîren), ve in min ummetin illâ halâ
fîhâ nezîr(nezîrun).
Muhakkak ki Biz seni, hak ile müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. İçinden bir nezir
gelip geçmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.
35/FÂTIR-25: Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil
beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr(munîri).
Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), o taktirde (bil ki) onlardan öncekiler de
(resûllerini) yalanlamışlardı. Onların resûlleri, onlara beyyineler (mucizeler, açık deliller) ve zuburi
(sayfalar) ve nurlandırıcı kitap getirdiler.
35/FÂTIR-26: Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Sonra inkâr edenleri yakaladım. Bundan sonra inkârım (inkâr edilmem) nasıl oldu?
35/FÂTIR-27: E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen, fe ahrecnâ bihî semerâtin
muhtelifen elvânuhâ, ve minel cibâli cudedun bîdun ve humrun muhtelifun elvânuhâ ve
garâbîbu sûd(sûdun).
Allah'ın suyu, semadan indirdiğini görmedin mi? Böylece onunla çeşitli renklerde ürünler
(meyveler) çıkardık. Ve dağlardan beyaz, kırmızı, çeşitli renklerde ve kara ve kapkara (koyu siyah)
yollar (kıldık).
35/FÂTIR-28: Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike),
innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).
Ve bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır.
Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah'a karşı huşû duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir (üstün,
yüce), Gafûr'dur (mağfiret eden).
35/FÂTIR-29: İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum
sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr(tebûre).
Muhakkak ki Allah'ın Kitabı'nı okuyanlar, namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız
şeylerden gizli ve açık infâk edenler, asla kesilmeyecek (devam edecek) bir ticaret (kazanç) ümit
ederler.
35/FÂTIR-30: Li yuveffîyehum ucûrehum ve yezîdehum min fadlih(fadlihi), innehu gafûrun
şekûr(şekûrun).
Onların ecirleri (mükâfatları) onlara vefa edilir (ödenir). Ve (Allah), onlara fazlından artırır.
Muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Şekûr'dur (şükredilen).
35/FÂTIR-31: Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne
yedeyh(yedeyhi), innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr(basîrun).
Ve sana kitaptan vahyettiğimiz, onların ellerindekini tasdik edici olarak haktır. Muhakkak ki Allah,
kullarından mutlaka haberdar olandır, (onları) görendir. 1
35/FÂTIR-32: Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li
nefsih(nefsihî), ve minhum muktesid(muktesidun), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi
iznillâh(iznillâhi), zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).
Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine
zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda
yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır.
35/FÂTIR-33: Cennâtu adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve
lu’luâ(lu’luen), ve libâsuhum fîhâ harîr(harîrun).
(Onlar), adn cennetlerine girerler. Orada altından bilezikler ve inciler takarlar. Ve orada onların
elbiseleri ipektir.
35/FÂTIR-34: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî ezhebe annel hazen(hazene), inne rabbenâ le gafûrun
şekûr(şekûrun).
"Ve bizden hüznü gideren Allah'a hamdolsun, muhakkak ki Rabbimiz, gerçekten Gafûr'dur
(mağfiret eden), Şekûr'dur (şükredilen)." dediler (derler).
35/FÂTIR-35: Ellezî ehallenâ dârel mukâmeti min fadlih(fadlihî), lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve
lâ yemessunâ fîhâ lugûb(lugûbun).
Ki O, bizi fazlından kalınacak (ikâmet edilecek) bir yurda yerleştirdi. Orada bize bir yorgunluk
dokunmaz ve orada bize (açlık ve meşakkatten dolayı) bir bıkkınlık ve usanç dokunmaz.
35/FÂTIR-36: Vellezîne keferû lehum nâru cehennem(cehenneme), lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû
ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr(kefûrin).
Ve inkâr edenler (Allah'a ulaşmayı dilemeyenler). Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar için
karar verilmez ki böylece (bu karar gereğince) ölsünler ve onun azabı, onlardan hafifletilmez. İşte
Biz, bütün inkâr edenleri böyle cezalandırırız.
35/FÂTIR-37: Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrellezî kunnâ
na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun
nezîr(nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka
(amel) salih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür
etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık
zalimler için bir yardımcı yoktur.
35/FÂTIR-38: İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti vel ard(ardı), innehu alîmun bi zâtis
sudûr(sudûri).
Muhakkak ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Muhakkak ki O, sinelerde olanı en iyi
bilendir.
35/FÂTIR-39: Huvellezî cealekum halâife fîl ard(ardı), fe men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu),
ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne
kufruhum illâ hasârâ(hasâren).
Sizi yeryüzünde halifeler kılan O'dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi
aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab'lerinin huzurunda, gazaptan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere
küfürleri, hasardan (ziyandan) başka bir şey artırmaz.
35/FÂTIR-40: Kul ereeytum şurekâekumullezîne ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi), erûnî mâzâ
halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), em âteynâhum kitâben fe hum alâ
beyyinetin minh(minhu), bel in yaıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ(gurûran).
De ki: “Allah'tan başka taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin! Yerden (topraktan) ne
halkettiler (yarattılar). Veya onların göklerde ortakları mı var? Yoksa onlara kitap mı verdik de
onlar, ondan (o kitaptan) bir beyyine (delil) üzerindeler mi (üzerinde mi oldular)? Hayır, zalimler
sadece birbirlerine aldatıcı şeyler vaadederler.” 1
35/FÂTIR-41: İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ
min ehadin min ba’dih(ba’dihî), innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (zail olmaması için) tutuyor. Gerçekten ikisi
de zail olurlarsa (yok olurlarsa), ondan sonra, o ikisini (gökleri ve yeri) O'ndan (Allah'tan) başka
tutacak (yoktur). Muhakkak ki O; Halîm'dir, Gafûr'dur (günahları sevaba çeviren).
35/FÂTIR-42: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ
min ihdel umem(umemi), fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ(nufûran).
Ve Allah'a en kuvvetli yeminleri ile kasem ettiler. Eğer gerçekten onlara nezir gelirse, mutlaka en
çok hidayete eren ümmetlerden biri olacaklarına. Fakat (bu), onlara nezir (uyarıcı) geldiği zaman
onların nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.
35/FÂTIR-43: İstikbâren fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi
ehlih(ehlihî), fe hel yenzurûne illâ sunnetel evvelîn(evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi
tebdîlâ(tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ(tahvîlen).
Yeryüzünde kibirlendiler ve kötü hile düzenlediler . Oysa kötü hileler, sahibinden başkasına isabet
etmez (ulaşmaz). Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar (bekliyorlar)?
Halbuki Allah'ın sünnetinde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve Allah'ın sünnetinde asla bir
tahvil (değişme) bulamazsın.
35/FÂTIR-44: E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve
kânû eşedde minhum kuvveh(kuvveten), ve mâ kânallâhu lî yu’cizehu min şey’in fîs semâvâti ve
lâ fîl ard(ardı), innehu kâne alîmen kadîrâ(kadîren).
Yeryüzünde dolaşıp, onlardan öncekilerin akıbeti (sonu) nasıl oldu bakmadılar mı? Ve onlardan
daha çok kuvvetliydiler. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak (hiç)bir şey yoktur. Muhakkak ki
O, en iyi bilendir, (herşeye) kaadirdir.
35/FÂTIR-45: Ve lev yûâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin, ve
lâkin yûahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi
ibâdihî basîrâ(basîren).
Ve eğer Allah insanları, kazandıkları şeyler sebebiyle muaheze etseydi (sorgulasaydı), onun
üstünde (yeryüzünde) dabbe (yürüyen bir canlı) bırakmazdı. Ve lâkin belirlenmiş bir zamana kadar
onları tehir eder (erteler). Fakat onların ecelleri geldiği zaman (hesaba çeker). Muhakkak ki Allah,
kullarını görendir.
FÂTİHA
1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.
1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne).
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.
1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân'dır, Rahîm'dir.
1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün mâlikidir.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne). 1
O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap
duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
FECR
Bismillâhirrahmânirrahîm
89/FECR-1: Vel fecr(fecri).
Fecr vaktine andolsun.
89/FECR-2: Ve leyâlin aşr(aşrın).
Ve on geceye.
89/FECR-3: Veş şef’ı vel vetr(vetri).
Ve çift olana ve tek olana.
89/FECR-4: Vel leyli izâ yesr(yesri).
Ve geçip gideceği zaman geceye (andolsun).
89/FECR-5: Hel fî zâlike kasemun lizî hicr(hicrin).
Bunlarda akıl sahipleri için bir kasem yok mu?
89/FECR-6: E lem tere keyfe feale rabbuke bi âd(âdin).
Rabbinin Ad kavmini nasıl yaptığını görmedin mi?
89/FECR-7: İreme zâtil ımâd(ımâdi).
Sütunlara sahip İrem Şehri'ne.
89/FECR-8: Elletî lem yuhlak misluhâ fîl bilâd(bilâdi).
O (İrem Şehri) ki, beldeler (ülkeler) içinde onun bir eşi yaratılmadı.
89/FECR-9: Ve semûdelleziyne câbûssahre bil vâd(vâdi).
Ve vadilerde kayaları oyan Semud'a (kavmine).
89/FECR-10: Ve fir avne zîl evtâd(evtâdi).
Ve kazıklar sahibi firavuna (neler yaptı).
89/FECR-11: Ellezîne tagav fîl bilâd(bilâdi).
Onlar ki beldelerde (ülkelerde) azgınlık yaptılar.
89/FECR-12: Fe ekserû fîhel fesâd(fesâde).
Böylece orada fesadı çoğalttılar.
89/FECR-13: Fe sabbe aleyhim rabbuke sevta azâb(azâbin).
Bundan dolayı Rabbin onları azap kamçısı ile kamçıladı.
89/FECR-14: İnne rabbeke le bil mirsâd(mirsâdi).
Muhakkak ki senin Rabbin elbette gözleyendir.
89/FECR-15: Fe emmel insânu izâ mebtelâhu rabbuhu fe ekremehu ve na’amehu fe yekûlu
rabbî ekremen(ekremeni).
Fakat insan, ne zaman Rabbi onu imtihan edip, böylece ona ikram eder ve onu ni'metlendirirse, o
zaman: “Rabbim bana ikram etti.” der.
89/FECR-16: Ve emmâ izâ mebtelâhu fe kadere aleyhi rızkahu fe yekûlu rabbî ehânen(ehâneni).
Ve fakat, ne zaman onu imtihan edip, böylece onun rızkını ölçülü verirse (daraltırsa), o zaman:
“Rabbim bana ihanet etti.” der.
89/FECR-17: Kellâ bel lâ tukrimûnel yetîm(yetîme).
Hayır, bilâkis siz yetime ikram etmiyorsunuz. 1
89/FECR-18: Ve lâ tehâddûne alâ taâmil miskîn(miskîni).
Ve yoksulları doyurma konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
89/FECR-19: Ve te’kulûnet turâse eklen lemmâ(lemmen).
Ve size bırakılan mirası hırslı bir yeyişle yiyorsunuz.
89/FECR-20: Ve tuhıbbûnel mâle hubben cemmâ(cemmen).
Ve malı aşırı bir sevgiyle seviyorsunuz.
89/FECR-21: Kellâ izâ dukketil ardu dekken dekkâ(dekken).
Hayır, arz, paramparça parçalanıp dağıldığı zaman.
89/FECR-22: Ve câe rabbuke vel meleku saffen saffâ(saffen).
Ve Rabbin geldiği ve melekler saf saf olduğu zaman.
89/FECR-23: Ve cîe yevmeizin bi cehenneme yevmeizin yetezekkerul insânu ve ennâ lehuz zikrâ.
Ve o gün (izin günü) cehennem getirilmiştir. İnsan o gün (izin günü) tezekkür eder (düşünüp,
hatırlar) ve bu zikrin (bu hatırlamanın) ona nasıl (faydası) olur ki?
89/FECR-24: Yekûlu yâ leytenî kaddemtu li hayâtî.
“Keşke ben hayatım için (yaşarken güzel ameller) takdim etseydim.” der.
89/FECR-25: Fe yevmeizin lâ yuazzibu azâbehû ehad(ehadun).
Artık o izin günü, kimse O'nun (Allah'ın) azabı gibi azaplandıramaz.
89/FECR-26: Ve lâ yûsiku ve sâkahû ehad(ehadun).
Ve kimse O'nun bağladığı gibi bağlayamaz.
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul
olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
FELAK
Bismillâhirrahmânirrahîm
113/FELAK-1: Kul eûzu bi rabbil felak(felakı).
De ki: “Ben, Felâk'ın Rabbine sığınırım.”
113/FELAK-2: Min şerri mâ halak(halaka).
Yarattıklarının şerrinden.
113/FELAK-3: Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).
Ve karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.
113/FELAK-4: Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad(ukadi).
Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden.
113/FELAK-5: Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).
Ve haset ettiği zaman, haset edenin şerrinden.
1
FETİH
Bismillâhirrahmânirrahîm
48/FETİH-1: İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen).
Muhakkak ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik.
48/FETİH-2: Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme
ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin ve sana ni'metini tamamlasın ve seni
Sıratı Mustakîm'e ulaştırsın diye.
48/FETİH-3: Ve yansurekallâhu nasran azîzâ(azîzen).
Ve Allah, sana azîz bir zaferle yardım etsin.
48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim,
ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü'minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O'dur. Göklerin ve
yerin orduları Allah'ındır. Ve Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir.
48/FETİH-5: Li yudhilel mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne
fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ(azîmen).
Mü'min kadın ve erkekleri orada ebedî kalmak üzere altından nehirler akan cennetlere koysun ve
onların günahlarını örtsün diye. İşte bu, Allah'ın indinde fevz-ül azîmdir.
48/FETİH-6: Ve yuazzibel munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâtiz zânnîne
billâhi zannes sev’i aleyhim dâiretus sev’i, ve gadiballâhu aleyhim ve leanehum ve eadde lehum
cehennem(cehenneme), ve sâet masîrâ(masîren).
Ve münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azap etsin. Onlar ki, Allah'a kötü zan ile
zanda bulundular. Kötü (zanları) onların üzerine dönsün. Ve Allah, onlara gazaplandı ve onları
lânetledi. Ve onlar için cehennemi hazırladı, ne kötü varış yeri.
48/FETİH-7: Ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
Ve göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Ve Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir.
48/FETİH-8: İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).
Muhakkak ki Biz, seni şahit, müjdeleyen ve uyarıcı olarak gönderdik.
48/FETİH-9: Li tu’minû billâhi ve resûlihî ve tuazzirûhu ve tuvakkırûh(tuvakkırûhu), ve
tusebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen).
Allah ve O'nun Resûl'üne îmân edin, O'nu saygıyla yüceltin ve sabah akşam O'nu tesbih edin diye.
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka
eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede
aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah
senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır.
Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği
yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan
ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük
mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
48/FETİH-11: Se yekûlu lekel muhallefûne minel a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir
lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en
in erâde bikum darren ev erâde bikum nef’â(nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne
habîrâ(habîren). 1
Araplardan muhallefunlar (geride kalanlar), sana: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık
bizim için mağfiret dile.” diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki:
“Eğer Allah, size bir zarar veya fayda dilerse, bu taktirde sizin için Allah'tan (gelen) bir şeye kim
mani olabilir (fayda veya zararı önleyebilir)? Hayır (öyle değil), Allah yaptığınız şeylerden
haberdardır.”
48/FETİH-12: Bel zanentum en len yenkaliber resûlu vel mû’minûne ilâ ehlîhim ebeden ve
zuyyine zâlike fî kulûbikum ve zanentum zannes sev’i ve kuntum kavmen bûrâ(bûren).
Hayır, siz Resûl ve mü'minlerin, ailelerine ebediyen asla dönmeyeceklerini zannettiniz. Ve bu
(zan), kalplerinizde süslendi. Kötü bir zanla zanda bulundunuz. Ve siz helâka müstahak bir kavim
oldunuz.
48/FETİH-13: Ve men lem yû’min billâhi ve resûlihî fe innâ a’tednâ lil kâfirîne saîrâ(saîren).
Ve kim Allah ve O'nun Resûl'üne îmân etmezse işte o zaman, muhakkak ki Biz, kâfirler için alevli
ateş (cehennemi) hazırladık.
48/FETİH-14: Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men
yeşâu, ve kânallahu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ve göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini mağfiret eder ve dilediğine azap eder. Ve Allah;
Gafur'dur, Rahîm'dir.
48/FETİH-15: Se yekûlul muhallefûne izentalaktum ilâ megânime li te’huzûhâ zerûnâ
nettebi’kum, yurîdûne en yubeddilû kelâmallâh(kelâmallâhi), kul len tettebiûnâ kezâlikum
kâlallâhu min kabl(kablu), fe se yekûlûne bel tahsudûnenâ, bel kânû lâ yefkahûne illâ
kalîlâ(kalîlen).
(Savaştan) geri kalanlar, ganimetlerin (bulunduğu yere) onları almak için gittiğiniz zaman: “Bizi
bırakın (bize izin verin), size tâbî olalım.” diyecekler. (Onlar) Allah'ın kelâmını değiştirmek
istiyorlar. (Onlara) de ki: “Siz asla bize tâbî olamazsınız. Allahû Tealâ daha önce böyle buyurdu.”
O zaman (onlar da): “Hayır, siz bize haset ediyorsunuz (bizi kıskanıyorsunuz).” diyecekler. Hayır,
onlar pek azı hariç, fıkıh (idrak) edemiyorlar (anlayamıyorlar).
48/FETİH-16: Kul lil muhallefîne minel a’râbi setud’avne ilâ kavmin ulî be’sin şedîdin
tukâtilûnehum ev yuslimûn(yuslimûne), fe in tutîû yû’tikumullâhu ecren hasenâ(hasenen), ve in
tetevellev kemâ tevelleytum min kablu yuazzibkum azâben elîmâ(elîmen).
Bedevî Araplar'dan (savaştan) geride kalanlara de ki: “Şiddetli (kuvvetli) çarpışan bir kavime karşı
(savaşmaya) çağrılacaksınız. Ya onları öldürürsünüz ya da onlar teslim olurlar. Bundan sonra eğer
(Allah'a) itaat ederseniz, Allah size ahsen ecir verir. Ve eğer daha önce döndüğünüz gibi
dönerseniz, size elîm bir azapla azap eder.”
48/FETİH-17: Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’reci haracun ve lâ alel marîdı
harac(haracun), ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel
enhâr(enhâru), ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ(elîmen).
Âmâlara, topallara ve hastalara bir güçlük (vebal) yoktur. Kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat
ederse, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve kim (yüz çevirir) dönerse, ona elîm azapla azap
eder.
48/FETİH-18: Lekad radiyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahteş şecereti fe alime mâ fî
kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ(karîben).
Andolsun ki, o ağacın altında sana tâbî oldukları zaman Allah, mü'minlerden razı oldu. Ve onların
kalplerinde olanı biliyordu. Böylece onların üzerine sekînet indirdi. Ve onlara yakın bir fetih nasip
etti.
48/FETİH-19: Ve megânime kesîreten ye’huzûnehâ, ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
Ve pekçok da ganimet vardır. Onları alırlar. Ve Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir. 1
48/FETİH-20: Vaadekumullâhu megânime kesîreten te’huzûnehâ fe accele lekum hâzihî ve
keffe eydiyen nâsi ankum, ve li tekûne âyeten lil mu’minîne ve yehdiyekum sırâtan
mustekîmâ(mustekîmen).
Allah size, alacağınız pekçok ganimet vaadetti. Böylece bu (konuda) sizin için acele etti. Ve
insanların ellerini sizden çekti. Ve mü'minlere âyet olsun ve sizi Sıratı Mustakîm'e ulaştırsın diye.
48/FETİH-21: Ve uhrâ lem takdirû aleyhâ kad ehâtallâhu bihâ, ve kânallâhu alâ kulli şey’in
kadîrâ(kadîren).
Ve henüz ulaşamadığınız, Allah'ın kuşatmış olduğu diğer (ganimetler) var. Ve Allah, herşeye
kaadirdir.
48/FETİH-22: Ve lev kâtelekumullezîne keferû le vellevûl edbâre summe lâ yecidûne velîyyen ve
lâ nasîrâ(nasîren).
Ve eğer kâfirler sizinle savaşsaydılar, mutlaka arkalarını dönerlerdi (kaçarlardı). Sonra bir dost ve
bir yardımcı da bulamazlardı.
48/FETİH-23: Sunnetellâhilletî kad halet min kabl(kablu), ve len tecide li sunnetillâhi
tebdîlâ(tebdîlen).
Daha önceden beri devam eden, Allah'ın sünneti budur. Ve Allah'ın sünnetinde bir değişiklik
bulamazsın.
48/FETİH-24: Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min
ba’di en azferekum aleyhim ve kânallâhu bi mâ ta’melûne basîrâ(basîran).
Ve sizi, Mekke'nin ortasında onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden ve sizin
ellerinizi onlardan çeken O'dur. Ve Allah, yaptıklarınızı görendir.
48/FETİH-25: Humullezîne keferû ve saddûkum anil mescidil harâmi vel hedye ma’kûfen en
yebluga mahıllehu, ve lev lâ ricâlun mu’minûne ve nisâun mû’minâtun lem ta’lemûhum en
tetaûhum fe tusîbekum minhum maarratun bi gayri ilm(ilmin), li yudhılallâhu fî rahmetihî men
yeşâu, lev tezeyyelû le azzebnellezîne keferû minhum azâben elîmâ(elîmen).
Onlar ki kâfirdirler. Ve sizi Mescid-i Haram'dan ve bekletilen kurbanları (kesim) mahalline
ulaşmaktan men ettiler. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız (bilmeden) helâk edeceğiniz mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar bulunmasaydı, bu yüzden bilmeksizin (haberiniz olmadan), onlardan
size bir sıkıntı isabet edecek olmasaydı (Allah, savaşmanıza müsaade ederdi). (Allah'ın savaşa
müsaade etmemesi) Allah'ın dilediğini rahmetine dahil etmesi içindir. Eğer (mü'minler) ayrılmış
olsalardı, onlardan kâfir olanları mutlaka elîm azapla azaplandırırdık.
48/FETİH-26: İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul hamiyyete hamiyyetel câhiliyyeti fe
enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alel mû’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû e
hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Kâfirler hamiyeti, cahiliye taassubunu kalplerine yerleştirince, Allah da Resûl'ünün ve mü'minlerin
üzerine sekînetini indirdi. Ve takva sözü onlara elzem oldu (hakettiler). Ve onu (takva sahibi
olmayı), en çok onlar hakettiler. Ve ona ehil (lâyık) oldular. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
48/FETİH-27: Lekad sadakallâhu resûlehur ru’yâ bil hakk(hakkı), le tedhulunnel mescidel
harâme inşâallâhu âminîne muhallikîne ruûsekum ve mukassırîne lâ tehâfûn(tehâfûne), fe
alime mâ lem ta’lemû fe ceale min dûni zâlike fethan karîbâ(karîben).
Andolsun ki, Allah Resûl'ünün rüya(sının), hak olduğunu tasdik etti. Ve Allah dilerse, siz mutlaka
Mescid-i Haram'a emin olarak, başlarınız tıraş edilmiş ve (saçlarınız) kısaltılmış olarak korkusuzca
gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildiği için, bundan başka (daha önce) (size)
yakın bir fetih nasip etti.
48/FETİH-28: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni
kullih(kullihî), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden). 1
O'dur ki, Resûl'ünü hidayetle ve hak dîn ile bütün dînlere izhar etmesi (açıklaması) için gönderdi ve
şahit olarak Allah yeter.
48/FETİH-29: Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri
ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen
sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve
meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrece şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî
yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti
minhum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
Allah'ın Resûl'ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O'nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli;
kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah'dan fazl ve rıza
isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat'taki ve
İncil'deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda
gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek
içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs
tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.
FÎL
Bismillâhirrahmânirrahîm
105/FÎL-1: E lem tere keyfe feale rabbuke bi ashâbil fîl(fîli).
Senin Rabbin fil sahiplerine neler yaptı, görmedin mi (bilmiyor musun)?
105/FÎL-2: E lem yec’al keydehum fî tadlîl(tadlîlin).
Onların hilesini boşa çıkarmadı mı?
105/FÎL-3: Ve ersele aleyhim tayren ebâbîl(ebâbîle).
Ve onların üzerine ebabil kuşlarını gönderdi (veya uçan ebabilleri gönderdi).
105/FÎL-4: Termîhim bi hicâretin min siccîl(siccîlin).
Pişmiş sert tuğladan taşları, onların üzerine atıyorlardı (öyle ki).
105/FÎL-5: Fe cealehum keasfin me’kûl(me’kûlin).
Böylece onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptılar.
FURKÂN
Bismillâhirrahmânirrahîm
25/FURKÂN-1: Tebârekellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîrâ(nezîren).
Âlemlere uyarıcı olması için kuluna Furkan'ı indiren (Allah), mübarek'tir.
25/FURKÂN-2: Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu
şerîkun fîl mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ(takdîren).
O (Allah) ki; göklerin ve yeryüzünün mülkü, O'nundur. Ve O, çocuk edinmemiştir. Mülkte, O'nun
şeriki (ortağı) olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı sonra da onların kaderini takdir etti.
25/FURKÂN-3: Vettehazû min dûnihî âliheten lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlekûne ve lâ
yemlikûne li enfusihim darran ve lâ nef’an ve lâ yemlikûne mevten ve lâ hayâten ve lâ
nuşûrâ(nuşûren).
Ve hiçbir şey yaratamayan ve kendileri yaratılmış olan, kendilerine fayda ve zarar vermeye malik
olmayan, O'ndan (Allah'tan) başka ilâhlar edindiler. Ve (onlar), öldürmeye, hayat vermeye ve
nuşura (yeniden diriltmeye) malik değillerdir. 1
25/FURKÂN-4: Ve kâlellezîne keferû in hâzâ illâ ifkunifterâhu ve eânehu aleyhi kavmun
âharûn(âharûne), fe kad câû zulmen ve zûrâ(zûran).
Ve kâfirler: “Bu (Kur'ân), sadece onun uydurduğu bir yalandır. Ona bu konuda diğer kavimler de
yardım etti.” dediler. Böylece onlar, bâtılla ve zulümle gelmiş oldular.
25/FURKÂN-5: Ve kâlû esâtîrul evvelînektetebehâ fe hiye tumlâ aleyhi bukreten ve asîlâ(asîlen).
Ve “O (Kur'ân), O'nun (önceden) yazdırdığı ve sabah akşam ona okunan evvelkilerin
efsaneleridir.” dediler.
25/FURKÂN-6: Kul enzelehullezî ya’lemus sırre fîs semâvâti vel ard(ardı), innehu kâne gafûran
rahîmâ(rahîmen).
De ki: “O'nu, göklerin ve yeryüzünün sırrını bilen indirdi. Muhakkak ki O, Gafur'dur (mağfiret
edendir), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).”
25/FURKÂN-7: Ve kâlû mâli hâzer resûli ye’kulit taâme ve yemşî fîl esvâk(esvâkı), lev lâ unzile
ileyhi melekun fe yekûne meahu nezîrâ(nezîren).
Ve dediler ki: “Bu nasıl resûl ki, yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor. Ona bir melek indirilseydi
olmaz mıydı? Böylece onunla beraber uyarıcı olurdu.”
25/FURKÂN-8: Ev yulkâ ileyhi kenzun ev tekûnu lehu cennetunye’kulu minhâ, ve kâlez
zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâ(meshûran).
Veya ona, (gökten) bir hazine atılsaydı (verilseydi) veya ondan (ürünlerinden) yiyeceği bir bahçesi
olsaydı. Ve zalimler: “Siz ancak, sihir yapılmış (büyülenmiş) bir adama tâbî oluyorsunuz.” dediler.
25/FURKÂN-9: Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak! Sana nasıl örnekler verdiler (sana ne kötü şeyler yakıştırdılar). Böylece dalâlette kaldılar.
Artık sebîle (Allah'ın yoluna ulaşmaya) güçleri yetmez.
25/FURKÂN-10: Tebârekellezî in şâe ceale leke hayren min zâlike cennâtin tecrî min tahtihel
enhâru ve yec’al leke kusûrâ(kusûran).
(Allah) mübarek'tir ki O, eğer dilerse sana bunlardan daha hayırlı (daha güzel) olan, altından
nehirler akan bahçeler verir ve senin için köşkler yapar.
25/FURKÂN-11: Bel kezzebû bis sâati ve a’tednâ li men kezzebe bis sâati saîrâ(saîren).
Hayır, onlar o saati (kıyâmeti) yalanladılar. Ve Biz, o saati tekzip edenlere (yalanlayanlara), alevli
ateş (cehennem) hazırladık.
25/FURKÂN-12: İzâ raethum min mekânin baîdin semiû lehâ tegayyuzan ve zefîrâ(zefîran).
(Cehennem), onları uzaktan gördüğü zaman onun öfkesini ve uğultusunu işittiler.
25/FURKÂN-13: Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarrenîne deav hunâlike
subûrâ(subûran).
Ve birbirine bağlanmış olarak oradan, dar sıkışık bir yere atıldıkları zaman orada helâk (yok)
olmayı istediler.
25/FURKÂN-14: Lâ ted’ûl yevme subûran vâhıden ved’û subûran kesîrâ(kesîren).
Bugün helâk (yok) olmayı bir defa istemeyin, defalarca isteyin.
25/FURKÂN-15: Kul e zâlike hayrun em cennetul huldilletî vuidel muttekûn(muttekûne), kânet
lehum cezâen ve masîrâ(masîren).
De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa muttakilere (takva sahiplerine) vaadedilen, onlar için bir ceza
(mükâfat) ve dönüş yeri olan “Cenneti Huld”mu (ebedî cennet mi)?
25/FURKÂN-16: Lehum fîhâ mâ yeşâûne hâlidîn(hâlidîne), kâne alâ rabbike va’den
mes’ûlâ(mes’ûlen).
Orada onlar için, diledikleri herşey ebedî olarak vardır. (Bu), Rabbinin üzerine olan (yüklendiği,
aldığı) ve ondan istenen bir vaaddir. 1
25/FURKÂN-17: Ve yevme yahşuruhum ve mâ ya’budûne min dûnillâhi fe yekûlu e entum
adleltum ibâdî hâulâi em hum dallûs sebîl(sebîle).
Ve o gün, onları ve Allah'tan başka taptıkları şeyleri haşredecek (toplayacak) sonra da onlara şöyle
diyecek: “Bu kullarımı, siz mi dalâlete düşürdünüz yoksa onlar mı dalâlet yolunda kaldılar?”
25/FURKÂN-18: Kâlû subhâneke mâ kâne yenbegî lenâ en nettehıze min dûnike min evliyâe ve
lâkin metta’tehum ve âbâehum hattâ nesûz zikre, ve kânû kavmen bûra(bûren).
(Putlar) dediler ki: “Sen Sübhan'sın (münezzehsin), Senden başka dostlar edinmemiz bize
yakışmaz. Fakat Sen, onları ve onların babalarını metalandırdın. (Bu sebeple) öyle ki zikri unuttular
ve helâkı hakeden bir kavim oldular.”
25/FURKÂN-19: Fe kad kezzebûkum bimâ tekûlûne fe mâ testetîûne sarfan ve lâ nasrâ(nasran),
ve men yazlım minkum nuzıkhu azâben kebîrâ(kebîren).
İşte böylece (Allah'tan başka taptıklarınız), söylediklerinizden dolayı sizi yalanladılar. Artık (azabı)
uzaklaştırmaya ve yardım almaya muktedir olamazsınız. Ve sizden kim zulmederse ona büyük azap
tattırırız.
25/FURKÂN-20: Ve mâ erselnâ kableke minel murselîne illâ innehum le ye’kulûnet taâme ve
yemşûne fîl esvâkı ve cealnâ ba’dakum li ba’dın fitneten(fitneten), e tasbirûn(tasbirûne), ve kâne
rabbuke basîrâ(basîren).
Ve senden önce (de), gerçekten yemek yiyen ve çarşılarda dolaşan resûllerden başka (farklı bir)
resûl göndermedik. Ve sizin bir kısmınızı bir kısmınıza “sabrediyor musunuz” diye fitne (imtihan)
kıldık. Ve Rabbin, en iyi görendir.
25/FURKÂN-21: Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ
rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren).
Ve Bize mülâki olmayı (ulaşmayı) dilemeyenler: “Bize de melekler indirilmesi veya Rabbimizi
görmemiz gerekmez miydi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendi nefslerinde kibirlendiler ve büyük
taşkınlık ederek haddi aştılar.
25/FURKÂN-22: Yevme yerevnel melâikete lâ buşrâ yevme izin lil mucrimîne ve yekûlûne
hicran mahcûrâ(mahcûren).
O gün melekleri görecekler, izin günü mücrimlere müjde yoktur. Ve (melekler onlara): “(Size
müjde) yasak edilerek haram kılınmıştır.” diyecekler.
25/FURKÂN-23: Ve kadimnâ ilâ mâ amilû min amelin fe cealnâhu hebâen mensûrâ(mensûran).
Ve onların yaptığı amellerin önüne geçtik (amellerini boşa çıkardık). Böylece onu (onların
amellerini), savrulmuş toz zerresi kıldık (değersiz kıldık).
25/FURKÂN-24: Ashâbul cenneti yevme izin hayrun mustekarran ve ahsenu makîlâ(makîlen).
İzin günü cennet ehlinin kalacağı yer, en hayırlı ve en güzel dinlenme yeridir.
25/FURKÂN-25: Ve yevme teşakkakus semâu bil gamâmi ve nuzzilel melâiketu tenzîlâ(tenzîlen).
Ve semanın bulutlarla yarıldığı gün, melekler sıra ile indirildi.
25/FURKÂN-26: El mulku yevmeizinil hakku lir rahmân(rahmâni), ve kâne yevmen alel
kâfirîne asîrâ(asîran).
Mülk, izin günü Rahmân için haktır ve o gün kâfirler için zor bir gündür.
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli
sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah'a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim. 1
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni
hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur'ân'daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana
yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne
mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi.
25/FURKÂN-31: Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven minel mucrimîn(mucrimîne), ve
kefâ bi rabbike hâdiyen ve nasîrâ(nasîran).
Ve işte böylece nebîlerin hepsine mücrimlerden düşman kıldık. Ve senin Rabbin, hidayete erdiren
ve yardımcı olarak kâfidir.
25/FURKÂN-32: Ve kâlellezîne keferû lev lâ nuzzile aleyhil kur’ânu, cumleten
vâhideh(vâhideten), kezâlike li nusebbite bihî fuâdeke ve rettelnâhu tertîlâ(tertîlen).
Ve kâfirler: “Kur'ân ona, bir defada bütün (toplu) olarak indirilmeli değil miydi?” dediler. İşte bu,
O'nu (Kur'ân'ı) senin idrakine tesbit etmemiz (sabitlememiz) içindir. Ve O'nu, kısım kısım
tertipleyerek beyan ettik (okuduk).
25/FURKÂN-33: Ve lâ ye’tûneke bi meselin illâ ci’nâke bil hakkı ve ahsene tefsîrâ(tefsîren).
Ve sana hak ile ve en güzel (ahsen) tefsir ile ulaştırdığımızdan (meselelerden) başka bir meseleyi
sana getirmediler.
25/FURKÂN-34: Ellezîne yuhşerûne alâ vucûhihim ilâ cehenneme ulâike şerrun mekânen ve
edallu sebîlâ(sebîlen).
Cehenneme yüzleri üstü haşredilenler (toplananlar), işte onlar, gideceği mekânı şerrli olanlar ve
sebîlden sapanlar (dalâlette kalanlar)dır.
25/FURKÂN-35: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâ meahû ehâhu hârûne vezîrâ(vezîren).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'a Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Ve onunla beraber kardeşi Harun'u, (ona)
vezir (yardımcı) kıldık.
25/FURKÂN-36: Fe kulnazhebâ ilel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, fe demmernâhum
tedmîrâ(tedmîren).
Bundan sonra “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin!” dedik. Sonra da onları helâk ederek, yok
ettik.
25/FURKÂN-37: Ve kavme nûhın lemmâ kezzebûr rusule agraknâhum ve cealnâhum lin nâsi
âyeh(âyeten), ve a’tednâ liz zâlimîne azâben elîmâ(elîmen).
Ve Nuh (A.S)'ın kavmi, resûlleri tekzip ettiği (yalanladığı) zaman onları (suda) boğduk. Ve onları,
insanlara âyet (ibret) kıldık. Ve zalimler için elîm azap hazırladık.
25/FURKÂN-38: Ve âden ve semûdâ ve ashâber ressi ve kurûnen beyne zâlike kesîrâ(kesîren).
Ve Ad ve Semud kavmini ve Ress ashabını (Hz. Şuayb'ın kavmini) ve bunların arasındaki (sürede
yaşayan) birçok nesilleri (helâk ettik).
25/FURKÂN-39: Ve kullen darabnâ lehul emsâle ve kullen tebbernâ tetbîrâ(tetbîren).
Ve onların hepsine, misaller verdik ve hepsini mahvederek, helâk ettik.
25/FURKÂN-40: Ve lekad atev alel karyetilletî umtırat mataras sev’(sev’ı), e fe lem yekûnû
yerevnehâ, bel kânû lâ yercûne nuşûrâ(nuşûren).
Ve andolsun ki onlar, felâket yağmuru yağdırılmış olan kasabaya geldiler. Onu görmediler mi?
Hayır, onlar yeniden dirilmeyi ümit etmiyorlardı.
25/FURKÂN-41: Ve iza reavke in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzellezî beasallâhu
resûlâ(resûlen). 1
Ve seni gördükleri zaman: “Allah'ın resûl olarak gönderdiği bu mu?” (diyerek), seni ancak alay
konusu edinirler.
25/FURKÂN-42: İn kâde le yudıllunâ an âlihetinâ lev lâ en sabernâ aleyhâ, ve sevfe ya’lemûne
hîne yerevnel azâbe men edallu sebîlâ(sebîlen).
“Ona sabretmemiş olsaydık, gerçekten, neredeyse bizi ilâhlarımızdan saptırıyordu.” Azabı
gördükleri zaman kimin yoldan daha çok saptığını öğrenecekler.
25/FURKÂN-43: E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi
vekîlâ(vekîlen).
Hevasını ilâh edinen kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?
25/FURKÂN-44: Em tahsebu enne ekserehum yesmeûne ev ya’kılûn(ya’kılûne), in hum illâ kel
en’âmi bel hum edallu sebîlâ(sebîlen).
Yoksa onların çoğunun, işittiğini veya (böylece) akıl ettiğini mi sanıyorsun? Onlar sadece
hayvanlar gibidir. Hayır, onlar sebîlden (yoldan) daha çok sapanlardır.
25/FURKÂN-45: E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zıll(zılle), ve lev şâe le cealehu
sâkinâ(sâkinen), summe cealneş şemse aleyhi delîlâ(delîlen).
Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl uzattı? Eğer dileseydi elbette onu, sakin (sabit) kılardı. Sonra da
Güneş'i ona (gölgeye) delil (yol gösteren) kıldı.
25/FURKÂN-46: Summe kabadnâhu ileynâ kabdan yesîrâ(yesîren).
Sonra da onu yavaş yavaş kısaltarak, Bize (Kendimize) çektik.
25/FURKÂN-47: Ve huvellezî ceale lekumul leyle libâsen ven nevme subâten ve cealen nehâre
nuşûrâ(nuşûren).
Ve geceyi, size libas (örtü) yapan ve uykuyu dinlenme zamanı kılan, O'dur. Ve gündüzü (de)
yayılma (çalışma) zamanı yaptı.
25/FURKÂN-48: Ve huvellezî erseler riyâha buşren beyne yedey rahmetih(rahmetihî), ve
enzelnâ mines semâi mâen tahûrâ(tahûran).
Ve rüzgârı, müjdeleyici olarak rahmetinin önünde gönderen, O'dur. Ve Biz, semadan tertemiz su
indirdik.
25/FURKÂN-49: Li nuhyiye bihî beldeten meyten ve nuskıyehu mimmâ halaknâ en’âmen ve
enâsiyye kesîrâ(kesîren).
(Bu), onunla ölü beldeyi canlandırmamız ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan çoğunu
sulamamız içindir.
25/FURKÂN-50: Ve lekad sarrafnâhu beynehum li yezzekkerû fe ebâ ekserun nâsi illâ
kufûrâ(kufûran).
Ve andolsun ki tezekkür etmeleri için onu (suyu, rahmet, fazl ve salâvâtı), onların aralarında
paylaştırdık (açıkladık). Fakat insanların çoğu sadece inkâr ederek, direndiler.
25/FURKÂN-51: Ve lev şi’nâ le beasnâ fî kulli karyetin nezîrâ(nezîren).
Eğer dileseydik, elbette bütün kasabalara da nezir (uyarıcı) gönderirdik.
25/FURKÂN-52: Fe lâ tutııl kâfirîne ve câhidhum bihî cihâden kebîrâ(kebîren).
Artık kâfirlere itaat etme ve O'nunla (Bu Kur'ân ile), onlarla büyük cihadla savaş!
25/FURKÂN-53: Ve huvellezî meracel bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun
ucâc(ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ(mahcûran).
Ve iki denizi serbest bırakan O'dur; biri lezzetli ve tatlı, diğeri tuzlu ve acı. İkisinin arasına berzah
(engel) kıldı. (Böylece onları) engelleyerek (birbirine karışmalarına) mani oldu.
25/FURKÂN-54: Ve huvellezî halaka minel mâi beşeren fe cealehû neseben ve sıhrâ(sıhran), ve
kâne rabbuke kadîrâ(kadîren). 1
Ve sudan beşeri (insanı) yaratan, O'dur. Sonra ona neseb ve sıhriyyet kıldı (verdi). Ve senin Rabbin
Kaadir'dir (herşeye gücü yeten).
25/FURKÂN-55: Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeuhum ve lâ yadurruhum, ve kânel
kâfiru alâ rabbihî zahîrâ(zahîran).
Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere tapıyorlar. Ve kâfir, Rabbine (karşı)
zahir oldu (şeytana arka çıktı).
25/FURKÂN-56: Ve mâ erselnâke illâ mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).
Ve Biz, seni sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
25/FURKÂN-57: Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin illâ men şâe en yettehıze ilâ rabbihî
sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Ben sizden onun için (tebliğ için) dileyen kimsenin, Rabbine ulaştıran bir yol edinmesinden
başka bir ecir (karşılık) istemiyorum.”
25/FURKÂN-58: Ve tevekkel alel hayyillezî lâ yemûtu ve sebbih bi hamdih(hamdihî), ve kefâ
bihî bi zunûbi ibâdihî habîrâ(habîren).
Ve ölümsüz olup, daima hayy (hayatta) olana (Allah'a) tevekkül et (güven ve O'nu vekil tayin et).
Ve O'nu, hamd ile tesbih et. Ve kullarının günahlarından haberdar olması, O'na kâfidir.
25/FURKÂN-59: Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin
summestevâ alel arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ(habîren).
Gökleri ve arzı (yeryüzünü) ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan O'dur. Sonra Rahmân arşa
istiva etti. Öyleyse onu, bundan haberdar olana (Cebrail A.S'a) sor.
25/FURKÂN-60: Ve izâ kîle lehumuscudû lir rahmâni kâlû ve mer rahmânu e nescudu li mâ
te’murunâ ve zâdehum nufûrâ(nufûren). (SECDE ÂYETİ)
Ve onlara “Rahmân'a secde edin!” dendiği zaman: “Rahmân nedir? Senin bize emrettiğin şeye mi
secde edeceğiz?” dediler. Ve (bu emir sadece) onların nefretlerini artırdı.
25/FURKÂN-61: Tebârekellezî ceale fîs semâi burûcen ve ceale fîhâ sirâcen ve kameren
munîrâ(munîren).
Gökte burçlar kılan O (Allah), mübarek'tir (şanı yüce). Ve orada Ay'ı, aydınlatıcı bir kandil kıldı.
25/FURKÂN-62: Ve huvellezî cealel leyle ven nehâre hılfeten li men erâde en yezzekkere ev
erâde şukûrâ(şukûren).
Ve tezekkür etmek veya şükretmek isteyenler için gece ve gündüzü karşılıklı ardarda kılan
(birbirini takip ettiren), O'dur.
25/FURKÂN-63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul
câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı) zaman
“selâm” derler.
25/FURKÂN-64: Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).
Ve onlar, geceyi Rab'lerine secde ve kıyam ederek (ayakta durarak) geçirirler.
25/FURKÂN-65: Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme inne azâbehâ kâne
garâmâ(garâmen).
Ve onlar: “Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak ki onun azabı daimî helâk
edicidir.” derler.
25/FURKÂN-66: İnnehâ sâet mustekarren ve mukâmâ(mukâmen).
Muhakkak ki o, kötü bir karargâh, kötü bir ikâmet yeridir.
25/FURKÂN-67: Vellezîne izâ enfekû lem yusrifû ve lem yakturû ve kâne beyne zâlike
kavâmâ(kavâmen). 1
Ve onlar, infâk ettikleri zaman israf etmezler ve kısmazlar (cimrilik etmezler). Ve bu ikisi arasında
orta bir yol tutarlar.
25/FURKÂN-68: Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî
harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ(esâmen).
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kişiyi
haklı olmadıkça öldürmezler ve zina yapmazlar. Ve kim bunları yaparsa günah cezasıyla karşılaşır.
25/FURKÂN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen).
Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu
seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve
salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata
(sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru
gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki
o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).
25/FURKÂN-72: Vellezîne lâ yeşhedûnez zûra ve izâ merrû bil lagvi merrû kirâmâ(kirâmen).
Ve onlar yalancı şahitlik yapmazlar. Ve boş sözle karşılaştıkları zaman vakarla (kerim olarak) geçip
giderler.
25/FURKÂN-73: Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti rabbihim lem yahırrû aleyhâ summen ve
umyânen(umyânen).
Ve onlara, Rab'lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara (âyetlere) karşı kör ve sağır olmazlar.
25/FURKÂN-74: Vellezîne yekûlûne rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ kurrete
a’yunin vec’alnâ lil muttekîne imâmâ(imâmen).
Ve onlar: “Rabbimiz, eşlerimizden ve zürriyyetimizden bize göz aydınlığı bağışla ve bizi
muttakilere (takva sahiplerine) imam kıl.” derler.
25/FURKÂN-75: Ulâike yuczevnel gurfete bi mâ saberû ve yulekkavne fîhâ tahiyyeten ve
selâmâ(selâmen).
İşte onlar, sabırlarından dolayı, (cennette) yüksek makamlarla mükâfatlandırılırlar. Ve orada
tahiyyet (selâmet dilekleriyle) ve selâmla karşılanırlar.
25/FURKÂN-76: Hâlidîne fîhâ, hasunet mustekarren ve mukâmâ(mukâmen).
Orada ebedî kalıcılardır. Ne güzel bir karargâh ve ne güzel ikâmet yeridir.
25/FURKÂN-77: Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu
lizâmâ(lizâmen).
(Onlara): “Rabbim, dualarınız olmasa size değer vermez. Oysa siz yalanlamıştınız. Fakat (azap)
kaçınılmaz olacak.” de.
FUSSİLET
Bismillâhirrahmânirrahîm
41/FUSSİLET-1: Hâ mîm.
Hâ, mîm.
41/FUSSİLET-2: Tenzîlun miner rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân ve Rahîm (olan Allah) tarafından indirilmiştir. 1
41/FUSSİLET-3: Kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
(O), bilen bir kavim için, âyetleri tafsil edilmiş (fasıl fasıl açıklanmış) bir Kitap olan Arapça
Kur'ân'dır.
41/FUSSİLET-4: Beşîren ve nezîrâ(nezîren), fe a’rada ekseruhum fehum lâ
yesmeûn(yesmeûne).
Müjdeleyici ve uyarıcı olarak. Fakat onların çoğu yüz çevirdiler. Artık onlar işitmezler.
41/FUSSİLET-5: Ve kâlû kulûbunâ fî ekinnetin mimmâ ted’ûnâ ileyhi ve fî âzâninâ vakrun ve
min beyninâ ve beynike hicâbun fa’mel innenâ âmilûn(âmilûne).
Ve dediler ki: “Bizi kendisine davet ettiğin şeye karşı, kalplerimizde (idrak etmeyi önleyen)
ekinnet, kulaklarımızda (işitmeyi engelleyen) vakra ve seninle bizim aramızda bir perde var. Artık
(sen dilediğini) yap! Muhakkak ki biz de dilediğimizi yapacak olanlarız.”
41/FUSSİLET-6: Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun
vâhidun festekîmû ileyhi vestagfirûh(vestagfirûhu), ve veylun lil muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. Bana sizin ilâhınızın, tek bir ilâh olduğu vahyediliyor.
Öyleyse O'na yönelin (O'na doğru istikamet alın) ve O'ndan mağfiret dileyin. Ve müşriklerin vay
haline!”
41/FUSSİLET-7: Ellezîne lâ yû’tûnez zekâte ve hum bil âhireti hum kâfirûn(kâfirûne).
Onlar zekât vermezler. Ve onlar, onlar ahireti (ruhun hayattayken Allah'a ulaştırılmasını) inkâr
edenlerdir.
41/FUSSİLET-8: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum ecrun gayru
memnûn(memnûnin).
Muhakkak ki âmenû olanlar (hayattayken Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs
tezkiyesi) işleyenler, onlar için kesintisiz ecir (mükâfat) vardır.
41/FUSSİLET-9: Kul e innekum le tekfurûne billezî halakal arda fî yevmeyni ve tec’alûne lehû
endâdâ(endâden), zâlike rabbul âlemîn(âlemîne).
De ki: “Gerçekten siz, arzı iki günde halkedeni mi inkâr ediyorsunuz? Ve O'na eşler mi
kılıyorsunuz? İşte O, âlemlerin Rabbidir.”
41/FUSSİLET-10: Ve ceale fîhâ revâsiye min fevkıhâ ve bâreke fîhâ ve kaddere fîhâ akvâtehâ fî
erbeati eyyâm(eyyâmin), sevâen lis sâilîn(sâilîne).
Ve orada, onun üzerinde sabit dağlar oluşturdu. Ve orayı bereketli kıldı. Orada (arzda) bulunanların
besinlerini (rızıklarını), dileyenler için eşit olarak dört günde takdir etti.
41/FUSSİLET-11: Summestevâ iles semâi ve hiye duhânun fe kâle lehâ ve lil ardı’tiyâ tav’an ev
kerhâ(kerhen), kâletâ eteynâ tâiîn(tâiîne).
Sonra duman halinde olan semaya yöneldi. Sonra da ona (semaya) ve arza: “İsteyerek veya
istemeyerek gelin.” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik.” dediler.
41/FUSSİLET-12: Fe kadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrehâ ve
zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve hıfzâ(hıfzen), zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi
emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Azîz ve Alîm
olan (Allah'ın) takdiridir.
41/FUSSİLET-13: Fe in a’radû fe kul enzertukum sâıkaten misle sâıkati âdin ve
semûd(semûde).
Eğer hâlâ yüz çevirirlerse, o taktirde de ki: “Adn ve Semud'un yıldırımı gibi bir yıldırımla sizi
uyardım.” 1
41/FUSSİLET-14: İz câethumur rusulu min beyni eydîhim ve min halfihim ellâ ta’budû
illallâh(illallâhe), kâlû lev şâe rabbunâ le enzele melâiketen fe innâ bimâ ursiltum bihî
kâfirûn(kâfirûne).
Onlara önlerinden ve arkalarından (kendilerinden önce ve sonra) Allah'tan başkasına kul
olmamaları için resûller geldiği zaman dediler ki: “Eğer Rabbimiz dileseydi, mutlaka melekleri
indirirdi. Bu sebeple gerçekten biz, sizin, kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.”
41/FUSSİLET-15: Fe emmâ âdun festekberû fîl ardı bi gayril hakkı ve kâlû men eşeddu minnâ
kuvveh(kuvveten), e ve lem yerev ennellâhellezî halakahum huve eşeddu minhum
kuvveh(kuvveten) ve kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
Fakat Adn kavmi daha sonra yeryüzünde haksız yere kibirlendi. Ve dediler ki: “Kuvvet bakımından
bizden daha güçlü kim vardır?” Onları yaratan Allah'ın kuvvet bakımından kendilerinden daha
güçlü olduğunu görmediler mi? Ve âyetlerimizi bilerek inatla inkâr ediyorlardı.
41/FUSSİLET-16: Fe erselnâ aleyhim rîhan sarsaran fî eyyâmin nahisâtin li nuzîkahum azâbel
hizyi fîl hayâtid dunyâ, ve le azâbul âhireti ahzâ ve hum lâ yunsarûn(yunsarûne).
Bunun üzerine, dünya hayatında, zillet azabını onlara tattırmamız için, uğursuz günlerde onların
üzerine şiddetli sesle gelen soğuk bir fırtına gönderdik. Ve ahiret azabı mutlaka daha çok rezil
edicidir. Ve onlara yardım olunmaz.
41/FUSSİLET-17: Ve emmâ semûdu fe hedeynâhum festehabbûl amâ alel hudâ fe ehazethum
sâıkatul azâbil hûni bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Ve Semud (kavmine) gelince, o zaman onları hidayete erdirdik. Buna rağmen hidayete karşı âmâ
olmayı sevdiler (tercih ettiler). Bu sebeple kazanmış olduklarından dolayı onları alçaltıcı azabın
yıldırımı yakaladı.
41/FUSSİLET-18: Ve necceynellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Ve âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) kurtardık. Ve (böylece) onlar, takva sahibi
olmuşlardı.
41/FUSSİLET-19: Ve yevme yuhşeru a’dâullâhi ilen nâri fe hum yûzeûn(yûzeûne).
Allah'ın düşmanları o gün ateşe haşrolunurlar. Böylece onlar (öncekiler ve sonrakiler) biraraya
getirilirler.
41/FUSSİLET-20: Hattâ izâ mâ câûhâ şehide aleyhim sem’uhum ve ebsâruhum ve culûduhum
bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Hatta ona (ateşe) geldikleri zaman yapmış oldukları şeylere, onların gözleri, kulakları ve derileri
(uzuvları), (hayat filmlerinde) onların aleyhine şahitlik etti.
41/FUSSİLET-21: Ve kâlû li culûdihim lime şehidtum aleynâ, kâlû entakanallâhullezî entaka
kulle şey’in ve huve halakakum evvele merretin ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve kendi ciltlerine (uzuvlarına): “Niçin bizim aleyhimize şahitlik ettiniz?” dediler. (Onlar da)
dediler ki: “Bizi, herşeyi söyleten Allah söyletti. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürüleceksiniz.”
41/FUSSİLET-22: Ve mâ kuntum testetirûne en yeşhede aleykum sem’ukum ve lâ ebsârukum ve
lâ culûdukum ve lâkin zanentum ennellâhe lâ ya’lemu kesîren mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
Kulaklarınızın, gözlerinizin ve cildinizin (uzuvlarınızın) sizin aleyhinize şahitlik etmesinden
(edeceğinden) sakınmıyordunuz. Ve lâkin yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmediğini
zannediyordunuz.
41/FUSSİLET-23: Ve zâlikum zannukumullezî zanentum bi rabbikum erdâkum fe asbahtum
minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve işte Rabbiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helâka sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden
oldunuz. 1
41/FUSSİLET-24: Fe in yasbirû fen nâru mesven lehum ve in yesta’tibû fe mâ hum minel
mu’tebîn(mu’tebîne).
Artık sabredebilirlerse artık ateş onların kalacakları yerdir. Ve eğer onlar affedilmek isterlerse,
onlar affedilecek olanlardan değillerdir.
41/FUSSİLET-25: Ve kayyadnâ lehum kurenâe fe zeyyenû lehum mâ beyne eydîhim ve mâ
halfehum ve hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins(insi),
innehum kânû hâsirîn(hâsirîne).
Onlara yakın arkadaşlar musallat ettik. Böylece önlerinde ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve
yapacaklarını) onlara süslediler. Cinlerden ve insanlardan, onlardan önce gelmiş geçmiş
ümmetlerinde üzerine (azap) sözü hak oldu. Muhakkak ki onlar, hüsrana düşmüş olanlardır.
41/FUSSİLET-26: Ve kâlellezîne keferû lâ tesmeû li hâzel kur’âni velgav fîhi leallekum
taglibûn(taglibûne).
Kâfirler: “Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, (okuma süresi) içinde gürültü yapın. Umulur ki böylece siz gâlip
olursunuz.” dediler.
41/FUSSİLET-27: Fe le nuzîkannellezîne keferû azâben şedîden ve le necziyennehum esveellezî
kânû ya’melûn(ya’melûne).
Bundan sonra inkâr edenlere, mutlaka şiddetli azabı tattıracağız. Ve onları yaptıklarının en
kötüsüyle mutlaka cezalandıracağız.
41/FUSSİLET-28: Zâlike cezâu a’dâillâhin nâr(nârun), lehum fîhâ dârul huld(huldi), cezâen
bimâkânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
İşte bu Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bilerek inkâr etmiş olmaları sebebiyle
ceza olarak, onlar için orada ebedîlik yurdu vardır.
41/FUSSİLET-29: Ve kâlellezîne keferû rabbenâ erinellezeyni edallânâ minel cinni vel insi
nec’al humâ tahte akdâminâ li yekûnâ minel esfelîn(esfelîne).
Kâfirler dediler ki: “Rabbimiz, insanlardan ve cinlerden bizi saptıranları bize göster. Onları
ayaklarımızın altına alalım ki en aşağıda kalanlardan olsunlar.”
41/FUSSİLET-30: İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul
melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah'tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah'a yönelip dîni
ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle
sevinin!” (derler).
41/FUSSİLET-31: Nahnu evliyâukum fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhireh(âhireti), ve lekum fîhâ mâ
teştehî enfusukum ve lekum fîhâ mâ teddeûn(teddeûne).
Biz dünyada ve ahirette sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın istediği ve talep ettiğiniz
(her)şey vardır.
41/FUSSİLET-32: Nuzulen min gafûrin rahîm(rahîmin).
Gafûr (mağfiret eden) ve Rahîm olan (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Allah) tarafından ziyafet
(ikram) olarak.
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî
minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.”
diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe
izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O
zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur. 1
41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın
azîm(azîmin).
Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz)
sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.
41/FUSSİLET-36: Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeız billâh(billâhi), innehu
huves semîul alîm(alîmu).
Ama şeytandan sana mutlaka vesvese gelecektir. O zaman Allah'a sığın. Muhakkak ki O, en iyi
işiten, en iyi bilendir.
41/FUSSİLET-37: Ve min âyâtihil leylu ven nehâru veş şemsu vel kamer(kameru), lâ tescudû liş
şemsi ve lâ lil kameri vescudû lillâhillezî halakahunne in kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne).
(SECDE ÂYETİ)
Gece ve gündüz, Güneş ve Ay, Allah'ın âyetlerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin. Eğer
sadece O'na (Allah'a) kul olduysanız, onları yaratan Allah'a secde edin.
41/FUSSİLET-38: Fe inistekberû fellezîne inde rabbike yusebbihûne lehu bil leyli ven nehâri ve
hum lâ yes’emûn(yes’emûne).
Eğer onlar hâlâ kibirleniyorlarsa, (bilsinler ki) Rab'lerinin katında bulunanlar, gece ve gündüz, O'nu
tesbih ederler ve onlar bıkmazlar.
41/FUSSİLET-39: Ve min âyâtihî enneke terel arda hâşiaten fe izâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet
ve rebet, innellezî ahyâhâ le muhyîl mevtâ, innehu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve onun âyetlerindendir ki, arzı gerçekten kurumuş görürsün. Onun üzerine su indirdiğimiz zaman
hareketlenir ve kabarır. Muhakkak ki ona (arza) hayat veren (Allah), elbette ölülere de hayat
verendir. Muhakkak ki O, herşeye kaadirdir.
41/FUSSİLET-40: İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, e fe men yulkâ fîn nâri
hayrun em men ye’tî âminen yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), i’melû mâ şi’tum innehu bimâ
ta’melûne basîr(basîrun).
Muhakkak ki, âyetlerimizde saptırma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Kıyâmet günü ateşin içine
konulanlar mı yoksa Bize emin olarak gelenler mi hayırlıdır? Dilediğinizi yapın. Muhakkak ki O,
yaptıklarınızı en iyi görendir.
41/FUSSİLET-41: İnnellezîne keferû biz zikri lemmâ câehum, ve innehu le kitâbun azîz(azîzun).
Gerçekten onlar, kendilerine zikir (Kur'ân) geldiği zaman (O'nu) inkâr ettiler. Ve muhakkak ki O,
Azîz (yüce ve şerefli) bir Kitap'tır.
41/FUSSİLET-42: Lâ ye’tîhil bâtılu min beyni yedeyhi ve lâ min halfih(halfihî), tenzîlun min
hakîmin hamîd(hamîdin).
Bâtıl, O'nun önünden ve arkasından O'na ulaşamaz. Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ve Hamîd
(Kendisine hamdedilen) (Allah) tarafından indirilmiştir.
41/FUSSİLET-43: Mâ yukâlu leke illâ mâ kad kîle lir rusuli min kablik(kablike), inne rabbeke
le zû magfiretin ve zû ikâbin elîm(elîmin).
Sana söylenen, senden öncekilere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Muhakkak ki senin
Rabbin, mağfiretin ve elîm azabın sahibidir.
41/FUSSİLET-44: Ve lev cealnâhu kur’ânen a’cemiyyen le kâlû lev lâ fussilet âyâtuh(âyâtuhu),
e a’cemiyyun ve arabîy(arabîyyun), kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun, vellezîne lâ
yû’minûne fî âzânihim vakrun ve hûve aleyhim amâ(amen), ulâike yunâdevne min mekânin
baîd(baîdin).
Ve eğer O'nu (Kitab'ı), yabancı dil bir Kur'ân kılsaydık, mutlaka: “O'nun âyetleri açıklanmalı değil
miydi?” derlerdi. Araba yabancı dil mi? De ki: “O, âmenû olanlar için hidayet ve şifadır. Ve 1
mü'min olmayanların kulaklarında vakra vardır. O (Kur'ân), onlara karşı körlüktür (şifa ve hidayet
değildir). İşte onlara uzak bir yerden seslenilir.
41/FUSSİLET-45: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fahtulife fîh(fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat
min rabbike le kudıye beynehum, ve innehum lefî şekkin minhu murîb(murîbin).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'a kitap verdik. Fakat onun hakkında ihtilâf ettiler. Rabbinden bir söz
geçmemiş olsaydı, onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Ve muhakkak ki onlar, ondan
mutlaka şek ve şüphe içinde olanlardır.
41/FUSSİLET-46: Men amile sâlihan fe li nefsihî ve men esâe fe aleyhâ, ve mâ rabbuke bi
zallâmin lil abîd(abîdi).
Kim salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, kendisi içindir. Ve kim kötülük yaparsa, o da onun
aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullar(ın)a zulmedici değildir.
41/FUSSİLET-47: İleyhi yureddu ilmus sâah(sâati), ve mâ tahrucu min semerâtinmin
ekmâmihâ ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih(ilmihî), ve yevme yunâdîhim eyne
şurekâî kâlû âzennâke mâ minnâ min şehîd(şehîdin).
O saatin (kıyâmetin) ilmi O'na döndürülür (O'na aittir). O'nun ilmi olmadan, hiçbir meyve,
tomurcuğundan çıkmaz. Hiçbir kadın, hamile kalmaz ve doğum yapamaz. Onlara “Benim
ortaklarım nerede?” diye seslenileceği gün “Sana arzettik, bizden bir şahit yoktur.” dediler (derler).
41/FUSSİLET-48: Ve dalle anhum mâ kânû yed’ûne min kablu ve zannû mâ lehum min
mahîs(mahîsın).
Ve daha önce tapmış oldukları şeyler, onlardan uzaklaşıp gittiler (giderler). Ve onlar için kaçacak
bir yer olmadığını anladılar.
41/FUSSİLET-49: Lâ yes’emul insânu min duâil hayri ve in messehuş şerru fe yeûsun
kanût(kanûtun).
İnsan, hayır duasından (istemekten) usanmaz. Eğer ona şerr dokunursa, o zaman yeise kapılır ve
ümitsiz olur.
41/FUSSİLET-50: Ve le in ezaknâhu rahmeten minnâ min ba’di darrâe messethu le yekûlenne
hâzâ lî ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in ruci’tu ilâ rabbî inne lî indehu lel husnâ, fe le
nunebbiennellezîne keferû bimâ amilû ve le nuzîkannehum min azâbin galîz(galîzin).
Ve eğer ona bir zarar dokunduktan sonra Bizden bir rahmet tattırırsak, mutlaka “Bu benimdir
(hakkımdır). Ve ben, o saatin kaim olacağını (kıyâmet saatinin geleceğini) zannetmiyorum. Ve eğer
gerçekten Rabbime geri döndürülsem bile, muhakkak ki O'nun (Allah'ın) yanında mutlaka
güzellikler vardır.” der. O zaman kâfirlere, yaptıkları şeyleri elbette haber vereceğiz. Ve mutlaka
dehşetli azaptan onlara tattıracağız.
41/FUSSİLET-51: Ve izâ en’amnâ alel insâni a’rada ve neâ bi cânibih(cânibihî), ve izâ
messehuş şerru fe zû duâin arîd(arîdın).
Ve insana ni'met verdiğimiz zaman yüz çevirdi ve yan çizdi (şükürden uzaklaştı). Ve ona bir şerr
dokunduğu zaman artık çok dua eder.
41/FUSSİLET-52: Kul e reeytum in kâne min indillâhi summe kefertum bihî men edallu
mimmen huve fî şikâkın baîd(baîdin).
De ki: “Gördünüz mü? Eğer O (Kur'ân), Allah'ın indinden ise sonra da siz O'nu inkâr ettinizse,
uzak bir ayrılığın içinde olandan daha çok dalâlette kim vardır?”
41/FUSSİLET-53: Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul
hakk(hakku), e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).
Âyetlerimizi afakta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin kalp gözüyle) onlara
göstereceğiz. O'nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye. Rabbinin herşeye
şahit olması kâfi değil mi? 1
41/FUSSİLET-54: E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in
muhît(muhîtun).
Onlar gerçekten Rab'lerine mülâki olacaklarından (ruhlarını hayatta iken Allah'a
ulaştıracaklarından) şüphe içindeler, öyle değil mi? O (Allah), herşeyi ihata etmiştir (ilmiyle
kuşatmıştır), öyle değil mi?
GÂŞİYE
Bismillâhirrahmânirrahîm
88/GÂŞİYE-1: Hel etâke hadîsul gâşiyeh(gâşiyeti).
Gâşiyenin (heryeri kuşatıp kaplayacak olan korkunç felâketin) haberi sana geldi mi?
88/GÂŞİYE-2: Vucûhun yevmeizin hâşiah(hâşiatun).
İzin günü zillet içinde olan yüzler vardır.
88/GÂŞİYE-3: Âmiletun nâsıbeh(nâsıbetun).
Yorucu işler yapan.
88/GÂŞİYE-4: Teslâ nâren hâmiyeh(hâmiyeten).
(Onlar) kızgın ateşe atılırlar.
88/GÂŞİYE-5: Tuskâ min aynin âniyeh(âniyetin).
Kaynar su pınarından içirilirler.
88/GÂŞİYE-6: Leyse lehum taâmun illâ min darî’(darîın).
Onların yiyeceği dari'den (acı, pis kokulu dikenli ağaçtan) başka bir şey değildir.
88/GÂŞİYE-7: Lâ yusminu ve lâ yugnî min cû’(cûın).
Beslemez ve açlığa da bir fayda vermez.
88/GÂŞİYE-8: Vucûhun yevmeizin nâımeh(nâımetun).
İzin günü naîm (güzel ve parlak) yüzler vardır.
88/GÂŞİYE-9: Li sa’yihâ râdiyeh(râdiyetun).
(Dünyadaki) sa'yından (çalışmasından) razıdır.
88/GÂŞİYE-10: Fî cennetin âliyeh(âliyetun).
Âli cennettedir.
88/GÂŞİYE-11: Lâ tesmeu fîhâ lâgıyeh(lâgıyeten).
Orada boş söz işitmezsin.
88/GÂŞİYE-12: Fîhâ aynun câriyeh(câriyetun).
Orada devamlı akan bir pınar vardır.
88/GÂŞİYE-13: Fîhâ sururun merfûah(merfûatun).
Orada yüksek tahtlar vardır.
88/GÂŞİYE-14: Ve ekvabun mevdûah(mevdûatun).
Ve (önlerine) konulmuş kadehler.
88/GÂŞİYE-15: Ve nemârıku masfûfeh(masfûfetun).
Ve dizilmiş yastıklar.
88/GÂŞİYE-16: Ve zerâbiyyu mebsûseh(mebsûsetun).
Ve yayılmış süslü kıymetli halılar (vardır).
88/GÂŞİYE-17: E fe lâ yanzurûne ilel ibili keyfe hulikat.
Onlar hâlâ deveye bakmıyorlar mı ki, nasıl yaratılmış? 1
88/GÂŞİYE-18: Ve iles semâi keyfe rufiat.
Ve semaya nasıl yükseltilmiş?
88/GÂŞİYE-19: Ve ilel cibâli keyfe nusıbet.
Ve dağlara, nasıl dik olarak yerleştirilmiş?
88/GÂŞİYE-20: Ve ilel ardı keyfe sutıhat.
Ve yeryüzüne, nasıl düzleştirilmiş (bakmıyorlar mı)?
88/GÂŞİYE-21: Fezekkir innemâ ente muzekkir(muzekkirun).
Artık zikret (hatırlat), sen sadece müzekkirsin (hatırlatıcısın).
88/GÂŞİYE-22: Leste aleyhim bi musaytır(musaytırın).
Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.
88/GÂŞİYE-23: İllâ men tevellâ ve kefer(kefere).
Ancak kim (arkasını) döner ve inkâr ederse.
88/GÂŞİYE-24: Fe yuazzibuhullâhul azâbel ekber(ekbere).
O taktirde Allah onu en büyük azap ile azaplandırır.
88/GÂŞİYE-25: İnne ileynâ iyâbehum.
Muhakkak ki onların dönüşü Bizedir.
88/GÂŞİYE-26: Summe inne aleynâ hisâbehum.
Sonra onların hesapları muhakkak ki Bize aittir.
HACC
Bismillâhirrahmânirrahîm
22/HACC-1: Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum, inne zelzeletes sâati şey’un azîm(azîmun).
Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun. O saatin (kıyâmetin) zelzelesi (şiddetli sarsıntısı),
muhakkak ki çok büyük bir şeydir.
22/HACC-2: Yevme teravnehâ tezhelu kullu murdıatin ammâ erdaat ve tedau kullu zâti hamlin
hamlehâ ve teren nâse sukârâ ve mâ hum bi sukârâ ve lâkinne azâballâhi şedîd(şedîdun).
Onu (kıyâmeti) gördüğünüz gün, emziren kadınların hepsi, emzirdiğini unutup bırakır (ilgilenmez).
Yük (bebek) taşıyan kadınların hepsi, taşıdığı yükü (bebeğini) düşürür. Ve insanları, sarhoş
olmadıkları halde sarhoş görürsün. Ve lâkin Allah'ın azabı (çok) şiddetlidir.
22/HACC-3: Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve yettebiu kulle şeytânin
merîd(merîdin).
Ve insanlardan öyle kimseler vardır ki; ilmi olmaksızın, Allah hakkında mücâdele eder ve bütün
azgın şeytanlara tâbî olur(lar).
22/HACC-4: Kutibe aleyhi ennehu men tevellâhu fe ennehu yudılluhu ve yehdîhi ilâ azâbis
saîr(saîri).
Onun (şeytanın) üzerine yazıldı ki; kim, ona (şeytana) dönerse, o taktirde onu mutlaka dalâlete
düşürür ve onu cehennem azabına götürür.
22/HACC-5: Yâ eyyuhen nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin
summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri
muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fîl erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe
nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men
yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â(şey’an), ve terel arda hâmideten
fe izâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc(behîcin). 1
Ey insanlar! Eğer beas edilmekten (tekrar diriltilmekten) şüphe içinde iseniz... Oysa muhakkak ki
Biz sizi, size beyan edelim (açıklayalım) diye (önce) topraktan (inorganik ve organik maddelerden),
sonra bir nutfeden (bir damladan), sonra bir alakadan (rahim duvarına bir noktadan bağlı duran
embriyodan), sonra şekillendirilmiş ve şekillendirilmemiş (bir çiğnemlik et görünümünde)
mudgadan yarattık. Ve (sizi), dilediğimiz süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi, ergenlik
çağına ulaşmak üzere bebek olarak çıkarırız. Ve sizden bir kısmınız vefat ettirilir. Ve sizden bir
kısmınız, sonradan ilimden bir şey bilemez hale gelsin diye ömrünün ihtiyarlık çağına döndürülür.
Ve arzı (yeryüzünü) kurumuş görürsün. Fakat ona su indirdiğimiz zaman hareketlenir ve kabarır ve
bütün güzel çiftlerden bitkiler yetiştirir.
22/HACC-6: Zâlike bi ennallâhe huvel hakku ve ennehu yuhyil mevtâ ve ennehu alâ kulli şey’in
kadîr(kadîrun).
Muhakkak ki Allah, işte O, Hakk'tır. Ve muhakkak ki O, ölüleri diriltir ve muhakkak ki O, herşeye
kaadirdir.
22/HACC-7: Ve ennes sâate âtiyetun lâ raybe fîhâ ve ennallâhe yeb’asu men fîl kubûr(kubûri).
Ve onda (vuku bulacağında) şüphe olmayan o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Ve muhakkak ki
Allah, kabirlerde olan kimseleri beas edecektir (diriltecektir).
22/HACC-8: Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin
munîr(munîrin).
Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba
sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder.
22/HACC-9: Sâniye ıtfihî li yudılle an sebîlillâh(sebîlillâhi), lehu fid dunyâ hızyun ve nuzîkuhu
yevmel kıyâmeti azâbel harîk(harîkı).
Allah'ın yolundan saptırmak için onu (Allah'ın dînindeki esasları) eğip büker (değiştirir). Onun için
dünyada rezillik vardır. Ve ona kıyâmet günü yakıcı bir azap tattıracağız.
22/HACC-10: Zâlike bimâ kaddemet yedâke ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(abîdi).
İşte bu, senin ellerinle takdim edilen şeyler (yaptığın zulümler) sebebiyledir. Ve muhakkak ki
Allah, abidler (Allah'a kul olanlar) için zulmedici değildir.
22/HACC-11: Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf(harfın), fe in asâbehu hayrunıtmeenne
bih(bihî), ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî, hasired dunyâ vel âhıreh(âhırete), zâlike
huvel husrânul mubîn(mubînu).
İnsanlardan (öyle) kimseler vardır ki, Allah'a az (gönülsüz) ibadet eder. Ona bir hayır isabet etse
onunla tatmin olur. Ve bir fitne isabet etse yüz geri döner. (Onlar), dünyada ve ahirette hüsrandadır.
İşte o, apaçık hüsrandır.
22/HACC-12: Yed’û min dûnillâhi mâ lâ yedurruhû ve mâ lâ yenfeuh(yenfeuhu), zâlike huved
dalâlul baîd(baîdu).
Kendilerine zarar ve fayda vermeyen, Allah'tan başka şeylere dua ederler. İşte bu, uzak bir
dalâlettir.
22/HACC-13: Yed’û le men darruhû akrabu min nef’ıh(nef’ıhî), le bi’sel mevlâ ve le bi’sel
aşîr(aşîru).
Gerçekten, zararı yararından daha yakın (daha fazla) olana dua ederler. (Onların taptıkları şeyler),
ne kötü dost (yardımcı) ve ne kötü arkadaştır.
22/HACC-14: İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel
enhâr(enhâru), innallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).
Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat
(nefs tezkiyesi) yapanları, altından nehirler akan cennete dahil edecektir. Muhakkak ki Allah,
dilediğini yapar. 1
22/HACC-15: Men kâne yezunnu en len yensurehullâhu fîd dunyâ vel âhıreti felyemdud bi
sebebin iles semâi summel yakta’ felyenzur hel yuzhibennekeyduhu mâ yagîz(yagîzu).
Kim Allah'ın, ona dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa, o zaman semaya
(gökyüzüne) bir sebep uzatsın. Sonra da onu (o sebebi, irtibatı) kessin. O taktirde baksın, O'nun
hilesi, onun öfkelendiği şeyi (başına gelen musîbeti) giderir mi?
22/HACC-16: Ve kezâlike enzelnâhu âyâtin beyyinâtin ve ennallâhe yehdî men yurîd(yurîdu).
Ve işte böylece Biz, onu apaçık âyetler (halinde) indirdik. Ve muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi
hidayete erdirir (Kendisine ulaştırır).
22/HACC-17: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiîne ven nasârâ vel mecûse vellezîne
eşrekû innallâhe yafsılu beynehum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), innallâhe alâ kulli şey’in
şehîd(şehîdun).
Gerçekten âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler ile haduların (yahudilerin), sabiinlerin
(yıldızlara tapanların), hristiyanların, mecusilerin (ateşe tapanların) ve şirk koşanların (putlara
tapanların); (onların) arasını Allah, kıyâmet günü mutlaka (cennet ve cehennem ehli olarak)
ayıracaktır. Muhakkak ki Allah, herşeye şahittir.
22/HACC-18: E lem tera ennallâhe yescudu lehu men fis semâvâti ve men fîl ardı veş şemsu vel
kameru ven nucûmu vel cibâlu veş şeceru ved devabbu ve kesîrun minen nâs(nâsi), ve kesîrun
hakka aleyhil azâb(azâbu), ve men yuhinillâhu fe mâ lehu min mukrim(mukrimin), innallâhe
yef’alu mâ yeşâ’(yeşâu).(SECDE ÂYETİ)
Göklerde ve yeryüzünde olan kimseler, Güneş, Ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve (yürüyen)
hayvanlar ve insanlardan çoğu; görmüyor musun (görmedin mi) ki Allah'a secde ediyorlar.
(İnsanların) çoğunun üzerine azap hak oldu ve Allah, kimi zayıf düşürürse (alçaltırsa) artık ona
ikram eden yoktur. Muhakkak ki Allah, dilediğini yapar.
22/HACC-19: Hâzâni hasmânihtesamû fî rabbihim fellezîne keferû kuttıat lehum siyâbun min
nâr(nârin), yusabbu min fevkı ruûsihumul hamîm(hamîmu).
Bu ikisi (mü'minler ve kâfirler), Rab'leri hakkında mücâdele eden iki hasımdır. O inkâr edenler ki
onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Onların başlarının üzerinden kaynar su dökülecek.
22/HACC-20: Yusheru bihî mâ fî butûnihim vel culûd(culûdu).
Onunla, onların karınlarındakiler (iç organları) ve ciltleri (derileri) eritilecek.
22/HACC-21: Ve lehum makâmıu min hadîd(hadîdin).
Ve onlar için demirden kamçılar vardır.
22/HACC-22: Kullemâ erâdû en yahrucû minhâ min gammin uîdû fîhâ ve zûkû azâbel
harîk(harîkı).
Izdıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya (geri) iade edilirler. Ve (kendilerine):
“Yakıcı azabı tadın!” (denir).
22/HACC-23: İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilus sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel
enhâru yuhallevne fîhâ min esâvira min zehebin ve lu’luâ(lu’luen), ve libâsuhum fîhâ
harîr(harîrun).
Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel işleyenleri (nefs
tezkiyesi yapanları) altından nehirler akan cennetlere dahil eder. (Onlar), orada altın bileziklerle ve
incilerle süslenirler. Orada onların libası (elbiseleri) ipektendir.
22/HACC-24: Ve hudû ilet tayyibî minel kavli ve hudû ilâ sırâtıl hamîd(hamîdi).
(Onlar), sözün güzeline (Allahû Tealâ'ya ulaşmayı dilemeye) yöneltildiler ve Sıratı Hamîd'e
(İslâm'ın 7 safhasından birincisinin yoluna) hidayet olundular (ulaştırıldılar). 1
22/HACC-25: İnnellezîne keferû ve yasuddûne an sebîlillâhi vel mescidil harâmillezî cealnâhu
lin nâsi sevâenil âkıfu fîhi vel bâd(bâdı), ve men yurid fîhi bi ilhâdin bi zulmin nuzıkhu min
âzâbin elîm(elîmin).
Muhakkak ki kâfir olanlara ve Allah'ın yolundan alıkoyanlara ve yerlilere de dışarıdan gelenlere de
eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan men edenlere ve orada zulüm ile (Hakk yolundan) saptırmak
isteyen kimselere elîm azaptan tattıracağız.
22/HACC-26: Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit
tâifîne vel kâimîne ver rukkais sucûd(sucûdi).
Hz. İbrâhîm'e Beyt'in mekânını (Kâbe'nin yerini) indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman: “Bana hiçbir
şeyi ortak koşma! Ve Beytim'i (Evim'i) tavaf edenler, kaim olanlar (ayakta duranlar), rükû edenler
ve secde edenler için temiz tut.” (dedik).
22/HACC-27: Ve ezzin fîn nâsi bil hacci ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli
feccin amîk(amîkın).
Ve insanların arasında haccı ilân et ki, yaya olarak ve develer üzerinde uzak dağ yollarının
hepsinden sana gelsinler.
22/HACC-28: Li yeşhedû menâfia lehum ve yezkurusmallâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin alâ mâ
rezakahum min behîmetil en’âm(en’âmi), fe kulû minhâ ve at’ımul bâisel fakîr(fakîre).
Kendilerinin menfaatlerine (faydalandıkları şeylere) şahit olsunlar. Ve onları, rızıklandırdığı
hayvanların üzerine belli günlerde Allah'ın İsmi'ni ansınlar (kurban kessinler). Böylece ondan
yeyiniz ve muhtaç fakir(ler)i doyurunuz!
22/HACC-29: Summel yakdû tefesehum vel yûfû nuzûrahum vel yettavvefû bil beytil atîk(atîkı).
Sonra kirlerini gidersinler (ihrama girsinler). Ve nezirlerini (adaklarını) ifa etsinler (yerine
getirsinler). Ve Beyt-i Atik'i (ilk ev Kâbe'yi) tavaf etsinler.
22/HACC-30: Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbih(rabbihî),
ve uhıllet lekumul en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibûr ricse minel evsâni vectenibû kavlez
zûr(zûri).
İşte böyle, kim Allah'ın haramlarına (yasaklarına) hürmet ederse, o zaman bu, Rabbinin katında
kendisi için hayırlıdır. Ve size okunanlar (yasak olduğu bildirilen hayvanlar) hariç, hayvanlar size
helâl kılındı. Artık putların pisliğinden ve yalan sözden içtinap edin (kaçının).
22/HACC-31: Hunefâe lillâhi gayre muşrikîne bih(bihî), ve men yuşrik billâhi fe ke ennemâ
harre mines semâi fe tahtafuhut tayru ev tehvî bihir rîhu fî mekânin sahîk(sahîkın).
Hanifler (tek Allah'a teslim olan kullar), onunla (putlarla), O'na şirk koşmayanlardır. Ve kim
Allah'a şirk koşarsa o taktirde sanki o, gökyüzünden düşmüş de böylece onu, kuş kapmış gibi veya
rüzgâr, onu uzak bir mekâna (yere) atmış gibidir.
22/HACC-32: Zâlike ve men yuazzım şeâirallâhi fe innehâ min takvâl kulûb(kulûbi).
Ve işte kim, Allah'ın şiarlarına (emirlerine, farzlarına) hürmetle uyarsa bunun sebebi muhakkak ki
onların kalplerinin takva sahibi olmasındandır.
22/HACC-33: Lekum fîhâ menâfiu ilâ ecelin musemmen summe mahılluhâ ilel beytil atîk(atîki).
Onda, sizin için belli bir süreye (kesilme zamanına) kadar menfaatler (sütünde, yününde faydalar)
vardır. Sonra onun yeri, Beyt-i Atik (Kâbe)'dir.
22/HACC-34: Ve li kulli ummetin cealnâ menseken li yezkurûsmallâhi alâ mâ razakahum min
behîmetil en’âm(en’âmi), fe ilâhukum ilâhun vâhıdun fe lehû eslimû ve beşşiril
muhbitîn(muhbitîne).
Ve Biz, bütün ümmetler için (kurban konusunda aynı) usulleri tayin ettik ki onlara, (Allah'ın) rızık
olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın İsmi'ni zikretsinler (Allah'ın İsmi ile 1
kurbanları kessinler). O halde, sizin İlâhınız Tek Bir İlâh'tır. Öyleyse O'na teslim olun! Ve
muhbitleri müjdele.
22/HACC-35: Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum vel
mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar, Allah'ı zikrettikleri zaman kalpleri titreyenlerdir (Allah'tan gelen bir cereyanla kalpleri ve
vücutları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere (musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı)
ikame edenlerdir. Ve onlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.
22/HACC-36: Vel budne cealnâhâ lekum min şeâirillâhi lekum fîhâ hayr(hayrun),
fezkurûsmallâhi aleyhâ savâff(savâffe), fe izâ vecebet cunûbuhâ fe kulû minhâ ve at’ımûl kânia
vel mu’terr(mu’terra), kezâlike sahharnâhâ lekum leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Bedeneleri (deve ve sığır cinsi hayvanları), sizin için Allah'ın şiarlarından (emirlerinden,
farzlarından) kıldık. Onda (onların kurban edilmesinde) sizin için hayır vardır. Onların
(kurbanlarının) üzerine saf dururken (ayaktayken tekbir getirin), (kurban kesilirken) Allah'ın İsmi'ni
zikredin (besmele ile kesin). Yanları üzerine düşünce (kesilince), artık ondan yeyin ve isteyeni de
istemeyeni de doyurun. İşte böylece onu, size musahhar kıldık (boyun eğdirdik). Umulur ki,
böylece siz şükredersiniz.
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum,
kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat sizden O'na, takva (Allah'a teslim
olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete
erdirmesi sebebiyle) Allah'ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah'a fizik vücutlarını teslim
edenleri) müjdele!
22/HACC-38: İnnallâhe yudâfiu anillezîne âmenû, innallâhe lâ yuhıbbu kulle havvânin
kefûr(kefûrin).
Muhakkak ki Allah, âmenû olanlardan (Allah'a ulaşmayı dileyenlerden) (belâları) defeder
(uzaklaştırır). Muhakkak ki Allah, hain ve kâfirlerin hiçbirini sevmez.
22/HACC-39: Uzine lillezîne yukâtelûne bi ennehum zulim(zulimû), ve innallâhe alâ nasrihim le
kadîr(kadîrun).
Zulme uğramaları sebebiyle savaşanlara (savaşmaları için) izin verildi. Ve şüphesiz Allah, onlara
yardıma muhakkak ki kaadirdir.
22/HACC-40: Ellezîne uhricû min diyârihim bi gayri hakkın illâ en yekûlû
rabbunallâh(rabbunallâhu), ve lev lâ def’ullâhin nâse ba’dahum bi ba’dın lehuddimet savâmıu
ve biyaun ve salavâtun ve mesâcidu yuzkeru fîhesmullâhi kesîrâ(kesîran), ve le yansurennallâhu
men yansuruh(yansuruhu), innallâhe le kaviyyun azîz(azîzun).
Onlar, sadece “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Ve eğer,
Allah'ın insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, (rahiplerin) mabetleri, (hristiyanların) kiliseleri,
(yahudilerin) havraları ve içinde Allah'ın isminin çok zikredildiği (müslümanların) mescidleri
mutlaka harap olup yıkılırdı. O'na (Allah'a) yardım edene, Allah mutlaka yardım eder. Muhakkak
ki Allah, elbette Kaviyy'dir (kuvvetli, güçlü) Azîz'dir (yüce).
22/HACC-41: Ellezîne in mekkennâhum fîl ardı ekâmûs salâte ve âtevuz zekâte ve emerû bil
ma’rûfi ve nehev anil munker(munkeri), ve lillâhi âkıbetul umûr(umûri).
Yeryüzünde onlara imkânlar verseydik, namazı ikame ederler (kılarlar), zekâtı verirler, maruf ile
emrederler ve münkerden nehyederlerdi (yasaklarlardı). Bütün işlerin akıbeti (sonucu), Allah'a aittir
(hüküm ve takdir Allah'ındır).
22/HACC-42: Ve in yukezzibûke fe kad kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve
semûd(semûdun). 1
Ve eğer seni yalanlıyorlarsa (bil ki), onlardan önce Nuh kavmi, Adn kavmi ve Semud kavmi de
(peygamberlerini) yalanlamışlardı.
22/HACC-43: Ve kavmu ibrâhîme ve kavmu lût(lûtın).
Ve İbrâhîm (A.S)'ın kavmi de ve Lut (A.S)'ın kavmi de (yalanlamıştı).
22/HACC-44: Ve ashâbu medyen(medyene), ve kuzzibe mûsâ fe emleytu lil kâfirîne summe
ehaztuhum, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Ve Medyen halkı da (yalanladı) ve Musa (A.S) da yalanlandı. Fakat kâfirlere, mühlet (zaman)
verdim. Sonra (da) onları aldım. O zaman benim cezalandırmam nasıl oldu?
22/HACC-45: Fe ke eyyin min karyetin ehleknâhâ ve hiye zâlimetun fe hiye hâviyetun alâ
urûşihâ ve bi’rin muattalatin ve kasrın meşîd(meşîdin).
Böylece (halkı) zalim olan nice ülkeler gibi onu da helâk ettik. Artık o (ülke), çatıları yıkılmış,
kuyuları ve yüksek sarayları terkedilmiş (bir halde)dir.
22/HACC-46: E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev
âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mal ebsâru ve lâkin ta’mal kulûbulletî fîs sudûr(sudûri).
Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri kalpleri ve onunla işittikleri
kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur.
22/HACC-47: Ve yesta’cilûneke bil azâbi ve len yuhlifallâhu va’deh(va’dehu), ve inne yevmen
inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Ve azabı senden acele istiyorlar. Ve Allah, asla vaadinden dönmez. Ve Rabbinin katındaki bir gün,
sizin saydığınız bin sene gibidir.
22/HACC-48: Ve ke eyyin min karyetin emleytu lehâ ve hiye zâlimetun summe ehaztuhâ, ve
ileyyel masîr(masîru).
(Halkı) zalim olan nice ülkeler gibi, ona mühlet verdim. Sonra onu aldım (yakaladım). Ve dönüş,
Banadır.
22/HACC-49: Kul yâ eyyuhen nâsu innemâ ene lekum nezîrun mubîn(mubînun).
De ki: “Ey insanlar, sizin için ben sadece bir nezirim (uyarıcıyım)!”
22/HACC-50: Fellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye eden ameller) yapanlar;
onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) ve kerim bir rızık vardır.
22/HACC-51: Vellezîne seav fî âyâtinâ muâcizîne ulâike ashâbul cehîm(cehîmi).
Ve âyetlerimiz hakkında onları aciz bırakma gayretinde olanlar, işte onlar, ashabı cehîm (cehennem
ehli)dir.
22/HACC-52: Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş
şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu
âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği)
zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah,
şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar
(sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir (ilim ve hikmet sahibidir).
22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti
kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara,
şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette
uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm'den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır). 1
22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe
tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün)
söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu
(Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain
olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı
Mustakîm'e hidayet edendir.
22/HACC-55: Ve lâ yezâlullezîne keferû fî miryetin minhu hattâ te’tiyehumus sâatu bagteten ev
ye’tiyehum azâbu yevmin akîm(akîmin).
Ve o saat (kıyâmet saati), ansızın onlara gelinceye veya akîm (hedefine ulaşılamamış) günün (ölüm
gününün) azabı onlara gelinceye kadar, kâfirlerin ondan şüphesi zail olmaz (yok olmaz).
22/HACC-56: El mulku yevme izin lillâh(lillâhi), yahkumu beynehum, fellezîne âmenû ve
amilûs sâlihâti fî cennâtin naîm(naîmi).
Mülk, izin günü Allah'ındır. Onların arasında hüküm verecektir. Böylece âmenû olanlar (Allah'a
ulaşmayı dileyenler) ve salih (nefsi tezkiye edici) amel (salâh makamına ulaştıracak amel)
yapanlar, naim cennetlerindedirler.
22/HACC-57: Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ fe ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
Ve âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar, işte onlar; onlar için alçaltıcı azap vardır.
22/HACC-58: Vellezîne hâcerû fî sebîlillâhi summe kutilû ev mâtû le yerzukannehumullâhu
rızkan hasenâ(hasenen), ve innallâhe le huve hayrur râzikîn(râzikîne).
Ve Allah yolunda hicret edip sonra da öldürülen veya ölen kimseleri Allah, mutlaka güzel bir
rızıkla rızıklandıracaktır. Ve muhakkak ki Allah, rızık verenlerin mutlaka en hayırlısıdır.
22/HACC-59: Le yudhılennehum mudhalen yerdavneh(yerdavnehu), ve innallâhe le alîmun
halîm(halîmun).
(Allah), onları mutlaka razı olacakları bir yere dahil edecektir. Ve şüphesiz ki Allah, mutlaka en iyi
bilendir, Halim'dir.
22/HACC-60: Zâlik(zâlike), ve men âkabe bi misli mâ ûkıbe bihî summe bugıye aleyhi le
yansurennehullâh(yansurennehullâhu), innallâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
Ve işte böyle, kim maruz kaldığı şey kadarı ile ikab eder (karşılık, ceza verir), sonra da ona azgınlık
yapılırsa (haklarına tecavüz edilirse) Allah ona mutlaka yardım eder. Muhakkak ki Allah, af ve
mağfiret edicidir (günahları sevaba çevirendir).
22/HACC-61: Zâlike bi ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve ennallâhe
semîun basîr(basîrun).
İşte böyle, çünkü geceyi gündüzün içine ve gündüzü gecenin içine sokar (katar). Ve muhakkak ki
Allah, en iyi işiten, en iyi görendir.
22/HACC-62: Zâlike bi ennallâhe huvel hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huvel bâtılu ve
ennallâhe huvel aliyyul kebîr(kebîru).
İşte böyle, çünkü O, “Hakk”tır. Ve Muhakkak ki O'ndan (Allah'tan) başka dua ettiğiniz (taptığınız)
şeyler, onlar bâtıldır. Muhakkak ki Allah, O, Âli (yüce)'dir, Kebir'dir (büyüktür).
22/HACC-63: E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe tusbihul ardu
muhdarreh(muhdarreten), innallâhe latîfun habîr(habîrun).
Allah'ın semadan su indirdiğini ve böylece yeryüzünün yeşerdiğini görmedin mi? Muhakkak ki
Allah, Lâtif'tir (lütûf sahibidir), Habîr'dir (herşeyden haberdardır).
22/HACC-64: Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve innallâhe le huvel ganiyyul
hamîd(hamîdu). 1
Semalarda ve yeryüzünde olan herşey, O'nundur. Muhakkak ki Allah, O, mutlaka Ganî'dir
(mustağni, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır), Hamîd (hamdedilen)'dir.
22/HACC-65: E lem tere ennallâhe sahhara lekum mâ fîl ardı vel fulke tecrî fîl bahri bi
emrih(emrihî), ve yumsikus semâe en tekaa alel ardı illâ bi iznih(iznihî), innallâhe bin nâsi le
raûfun rahîm(rahîmun).
Allah'ın yeryüzündeki herşeyi size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmedin mi? Ve gemiler,
denizde onun emri ile akıp gider. Ve Allah'ın izni olmadıkça semanın, arz üzerine (yeryüzüne)
düşmesini önler (semayı arzın üzerine düşmemesi için tutar). Muhakkak ki Allah, insanlara
Rauf'tur, Rahîm'dir.
22/HACC-66: Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, innel insâne le
kefûr(kefûrun).
Ve size hayat veren, sonra sizi öldürecek olan, sonra da sizi diriltecek olan, O'dur. Muhakkak ki
insan, gerçekten nankördür.
22/HACC-67: Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri
ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).
Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel
ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine
davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah'a doğru istikametlenmiş) olan hidayet
üzeresin.
22/HACC-68: Ve in câdelûke fe kulillâhu a’lemu bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve eğer seninle mücâdele ederlerse o taktirde (onlara): “Allah yaptıklarınızı çok iyi bilir.” de.
22/HACC-69: Allâhu yahkumu beynekum yevmel kıyâmeti fîmâ kuntum fîhi
tahtelifûn(tahtelifûne).
Allah, kıyâmet günü, hakkında ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler konusunda sizin aranızda
hükmedecek.
22/HACC-70: E lem ta’lem ennallâhe ya’lemu mâ fis semâi vel ard(ardı), inne zâlike fî
kitâb(kitâbin), inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
Allah'ın semalarda ve arzda olan şeyleri mutlaka bildiğini bilmiyor musun? Muhakkak ki bunlar,
Kitap'tadır. Muhakkak ki bunlar, Allah için kolaydır.
22/HACC-71: Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve mâ leyse lehum bihî
ılm(ılmun), ve mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
Ve (onlar), kendilerine bir sultan (delil, yaptırım gücü) indirilmeyen Allah'tan başka şeylere
tapıyorlar. Ve onların, ona (taptıkları şeylere) ait ilimleri yoktur. Ve zalimler için yardımcı da
yoktur.
22/HACC-72: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin ta’rifu fî vucûhillezîne keferûl
munker(munkere), yekâdûne yestûne billezîne yetlûne aleyhim âyâtinâ, kul e fe unebbiukum bi
şerrin min zâlikum, en nâr(nâru), vaadehallâhullezîne keferû, ve bi’sel masîr(masîru).
Onlara açıklanmış âyetlerimiz okunduğu zaman münkeri (inkârı, reddi), inkâr edenlerin
yüzlerinden tanırsın (farkedersin). Neredeyse, âyetlerimizi onlara okuyanlara saldıracaklar. De ki:
“Size bundan daha şerrlisini haber vereyim mi?” Allah'ın kâfirlere vaadettiği o (şey), ateştir. Ne
kötü masir (gidilecek yer)dir.
22/HACC-73: Yâ eyyuhen nâsu duribe meselun festemiû leh(lehu), innellezîne ted’ûne min
dûnillâhi len yahlukû zubâben ve levictemeû leh(lehu), ve in yeslubhumuz zubâbu şey’en lâ
yestenkızûhu minh(minhu), daufat tâlibu vel matlûb(matlûbu).
Ey insanlar! (Size), bir örnek verildi. Öyleyse onu dinleyin. Muhakkak ki Allah'tan başka
taptıklarınız, bir sinek dahi yaratamazlar, onun için (onu yaratmak için) biraraya gelip toplansalar 1
bile. Ve eğer sinek, onlardan bir şey kapıp kaçsa, onu ondan (sinekten) alamazlar. Talip (isteyen)
de talep edilen (istenen) de aciz.
22/HACC-74: Mâ kaderûllâhe hakka kadrih(kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz(azîzun).
Allah'ın kadrini de (kudretini de) hakkıyla takdir edemediler. Muhakkak ki Allah, mutlaka
Kaviyy'dir (kuvvetli), Azîz'dir (yüce).
22/HACC-75: Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun
basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi
görendir.
22/HACC-76: Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve ilallâhi turceul umûr(umûru).
O, onların önündekileri ve arkalarındakini (muhafız melekleri) bilir. Ve emirler Allah'a döndürülür.
22/HACC-77: Yâ eyyuhellezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alûl hayre leallekum
tuflihûn(tuflihûne). (Secde Ayeti)
Ey âmenû olanlar! Rükû edin ve secde edin. Ve Rabbinize kulluk edin. Ve hayır işleyin. Umulur ki
böylece siz felâha eresiniz.
22/HACC-78: Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid
dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min
kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs
salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men
nasîr(nasîru).
Ve Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız
İbrâhîm (A.S)'ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah'a teslim olanlar) olarak
isimlendirdi. Bunda da (Kur'ân-ı Kerim'de de), resûl size şahit olsun ve siz de insanlara şahitler
olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah'a sarılın (Allah'ın Zat'ında yok
olun). O, sizin Mevlâ'nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.
HADÎD
Bismillâhirrahmânirrahîm
57/HADÎD-1: Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Semalarda ve arzdaki herşey Allah'ı tesbih etti (ve etmektedir). Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.
57/HADÎD-2: Lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), yuhyî ve yumît(yumîtu), ve huve alâ kulli
şey’in kadîr(kadîrun).
Semaların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O'nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye
kaadirdir.
57/HADÎD-3: Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in
alîm(alîmun).
O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır
(gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.
57/HADÎD-4: Huvellezî halakas semâvâti vel ardafisitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi),
a’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ,
ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O'dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı
ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir.
Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir.
57/HADÎD-5: Lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru). 1
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. (Bütün) işler Allah'a döndürülür.
57/HADÎD-6: Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyl(leyli) ve huve alîmun bi zâtis
sudûr(sudûri).
Geceyi, gündüzün içine sokar. Ve gündüzü, gecenin içine sokar. Ve O, sinelerde olanı (sırları,
niyetleri, düşünceleri) en iyi bilendir.
57/HADÎD-7: Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîh(fîhi),
fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr(kebîrun).
Allah'a ve O'nun Resûlü'ne îmân edin. Ve sizi vekil kıldığı şeylerden infâk edin. Böylece sizden
âmenû olup infâk edenler için büyük ecir vardır.
57/HADÎD-8: Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâh(billâhi), ver resûlu yed’ûkum li tû’minû bi
rabbikum ve kad e haze mîsâkakum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve size ne oluyor ki, Allah'a inanmıyorsunuz. Ve resûl, sizi Rabbinize îmân etmeniz için çağırıyor.
Eğer siz inananlarsanız Allah, sizin (daha önce Rabbinizi tasdik etmiş olduğunuz) misakinizi
almıştı.
57/HADÎD-9: Huvellezî yunezzilu alâ abdihî âyâtin beyyinâtin li yuhricekum minez zulumâti
ilen nûr(nûri), ve innellâhe bikum le raûfun rahîm(rahîmun).
Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için kuluna açık âyetler indiren O'dur. Ve muhakkak ki Allah,
sizin için elbette Rauf'tur, Rahîm'dir.
57/HADÎD-10: Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı),
lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve kâtel(kâtele), ulâike a’zamu dereceten
minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû ve kullen ve adallâhul husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne
habîr(habîrun).
Ve size ne oluyor ki, Allah'ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.
İçinizden, fetihten önce infâk eden ve savaşanlar, işte onlar, daha sonra (fetihten sonra) infâk eden
ve savaşanlarla bir değildir, onlardan daha yüksek (azamî) derece sahibidirler. Ve Allah, hepsine
hüsna'yı vaadetti. Ve Allah, yaptıklarınızdan en iyi haberdar olandır.
57/HADÎD-11: Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehu ve lehû ecrun
kerîm(kerîmun).
Kim ki Allah'a (Allah için) güzel bir borç verir, o taktirde o (borç), ona kat kat ödenir. Ve onun için
kerim ecir vardır.
57/HADÎD-12: Yevme terel mû’minîne vel mû’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi
eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîh(fîhâ), zâlike
huvel fevzul azîm(azîmu).
O gün, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün.
Bugün sizin müjdeniz, orada ebediyyen kalacağınız, altından nehirler akan cennetlerdir. İşte o,
fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
57/HADÎD-13: Yevme yekûlul munâfikûne vel munâfikâtu lillezîne âmenûnzurûnâ naktebis min
nûrikum, kîlerci’û verâekum fel temisû nûrâ(nûren), fe duribe beynehum bi sûrin lehu
bâb(bâbun), bâtınuhu fîhir rahmetu ve zâhiruhu min kıbelihil azâb(azâbu).
Münafık erkeklerin ve münafık kadınların, âmenû olanlara: “Bizi bekleyin, sizin nurunuzdan bir
parça alalım.” diyeceği gün, onlara: “Haydi arkanıza dönün ve nur arayın.” denir. Artık onların
arasına, kapısı olan bir duvar çekilmiştir. Onun iç kısmında, orada rahmet ve onun dış tarafında,
ondan (duvardan) önce azap vardır.
57/HADÎD-14: Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum
enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve
garrekum billâhil garûr(garûmu). 1
Onlara seslenirler: “Biz, sizinle beraber olmadık mı?” (Onlar): “Evet, fakat siz kendinizi fitneye
düşürdünüz, beklediniz ve şüphe ettiniz. Allah'ın emri (ölüm emri) gelinceye kadar emaniyye sizi
aldattı. Ve garur (aldatanlar, şeytan ve avaneleri), sizi Allah ile (Allah “Gafur'dur, Rahîm'dir, sizi
affeder.” diyerek) aldattı.” dediler.
57/HADÎD-15: Fel yevme lâ yû’hazu minkum fîd yetun ve lâ minellezîne keferû, me’vâkumun
nâr(nâru), hiye mevlâkum, ve bi’sel masîr(masîru).
Artık o gün, sizden bir fidye (bedel) alınmaz (kabul edilmez) ve kâfirlerden de. Sizin mevanız
(sığınağınız) ateştir, sizin mevlânız (dostunuz) odur. Ve ne kötü varış yeri.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel
hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum,
ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı
dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de
böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi
olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
57/HADÎD-17: İ’lemû ennellâhe yuhyil arda ba’de mevtihâ, kad beyyennâ lekumul âyâti
leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Allah'ın, arzı, ölümünden sonra ona hayat vererek dirilttiğini bilin. (Böylece) âyetleri size açıklamış
olduk. Umulur ki, böylece siz akıl edersiniz.
57/HADÎD-18: İnnel mussaddikîne vel mussaddikâti ve akradûllâhe kardan hasenen yudâafu
lehum ve lehum ecrun kerîm(kerîmun).
Muhakkak ki, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah'a (Allah için) güzel borç
verenler (sadakalar ve borçlar) onlara kat kat ödenir. Ve onlar için kerim ecir vardır.
57/HADÎD-19: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde
rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul
cahîm(cahîmi).
Ve, Allah'a ve O'nun Resûl'üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. Rab'lerinin
yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar
cahîm (alevli ateş) halkıdır.
57/HADÎD-20: İ’lemû ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun
beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd(evlâdi), ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu
summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ(hutâmen), ve fîl âhıreti azâbun
şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân(rıdvânun), ve mel hayâtud dunyâ illâ metâul
gurûr(gurûri).
Dünya hayatının oyun, eğlence ve bir süs olduğunu bilin, aranızda bir övünme ve mal ve evlât
çokluğudur. (Dünya hayatı), yağmurun bitirdiği, ekincinin hoşuna giden ekin gibidir. Bir süre sonra
kurur, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da o çöp olur. Ahirette şiddetli azap, Allah'tan
mağfiret ve Allah'ın rızası vardır. Ve dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
57/HADÎD-21: Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ keardıs semâi vel ardı
uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih(rusulihî), zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu
zûl fadlil azîm(azîmi).
Rabbinizden mağfirete ve genişliği, yeryüzü ve gökyüzünün genişliği kadar olan, Allah'a ve O'nun
Resûl'üne inananlar için hazırlanmış olan cennete (kavuşmak için) yarışın. İşte bu, Allah'ın fazlıdır.
Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
57/HADÎD-22: Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en
nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun). 1
Yeryüzünde ve kendi nefslerinizde, sizlere isabet eden bir musîbet yoktur ki, onu yaratmamızdan
önce kitapta yazılmamış olsun. Muhakkak ki bu, Allah'a kolaydır.
57/HADÎD-23: Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu
kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
Sizin elinizden çıkan şeye üzülmemeniz ve size verilen şeyle sevinmemeniz (övünmemeniz)
içindir. Ve Allah, böbürlenen ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.
57/HADÎD-24: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhl(buhli), ve men yetevelle
feinnellâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Onlar ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Ve kim dönerse, o taktirde muhakkak
ki Allah; O, Ganî'dir (zengindir), Hamid'dir (hamdedilendir).
57/HADÎD-25: Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li
yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnel hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li
ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innellâhe kavîyyun azîz(azîzun).
Andolsun ki resûllerimizi beyyinelerle (açık delillerle, ispat vasıtaları ile) gönderdik. Ve onlar ile
beraber kitabı ve mizanı indirdik ki insanlar arasında adaletle hükmetsinler diye. Ve içinde kuvvetli
sertlik bulunan demiri indirdik. Ve onda insanlar için pekçok menfaatler (faydalar) vardır. Ve (bu),
gaybda (görmeden) kendisine ve resûllerine yardım edecek olan kimseleri, Allah'ın bilmesi (belli
etmesi) içindir. Muhakkak ki Allah; Kavî'dir (güçlüdür, kuvvetlidir), Azîz'dir.
57/HADÎD-26: Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimen nubuvvete vel
kitâbe fe minhum muhted(muhtedin), ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Ve andolsun ki, Hz. Nuh'u ve Hz. İbrâhîm'i gönderdik. Ve onların zürriyetlerinden nebîler kıldık.
Ve kitap (verdik). Böylece onlardan bir kısmı hidayete erenlerdir ve onların çoğu fasıklardır.
57/HADÎD-27: Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve
âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve
rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka
riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Sonra onların izleri üzerine resûllerimizi ardarda gönderdik. Ve Meryemoğlu İsa (A.S)'ı gönderdik
ve O'na İncil'i verdik. Ve O'na tâbî olanların kalplerinde refet (şefkat) ve rahmet kıldık. Ve onlar,
O'na ruhbanlık ihdas ettiler. Biz, Allah'ın rızasını ibtiga etmekten başkasını onlara farz kılmadık.
Oysa O'na hakkıyla riayet etmediler. Böylece onlardan, âmenû olanların ecirlerini verdik ve
onlardan çoğu fasıklardı.
57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min
rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun
rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve
O'nun Resûl'üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber
yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah;
Gafur'dur, Rahîm'dir.
57/HADÎD-29: Li ellâ ya’leme ehlul kitâbi ellâ yakdirûne alâ şey’in min fadlillâhi ve ennel fadle
bi yedillâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).
Kitap ehlinin (fasık olmaları), Allah'ın fazlından hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini ve fazlın,
Allah'ın elinde (kudretinde) olduğunu ve onu dilediğine vereceğini bilmedikleri içindir. Ve Allah,
büyük fazl sahibidir.
HÂKKA
Bismillâhirrahmânirrahîm 1
69/HÂKKA-1: El hâkkah(hâkkatu).
Hakikat (vuku bulması gerçek olan).
69/HÂKKA-2: Mel hâkkah(hâkkatu).
Hakikat (gerçek) olan (vuku bulacağı mutlak olan) nedir?
69/HÂKKA-3: Ve mâ edrâke mel hâkkah(hâkkatu).
Ve hakikat olanın (vuku bulacak olanın) ne olduğunu sana bildiren nedir?
69/HÂKKA-4: Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah(kâriati).
Karia'yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar.
69/HÂKKA-5: Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeh(tâgıyeti).
Fakat bu sebeple Semud (kavmi) azgın (çok şiddetli) bir azapla helâk edildi.
69/HÂKKA-6: Ve emmâ âdun fe uhlikû bi rîhın sarsarin âtiyeh(âtîyetin).
Ve amma, Ad (kavmi) ise (o da) bu sebeple şiddetli dondurucu, azgın esen bir fırtına ile helâk
edildi.
69/HÂKKA-7: Sehharehâ aleyhim seb’a leyâlin ve semâniyete eyyâmin husûmen fe terel kavme
fîhâ sar’â ke ennehum a’câzu nahlin hâviyeh(hâviyetin).
(Allah), onu (fırtınayı) ardarda, 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Bundan sonra o kavmi
orada, içi boş hurma ağacı kütükleri gibi yerlere serilmiş görürsün.
69/HÂKKA-8: Fe hel terâ lehum min bâkıyeh(bâkıyetin).
Artık onlara ait bir bakiye (geriye kalan bir şey) var mı, görüyor musun?
69/HÂKKA-9: Ve câe fir’avnu ve men kablehu vel mu’tefikâtu bil hâtıeh(hâtıeti).
Ve firavun ve ondan öncekiler ve şehirleri alt üst olan kimseler o büyük hata ile geldiler (kıyâmeti,
hesap vermeyi, ceza görmeyi inkâr etmişlerdi).
69/HÂKKA-10: Fe asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten râbiyeh(râbiyeten).
Böylece, Rab'lerinin Resûl'üne isyan ettiler. Bunun üzerine onları şiddetli bir yakalamayla yakaladı.
69/HÂKKA-11: İnnâ lemmâ tagal mâu hamelnâkum fîl câriyeh(câriyeti).
Muhakkak ki (tufanda) su taştığı zaman, sizi (akıp giden) gemide Biz taşıdık.
69/HÂKKA-12: Li nec’alehâ lekum tezkireten ve teıyehâ uzunun vâıyeh(vâıyetun).
Onu sizin için bir ibret kılalım ve işiten kulaklar onu bellesin diye.
69/HÂKKA-13: Fe izâ nufiha fîs sûri nefhatun vâhıdeh(vâhıdetun).
Artık sur'a tek bir üfleyişle üflendiği zaman.
69/HÂKKA-14: Ve humiletil ardu vel cibâlu fe dukketâ dekketen vâhıdeh(vâhıdeten).
Ve yeryüzü (arz) ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, tek bir çarpışla parçalandığı zaman.
69/HÂKKA-15: Fe yevme izin vekaatil vâkıah(vâkıatu).
İşte izin günü, o vakıa (büyük olay) vuku bulmuştur.
69/HÂKKA-16: Ven şakkatis semâu fe hiye yevme izin vâhiyeh(vâhiyetun).
Ve sema yarılmıştır. Artık o, izin günü zaafa uğramıştır (dengesi bozulmuştur).
69/HÂKKA-17: Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin
semâniyeh(semâniyetun).
Ve o melek, onun (göğün) çevresi üzerindedir. Ve izin günü Rabbinin arşını üstlerinde taşıyanların
sayısı sekizdir.
69/HÂKKA-18: Yevme izin tu’radûne lâ tahfâ minkum hâfiyeh(hâfiyetun).
İzin günü (Rabbinize) arz olunacaksınız. Sizden (size ait hiçbir şey) sır olarak gizli kalmaz. 1
69/HÂKKA-19: Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der.
69/HÂKKA-20: İnnî zanentu enniy mülâkın hısâbiyeh.
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla karşılaşacağımı) biliyordum.
69/HÂKKA-21: Fe huve fî îşetin râdıyeh(râdıyetin).
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir.
69/HÂKKA-22: Fî cennetin âliyeh(âliyetin).
Onlar yüksek bir cennettedirler.
69/HÂKKA-23: Kutûfuhâ dâniyeh(dâniyetun).
Onun olgunlaşmış meyveleri yakınlaşmış (aşağı sarkmış) durumdadır.
69/HÂKKA-24: Kulû veşrebû henîen bimâ esleftum fîl eyyâmil hâliyeh(hâliyeti).
Geçmiş günlerde yapmış olduğunuz şeyler sebebiyle (mükâfat olarak) afiyetle yeyin ve için!
69/HÂKKA-25: Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bi şimâlihî fe yekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh.
Ve kitabı (hayat filmi) solundan verilen kimse ise o zaman: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.”
der.
69/HÂKKA-26: Ve lem edri mâ hısâbiyeh.
Ve hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.
69/HÂKKA-27: Yâ leytehâ kânetil kâdiyeh(kâdiyete).
Keşke o (ölünce hayatım) bitmiş olsaydı.
69/HÂKKA-28: Mâ agnâ annî mâliyeh.
Malım bana bir fayda vermedi.
69/HÂKKA-29: Heleke annî sultâniyeh.
Benim saltanatım (mal gücüm) helâk oldu.
69/HÂKKA-30: Huzûhu fe gullûh(gullûhu).
Onu tutun, sonra da onu bağlayın (kelepçeleyin)!
69/HÂKKA-31: Summel cahîme sallûh(sallûhu).
Sonra onu alevli ateşe (cehenneme) atın!
69/HÂKKA-32: Summe fî silsiletin zer’uhâ seb’ûne zirâan feslukûh(feslukûhu).
Sonra uzunluğu yetmiş arşın (zira) olan bir zincir içinde, öylece onu (cehenneme) sevkedin.
69/HÂKKA-33: İnnehu kâne lâ yu’minu billâhil azîm(azîmi).
Muhakkak ki o, Azîm olan Allah'a inanmıyordu (îmân etmiyordu).
69/HÂKKA-34: Ve lâ yahuddu alâ taâmil miskîn(miskîni).
Ve yoksullara yemek vermeye teşvik etmiyordu.
69/HÂKKA-35: Fe leyse lehul yevme hâhunâ hamîm(hamîmun).
Artık o gün, onun burada yakın bir dostu yoktur.
69/HÂKKA-36: Ve lâ taâmun illâ min gıslîn(gıslînin).
Ve kanlı irinden başka bir yemek yoktur.
69/HÂKKA-37: Lâ ye’kuluhu illel hâtiûn(hâtiûne).
Onu günahkârlardan başkası yemez.
69/HÂKKA-38: Fe lâ uksımu bima tubsırûn(tubsırûne).
Artık hayır, gördüğünüz şeylere yemin ederim.
69/HÂKKA-39: Ve mâ lâ tubsırûn(tubsırûne). 1
Ve görmediğiniz şeylere de (yemin ederim).
69/HÂKKA-40: İnnehu le kavlu resûlun kerîmin.
Muhakkak ki o, gerçekten Kerim Resûl'ün sözüdür.
69/HÂKKA-41: Ve mâ huve bi kavli şâirin, kalîlin mâ tu’minûn(tu’minûne).
O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az îmân ediyorsunuz?
69/HÂKKA-42: Ve lâ bi kavli kâhin(kâhinin), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.
69/HÂKKA-43: Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
69/HÂKKA-44: Ve lev tekavvele aleynâ ba’dal ekâvîl(ekâvîli).
Ve eğer, bazı sözleri Bize karşı uydurmuş olsaydı.
69/HÂKKA-45: Le ehaznâ minhu bil yemîn(yemîni).
Elbette onu sağından tutup alırdık (yakalardık).
69/HÂKKA-46: Summe le kata’nâ minhul vetîn(vetîne).
Sonra mutlaka onun can damarını keserdik.
69/HÂKKA-47: Fe mâ minkum min ehadin anhu hâcizîn(hâcizîne).
Ayrıca sizden hiçbiriniz ondan men edici olamaz (buna mani olamaz).
69/HÂKKA-48: Ve innehu le tezkiretun lil muttekîn(muttekîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), gerçekten muttakiler (takva sahipleri) için bir öğüttür.
69/HÂKKA-49: Ve innâ le na’lemu enne minkum mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve muhakkak ki Biz, sizden (içinizde) tekzip edenler olduğunu (yalanlayanları) elbette biliyoruz.
69/HÂKKA-50: Ve innehu le hasretun alel kâfirîn(kâfirîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), kâfirlere elbette hasrettir.
69/HÂKKA-51: Ve innehu le hakk'ul yakîn(yakîni).
Ve muhakkak ki; O (Kur'ân), gerçekten Hakk'ul yakîn'dir (kesin olarak Hakk'ı bilmektir).
69/HÂKKA-52: Fe sebbıh bismi rabbikel azîm(azîmi).
O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et.
HAŞR
Bismillâhirrahmânirrahîm
59/HAŞR-1: Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı tesbih etti (ve etmekte). Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.
59/HAŞR-2: Huvellezî ahrecellezîne keferû min ehlil kitâbi min diyârihim li evvelil haşr(haşri),
mâ zanentum en yahrucû ve zannû ennehum mâniatuhum husûnuhum minallâhi fe
etâhumullâhu min haysu lem yahtesibû ve kazefe fî kulûbihimur ru’be yuhribûne buyûtehum bi
eydîhim ve eydîl mû’minîne fa’tabirû yâ ulîl ebsâr(ebsâri).
Kitap ehlinden inkâr edenleri ilk defa sürgün için diyarlarından çıkaran O'dur. Siz, onların
(diyarlarından) çıkacağını zannetmediniz. Ve onlar da, kalelerinin Allah'tan (gelecek bir şeye) mani
olacağını sandılar. Oysa Allah, onlara hesap etmedikleri bir taraftan geldi ve onların kalplerine
korku verdi. Evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin elleriyle harap ediyorlar(dı). Ey basiret
sahipleri, artık ibret alın! 1
59/HAŞR-3: Ve lev lâ en keteballâhu aleyhimul celâe le azzebehum fîd dunyâ, ve lehum fîl
âhıreti azâbun nâr(nâri).
Ve eğer Allah, onların üzerine (topluca) sürgün yazmamış olsaydı, onlara mutlaka dünyada azap
ederdi. Ve onlar için ahirette de ateşin azabı vardır.
59/HAŞR-4: Zâlike bi ennehum şâ akkûllâhe ve resûleh(resûlehu), ve men yuşâ akkıllâhe fe
innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi).
İşte bu, onların Allah'a ve O'nun Resûl'üne muhalefet etmeleri sebebiyledir. Ve kim Allah'a
muhalefet ederse, o taktirde muhakkak ki Allah, ikabı (cezası) şiddetli olandır.
59/HAŞR-5: Mâ kata’tum min lînetin ev terektumûhâ kâimeten alâ usûlihâ fe bi iznillâhi ve li
yuhziyel fâsikîn(fâsikîne).
Hurma ağaçlarından kestikleriniz veya kökleri üzerinde kaim kılarak (dikili olarak) bıraktıklarınız
da ancak Allah'ın izniyledir ve bu, fasıkların perişan olmaları içindir.
59/HAŞR-6: Ve mâ efâ allâhu alâ resûlihî minhum fe mâ evceftum aleyhi min haylin ve lâ
rikâbin ve lâkinnallâhe yusallitu rusulehu alâ men yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in
kadîr(kadîrun).
Ve onlardan (onların mallarından), Allah'ın Resûl'üne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen
ganimet) için, o zaman, onların üzerine at ve deve koşturmadınız (savaşmadınız). Ve lâkin Allah,
resûllerini dilediklerine musallat eder. Ve Allah, herşeye kaadirdir.
59/HAŞR-7: Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve lizîl kurbâ vel
yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum, ve mâ âtâkumur
resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe şedîdul
ikâb(ikâbi).
Allah'ın o şehir halkının (malından), resûlüne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen ganimet),
artık Allah'ın, peygamberinin, ona yakınlığı olanların, yetimlerin ve yoksulların ve yolcularındır.
(Bu) içinizden zengin olanların arasında elden ele dolaşan bir mal (servet) olmaması içindir. Ve
resûl, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o taktirde ondan vazgeçin.
Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, ikabı (azabı) şiddetli olandır.
59/HAŞR-8: Lil fukarâil muhâcirînellezîne uhricû min diyârihim ve emvâlihim yebtegûne fadlen
minallâhi ve rıdvânen ve yensurûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne).
(Fey), hicret eden fakirler içindir ki onlar, yurtlarından çıkarıldılar ve mallarından uzaklaştırıldılar.
Onlar, Allah'tan fazl ve rıza ararlar. Ve Allah'a ve O'nun Resûl'üne yardım ederler. İşte onlar, onlar
sadıklardır.
59/HAŞR-9: Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve
lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim
hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Ve onlardan önce (Medine'yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine
hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri
onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine
tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar felâha
(kurtuluşa) erenlerdir.
59/HAŞR-10: Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne
sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun
rahîm(rahîmun).
Ve onlardan sonra gelenler: “Rabbimiz bizi ve bizden önce îmân ile geçmiş (göç etmiş) olan
kardeşlerimizi mağfiret et. Ve kalplerimizde âmenû olanlara karşı kin bırakma. Rabbimiz,
muhakkak ki Sen; Rauf'sun, Rahîm'sin.” derler. 1
59/HAŞR-11: E lem tere ilellezîne nâfekû yekûlûne li ihvânihimullezîe keferû min ehlil kitâbi le
in uhrictum le nahrucenne me’akum ve lâ nutîu fî kum ehaden ebeden ve in kûtiltum le
nensurennekum, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Nifak çıkaranları (münafıklık yapanları) görmüyor musun? Kitap ehlinden, inkâr eden kardeşlerine:
“Eğer siz gerçekten (yurdunuzdan) çıkarılırsanız, biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız. Sizin
aranızdaki, size karşı olan bir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiz. Ve eğer sizinle savaşırlarsa,
mutlaka size yardım ederiz.” derler. Ve Allah, onların gerçekten yalancı olduklarına şahadet eder.
59/HAŞR-12: Le in uhricû lâ yahrucûne me’ahum ve le in kûtılû lâ yensurûnehum ve le in
nesarûhum le yuvellunnel edbâr(edbâre), summe lâ yunsarûn(yunsarûne).
Eğer gerçekten (yurtlarından) çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Ve eğer gerçekten savaşsalar,
onlara yardım etmezler. Ve gerçekten onlara yardım etseler bile, mutlaka arkalarını dönerler
(savaştan kaçarlar). Sonra onlar yardım olunmazlar.
59/HAŞR-13: Le entum eşeddu rehbeten fî sudûrihim minallâhi, zâlike bi ennehum kavmun lâ
yefkahûn(yefkahûne).
Siz, gerçekten, onların yüreklerinde korku bakımından daha şiddetlisiniz (Allah'tan çok sizden
korkuyorlar). Bu, onların (Allah'ın azametini, kudretini) fıkıh edemeyen bir kavim olmaları
sebebiyledir.
59/HAŞR-14: Lâ yukâtilûnekum cemîan illâ fî kuren muhassanetin ev min verâi
cudur(cudurin), be’suhum beynehum şedîd(şedîdun), tahsebuhum cemîan ve kulûbuhum şettâ,
zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Onlar, korunmuş şehir içinde veya duvarlar arkasında (surlar içinde) olmadıkça, sizinle toplu olarak
savaşamazlar. Onların kendi aralarındaki çarpışmaları şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, (oysa)
onların kalpleri dağınıktır. Bu, onların akıl etmez bir kavim olmaları sebebiyledir.
59/HAŞR-15: Kemeselillezîne min kablihim karîben zâkû ve bâle emrihim ve lehum azâbun
elîm(elîmun).
(Onların durumu) kendilerinden yakın zaman önce, yaptıkları işlerin sonucunu tatmış olanların
durumu gibidir. Ve onlar için acı bir azap vardır.
59/HAŞR-16: Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke
innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne).
(Münafıkların size vaadleri), şeytanın (vaadlerinin) durumu gibidir. İnsana: “İnkâr et (kâfir ol).”
demişti. Fakat, inkâr ettiği zaman: “Muhakkak ki ben senden uzağım, elbette ben, âlemlerin Rabbi
Allah'tan korkarım.” dedi.
59/HAŞR-17: Fe kâne âkıbetehumâ ennehumâ fîn nâri hâlideyni fîhâ, ve zâlike cezâûz
zâlimîn(zâlimîne).
Böylece ikisinin (münafıkların ve şeytanın) akıbeti orada, ateşin içinde ebediyyen kalmak oldu. Ve
işte bu, zalimlerin cezasıdır.
59/HAŞR-18: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe vel tenzur nefsun mâ kad demet ligad(ligadin),
vettekûllah(vettekûllahe), innallâhe habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah'a karşı takva sahibi olun! Ve
her nefs, yarın için ne takdim ettiğine baksın! Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
59/HAŞR-19: Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâhe fe ensâhum enfusehum, ulâike humul
fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ı unutan kimseler gibi olmayın! Böylece (Allah da) onlara, kendi nefslerini unutturdu. İşte
onlar, onlar fasık olanlardır. 1
59/HAŞR-20: Lâ yestevî ashâbun nâri ve ashâbul cenneh(cenneti), ashâbul cenneti humul
fâizûn(fâizûne).
Ateş ehli ile cennet ehli bir (eşit) değildir. Cennet ehli; onlar, kurtuluşa erenlerdir.
59/HAŞR-21: Lev enzelnâ hâzel kur’âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min
haşyetillâh(haşyetillâhi), ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum
yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Eğer Biz, bu Kur'ân'ı, dağa indirseydik, O'nu mutlaka, Allah'ın korkusundan huşû ile boynunu
bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misalleri veriyoruz. Umulur ki, böylece
onlar tefekkür ederler.
59/HAŞR-22: Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), huver
rahmânur rahîm(rahîmu).
O Allah ki, O'ndan başka İlâh yoktur. Gaybı (görünmeyeni) ve görüneni de O bilir. O; Rahmân'dır,
Rahîm'dir.
59/HAŞR-23: Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmelikul kuddûsus selâmul mû’minul
muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir(mutekebbiru), subhânallâhi ammâ
yuşrikûn(yuşrikûne).
O Allah ki; O'ndan başka İlâh yoktur, Melik'tir (hükümrandır), Kuddüs'tür (mukaddestir), Selâm'dır
(selâmete erdirendir), Mü'mindir (emniyet verendir), Müheymin'dir (koruyup gözetendir), Azîz'dir
(yücedir), Cabbar'dır (cebredendir), Mütekebbir'dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan
şeylerden münezzehtir (uzaktır).
59/HAŞR-24: Huvallâhul hâlikul bâriûl musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs
semâvâti vel ard(ardı) ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
O Allah ki; Yaratan'dır, Bâri'dir (yokken var eden), Musavvir'dir (şekil verendir), güzel isimler
O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tespih eder. Ve O; Azîz'dir (yücedir), Hakîm'dir (hüküm
ve hikmet sahibidir).
HİCR
Bismillâhirrahmânirrahîm
15/HİCR-1: Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbi ve kur’ânin mubîn(mubînin).
Elif, lâm, râ. İşte bunlar, Kitab'ın ve Kur'ân-ı Mübîn'in (açıkça beyan edilmiş Kur'ân'ın) âyetleridir.
15/HİCR-2: Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn(muslimîne).
İhtimal ki; kâfirler “Keşke müslüman (teslim olanlar) olsaydık.” diye temenni edecekler.
15/HİCR-3: Zerhum ye’kulû ve yetemetteû ve yulhihimul emelu fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Onları terket (bırak). Yesinler ve metalansınlar (faydalansınlar) ve emel(ler) onları oyalasın
(meşgul etsin). Fakat yakında bilecekler.
15/HİCR-4: Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbun ma’lûm(ma’lûmun).
Ve Biz hiçbir ülkeyi, onun malûm (bilinen) bir kitabı olmaksızın helâk etmedik.
15/HİCR-5: Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hırûn(yeste’hırune).
Hiçbir ümmet, ecelini evvele alamaz ve tehir edemez (geciktiremez, sonraya alamaz).
15/HİCR-6: Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn(mecnûnun).
Ve: “Ey kendisine zikir indirilen! Gerçekten sen, mutlaka mecnunsun (delisin).” dediler.
15/HİCR-7: Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
Eğer sen sadıklardansan, bize melekleri getirmen gerekmez miydi?
15/HİCR-8: Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne). 1
Biz hak ile olmaksızın melekleri indirmeyiz. O taktirde onlara mühlet de (zaman da) verilmez.
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
15/HİCR-10: Ve le kad erselnâ min kablike fî şiyaıl evvelîn(evvelîne).
Ve andolsun senden önce, evvelki toplumlara da (resûller) gönderdik.
15/HİCR-11: Ve mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Onlara (hiç) bir resûl gelmedi ki; onunla alay etmiş olmasınlar.
15/HİCR-12: Kezâlike neslukuhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
İşte böylece onu (alay etmeyi), mücrimlerin kalplerine sokarız.
15/HİCR-13: Lâ yu’minûne bihî ve kad halet sunnetul evvelîn(evvelîne).
Evvelkilerin sünneti (adeti) gelip geçtiği halde onlar, ona (resûle) îmân etmezler.
15/HİCR-14: Ve lev fetahnâ aleyhim bâben mines semâi fe zallû fîhi ya’rucûn(ya’rucûne).
Ve onlara semadan bir kapı açsak, böylece oradan yükselseler (çıksalar) bile.
15/HİCR-15: Le kâlû innemâ sukkiret ebsârunâ bel nahnu kavmun meshûrûn(meshûrûne).
Mutlaka: “Sadece gözlerimiz bağlandı (engellendi, gerçeği göremiyoruz). Hayır, biz büyülenmiş
bir kavimiz.” demiş olacaklar.
15/HİCR-16: Ve le kad cealnâ fis semâi burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn(nâzırîne).
Andolsun ki; Biz semada burçlar kıldık. Ve bakanlar için onu süsledik.
15/HİCR-17: Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin recîm(recîmin).
Ve Biz, onu taşlanmış (kovulmuş) şeytan(lar)ın hepsinden muhafaza ettik.
15/HİCR-18: İllâ menisterakas sem’a fe etbeahu şihâbun mubîn(mubînun).
Ancak kim duyma hırsızlığı yaptıysa (gaybî bilgileri çalmak istediyse), o zaman onu açıkça yakıcı
bir ateş parçası takip etti.
15/HİCR-19: Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ revâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in
mevzûn(mevzûnin).
Ve yeryüzü; onu uzattık (yaydık) ve oraya büyük dağlar koyduk. Ve orada her şeyden (bütün
bitkilerden) mevzun (birbiriyle orantılı) olarak bitkiler yetiştirdik.
15/HİCR-20: Ve cealnâ lekum fîhâ meâyişe ve men lestum lehu bi râzıkîn(râzıkîne).
Sizin için de, sizin rızıklandırılanlar olmadığınız kimseler için de, maişetler (geçim kaynakları)
kıldık.
15/HİCR-21: Ve in min şey’in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin
ma’lûm(ma’lûmin).
Hazinesi bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Malûm (bilinen) bir kaderi (takdir edilmiş
miktarı) olmaksızın onu indirmeyiz.
15/HİCR-22: Ve erselner riyâha levâkıha fe enzelnâ mines semâi mâen fe
eskaynâkumûh(eskaynâkumûhu), ve mâ entum lehu bi hâzinîn(hâzinîne).
Ve Biz, rüzgârları (yağmur) yüklü olarak gönderdik. Böylece semadan su indirdik de, sizi onunla
suladık. Ve onun (suyun) hazinelerini (denizleri, nehirleri, toprak altı ve toprak üstü su
kaynaklarını, gölleri) oluşturan siz değilsiniz.
15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.
15/HİCR-24: Ve le kad alimnel mustakdimîne minkum ve le kad alimnel
muste’hırîn(muste’hırîne). 1
Andolsun ki; sizden evvelkileri biliyoruz. Ve andolsun ki; sonrakileri de biliyoruz.
15/HİCR-25: Ve inne rabbeke huve yahşuruhum, innehu hakîmun alîm(alîmun).
Ve muhakkak ki; senin Rabbin, O, onları haşreder (huzurunda toplar). Muhakkak ki; O, Hakîm'dir,
Alîm'dir.
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve
organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
15/HİCR-27: Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm(semûmi).
Ve cânn; onu, daha önce semûm'un ateşinden yarattık.
15/HİCR-28: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein
mesnûn(mesnûnin).
Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan
şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
15/HİCR-30: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Böylece meleklerin hepsi birden, toplu olarak secde etti.
15/HİCR-31: İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn(sâcidîne).
İblis hariç. Secde edenlerle beraber olmaktan (direnerek) kaçındı.
15/HİCR-32: Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn(sâcidîne).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “Ey iblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmadın?”
15/HİCR-33: Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein
mesnûn(mesnûnin).
(İblis:) “Ben, hamein mesnun (standart bir şekil verilmiş, organik dönüşüme uğramış) olan
salsalinden halkettiğin bir beşere secde etmem (eden olmam).” dedi.
15/HİCR-34: Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun).
(Allahû Tealâ şöyle) buyurdu: “Hemen oradan çık! Muhakkak ki; sen bu sebeple kovuldun."
15/HİCR-35: Ve inne aleykel lâ’nete ilâ yevmid dîn(dîni).
Ve muhakkak ki; lânet, dîn gününe (karşılıkların, ceza veya mükâfatın verildiği güne) kadar senin
üzerinedir.
15/HİCR-36: Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
(İblis): “Rabbim, öyleyse bana beas gününe (diriltilecekleri güne) kadar zaman ver.” dedi.
15/HİCR-37: Kâle fe inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Öyleyse sen, gerçekten mühlet (süre) verilenlerdensin.”
15/HİCR-38: İlâ yevmil vaktil ma’lûm(ma’lûmi).
Malûm olan (bilinen) vaktin gününe kadar.
15/HİCR-39: Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fil ardı ve le ugviyennehum
ecmeîn(ecmeîne).
(İblis şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı)
süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.
15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.
15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun). 1
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
15/HİCR-42: İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake minel gâvîn(gâvîne).
Azgın olanlardan (iğvaya düşürdüklerinden) sana tâbî olan kimseler hariç, muhakkak ki; benim
kullarım üzerinde senin bir sultanlığın (gücün) yoktur.
15/HİCR-43: Ve inne cehenneme le mev’ıduhum ecmaîn(ecmeîne).
Ve onların hepsine vaadedilen yer, elbette, mutlaka cehennemdir.
15/HİCR-44: Lehâ seb’atu ebvâb(ebvâbin), likulli bâbin minhum cuz’un maksûm(maksûmun).
Onun (cehennemin) 7 kapısı vardır. Her kapı için onlardan taksim edilmiş (bölünmüş) bir grup
vardır.
15/HİCR-45: İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Muhakkak ki; takva sahipleri, cennetlerin içinde ve pınarlar başındadırlar.
15/HİCR-46: Udhulûhâ bi selâmin âminîn(âminîne).
Emin olarak, selâm ile oraya (cennete) girin!
15/HİCR-47: Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin
mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Ve onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip çıkardık. Onlar, kardeş olarak karşılıklı tahtlar
üzerindedirler.
15/HİCR-48: Lâ yemessuhum fîhâ nasabun ve mâ hum minhâ bi muhrecîn(muhrecîne).
Onlara, orada bir yorgunluk dokunmaz. Ve onlar, oradan çıkarılacak değildirler.
15/HİCR-49: Nebbî’ ibâdî ennî enel gafûrur rahîm(rahîmu).
Kullarıma haber ver. Muhakkak ki; Ben Gafur'um (mağfiret edenim) ve Rahîm'im (rahmet edenim,
rahmet nuru gönderenim).
15/HİCR-50: Ve enne azâbî huvel azâbul elîm(elîmu).
Ve muhakkak ki; Benim azabım; o, elîm (çok acı) bir azaptır.
15/HİCR-51: Ve nebbi’hum an dayfi ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve onlara, İbrâhîm (A.S)'ın misafirlerinden haber ver.
15/HİCR-52: İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle innâ minkum vecilûn(vecilûne).
Onun yanına girdikleri zaman: “Selâm (olsun)” dediler. (İbrâhîm A.S) şöyle dedi: “Gerçekten biz
sizden korkuyoruz.”
15/HİCR-53: Kâlû lâ tevcel innâ nubeşşiruke bi gulâmin alîm(alîmin).
(İbrâhîm (A.S)'ın misafirleri) şöyle dediler: “(Siz) korkmayın! Muhakkak ki; biz seni, bir âlim
(erkek) çocuk ile müjdeliyoruz.”
15/HİCR-54: Kâle e beşşertumûnî alâ en messeniyel kiberu fe bime tubeşşirûn(tubeşşirûne).
“Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz? Böyleyken ne ile müjdeliyorsunuz?” dedi.
15/HİCR-55: Kâlû beşşernâke bil hakkı fe lâ tekun minel kânıtîn(kânıtîne).
“Biz seni hak ile müjdeledik. Artık 'ümit kesenler'den olma.” dediler.
15/HİCR-56: Kâle ve men yaknetu min rahmeti rabbihî illad dâllûn(dâllûne).
"Dalâlette olanlardan başka, kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser?" dedi.
15/HİCR-57: Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn(murselûne).
Şöyle dedi: “Ey elçiler! Bundan sonra sizin konuşacağınız konu nedir?”
15/HİCR-58: Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn(mucrimîne).
"Muhakkak ki; biz, mücrim (günahkâr) bir kavme gönderildik." dediler. 1
15/HİCR-59: İllâ âle lût(lûtın), innâ le muneccûhum ecma’în(ecma’îne).
Lut'un ailesi hariç, muhakkak ki; Biz onların hepsini mutlaka kurtaracağız.
15/HİCR-60: İllemre’etehu kaddernâ innehâ le minel gâbirîn(gâbirîne).
Onun hanımı (kadını) hariç. Çünkü onun mutlaka geride kalanlardan (helâk olacaklardan) olmasını
takdir ettik.
15/HİCR-61: Fe lemmâ câe âle lûtınil murselûn(murselûne).
Böylece, gönderilmiş olan resûller (elçiler), Lut'un ailesine geldiği zaman...
15/HİCR-62: Kâle innekum kavmun munkerûn(munkerûne).
(Lut (A.S) şöyle) dedi: “Muhakkak ki; siz tanınmayan bir kavimsiniz (yabancı bir topluluksunuz).”
15/HİCR-63: Kâlû bel ci’nâke bi mâ kânû fîhi yemterûn(yemterûne).
“Hayır, biz, onların hakkında şüphe ettikleri şey ile sana geldik.” dediler.
15/HİCR-64: Ve eteynâke bil hakkı ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
Ve biz sana hakkı getirdik. Ve muhakkak ki; biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz).
15/HİCR-65: Fe esri bi ehlike bi kıt’ın minel leyli vettebı’ edbârehum ve lâ yeltefit minkum
ehadun vamdû haysu tu’merûn(tu’merûne).
Hemen ailenle, gecenin bir kısmında yürüyerek yola çıkın! Onların arkasından, onları takip et.
Sizden hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın. Ve emrolunacağınız yere gidin.
15/HİCR-66: Ve kadaynâ ileyhi zâlikel emre enne dâbire hâulâi maktûun musbihîn(musbihîne).
Ve onların “arkası kesilmiş (nesli tükenmiş)” olarak sabahlayacakları (helâk olup yok olacakları)
emrini, ona bildirdik.
15/HİCR-67: Ve câe ehlul medîneti yestebşirûn(yestebşirûne).
Ve şehir halkı, birbirini müjdeleyerek geldi.
15/HİCR-68: Kâle inne hâulâi dayfî fe lâ tefdahûn(tefdahûni).
(Lut A.S) şöyle dedi: "Muhakkak ki; bunlar benim misafirlerimdir. Artık beni mahçup
etmeyin(utandırmayın)."
15/HİCR-69: Vettekullâhe ve lâ tuhzûn(tuhzûni).
Allah'a karşı takva sahibi olun, sakının. Beni alçaltmayın (rezil etmeyin).
15/HİCR-70: Kâlû e ve lem nenheke anil âlemîn(âlemîne).
Biz seni elâlemin (başkalarının) işine karışmaktan nehyetmedik (men etmedik) mi?
15/HİCR-71: Kâle hâulâi benâtî in kuntum fâilîn(fâilîne).
Şöyle dedi: “Eğer düşündüğünüzü yapacaksanız işte bunlar, benim kızlarım.”
15/HİCR-72: Le amruke innehum le fî sekretihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ömrüne andolsun ki; muhakkak ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.
15/HİCR-73: Fe ehazethumus sayhatu muşrikîn(muşrikîne).
Böylece, müşrikleri (güneş doğduğu vakit orada bulunanları) bir sayha (korkunç bir ses dalgası)
aldı, yakaladı.
15/HİCR-74: Fe cealnâ âliyehâ sâfilehâ ve emternâ aleyhim hıcâreten min siccîl(siccîlin).
Böylece onun (o beldenin) üstünü altına getirdik. Onların üzerine siccîl'den (öldürücü) taşlar
yağdırdık.
15/HİCR-75: İnne fî zâlike le âyâtin lil mutevessimîn (mutevessimîne).
İşte bunda, ibretle izleyenler için, elbette deliller vardır.
15/HİCR-76: Ve innehâ le bi sebîlin mukîm(mukîmîn).
Ve muhakkak ki o gerçekten, yol üzerinde mukîmdir (hâlâ durmaktadır). 1
15/HİCR-77: İnne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki; bunda mü'minler (nefslerinin kalbine îmân yazılmış olanlar) için elbette deliller
(ibretler) vardır.
15/HİCR-78: Ve in kâne ashâbul eyketi le zâlimîn (zâlimîne).
Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.
15/HİCR-79: Fentekamnâ minhum, ve innehumâ le bi imâmin mubîn(mubînin).
Bu sebeple onlardan da intikam aldık ve muhakkak ki; ikisi de (iki şehir de) gerçekten, açıkça bir
rehberdir(gelecek nesillere ibrettir).
15/HİCR-80: Ve le kad kezzebe ashâbul hıcril murselîn(murselîne).
Andolsun ki; Hicr halkı, gönderilen resûlleri yalanladı.
15/HİCR-81: Ve âteynâhum âyâtinâ fe kânû anhâ mu’rıdîn(mu’rıdîne).
Onlara âyetlerimizi (mucizelerimizi, delillerimizi) verdik. Fakat onlar, ondan yüz çevirdiler.
15/HİCR-82: Ve kânû yanhıtûne minel cibâli buyûten âminîn(âminîne).
Ve onlar, dağlardan (sağlamlığına) güvenilir evler (yontarak) oyuyorlardı.
15/HİCR-83: Fe ehazethumus sayhatu musbıhîn(musbıhîne).
Böylece sabah vaktine erenleri (sabaha çıkanları), bir sayha (korkunç bir ses) yakaladı.
15/HİCR-84: Fe mâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Böylece, iktisab ettikleri (kazanmış oldukları) şeyler, onlara bir fayda vermedi.
15/HİCR-85: Ve mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakk(hakkı), ve innes
sâate le âtiyetun fasfehıs safhal cemîl(cemîle).
Biz semaları ve yeryüzünü ve o ikisinin arasındaki şeyleri, başka bir şey için yaratmadık. Ancak
hak ile yarattık. Ve muhakkak ki; o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Artık onlardan güzellikle yüz
çevir.
15/HİCR-86: İnne rabbeke huvel hallâkul alîm(alîmu).
Muhakkak ki; senin Rabbin, O; yaratan ve bilendir.
15/HİCR-87: Ve le kad âteynâke seb’an minel mesânî vel kur’ânel azîm(azîme).
Ve andolsun ki; sana mesânî(ikinci)den 7'yi (7'liyi, 7'li olarak) ve Kur'ân-ul Azîm'i verdik.
15/HİCR-88: Lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ metta’nâ bihî ezvâcen minhum ve lâ tahzen
aleyhim vahfıd cenâhake lil mu’minîn(mu’minîne).
Onlardan bir kısmına çifter çifter (bol bol) met'a olarak verdiğimiz şeylere gözlerini dikme. Onlar
için mahzun olma. Mü'minlere (kalplerine îmân yazılmış olan kimselere) kanatlarını indir
(mutevazi ol, himaye et).
15/HİCR-89: Ve kul innî enen nezîrul mubîn(mubînu).
“Ve muhakkak ki; ben apaçık (uyaran, açıklayan, beyan eden) bir nezirim.” de.
15/HİCR-90: Ke mâ enzelnâ alel muktesimîn(muktesimîne).
Muktesimlere (kısım kısım ayıranlara) indirdiğimiz gibi.
15/HİCR-91: Ellezîne cealûl kur’âne ıdîn(ıdîne).
Onlar, Kur'ân-ı Kerim'i parça parça kıldılar.
15/HİCR-92: Fe ve rabbike le nes’elennehum ecmaîn(ecmaîne).
Artık Rabbine andolsun ki; onların hepsine mutlaka soracağız.
15/HİCR-93: Ammâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Yapmış oldukları şeylerden.
15/HİCR-94: Fasda’ bi mâ tu’meru ve a’rıd anil muşrikîn(muşrikîne). 1
Artık emrolunduğun şeyi açıkça bildir. Ve müşriklerden yüz çevir.
15/HİCR-95: İnnâ kefeynâkel mustehziîn(mustehziîne).
Muhakkak ki; Biz, alay edenlere karşı sana kâfiyiz (yeteriz).
15/HİCR-96: Ellezîne yec’alûne meallâhi ilâhen âhar(âhare), fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah ile beraber başka ilâh kılanlar (kabul edenler), artık yakında bilecekler (öğrenecekler).
15/HİCR-97: Ve le kad na’lemu enneke yadîku sadruke bi mâ yekûlûn(yekûlûne).
Andolsun ki; Biz, onların söylediklerinden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.
15/HİCR-98: Fe sebbih bi hamdi rabbike ve kun mines sâcidîn(sâcidîne).
Öyleyse Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
15/HİCR-99: Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu).
Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk'ul yakîne, Allah'a köle olmaya ulaşıncaya) kadar
Rabbine kul ol!
HUCURÂT
Bismillâhirrahmânirrahîm
49/HUCURÂT-1: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî
vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün önüne geçmeyin. Ve
Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah; en iyi işiten, en iyi bilendir.
49/HUCURÂT-2: Ya eyyuhellezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû
lehu bil kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ
teş’urûn(teş’urûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Seslerinizi peygamber'in sesi'nden fazla
yükseltmeyin. Ve o'na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında
olmadan amelleriniz heba olur.
49/HUCURÂT-3: İnnellezîne yeguddûne asvâtehum inde resûlillâhi ulâikel lezînemtehanallâhu
kulûbehum lit takvâ lehum magfiretun ve ecrun azîm(azîmun).
Allah'ın Resûl'ünün yanında seslerini alçaltanlar; işte onlar, Allah'ın takva için kalplerini imtihan
ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.
49/HUCURÂT-4: İnnellezîne yunâdûneke min verâil hucurâti ekseruhum lâ
ya’kılûn(ya’kılûne).
Muhakkak ki sana odaların dışından seslenenlerin çoğu akıl etmezler.
49/HUCURÂT-5: Ve lev ennehum saberû hattâ tahruce ileyhim le kâne hayren lehum, vallâhu
gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve eğer onlar, sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi, mutlaka onlar için daha hayırlı
olurdu. Ve Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
49/HUCURÂT-6: Yâ eyyuhellezîne âmenû in câekum fâsikun bi nebein fe tebeyyenû en tusîbû
kavmen bi cehâletin fe tusbihû alâ mâ fealtum nâdimîn(nâdimîne).
Ey âmenû olanlar! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, o zaman araştırın. Yoksa cahillikle bir
kavme kötülük edersiniz de sonra yaptığınız şeye pişman olursunuz.
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel
emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe
ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne). 1
Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka
sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü,
fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
49/HUCURÂT-8: Fadlen minallâhi ve ni’meh(ni’meten), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
(Bu) Allah'tan bir fazl ve ni'mettir. Ve Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir.
49/HUCURÂT-9: Ve in tâifetâni minel mû’mînînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat
ihdâhumâ alel uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâh(emrillâhi), fe in fâet fe aslihû
beynehumâ bil adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbul muksitîn(muksitîne).
Ve eğer mü'minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat, eğer ikisinden
biri diğerine saldırırsa, o taktirde saldıran grupla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan
sonra eğer dönerse, böylece ikisinin arasını adaletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diğerine
zulmetmeyin). Muhakkak ki Allah, adaletle davrananları sever.
49/HUCURÂT-10: İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe
leallekum turhamûn(turhamûne).
Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve Allah'a karşı takva sahibi
olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.
49/HUCURÂT-11: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû
hayren minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn(minhunne), ve lâ
telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb(elkâbi), bi’sel ismul fusûku ba’del îmân(îmâni), ve
men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! Bir kavim, (başka) bir kavimle alay etmesin. Belki onlar (alay edilenler)
diğerlerinden daha hayırlıdır. Ve kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden
(diğerleri) daha hayırlıdırlar. Ve birbirinizi ayıplamayın. Kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmândan
sonra fasık isimler ne kötü. Ve kim tövbe etmezse, işte o zaman onlar zalimdirler.
49/HUCURÂT-12: Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’daz zanni
ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule
lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh(kerihtumûhu), vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe tevvâbun
rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin
(merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu
yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan
tiksinirsiniz. Ve Allah'a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve
Rahîm olandır.
49/HUCURÂT-13: Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum
şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun
habîr(habîrun).
Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler
kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok
kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva
sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ
yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum
şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı
dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve
O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez.
Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.” 1
49/HUCURÂT-15: İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve
câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne).
Mü'minler ancak onlardır ki, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne îmân ettiler. Sonra da şüpheye düşmediler.
Ve malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, onlar sadıklardır.
49/HUCURÂT-16: Kul etualli mûnallâhe bi dînikum vallâhu ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl
ard(ardı), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
De ki: “Dîninizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Ve Allah, göklerde ve yerde olanı bilir. Ve Allah,
herşeyi en iyi bilendir.”
49/HUCURÂT-17: Yemunnûne aleyke en eslemû kul lâ temunnû aleyye islâmekum, belillâhu
yemunnu aleykum en hedâkum lil îmâni in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Teslim olmaları ile seni minnette bırakmak istiyorlar. De ki: “Sizin İslâmiyet'inizle beni minnet
altında bırakmayın.” Hayır, bilâkis, sizi îmâna ulaştırarak Allah sizi minnettar kılar, eğer siz
sadıklarsanız.
49/HUCURÂT-18: İnnallâhe ya’lemu gaybes semâvâti vel ard(ardı), vallâhu basîrun bimâ
ta’melûn(ta’melûne).
Muhakkak ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Ve Allah yaptıklarınızı görendir.
HÛD
Bismillâhirrahmânirrahîm
11/HÛD-1: Elif lâm râ kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin
habîr(habîrin).
Elif, lâm, râ. (Bu), âyetleri muhkem kılınmış (sağlamlaştırılmış), sonra Hakîm (hüküm sahibi,
hikmet sahibi) ve Habîr (herşeyden haberdar) Olan'ın katından fasıl, fasıl açıklanmış bir Kitap'tır.
11/HÛD-2: Ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr(beşîrun).
(Bu kitap), Allah'tan başkasına kul olmamanız içindir. Muhakkak ki ben, O'ndan (O'nun tarafından)
sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim.
11/HÛD-3: Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin
musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe
yevmin kebîr(kebîrin).
Ve Rabbinizden mağfiret istemeniz, sonra O'na tövbe etmeniz, belirlenmiş bir zamana kadar sizi
güzel bir meta ile metalandırması (geçindirmesi) ve her fazl sahibine, fazlını vermesi içindir. Ve
eğer (geri) dönerseniz o zaman ben, büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.
11/HÛD-4: İlâllâhi merciukum, ve huve alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Sizin dönüşünüz Allah'adır ve O, herşeye kaadirdir.
11/HÛD-5: E lâ innehum yesnûne sudûrehum li yestahfû minh(minhu), e lâ hîne yestagşûne
siyâbehum ya'lemu mâ yusirrûne ve mâ yu'linûn(yu'linûne), innehu alîmun bi zâtis
sudûr(sudûri).
Gerçekten onlar, O'ndan (Allah'tan) gizlenmek için, göğüslerini bükmüyorlar mı? Böylece
elbiselerini perde (örtü) yapmıyorlar mı? (Allah, onların) gizledikleri şeyleri ve açıkladıkları şeyleri
bilir. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.
11/HÛD-6: Ve mâ min dâbbetin fil ardı illâ alâllâhi rızkuhâ ve ya'lemu mustekarrehâ ve
mustevdeahâ, kullun fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve yeryüzünde yürüyen bir canlı yoktur ki; onun rızkı, Allah'ın üzerine (Allah'a ait) olmasın. Ve
onun karar kıldığı (kaldığı) yeri ve onun emanet (geçici) durduğu yeri bilir. Hepsi Kitab-ı
Mübîn'dedir. 2
11/HÛD-7: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alel mâi li
yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’dil
mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
“Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve
yeryüzünü yaratan O'dur. Ve O'nun arşı su üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki siz, ölümden
sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka
(şöyle) derler: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.”
11/HÛD-8: Ve le in ahharnâ anhumul azâbe ilâ ummetin ma'dûdetin le yekûlunne mâ
yahbisuh(yahbisuhu), e lâ yevme ye'tîhim leyse masrûfen anhum ve hâka bi him mâ kânû bihî
yestehziûn(yestehziûne).
Ve eğer bir ümmete azabı, (onlardan) belli bir süre ertelesek (tehir etsek), mutlaka: “Onu tutan
(men eden) nedir?” derler. Onlara azap geldiği gün, onlardan uzaklaştırılacak değil. (Öyle) değil
mi? Onunla alay etmiş oldukları şey, onları kuşattı (ihata etti).
11/HÛD-9: Ve le in ezaknal insâne minnâ rahmeten summe neza'nâhâ minh(minhu), innehu le
yeûsun kefûr(kefûrun).
Ve insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak, sonra onu ondan çekip alsak, muhakkak ki o, tamamen
ümitsiz bir nankör (kâfir) olur.
11/HÛD-10: Ve le in ezaknâhu na'mâe ba'de darrâe messethu le yekûlenne zehebes seyyiâtu
annî, innehu le ferihun fahûr(fahûrun).
Ve eğer ona darlık isabet ettikten sonra, ona ni'met tattırırsak, mutlaka: “Kötülükler benden gitti.”
der. Muhakkak ki o, şımarık bir övünen (böbürlenen)dir.
11/HÛD-11: İllellezîne saberû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), ûlâike lehum magfiretun ve ecrun
kebîr(kebîrun).
Sabredenler ve salih amel (nefsi tezkiye edici amel) yapanlar hariç. İşte onlar için mağfiret
(günahların sevaba çevrilmesi) ve büyük ecir (mükâfat, bedel) vardır.
11/HÛD-12: Fe lealleke târikun ba'da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ
unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ
kulli şey'in vekîl(vekîlun).
Artık belki de sen, sana vahyolunanın bir kısmını terkedeceksin, onların: “Ona bir hazine
indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi olmaz mıydı?” demeleri (üzerine) ve senin
göğsünün (onunla) daralması sebebiyle. Sen ancak bir nezirsin (uyarıcısın) ve Allah, herşeye
vekildir.
11/HÛD-13: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul fe'tû bi aşri suverin mislihî muftereyâtin
ved'û menisteta'tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa: “Onu uydurdu mu?” diyorlar. “Öyleyse onun gibi uydurulmuş olan 10 sure getirin. Ve eğer
siz, doğru söyleyenlerseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği kişileri de çağırın!” de.
11/HÛD-14: Fe illem yestecîbû lekum fa'lemû ennemâ unzile bi ilmillâhi ve en lâ ilâhe illâ
hû(huve), fe hel entum muslimûn(muslimûne).
O zaman (eğer) size icabet edemezlerse o taktirde (O'nun) Allah'ın ilmi ile indirilmiş olduğunu ve
O'ndan başka ilâh olmadığını bilin! Artık siz müslüman oldunuz mu (İslâm'a girdiniz mi)?
11/HÛD-15: Men kâne yurîdul hayâted dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a'mâlehum fîhâ ve
hum fîhâ lâ yubhasûn(yubhasûne).
Kim dünya hayatını ve onun ziynetini (süsünü) isterse (istedi ise) onların amellerini(n karşılığını)
orada, onlara öderiz (veririz). Ve onlara, orada (karşılıkları) eksiltilmez.
11/HÛD-16: Ulâikellezîne leyse lehum fil âhıreti illen nâr(nâru) ve habita mâ sanaû fîhâ ve
bâtılun mâ kânû ya'melûn(ya'melûne). 2
İşte onlar, onlar için ahirette ateşten başka bir şey yoktur. Ve orada (dünyada) yaptıkları şeyler,
heba oldu (boşa gitti). Ve yapmış oldukları şeyler bâtıldır (geçersizdir).
11/HÛD-17: E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî
kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî
minel ahzâbi fen nâru mev'ıduh(mev'ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min
rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu'minûn(yu'minûne).
Artık O'nun (Allah) tarafından bir şahitin, onu okuduğu kimse mi Rabbinden kesin bir delil
üzerinde oldu ki; ondan önce bir imam (rehber) ve bir rahmet olarak Musa (A.S)'ın kitabı var(dır)?
İşte onlar, ona inanırlar. Ve bir topluluktan onu inkâr eden, böylece ona vaadedilen yeri, ateş olan
kimse mi (Rabbinden kesin bir delil üzerinde oldu)? Bundan sonra ondan şüphe içinde olma.
Çünkü o, senin Rabbinden bir haktır. Lâkin insanların çoğu mü'min olmazlar (inanmazlar).
11/HÛD-18: Ve men ezlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben), ulâike yu'radûne alâ
rabbihim ve yekûlul eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ'netullâhi alâz
zâlimîn(zâlimîne).
Ve kim, Allah'a yalanla iftira edenden, daha zalimdir? İşte onlar Rab'lerine arz edilirler. Ve şahitler:
“İşte bunlar Rab'lerine yalan söyleyenler.” derler. Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine değil mi?
11/HÛD-19: Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ve hum bil âhıreti
hum kâfirûn(kâfirûne).
Onlar ki; Allah'ın yolundan (kişinin mürşidine ulaşmasına mani olarak ruhunun, vücudundan
ayrılarak Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e ulaşmasına engel oldukları için) saptırırlar. Ve onu
(ruhun ölmeden Allah'a ulaşmasını) eğmek ve bükmek isterler (gerçek kavramından uzaklaştırmak
isterler). Onlar, ahireti (ruhun ölmeden Allah'a ulaşmasını) inkâr edenlerdir.
11/HÛD-20: Ulâike lem yekûnû mu'cizîne fîl ardı ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min
evliyâ(evliyâe), yudâafu lehumul azâb(azâbu), mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû
yubsirûn(yubsirûne).
İşte onlar, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değiller. Ve onların Allah'tan başka dostları olmadı.
Onlara azap kat kat arttırılır. Onlar işitmeye güç yetiremediler (sem'î hassaları çalışmadı). Ve onlar
göremediler (basar hassaları çalışmadı).
11/HÛD-21: Ulâikellezîne hasirû enfusehum ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
İşte onlar nefslerini hüsrana düşüren kimselerdir. Ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan uzaklaştı
(gitti).
11/HÛD-22: Lâ cereme ennehum fil âhıreti humul ahserûn(ahserûne).
Kesinlikle ahirette en çok hüsrana uğrayacak olanlar muhakkak ki, onlardır.
11/HÛD-23: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul
cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Muhakkak ki; âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenler), ıslâh edici amel (nefs
tezkiyesi) yapanlar ve Rab'lerine huşû duyanlar (kalplerine ihbat konulanlar, razı ve itaatkâr
olanlar), işte onlar, cennet ehlidir. Onlar, orada ebedî kalanlardır.
11/HÛD-24: Meselul ferîkayni kel a’mâ vel esammi vel basîri ves semî’(semîı) hel yesteviyâni
meselâ(meselen) e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
İki toplumun durumu, âmâ ve sağır ile gören (basar hassası çalışan) ve işitenin (sem'î hassası
çalışan) durumu (örneği) gibidir. İkisinin hali (seviyesi) eşit midir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
11/HÛD-25: Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
Ve andolsun ki; Nuh'u kendi kavmine gönderdik. Muhakkak ki ben, sizin için ifadesi açık ve kesin
bir uyarıcıyım.
11/HÛD-26: En lâ ta’budû illallâh(illallâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm(elîmin). 2
Allah'tan başkasına kul olmamanız için (açıkça uyaran bir uyarıcıyım.) Muhakkak ki ben, elîm (acı)
günün azabının sizin üzerinize olmasından korkuyorum.
11/HÛD-27: Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ nerâke illâ beşeren mislenâ ve mâ
nerâkettebeake illellezîne hum erâzilunâ bâdiyer re’y(re’yi), ve mâ nerâ lekum aleynâ min fadlin
bel nezunnukum kâzibîn(kâzibîne).
O zaman kavminden inkâr eden kimselerin ileri gelenleri (şöyle) dedi: “Biz seni, bizim gibi
beşerden başka (olarak) görmüyoruz. Ve bizden aşağı (fakir, zayıf, aciz) olan basit görüş sahibi
kimselerden başkasının da sana tâbî olduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de
görmüyoruz. Bilâkis sizleri yalancı zannediyoruz.”
11/HÛD-28: Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min
indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn(kârihûne).
Dedi ki: “Ey kavmim! Sizin reyiniz (görüşünüz) bu mu? Eğer ben, Rabbimden bir beyyine üzerinde
isem ve bana Kendi katından bir rahmet verdi ise ve artık o, size gizli tutulduysa ve siz onu kerih
görüyorken, sizi ona mecbur mu edelim (zorlayalım mı)?”
11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi
târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer
ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri)
tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar
(ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
11/HÛD-30: Ve yâ kavmi men yansurunî minallâhi in taredtuhum, e fe lâ
tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve ey kavmim! Eğer ben onları uzaklaştırırsam, Allah'a karşı bana kim yardım eder? Hâlâ tezekkür
etmez misiniz?
11/HÛD-31: Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu innî melekun
ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tiyehumullâhu hayrâ(hayren), allâhu a’lemu bimâ
fî enfusihim, innî izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve size: “Allah'ın hazineleri yanımdadır.” demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum ve: “Muhakkak ki;
ben bir meleğim.” demiyorum. Ve gözlerinizin hakir gördüğü kimselere (Allah'a ulaşmayı
dileyenlere): “Allah asla bir hayır vermeyecek.” demiyorum. Onların nefslerindekileri Allah bilir.
O taktirde (doğruyu söylemezsem) muhakkak ki; ben, elbette zalimlerden olurum.
11/HÛD-32: Kâlû yâ nûhu kad câdeltenâ fe ekserte cidâlenâ fe’tinâ bi mâ teidunâ in kunte
mines sâdikîn(sâdikîne).
“Ya Nuh!” dediler. “Bizimle mücâdele etmiştin (çekişmiştin), hatta bizimle mücâdelede çok ileri
gittin. Eğer sen sadıklardansan, o taktirde bize vaadettiğin şeyi getir.”
11/HÛD-33: Kâle innemâ ye’tîkum bihillâhu in şâe ve mâ entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Şöyle dedi: “Onu size ancak eğer dilerse Allah getirir. Ve siz, (Allah'ı) aciz bırakacak değilsiniz.”
11/HÛD-34: Ve lâ yenfeukum nushî in eredtu en ensaha lekum in kânallâhu yurîdu en
yugviyekum, huve rabbukum ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve eğer size nasihat etmek istersem (istesem de), şâyet Allah sizi azdırmak isterse, benim nasihatim
size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz.
11/HÛD-35: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul iniftereytuhu fe aleyye icrâmî ve ene
berîun mimmâ tucrimûn(tucrimûne).
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, o zaman benim suçum bana
ait. Ve ben, sizlerin işlediği suçlardan uzağım.” 2
11/HÛD-36: Ve ûhiye ilâ nûhın ennehu len yu’mine min kavmike illâ men kad âmene fe lâ
tebteis bi mâ kânû yef’alûn(yef’alûne).
Ve Nuh'a: “Senin kavminden âmenû olmuş olanlar hariç, onlar asla mü'min olmayacak.” (diye)
vahyedildi. Artık onların yapmış olduğu şeylerden dolayı sen, yeise kapılma.
11/HÛD-37: Vasnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum
mugrekûn(mugrekûne).
Vahyimizle ve Bizim gözetimimizde gemiyi inşa et (yap)! Zulmedenler hakkında Bana hitap etme.
Onlar, muhakkak ki; boğulacak olanlardır.
11/HÛD-38: Ve yasneul fulke ve kullemâ merre aleyhi meleun min kavmihi sehırû
minh(minhu), kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn(tesharûne).
Ve o gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri ona her uğradıklarında onunla alay ettiler. (Nuh
(A.S) şöyle) dedi: “Eğer bizimle alay ediyorsanız sonra da muhakkak ki; biz, sizin alay ettiğiniz
gibi sizinle alay edeceğiz.”
11/HÛD-39: Fe sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve yehıllu aleyhi azâbun
mukîm(mukîmun).
Kendisine alçaltacak bir azap gelecek kimseleri artık yakında bileceksiniz. Ve onun üzerine, kalıcı
azap nüfuz edecek.
11/HÛD-40: Hattâ izâ câe emrunâ ve fâret tennûru kulnâhmil fîhâ min kullin zevceynisneyni ve
ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu ve men âmen(âmene), ve mâ âmene meahû illâ
kalîl(kalîlun).
Ve emrimiz gelince, tennur kaynadı. “O zaman herşeyden, iki unsurdan oluşan (bir dişi ve bir
erkek) bir çifti ve haklarında söz geçmiş olanlar (boğulacakların sözü: âyet-37) hariç, aileni ve
âmenû olanları onun içine yükle.” dedik. Az kişiden başkası, onunla beraber âmenû olmadı.
11/HÛD-41: Ve kâlerkebû fîhâ bismillâhi mecrâhâ ve mursâhâ, inne rabbî le gafûrun
rahîm(rahîmun).
Ve ona binin. Onun yüzmesi ve demir atması (durması) Allah'ın adıyladır. Muhakkak ki benim
Rabbim mutlaka Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen).
11/HÛD-42: Ve hiye tecrî bihim fî mevcin kel cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma'zilin yâ
buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirîn(kâfirîne).
Ve o (gemi) onlarla, dağ gibi dalgalar içinde yüzüyordu. Ve Nuh, ayrı bir yerde duran oğluna
seslendi: “Ey oğulcuğum, bizimle beraber bin ve kâfirlerle beraber olma!”
11/HÛD-43: Kâle seâvî ilâ cebelin ya'sımunî minel mâ'(mâi) kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi
illâ men rahim(rahime), ve hâle beynehumal mevcu fe kâne minel mugrakîn(mugrakîne).
(Nuh (A.S)'ın oğlu şöyle) dedi: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” Nuh (A.S): “Bugün
Allah'ın emrinden koruyan bir koruyucu yoktur. (Allah'ın) rahmet ettiği kimseler hariç.” dedi. Ve
ikisinin arasına dalga(lar) girdi ve böylece boğulanlardan oldu.
11/HÛD-44: Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu ve kudıyel emru vestevet
alal cûdiyyi ve kîle bu'den lil kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Ve: “Ey arz (yeryüzü), suyunu yut! Ey sema (suyunu) tut!” denildi. Ve su çekildi ve emir yerine
getirildi. Ve (gemi), Cudi (dağı)nın üzerine yerleşti. Ve zalim kavme: “Uzak olsunlar.” denildi.
11/HÛD-45: Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va'dekel hakku ve
ente ahkemul hâkimîn(hâkimîne).
Ve Nuh (A.S) Rabbine seslendi. “Sonra (şöyle)dedi: “Rabbim! Muhakkak ki oğlum benim
ailemdendir. Ve muhakkak ki Senin vaadin haktır ve Sen, hüküm verenlerin en iyi hüküm
verenisin.” 2
11/HÛD-46: Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(ehlike), innehu amelun gayru salih(salihin),
fe lâ tes'elni mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innî eızuke en tekûne minel câhilîn(câhilîne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Nuh! Muhakkak ki o, senin ailenden değildir. Muhakkak ki
onun yaptığı salih olmayan bir ameldir. Öyleyse senin hakkında bir ilmin (bilgin) olmayan şeyi,
Benden isteme. Muhakkak ki Ben, cahillerden olursun diye sana öğüt veriyorum.”
11/HÛD-47: Kâle rabbi innî eûzu bike en es'eleke mâ leyse lî bihî ilm(ilmun), ve illâ tagfirlî ve
terhamnî ekun minel hâsirîn(hâsirîne).
(Nuh A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, onun hakkında benim bir ilmim (bilgim) olmayan şeyi
Senden istemekten Sana sığınırım. Ve Senin, beni mağfiret etmen ve Senin, bana rahmet etmen
olmazsa ben, hüsrana uğrayanlardan olurum.” dedi.
11/HÛD-48: Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berekâtin aleyke ve alâ umemin mimmen
meâk(meâke), ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm(elîmun).
(Şöyle) denildi: “Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan ümmetlere (toplumlara) Bizden bir
selâmetle, bereketlerle in! Ve (bazı) ümmetler (olacak ki), onları metalandıracağız
(faydalandıracağız). Sonra onlara Bizden elîm (acı) azap dokunacak.”
11/HÛD-49: Tilke min enbâil gaybi nûhîhâ ileyk(ileyke), mâ kunte ta'lemuhâ ente ve lâ
kavmuke min kabli hâzâ, fasbır, innel âkıbete lil muttekîn(muttekîne).
İşte bunlar, sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Sen ve senin kavmin, bundan
önce onu bilmiyordunuz. Artık sabret, muhakkak ki (güzel) sonuç, takva sahiplerinindir.
11/HÛD-50: Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi'budullâhe mâ lekum min ilâhin
gayruh(gayruhu), in entum illâ mufterûn(mufterûne).
Ve Ad kavmine, onların kardeşi Hud (A.S) (şöyle) dedi: “Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin,
O'ndan (Allah'tan) başka İlâh'ınız yoktur. Siz ancak iftira edenlersiniz (uyduranlarsınız).”
11/HÛD-51: Yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi ecrâ(ecren), in ecriye illâ alellezî fetaranî, e fe lâ
ta'kılûn(ta'kılûne).
Ey kavmim, ona (onun karşılığında) sizden bir ecir (ücret) istemiyorum! Eğer ücretim varsa, ancak
beni Yaratan'a aittir. Hâlâ akıl etmez misiniz?
11/HÛD-52: Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran
ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
Ya kavmim! Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O'na tövbe edin (mürşidin önünde tövbe edip,
zikre başlayın). Üzerinize sema(dan) bol yağmur (bol rahmet) göndersin. Ve sizin kuvvetinizi,
kuvvet ile arttırsın. Ve mücrimler (suçlular) olarak yüz çevirmeyin.
11/HÛD-53: Kâlû yâ hûdu mâ ci'tenâ bibeyyinetin ve mâ nahnu bi târikî âlihetinâ an kavlike ve
mâ nahnu leke bi muminîn(muminîne).
“Ya Hud! Bize bir delil (mucize) getirmedin ve biz, senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz.
Ve biz, sana inanmayız.” dediler.
11/HÛD-54: İn nekûlu illâ'terâke ba'du âlihetinâ bi sû'(sûin), kâle innî uşhidullâhe veşhedû
ennî berîun mimmâ tuşrikûne(tuşrikûne).
Biz ancak: “Bizim bazı ilâhlarımız, fena halde seni çarptı.” deriz. (Onlara şöyle) dedi: “Ben Allah'ı
şahit tutuyorum. Ve sizin şirk koştuğunuz şeylerden benim muhakkak ki (kesinlikle), uzak (berî)
olduğuma şahitlik edin!”
11/HÛD-55: Min dûnihî fe kîdûnî cemîan summe lâ tunzırûn(tunzırûni).
O'ndan (Allah'tan) başka (putlarla), haydi hepiniz bana tuzak kurun. Sonra da bana mühlet
vermeyin.
11/HÛD-56: İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi
nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). 2
Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı
mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O'nun kontrolü altında)
olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir (Sıratı Mustakîm'in kontrolü
Allah'tadır).
11/HÛD-57: Fe in tevellev fe kad eblagtukum mâ ursiltu bihî ileykum, ve yestahlifu rabbî
kavmen gayrekum, ve lâ tedurrûnehu şey’â(şey’en), inne rabbî alâ kulli şey'in hafîz(hafîzun).
Eğer hâlâ dönerseniz (yüz çevirirseniz) böylece ben, bana gönderileni (vahyi, kitabı); onu size
tebliğ etmiş oldum. Ve Rabbim, sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir (halife kılar). Ve siz,
ona (hiç) bir şeyle zarar veremezsiniz. Muhakkak ki benim Rabbim, herşeyi muhafaza edendir (en
iyi koruyan).
11/HÛD-58: Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ hûden vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ,
ve necceynâhum min azâbin galîz(galîzin).
Ve emrimiz geldiği zaman, Bizden bir rahmet ile Hud (A.S)'ı ve âmenû olanları, onunla beraber
kurtardık. Ve onları ağır (çok şiddetli) bir azaptan kurtardık.
11/HÛD-59: Ve tilke âdun cehadû bi âyâti rabbihim ve asav rusulehu vettebeû emre kulli
cebbârin anîd(anîdin).
Ve işte Ad kavmi, Rab'lerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler ve O'nun resûllerine asi oldular (isyan
ettiler). Ve azgın zorbaların hepsinin emrine tâbî oldular.
11/HÛD-60: Ve utbiû fî hâzihid dunyâ la’neten ve yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), e lâ inne âden
keferû rabbehum, e lâ bu'den li âdin kavmi hûd(hûdin).
Ve bu dünyada ve kıyâmet günü lânete tâbî tutuldular ve Ad kavmi Rab'lerini inkâr etmediler mi?
Hud (A.S)'ın kavmi Ad (kavmi) (Allahû Tealâ'nın rahmetinden) uzak kaldı, öyle değil mi?
11/HÛD-61: Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min
ilâhin gayruh(gayruhu), huve enşeekum minel ardı vesta'merekum fîhâ festâgfirûhu summe
tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî karîbun mucîb(mucîbun).
Ve Semud kavmine, onların kardeşi Salih (A.S) şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kul olun. Sizin
için O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi arzdan yaratan ve orada, size imar ettiren O'dur. Öyleyse O'ndan
mağfiret isteyin. Sonra O'na tövbe edin (Allah'a yönelin). Benim Rabbim muhakkak ki yakındır,
(dualara) icabet edendir.”
11/HÛD-62: Kâlû yâ sâlihu kad kunte fînâ mercuvven kable hâzâ e tenhânâ en na'bude mâ
ya'budu âbâunâ ve innenâ le fî şekkin mimmâ ted'ûnâ ileyhi murîb(murîbin).
“Ya Salih, sen bundan önce aramızda, hakkında ümit beslenen bir kimse olmuştun!” dediler.
“Babalarımızın taptığı şeylere, bizim tapmamızı sen bize nehy mi ediyorsun? Gerçekten, bizi O'na
davet ettiğin şüphe verici şeyden, biz kesinlikle tereddüt içindeyiz.” dediler.
11/HÛD-63: Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu
rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayre tahsîr(tahsîrin).
Salih (A.S) şöyle dedi: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden bir delil üzerinde isem ve bana
Kendinden bir rahmet vermiş ise de görüşünüz (bu) mu? Şâyet ben, O'na asi olursam Allah'a karşı
kim bana yardım eder? O taktirde benim hayırdan uzaklaşmamı artırmanızdan başka bir şey
olmaz.”
11/HÛD-64: Ve yâ kavmi hâzihî nâkatullâhi lekum âyeten fe zerûhâ te'kul fî ardıllâhi ve lâ
temessûhâ bi sûin fe ye'huzekum azâbun karîb(karîbun).
Ve ey kavmim! Bu Allah'ın (dişi) devesi, sizin için bir âyettir (mucize). Artık onu serbest bırakın.
Allah'ın arzından yesin. Ve ona kötülükle dokunmayın. Aksi halde sizi, yakın bir azap yakalar.
11/HÛD-65: Fe akarûhâ fe kâle temetteû fî dârikum selâsete eyyâm(eyyâmin), zâlike va'dun
gayru mekzûb(mekzûbin). 2
Buna rağmen onu kestiler. Bunun üzerine (Salih (A.S) şöyle) dedi: “Yurdunuzda üç gün (daha)
faydalanın. Bu yalanlanması (tekzip edilmesi) olmayan bir vaaddir.”
11/HÛD-66: Fe lemmâ câe emrunâ necceynâ sâlihan vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ
ve min hizyi yevmi iz(izin), inne rabbeke huvel kaviyyul azîz(azîzu).
Bundan sonra emrimiz geldiği zaman Salih (A.S)'ı ve onun yanındaki âmenû olan kimseleri Bizden
bir rahmetle kurtardık. Ve izin gününün zilletinden (de) kurtardık. Muhakkak ki senin Rabbin, O;
Kaviyy'dir (güçlü), Azîz'dir (yüce).
11/HÛD-67: Ve ehazellezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).
Ve zulmeden kimseleri bir sayha (çok kuvvetli korkunç ses) aldı (helâk etti). Böylece kendi
yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
11/HÛD-68: Ke en lem yagnev fîhâ, e lâ inne semûde keferû rabbehum, e lâ bu’den li
semûd(semûde).
Sanki orada hiç var olmamışlar (yaşamamışlar) gibi. Gerçekten Semud kavmi Rab'lerini inkâr
etmediler mi? Semud kavmi (Allah'tan) uzak kaldı. Öyle değil mi?
11/HÛD-69: Ve lekad câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâmun fe
mâ lebise en câe bi iclin hanîz(hanîzin).
Ve andolsun elçilerimiz İbrâhîm (A.S)'a müjde ile geldiler: “Selâm” dediler. O (İbrâhîm A.S) da:
“Selâm” dedi. Bunun üzerine, çok geçmeden kızarmış bir buzağı getirdi. (Kızarmış bir buzağı
getirmesi gecikmedi.)
11/HÛD-70: Fe lemmâ reâ eydiyehum lâ tesilu ileyhi nekirehum ve evcese minhum
hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf innâ ursilnâ ilâ kavmi lût(lûtin).
Fakat onların ellerinin ona uzanmadığını görünce onları yadırgadı. Ve onlardan (dolayı) bir korku
hissetti. (Onlar): “Korkma, muhakkak ki biz, Lut kavmine gönderildik.” dediler.
11/HÛD-71: Vemreetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka
ya'kûb(ya'kûbe).
Ve ayakta duran hanımı, bunun üzerine gülümsedi. O zaman onu, İshak ile ve İshak'ın arkasından
Yâkub ile müjdeledik.
11/HÛD-72: Kâlet yâ veyletâ e elidu ve ene ecûzun ve hâzâ ba'lî şeyhâ(şeyhan), inne hâzâ le
şey'un acîb(acîbun).
“Hayret, ben ihtiyar (aciz) iken mi doğuracağım? Ve (işte) bu eşim de ihtiyar. Muhakkak ki bu,
elbette şaşılacak bir şeydir.” dedi.
11/HÛD-73: Kâlû e ta’cebîne min emrillâhi rahmetullâhi ve berekâtuhu aleykum ehlel
beyt(beyti), innehu hamîdun mecîd(mecîdun).
(Melekler) dediler ki: “Allah'ın emrine mi şaşırıyorsun? Ey ev halkı, Allah'ın rahmeti ve bereketi
sizin üzerinize!” Muhakkak ki O, Hamîd (çok övülen, çok hamdedilen)dir, Mecîd'dir (şanı, yüce
olan).
11/HÛD-74: Fe lemmâ zehebe an ibrâhîmer rev’u ve câethul buşra yucâdilunâ fî kavmi
lût(lûtın).
Artık İbrâhîm (A.S)'dan korku gidip, ona müjde geldiği zaman Lut kavmi hakkında Bizimle
mücâdele ediyor(du).
11/HÛD-75: İnne ibrâhîme le halîmun evvâhun munîb(munîbun).
Muhakkak ki İbrâhîm (A.S), cidden çok halim (yumuşak huylu), çok acıyan (yalvaran)dır, Allah'a
yönelmiş bir kimsedir.
11/HÛD-76: Yâ ibrâhîmu a’rid an hâzâ, innehu kad câe emru rabbik(rabbike), ve innehum
âtîhim azâbun gayru merdûd(merdûdin). 2
Ey İbrâhîm, bundan vazgeç! Çünkü senin Rabbinin emri gelmiştir. Ve muhakkak ki onlara, geri
çevrilemez bir azap gelecek (verilecek).
11/HÛD-77: Ve lemmâ câet resulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’an ve kâle hâzâ yevmun
asîb(asîbun).
Ve resûllerimiz Lut (A.S)'a geldiği zaman onlardan dolayı üzüldü ve içi daralıp, telâşlandı. Ve:
“Bu, çok kötü (zorlu) bir gün.” dedi.
11/HÛD-78: Ve câehu kavmuhu yuhreûne ileyhi ve min kablu kânû ya’melûnes
seyyiât(seyyiâti), kâle yâ kavmi hâulâi benâtî hunne etharu lekum, fettekullâhe ve lâ tuhzûni fî
dayfî, e leyse minkum raculun reşîd(reşîdun).
Ve onun kavmi, koşarak onun yanına (ona) geldi. Ve daha önceden seyyiat (kötü şeyler)
yapıyorlardı. “Ya kavmim, işte bunlar kızlarım! Onlar sizin için daha temizdir. Artık (Allah'tan
sakının), Allah'a karşı takva sahibi olun ve misafirlerimin yanında beni rezil etmeyin. Sizin
aranızda irşad eden bir adam yok mu?” dedi.
11/HÛD-79: Kâlû lekad alimte mâ lenâ fî benâtike min hakk(hakkın), ve inneke le ta’lemu mâ
nurîd(nurîdu).
“Andolsun ki; senin de bildiğin (gibi), kızların konusunda bir hakkımız (isteğimiz) yok. Ve
muhakkak ki sen, bizim ne istediğimizi (maksadımızı) elbette biliyorsun.” dediler.
11/HÛD-80: Kâle lev enne lî bikum kuvveten ev âvî ilâ ruknin şedîd(şedîdin).
(Lut (A.S) şöyle) dedi: “Keşke size karşı benim bir kuvvetim olsaydı veya ben, kuvvetli bir
taraftara (muhkem bir yere) sığınsaydım.”
11/HÛD-81: Kâlû ya lûtu innâ rusulu rabbike len yasilû ileyke fe esri bi ehlike bi kıt'ın minel
leyli ve lâ yeltefit minkum ehadun illemreetek(illemreeteke), innehu musîbuhâ mâ esâbehum,
inne mev’ıdehumus subh(subhu), e leyses subhu bi karîb(karîbin).
(Resûller şöyle) dediler: “Ey Lut! Muhakkak ki biz, senin Rabbinin resûlleriyiz (elçileriyiz). Onlar
sana asla ulaşamazlar. Hemen gecenin bir kısmında hanımın hariç, ailen ile gece çık, yürü. Sizin
içinizden biriniz (hiç kimse) geri dönmesin (dönüp bakmasın). Çünkü; onlara isabet eden şey, ona
da isabet edecek. Muhakkak ki onlara vaadedilen vakit, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil
mi?”
11/HÛD-82: Fe lemmâ câe emrunâ cealnâ âliyehâ sâfilehâ ve emtarnâ aleyhâ hicâreten min
siccîlin mendûd(mendûdin).
Artık emrimiz geldiği zaman onu (o şehri) alt üst ettik (onu yükseltip alçalttık). Onların üzerine,
istif edilmiş (dizilip hazırlanmış) siccilden (pişirilip sertleştirilmiş kerpiçten yapılmış) taşlar
yağdırdık.
11/HÛD-83: Musevvemeten inde rabbik(rabbike), ve mâ hiye minez zâlimîne bi baîd(baîdin).
Rabbinin katında damgalanmıştır (işaretlenmiştir). Ve o, zalimlerden uzak değildir.
11/HÛD-84: Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min
ilâhin gayruh(gayruhu), ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu
aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).
Ve Medyen kavmine, onların kardeşi Şuayb şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin için
ondan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve tartıyı eksiltmeyin. Gerçekten ben sizi hayırda (bollukta,
refahta) görüyorum. Ve muhakkak ki ben, ihata eden (kuşatan) günün azabının üzerinize
olmasından korkuyorum.”
11/HÛD-85: Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bil kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ
ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve ey kavmim, ölçeği ve tartıyı adaletle ölçün (yerine getirin)! İnsanların eşyalarını (haklarını)
eksiltmeyin. Ve fesat çıkaranlar (olarak) yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. 2
11/HÛD-86: Bakıyyetullâhi hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne), ve mâ ene aleykum
bi hafîz(hafîzin).
Eğer siz mü'minlerseniz Allah'ın bakiyesi (ticaretin bıraktığı kâr, helâl kazanç) sizin için daha
hayırlıdır. Ve ben, sizin üzerinize muhafız (gözleyici) değilim.
11/HÛD-87: Kâlû yâ şuaybu e salâtuke te’muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale
fî emvâlinâ mâ neşâ’(neşâu), inneke le entel halîmur reşîd(reşîdu).
“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı
terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Muhakkak ki sen, halimsin, reşidsin (rüşde erensin,
irşad edensin).” dediler.
11/HÛD-88: Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve rezekanî minhu
rızkan hasenâ(hasenen), ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anh(anhu), in urîdu illel
ıslâha mesteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh(billâhi), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).
(Şuayb şöyle ) dedi: “Eğer ben, Rabbimden bir delil üzerinde isem ve beni kendinden güzel bir
rızıkla rızıklandırdı ise de görüşünüz (bu) mu? Sizi ondan men ettiğim şeyde size muhalefet etmek
istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar ıslâh etmek istiyorum. Benim başarım ancak Allah
iledir. Ben, O'na tevekkül ettim ve O'na yöneldim.”
11/HÛD-89: Ve yâ kavmi lâ yecrimennekum şikâkî en yusîbekum mislu mâ esâbe kavme nûhin
ev kavme hûdin ev kavme sâlih(sâlihın), ve mâ kavmu lûtin minkum bi baîd(baîdin).
Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, Nuh (A.S)'ın kavmine veya Hud (A.S)'ın kavmine veya Salih
(A.S)'ın kavmine isabet eden musîbetlerin bir benzerini, sakın size de isabet ettirmesin! Ve Lut
(A.S)'ın kavmi, sizden uzak değildir.
11/HÛD-90: Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî rahîmun
vedûd(vedûdun).
Ve Rabbinizin mağfiretini isteyin (dileyin). Sonra O'na (Resûl veya mürşid önünde) tövbe edin.
Muhakkak ki benim Rabbim, rahmet eden (rahmet nuru gönderen) dir, Vedûd'dur (seven).
11/HÛD-91: Kâlû yâ Şuaybu mâ nefkahu kesîren mimmâ tekûlu ve innâ le nerâke fînâ
daîfâ(daîfen), ve lev lâ rehtuke le recemnâke ve mâ ente aleynâ bi azîz(azîzin).
Şöyle dediler: “Ya Şuayb, senin söylediklerinin çoğunu biz anlamadık! Ve gerçekten biz, seni
içimizde zayıf görüyoruz. Ve senin rahtın (sana destek olan gurubun) olmasaydı mutlaka seni
taşlardık. Ve sen, bize karşı üstün değilsin.”
11/HÛD-92: Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâh(minallâhi), vettehaztumûhu
verâekum zıhriyyâ(zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît(muhîtun).
Ey kavmim! Benim rahtım (arkadaşlarım), sizin yanınızda Allah'tan daha mı üstün? Ve O'nu
(Allah'ı) unutarak arkanıza attınız (önem vermediniz). Muhakkak ki benim Rabbim, yaptıklarınızı
ihata eder (ilmi ile kuşatır).
11/HÛD-93: Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi
azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
Ey kavmim, yapacağınız (yapabileceğiniz) şeyi yapın! Muhakkak ki ben de yapıyorum. Onu
alçaltan azap kime gelir ve kim yalancıdır, yakında bileceksiniz. Ve gözleyin (bekleyin). Muhakkak
ki ben de sizinle beraber bekliyorum.
11/HÛD-94: Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ ?uayben vellezîne âmenû meahu bi rahmetin
minnâ ve ehazetillezîne zalemûssayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).
Ve emrimiz geldiği zaman Şuayb (A.S)'ı ve onunla beraber âmenû olanları, Bizden bir rahmetle
kurtardık. Zalim kimseleri bir sayha (ses) aldı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü çöküp kaldılar.
11/HÛD-95: Ke’en lem yagnev fîhâ, e lâ bu’den li medyene kemâ baıdet semûd(semûdu). 2
Orada hiç yaşanmamış gibiydi. Medyen kavmi de, Semud kavminin (Allah'ın rahmetinden) uzak
olduğu gibi (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılmadı mı?
11/HÛD-96: Ve le kad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn(mubînin).
Ve andolsun ki; Musa (A.S)'ı âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla gönderdik.
11/HÛD-97: İlâ fir’avne ve melâihî fettebeû emre fir’avn(fir’avne), ve mâ emru fir’avne bi
reşîd(reşîdin).
Firavun ve onun kavminin ileri gelenlerine (Musa (A.S)'ı gönderdik (âyet-96). Fakat onlar,
firavunun emrine tâbî oldular. Ve firavunun emri (ise) irşad edici değildi.
11/HÛD-98: Yakdumu kavmehu yevmel kıyâmeti fe evredehumun nâr(nâre), ve bi’sel virdul
mevrûd(mevrûdu).
(Firavun), kıyâmet günü kavminin önüne geçerek böylece onları ateşe götürecek. Ve girilen yer
(ne) kötü bir yerdir.
11/HÛD-99: Ve utbiû fî hâzihî la’neten ve yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), bi’ser rifdul
merfûd(merfûdu).
Ve burada, kıyâmet gününde lânete tâbî tutuldular. Verilen bahşiş (ne) kötü bir bağıştır.
11/HÛD-100: Zâlike min enbâil kurâ nekussuhu aleyke minhâ kâimun ve hasîd(hasîdun).
İşte bu sana anlattığımız, beldelerin haberlerindendir. Onlardan ayakta kalanlar (izleri hâlâ
duranlar) ve hasat olanlar (izleri silinmiş olanlar) vardır.
11/HÛD-101: Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum
âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbik(rabbike), ve mâ
zâdûhum gayre tetbîb(tetbîbin).
Ve Biz, onlara zulmetmedik. Ve lâkin onlar, kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri geldiği zaman
Allah'tan başka dua ettikleri ilâhlar, onlara bir fayda sağlamadı (vermedi). Ve onların helâklarını
artırmaktan başka (bir şey) olmadı.
11/HÛD-102: Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimeh(zâlimetun), inne ahzehû
elîmun şedîd(şedîdun).
Halkı zalim olan ülkeleri ahzettiği zaman senin Rabbinin yakalaması işte böyledir. Onun ahzı
(yakalaması), muhakkak ki çok şiddetlidir, çok elîmdir.
11/HÛD-103: İnne fî zâlike le âyeten li men hâfe azâbel âhıreh(âhıreti), zâlike yevmun
mecmûun lehun nâsu ve zâlike yevmun meşhûd(meşhûdun).
Muhakkak ki bunda, ahiret azabından korkan kimse için, elbette bir âyet (delil) vardır. İşte bu,
insanların toplanma günüdür. Ve işte bu, şahadet günüdür.
11/HÛD-104: Ve mâ nuahhıruhû illâ li ecelin ma’dûd(ma’dûdin).
Ve Biz, onu (o günü), sayılı (belirli) bir vadeden(ecelden) başka ertelemeyiz.
11/HÛD-105: Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve
saîd(saîdun).
O gün gelince, O'nun izni olmaksızın kimse konuşamaz. O zaman onlardan bir kısmı şâkîdir
(bedbaht), bir kısmı saiddir (mutlu).
11/HÛD-106: Fe emmellezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk(şehîkun).
Şâkî olanlara gelince; artık onlar, ateştedir. Onlar, orada (yüksek sesle inleyerek ve) çok zor bir
şekilde soluk soluğa, nefes alıp verirler.
11/HÛD-107: Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel'ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), inne
rabbeke fe'âlun limâ yurîd(yurîdu). 2
Onlar, semalar ve yeryüzü (cehennemin semaları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır
(kalacaklardır). Rabbinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin
Rabbin, dilediği şeyi yapandır.
11/HÛD-108: Ve emmellezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu
illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), atâen gayre meczûz(meczûzin).
Fakat mutlu olanlar, artık cennettedir. (Cennetlerin) semaları ve arzı durdukça, Rabbinin dilediği
şey (cenneti yok etmeyi dilemesi) hariç, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).
11/HÛD-109: Fe lâ teku fî miryetin mimmâ ya’budu hâulâ’(hâulâi), mâ ya’budûne illâ kemâ
ya’budu âbâuhum min kabl(kablu), ve innâ le muveffûhum nasîbehum gayre
menkûs(menkûsin).
Artık sen, onların taptığı şeylerden şüphe içinde olma. Onlar, ancak babalarının önceden ibadet
ettiği gibi ibadet ediyorlar (onların taptığı şeylere tapıyorlar). Ve muhakkak ki Biz, onların
nasiplerini eksiltmeksizin öderiz (ödeyenleriz).
11/HÛD-110: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fahtulife fîh(fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat min
rabbike le kudiye beynehum, ve innehum le fî şekkin minhu murîb(murîbun).
Ve andolsun Musa (A.S)'a kitap verdik. Onun hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştüler. Rabbinden
bir söz (hesabın kıyâmet gününde görüleceği) geçmemiş olsaydı onların aralarında mutlaka hüküm
verilmiş olurdu. Muhakkak ki onlar, mutlaka O'ndan (Kur'ân'dan) şüpheli bir tereddüt içindedirler.
11/HÛD-111: Ve inne kullen lemmâ le yuveffiyennehum rabbuke a’mâlehum, innehu bimâ
ya’melûne habîr(habîrun).
Ve muhakkak ki Rabbin, onların hepsinin amellerinin karşılığını mutlaka onlara öder. Muhakkak ki
O, onların amellerinden (yaptığı şeylerden) haberdar olandır.
11/HÛD-112: Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne
basîr(basîrun).
Artık sen, sana tövbe ederek, tâbî olanlarla birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol. Ve
azgınlık yapmayın (aşırı gitmeyin). Muhakkak ki O, yaptıklarınızı görendir.
11/HÛD-113: Ve lâ terkenû ilellezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi
min evliyâe summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve zalim olan kimselere meyletmeyiniz. O taktirde size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka
dostunuz yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.
11/HÛD-114: Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti
yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn(zâkirîne).
Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında namazı ikame et. Muhakkak ki
haseneler (kazanılan dereceler), seyyiati (kaybedilen dereceleri) giderir. İşte bu, zikredenler için bir
öğüttür.
11/HÛD-115: Vasbir fe innallâhe lâ yudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Ve sabret, muhakkak ki Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez.
11/HÛD-116: Fe lev lâ kâne minel kurûni min kablikum ûlû bakıyyetin yenhevne anil fesâdi fil
ardı illâ kalîlen mimmen enceynâ minhum, vettebeallezîne zalemû mâ utrifû fîhi ve kânû
mucrimîn(mucrimîne).
Bu durumda, sizden önceki nesillerden bakiye sahiplerinden (asırlarca münkerden nehyedenler ve
ma'rufla emredenler) onlardan kurtardıklarımızdan pek azı dışındakilerden de bir kısmı,
yeryüzünde fesattan nehyetseler (men) olmaz mıydı? Zalim olanlar, onları şımartan şeylere (mal,
mülk) tâbî oldular. Ve mücrimler (suçlular) oldular.
11/HÛD-117: Ve mâ kâne rabbuke li yuhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn(muslihûne).
Ve senin Rabbin, halkı ıslâh edici olan beldeleri zulüm ile helâk edici olmadı. 2
11/HÛD-118: Ve lev şâe rabbuke le cealen nâse ummeten vâhideten ve lâ yezâlûne
muhtelifîn(muhtelifîne).
Ve Rabbin, şâyet dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa ihtilâflar devam edecek.
11/HÛD-119: İllâ men rahime rabbuk(rabbuke), ve li zâlike halakahum, ve temmet kelimetu
rabbike le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Rabbinin rahmet ettiği (Rahîm esmasıyla tecelli ederek rahmet nuru gönderdiği) kimseler (ihtilâfa
düşmeyip Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç. Ve onları (insanları), bunun için (ihtilâfa düşenlerle
düşmeyenleri ayırmak için) yarattı. Rabbinin (ihtilâfa düşenler yani Allah'a ulaşmayı dilemeyenler
için) sözü tamamlandı: Cehennemi mutlaka tamamen insanlar ve cinlerle dolduracağım.
11/HÛD-120: Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî fuâdek(fuâdeke) ve
câeke fî hâzihil hakku ve mev’ızatun ve zikrâ lil muminîn(muminîne).
Ve sana anlattığımız şeylerin hepsi, resûllerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki fuad
hassasını (fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaştırırız. Ve bunda (bu haberlerde) sana hak, mü'minlere
öğüt ve zikir geldi.
11/HÛD-121: Ve kul lillezîne lâ yu’minûna’melû alâ mekânetikum, innâ âmilûn(âmilûne).
Ve mü'min olmayanlara de ki: “Siz yapmakta olduğunuz şeyleri yapın (devam edin). Muhakkak ki
biz (de) yapanlarız.”
11/HÛD-122: Ventazır(ventazırû), innâ muntazırûn(muntazırûne).
Ve bekleyin! Muhakkak ki biz de bekleyenleriz.
11/HÛD-123: Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ardı ve ileyhi yurceul emru kulluhu fa’budhu ve
tevekkel aleyh(aleyhi), ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Semaların (göklerin) ve arzın gaybı Allah'ındır. İşlerin hepsi O'na döndürülür. Öyleyse O'na kul
olun ve tevekkül edin. Senin Rabbin, yaptığınız şeylerden gâfil (habersiz) değildir.
HUMEZE
Bismillâhirrahmânirrahîm
104/HUMEZE-1: Veylun li kulli humezetin lumezeh(lumezetin).
Arkadan çekiştirmeyi ve kaş-gözle alay etmeyi alışkanlık haline getirenlerin hepsinin vay haline!
104/HUMEZE-2: Ellezî cemea mâlen ve addedeh(addedehu).
O ki, malı toplardı ve onu, tekrar tekrar sayardı.
104/HUMEZE-3: Yahsebu enne mâlehû ahledeh(ahledehu).
Malının onu ebedî kılacağını sanıyor.
104/HUMEZE-4: Kellâ le yunbezenne fîl hutameh(hutameti).
Hayır, o mutlaka hutameye (tutuşturulmuş ateşe) atılacak.
104/HUMEZE-5: Ve mâ edrâke mel hutameh(hutametu).
Ve hutamenin ne olduğunu sana bildiren nedir?
104/HUMEZE-6: Nârullâhil mûkadeh(mûkadetu).
(O), Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir.
104/HUMEZE-7: Elletî tettaliu alel ef’ideh(ef’ideti).
Ki o (hutame) yüreklerin üstüne çıkar (yükselir).
104/HUMEZE-8: İnnehâ aleyhim mu’sadeh(mu’sadetun).
Muhakkak ki o, onların (kâfirlerin) üzerine kapatılmıştır.
104/HUMEZE-9: Fî amedin mumeddedeh(mumeddedetin). 2
Uzatılmış yüksek sütunlarda olacaklar (bağlanacaklar).
İBRÂHÎM
Bismillâhirrahmânirrahîm
14/İBRÂHÎM-1: Elif lâm râ kitâbun enzelnâhu ileyke li tuhricen nâse minez zulûmâti ilen nûri
bi izni rabbihim ilâ sırâtıl azîzil hamîd(hamîdi).
Elif lâm râ. Rab'lerinin izni ile insanları karanlıklardan nura; Azîz, Hamîd olanın yoluna çıkarman
için sana indirdiğimiz kitaptır.
14/İBRÂHÎM-2: Allâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve veylun lil kâfirîne min
azâbin şedîd(şedîdin).
O Allah ki; semalarda ve yeryüzünde ne varsa O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay
haline.
14/İBRÂHÎM-3: Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhıreti ve yasuddûne an sebîlillâhi ve
yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ulâike fî dalâlin baîd(baîdin).
Onlar, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Ve onu
eğriltmek isterler.İşte onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe
yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi
lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri)
dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet
Sahibi'dir.
14/İBRÂHÎM-5: Ve le kad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ en ahric kavmeke minez zulumâti ilen nûri,
ve zekkirhum bi eyyâmillâh(eyyâmillâhi), inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).
Andolsun ki; Biz Musa (A.S)'ı: “Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın günlerini
hatırlat (onlara Allah'ın günleri boyunca zikrettir).” diye âyetlerimizle (delillerimizle,
mucizelerimizle) gönderdik. Muhakkak ki; bunda şükredip, sabredenlerin hepsi için âyetler
(deliller) vardır.
14/İBRÂHÎM-6: Ve iz kâle mûsâ li kavmihizkurû ni’metallâhi aleykum iz encâkum min âli
fir’avne yesûmûnekum sûel azâbi ve yuzebbihûne ebnâekum ve yestahyûne nisâekum, ve fî
zâlikum belâun min rabbikum azîm(azîmun).
Ve Musa (A.S) kavmine şöyle demişti: “Allah'ın üzerinizdeki ni'metini hatırlayın! Sizi firavun
ailesinden (hanedanından) kurtarmıştı. Sizi azabın en kötüsüne maruz bırakıyorlar ve oğullarınızı
öldürüyorlar (boğazlıyorlar) ve kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunlarda Rabbinizden büyük bir
imtihan vardır.
14/İBRÂHÎM-7: Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne
azâbî le şedîd(şedîdun).
Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni'metlerinizi) artırırız, eğer
küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir.
14/İBRÂHÎM-8: Ve kâle mûsâ in tekfurû entum ve men fîl ardı cemî’an fe innallâhe le
ganiyyun hamîd(hamîdun).
Musa (A.S) şöyle dedi: “Eğer siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi, inkâr etseniz (bile) muhakkak
ki; Allah Gani (şükrünüze muhtaç değil)dir, Hamîd'dir.
14/İBRÂHÎM-9: E lem ye’tikum nebeullezîne min kablikum kavmi nûhın ve âdin ve
semûd(semûde), vellezîne min ba’dihim, lâ ya’lemuhum illallâh(illallâhu), câethum rusuluhum 2
bil beyyinâti fe reddû eydiyehum fî efvâhihim ve kâlû innâ kefernâ bi mâ ursiltum bihî ve innâ le
fî şekkin mimmâ ted’ûnenâ ileyhi murîb(murîbin).
Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad kavminin ve Semud kavminin ve onlardan sonra gelenlerin
haberi size gelmedi mi? Onları, Allah'tan başkası bilemez. Onların resûlleri, onlara beyyinelerle
(delillerle) geldiler. Fakat onlar, ellerini ağızlarına götürdüler (öfkelendiler). Ve şöyle dediler:
“Gerçekten biz onunla gönderildiğiniz şeyi inkâr ettik. Ve muhakkak ki; biz, bizi kendisine (ona)
davet ettiğiniz şeye karşı tereddüt ediyoruz, şüphe içindeyiz.”
14/İBRÂHÎM-10: Kâlet rusuluhum e fîllâhi şekkun fâtırıs semâvâti vel ard(ardı), yed’ûkum li
yagfire lekum min zunûbikum ve yuahhırekum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), kâlû in entum
illâ beşerun mislunâ, turîdûne en tesuddûnâ ammâ kâne ya’budu âbâunâ fe’tûnâ bi sultânin
mubîn(mubînin).
Onların resûlleri şöyle dedi: “Semaları ve arzı yaratan Allah hakkında mı şüphedesiniz? Sizi,
günahlarınızı mağfiret etmek için davet ediyor ve sizi belli bir zamana kadar tehir ediyor (mühlet
veriyor)”. Onlar da şöyle dediler: “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Babalarımızın ibadet etmiş
olduğu şeylerden bizi alıkoymak (engellemek) istiyorsunuz. Öyleyse bize açıkça bir mucize
getirin!”
14/İBRÂHÎM-11: Kâlet lehum rusuluhum in nahnu illâ beşerun mislukum ve lâkinnallâhe
yemunnu alâ men yeşâu min ibâdih(ibâdihî), ve mâ kâne lenâ en ne’tiyekum bi sultânin illâ bi
iznillâh(iznillâhi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Onlara resûlleri şöyle dedi: “Biz de ancak sizin gibi beşeriz (insanız). Fakat Allah, kullarından
dilediğini ni'metlendirir. Bizim, Allah'ın izni olmaksızın, bir sultan (mucize, delil) getirmemiz
olamaz. Artık mü'minler Allah'a tevekkül etsinler.”
14/İBRÂHÎM-12: Ve mâ lenâ ellâ netevekkele alâllâhi ve kad hedânâ subulenâ, ve le nasbirenne
alâ mâ âzeytumûnâ, ve alâllâhi fel yetevekkelil mutevekkilûn (mutevekkilûne).
Ve biz niçin Allah'a tevekkül etmeyelim? Bizi, yollarımıza hidayet etmiştir (ulaştırmıştır). Sizin
bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. Artık tevekkül edenler, Allah'a tevekkül etsinler.
14/İBRÂHÎM-13: Ve kâlellezîne keferû li rusulihim le nuhricennekum min ardınâ ev le
teûdunne fî milletinâ, fe evhâ ileyhim rabbuhum le nuhlikennez zâlimîn(zâlimîne).
Kâfirler, resûllerine dediler ki: “Sizi mutlaka arzımızdan (ülkemizden) çıkaracağız veya mutlaka
bizim dînimize döneceksiniz.” Bunun üzerine onlara Rab'leri: “Mutlaka zalimleri helâk edeceğiz.”
diye vahyetti.
14/İBRÂHÎM-14: Ve le nuskinennekumul arda min ba’dihim, zâlike li men hâfe makâmî ve
hâfe vaîd(vaîdi).
Sizi onlardan sonra mutlaka yeryüzünde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan ve tehditimden
(vaadimden) korkan kimse içindir.
14/İBRÂHÎM-15: Vesteftehû ve hâbe kullu cebbârin anîd(anîdin).
(Resûller) fetih istediler ve bütün zorba inatçılar kaybettiler.
14/İBRÂHÎM-16: Min verâihî cehennemu ve yuskâ min mâin sadîd(sadîdin).
Onun arkasında cehennem vardır ve irinli sudan içirilir.
14/İBRÂHÎM-17: Yetecerreuhu ve lâ yekâdu yusîguhu ve ye’tîhil mevtu min kulli mekânin ve
mâ huve bi meyyit(meyyitin), ve min verâihî azâbun galîz(galîzun).
Onu yutmaya çalışacak ve (fakat) onu boğazından kolayca geçiremeyecek. Bütün mekânlardan ona
ölüm (öldürücü sebepler) gelecek ve (fakat) o ölemeyecek (ölmek istediği halde ölmesi mümkün
olmayacak). Ve onun arkasından galiz (ağır) bir azap vardır. 2
14/İBRÂHÎM-18: Meselullezîne keferû bi rabbihim a’mâluhum ke remâdinişteddet bihir rîhu fî
yevmin âsıf(âsıfin), lâ yakdirûne mimmâ kesebû alâ şey’(şey’in), zâlike huved dalâlul
baîd(baîdu).
Rab'lerini inkâr edenlerin amellerinin durumu, şiddetli rüzgârın savurduğu kül gibidir. İktisab
ettiklerinden (kazandıklarından) bir şeye kaadir olamazlar. İşte o “uzak dalâlet”tir.
14/İBRÂHÎM-19: E lem tere ennallâhe halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), in yeşa’
yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).
Allah'ın, semaları ve yeryüzünü hak ile yarattığını görmüyor musun? Eğer O, dilerse sizi yok eder
ve yeni bir halketme (yaratma) ile (yeni bir toplum) getirir.
14/İBRÂHÎM-20: Ve mâ zâlike alallâhi bi azîz(azîzin).
Ve bu, Allah için büyük (güç bir iş) değildir.
14/İBRÂHÎM-21: Ve berezû lillahi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum
tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey’(şey’in), kâlû lev hedânallâhu le
hedeynâkum, sevâun aleynâ ecezi’nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs(mahîsın).
Hepsi Allah'ın huzuruna çıktılar. Ve zayıf (güçsüz) olanlar kibirlenenlere şöyle dediler: “Muhakkak
ki; biz size tâbî olduk. Şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” Onlar:
“Eğer Allah, bizi hidayete erdirseydi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Sabretsek de,
sabretmesek de bizim için aynıdır. Bizim için kaçacak bir yer yoktur.” dediler.
14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve
veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum
lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi
musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum
azâbun elîm(elîmun).
Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini”
vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir
güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet
ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim
yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim.
Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
14/İBRÂHÎM-23: Ve udhilellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru
hâlidîne fîhâ bi izni rabbihim, tehıyyetuhum fîhâ selâm(selâmun).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi ıslâh edici amel)
yapanlar, altlarından nehirler akan cennetlere dahil edilirler (konulurlar). Orada Rab'lerinin izni ile
ebedî kalırlar. Orada onların tahiyyeleri (temennileri) “selâm”dır.
14/İBRÂHÎM-24: E lem tere keyfe daraballâhu meselen kelimeten tayyibeten ke şeceretin
tayyibetin asluhâ sâbitun ve fer’uhâ fis semâ(semâi).
Allah nasıl örnek verdi, görmedin mi? Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir. Onun aslı sabittir (kökü
topraktadır). Ve onun dalları semadadır.
14/İBRÂHÎM-25: Tu’tî ukulehâ kulle hînin bi izni rabbihâ, ve yadrıbullâhul emsâle lin nâsi
leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
O her zaman Rabbinin izni ile meyvesini verir. Ve Allah, insanlara örnek (darb-ı misal) verir.
Böylece (umulur ki;) onlar tezekkür ederler.
14/İBRÂHÎM-26: Ve meselu kelimetin habîsetin ke şeceretin habîsetinictusset min fevkıl ardı
mâ lehâ min karâr(karârin).
Habis (kötü, çirkin) sözün durumu, yerin üstünden kökü koparılmış, kararsız (dayanaksız) habis
(kötü) ağaç gibidir. 2
14/İBRÂHÎM-27: Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fil hayâtid dunyâ ve fil
âhıreh(âhıreti), ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâ’(yeşâu).
Allah âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) sabit sözle dünya ve ahiret
hayatında sebat ettirir. Ve zalimleri dalâlette bırakır. Allah dilediği şeyi yapar.
14/İBRÂHÎM-28: E lem tere ilellezîne beddelû ni’metallâhi kufren ve ehallû kavmehum dârel
bevâr(bevâri).
Allah'ın ni'metini küfürle değiştirenleri ve kendi kavimlerini helâk yurduna götürenleri görmedin
mi?
14/İBRÂHÎM-29: Cehennem(cehenneme), yaslevnehâ, ve bi’sel karâr(karâru).
Cehennem; ona yaslanırlar. Karar kılınan yer ne kötü!
14/İBRÂHÎM-30: Ve cealû lillâhi endâden li yudıllû an sebîlih(sebîlihî), kul temetteû fe inne
masîrekum ilen nâr(nâri).
Onun yolundan saptırmak için Allah'a eşler koştular. “Metalanın (refah içinde yaşayın)” de. Artık
sizin dönüşünüz ateşedir.
14/İBRÂHÎM-31: Kul li ibâdiyellezîne âmenû yukîmus salâte ve yunfikû mimmâ razaknâhum
sirren ve alâniyeten min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hilâl(hilâlun).
Âmenû olan (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen) kullarıma söyle: “ Dostluk ve alışverişin
olmadığı o günün gelmesinden önce namazı ikame etsinler! Onları rızıklandırdığımız şeylerden
gizli ve aleni (açık) olarak infâk etsinler!”
14/İBRÂHÎM-32: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve enzele mines semâi mâen fe ahrece
bihî mines semerâti rızkan lekum, ve sehhare lekumul fulke li tecriye fil bahri bi emrih(emrihî),
ve sehhare lekumul enhâr(enhâra).
Semaları ve arzı yaratan ve semadan suyu indiren, böylece onunla sizin için ürünlerden rızık
çıkaran ve denizlerde emri ile akıp gitmesi için gemileri size musahhar kılan ve nehirleri de sizin
emrinize veren Allah'tır.
14/İBRÂHÎM-33: Ve sehhare lekumuş şemse vel kamere dâibeyn(dâibeyni), ve sehhare lekumul
leyle ven nehâr(nehâra).
Ve ikisi de (adetleri üzere sünnetullah ile) devamlı hareket halinde olan güneşi ve ay'ı size
musahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de size musahhar kıldı.
14/İBRÂHÎM-34: Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh(se’eltumûhu), ve in teuddû ni’metallâhi
lâ tuhsûhâ,innel insâne le zalûmûn keffâr(keffârun).
Ve ondan istediğiniz herşeyden size verdi. Ve eğer Allah'ın ni'metini saysanız onu sayamazsınız.
Muhakkak insan, gerçekten çok zalim ve çok nankördür (inkârcıdır).
14/İBRÂHÎM-35: Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzel belede âminen vecnubnî ve beniyye en
na’budel asnâm(asnâme).
İbrâhîm (A.S) şöyle demişti: “Rabbim, bu beldeyi emin kıl. Beni ve oğullarımı, putlara tapmaktan
içtinap ettir (uzaklaştır)."
14/İBRÂHÎM-36: Rabbi innehunne adlelne kesîren minen nâs(nâsi), fe men tebianî fe innehu
minnî, ve men asânî fe inneke gafûrun rahîm(rahîmun).
Rabbim gerçekten onlar (putlar), insanların çoğunu dalâlete düşürdüler. Artık kim bana tâbî olursa,
bu sebeple o mutlaka bendendir. Ve kim bana asi olursa, o zaman muhakkak ki; Sen Gafur'sun,
Rahîm'sin.
14/İBRÂHÎM-37: Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytilkel
muharremi rabbenâ li yukîmus salâte fec’al ef’ideten minen nâsi tehvî ileyhim verzukhum mines
semerâti leallehum yeşkurûn(yeşkurûne). 2
Ey Rabbimiz! Ben, zürriyetimden bir kısmını ekin bitmeyen bir vadiye, Senin Beyt-i Haram'ının
yanında iskân ettim (yerleştirdim). Ey Rabbimiz! Namazı ikame etsinler. Bir kısım insanların
kalbini onlara meylettir. Ve onları ürünlerden rızıklandır. Böylece onlar şükrederler.
14/İBRÂHÎM-38: Rabbenâ inneke ta’lemu mâ nuhfî ve mâ nu’lin(nu’linu), ve mâ yahfâ alallâhi
min şey’infil ardı ve lâ fis semâ(semâi).
Rabbimiz, muhakkak ki Sen, bizim gizlediğimiz şeyi de gizlemediğimiz (alenî olan) şeyi de
bilirsin. Yeryüzünde ve sema(lar)da hiçbir şey, Allah'a gizli değildir.
14/İBRÂHÎM-39: Elhamdulillâhillezî vehebe lî alel kiberi ismâîle ve ishâk(ishâka), inne rabbî le
semîud duâ(duâi).
Hamd, ihtiyarlık halinde bana İsmail ve İshak'ı bağışlayan Allah'a mahsustur. Muhakkak ki; benim
Rabbim, duayı mutlaka işitendir.
14/İBRÂHÎM-40: Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ(duâi).
Rabbim, beni ve zürriyetimi namazı ikame edenlerden kıl. Rabbimiz, duamı kabul buyur.
14/İBRÂHÎM-41: Rabbenagfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hisâb(hisâbu).
Rabbimiz, hesap yapıldığı (görüldüğü) gün beni, annemi, babamı ve mü'minleri mağfiret et
(günahlarımızı affet).
14/İBRÂHÎM-42: Ve lâ tahsebennallâhe gâfilen ammâ ya’meluz zâlimûn(zâlimûne), innemâ
yuahhıruhum li yevmin teşhasu fîhil ebsâr(ebsâru).
Ve Allah'ı, zalimlerin yaptığı şeylerden gâfil sanma. Sadece onları, gözlerin dehşetten açılacağı
güne tehir eder (erteler).
14/İBRÂHÎM-43: Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum, ve ef’idetuhum
hevâ’(hevâun).
Başlarını dik tutarak (gökyüzüne doğru devamlı bakarak) koşanlar! Onların bakışları, kendilerine
dönemez. Ve onların kalpleri heva ile (nefsin afetleriyle) doludur (nefsin afetlerinden ibarettir).
14/İBRÂHÎM-44: Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ
ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum
min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).
Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi
yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî
olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
14/İBRÂHÎM-45: Ve sekentum fî mesâkinillezîne zalemû enfusehum ve tebeyyene lekum keyfe
fealnâ bihimve darabnâ lekumul emsâl(emsâle).
Ve siz, nefslerine zulmedenlerin meskenlerine (yerlerine) yerleştiniz ve onlara neler yaptığımız size
açıklandı. Ve size örnekler verdik.
14/İBRÂHÎM-46: Ve kad mekerû mekrehum ve indallâhi mekruhum, ve in kâne mekruhum li
tezûle minhul cibâl(cibâlu).
Onlar tuzaklarını (hilelerini) kurmuşlardı. Ve onların tuzakları (hileleri) Allah'ın indindedir (Allah
onların tuzaklarını bilir), onların tuzakları (hileleri), dağları yok edecek (güçte) olsa bile...
14/İBRÂHÎM-47: Fe lâ tahsebennallâhe muhlife va’dihî rusuleh(rusulehu), innallâhe azîzun
zuntikâm(zuntikâmin).
Öyleyse Allah'ı sakın resûllerine karşı vaadini yerine getirmez sanma. Muhakkak ki; Allah, azîzdir,
intikam sahibidir.
14/İBRÂHÎM-48: Yevme tubeddelul ardu gayrel ardı ves semâvâtu ve berezû lillâhil vâhıdil
kahhâr(kahhâri). 2
O gün arz (yeryüzü) ve semalar, başka bir hale döndürülür (döndürülmüş olur). Ve onlar, Vahid
(bir) ve Kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkmış olurlar.
14/İBRÂHÎM-49: Ve terel mucrimîne yevme izin mukarrenîne fil asfâd(asfâdi).
Ve izin günü, mücrimleri kelepçelenmiş, birbirine zincirlerle bağlanmış görürsün.
14/İBRÂHÎM-50: Serâbîluhum min katırânin ve tagşâ vucûhehumun nâr(nâru).
Onların gömlekleri katrandandır ve onların yüzlerini ateş sarar.
14/İBRÂHÎM-51: Li yecziyallâhu kulle nefsin mâ kesebet, innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
(Bu azap), Allah'ın bütün nefslerin kazandığının karşılığını (ceza veya mükâfat) vermesi içindir.
Muhakkak ki; Allah, hesabı çabuk görendir.
14/İBRÂHÎM-52: Hâzâ belâgun lin nâsi ve li yunzerû bihî ve li ya’lemû ennemâ huve ilâhun
vâhidun ve li yezzekkere ûlul elbâb(elbâbi).
Bu (Kur'ân-ı Kerim), O'nunla uyarılmaları ve O'nun (Allah'ın) tek bir İlâh olduğunun bilinmesi ve
ulûl'elbabın (sırların sahiplerinin) tezekkür etmesi için insanlara bir açıklamadır.
İHLÂS
Bismillâhirrahmânirrahîm
112/İHLÂS-1: Kul huvallâhu ehad(ehadun).
De ki: “O Allah, Bir'dir (Tek'tir).”
112/İHLÂS-2: Allâhus samed(samedu).
Allah Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir).
112/İHLÂS-3: Lem yelid ve lem yûled.
O, doğurmadı ve doğurulmadı.
112/İHLÂS-4: Ve lem yekun lehu kufuven ehad(ehadun).
Ve O'nun bir dengi olmadı (olamaz).
İNFİTÂR
Bismillâhirrahmânirrahîm
82/İNFİTÂR-1: İzes semâunfetaret.
Sema çatlayıp yarıldığı zaman.
82/İNFİTÂR-2: Ve izel kevâkibunteseret.
Ve yıldızlar dağıldığı zaman.
82/İNFİTÂR-3: Ve izel bihâru fucciret.
Ve denizler kabarıp karıştığı zaman.
82/İNFİTÂR-4: Ve izel kubûru bu’siret.
Ve kabirler alt üst edildiği (ölüler dışarı çıkarıldığı) zaman.
82/İNFİTÂR-5: Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet.
(Her) nefs ne takdim ettiğini (yaptığını) ve neyi tehir ettiğini (yapmadığını) bilmiştir.
82/İNFİTÂR-6: Yâ eyyuhel insânu mâ garreke bi rabbikel kerîm(kerîmi).
Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan (mağrur kılan) nedir?
82/İNFİTÂR-7: Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek(adeleke). 2
O (senin Rabbin) ki, seni yarattı, sonra seni sevva etti (dizayn etti), sonra da düzen üzere seni
dengeli, sağlıklı kıldı.
82/İNFİTÂR-8: Fî eyyi sûretin mâ şâe rekkebek(rekkebeke).
Dilediği surette (şekilde) seni terkip etti (farklı genetik şifreleri biraraya getirip (her insana) farklı
suretler verdi).
82/İNFİTÂR-9: Kellâ bel tukezzibûne bid dîn(dîni).
Hayır, bilâkis siz dîni yalanlıyorsunuz.
82/İNFİTÂR-10: Ve inne aleykum le hâfızîn(hâfızîne).
Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde mutlaka (hıfzeden) hafaza melekleri vardır.
82/İNFİTÂR-11: Kirâmen kâtibîn(kâtibîne).
Şerefli yazıcılar (kaydediciler) olarak.
82/İNFİTÂR-12: Ya’lemûne mâ tef’alûn(tef’alûne).
Yaptığınız şeyleri bilirler.
82/İNFİTÂR-13: İnnel ebrâre lefî naîm(naîmin).
Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.
82/İNFİTÂR-14: Ve innel fuccâre lefî cahîm(cahîmın).
Ve muhakkak ki füccar, mutlaka alevli ateş içindedir.
82/İNFİTÂR-15: Yaslevnehâ yevmed dîn(dîni).
Dîn günü ona (alevli ateşe) yaslanırlar (atılırlar).
82/İNFİTÂR-16: Ve mâ hum anhâ bi gâibîn(gâibîne).
Ve onlar, ondan (alevli ateşten) gaib olacak (kaybolacak, yanıp bitecek) değillerdir.
82/İNFİTÂR-17: Ve mâ edrâke mâ yevmud dîn(dîni).
Ve dîn gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
82/İNFİTÂR-18: Summe mâ edrâke mâ yevmud dîn(dîni).
Sonra (evet), dîn gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
82/İNFİTÂR-19: Yevme lâ temliku nefsun li nefsin şey’â(şey’en), vel emru yevmeizin
lillâh(lillâhi).
O gün bir nefs, diğer bir nefs için bir şeye (güç yetirmeye) malik değildir. Ve izin günü emir
Allah'ındır.
İNFİTÂR
Bismillâhirrahmânirrahîm
82/İNFİTÂR-1: İzes semâunfetaret.
Sema çatlayıp yarıldığı zaman.
82/İNFİTÂR-2: Ve izel kevâkibunteseret.
Ve yıldızlar dağıldığı zaman.
82/İNFİTÂR-3: Ve izel bihâru fucciret.
Ve denizler kabarıp karıştığı zaman.
82/İNFİTÂR-4: Ve izel kubûru bu’siret.
Ve kabirler alt üst edildiği (ölüler dışarı çıkarıldığı) zaman.
82/İNFİTÂR-5: Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet.
(Her) nefs ne takdim ettiğini (yaptığını) ve neyi tehir ettiğini (yapmadığını) bilmiştir. 2
82/İNFİTÂR-6: Yâ eyyuhel insânu mâ garreke bi rabbikel kerîm(kerîmi).
Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan (mağrur kılan) nedir?
82/İNFİTÂR-7: Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek(adeleke).
O (senin Rabbin) ki, seni yarattı, sonra seni sevva etti (dizayn etti), sonra da düzen üzere seni
dengeli, sağlıklı kıldı.
82/İNFİTÂR-8: Fî eyyi sûretin mâ şâe rekkebek(rekkebeke).
Dilediği surette (şekilde) seni terkip etti (farklı genetik şifreleri biraraya getirip (her insana) farklı
suretler verdi).
82/İNFİTÂR-9: Kellâ bel tukezzibûne bid dîn(dîni).
Hayır, bilâkis siz dîni yalanlıyorsunuz.
82/İNFİTÂR-10: Ve inne aleykum le hâfızîn(hâfızîne).
Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde mutlaka (hıfzeden) hafaza melekleri vardır.
82/İNFİTÂR-11: Kirâmen kâtibîn(kâtibîne).
Şerefli yazıcılar (kaydediciler) olarak.
82/İNFİTÂR-12: Ya’lemûne mâ tef’alûn(tef’alûne).
Yaptığınız şeyleri bilirler.
82/İNFİTÂR-13: İnnel ebrâre lefî naîm(naîmin).
Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.
82/İNFİTÂR-14: Ve innel fuccâre lefî cahîm(cahîmın).
Ve muhakkak ki füccar, mutlaka alevli ateş içindedir.
82/İNFİTÂR-15: Yaslevnehâ yevmed dîn(dîni).
Dîn günü ona (alevli ateşe) yaslanırlar (atılırlar).
82/İNFİTÂR-16: Ve mâ hum anhâ bi gâibîn(gâibîne).
Ve onlar, ondan (alevli ateşten) gaib olacak (kaybolacak, yanıp bitecek) değillerdir.
82/İNFİTÂR-17: Ve mâ edrâke mâ yevmud dîn(dîni).
Ve dîn gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
82/İNFİTÂR-18: Summe mâ edrâke mâ yevmud dîn(dîni).
Sonra (evet), dîn gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
82/İNFİTÂR-19: Yevme lâ temliku nefsun li nefsin şey’â(şey’en), vel emru yevmeizin
lillâh(lillâhi).
O gün bir nefs, diğer bir nefs için bir şeye (güç yetirmeye) malik değildir. Ve izin günü emir
Allah'ındır.
İNŞİKAK
Bismillâhirrahmânirrahîm
84/İNŞİKAK-1: İzes semâunşakkat.
Gökyüzü yarıldığı zaman.
84/İNŞİKAK-2: Ve ezinet li rabbihâ ve hukkat.
Ve Rabbine itaat etti ve gerçekleştirdi.
84/İNŞİKAK-3: Ve izel ardu muddet.
Ve yeryüzü uzatılıp dümdüz olduğu zaman.
84/İNŞİKAK-4: Ve elkat mâ fîhâ ve tehallet. 2
Ve içindekileri (dışarı) attı ve boşaldı.
84/İNŞİKAK-5: Ve ezinet li rabbihâ ve hukkat.
Ve Rabbine itaat etti ve gerçekleştirdi.
84/İNŞİKAK-6: Yâ eyyuhel insânu inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan fe mulâkîh(mulâkîhı).
Ey insan! Muhakkak ki sen, Rabbine doğru (yola çıkarak) cehd ile (nefsinle) cihad edersin.
Sonunda O'na mülâki olursun (ruhunu Allah'a ilka edersin, ulaştırırsın).
84/İNŞİKAK-7: Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînih(yemînihî).
Fakat kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise.
84/İNŞİKAK-8: Fe sevfe yuhâsebu hısâben yesîrâ(yesîren).
İşte o, kolay bir hesapla hesaba çekilecek.
84/İNŞİKAK-9: Ve yenkalibu ilâ ehlihî mesrûrâ(mesrûren).
Ve ehline surur içinde sevinçle dönecek.
84/İNŞİKAK-10: Ve emmâ men ûtiye kitâbehu verâe zahrih(zahrihî).
Ve kitabı (hayat filmi), arkasından verilen kimse ise.
84/İNŞİKAK-11: Fe sevfe yed’û subûrâ(subûren).
İşte o, hemen ölümü davet edecek (helâk olmak için dua edecek).
84/İNŞİKAK-12: Ve yaslâ saîrâ(saîren).
Ve alevli ateşe yaslanacak (atılacak).
84/İNŞİKAK-13: İnnehu kâne fî ehlihî mesrûrâ(mesrûren).
Muhakkak ki o, (dünyada) ehlinin arasında iken surur içinde sevinçliydi.
84/İNŞİKAK-14: İnnehu zanne en len yahûr(yahûra).
Muhakkak ki o (Allah'a) asla geri dönmeyeceğini sandı.
84/İNŞİKAK-15: Belâ, inne rabbehu kâne bihî basîrâ(basîren).
Hayır, (öyle değil) muhakkak ki Rabbi, onu en iyi görendir.
84/İNŞİKAK-16: Fe lâ uksimu biş şefak(şefakı).
Bundan sonra hayır, şafak vaktine yemin ederim.
84/İNŞİKAK-17: Vel leyli ve mâ vesak(vesaka).
Ve geceye ve örttüğü (barındırdığı) şeylere (yemin ederim).
84/İNŞİKAK-18: Vel kameri izet tesak(tesaka).
Ve nuru tamamlandığı (dolunay haline geldiği) zaman Ay'a (kasem ederim).
84/İNŞİKAK-19: Le terkebunne tabakan an tabakın.
Siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz (gök katlarından geçeceksiniz).
84/İNŞİKAK-20: Fe mâ lehum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Artık onlara ne oluyor ki îmân etmiyorlar (inanmıyorlar)?
84/İNŞİKAK-21: Ve izâ kurıe aleyhimul kur’ânu lâ yescudûn(yescudûne). (SECDE ÂYETİ)
Ve onlara Kur'ân okunduğu zaman secde etmezler.
84/İNŞİKAK-22: Belillezîne keferû yukezzibûn(yukezzibûne).
Hayır, inkâr edenler (kâfirler) yalanlıyorlar.
84/İNŞİKAK-23: Vallâhu a’lemu bimâ yûûn(yûûne).
Ve Allah, onların (kalplerinde) sakladıkları şeyleri (inkârları, düşmanlıkları) en iyi bilir.
84/İNŞİKAK-24: Fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Artık onları elîm azapla müjdele. 2
84/İNŞİKAK-25: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin).
Ancak âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiye
edici amel) yapanlar için, kesintisiz ecir (mükâfat) vardır.
İNŞİRÂH (ŞERH)
Bismillâhirrahmânirrahîm
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-1: E lem neşrah leke sadrek(sadreke).
Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-2: Ve vedagnâ anke vizrek(vizreke).
Ve senden yükünü kaldırdık (kaldırmadık mı?).
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-3: Ellezî enkada zahrek(zahreke).
Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü.
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-4: Ve refa’nâ leke zikrek(zikreke).
Ve senin için, zikrini yükselttik.
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-5: Fe inne maal usri yusra(yusren).
O halde, muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-6: İnne maal usri yusrâ(yusren).
Muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-7: Fe izâ feragte fensab.
Öyleyse boş kaldığın zaman hemen intisap et.
94/İNŞİRÂH (ŞERH)-8: Ve ilâ rabbike fergab.
Ve öyleyse Rabbine rağbet et (O'nu öv, hamdet, zikret, tesbih et).
İSRÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
17/İSRÂ-1: Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî
bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O,
en iyi işiten, en iyi görendir.
17/İSRÂ-2: Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî
vekîlâ(vekîlen).
Ve Musa (A.S)'a kitap verdik. Ve O'nu, “Benden (Allah'tan) başkasını vekil edinmeyin (tevekkül
etmeyin).” diye İsrailoğullarına hidayetçi kıldık.
17/İSRÂ-3: Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
(Ey) Nuh (A.S) ile beraber taşıdıklarımızın zürriyyeti (onların soyundan olanlar)! Muhakkak ki O
(Nuh A.S), çok şükreden bir kul idi.
17/İSRÂ-4: Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne
uluvven kebîrâ(kebîren).
İsrailoğullarına kitapta (Tevrat'ta), “Yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız.” diye bildirdik. Ve
gerçekten, büyük bir üstünlükle gâlip geleceksiniz. 2
17/İSRÂ-5: Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû
hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
Artık ikisinden birincisinin vadesi (zamanı) geldiği zaman, (çok çetin) kuvvet sahibi kullarımızı
sizin üzerinize gönderdik. Böylece evlerin aralarına girip (sizi) aradılar ve vaadedilen, yapılmış
oldu.
17/İSRÂ-6: Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve
cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
Sonra sizi, onlara karşı tekrar (yeniden zafere) döndürdük. Mallarla ve oğullarla, size imdat
(yardım) ettik. Ve sizi, nefer (cemaat) olarak daha çok kıldık.
17/İSRÂ-7: İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li
yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev
tetbîrâ(tetbîren).
Eğer ahsen davranırsanız, kendi nefsiniz için en iyisi olur. Eğer kötü davranırsanız, artık (o da) ona
(nefsinize) aittir. Böylece sonrakinin (ikinci fesadınızın) vadesi geldiği zaman yüzünüzü
karartsınlar ve mescide ilk defa girdikleri gibi girsinler. Ve üstünlük sağladığınız şeyleri mahvedip,
helâk etsinler (yok etsinler).
17/İSRÂ-8: Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne
hasîrâ(hasîren).
Rabbinizin size rahmet (merhamet) etmesi umulur. Ve şâyet siz (fesada) dönerseniz, Biz de
(cezalandırmaya) döneriz. Ve cehennemi, kâfirler için kuşatıcı kıldık.
17/İSRÂ-9: İnne hâzel kur’âne yehdî lilletî hiye akvemu ve yubeşşirul mu’minînellezîne
ya’melûnes sâlihâti enne lehum ecren kebîrâ(kebîren).
Muhakkak ki Bu Kur'ân, en kuvvetli olanı hidayete erdirir (Allah'a ulaştırır). Ve amilüssalihat
(nefsi ıslâh edici ameller) yapan mü'minlere, onlar için büyük ecir olduğunu müjdeler.
17/İSRÂ-10: Ve ennellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).
Ve onlar, muhakkak ki ahirete (Allah'a mülâki olmaya ve kıyâmet gününe) inanmayan (kalplerinde
îmân yazmayan) kimselerdir. Onlar için elîm azap hazırladık.
17/İSRÂ-11: Ve yed’ul insânu biş şerri duâehu bil hayr(hayri), ve kânel insânu acûlâ(acûlen).
İnsan, (sanki) onun duası hayırmış (gibi) şerre dua eder. İnsan, çok aceleci olmuştur.
17/İSRÂ-12: Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten
nehâri mubsıraten li tebtegû fadlen min rabbikum ve li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb(hisâbe),
ve kulle şey’in fassalnâhu tafsîlâ(tafsîlen).
Senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için geceyi ve gündüzü iki âyet (vasıta, alâmet) kıldık.
Gecenin âyetini (belirtisini) (gecenin içindekileri) görünmez kıldık. Rabbinizden fazl istemeniz için
gündüzün âyetini (belirtisini) (gündüzün içindekileri) görünür kıldık. Ve herşeyi detaylı olarak
tafsil ettik (açıkladık).
17/İSRÂ-13: Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel
kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).
Bütün insanların kuşunu (kazandıkları ve kaybettikleri dereceleri) boynunda bağladık (boynuna
astık). Ve kıyâmet günü ona, neşredilmiş kitabı (üç boyutlu olarak boşlukta oynayan hayat filmini)
çıkarırız.
17/İSRÂ-14: Ikra’ kitâbek(kitâbeke), kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ(hasîben).
Kitabını oku (hayat filmini izle)! Bugün hasib (hesap görücü) olarak (hayat filmindeki) nefsin(in
cennete veya cehenneme gideceğini gösteren negatif ve pozitif derecelerinin neticeleri) sana kâfi
oldu. 2
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu
aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim
dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı
yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe
azap edici olmadık.
17/İSRÂ-16: Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka
aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâ(tedmîren).
Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman onun (o ülkenin) mutrafilerine (refah içinde olan ileri
gelenlerine, zenginlerine) emrettik. Buna rağmen orada fesat çıkardılar. Böylece (Allah'ın) söz(ü)
üzerlerine hak oldu. Ve onu (o ülkeyi ve halkını) helâk ederek, yok ettik (dumura uğrattık).
17/İSRÂ-17: Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûh(nûhin) ve kefâ bi rabbike bi zunûbi
ıbâdihî habîren basîrâ(basîren).
Nuh (A.S)'tan sonra asırlarca nice nesiller helâk ettik. Ve senin Rabbin, kullarının günahlarını
gören ve (onlardan) haberdar olarak kâfidir.
17/İSRÂ-18: Men kâne yurîdul âcilete accelnâ lehu fîhâ mâ neşâu li men nurîdu summe cealnâ
lehu cehennem(cehenneme), yaslâhâ mezmûmen medhûrâ(medhûren).
Kim acele (bu dünyada acil) olarak isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi ona orada acele
verdik. Sonra onu cehennem ehli kıldık. Zemmedilmiş (ayıplanmış) ve (rahmetten) kovulmuş
olarak, ona (cehenneme) atılır.
17/İSRÂ-19: Ve men erâdel âhırete ve saâ lehâ sa’yehâ ve huve mu’minun fe ulâike kâne
sa’yuhum meşkûrâ(meşkûren).
Kim mü'min olarak ahireti istedi ise ve onun (ahiret) için, onun gerektirdiği şekilde çalıştı ise işte
onların çalışması, böylece meşkur (şükrün, karşılığını hakeden) oldu.
17/İSRÂ-20: Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbik(rabbike), ve mâ kâne atâu
rabbike mahzûrâ(mahzûren).
Bunları herkese (dünyayı isteyene de ahireti isteyene de) veririz. Ve bunlar, Rabbinin atâ
(ihsan)larındandır. Rabbinin atâları (ihsanları) mahzur (sınırlı, kısıtlı, men edilmiş) değildir.
17/İSRÂ-21: Unzur keyfe faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’dın), ve lel âhıretu ekberu derecâtin
ve ekberu tafdîlâ(tafdîlen).
Bak, nasıl onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Muhakkak ki ahiret, dereceler bakımından
daha büyüktür ve üstünlük bakımından da daha büyüktür.
17/İSRÂ-22: Lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tak’ude mezmûmen mahzûlâ(mahzûlen).
Allah ile beraber başka bir ilâh kılma! O zaman zemmedilmiş (kınanmış) ve hor görülmüş olarak
kalırsın.
17/İSRÂ-23: Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), immâ
yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ
ve kul lehumâ kavlen kerîmâ(kerîmen).
Rabbin, ondan başkasına kul olmamanızı ve anne ve babaya ihsanla davranmanızı kaza etti (taktir
etti, hükmetti). Eğer ikisinden birisi veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa onlara (ikisine) “öf”
deme. Ve onları (ikisini) azarlama ve onlara kerim (güzel, yumuşak) söz söyle!
17/İSRÂ-24: Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ
rabbeyânî sagîrâ(sagîren).
Ve onlara (ikisine), merhamet ederek ve tevazu ile kanat ger! Ve “Rabbim, onların beni yetiştirdiği
gibi ikisine de merhamet et!” de. 2
17/İSRÂ-25: Rabbukum a’lemu bi mâ fî nufûsikum, in tekûnû sâlihîne fe innehu kâne lil
evvâbîne gafûrâ(gafûren).
Rabbiniz, nefslerinizde olanı (niyetinizi) daha iyi bilir. Eğer salihler olursanız, o taktirde muhakkak
ki O, evvab olanlar (O'na yönelip, tövbe ederek ulaşanlar) için mağfiret edici olur.
17/İSRÂ-26: Ve âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîli ve lâ tubezzir tebzîrâ(tebzîren).
Akrabaya, miskinlere (çalışamayacak durumda olan ihtiyarlara) ve yolda olanlara hakkını ver! Ve
savurarak, israf etme!
17/İSRÂ-27: İnnel mubezzirîne kânû ihvâneş şeyâtîn(şeyâtîni), ve kâneş şeytânu li rabbihî
kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki israf edenler (gereksiz yere savuranlar, haksızlık ve fesat çıkarmak için kullananlar),
şeytanların kardeşleri oldular. Ve şeytan, Rabbine (karşı) çok nankör oldu.
17/İSRÂ-28: Ve immâ tu’ridanne anhumubtigâe rahmetin min rabbike tercûhâ fe kul lehum
kavlen meysûrâ(meysûren).
Rabbinden ümit ettiğin rahmeti isterken, onlardan (mecbur kalarak) yüz çevirirsen (bir şey
veremezsen), o zaman onlara yumuşak söz söyle!
17/İSRÂ-29: Ve lâ tec’al yedeke maglûleten ilâ unukıke ve lâ tebsuthâ kullel bastı fe tak’ude
melûmen mahsûrâ(mahsûren).
Ve boynuna elini bağlama (cimrilik yapma) ve hepsini açıp saçma (israf etme)! Aksi halde
kınanmış ve malı tükenmiş olarak kalırsın.
17/İSRÂ-30: İnne rabbeke yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), innehu kâne bi
ibâdihî habîran basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Rabbin, dilediğine rızkı genişletir ve (ölçüsünü) taktir eder (daraltır). O, mutlaka
kullarını gören ve (onlardan) haberdar olandır.
17/İSRÂ-31: Ve lâ taktulû evlâdekum haşyete imlâk(imlâkın), nahnu nerzukuhum ve iyyâkum,
inne katlehum kâne hıt’en kebîrâ(kebîren).
Yoksulluk korkusu ile evlâtlarınızı öldürmeyin! Onları ve sizleri sadece Biz rızıklandırırız.
Muhakkak ki onların öldürülmesi, (kasıtla işlenen) büyük suç oldu.
17/İSRÂ-32: Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne fâhışeh(fâhışeten), ve sâe sebîlâ(sebîlen).
Ve zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, fuhuş (hayasızlık) ve kötü bir yoldur.
17/İSRÂ-33: Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), ve men kutile
mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katl(katli), innehu kâne
mensûrâ(mensûran).
Allah'ın haram kıldığı bir nefsi (kişiyi), haksız yere öldürmeyin! Kim mazlum olarak (haksız yere)
öldürülürse, o taktirde onun velîsini sultan (hak sahibi) kıldık. Artık öldürmede haddi aşmasın.
Çünkü o, yardım görmüş olandır.
17/İSRÂ-34: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga
eşuddeh(eşuddehu), ve evfû bil ahd(ahdi), innel ahde kâne mes’ûlâ(mes’ûlen).
En kuvvetli çağına (bulûğa) erişinceye kadar, yetimin malına en güzel şekilde olmadıkça
yaklaşmayın! Ve ahdi ifa ediniz (yerine getiriniz)! Muhakkak ki ahd, mes'ul (sorumlu) kılar.
17/İSRÂ-35: Ve evfûl keyle izâ kiltum vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi), zâlike hayrun ve
ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ve ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin)! Doğru olarak ve adaletle (doğru ölçü
ile) tartın! İşte bu, daha hayırlı ve tevîl (yorum) bakımından daha güzeldir.
17/İSRÂ-36: Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu
ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen). 2
Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki
işitme, görme ve idrak, onların hepsi, ondan (takfu'dan) mesul (sorumlu) oldu (mesuldürler).
17/İSRÂ-37: Ve lâ temşi fîl ardı merehâ(merehan), inneke len tahrikal arda ve len teblugal
cibâle tûlâ(tûlen).
Ve yeryüzünde azametle (gururla) yürüme! Muhakkak ki sen, yeryüzünü asla tahrik edemezsin
(hareket ettiremezsin). Ve asla dağların boyuna erişemezsin (dağ kadar yüksek olamazsın).
17/İSRÂ-38: Kullu zâlike kâne seyyiuhu inde rabbike mekrûha(mekrûhen).
İşte bütün bu seyyiatler (derecat kaybettirici şeyler), Rabbinin indinde (katında) mekruh (kerih)
oldu.
17/İSRÂ-39: Zâlike mimmâ evhâ ileyke rabbuke minel hikmeh(hikmeti), ve lâ tec’al meallâhi
ilâhen âhare fe tulkâ fî cehenneme melûmen medhûrâ(medhûren).
İşte bunlar, Rabbinin sana hikmetten vahyettiği şeylerdendir. Allah ile beraber başka ilâh kılma
(edinme)! Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.
17/İSRÂ-40: E fe asfâkum rabbukum bil benîne vettehaze minel melâiketi inâsâ(inâsen),
innekum le tekûlûne kavlen azîmâ(azîmen).
Rabbiniz, oğulları size mi seçti ve meleklerden kadınlar (kızlar) mı edindi? Muhakkak ki siz,
gerçekten büyük söz söylüyorsunuz.
17/İSRÂ-41: Ve lekad sarrafnâ fî hâzel kur’âni li yezzekkerû, ve mâ yezîduhum illâ
nufûrâ(nufûren).
Ve andolsun ki Biz, tezekkür (idrak) etsinler diye, bu Kur'ân'da tekrar tekrar (hakikatleri) açıkladık.
Oysa bu (açıklamalar), nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.
17/İSRÂ-42: Kul lev kâne meahû âlihetun kemâ yekûlûne izen lebtegav ilâ zîl arşı
sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Eğer onların söyledikleri gibi onunla beraber (başka) ilâhlar olsaydı, o zaman onlar da
(başka ilâhlar da) mutlaka arşın sahibine (ulaşmak için) bir yol ibtiga ederlerdi (ararlardı).”
17/İSRÂ-43: Subhânehu ve teâlâ ammâ yekûlûne uluvven kebîrâ(kebîren).
O (Allah), onların söylediklerinden Sübhan'dır (münezzehtir) ve Üstün'dür, Yüce'dir, Büyük'tür.
17/İSRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min şey’in
illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen
gafûrâ(gafûren).
7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (Allah'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih
etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak
edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm'dir, Gafûr'dur (mağfiret edendir).
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti
hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve
kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber
olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve
izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet
ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin
zaman nefretle arkalarına döndüler.
17/İSRÂ-47: Nahnu a’lemu bimâ yestemiûne bihî iz yestemiûne ileyke ve iz hum necvâ iz
yekûluz zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâ(meshûran). 2
Onların dinledikleri şeyi ve seni dinliyorlarken, zalimlerin “Büyülenmiş bir adama tâbî
oluyorsunuz.” diyerek fısıldaştıklarını Biz çok iyi biliyoruz.
17/İSRÂ-48: Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak, senin için nasıl misaller getirdiler (sana büyülenmiş, mecnun, deli, şair dediler) ve böylece
dalâlette kaldılar. Artık yola (Sıratı Mustakîm'e) ulaşmaya güçleri yetmez.
17/İSRÂ-49: Ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan
cedîdâ(cedîden).
Ve “Biz, kemik ve kırıntı (ufalanmış toprak) olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka yeni
bir yaratılışla mı beas edileceğiz (diriltileceğiz)?” dediler.
17/İSRÂ-50: Kul kûnû hicâreten ev hadîdâ(hadîden).
De ki: “Taş veya demir olun (olsanız bile)!”
17/İSRÂ-51: Ev halkan mimmâ yekburu fî sudûrikum, fe se yekûlûne men yuîdun(yuîdunâ),
kulillezî fetarakum evvele merreh(merretin), fe se yungıdûne ileyke ruûsehum ve yekûlûne metâ
hûv(hûve), kul asâ en yekûne karîbâ(karîben).
“Veya gönlünüzde büyüyen (daha büyük ve çok kuvvetli, güçlü olarak hayal ettiğiniz) başka bir
yaratılış olsun. O zaman da bizi, kim (hayata) geri çevirecek?” diyecekler. “Sizi ilk defa yaratan.”
de! Bunun üzerine sana başlarını (alaylı bir tarzda) sallayarak: “O, ne zaman?” diyecekler. De ki:
“(Onun) yakın olması muhtemeldir.”
17/İSRÂ-52: Yevme yed’ûkum fe testecîbûne bi hamdihî ve tezunnûne in lebistum illâ
kalîlâ(kalîlen).
(Allah'ın) sizi çağıracağı gün, hemen O'nun hamdi ile (O'na hamd ile) icabet edeceksiniz. Ve ancak
(kabirde) pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.
17/İSRÂ-53: Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş şeytâne yenzegu beynehum,
inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâ(mubînen).
Ve kullarıma de ki: “En güzeli (sözü) söylesinler!” Muhakkak ki şeytan, onların aralarını bozar
(fesat çıkarır). Muhakkak ki o, insana apaçık düşmandır.
17/İSRÂ-54: Rabbukum a’lemu bikum, in yeşa’ yerhamkum ev in yeşa’ yuazzibkum, ve mâ
erselnâke aleyhim vekîlâ(vekîlen).
Rabbiniz, sizi iyi bilir. Dilerse size rahmet eder (Rahîm esması ile tecelli eder) veya dilerse size
azap eder. Ve seni, onlara vekil olarak göndermedik.
17/İSRÂ-55: Ve rabbuke a’lemu bi men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve lekad faddalnâ ba’dan
nebiyyîne alâ ba’dın ve âteynâ dâvude zebûrâ(zebûren).
Ve Rabbin, semalarda (7 kat göklerde) ve yeryüzünde olan kimseleri iyi bilir. Andolsun ki bir
kısım nebîleri, diğerlerine üstün kıldık. Ve Dâvud (a.s)'a Zebur'u verdik.
17/İSRÂ-56: Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnihî fe lâ yemlikûne keşfed durri ankum ve lâ
tahvîlâ(tahvîlen).
(Onlara) de ki: “O'ndan (Allah'tan) başka (ilâh edinerek) zanda bulunduklarınızı çağırın.” Oysa
onlar, sizden bir darlığı giderme ve onu değiştirme gücüne malik (sahip) değillerdir.
17/İSRÂ-57: Ulâikellezîne yed’ûne yebtegûne ilâ rabbihimul vesîlete eyyuhum akrebu ve
yercûne rahmetehu ve yehâfûne azâbeh(azâbehu), inne azâbe rabbike kâne
mahzûrâ(mahzûren).
İşte o çağırdıkları (da), kendi Rab'lerine “onların hangisi daha yakındır” diye (O'na en yakın)
vesileyi ararlar ve O'nun rahmetini ümit ederler, O'nun azabından korkarlar. Muhakkak ki Rabbinin
azabı, hazer edilendir (korkulandır). 2
17/İSRÂ-58: Ve in min karyetin illâ nahnu muhlikûhâ kable yevmil kıyâmeti ev muazzibûhâ
azâben şedîdâ(şedîden), kâne zâlike fîl kitâbi mestûrâ(mestûran).
Eğer bir şehir (helâk olacaksa), kıyâmet gününden önce onun helâk edicisi ancak Biziz. Veya onun
(şehir halkının) şiddetli azap edicisi Biziz. İşte bu, Kitap'ta yazılıdır.
17/İSRÂ-59: Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûn(evvelûne), ve
âteynâ semûden nâkate mubsıraten fe zalemû bihâ, ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ(tahvîfen).
Bizim âyet (mucize) göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu (mucizeleri) yalanlamış
olmalarıdır. Semud kavmine (gözle) görünen (bir mucize olarak) dişi deve verdik. Sonra ona
zulmettiler. Ve Biz, âyetleri (mucizeleri), korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz.
17/İSRÂ-60: Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâs(nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî
ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe
mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ(kebîren).
Rabbinin, insanları muhakkak (rahmeti ve ilmiyle) ihata ettiğini (kapladığını) sana söylemiştik.
Sana (kalp gözü ile) gösterdiğimiz o rüyeti ve Kur'ân-ı Kerim'deki lânetlenmiş ağacı (zakkum
ağacı), insanlara sadece fitne (imtihan) kıldık. Ve Biz, onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onların
büyük azgınlıklarından (büyük günahlarından) başka bir şeyi arttırmıyor.
17/İSRÂ-61: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li
men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis):
“Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.
17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti
le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş,
şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun
zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”
17/İSRÂ-63: Kâlezheb fe men tebiake minhum fe inne cehenneme cezâukum cezâen
mevfûrâ(mevfûren).
(Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Git! Artık onlardan kim sana tâbî olursa, o zaman muhakkak ki
sizin cezanız, eksiksiz bir ceza olarak cehennemdir.”
17/İSRÂ-64: Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve
şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
“Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir
(cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vaadet.”
Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.
17/İSRÂ-65: İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultân(sultânûn), ve kefâ bi rabbike vekîlâ(vekîlen).
Muhakkak ki Benim kullarımın üzerinde, senin bir sultanlığın (yaptırım gücün) yoktur. Ve senin
Rabbin, vekil olarak kâfidir (yeter).
17/İSRÂ-66: Rabbukumullezî yuzcî lekumul fulke fîl bahri li tebtegû min fadlih(fadlihî), innehu
kâne bi kum rahîmâ(rahîmen).
Sizin Rabbiniz ki; O, onun fazlından (nasip) arayasınız diye denizde gemileri sizin için sevkeder
(yüzdürür). Çünkü O, size rahmet edicidir.
17/İSRÂ-67: Ve izâ messekumud durru fîl bahri dalle men ted’ûne illâ iyyâh(iyyâhu), fe lemmâ
neccâkum ilel berri a’radtum, ve kânel insânu kefûrâ(kefûren).
Ve size, denizde bir darlık (tehlike) dokunduğu zaman, sadece o hariç, dua ettikleriniz sapıp gider.
Fakat sizi, karaya çıkarınca (kurtarınca) yüz çevirirsiniz. Ve insan çok nankördür. 2
17/İSRÂ-68: E fe emintum en yahsife bikum cânibel berri ev yursile aleykum hâsiben summe lâ
tecidû lekum vekîlâ(vekîlen).
Öyleyse sizi, kara tarafında yere geçirmesinden (geçirmeyeceğinden) veya sizin üzerinize, taş
yağdıran bir fırtına göndermesinden (göndermeyeceğinden) emin mi oldunuz? Sonra sizin için bir
vekil (koruyucu) bulamazsınız.
17/İSRÂ-69: Em emintum en yuîdekum fîhi târeten uhrâ fe yursile aleykum kâsıfen miner rîhı fe
yugrikakum bimâ kefertum summe lâ tecidû lekum aleynâ bihî tebîâ(tebîan).
Başka bir sefer sizi oraya (geri) döndürmesinden böylece sizin üzerinize kâsif (şiddetli, deviren) bir
fırtına gönderip, inkârlarınızdan dolayı sizi (denizde) boğmasından emin mi oldunuz? Sonra Bize
karşı (boğulmamanız) için (sizi koruyacak) bir yardımcı bulamazsınız.
17/İSRÂ-70: Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum
minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen).
Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve
onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün
kıldık.
17/İSRÂ-71: Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike
yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
O gün bütün insanları, (Allah'ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen
kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).
17/İSRÂ-72: Ve men kâne fî hâzihî a’mâ fe huve fîl âhıreti a’mâ ve edallu sebîlâ(sebîlen).
Ve burada (bu dünyada), kim kör ise artık o ahirette de kördür. Ve yoldan daha çok sapmıştır.
17/İSRÂ-73: Ve in kâdû le yeftinûneke anillezî evhaynâ ileyke li tefteriye aleynâ
gayreh(gayrehu) ve izen lettehazûke halîlâ(halîlen).
Ve neredeyse sana vahyettiğimiz şeyden başkası ile Bize iftira etmen için gerçekten seni fitneye
düşürüyorlardı. Ve o taktirde seni mutlaka dost edinirlerdi.
17/İSRÂ-74: Ve lev lâ en sebbetnâke lekad kidte terkenu ileyhim şey’en kalîlâ(kalîlen).
Ve seni sebat ettirmeseydik, andolsun ki sen, onlara biraz meylederdin.
17/İSRÂ-75: İzen le ezaknâke di’fal hayâti ve di’fal memâti summe lâ tecidu leke aleynâ
nasîrâ(nasîran).
O taktirde, elbette hayatın ve ölümün di'fasını (sıkıntılarını, üzüntülerini, acılarını) kat kat sana
tattırırdık. Sonra senin için Bize karşı bir yardımcı bulunmazdı.
17/İSRÂ-76: Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne
hilâfeke illâ kalîlâ(kalîlen).
Neredeyse gerçekten, seni dünyada bulunduğun yerden çıkarmak için tedirgin ediyorlardı
(edeceklerdi). Ve eğer öyle olsaydı, onlar da senden sonra sadece az bir süre kalabilirlerdi.
17/İSRÂ-77: Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ
tahvîlâ(tahvîlen).
Senden önce de gönderdiğimiz resûllerimizin sünneti (sünnetullah: Allah'ın kanunu) budur. Ve
sünnetimizde (kanunumuzda) bir değişiklik bulamazsın.
17/İSRÂ-78: Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel
fecri kâne meşhûdâ(meşhûden).
Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur'ân'ını (fecr vakti okunan
Kur'ân'ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur'ân'ı şahitlidir.
17/İSRÂ-79: Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke
makâmen mahmûdâ(mahmûden). 2
Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ân'la) teheccüd namazı
kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.
17/İSRÂ-80: Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrece sıdkın vec’al lî min
ledunke sultânen nasîrâ(nasîren).
Ve de ki: “Rabbim beni sıdk ile dahil et ve beni sıdk ile çıkar. Ve bana senin katından (gizli
ilminden) bir yardımcı sultan kıl.”
17/İSRÂ-81: Ve kul câel hakku ve zehekal bâtıl(bâtılu), innel bâtıle kâne zehûkâ(zehûkan).
De ki: “Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya
mahkûmdur).”
17/İSRÂ-82: Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne ve lâ
yezîduz zâlimîne illâ hasârâ(hasâran).
Kur'ân'dan indirdiğimiz şeyler, mü'minler için şifadır ve rahmettir. Ve zalimlerin sadece hüsranını
(kaybettiği dereceleri) arttırır.
17/İSRÂ-83: Ve izâ en’amnâ alel insâni a’rada ve neâbi cânibih(cânibihî), ve izâ messehuş şerru
kâne yeûsâ(yeûsen).
Ve insanı ni'metlendirdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizerek uzaklaşır. Ve ona bir şerr
dokunduğu zaman yeise düşer.
17/İSRÂ-84: Kul kullun ya’melu alâ şâkiletih(şâkiletihî), fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ
sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Herkes kendi şekline (hüviyetine, karakterine) göre amel eder.” Öyleyse kimin daha çok
hidayet yolunda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.
17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi
illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az
bir şey verildi.
17/İSRÂ-86: Ve lein şi’nâ le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke summe lâ tecidu leke bihî aleynâ
vekîlâ(vekîlen).
Ve eğer Biz dileseydik, sana vahyettiklerimizi mutlaka giderirdik (silip yok ederdik). Sonra onu
(yok etmememiz için) Bize karşı sana (seni müdafaa edecek) bir vekil bulamazsın.
17/İSRÂ-87: İllâ rahmeten min rabbik(rabbike), inne fadlehu kâne aleyke kebîrâ(kebîren).
(Bu) sadece Rabbinden bir rahmettir. Muhakkak ki O'nun (Rabbinin), senin üzerindeki fazlı
büyüktür.
17/İSRÂ-88: Kul leinictemeâtil insu vel cinnu alâ en ye’tû bi misli hâzel kur’âni lâ ye’tûne bi
mislihî ve lev kâne ba’duhum li ba’dın zahîrâ(zahîran).
De ki: “Eğer ins ve cin (insanlar ve cinler) bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için içtima etseler
(biraraya gelseler); onların bir kısmı, bir kısmına yardımcı olsa bile onun bir benzerini
getiremezler.”
17/İSRÂ-89: Ve lekad sarrafnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli meselin fe ebâ ekserun nâsi
illâ kufûrâ(kufûran).
Ve andolsun ki Biz, bu Kur'ân'da bütün meselelerden (misallerden) açıklama yaptık. Buna rağmen
insanların çoğu sadece inkâr ederek direndi.
17/İSRÂ-90: Ve kâlû len nu’mine leke hattâ tefcure lenâ minel ardı yenbûâ(yenbûan).
Ve dediler ki: “Sen, bize yerden bir memba (pınar) çıkarmadıkça (fışkırtmadıkça) sana asla
inanmayız.” 2
17/İSRÂ-91: Ev tekûne leke cennetun min nahîlin ve inebin fe tufeccirel enhâre hılâlehâ
tefcîrâ(tefcîren).
Veya senin, hurma ve üzüm bağlarından bir bahçen olsun. Öyle ki onun aralarından, fışkırarak akan
nehirler akıt (çıkar).
17/İSRÂ-92: Ev tuskıtas semâe kemâ zeamte aleynâ kisefen ev te’tiye billâhi vel melâiketi
kabîlâ(kabîlen).
Veya iddia ettiğin gibi semayı parça parça üzerimize düşürürsün. Veya Allah'ı ve melekleri açıkça
(karşımıza) getirirsin.
17/İSRÂ-93: Ev yekûne leke beytun min zuhrufin ev terkâ fîs semâ(semâi), ve len nu’mine li
rukıyyike hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh(nakreuhu), kul subhâne rabbî hel kuntu illâ
beşeren resûlâ(resûlen).
Veya senin altından bir evin olsun veya semaya yüksel. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe
senin yükselişine (miracına) asla inanmayız. De ki: “Benim Rabbim, Sübhan'dır (O, noksan
sıfatlardan münezzehtir). Ben, insan resûlden başka bir şey miyim?”
17/İSRÂ-94: Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu
beşeren resûlâ(resûlen).
Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resûl mü gönderdi?”
demelerinden başka bir şey mani olmadı.
17/İSRÂ-95: Kul lev kâne fîl ardı melâiketun yemşûne mutmainnîne le nezzelnâ aleyhim mines
semâi meleken resûlâ(resûlen).
De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler melekler olsaydı, elbette onlara semadan
melek resûl indirirdik.”
17/İSRÂ-96: Kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum, innehu kâne bi ıbâdihî habîren
basîrâ(basîren).
De ki: “Benimle sizin aranızda, Allah şahit olarak yeter.” Muhakkak ki O, kullarından haberdar
olandır, (onları) görendir.
17/İSRÂ-97: Ve men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum
evliyâe min dûnih(dûnihî), ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve
summâ(summen), me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ(saîren).
Ve Allah, kimi (Kendisine) ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim
Allah'a ulaşmayı dilemezse), o taktirde onlar için O'ndan (Allah'tan) başka dostlar bulamazsın. Ve
kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü (sürünerek) haşrederiz. Onların me'vası
(kalacakları yer) cehennemdir. Ve Biz, onlara (ateşin) her sönmeye yüz tutuşunda (alevli ateşi)
arttırdık (arttırırız).
17/İSRÂ-98: Zâlike cezâuhum bi ennehum keferû bi âyâtinâ ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve
rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâ(cedîden).
İşte bu, onların âyetlerimizi inkâr etmelerinden ve “Biz kemik ve toz haline gelmiş (toprak)
olduğumuz zaman mı? Biz mi gerçekten yeni (bir) yaratılışla mutlaka beas edileceğiz
(diriltileceğiz)?” demeleri sebebiyle onların cezasıdır.
17/İSRÂ-99: E ve lem yerev ennallâhellezî halakas semâvâti vel arda kâdirun alâ en yahluka
mislehum ve ceale lehum ecelen lâ reybe fîh(fîhi), fe ebâz zalimûne illâ kufûrâ(kufûren).
Ve onlar; Allah'ın, semaları ve yeryüzünü yarattığını ve onların bir mislini daha yaratmaya kaadir
(muktedir) olduğunu görmüyorlar mı? Onlar için, onda (hakkında) şüphe olmayan bir ecel kıldı
(belli bir süre taktir etti). Buna rağmen zulmedenler, sadece inkâr ederek direndiler.
17/İSRÂ-100: Kul lev entum temlikûne hazâine rahmeti rabbî izen le emsektum haşyetel
infâk(infâkı), ve kânel insânu katûrâ(katûren). 2
De ki: “Eğer siz, Rabbimin rahmet hazineleri(ne) malik (sahip) olsaydınız, o zaman infâk (harcanıp
tükenecek) korkusu ile (onu) mutlaka (elinizde) tutardınız.” İnsan çok cimridir.
17/İSRÂ-101: Ve lekad âteynâ musa tis’a âyâtin beyyinâtin fes’el benî isrâîle iz câehum fe kâle
lehu fir’avnu innî le ezunnuke yâ musa meshûrâ(meshûren).
Andolsun Biz, Musa (A.S)'a apaçık 9 âyet (mucize) verdik. Bunları benî İsraile (İsrailoğullarına)
sor. Onlara (Musa A.S) gelmişti. O zaman firavun şöyle demişti: “Ey Musa! Ben, sana mutlaka
sihir yapıldığına kesin şekilde inanıyorum.”
17/İSRÂ-102: Kâle lekad alimte mâ enzele hâulâi illâ rabbus semâvâti vel ardı basâir(basâire),
ve innî le ezunnuke yâ fir’avnu mesbûrâ(mesbûran).
““Andolsun bunları (9 mucizeyi), görünür bir şekilde, semaların ve arzın Rabbinden başkasının
indirmediğini sen biliyordun. Ve ey firavun! Muhakkak ki ben, senin helâk olacağına kesin şekilde
inanıyorum.” dedi.
17/İSRÂ-103: Fe erâde en yestefizzehum minel ardı fe agraknâhu ve men meahu
cemîâ(cemîan).
Bundan sonra onları arzdan (bulundukları yerden) çıkarmak istedi. Bunun üzerine Biz, onu ve
beraberindekilerin hepsini boğduk.
17/İSRÂ-104: Ve kulnâ min ba’dihî li benî isrâîleskunûl arda fe izâ câe va’dul âhıreti ci’nâ
bikum lefîfâ(lefîfen).
Ondan sonra benî İsraile, “Arzda (orada) iskân olun (yerleşin)!” dedik. Ahiretin vadesi (vaadi)
gelince sizi biraraya getireceğiz.
17/İSRÂ-105: Ve bil hakkı enzelnâhu ve bil hakkı nezel(nezele), ve mâ erselnâke illâ mubeşşiren
ve nezîrâ(nezîren).
Ve Hakk'ı (Kur'ân'ı), O'nu, Biz indirdik. Ve Hakk ile indi. Seni, müjdeleyici ve uyarıcı olmandan
başka bir şey için göndermedik.
17/İSRÂ-106: Ve kur’ânen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu
tenzîlâ(tenzîlen).
Ve Kur'ân-ı Kerim; onu kısımlara (sure sure ve âyet âyet) ayırdık. İnsanlara, onu muksin olarak
(uzun sürede) okuman için tenzîlen (kısımlara ayırıp, uzun sürede okunabilecek şekilde), bir
indirişle indirdik.
17/İSRÂ-107: Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim
yahırrûne lil ezkâni succedâ(succeden). (SECDE ÂYETİ)
De ki: “O'na inanılsın veya inanılmasın, O'ndan önce kendilerine ilim verilen kimseler, onlara
(Kur'ân'ın secde âyetleri) okunduğu zaman, secde ederek çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar.”
17/İSRÂ-108: Ve yekûlûne subhâne rabbinâ in kâne va’du rabbinâ le mef’ûlâ(mef’ûlen).
Ve derler ki: “Rabbimiz, Sübhan'dır (herşeyden münezzehtir). Eğer Rabbimiz vaadettiyse, (o)
mutlaka ifa edilmiştir.”
17/İSRÂ-109: Ve yahırrûne lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ(huşûan).
Ve çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar. Ve huşûları artarak ağlarlar.
17/İSRÂ-110: Kulid’ullâhe evid’ur rahmân(rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehul esmâul husnâ, ve
lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Allah diye çağırın veya Rahmân diye çağırın. Nasıl çağırırsanız hepsi O'nun Esmaül
Hüsnası'dır (Allah'ın en güzel isimleridir).” Namazında (sesini) yükseltme ve onu (sesini) alçaltma.
Bu ikisi arasında bir yol tut.
17/İSRÂ-111: Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl
mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ(tekbîren). 2
Ve de ki: “Hamd, çocuk edinmeyen Allah'a mahsustur ve O'nun mülkte ortağı olmamıştır (yoktur).
Ve (O, zillete düşmez) O'nun, Kendisini zilletten (kurtaracak) bir dosta (ihtiyacı) yoktur.” O'nu
tekbir ile (üstün kılarak) yücelt (büyüklüğünü ifade et).
KADR (KADİR)
Bismillâhirrahmânirrahîm
97/KADR (KADİR)-1: İnnâ enzelnâhu fî leyletil kadr(kadri).
Muhakkak ki Biz, O'nu (Kur'ân'ı) Kadir Gecesi'nde Biz indirdik.
97/KADR (KADİR)-2: Ve mâ edrâke mâ leyletul kadr(kadri).
Ve Kadir Gece'sinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
97/KADR (KADİR)-3: Leyletul kadri hayrun min elfi şehr(şehrin).
Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
97/KADR (KADİR)-4: Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin.
Melekler ve ruh, onda (o gecede) Rab'lerinin izniyle herbir emir için inerler.
97/KADR (KADİR)-5: Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr(fecri).
O (gece), fecrin doğuşuna kadar selâmdır (selâmettir).
KAF
Bismillâhirrahmânirrahîm
50/KAF-1: Kâf vel kur’ânil mecîd(mecîdi).
Kâf. Mecîd (şerefli) Kur'ân'a andolsun.
50/KAF-2: Bel acibû en câehum munzirun minhum fe kâlel kâfirûne hâzâ şey’un acîbun.
Hayır, kendilerinden bir nezirin onlara gelmesine şaşırdılar. Bunun üzerine kâfirler: “Bu şaşılacak
bir şey.” dediler.
50/KAF-3: E izâ mitnâ ve kunnâ turâbâ(turâben), zâlike rec’un baîdun.
“Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltileceğiz)?” İşte bu, uzak
(gerçekleşmesi mümkün olmayan) bir dönüştür.
50/KAF-4: Kad alimnâ mâ tenkusul ardu minhum, ve indenâ kitâbun hafîzun.
Arzın (toprağın) onlardan neleri eksilteceğini biz biliyorduk. Ve katımızda (illiyyine ve siccîne
yerleştirilen bütün zamanlardaki bütün olayları) muhafaza eden bir kitap vardır.
50/KAF-5: Bel kezzebû bil hakkı lemmâ câehum fe hum fî emrin merîcin.
Hayır (öyle değil), onlar kendilerine hak gelince onu yalanladılar. Bu durumda onlar, karışık bir
emr (problem) içindeler.
50/KAF-6: E fe lem yanzurû iles semâi fevkahum keyfe beneynâhâ ve zeyyennâhâ ve mâ lehâ
min furûcin.
Öyleyse üzerlerindeki semayı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve
onun hiçbir çatlağı yoktur.
50/KAF-7: Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ revâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli zevcin
behîcin.
Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık (yerleştirdik). Ve orada her çeşit bitkiden
güzel çiftler yetiştirdik.
50/KAF-8: Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin. 2
Münib olan (Allah'a yönelen: Allah'a ulaşmayı dileyen) bütün kullarına basiret olsun (onların kalp
gözleri açılsın) ve (çok) zikretsinler (daimî zikre ulaşsınlar) diye.
50/KAF-9: Ve nezzelnâ mines semâi mâen mubâreken fe enbetnâ bihî cennâtin ve habbel hasîdi.
Ve gökten mübarek (bereketli) su (yağmur) indirdik. Böylece onunla bahçeler ve hasat edilen
hububat yetiştirdik.
50/KAF-10: Ven nahle bâsikâtin lehâ tal’un nadîdun.
Ve üst üste kümelenmiş tomurcukları olan uzun hurma ağaçları (yetiştirdik).
50/KAF-11: Rızkan lil ibâdi ve ahyeynâ bihî beldeten meytâ(meyten), kezâlikel hurûcu.
Kullar için rızık olsun diye. Ve onunla ölü beldeye hayat verdik. (Ölümden sonra topraktan) Çıkış
(diriliş), işte bunun gibidir.
50/KAF-12: Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve ashâbur ressi ve semûdu.
Onlardan evvel Hz. Nuh'un kavmi, Ress'in halkı ve Semûd halkı da (resûllerini) yalanladı.
50/KAF-13: Ve âdun ve fir’avnu ve ihvânu lûtın.
Ve Ad (kavmi), Firavun ve Lut (A.S)'ın kardeşleri de.
50/KAF-14: Ve ashâbul eyketi ve kavmu tubbain, kullun kezzeber rusule fe hakka vaîdi.
Ve Eyke halkı ve Tubb kavmi, hepsi resûllerini yalanladı. Böylece vaadim (cezam) hak oldu
(Allah'ın vaadi yerine geldi).
50/KAF-15: E fe ayînâ bil halkıl evvel(evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd(cedîdin).
Yoksa Biz, ilk yaratışta aciz miydik? Hayır (öyle değil), onlar (ölümden sonra) yeniden yaratılıştan
şüphe içindeler.
50/KAF-16: Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu
akrebu ileyhi min hablil verîdi.
Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şah
damarından daha yakınız.
50/KAF-17: İz yetelakkâl mutelakkîyâni anil yemîni ve aniş şimâli kaîdun.
O zaman, sağda ve solda oturan iki telâkki edici (tesbit edici melek), (amelleri) tespit ederler.
50/KAF-18: Mâ yelfızu min kavlin illâ ledeyhi rakîbun atîdun.
Bir söz söylenmez ki, onun yanında hazır gözetleyiciler (tarafından tespit edilmiş) olmasın.
50/KAF-19: Ve câet sekretul mevti bil hakk(hakkı), zâlike mâ kunte minhu tehîdu.
Ve ölüm sarhoşluğu hak ile geldi. İşte senin ondan kaçtığın şey budur.
50/KAF-20: Ve nufiha fîs sûr(sûri), zâlike yevmul vaîdi.
Ve sur'a üflendi. İşte bu vaîd (ikaz) günüdür.
50/KAF-21: Ve câet kullu nefsin meahâ sâikun ve şehîdun.
Ve bütün nefsler beraberinde bir saik (hayat filmini çeken) ve bir şahit ile gelir.
50/KAF-22: Lekad kunte fî gafletin min hâzâ fe keşefnâ anke gıtâeke fe besarukel yevme
hadîdun.
(Allahû Teâla buyurur): “Andolsun ki sen bundan gaflet içindeydin. İşte senden perdeni kaldırdık.
Artık bugün senin görüşün keskindir.”
50/KAF-23: Ve kâle karînuhu hâzâ mâ ledeyye atîd(atîdun).
Ve onun yakınında olan (melek): “İşte bu (hayat filmi), benim yanımda hazır olan şeydir.” der.
50/KAF-24: Elkıyâ fî cehenneme kulle keffârin anîdin.
“Bütün inatçı kâfirleri cehenneme atın!”
50/KAF-25: Mennâın lil hayri mu’tedin murîbin. 2
“Hayra mani olan, haddi aşan, şüphe eden …”
50/KAF-26: Ellezî ceale meallâhi ilâhen âhara fe elkıyâhu fîl azâbiş şedîdi.
“O, Allah ile beraber başka ilâh edindi. Öyleyse ikiniz onu şiddetli azabın içine atın!”
50/KAF-27: Kâle karînuhu rabbenâ mâ etgaytuhu ve lâkin kâne fî dalâlin baîdin.
Onun yakını: “Rabbimiz onu ben azdırmadım, fakat o uzak bir dalalet içindeydi.” der.
50/KAF-28: Kâle lâ tahtesımû ledeyye ve kad kaddemtu ileykum bil vaîdi.
(Allahû Teâla): “Huzurumda kavga etmeyin. Size daha önce vaadimi (cezamı) bildirmiştim.” der.
50/KAF-29: Mâ yubeddelul kavlu ledeyye ve mâ ene bi zallâmin lil abîd(abîdi).
“Katımda söz değiştirilmez. Ve Ben, kullarıma zulmedici değilim.”
50/KAF-30: Yevme nekûlu li cehenneme helimtele’ti ve tekûlu hel min mezîdin.
O gün cehenneme: “Doldun mu?” deriz. Ve o: “Daha fazlası var mı?” der.
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah'a ulaşarak sığınmış), ve hafîz
olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah'ın
huzuruna) gelenler (için).
50/KAF-34: Udhulûhâ bi selâm(selâmin), zâlike yevmul hulûd(hulûdi).
Oraya selâmla (selametle) girin. İşte bu ebediyyet (sonsuzluk) günüdür.
50/KAF-35: Lehum mâ yeşâûne fîhâ ve ledeynâ mezîdun.
Onlar için orada diledikleri herşey vardır. Ve katımızda daha fazlası vardır.
50/KAF-36: Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nakkabû fîl
bilâd(bilâdi), hel min mahîsin.
Ve onlardan önce, yakıp yıkmak ve şiddet bakımından, onlardan daha kuvvetli nice nesilleri helâk
ettik. Oysaki beldelerde (helâk olmaktan kurtulmak için) gezip dolaştılar, yer araştırdılar. Kaçıp
kurtulacak bir yer var mı ki ?
50/KAF-37: İnne fî zâlike le zikrâ li men kâne lehu kalbun ev elkâs sem’a ve huve şehîdun.
Muhakkak ki bunda kalpleri olan ve ilka edilenleri işitebilen ve (kalp gözleri ile Allah'a) şahit olan
kişiler için mutlaka ibret vardır.
50/KAF-38: Ve lekad halaknes semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin ve mâ
messenâ min lugûb(lugûbin).
Ve andolsun ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık. Ve Bize (hiç)bir
yorgunluk dokunmadı.
50/KAF-39: Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kablel
gurûb(gurûbi).
Öyleyse (artık) onların söyledikleri şeylere sabret. Ve Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve
batışından evvel, hamd ile tesbih et (zikret).
50/KAF-40: Ve minel leyli fe sebbihhu ve edbâres sucûdi.
Ve artık gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O'nu tesbih et.
50/KAF-41: Vestemi’ yevme yunâdil munâdi min mekânin karîb(karîbin).
Ve münadinin yakın bir yerden seslendiği gün ona kulak ver. 2
50/KAF-42: Yevme yesmeûnes sayhate bil hakk(hakkı), zâlike yevmul hurûci.
O gün hak olan sayhayı işitirler. İşte bu (ölümden sonra topraktan), çıkış günüdür.
50/KAF-43: İnnâ nahnu nuhyî ve numîtu ve ileynel masîru.
Muhakkak ki Biz; Biz diriltiriz ve Biz öldürürüz. Ve dönüş Bize'dir.
50/KAF-44: Yevme teşakkakul ardu anhum sirââ(sirâan), zâlike haşrun aleynâ yesîrun.
O gün arz (toprak) yarılıp onlardan hızla ayrılır (onlar topraktan çıkarak yükselirler). İşte bu haşr
(topraktan çıkararak insanları Mahşer Meydanı'nda toplamak), Bizim için kolaydır.
50/KAF-45: Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni
men yehâfu vaîdi.
Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbar (zorlayıcı) değilsin.
Öyleyse Benim vaadimden (vaadettiğim cezadan, azaptan) korkanları Kur'ân ile ikaz et.
KÂFİRÛN
Bismillâhirrahmânirrahîm
109/KÂFİRÛN-1: Kul yâ eyyuhel kâfirûn(kâfirûne).
De ki: "Ey kâfirler!"
109/KÂFİRÛN-2: Lâ a’budu mâ ta’budûn(ta’budûne).
Ben sizin taptığınız (kul olduğunuz) şeylere tapmam (kul olmam).
109/KÂFİRÛN-3: Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud(a’budu).
Ve siz, benim kul olduğuma (Allah'a) kul olacak değilsiniz.
109/KÂFİRÛN-4: Ve lâ ene âbidun mâ abedtum.
Ve ben de sizin taptığınız şeylere (kul olacak) tapacak değilim.
109/KÂFİRÛN-5: Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud(a’budu).
Ve siz benim kul olduğum (Allah'a) kul olacak değilsiniz.
109/KÂFİRÛN-6: Lekum dînukum ve liye dîn(dîni).
Sizin dîniniz sizin ve benim dînim benim.
KALEM
Bismillâhirrahmânirrahîm
68/KALEM-1: Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne).
Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!
68/KALEM-2: Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin).
Rabbinin ni'meti ile sen mecnun değilsin.
68/KALEM-3: Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin).
Ve muhakkak ki senin için, elbette kesintisi olmayan mükâfat vardır.
68/KALEM-4: Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).
Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.
68/KALEM-5: Fe se tubsıru ve yubsırûn(yubsırûne).
Artık yakında sen göreceksin ve onlar da görecekler.
68/KALEM-6: Bi eyyikumul meftûn(meftûnu).
Sizin hanginiz meftun (şaşkın)? 2
68/KALEM-7: İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil
muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kim Kendi yolundan saptı, çok iyi bilir ve O hidayete ermiş olanları
da çok iyi bilir.
68/KALEM-8: Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne).
Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
68/KALEM-9: Veddû lev tudhinu fe yudhinûn(yudhinûne).
Onlar senin müsamaha göstermeni temenni ettiler (istediler), o zaman onlar da müsamaha
göstereceklerdi.
68/KALEM-10: Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin).
Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme.
68/KALEM-11: Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin).
Devamlı kusur arayanlara, lâf taşıyanlara (itaat etme).
68/KALEM-12: Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin).
Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme).
68/KALEM-13: Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin).
Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen günahkârlara (itaat etme).
68/KALEM-14: En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne).
Mallara ve oğullara sahip olmaları (sebebiyle onlara itaat etme).
68/KALEM-15: İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) evvelkilerin masalları.” dedi.
68/KALEM-16: Se nesimuhu alel hurtûm(hurtûmi).
Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız.
68/KALEM-17: İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneh(cenneti), iz aksemûle yasri
munnehâ musbihîn(musbihîne).
Muhakkak ki Biz, onları belâya uğrattık. Bostan mahsulünü mutlaka, sabah erkenden (fakirlere
göstermeden) devşirmek için yeminleşen bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi.
68/KALEM-18: Ve lâ yestesnûn(yestesnûne).
Ve bir istisna yapmıyorlar.
68/KALEM-19: Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne).
Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde
dolaştı.
68/KALEM-20: Fe asbahat kes sarîm(sarîmi).
Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu).
68/KALEM-21: Fe tenâdev musbihîn(musbihîne).
Nihayet sabah olunca birbirlerine seslendiler.
68/KALEM-22: Enıgdû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne).
Eğer devşirecekseniz, tarlanıza sabah erken gidin!
68/KALEM-23: Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne).
Bundan sonra aralarında gizlice konuşarak (evden) ayrıldılar.
68/KALEM-24: En lâ yedhulennehel yevme aleykum miskîn(miskînun).
Sakın bugün oraya (bostana) sizin yanınıza bir yoksul girmesin. 2
68/KALEM-25: Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne).
Ve (yoksulları) men etmeye güçleri yetecek (diye) sabah erkenden gittiler.
68/KALEM-26: Fe lemmâ reevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne).
Fakat onu (bostanın halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimseleriz.”
dediler.
68/KALEM-27: Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
Hayır, biz mahrum olan kimseleriz.
68/KALEM-28: Kâle evsatuhum e lem ekul lekum levlâ tusebbihûn(tusebbihûne).
Onların en makul düşüneni: “Ben, size eğer (Allah'ı) tesbih etmiyorsanız, olmaz (tesbih etmeniz
gerekir) demedim mi?” dedi.
68/KALEM-29: Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
“Bizim Rabbimiz Sübhan'dır (yücedir, herşeyden münezzehtir). Muhakkak ki biz, zalim kimseler
olduk.” dediler.
68/KALEM-30: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne).
Bunun üzerine birbirlerine, kınayarak karşılık verdiler.
68/KALEM-31: Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne).
Yazıklar olsun bize, muhakkak ki biz, haddi aşan kimseler olduk.
68/KALEM-32: Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne).
Rabbimizin bize, onun yerine, ondan daha hayırlısını bedel olarak vermesi umulur. Muhakkak ki
biz, Rabbimize rağbet eden kimseleriz.
68/KALEM-33: Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû
ya’lemûn(ya’lemûne).
Azap, işte böyledir ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
68/KALEM-34: İnne lil muttekîne ınde rabbihim cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki takva sahipleri için, Rab'lerinin yanında Naîm cennetleri vardır.
68/KALEM-35: E fe necalul muslimîne kel mucrimîn(mucrimîne).
İşte böyle, müslümanları (teslim olanları), mücrimler (suçlular) gibi kılar mıyız (bir tutar mıyız)?
68/KALEM-36: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
68/KALEM-37: Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne).
Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi okuyorsunuz?
68/KALEM-38: İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne).
Gerçekten onun içinde (o kitapta) “beğenip seçtiğiniz şeyler mutlaka sizindir” (mi yazılı)?
68/KALEM-39: Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum lemâ
tahkumûn(tahkumûne).
Yoksa sizin için kıyâmete kadar sürecek olan, üzerimizde yeminler mi var: “Ne hüküm verirseniz,
o mutlaka sizindir (diye).”
68/KALEM-40: Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun).
Onlara sor: “Onların hangisi bunun savunucusudur?”
68/KALEM-41: Em lehum şurekâu, fel ye’tû bi şurekâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını getirsinler, eğer doğru söyleyen kimse iseler.
68/KALEM-42: Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
Gerçeklerin açığa çıktığı gün, secde etmeye davet olunurlar. Fakat (secde etmeye) güçleri yetmez. 2
68/KALEM-43: Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles
sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).
Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir zillet kaplar. Onlar, salimken (sağlıklı ve selâmette
iken) secde etmeye davet olunmuşlardı.
68/KALEM-44: Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık bu sözü yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş
yavaş azaba) yaklaştıracağız.
68/KALEM-45: Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun).
Ve Ben, onlara mühlet veriyorum. Muhakkak ki Benim tuzağım, çok kuvvetlidir.
68/KALEM-46: Em tes’eluhum ecren fe hum min magremin muskalûn(muskalûne).
Yoksa onlardan ücret mi istiyorsun? Böylece onlar ağır bir borç altındalar mı?
68/KALEM-47: Em inde humul gaybu fehum yektubûn(yektubûne).
Veya gayb (bilinmeyen âlemler), onların yanında da, artık onlar mı yazıyorlar?
68/KALEM-48: Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve
mekzûm(mekzûmun).
Artık Rabbinin hükmüne sabret. Ve balık sahibi (Yunus A.S) gibi olma. O, çok hüzünlü, gamlı
olarak (Rabbine) nida etmişti.
68/KALEM-49: Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve
mezmûm(mezmûmun).
Eğer O'nun Rabbinden kendisine bir ni'met yetişmese idi, mutlaka O, zemmolunmuş (kınanmış)
olarak boş araziye atılmış olacaktı.
68/KALEM-50: Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Fakat O'nun Rabbi, kendisini seçti, böylece O'nu salihlerden kıldı.
68/KALEM-51: Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve
yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun).
Ve inkâr edenler, zikri (Kur'ân'ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler.
Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler.
68/KALEM-52: Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
Ve O (Kur'ân), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.
KAMER
Bismillâhirrahmânirrahîm
54/KAMER-1: İkterebetis sâatu ven şakkal kamer(kameru).
Saat yaklaştı ve Kamer (Ay) yarıldı.
54/KAMER-2: Ve in yerev âyeten yu’ridû ve yekûlû sihrun mustemirr(mustemirrun).
Ve onlar, bir mucize görseler, yüz çevirirler. Ve bu “Sürekli bir sihirdir.” derler.
54/KAMER-3: Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr(mustekırrun).
Ve yalanladılar ve de kendi hevalarına tâbî oldular. Ve bütün işler kararlaştırılmıştır.
54/KAMER-4: Ve lekad câehum minel enbâi mâ fihî muzdecer(muzdecerun).
Ve andolsun ki onlara, içinde caydırıcı şeyler bulunan haberlerden geldi.
54/KAMER-5: Hikmetun bâligatun fe mâ tugnin nuzur(nuzuru).
(Bu haberler), son derece baliğ (açık) hikmetlerdir. Buna rağmen uyarıların bir faydası olmadı. 2
54/KAMER-6: Fe tevelle anhum, yevme yed’ud dâi ilâ şey’in nukur(nukurin).
Artık onlardan yüz çevir. O gün davetçi, (onları) korkunç dehşetli bir şeye çağıracak.
54/KAMER-7: Huşşe’an ebsâruhum yahrucûne minel ecdâsi keennehum cerâdun
munteşir(munteşirun).
Kabirlerden, gözleri dehşete düşmüş olarak çıkarlar. Sanki onlar, etrafa yayılan çekirgeler gibidir.
54/KAMER-8: Muhtıîne iled dâi, yekûlul kâfirûne hâzâ yevmun asir(asirun).
Davetçiye doğru koşan kâfirler: “Bu, çok zor bir gün.” diyecekler.
54/KAMER-9: Kezzebet kablehum kavmu nûhın fe kezzebu abdenâ ve kâlû mecnûnun
vezducir(vezducire).
Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı. Böylece kulumuzu (Hz. Nuh'u) yalanladılar. “O,
mecnundur.” dediler. Ve cefa edilerek (tebliğden) men edildi.
54/KAMER-10: Fe deâ rabbehû ennî maglûbun fentasır.
Sonunda, Rabbine dua etti: “Muhakkak ki ben, mağlûp olanım. Öyleyse intikam al.”
54/KAMER-11: Fe fetahnâ ebvâbes semâi bi mâin munhemir(munhemirin).
Bunun üzerine, semanın kapılarını gürül gürül akan suya açtık.
54/KAMER-12: Ve feccernel arda uyûnen feltekalmâu alâ emrin kad kudir(kudire).
Ve yeryüzünü pınarlar halinde fışkırttık. Böylece sular, taktir edilmiş olan emir üzerine birleşti.
54/KAMER-13: Ve hamelnâhu alâ zâti elvâhın ve dusur(dusurin).
Ve onu, perçinlenmiş levhalardan oluşan (gemi) üzerinde taşıdık.
54/KAMER-14: Tecrî bi a’yuninâ, cezâen li men kâne kufir(kufire).
(Gemi) gözlerimizin önünde yüzerek akıp gidiyordu, inkâr edilmiş olana (Hz. Nuh'a) bir mükâfat
olarak.
54/KAMER-15: Ve lekad tereknâhâ âyeten fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, onu (o gemiyi) bir âyet (ibret) olarak bıraktık. Buna rağmen tezekkür eden
(ibret alan) var mı?
54/KAMER-16: Fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu?
54/KAMER-17: Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, Kur'ân'ı, zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var
mı?
54/KAMER-18: Kezzebet âdun fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
Ad (kavmi) de yalanladı. Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu?
54/KAMER-19: İnnâ erselnâ aleyhim rîhan sarsaren fî yevmi nahsin mustemirr(mustemirrin).
Muhakkak ki Biz, onların üzerine uğursuzluğu (felâketleri), gün boyu devam eden sarsaran rüzgârı
(çok şiddetli, uğultulu ve çok soğuk bir kasırga) gönderdik.
54/KAMER-20: Tenziun nâse ke ennehum a’câzu nahlin munkair(munkairin).
(Öyle bir rüzgâr ki) insanları, sanki kökünden koparılmış hurma kütükleri gibi (havaya fırlatıp)
atar.
54/KAMER-21: Fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu?
54/KAMER-22: Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, Kur'ân'ı zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var
mı? 2
54/KAMER-23: Kezzebet semûdu bin nuzur(nuzuri).
Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı.
54/KAMER-24: Fe kâlû ebeşeren minnâ vâhiden nettebiuhû innâ izen lefî dalâlin ve
suur(suurin).
O zaman şöyle dediler: “Bizden biri olan bir beşere mi? Biz, ona mı tâbî olacağız? O taktirde
muhakkak ki biz, gerçekten dalâlet ve çılgınlık içinde oluruz.”
54/KAMER-25: E ulkıyez zikru aleyhi min beyninâ bel huve kezzâbun eşir(eşirun).
Zikir, aramızdan ona mı ilka edildi (ulaştırıldı)? Hayır o, haddini aşan bir yalancıdır.
54/KAMER-26: Se ya’lemûne gaden menil kezzâbul eşir(eşiru).
Haddini aşan yalancı kimdir, yarın bilecekler.
54/KAMER-27: İnnâ mursilûn nâkati fitneten lehum fertekıbhum vestabir.
Muhakkak ki, onlara fitne (imtihan) olsun diye o dişi deveyi gönderen Biziz. Artık onları gözle
(akıbetlerini bekle) ve sabret.
54/KAMER-28: Ve nebbi’hum ennel mâe kısmetun beynehum, kullu şirbin
muhtedar(muhtedarun).
(Beldedeki) suyun, (deve ile) onlar arasında taksim edildiğini (nöbetleşe içileceğini) onlara haber
ver. İçecek olanların hepsi, sırası gelince hazır olur.
54/KAMER-29: Fe nâdev sâhıbehum fe teâtâ fe akar(akare).
Bir süre sonra arkadaşlarını çağırdılar (deveyi öldürmesini istediler). Bunun üzerine o, ileri atıldı
sonra da (onu) kesti.
54/KAMER-30: Fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu?
54/KAMER-31: İnnâ erselnâ aleyhim sayhaten vâhıdeten fe kânû ke heşîmil
muhtezir(muhteziri).
Muhakkak ki Biz, onların üzerine tek bir sayha (korkunç ses dalgası) gönderdik. Böylece onlar,
ufalanmış kuru ot gibi oldular.
54/KAMER-32: Ve lekad yessernel kur’âne liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, Kur'an'ı zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var
mı?
54/KAMER-33: Kezzebet kavmu lûtın bin nuzur(nuzuri).
Lut (A.S)'ın kavmi de uyarıları yalanladı.
54/KAMER-34: İnnâ erselnâ aleyhim hâsiben illâ âle lût(lûtin), necceynâhum bi sehar(seharin).
Muhakkak ki Biz, onların üzerine helâk edici bir kasırga gönderdik. Seher vaktinde Lut (A.S)'ın
ailesi hariç, onları kurtardık.
54/KAMER-35: Ni’meten min indina, kezâlike neczî men şeker(şekere).
Katımızdan bir ni'met olarak, şükreden kimseyi işte Biz, böyle mükâfatlandırırız.
54/KAMER-36: Ve lekad enzerehum batşetenâ fe temârev bin nuzur(nuzuri).
Ve andolsun ki, Lut (A.S), onları “şiddetli azabımızla yakalamamız” konusunda uyardı. Fakat
onlar, bu uyarılardan şüphe ettiler.
54/KAMER-37: Ve lekad râvedûhu an dayfihî fe tamesnâ a’yunehum fe zûkû azâbî ve
nuzur(nuzuri).
Ve andolsun ki, kötü amelleri için ondan misafirlerini ısrarla istediler. Bunun üzerine onların
gözlerini silip yok ettik. Öyleyse inzarımı (uyarılarımı) ve azabımı tadın!
54/KAMER-38: Ve lekad sabbehahum bukreten azâbun mustekırr(mustekırrun). 2
Ve andolsun ki, onları sabahleyin daimî bir azap yakaladı.
54/KAMER-39: Fe zûkû azâbî ve nuzur(nuzuri).
Öyleyse inzarımı (uyarılarımı) ve azabımı tadın!
54/KAMER-40: Ve lekad yessernel kur’âne liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki Biz, Kur'ân'ı zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var
mı?
54/KAMER-41: Ve lekad câe âle fir’avnen nuzur(nuzuru).
Ve andolsun ki, firavun ailesine de uyarılar geldi.
54/KAMER-42: Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Bu sebeple onları üstün kudret sahibinin yakalayışı ile yakalayıp
aldık (helâk ettik).
54/KAMER-43: E kuffârukum hayrun min ulâikum em lekum berâetun fîz zubur(zuburi).
(Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz, onlardan (yalanlayan kavimlerden) daha mı hayırlı, yoksa sizin
için semavî kitaplarda beraat mı var?
54/KAMER-44: Em yekûlûne nahnu cemîun muntesir(muntesirun).
Yoksa: “Biz, hepimiz yardımlaşan (yenilmeyen) bir toplumuz.” mu diyorlar?
54/KAMER-45: Se yuhzemul cem’u ve yuvellûned dubur(dubura).
Yakında hepsi hezimete uğratılacak ve arkalarına dönecekler (kaçacaklar).
54/KAMER-46: Belis sâatu mev’ıduhum ves sâ’atu edhâ ve emerr(emerru).
Hayır, onlara vaadedilen (azap), o saattir (kıyâmet vaktidir). Ve o saat, daha korkunç ve daha
dehşetlidir.
54/KAMER-47: İnnel mucrimîne fî dalâlin ve suur(suurin).
Muhakkak ki mücrimler (suçlular), dalâlet ve çılgınlık içindedir.
54/KAMER-48: Yevme yushabûne fîn nâri alâ vucûhihim, zûkû messe sekar(sekare).
O gün yüz üstü (sürünerek) ateşe sürüklenirler. “Sekarın (alevli ateşin) dokunuşunu tadın!” (denir).
54/KAMER-49: İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader(kaderin).
Muhakkak ki Biz, herşeyi, bir kaderle (takdir edilmiş olarak) yarattık.
54/KAMER-50: Ve mâ emrunâ illâ vâhıdetun ke lemhın bil basar(basari).
Ve Bizim emrimiz, tek bir emirden başka bir şey değildir, gözün bir anlık bakışı gibidir.
54/KAMER-51: Ve lekad ehleknâ eşyâakum fe hel min muddekir(muddekirin).
Ve andolsun ki, sizin gibi olanları helâk ettik. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?
54/KAMER-52: Ve kullu şey’in fe alûhu fîz zubur(zuburi).
Ve onların yaptıkları herşey (semavî) kitaplarda vardır.
54/KAMER-53: Ve kullu sagîrin ve kebîrin mustetar(mustetarun).
Ve küçük büyük herşey yazılmıştır.
54/KAMER-54: İnnel muttekîne fî cennâtin ve neher(neherin).
Muhakkak ki takva sahipleri, cennetlerde ve nehir kenarlarındadır.
54/KAMER-55: Fî mak’adi sıdkın inde melîkin muktedir(muktedirin).
Kudret Sahibi Melik'in huzurunda, sadıklar makamındadır.
KÂRİA
Bismillâhirrahmânirrahîm 2
101/KÂRİA-1: El kâriah(kâriatu).
Kâria.
101/KÂRİA-2: Mel kâriah(kâriatu).
Kâria nedir?
101/KÂRİA-3: Ve mâ edrâke mel kâriah(kâriatu).
Kâria'nın ne olduğunu sana bildiren nedir?
101/KÂRİA-4: Yevme yekûnun nâsu kel ferâşil mebsûs(mebsûsi).
O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olurlar.
101/KÂRİA-5: Ve tekûnul cibâlu kel ıhnil menfûş(menfuşi).
Ve dağlar (atılmış rengârenk yünler) gibi olur.
101/KÂRİA-6: Fe emmâ men sekulet mevâzînuh(mevâzînuhu).
Fakat, artık kimin tartıları ağır gelirse(pozitif dereceleri negatif derecelerinden daha çok olursa).
101/KÂRİA-7: Fe huve fî îşetin râdiyeh(râdiyetin).
İşte o, razı olduğu bir yaşayış içindedir.
101/KÂRİA-8: Ve emmâ men haffet mevâzînuh(mevâzînuhu).
Ve amma, kimin tartıları hafif gelirse (pozitif dereceleri negatif derecelerinden daha az olursa).
101/KÂRİA-9: Fe ummuhu hâviyeh(hâviyetun).
Artık onun anası (onu saracak olan), haviyedir (cehennem ateşidir).
101/KÂRİA-10: Ve mâ edrâke mâhiyeh(mâhiyeh).
Ve onun (haviyenin) ne olduğunu sana bildiren nedir?
101/KÂRİA-11: Nârun hâmiyeh(hâmiyetun).
(O) kızgın, yakıcı bir ateştir.
KASAS
Bismillâhirrahmânirrahîm
28/KASAS-1: Tâ sîn mîm.
Tâ, Sîn, Mîm.
28/KASAS-2: Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Bunlar, Kitab-ı Mübîn'in (Açıklayan Kitab'ın) Âyetleri'dir.
28/KASAS-3: Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakkı li kavmin
yu’minûn(yu’minûne).
Musa (A.S) ve firavunun haber(ler)inden, mü'min bir kavim için hak ile (gerçek olarak) sana
okuyacağız.
28/KASAS-4: İnne fir’avne alâ fîl ardı ve ceale ehlehâ şiyean yestad’ıfu tâifeten minhum
yuzebbihu ebnâehum ve yestahyî nisâehum, innehu kâne minel mufsidîn(mufsidîne).
Firavun, gerçekten yeryüzünde (Mısır'da hükümdardı) ve halkını gruplara ayırdı. Onların bir
kısmını (yahudileri) güçsüz bırakıyor, onların oğullarını boğazlatıyor, kızlarını (kadınlarını) canlı
bırakıyor(du). Muhakkak ki o, fesat çıkaranlardandı.
28/KASAS-5: Ve nurîdu en nemunne alellezînestud’ıfû fîl ardı ve nec’alehum eimmeten ve
nec’alehumul vârisîn(vârisîne).
Ve Biz, yeryüzünde güçsüz olanları ni'metlendirmek ve onları imamlar kılmak ve varisler yapmak
istiyoruz (istiyorduk). 2
28/KASAS-6: Ve numekkine lehum fîl ardı ve nuriye fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ
minhum mâ kânû yahzerûn(yahzerûne).
Ve onları, yeryüzünde (orada) yerleştirip, kuvvetli kılmak ve firavuna, Haman'a ve ikisinin
ordusuna, onlardan (İsrailoğulları'ndan) hazar ettikleri (çekindikleri) şeyi göstermek (istedik).
28/KASAS-7: Ve evhaynâ ilâ ummi mûsâ en erdıîh(erdıîhi), fe izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fîl yemmi
ve lâ tehâfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhu ileyki ve câılûhu minel murselîn(murselîne).
Ve Musa (A.S)'ın annesine şöyle vahyettik: "Onu emzirmesini ve onun için korktuğu zaman onu
nehre atmasını (bırakmasını). Ve sen korkma, mahzun olma (üzülme). Muhakkak ki Biz, onu sana
döndüreceğiz. Ve onu mürselinlerden (resûllerden) kılacağız."
28/KASAS-8: Feltekatahû âlu fir’avne li yekûne lehum aduvven ve hazenâ(hazenen), inne
fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ kânû hâtıîn(hâtıîne).
Böylece firavun ailesi onu, onlara düşman ve başlarına dert olarak bulup aldı. Muhakkak ki firavun,
Haman ve o ikisinin ordusu, kasten suç işleyenlerdi.
28/KASAS-9: Ve kâletimraetu fir’avne kurretu aynin lî ve lek(leke), lâ taktulûhu asâ en
yenfeanâ ev nettehızehu veleden ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve hanımı firavuna şöyle dedi: "Bana ve sana göz aydın olsun, onu öldürmeyin belki bize faydası
olur veya onu evlât ediniriz." Ve onlar, (gerçeğin) farkında değillerdi.
28/KASAS-10: Ve asbaha fuâdu ummi mûsâ fârigâ(fârigan), in kâdet le tubdî bihî lev lâ en
rabatnâ alâ kalbihâ li tekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve Musa (A.S)'ın annesi gönlü boş olarak sabahladı. Mü'minlerden olması için onun kalbini Bize
bağlamasaydık (rabıta kurmasaydık), az daha (durumu) açıklayacaktı.
28/KASAS-11: Ve kâlet li uhtihî kussîhi fe besurat bihî an cunubin ve hum lâ
yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve (Musa (A.S)'ın annesi) onun ablasına: "Onu takip et." dedi. Böylece onlar farkında değilken,
onu uzaktan gözetledi.
28/KASAS-12: Ve harremnâ aleyhil merâdıa min kablu fe kâlet hel edullukum alâ ehli beytin
yekfulûnehu lekum ve hum lehu nâsıhûn(nâsıhûne).
Ve daha önce ona (başka) süt annelerini haram kıldık (süt emmemesini sağladık). (Onun ablası,
firavunun ailesine): "Ona kefil olacak (bakımını üstlenecek) bir aileye sizi ulaştırmak için delâlet
(yardım) edeyim mi? Ve onlar, onu (bebeği) iyi yetiştirir." dedi.
28/KASAS-13: Fe redednâhu ilâ ummihî key tekarra aynuhâ ve lâ tahzene ve li ta’leme enne
va’dallâhi hakkun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Böylece onu annesine geri verdik, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın ve Allah'ın vaadinin hak
olduğunu bilsin diye. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.
28/KASAS-14: Ve lemmâ belega eşuddehu vestevâ âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike
neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Ve erginlik çağına erişip kemâle erdiği zaman, ona hikmet ve ilim verdik. Ve muhsinleri, Biz işte
böyle mükâfatlandırırız.
28/KASAS-15: Ve dehalel medînete alâ hîni gafletin min ehlihâ fe vecede fîhâ raculeyni
yaktetilâni hâzâ min şîatihî ve hâzâ min aduvvih(aduvvihî), festegâsehullezî min şîatihî alellezî
min aduvvihî, fe vekezehu mûsâ fe kadâ aleyhi kâle hâzâ min ameliş şeytân(şeytâni), innehu
aduvvun mudillun mubîn(mubînun).
Ve (Hz. Musa, kendisine hikmet verilmeden önce) şehir halkı gaflette olduğu bir zamanda (kimse
farkında olmadan) şehre girdi. Orada dövüşen iki adam buldu. Biri kendi tarafından, diğeri ona
düşman taraftan. O zaman onun (Musa (A.S)'ın) tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım
istedi. Bunun üzerine Musa (A.S) onu yumrukladı (öldürdü). Böylece (ölüm) kaza edildi (hüküm 2
yerine geldi). Musa (A.S): "Bu şeytanın işidir. Muhakkak ki o, apaçık dalalette bırakan bir
düşmandır." dedi.
28/KASAS-16: Kâle rabbi innî zalemtu nefsî fâgfirlî fe gafera leh(lehu), innehu huvel gafûrur
rahîm(rahîmu).
"Rabbim, ben nefsime zulmettim, artık beni mağfiret et." dedi. Böylece onu mağfiret etti.
Muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
28/KASAS-17: Kâle rabbi bimâ en’amte aleyye fe len ekûne zahîren lil mucrimîn(mucrimîne).
(Musa A.S): "Rabbim beni ni'metlendirdiğin şeyler sebebiyle, bundan sonra ben asla mücrimlere
arka çıkmayacağım (yardımcı olmayacağım).
28/KASAS-18: Fe asbaha fîl medîneti hâifen yeterakkabu fe izellezîstensarahu bil emsi
yestasrihuh(yestasrihuhu), kâle lehu mûsâ inneke le gaviyyun mubîn(mubînun).
Böylece şehirde (etrafı) gözleyerek sabahladı. Fakat dün yardım isteyen kişi ondan (tekrar) yardım
istediği zaman (Musa A.S) ona: "Muhakkak ki sen, apaçık azgınsın." dedi.
28/KASAS-19: Fe lemmâ en erâde en yabtışe billezî huve aduvvun lehumâ kâle yâ mûsâ e turîdu
en taktulenî kemâ katelte nefsen bil emsi in turîdu illâ en tekûne cebbâren fîl ardı ve mâ turîdu
en tekûne minel muslihîn(muslihîne).
Böylece ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak istediği zaman: "Ey Musa! Dün öldürdüğün
kişi gibi beni de öldürmek mi istiyorsun? Eğer (öldürmek) istiyorsan, o taktirde sen yeryüzünde
sadece bir zorba olursun. Ve sen, barıştıranlardan olmak istemiyorsun." dedi.
28/KASAS-20: Ve câe raculun min aksal medîneti yes’â kâle yâ mûsâ innel melee ye’temirûne
bike li yaktulûke fahruc innî leke minen nâsıhîn(nâsıhîne).
Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey Musa! (Kavmin) ileri gelenleri mutlaka seni
öldürme emrini vermek için konuşuyorlar. Öyleyse hemen (şehirden) çık. Muhakkak ki ben, sana
öğüt verenlerdenim." dedi.
28/KASAS-21: Fe harece minhâ hâifen yeterakkabu, kâle rabbi neccinî minel kavmiz
zâlimîn(zâlimîne).
Böylece oradan korkuyla (etrafını) gözleyerek çıktı: "Rabbim, beni (bu) zalimler kavminden
kurtar." dedi.
28/KASAS-22: Ve lemmâ teveccehe tilkâe medyene kâle asâ rabbî en yehdiyenî sevâes
sebîl(sebîli).
Ve (Musa A.S), Medyen (şehri) tarafına döndüğü zaman "Rabbimin beni sevva edilmiş yola
hidayet etmesini (ulaştırmasını) umarım." dedi.
28/KASAS-23: Ve lemmâ verede mâe medyene vecede aleyhi ummeten minen nâsi
yeskûn(yeskûne), ve vecede min dûnihimumreeteyni tezûdân(tezûdâni), kâle mâ hatbukumâ,
kâletâ lâ neskî hattâ yusdirar riâu ve ebûnâ şeyhun kebîr(kebîrun).
Ve Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu ve onlardan başka,
(hayvanlarını suya gitmekten) engelleyen iki kadın buldu. Onlara: "Sizin haliniz (derdiniz) nedir?"
dedi. (O iki kadın): "Çobanlar (sürüleriyle) çekilmedikçe biz (hayvanlarımızı) sulayamayız. Ve
bizim babamız çok ihtiyar." dediler.
28/KASAS-24: Fe sekâ lehumâ summe tevellâ ilez zılli fe kâle rabbi innî limâ enzelte ileyye min
hayrin fakîr(fakîrun).
Böylece ikisinin (sürüsünü) suladı, sonra gölgeye döndü ve "Rabbim muhakkak ki ben, bana hayır
olarak indirdiğin herşeye fakirim (muhtacım)." dedi.
28/KASAS-25: Fe câethu ıhdâhumâ temşî alestihyâin, kâlet inne ebî yed’ûke li yecziyeke ecra
mâ sekayte lenâ, fe lemmâ câehu ve kassa aleyhil kasasa kâle lâ tehaf, necevte minel kavmiz
zâlimîn(zâlimîne). 2
İkisinden biri, haya ederek (utanarak) ona geldi: "Muhakkak ki babam, bizim (sürümüzü)
sulamandan dolayı bir ecirle mükâfatlandırmak için seni davet ediyor." dedi. Ve (Musa A.S), ona
geldiği zaman hikâyesini anlattı. (İhtiyar adam): "Korkma! (Artık) sen, zalimler kavminden
kurtuldun." dedi.
28/KASAS-26: Kâlet ıhdâhumâ yâ ebetiste’cirhu inne hayra meniste’certel kaviyyul
emîn(emînu).
İki kızdan biri: "Ey babacığım! Onu ücretle tut. Muhakkak ki o, ücretle tuttuklarından daha hayırlı,
sağlam ve emindir." dedi.
28/KASAS-27: Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye
hıcec(hıcecin), fe in etmemte aşran fe min indik(indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk(aleyke),
setecidunî in şâallâhu mines sâlihîn(sâlihîne).
(Yaşlı adam): "Gerçekten ben, işte bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum, bana ücretle
sekiz yıl çalışmana karşılık. Eğer on yılı tamamlarsan o da senden (bir lütuftur). Ve ben, seni
mecbur etmek istemem. İnşaallah beni salihlerden bulacaksın."
28/KASAS-28: Kâle zâlike beynî ve beynek(beyneke), eyyemel eceleyni kadaytu fe lâ udvâne
aleyy(aleyye), vallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Musa A.S): "Bu seninle benim aramdadır. İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem),
artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve Allah, konuştuklarımıza vekildir." dedi.
28/KASAS-29: Fe lemmâ kadâ mûsel ecele ve sâre bi ehlihî ânese min cânibit tûri nârâ(nâren),
kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi haberin ev cezvetin minen nâri
leallekum testalûn(testalûne).
Böylece Musa (A.S), süresini tamamladığı zaman ailesi ile (yürüyerek) yola çıktı. Tur dağı
tarafında bir ateş farketti. Ailesine: "Durup bekleyin. Gerçekten ben bir ateş gördüm. Belki size
oradan bir haber veya alevli bir ateş getiririm. Böylece siz ısınasınız diye." dedi.
28/KASAS-30: Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtııl vâdil eymeni fîl buk’atil mubâreketi mineş
şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
Böylece oraya geldiği zaman vadinin sağ tarafından, mübarek yerdeki ağaçtan nida edildi: "Ey
Musa! Muhakkak ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ım."
28/KASAS-31: Ve en elkı asâk(asâke), fe lemmâ reâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ
mudbiren ve lem yuakkıb, yâ mûsâ akbil ve lâ tehaf, inneke minel âminîn(âminîne).
"Ve asanı at!" Bunun üzerine (asasını atınca), onun yılan gibi hareket ettiğini gördü. Arkasına
bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa, (geri) dön! Ve korkma, muhakkak ki sen emniyette
olanlardansın!"
28/KASAS-32: Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû(sûin), vadmum ileyke
cenâhake miner rehbi fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih(melâihî), innehum
kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne).
Elini koynuna sok, onu kusursuz beyaz olarak çıkar. Korkudan (emin ol), kanatlarını (kollarını)
kendine çek. Bu ikisi, senin Rabbinden, firavuna ve onun (kavminin) ileri gelenlerine iki burhandır
(delildir). Muhakkak ki onlar, fasık bir kavimdir.
28/KASAS-33: Kâle rabbi innî kateltu minhum nefsen fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
(Musa A.S): "Rabbim, ben gerçekten onlardan birisini öldürdüm. Bu sebeple beni öldürmelerinden
korkuyorum." dedi.
28/KASAS-34: Ve ahî hârûnu huve efsahu minnî lisânen fe ersilhu maiye rid’en yusaddıkunî,
innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni). 2
Ve kardeşim Harun ki o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Ve onu, beni tasdik edici ve
yardımcı olarak benimle beraber gönder. Ben, gerçekten beni tekzip etmelerinden
(yalanlamalarından) korkuyorum.
28/KASAS-35: Kâle se neşuddu adudeke bi ahîke ve nec’alu lekumâ sultânen fe lâ yasılûne
ileykumâ bi âyâtinâ, entumâ ve menittebeakumel gâlibûn(gâlibûne).
(Allahû Tealâ): "Kardeşinle senin gücünü arttıracağız ve ikinizi sultan kılacağız. Ve böylece onlar,
âyetlerimize (mucizelerimize) ulaşamayacaklar (onlara karşı koyamayacaklar). Siz ikiniz ve size
tâbî olanlar, gâlip olanlarsınız." dedi.
28/KASAS-36: Fe lemmâ câehum mûsâ bi ayâtinâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ sihrun mufteren
ve mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
Böylece Musa (A.S), apaçık âyetlerimizi getirdiği zaman: "Bu, uydurulmuş sihirden başka bir şey
değil ve biz evvelki atalarımızdan bunu duymadık." dediler.
28/KASAS-37: Ve kâle mûsâ rabbî a’lemu bi men câe bil hudâ min indihî ve men tekûnu lehu
âkıbetud dâr(dârı), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Ve Musa (A.S): "Rabbim, kimin kendi katından hidayet ile geldiğini ve dünya yurdunun sonucunun
kimin olacağını daha iyi bilir. Muhakkak ki zalimler, felâha (kurtuluşa) ermezler." dedi.
28/KASAS-38: Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî
yâ hâmânu alet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel
kâzibîn(kâzibîne).
Ve firavun: "Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Benim için ıslak
toprak üzerine ateş yak (tuğla pişir). Böylece bana (yüksek) bir kule yap. Belki ben Musa'nın
ilâhına muttali olurum. Ve ben, onun mutlaka yalancılardan olduğunu zannediyorum." dedi.
28/KASAS-39: Vestekbere huve ve cunûduhu fîl ardı bi gayril hakkı ve zannû ennehum ileynâ lâ
yurceûn(yurceûne).
Ve o ve onun orduları, yeryüzünde haksız yere kibirlendiler. Ve kendilerinin, bize rücu
ettirilmeyeceklerini (döndürülmeyeceklerini) zannettiler.
28/KASAS-40: Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemm(yemmi), fanzur keyfe kâne
âkıbetuz zâlimîn(zâlimîne).
Sonra onu ve onun ordularını, yakalayıp denize attık. Bunun üzerine zalimlerin akıbetinin nasıl
olduğuna bak!
28/KASAS-41: Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ
yunsarûn(yunsarûne).
Ve Biz, onları ateşe davet eden imamlar (önderler) kıldık. Ve kıyâmet günü onlara yardım
olunmaz.
28/KASAS-42: Ve etba’nâhum fî hâzihid dunyâ la’neh(la’neten) ve yevmel kıyâmeti hum minel
makbûhîn(makbûhîne).
Ve bu dünyada arkalarından lâneti onlara ulaştırdık. Ve kıyâmet günü onlar, (Allah'ın rahmetinden)
uzaklaştırılmış olanlardandır.
28/KASAS-43: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe min ba’di mâ ehleknel kurûnel ûlâ besâire lin nâsi
ve huden ve rahmeten leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve andolsun ki evvelki nesilleri helâk ettikten sonra Musa (A.S)'a, insanlar için basiretleri açılsın
(kalp gözleri görmeye başlasın) ve hidayet rehberi ve rahmet olsun (Rahîm esması tecelli etsin)
diye Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki böylece onlar, tezekkür ederler.
28/KASAS-44: Ve mâ kunte bi cânibil garbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsel emre ve mâ kunte mineş
şâhidîn(şâhidîne). 2
Ve sen (ey Muhammed)! Musa'ya emri kada ettiğimiz zaman, garb tarafında değildin. Ve sen,
şahitlerden (olayı görenlerden) de değildin.
28/KASAS-45: Ve lâkinnâ enşe’nâ kurûnen fe tetâvele aleyhimul umur(umuru), ve mâ kunte
sâviyen fî ehli medyene tetlû aleyhim âyâtinâ, ve lâkinnâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
Ve lâkin (birçok) nesiller inşa ettik (oluşturduk). Onların ömürleri uzun oldu. Sen Medyen halkı
arasında olmadığın (halde), onlara (sahâbeye) âyetlerimizi okuyorsun. Fakat (o haberleri sana)
gönderen, Biziz.
28/KASAS-46: Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire
kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve Biz, (Hz. Musa'ya) nida ettiğimiz zaman, sen Tur Dağı'nın yanında değildin. Fakat Rabbinden
bir rahmet olarak, senden önce kendilerine bir nezir (uyarıcı, peygamber) gelmemiş olan bir kavmi
inzar etmen (uyarman) içindir. Umulur ki böylece onlar tezekkür ederler.
28/KASAS-47: Ve lev lâ en tusîbehum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim fe yekûlû rabbenâ lev
lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve eğer elleriyle takdim ettikleri (yaptıkları) sebebiyle onlara bir musîbet isabet ederse: "Rabbimiz
keşke bize bir resûl gönderseydin böylece biz, Senin âyetlerine tâbî olur ve mü'minlerden olurduk."
diyecek olmasalardı (seni Nebî-Resûl olarak göndermezdik).
28/KASAS-48: Fe lemmâ câehumul hakku min indinâ kâlû lev lâ ûtiye misle mâ ûtıye mûsâ, e ve
lem yekfurû bimâ ûtiye mûsâ min kabl(kablu), kâlû sihrâni tezâher(tezâhera), ve kâlû innâ bi
kullin kâfirûn(kâfirûne).
Böylece onlara katımızdan hak geldiği zaman: "Musa'ya verilenler (mucizeler) gibi ona da
verilseydi olmaz mıydı?" dediler. Musa'ya verilenleri daha önce inkâr etmediler mi? "İki büyü
birbirini güçlendirdi (destekledi). Ve muhakkak ki biz hepsini inkâr edenleriz." dediler.
28/KASAS-49: Kul fe’tû bi kitâbin min indillâhi huve ehdâ min humâ ettebi’ hu in kuntum
sâdikîn(sâdikîne).
(Onlara) de ki: "Eğer siz, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) iseniz Allah'ın katından, o ikisinden
daha çok hidayete erdiren bir kitap getirin, ona tâbî olayım."
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu
mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez
zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki
onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi
heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini
hidayete erdirmez.
28/KASAS-51: Ve lekad vassalnâ lehumul kavle leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve andolsun ki, tezekkür etsinler diye sözü (âyetlerimizi) ardarda onlara ulaştırdık.
28/KASAS-52: Ellezîne âteynâhumul kitâbe min kablihî hum bihî yu’minûn(yu’minûne).
Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, O'na (Kur'ân-ı Kerim'e) îmân ederler.
28/KASAS-53: Ve izâ yutlâ aleyhim kâlû âmennâ bihî innehul hakku min rabbinâ innâ kunnâ
min kablihî muslimîn(muslimîne).
Ve onlara (Kur'ân) okunduğu zaman: "O'na îmân ettik, muhakkak ki O, Rabbimizden haktır. Biz,
ondan önce de muhakkak ki (Allah'a) teslim olanlardık." dediler.
28/KASAS-54: Ulâike yu’tevne ecrehum merreteyni bimâ saberû ve yedraûne bil hasenetis
seyyiete ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
İşte onlardır ki; onlara sabırları sebebiyle ecirleri (sevapları) iki kat verilir. Ve onlar, seyyiati
(kötülüğü) hasenat (iyilik) ile savarlar. Ve onlara verdiğimiz (manevî) rızıktan infâk ederler. 2
28/KASAS-55: Ve izâ semiûllagve a’radû anhu, ve kâlû lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum
selâmun aleykum lâ nebtegîl câhilîn(câhilîne).
Ve onlar, boş lâf işittikleri zaman yüz çevirdiler ve: "Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz sizedir.
Selâm sizin üzerinize olsun. Biz cahillerle (beraber olmak) istemeyiz (ilgilenmeyiz)." dediler.
28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve
a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah'a ulaştıramazsın).
Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.
28/KASAS-57: Ve kâlû in nettebiıl hudâ meake nutehattaf min ardınâ, e ve lem numekkin lehum
haremen âminen yucbâ ileyhi semerâtu kulli şey’in rızkan min ledunnâ ve lâkinne ekserehum lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve: "Eğer seninle beraber hidayete tâbî olursak (Allah'a ulaşmayı dilersek), yerimizden atılırız
(yurdumuzdan kovuluruz)." dediler. Onları, katımızdan rızık olarak her çeşit üründen toplanıp,
onlara getirildiği haram kılınan (hürmet edilen yerde, haremde) yerde emin olarak yerleştirmedik
mi? Fakat onların çoğu (Allah tarafından olduğunu) bilmezler.
28/KASAS-58: Ve kem ehleknâ min karyetin batırat maîşetehâ, fe tilke mesâkinuhum lem tusken
min ba’dihim illâ kalîlâ(kalîlen), ve kunnâ nahnul vârisîn(vârisîne).
Ve azarak, maişetlerine şükretmeyen nice ülkeyi helâk ettik. İşte bunlar, onların meskenleri,
onlardan sonra (çok) az bir süre hariç, iskân edilmedi (oturulmadı). Ve Biz, onların varisleri, Biziz.
28/KASAS-59: Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yeb’ase fî ummihâ resûlen yetlû
aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn(zâlimûne).
Ve senin Rabbin, ülkelere, onların ana şehirlerine, onlara âyetlerimizi okuyan bir resûl
göndermedikçe helâk edici olmadı. Ve Biz, onun halkı zalim olmadıkça (zulmetmedikçe) ülkeleri
helâk edici olmadık.
28/KASAS-60: Ve mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ ve zînetuhâ ve mâ indallâhi
hayrun ve ebkâ, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve size verilmiş olan herşey aslında dünya hayatının meta'ıdır (malıdır) ve ziynetidir (süsüdür). Ve
Allah'ın katında olanlar daha hayırlı ve daha bakîdir (kalıcıdır). Hâlâ akıl etmez misiniz?
28/KASAS-61: E fe men vaadnâhu va’den hasenen fe huve lâkîhi ke men metta’nâhu metâal
hayâtid dunyâ summe huve yevmel kıyâmeti minel muhdarîn(muhdarîne).
Öyleyse güzel vaadde bulunduğumuz ve böylece ona kavuşan kimse, dünya hayatının meta'ı (malı)
ile metalandırdığımız, sonra kıyâmet günü (hesaba çekilmek üzere) hazır bulundurulanlardan olan
kimse gibi midir?
28/KASAS-62: Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum
tez’umûn(tez’umûne).
Ve o gün onlara (Allah) nida edecek: "Zanda bulunduğunuz Benim ortaklarım nerede?" diyecek.
28/KASAS-63: Kâlellezîne hakka aleyhimul kavlu rabbenâ hâulâillezîne agveynâ, agveynâhum
kemâ gaveynâ, teberre’nâ ileyke mâ kânû iyyânâ ya’budûn(ya’budûne).
Üzerlerine azap sözü hak olanlar: "Rabbimiz, azdırdıklarımız işte bunlar. Kendimiz azdığımız gibi
onları da azdırdık. Onlardan berî olduğumuzu (kurtulduğumuzu) Sana arz ederiz. Onlar, bize
tapmıyorlardı (nefslerine uyuyorlardı)." dediler.
28/KASAS-64: Ve kîled’û şurekâekum fe deavhum fe lem yestecîbû lehum ve reavul azâb(azâbe),
lev ennehum kânû yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: "Ortaklarınızı çağırın!" dendi. Bunun üzerine onlar çağırdılar. Fakat onlara icabet
etmediler ve azabı gördüler. Keşke onlar, hidayete ermiş olsalardı.
28/KASAS-65: Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu mâzâ ecebtumul murselîn(murselîne). 2
Ve o gün Allah, onlara nida edecek: "O zaman (hayattayken) mürsellere (resûllere), ne cevap
verdiniz?" diyecek.
28/KASAS-66: Fe amiyet aleyhimul enbâu yevme izin fe hum lâ yetesâelûn(yetesâelûne).
İzin günü artık onlara haberler (amel defterleri, rakamlı kitap) kapanmıştır. Bundan sonra onlara
sorulmaz (sorgulanmazlar).
28/KASAS-67: Fe emmâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihân fe asâ en yekûne minel
muflihîn(muflihîne).
Artık (mürşidin önünde) tövbe eden ve (ikinci defa) âmenû olup, salih amel (nefs tezkiyesi)
yapanın, bu sebeple felâha erenlerden olması umulur.
28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul
hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan'dır
(münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.
28/KASAS-69: Ve rabbuke ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn(yu’linûne).
Ve senin Rabbin, onların sinelerinde gizli olan şeyi ve alenî olan (gizlemedikleri) şeyi bilir.
28/KASAS-70: Ve huvallâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul hamdu fîl ûlâ vel âhırati ve lehul hukmu ve
ileyhi turceûn(turceûne).
Ve O Allah'tır ki; O'ndan başka İlâh yoktur. Evvelde ve ahirde (dünyada ve ahirette) hamd, O'na
aittir. Ve hüküm, O'nundur. Ve O'na döndürüleceksiniz.
28/KASAS-71: Kul e reeytum in cealallâhu aleykumul leyle sermeden ilâ yevmil kıyâmeti men
ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi dıyâ’(dıyâin), e fe lâ tesme’ûn(tesme’ûne).
De ki: "Gördünüz mü (düşündünüz mü)? Eğer Allah geceyi sizin üzerinizde kıyâmet gününe kadar
devamlı kılsaydı, Allah'tan başka size ışığı getirecek İlâh kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz?
28/KASAS-72: Kul e reeytum in cealallâhu aleykumun nehâre sermeden ilâ yevmil kıyâmeti men
ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi leylin teskunûne fîh(fîhi), e fe lâ tubsırûn(tubsırûne).
De ki: "Gördünüz mü (düşündünüz mü?) Eğer Allah, gündüzü sizin üzerinizde kıyâmete kadar
devamlı kılsaydı, Allah'tan başka size, içinde sükûn bulduğunuz (dinlendiğiniz) geceyi getirecek
İlâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?"
28/KASAS-73: Ve min rahmetihî ceale lekumul leyle ven nehâre li teskunû fîhi ve li tebtegû min
fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve rahmetinden (olmak üzere) sizin için, içinde sükûn bulasınız (dinlenesiniz) diye ve O'nun
fazlından isteyesiniz diye geceyi ve gündüzü kıldı (yarattı). Ve umulur ki siz böylece şükredersiniz.
28/KASAS-74: Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum
tez’umûn(tez’umûne).
Ve o gün (Allah) onlara nida edecek (seslenecek): "Zanda bulunduğunuz ortaklarım nerede?"
diyecek.
28/KASAS-75: Ve neza’nâ min kulli ummetin şehîden fe kulnâ hâtû burhânekum fe alimû ennel
hakka lillâhi ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Ve bütün ümmetlerden bir şahit çekip çıkardık (seçtik). Sonra da: "Burhanlarınızı (delillerinizi)
getirin." dedik. Böylece hakkın Allah'a ait olduğunu bildiler (anladılar). Ve uydurmuş oldukları
şeyler onlardan sapıp uzaklaştı.
28/KASAS-76: İnne kârûne kâne min kavmi mûsâ, fe begâ aleyhim, ve âteynâhu minel kunûzi
mâ inne mefâtihahu le tenûu bil usbeti ulil kuvveh(kuvveti), iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah
innallâhe lâ yuhıbbul ferihîn(ferihîne). 2
Karun, Musa (A.S)'ın kavmindendi. Sonra onlara karşı azdı. Ona hazineler verdik. Öyle ki
gerçekten onun anahtarlarını mutlaka kuvvetli bir topluluk zor taşıyordu. Kavmi ona "Sevinme
(gururlanma), muhakkak ki Allah şımaranları (gururlananları) sevmez." demişti.
28/KASAS-77: Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemined dunyâ ve ahsin
kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul
mufsidîn(mufsidîne).
Ve Allah'ın sana verdiği şeylerin içinde bulunan ahiret yurdunu iste. Ve dünyadan nasibini (de)
unutma. Allahû Tealâ'nın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et (karşılıksız ver). Ve yeryüzünde
fesat isteme (çıkartma). Muhakkak ki Allah, müfsidleri (fesat çıkaranları) sevmez.
28/KASAS-78: Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min
kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â(cem’an), ve lâ yus’elu
an zunûbihimul mucrimûn(mucrimûne).
(Karun): "O (servet) ancak bendeki ilim sebebiyle bana verildi." dedi. Ondan önce, "Allah'ın ondan
daha kuvvetli (güçlü) olan ve ondan daha çok şey toplayan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş
olduğunu" bilmiyor mu? Ve mücrimlere günahlarından sorulmaz.
28/KASAS-79: Fe harece alâ kavmihî fî zînetih(zînetihî), kâlellezîne yurîdûnel hayâted dunyâ yâ
leyte lenâ misle mâ ûtiye kârûnu innehu le zû hazzın azîm(azîmin).
Böylece ziyneti ile (büyük bir ihtişam ile) kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler:
"Keşke Karun'a verilenler kadar bizim de olsaydı. Muhakkak ki o gerçekten en büyük hazzın
sahibidir." dediler.
28/KASAS-80: Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile
sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illes sâbirûn(sâbirûne).
Ve ilim verilenler: "Size yazıklar olsun! Âmenû olan ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar için
Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Buna (hayırlı sevaba), sabredenlerden başkası mülâki olmaz
(kavuşturulmaz)." dediler.
28/KASAS-81: Fe hasefnâ bihî ve bidârihil arda fe mâ kâne lehu min fietin yensurûnehu min
dûnillâhi ve mâ kâne minel muntasırîn(muntasırîne).
Sonra, onu ve onun sarayını yere geçirdik. Onun Allah'tan başka yardım edecek bir (dost) grubu
yoktu ve yardım edilenlerden olmadı.
28/KASAS-82: Ve asbehallezîne temennev mekânehu bil emsi yekûlûne vey keennellâhe
yebsutur rızka li men yeşâu min ıbâdihî ve yakdir(yakdiru), lev lâ en mennallâhu aleynâ le
hasefe binâ, vey keennehu lâ yuflihul kâfirûn(kâfirûne).
Ve dün onun yerinde olmayı temenni edenler, sabahlayınca "Vay! Öyleyse Allah, kullarından
dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır (takdir eder). Eğer Allah bizi ni'metlendirmiş olmasaydı,
mutlaka bizi de yere geçirirdi. Vay! Demek ki kâfirler, felâha ermez." dediler.
28/KASAS-83: Tilked dârul âhıretu nec’aluhâ lillezîne lâ yurîdûne uluvven fîl ardı ve lâ
fesâdâ(fesâden), vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
İşte bu ahiret yurdu ki onu, yeryüzünde üstün olmak ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz.
Akıbet (güzel sonuç) muttekîlerindir (takva sahiplerinindir).
28/KASAS-84: Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ ve men câe bis seyyieti fe lâ
yuczellezîne amilûs seyyiâti illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Kim hasenat ile (pozitif dereceler ile) gelirse o taktirde ona, ondan daha hayırlısı vardır. Ve kim
seyyiat ile (negatif dereceler ile) gelirse, işte o zaman kötü amel yapanlar "yaptıklarından başkası
(fazlası) ile cezalandırılmazlar. (Derecat kaybedenlerin cezası kazandıkları dereceler kaybettikleri
derecelerden çıkarıldıktan sonra kalan dereceşer kadardır.) 2
28/KASAS-85: İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu
men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).
Muhakkak ki Kur'ân'ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere döndürecek olandır. De ki:
"Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir."
28/KASAS-86: Ve mâ kunte tercû en yulkâ ileykel kitâbu illâ rahmeten min rabbike fe lâ
tekûnenne zahîren lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve Rabbin tarafından sadece bir rahmet olarak, bu kitabın sana ilka edileceğini (ulaştırılacağını)
sen ümit etmezdin. Öyleyse sakın kâfirlere yardımcı olma!
28/KASAS-87: Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ
tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et
(Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
28/KASAS-88: Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ hû(hûve), kullu şey’in
hâlikun illâ vecheh(vechehu), lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve Allah ile beraber başka bir İlâh'a dua etme (ibadet etme). O'ndan başka İlâh yoktur. O'nun Zat'ı
hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O'nundur. Ve O'na döndürüleceksiniz.
KEHF
Bismillâhirrahmânirrahîm
18/KEHF-1: El hamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec'al lehu ıvecâ(ıvecen).
Allah'a hamdolsun ki O, kuluna Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) indirdi. Ve O'nda, bir eğrilik kılmadı.
18/KEHF-2: Kayyimen li yunzire be'sen şedîden min ledunhu ve yubeşşirel mu'minînellezîne
ya'melûnes sâlihâti enne lehum ecren hasenâ(hasenen).
(Kur'ân-ı Kerim), kayyum (kıyâmete kadar devam edecek) olarak, katından şiddetli azapla uyarmak
ve salih amel yapan mü'minlere en güzel ecrin onların olduğunu müjdelemek için (indirildi).
18/KEHF-3: Mâkisîne fîhi ebedâ(ebeden).
Orada ebedî olarak kalıcıdırlar (kalacaklardır).
18/KEHF-4: Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ(veleden).
Ve (Kur'ân-ı Kerim), “Allah, bir çocuk edindi.” diyenleri uyarır.
18/KEHF-5: Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min
efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).
Onların ve babalarının (atalarının), ona (buna; Allah'ın evlât edinmeyeceğine) dair bir ilimleri
yoktur. Onların ağızlarından çıkan kelimeler (sözler) çok büyük! Onlar, (söylerlerse) ancak yalan
söylüyorlar.
18/KEHF-6: Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu'minû bi hâzel hadîsi
esefâ(esefen).
Bu durumda eğer onlar, (Kur'ân-ı Kerim'deki) bu sözlere inanmazlarsa, onların arkalarından
üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin.
18/KEHF-7: İnnâ cealnâ mâ alel ardı zîneten lehâ li nebluvehum eyyuhum ahsenu
amelâ(amelen).
Muhakkak ki Biz, yeryüzünde olan şeyleri, onların hangisi daha güzel amel edecek diye imtihan
etmemiz için, ona (arza) ziynet kıldık.
18/KEHF-8: Ve innâ le câilûne mâ aleyhâ saîden curuzâ(curuzen).
Ve muhakkak ki onun (arzın) üzerinde olan şeyleri, kuru toprak yapacak olan elbette Biziz. 2
18/KEHF-9: Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).
Yoksa sen, Ashabel Kehf ve Rakîm'in, bizim acayip âyetlerimizden biri olduğunu mu sandın?
18/KEHF-10: İz evel fityetu ilel kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ
min emrinâ reşedâ(reşeden).
Gençler mağaraya sığındıkları zaman şöyle dediler: “Rabbimiz, bize Senin katından bir rahmet ver.
Ve bize emrimizden (bizim içimizden, senin emirlerinden bize ait olan rahmet ve salâvâtı
ulaştıracak kişiyi) mürşidi tayin et.”
18/KEHF-11: Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).
Böylece mağarada kulakları üzerine (kalplerinin zikrini duyabilmeleri için yan üstü) senelerce
yatırdık (uyuttuk).
18/KEHF-12: Summe beasnâhum li na'leme eyyul hızbeyni ahsâ limâ lebisû emedâ(emeden).
Sonra ne kadar süre kaldıklarını, iki topluluktan hangisinin daha iyi hesap edeceğini bilmemiz
(belirtmemiz) için onları beas ettik (dirilttik, uyandırdık).
18/KEHF-13: Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakk(hakkı), innehum fityetun âmenû bi
rabbihim ve zidnâhum hudâ(huden).
Biz, sana onların haberlerini gerçek olarak kıssa ediyoruz. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine âmenû
olmuş gençlerdi. Ve onlara hidayeti artırdık.
18/KEHF-14: Ve rabatnâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbus semâvâti vel ardı len
ned'uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şetatâ(şetaten).
Onların kalpleri üzerine rabıta kurduk (kalplerini Bize bağladık). Ayağa kalktıkları zaman
(kalkınca) şöyle dediler: “Bizim Rabbimiz, semaların ve arzın Rabbidir. O'ndan başkasına ilâh
olarak asla dua etmeyiz. Öyle yaparsak, andolsun ki haddi aşarak yanlış söylemiş olurduk.”
18/KEHF-15: Hâulâi kavmunettehazû min dûnihî âliheh(âliheten), lev lâ ye'tûne aleyhim bi
sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).
İşte bu bizim kavmimizdir. Onlara açıkça bir delil (sultan) gelmemesine rağmen Allah'tan başkasını
ilâhlar edindiler. Öyleyse Allah'a yalanla iftira edenden daha zalim kim vardır?
18/KEHF-16: Ve izi'tezeltumûhum ve mâ ya'budûne illâllâhe fe'vû ilel kehfi yenşur lekum
rabbukum min rahmetihî ve yuheyyi' lekum min emrikum mirfekâ(mirfekan).
Ve siz, Allah'tan başkasına kul olmayarak onlardan ayrıldığınız zaman artık bir mağaraya sığının!
Rabbiniz size rahmetini neşretsin (ulaştırsın). Ve size, refik (destek) olarak işlerinizi kolaylaştırsın.
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet
takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men
yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen
murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan
onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde
bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa,
işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun
için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
18/KEHF-18: Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûd(rukûdun), ve nukallibuhum zâtel yemîni
ve zâteş şimâl(şimâli), ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîd(vasîdi), levittala'te aleyhim le
velleyte minhum firâren ve le muli'te minhum ru'bâ(ru'ben).
Ve onlar, uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. Ve onları sağa ve sola doğru çeviririz.
Onların köpeği, ön ayaklarını (mağaranın) giriş kısmına uzatmış vaziyettedir. Eğer sen, onlara
muttali olsaydın (yakından görseydin), mutlaka onlardan kaçarak (geri) dönerdin. Ve mutlaka sen,
onlardan korkuyla dolardın (çok korkardın). 2
18/KEHF-19: Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum,
kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevm(yevmin), kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû
ehadekum bi verıkıkum hâzihî ilel medîneti fel yanzur eyyuhâ ezkâ taâmen fel ye'tikum bi rızkın
minhu vel yetelattaf ve lâ yuş'ırenne bikum ehadâ(ehaden).
Ve böylece aralarında sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). Onlardan konuşan biri şöyle dedi:
“Ne kadar kaldınız?” “Günün bir kısmı veya bir gün (kadar).” dediler. (Diğerleri de): “Ne kadar
kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.” dediler. Artık sizden birisini, sizin bu gümüş paranızla şehre
gönderin. Böylece en temiz yiyecek hangisi, baksın (da) ondan size bir rızık getirsin. Ve tedbirli
(dikkatli) olsun. Sakın sizi bir kimseye sezdirmesin (varlığınızı hiç kimseye hissettirmesin).
18/KEHF-20: İnnehum in yazherû aleykum yercumûkum ev yuîdûkum fî milletihim ve len
tuflihû izen ebedâ(ebeden).
Muhakkak ki onlar, eğer size karşı gâlip gelirlerse, sizi taşlarlar veya sizi kendi dînlerine
döndürürler. O zaman asla ebediyyen kurtuluşa eremezsiniz.
18/KEHF-21: Ve kezâlike a'sernâ aleyhim li ya'lemû enne va'dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ
reybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbnû aleyhim bunyânâ(bunyânen),
rabbuhum a'lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehızenne aleyhim
mescidâ(mesciden).
Ve böylece “Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve o saat (kıyâmet) hakkında şüphe olmadığını”
bilsinler diye onları (şehir halkına) bildirdik. Aralarında onların durumu hakkında niza ediyorlar
(çekişiyorlar)dı. “Onların üzerine binalar inşa edin.” dediler. Onların Rabbi, onları en iyi bilir.
Onların işlerinde gâlip olanlar (sözü geçenler): “Onların üzerine mutlaka mescid yapacağız.” dedi.
18/KEHF-22: Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum
kelbuhum recmen bil gayb(gaybi), ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî
a'lemu bi ıddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl(kalîlun), fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen
zâhirâ(zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ(ehâden).
Ve gaybı taşlayarak (bilmeden tahminde bulunarak) diyecekler ki: “(Onların sayısı) üçtür,
dördüncü onların köpeğidir.” “Beştir, altıncı onların köpeğidir.” diyecekler. Ve “Yedidir, sekizinci
onların köpeğidir.” diyecekler. De ki: “Onların adedini en iyi Allah bilir. Pek azı hariç, onlar
bilmezler.” Onlar hakkında, zahir olandan (bilinenden) başka tartışma (mücâdele etme)! Onlar
hakkında, onlardan birisine soru sorma (açıklama isteme)!
18/KEHF-23: Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâılun zâlike gadâ(gaden).
Bir şey hakkında “Ben, bunu yarın mutlaka yapacağım deme.”
18/KEHF-24: İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li
akrabe min hâzâ reşedâ(reşeden).
Ancak Allah'ın dilemesiyle (yapacağım de). Ve unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki:
“Rabbimin beni (Allah'a) bundan daha yakın (daha üstün) bir irşad seviyesine ulaştırmasını
umarım.”
18/KEHF-25: Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).
Onlar, mağaralarında 9 fazlasıyla 300 yıl kaldılar.
18/KEHF-26: Kulillâhu a'lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard(ardı), ebsır bihî ve
esmı', mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir.” Semaların ve arzın gaybı, O'na (Allah'a) aittir. Onu
(gaybı) en iyi işitir, en iyi görür. Onların, O'ndan başka dostları yoktur. Hükmüne kimseyi ortak
etmez.
18/KEHF-27: Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbik(rabbike), lâ mubeddile li kelimâtihî ve len
tecide min dûnihî multehadâ(multehaden). 2
Sana, Rabbinin Kitab'ından, vahyolunanı oku! O'nun kelimesini değiştirecek yoktur. Ve O'ndan
(Allah'tan) başka yönelinecek bulamazsın (yönelinecek yoktur).
18/KEHF-28: Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne
vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu
an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).
Sabah akşam, O'nun Vechi'ni (Zat'ını) isteyerek Rabbine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut.
Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız
ve hevasına (heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!
18/KEHF-29: Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe fel yu'min ve men şâe fel yekfur innâ
a'tednâ liz zâlimîne nâren ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli
yeşvîl vucûh(vucûhe), bi'seş şerab(şerabu) ve sâet murtefekâ(murtefekan).
De ki: “Hak Rabbinizdendir.” Bundan sonra artık dileyen inansın ve dileyen inkâr etsin. Muhakkak
ki Biz, zalimler için kenarları, onları (kâfirleri) ihata eden (saran, kaplayan) bir ateş hazırladık. Ve
eğer onlar yağmur isterlerse (ateşe karşı), erimiş maden gibi koyu ve kaynar, yüzleri kavuran bir su
yağdırılır. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dost (yardımcı).
18/KEHF-30: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti innâ lâ nudîu ecre men ahsene
amelâ(amelen).
Muhakkak ki âmenû olanlar (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler) ve salih amel
(nefs tezkiyesi) yapanlar, Biz kesinlikle en güzel amel işleyen kimselerin ecrini (karşılığını) zayi
etmeyiz.
18/KEHF-31: Ulâike lehum cennâtu adnin tecrî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min
esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudren min sundusin ve istebrekın muttekiîne fîhâ alel
erâik(erâiki), ni'mes sevâb(sevâbu), ve hasunet murtefekâ(murtefekan).
İşte onlara (onlar için) adn cennetleri vardır. Onların altından nehirler akar. Orada altın (dan)
bileziklerle süslenirler. İnce ipek ve atlastan yeşil elbiseler giyerler. Orada tahtlar üzerine
yaslanırlar. Ne güzel bir sevap ve ne güzel bir destek.
18/KEHF-32: Vadrıb lehum meselen raculeyni cealnâ li ehadihimâ cenneteyni min a'nâbin ve
hafefnâhumâ bi nahlin ve cealnâ beynehumâ zer'â(zer'an).
Onlara, iki adamın durumunu örnek ver. İkisinden birisine üzüm bağından iki bahçe kıldık (yaptık).
Ve ikisini de hurmalıklarla kuşattık (çevirdik). Ve ikisinin arasında ekinler bitirdik.
18/KEHF-33: Kiltel cenneteyni âtet ukulehâ ve lem tazlim minhu şey’en ve feccernâ hılâlehumâ
neherâ(neheren).
İki bahçenin ikisi de meyvelerini verdi. Ve ondan bir şey eksik kalmadı. İkisinin arasından bir nehir
akıttık.
18/KEHF-34: Ve kâne lehu semer(semerun), fe kâle li sâhıbihî ve huve yuhâviruhû ene ekseru
minke mâlen ve eazzu neferâ(neferen).
Ve onun serveti (de) vardı. Bu sebeple arkadaşı ile konuşurken ona: “Benim senden daha çok
malım var ve (ailemdeki) fertler bakımından senden daha üstünüm.” dedi.
18/KEHF-35: Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsih(nefsihî), kâle mâ ezunnu en tebîde
hâzihî ebedâ(ebeden).
Ve o, nefsine zulmederek bahçesine girdi. Şöyle dedi: “Bunun (bu bağın) ebediyyen helâk
olacağını zannetmiyorum.”
18/KEHF-36: Ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in rudidtu ilâ rabbî le ecidenne hayren minhâ
munkalebâ(munkaleben).
Ve ben, (kıyâmet) saatinin kaim olacağını (vukû bulacağını) zannetmiyorum. Ve eğer Rabbime
döndürülürsem mutlaka ondan daha hayırlısına dönüşmüş olanı bulurum. 2
18/KEHF-37: Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin
summe min nutfetin summe sevvâke raculâ(raculen).
Onunla konuşan (sohbet eden) arkadaşı, ona dedi ki: “Seni, (önce) topraktan, sonra bir nutfeden
(bir damla sudan) yaratan sonra da seni bir adam hüviyetine sevva (dizayn) edeni (Allah'ı), sen
inkâr mı ediyorsun?”
18/KEHF-38: Lâkinne huvallâhu rabbî ve lâ uşriku bi rabbî ehadâ(ehaden).
Fakat O, Allah ki; benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiçbir şey ile şirk koşmam.
18/KEHF-39: Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh(billâhi), in
tereni ene ekalle minke mâlen ve veledâ(veleden).
Beni mal ve evlât (bakımından) daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: “(Bu
bağ), Allah'ın dilediği (bağ)dır. Allah'tan başka kuvvet yoktur.” deseydin olmaz mıydı?”
18/KEHF-40: Fe asâ rabbî en yu’tiyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mines
semâi fe tusbiha saîden zelekâ(zelekan).
Belki Rabbim, bana senin bahçenden daha hayırlısını verir. Ve onun (senin bahçenin) üzerine
semadan (husbân) felâketler gönderir. Böylece kaygan bir toprak haline gelir.
18/KEHF-41: Ev yusbiha mâuhâ gavren fe len testetîa lehu talebâ(taleben).
Veya onun (bahçenin) suyu, yerin içine çekilir. Artık onu elde etmeye asla gücün yetmez (sen
muktedir olamazsın).
18/KEHF-42: Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye
hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ(ehaden).
Onun (o kimsenin) ürünleri ihata edildi (mahvedildi). Ve çardakları, (bahçenin) üzerine yıkılmış
haldeydi. Orada sarfettiği (emek ve para) için ellerini (avuçlarını) ovuşturuyor ve “Keşke ben,
Rabbime (hiç)bir şeyle şirk koşmasaydım.” diyor(du).
18/KEHF-43: Ve lem tekun lehu fietun yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne
muntesirâ(muntesiren).
Ve Allah'tan başka ona yardım edecek kimseler yoktu. Ve o, yardım alan (yardım edilen) olmadı.
18/KEHF-44: Hunâlikel velâyetu lillâhil hakk(hakkı), huve hayrun sevâben ve hayrun
ukbâ(ukben).
İşte burada velâyet (yardım, dostluk) Allah'a ait bir haktır. O (Allah), sevap (mükâfat) açısından da
akıbet (sonuç) açısından da hayırlıdır.
18/KEHF-45: Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta
bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâh(riyâhu), ve kânallâhu alâ kulli şey'in
muktedirâ(muktediren).
Onlara dünya hayatını örnek ver ki; o, semadan indirdiğimiz su gibidir. Yeryüzünün nebatları
(bitkileri), onunla karıştı (yeşerdi, büyüdü). Sonra da kuruyup, ufalandı ki rüzgâr, onu savurur. Ve
Allah, herşeye muktedir olandır (gücü yetendir).
18/KEHF-46: El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde
rabbike sevâben ve hayrun emelâ(emelen).
Mal ve çocuklar dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Bâki (kalıcı) olan salih ameller (nefsi ıslâh
edici ameller), sevap olarak ve emel (ümit) olarak, Rabbinin katında daha hayırlıdır.
18/KEHF-47: Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terel arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir
minhum ehadâ(ehaden).
Ve o gün dağları yürüteceğiz. Ve (o gün) yeryüzünü bariz (açık ve net) olarak görürsün. Ve onları,
(huzurumuzda) haşredip toplamak suretiyle (insanlardan) onlardan (hiç) birini bırakmayacağız. 2
18/KEHF-48: Ve uridû alâ rabbike saffâ(saffen), lekad ci'tumûnâ kemâ halaknâkum evvele
merreh(merretin), bel zeamtum ellen nec'ale lekum mev'ıdâ(mev'ıden).
Saf saf Rabbine arz olundular (sunulacaklar). Andolsun ki siz, Bize, ilk yarattığımız gibi geldiniz
(geleceksiniz). Hayır, size vaadedileni yapmayacağımız zannında bulundunuz.
18/KEHF-49: Ve vudıal kitâbu fe terel mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ
veyletenâ mâli hâzel kitâbi lâ yugâdiru sagîreten ve lâ kebîreten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû
hâdırâ(hâdıren), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ(ehaden).
Ve kitap (hayat filmi ortaya) kondu. O zaman mücrimleri görürsün. Onun (kitabın) içindekilerden
korkarlar ve “Bize yazıklar olsun. Bu kitap, nasıl ki (nasıl bir kitap ki), küçük ve büyük hiçbir şeyi
sayıp hesap etmeden bırakmıyor.” derler. Ve yaptıkları şeyleri (hayat filmlerinde) hazır buldular.
Ve senin Rabbin, (hiç) kimseye zulmetmez.
18/KEHF-50: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni
fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum
lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
Ve meleklere, “Âdem'e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O cinlerdendi.
Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hâlâ onu ve onun zürriyyetini (neslini), onlar
sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir
bedel (cehennem).
18/KEHF-51: Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu
muttehızel mudıllîne adudâ(aduden).
Ben, onları (iblis ve zürriyyetini) semaların ve arzın yaratılışına ve onların (kendilerinin de)
yaratılışına şahit tutmadım. Ve Ben, dalâlette bırakanları yardımcı edinmedim.
18/KEHF-52: Ve yevme yekûlu nâdû şurekâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû
lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).
O gün (kıyâmet günü Allahû Tealâ) şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğu, zannında
bulunduğunuz şeyleri çağırın!” Böylece onları davet ettiler (edecekler). Fakat onlara (kâfirlere),
icabet etmediler (etmeyecekler). Ve onların aralarına helâk edici (bir engel) kıldık (kılacağız).
18/KEHF-53: Ve reel mucrimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkıûhâ ve lem yecidû anhâ
masrifâ(masrifen).
Ve mücrimler, ateşi (cehennemi) gördü. O zaman içine düşeceklerini zannettiler (idrak ettiler). Ve
ondan uzaklaşacak (kaçacak) bir yer bulamadılar.
18/KEHF-54: Ve lekad sarrafnâ fî hâzel kur'âni lin nâsi min kulli mesel(meselin), ve kânel
insânu eksere şey'in cedelâ(cedelen).
Ve andolsun ki; bu Kur'ân-ı Kerim'de, insanlara bütün meseleleri (misalleri) açıkladık. Ve insan,
konuların çoğunda cidalleşen (kavga eden)dir.
18/KEHF-55: Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en
te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).
Ve insanları, onlara hidayet geldiği (hidayete davet edildikleri) zaman Rab'lerinin mağfiretini
dilemekten ve mü'min olmaktan men eden (alıkoyan) şey, sadece evvelkilerin sünnetinin, onların
başına gelmemesi veya azapla karşı karşıya kalmamalarıdır.
18/KEHF-56: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), ve
yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû
huzuvâ(huzuven).
Biz, resûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kâfirler (ise) hakkı bâtılla iptal
etmek için mücâdele ederler. Âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alay (konusu) ederler. 2
18/KEHF-57: Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ
kaddemet yedâh(yedâhu), innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim
vakrâ(vakren) ve in ted’uhum ilel hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).
Rabbinin âyetleri zikredildiği (hatırlatıldığı) zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle takdim ettiklerini
(günahlarını) unutan kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, onların kalplerinin
üzerine (fıkıh etmeyi engelleyen) ekinnet kıldık. Ve onların kulaklarında (işitmeyi engelleyen)
vakra vardır. Sen, onları hidayete davet etsen de bundan sonra onlar, ebediyyen asla hidayete
eremezler.
18/KEHF-58: Ve rabbukel gafûru zur rahmeh(rahmeti), lev yuâhızuhum bi mâ kesebû le accele
lehumul azâb(azâbe), bel lehum mev’ıdun len yecidû min dûnihî mev’ilâ(mev’ilen).
Senin Rabbin, mağfiret ve rahmet sahibidir. Eğer onları muaheze etseydi (sorgulasaydı) elbette
onlara azap için acele ederdi. Hayır, onlara, vaadedilmiş bir zaman vardır. Onlar, O'ndan
(Allah'tan) başka sığınacak bir yer asla bulamazlar.
18/KEHF-59: Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim
mev’ıdâ(mev’ıden).
Ve işte o ülkeler (halkı), zulmettikleri zaman onları helâk ettik. Ve onların helâk edilmesi için bir
zaman kıldık (tayin ettik).
18/KEHF-60: Ve iz kâle mûsâ li fetâhu lâ ebrehu hattâ ebluga mecmeal bahreyni ev emdıye
hukubâ(hukuben).
Ve Musa, genç arkadaşına: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar (yoluma) devam edeceğim
veya senelerce (uzun süre) gideceğim.” demişti.
18/KEHF-61: Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri
serebâ(sereben).
Böylece ikisinin (iki denizin) birleştiği yere ulaştıkları zaman ikisi de balığı unuttu. O zaman
(balık), denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.
18/KEHF-62: Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekad lekînâ min seferinâ hâzâ
nasabâ(nasaben).
(Buluşma yerini) geçtikten sonra (Musa A.S) genç arkadaşına (şöyle) dedi: “Sabah kahvaltımızı
getir. Andolsun ki bu yorgunluğa, yolculuğumuz sebebiyle maruz kaldık.”
18/KEHF-63: Kâle eraeyte iz eveynâ ilas sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illeş
şeytânu en ezkureh(ezkurehu), vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).
(Genç şöyle) dedi: “Gördün mü kayaya sığındığımız zaman ben gerçekten balığı unuttum. Onu
hatırlamamı, bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve o (balık), acayip bir şekilde denizin içine
doğru kendi yolunu tuttu.”
18/KEHF-64: Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ(kasasan).
(Musa A.S): “Bizim aradığımız şey, işte bu.” dedi. Böylece kendi izlerini takip ederek geri
döndüler.
18/KEHF-65: Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min
ledunnâ ilmâ(ilmen).
Böylece katımızdan, kendisine rahmet verdiğimiz ve ledun (gizli) ilmimizden öğrettiğimiz
kullarımızdan bir kul buldular.
18/KEHF-66: Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).
Musa (A.S) ona şöyle dedi: “Rüşde ulaşmak üzere, sana öğretilen (ilmi ledun) den bana öğretmen
için, sana tâbî olabilir miyim?”
18/KEHF-67: Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ(sabren). 2
(Hızır A.S): “Muhakkak ki sen, benim maiyetimde (iken vuku bulacak olaylara) sabretmeye asla
güç yetiremezsin.” dedi.
18/KEHF-68: Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubren).
Ve haberdar edilmediğin cihetle, ihata edemediğin şeye nasıl sabredeceksin?
18/KEHF-69: Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiren ve lâ a’sî leke emrâ(emren).
(Musa A.S): “İnşaallah (Allah dilerse), beni sabırlı bulacaksın. Ve sana emirlerde asi
olmayacağım.” dedi.
18/KEHF-70: Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ(zikren).
(Hızır A.S): “Bana tâbî olduğun taktirde, sana anlatmadığım konularda (anlatmadıkça) bana bir şey
sorma.” dedi.
18/KEHF-71: Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika
ehlehâ, lekad ci’te şey’en imrâ(imren).
Böylece ikisi (yola) çıktılar. Gemiye bindikleri zaman onu deldi. (Musa A.S): “Onun ehlini
(gemide bulunanları), boğmak için mi onu deldin? Andolsun ki sen, (vebali) büyük bir iş yaptın.”
dedi.
18/KEHF-72: Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ(sabren).
(Hızır A.S şöyle) dedi: “Muhakkak ki sen, benimle beraber sabırlı olmaya asla güç yetiremezsin,
demedim mi?”
18/KEHF-73: Kâle lâ tuâhıznî bimâ nesîtu ve lâ turhıknî min emrî usrâ(usren).
(Musa A.S): “Unutmam sebebiyle beni muaheze etme (azarlama), (bana verdiğin) emirlerinde,
bana zorluk çıkarma.” dedi.
18/KEHF-74: Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi
gayri nefs(nefsin), lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).
Böylece bir (erkek) çocuğa rastlayıncaya kadar gittiler. (Hızır A.S), onu (çocuğu) öldürdü. (Musa
A.S): “Sen, temiz (masum) bir kişiyi (başka) bir nefse karşılık olmaksızın mı öldürdün? Andolsun
ki sen, kötü (şeriate uymayan) bir şey yaptın.” dedi.
18/KEHF-75: Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ(sabren).
(Hızır A.S şöyle) dedi: “Sana, 'muhakkak ki sen, benimle beraber sabırlı olmaya asla güç
yetiremezsin.' demedim mi?”
18/KEHF-76: Kâle in seeltuke an şey’in ba’dehâ fe lâ tusâhıbnî, kad belagte min ledunnî
uzrâ(uzren).
(Musa A.S) şöyle dedi: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme!
(Benimle arkadaşlık etmemen için) benim tarafımdan (kabul edilebilir) bir özüre ulaşmış oldun.”
18/KEHF-77: Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetin istat’amâ ehlehâ fe ebev en
yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmeh(ekâmehu), kâle lev şi’te
lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).
Böylece ikisi yola çıktılar. Bir kasabanın halkına geldikleri zaman onun (şehrin) halkından, yemek
istediler. Fakat onları (ikisini), misafir etmekten (şehirdekiler) çekindiler. Orada yıkılmak üzere bir
duvar buldular. (Hızır A.S), hemen onu düzeltti. (Musa A.S) dedi ki: “Eğer sen dileseydin, elbette
onun (bu hizmetin) için bir ücret alırdın.”
18/KEHF-78: Kâle hâzâ firâku beynî ve beynik(beynike), se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testetı’
aleyhi sabrâ(sabren).
(Hızır A.S) şöyle dedi: “Bu, benimle senin aranda ayrılıktır. Sabırlı olmaya güç yetiremediğin
şey(ler)in tevîlini (yorumunu) sana haber vereceğim.” 2
18/KEHF-79: Emmes sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve
kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(gasben).
Lâkin gemi, denizde çalışan fakirlerindi. Onu kusurlu yapmak istedim. Onların arkasında, bütün
gemileri gasbederek (zorla) alan bir melik (kral) vardı.
18/KEHF-80: Ve emmel gulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ
tugyânen ve kufrâ(kufren).
Fakat çocuğa (çocuk meselesine) gelince, onun anne ve babası mü'minlerdi. Onları azgınlık ve
küfre (inkâra) sürüklemesinden korktuk.
18/KEHF-81: Fe erednâ en yubdilehumâ rabbuhumâ hayren minhu zekâten ve akrebe
ruhmâ(ruhmen).
Böylece onların Rabbinin, onu (öldürülen genci) ondan daha hayırlı, temiz ve merhamete daha
yakın olanla değiştirmesini istedik.
18/KEHF-82: Ve emmel cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu
kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihâ(sâlihan), fe erâde rabbuke en yeblugâ eşuddehumâ ve
yestahricâ kenzehumâ rahmeten min rabbik(rabbike) ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ
lem testı’ aleyhi sabrâ(sabren).
Ve duvar ise şehirde iki yetim (erkek) çocuğa aitti. Onun altında, onlara ait bir define vardı. Ve
onların babası salih (bir kimse) idi. Bu sebeple Rabbin, o ikisinin gençlik çağına erişmesini ve
Rabbinden bir rahmet olarak, defineyi çıkarmalarını istedi. Ve ben, onu kendi emrim ile (kendi
isteğimle) yapmadım (Allah'ın emriyle yaptım). İşte bu, sabırlı olmaya güç yetiremediğin şeylerin
(olayların) yorumudur.
18/KEHF-83: Ve yes’elûneke an zil karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).
Ve sana “Zülkarneyn”den sorarlar. De ki: “Ondan bahsederek size tilâvet edeceğim
(açıklayacağım).”
18/KEHF-84: İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).
Muhakkak ki Biz, onu yeryüzünde kuvvetlendirdik (destekledik). Ve ona sebep olan herşeyden
verdik.
18/KEHF-85: Fe etbea sebebâ(sebeben).
Böylece bir sebebe tâbî oldu (yola koyuldu).
18/KEHF-86: Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede
indehâ kavmâ(kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim
husnâ(husnen).
Güneşin grup ettiği yere ulaştığı zaman, onu (güneşi) bulanık bir pınarda batarken buldu. Ve onun
(o pınarın) yanında bir kavim (topluluk) buldu. (Ona şöyle) dedik: “Ya Zülkarneyn! Dilersen onlara
azap edersin, dilersen onlara karşı güzel davranış ittihaz edersin.”
18/KEHF-87: Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yureddu ilâ rabbihî fe
yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).
(Zülkarneyn): “Fakat kim zulmederse ona azap edeceğiz. Sonra kendi Rabbine reddedilir (geri
gönderilir). Böylece ona dehşetli bir azapla azap edilir.” dedi.
18/KEHF-88: Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu
min emrinâ yusrâ(yusren).
Fakat kim âmenû olursa (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dilerse) ve salih amel (nefs tezkiyesi)
işlerse, bundan sonra onun mükâfatı güzeldir (cennettir ve dünya saadetidir). Ve ona, emrimizden
kolay olanı söyleyeceğiz (uygulayacağız).
18/KEHF-89: Summe etbea sebebâ(sebeben).
Sonra bir sebebe tâbî oldu (yola koyuldu). 2
18/KEHF-90: Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min
dûnihâ sitrâ(sitren).
Güneşin doğduğu yere ulaştığı zaman onu (güneşi), ondan (güneşten) korunacak bir örtü
yapmadığımız bir kavmin üzerine doğarken buldu.
18/KEHF-91: Kezâlik(kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubren).
İşte böylece Biz, onun yanında oluşan şeyleri (olayları), haberdar olarak, (ilmimizle) ihata ettik.
18/KEHF-92: Summe etbea sebebâ(sebeben).
Sonra (başka) bir sebebe tâbî oldu (yola koyuldu).
18/KEHF-93: Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne
yefkahûne kavlâ(kavlen).
İki sed arasına ulaştığı zaman o ikisinden (o iki kavimden) başka, (neredeyse hiç) söz anlamayan
bir kavim buldu.
18/KEHF-94: Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu
leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
“Ey Zülkarneyn! Muhakkak ki yecüc ve mecüc, yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Bu sebeple, onlarla
bizim aramıza bir set yapman için, sana harç verelim mi?” dediler.
18/KEHF-95: Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve
beynehum redmâ(redmen).
(Zülkarneyn): “Bu konuda Rabbimin beni kuvvetlendirdiği (desteklediği) şeyler daha hayırlıdır.
Şimdi (siz) bana kuvvet ile yardım edin. Onlarla sizin aranıza çok sağlam bir engel yapayım.” dedi.
18/KEHF-96: Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ
cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
“Bana demir parçaları getirin. İki dağın arası aynı seviye olunca üfleyin (körükleyin).” dedi. Onu
ateş haline koyunca, “Bana erimiş bakır getirin, onun üzerine dökeceğim.” dedi.
18/KEHF-97: Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
Artık ona zahir olmaya (onu aşmaya) güçleri yetmez ve onu delmeye muktedir olamazlar.
18/KEHF-98: Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve
kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
(Zülkarneyn): “Bu, Rabbimden bir rahmettir. Ama Rabbimin vaadi geldiği zaman, onu kırıp ufalar
(yerle bir eder). Ve Rabbimin vaadi haktır.” dedi.
18/KEHF-99: Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe
cema’nâhum cem’â(cem’an).
Ve izin günü onları, birbirlerine karışmış halde bıraktık. Ve sur'a üfürüldü. O zaman onların hepsini
topladık.
18/KEHF-100: Ve aradnâ cehenneme yevmeizin lil kâfirîne ardâ(ardan).
Ve izin günü cehennemi, kâfirlere çok şiddetli birarz edişle, arz ettik (gösterdik).
18/KEHF-101: Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â(sem’an).
Onlar, gözleri “Beni zikretmekten” perdeli olanlardır. Ve onlar, (Beni) işitmeye muktedir
olamadılar.
18/KEHF-102: E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâ’(evliyâe), innâ
a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ(nuzulen).
Yoksa kâfirler, kullarımın Benden başka dostlar edineceklerini mi zannettiler? Muhakkak ki Biz,
cehennemi kâfirlere bir ikram (kalacak yer) olarak hazırladık.
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?” 2
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum
yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları
derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ
nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını)
inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan
tutmayız.
18/KEHF-106: Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî
huzuvâ(huzuven).
(Âyetlerimi) örtmeleri (inkâr etmeleri) ve âyetlerimi ve resûllerimi alay konusu edinmeleri
sebebiyle, onların cezası işte bu cehennemdir.
18/KEHF-107: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi
nuzulâ(nuzulen).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar;
onların ikramı, firdevs cennetleridir.
18/KEHF-108: Hâlidîne fîhâ lâ yebgûne anhâ hıvelâ(hıvelen).
Onlar, orada ebediyyen kalanlar (kalacaklar)dır. Oradan ayrılmayı istemezler.
18/KEHF-109: Kul lev kânel bahru midâden li kelimâti rabbî le nefidel bahru kable en tenfede
kelimâtu rabbî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ(mededen).
De ki: “Denizler, Rabbimin kelimeleri için (kelimelerini yazmak için) mürekkep olsaydı ve onun
bir mislini daha imdada (yardıma) getirmiş olsaydık bile, Rabbimin kelimeleri bitmeden, denizler
mutlaka tükenirdi.”
18/KEHF-110: Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun
vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti
rabbihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O
taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman salih amel
(nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”
KEVSER
Bismillâhirrahmânirrahîm
108/KEVSER-1: İnnâ a’taynâkel kevser(kevsere).
Muhakkak ki Biz, sana Kevser'i verdik.
108/KEVSER-2: Fe salli li rabbike venhar.
O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
108/KEVSER-3: İnne şânieke huvel ebter(ebteru).
Muhakkak ki sana (nesli kesik diye) buğzeden, o kendisi ebterdir (soyu kesiktir).
KIYÂME
Bismillâhirrahmânirrahîm
75/KIYÂME-1: Lâ uksimu bi yevmil kıyâmeh(kıyâmeti).
Hayır, kıyâmet gününe yemin ederim. 2
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
75/KIYÂME-3: E yahsebul insânu ellen necmea ızâ meh(mehu).
İnsan (öldükten sonra) onun kemiklerini asla biraraya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?
75/KIYÂME-4: Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benâ neh(nehu).
Hayır, Biz, onun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kaadiriz.
75/KIYÂME-5: Bel yurîdul insânu li yefcure emâmeh(emâmehu).
Hayır, insan, önündeki (zamanı) fısk ve fücur ile geçirmeyi ister.
75/KIYÂME-6: Yes’elu eyyâne yevmul kıyâmeh(kıyâmeti).
“Kıyâmet günü ne zaman?” diye sorar.
75/KIYÂME-7: Fe izâ berikal basar(basaru).
Artık bakışlar dehşetle kamaştığı zaman.
75/KIYÂME-8: Ve hasefel kamer(kameru).
Ve Ay karardığı (zaman).
75/KIYÂME-9: Ve cumiaş şemsu vel kamer(kameru).
Ve Güneş ve Ay birleştirildiği (zaman).
75/KIYÂME-10: Yekûlul insânu yevme izin eynel meferr(meferru).
İzin günü, insan: “Firar edilecek yer nerede?” diyecek.
75/KIYÂME-11: Kellâ lâ vezer(vezere).
Hayır, sığınacak bir yer yoktur.
75/KIYÂME-12: İlâ rabbike yevme izinil mustekar(mustekarru).
İzin günü karar kılınan yersenin Rabbinin Huzuru'dur (Rabbinin Katı'dır).
75/KIYÂME-13: Yunebbeul insânu yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar(ahhâre).
İzin günü insana, takdim ettiği (yaptığı) ve tehir edip (yapmadığı) şeyler haber verilir.
75/KIYÂME-14: Belil insânu alâ nefsihî basîreth(basîretun).
Hayır, insan kendi nefsine basirdir (şahittir).
75/KIYÂME-15: Ve lev elkâ meâzîreh(meâzîrehu).
Ve mazeretlerini beyan etse bile.
75/KIYÂME-16: Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî.
O'na (Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemeye), acele ederek, O'nunla (Cebrail (A.S) ile beraber) dilini
hareket ettirme.
75/KIYÂME-17: İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu.
Muhakkak ki O'nun toplanması ve okunması Bize aittir.
75/KIYÂME-18: Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu.
Öyleyse O'nu okuduğumuz zaman, artık O'nun (Kur'ân'ın) okunuşuna tâbî ol.
75/KIYÂME-19: Summe inne aleynâ beyânehu.
Sonra O'nun beyanı (açıklanması) muhakkak ki Bize aittir.
75/KIYÂME-20: Kellâ bel tuhıbbûnel âcileh(âcilete).
Hayır, bilâkis siz çabuk geçeni (dünya hayatını) seviyorsunuz.
75/KIYÂME-21: Ve tezerûnel âhıreh(âhirete).
Ve ahireti terkediyorsunuz.
75/KIYÂME-22: Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun). 2
İzin günü pırıl pırıl yüzler vardır.
75/KIYÂME-23: İlâ rabbihâ nâzıreh(nâziretun).
Rab'lerine bakan.
75/KIYÂME-24: Ve vucûhun yevme izin bâsireth(bâsiretun).
Ve izin günü çatılmış (kararmış) yüzler vardır.
75/KIYÂME-25: Tezunnu en yuf’ale bihâ fâkıreh(fâkıretun).
Anlar ki kendisine çok kötü muamele yapılacak.
75/KIYÂME-26: Kellâ izâ belegatit terâkıy(terâkıye).
Hayır, (can) köprücük kemiğine geldiği zaman (can boğaza gelince, ölmek üzere iken).
75/KIYÂME-27: Ve kîle men râk(râkın).
Ve: “Kurtaracak kimdir?” denir.
75/KIYÂME-28: Ve zanne ennehul firâk(firâku).
Ve o (dünyadan) ayrılacağını (öleceğini) anlamıştır.
75/KIYÂME-29: Velteffetis sâku bis sâk(sâkı).
Ve ayakları birbirine dolaşmıştır.
75/KIYÂME-30: İlâ rabbike yevme izinil mesâk(mesâku).
İzin günü, sevk senin Rabbinedir.
75/KIYÂME-31: Fe lâ saddeka ve lâ sallâ.
Fakat o tasdik etmedi ve namaz kılmadı.
75/KIYÂME-32: Ve lâkin kezzebe ve tevellâ.
Ve lâkin yalanladı ve yüz çevirdi.
75/KIYÂME-33: Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ.
Sonra böbürlenerek ehlinin (ailesinin) yanına gitti.
75/KIYÂME-34: Evlâ leke fe evlâ.
Sana müstahaktır, bundan sonra müstahaktır (sen hakettin).
75/KIYÂME-35: Summe evlâ leke fe evlâ.
Sonra sana müstahaktır, bundan sonra müstahaktır (sen hakettin).
75/KIYÂME-36: E yahsebul’insânu en yutreke sudâ(sudân).
İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?
75/KIYÂME-37: E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ.
(O), dökülen meniden bir damla değil miydi?
75/KIYÂME-38: Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.
Sonra bir embriyo (cenin) oldu. Bundan sonra (Allah) onu halketti (yarattı), daha sonra da dizayn
etti (düzenledi).
75/KIYÂME-39: Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ.
Sonra da ondan dişi ve erkek olarak iki eş kıldı.
75/KIYÂME-40: E leyse zâlike bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ.
İşte bunları (yapan), ölülere hayat vermeye kaadir değil midir?
KUREYŞ
Bismillâhirrahmânirrahîm 2
106/KUREYŞ-1: Li îlâfi kureyş(kureyşin).
Kureyşin ülfetini (emin ve rahat olmalarını) sağladığı için.
106/KUREYŞ-2: Îlâfihim rıhleteş şitâi ves sayf(sayfi).
Onları, yaz ve kış yolculuklarında (göçlerinde) ülfet ettirdiği (emin ve rahat olmalarını sağladığı)
(için).
106/KUREYŞ-3: Fel ya’budû rabbe hâzel beyt(beyti).
Artık bu Beyt'in (Kâbe'nin) Rabbine kul olsunlar.
106/KUREYŞ-4: Ellezî at’amehum min cûın ve âmenehum min havf(havfin).
O ki, onları açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin kıldı.
LEYL
Bismillâhirrahmânirrahîm
92/LEYL-1: Vel leyli izâ yagşâ.
Örteceği zaman geceye andolsun.
92/LEYL-2: Ven nehâri izâ tecellâ.
Ve tecelli edeceği (aydınlanmaya başlayacağı) an gündüze.
92/LEYL-3: Ve mâ halâkaz zekera vel unsâ.
Ve erkeği ve dişiyi yaratana (andolsun).
92/LEYL-4: İnne sa’yekum le şettâ.
Muhakkak ki sizin çalışmalarınız (çabalarınız) gerçekten dağınıktır (çeşit çeşittir).
92/LEYL-5: Fe emmâ men a’tâ vettekâ.
Fakat kim verdi (infâk etti) ve takva sahibi oldu ise.
92/LEYL-6: Ve saddeka bil husnâ.
Ve Hüsna'yı (Allah'ın Zat'ını görmeyi) tasdik etti ise.
92/LEYL-7: Fe senuyessiruhu lil yusrâ.
O zaman Biz ona, (Allah'ın Zat'ını kolayca görmesi) için kolaylık sağlayacağız.
92/LEYL-8: Ve emmâ men bahıle vestagnâ.
Ve fakat kim cimrilik etti ve kendini müstağni (hiçbir şeye muhtaç olmayan, zengin ve kendi
kendine yeterli) gördü ise.
92/LEYL-9: Ve kezzebe bil husnâ.
Ve Hüsna'yı (Allah'ın Zat'ını görmeyi) yalanladı ise.
92/LEYL-10: Fe senuyessiruhu lil usrâ.
O taktirde Biz, ona zor olanı (kötü akıbete götüren yolu) kolaylaştıracağız.
92/LEYL-11: Ve mâ yugnî anhu mâluhû izâ tereddâ.
Ve helâk olduğu zaman, malı ona fayda vermez.
92/LEYL-12: İnne aleynâ lel hudâ.
Muhakkak ki hidayete erdirmek mutlaka Bize aittir.
92/LEYL-13: Ve inne lenâ lel âhırete vel ûlâ.
Ve muhakkak ki, evvel ve ahir elbette Bizimdir.
92/LEYL-14: Fe enzertukum nâren telezzâ.
İşte sizi yakıcılığı gittikçe artan bir ateşle uyardım. 2
92/LEYL-15: Lâ yaslâhâ illel eşkâ.
Ona çok şâkî olandan başkası yaslanmaz (atılmaz).
92/LEYL-16: Ellezî kezzebe ve tevellâ.
O ki (çok şâkî olan), (Hüsna'yı) yalanladı ve yüz çevirdi.
92/LEYL-17: Ve seyucennebuhel etkâ.
Çok takva sahibi olan ise ondan (narı telazzadan) uzaklaştırılacak.
92/LEYL-18: Ellezî yu’tî mâ lehu yetezekkâ.
O ki (en üst seviyede takva sahibi olan), malını verir, temizlenir.
92/LEYL-19: Ve mâ li ehadin indehu min ni'metin tuczâ.
Ve (takva sahiplerinin), bir kimseye (malını vermesi), O'nun (Allah'ın) katında, “bir ni'met karşılığı
olsun” diye değildir.
92/LEYL-20: İllebtigâe vechi rabbihil a’lâ.
O sadece, Yüce Rabbinin Vechi'ni (Zat'ını) ibtiga etti (diledi).
92/LEYL-21: Ve le sevfe yerdâ.
Ve o, yakında mutlaka razı olacak.
LOKMÂN
Bismillâhirrahmânirrahîm
31/LOKMÂN-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mim.
31/LOKMÂN-2: Tilke âyâtul kitâbil hakîm(hakîmi).
Bunlar, hakîm (hikmet ve hükümle dolu) olan Kitab'ın Âyetleri'dir.
31/LOKMÂN-3: Huden ve rahmeten lil muhsinîn(muhsinîne).
Muhsinler için hidayet (e erdirici) ve rahmettir.
31/LOKMÂN-4: Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum
yûkinûn(yûkinûne).
Onlar, namazı ikame ederler (namaz kılarlar) ve zekâtı verirler. Ve onlar, ahirete (Allah'a
ulaşmaya) yakîn hasıl ederler (kesinlikle inanırlar).
31/LOKMÂN-5: Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
İşte onlar, Rab'lerinden bir hidayet üzerindedirler. Ve işte onlar; onlar felâha erenlerdir.
31/LOKMÂN-6: Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve
yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
Ve insanlardan bir kısmı boş sözleri satın alırlar, ilimleri olmaksızın Allah'ın yolundan saptırmak
için. Ve onu eğlence (alay konusu) edinirler. İşte onlar için muhin (aşağılayıcı) bir azap vardır.
31/LOKMÂN-7: Ve izâ tutlâ aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiren ke en lem yesma’hâ ke enne fî
uzuneyhi vakrâ(vakran), fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
Ve ona âyetlerimiz okunduğu zaman onu işitmemiş gibi kibirlenerek döner (gider), onun
kulaklarında vakra (işitme engeli) varmış gibi. Öyleyse onu elîm azapla müjdele (ikaz et, uyar).
31/LOKMÂN-8: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum cennâtun na’îm(na’îmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar
için naîm cennetleri vardır.
31/LOKMÂN-9: Hâlidîne fîhâ, va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu). 2
(Onlar) orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah'ın vaadi haktır. Ve O; Azîz'dir (yüce), Hakîm'dir
(hüküm ve hikmet sahibi).
31/LOKMÂN-10: Halakas semâvâti bi gayri amedin terevnehâ ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde
bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbeh(dâbbetin), ve enzelnâ mines semâi mâen fe enbetnâ fîhâ
min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarattı ve sizi sarsar (sarsmasın) diye sabit ve yüksek
dağlar oluşturdu. Orada her çeşit yürüyen hayvandan üretip yaydı. Ve gökten su indirdik, böylece
orada her kerim (ikram edilmiş) bitkiden çift yetiştirdik.
31/LOKMÂN-11: Hâzâ halkullâhi fe erûnî mâzâ halakallezîne min dûnih(dûnihî), beliz
zâlimûne fî dalâlin mubîn(mubînin).
Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Öyleyse O'ndan başkaları ne yarattı, bana gösterin! Hayır, zalimler,
apaçık dalâlet içindedirler.
31/LOKMÂN-12: Ve lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur fe
innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman'a hikmet verdik ki, Allah'a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece
kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani'dir
(kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid'dir (hamdedilen).
31/LOKMÂN-13: Ve iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik
billâh(billâhi), inneş şirke le zulmun azîm(azîmun).
Ve Lokman, oğluna vaazederek (öğüt vererek) şöyle demişti: "Ey yavrum, Allah'a şirk koşma!
Muhakkak ki şirk, azîm (çok büyük) bir zulümdür."
31/LOKMÂN-14: Ve vassaynel insâne bi vâlideyh(vâlideyhi), hamelethu ummuhu vehnen alâ
vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyk(vâlideyke), ileyyel masîr(masîru).
Ve Biz, insana anne ve babasına (bakmasını) vasiyet ettik (farz kıldık). Onu, annesi zorluk üzerine
zorlukla taşıdı. Ve onun sütten kesilmesi iki yıldır. (Hem) Bana (hem) anne ve babana şükret!
Dönüş, Bana'dır.
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve
sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum
fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat
etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı
dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber
vereceğim.
31/LOKMÂN-16: Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin
ev fîs semâvâti ev fîl ardı ye’ti bihâllâh(bihâllâhu), innellâhe latîfun habîr(habîrun).
Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya
göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak
ki Allah; Lâtif'tir (lütuf sahibi), Habîr'dir (haberdar olan).
31/LOKMÂN-17: Yâ buneyye ekımıs salâte ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri vasbir alâ mâ
esâbek(esâbeke), inne zâlike min azmil umûr(umûri).
Ey yavrum, namazı ikame et (namaz kıl)! Ma'ruf ile (irfanla, iyilikle) emret ve münkerden
(kötülükten) nehyet (münkeri yasakla, mani ol). Ve sana isabet eden şeylere (musîbetlere) sabret.
Muhakkak ki bu, azmedilen (mutlaka yapılması gereken) işlerdendir.
31/LOKMÂN-18: Ve lâ tusa’ir haddeke lin nâsi ve lâ temşi fîl ardı merahâ(merahan) innellâhe
lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin). 2
Ve insanlardan (kibirlenerek) yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki
Allah, çalımla yürüyenlerin ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.
31/LOKMÂN-19: Vaksid fî meşyike vagdud min savtik(savtike), inne enkerel asvâti le savtul
hamîr(hamîri).
Ve yürüyüşünde mütevazi (alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt (alçak sesle konuş). Muhakkak ki
seslerin en çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir.
31/LOKMÂN-20: EE lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega
aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri
ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
Göklerde ve yerlerdeki herşeyi, Allah'ın size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmediniz mi?
Ve sizin üzerinizdeki görünen ve görünmeyen (açık ve gizli) ni'metlerini tamamladı. Ve
insanlardan bir kısmı (hâlâ) ilmi, bir hidayete erdiricisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, Allah
hakkında mücâdele ederler.
31/LOKMÂN-21: Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi
âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
Ve onlara "Allah'ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!" denildiği zaman: "Hayır, babalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz." dediler. Ve şeytan onları, alevli ateşin
(cehennemin) azabına çağırıyor olsa da mı?
31/LOKMÂN-22: Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil
vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr(umûri).
Ve kim muhsin olarak vechini Allah'a teslim ederse, o taktirde sağlam bir kulba tutunmuş olur. Ve
işlerin sonucu Allah'a (ulaşır).
31/LOKMÂN-23: Ve men kefere fe lâ yahzunke kufruh(kufruhu), ileynâ merciuhum fe
nunebbiuhum bi mâ amil(amilû), innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Ve kim inkâr ederse, onun küfrü seni mahzun etmesin (üzmesin)! Onların dönüşü, Bize'dir.
Böylece yaptıkları şeyleri (amelleri) onlara haber vereceğiz. Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en
iyi bilendir.
31/LOKMÂN-24: Numettiuhum kalîlen summe nadtarruhum ilâ azâbin galîz(galîzin).
Onları biraz metalandırırız (geçindiririz). Sonra onları ağır bir azaba maruz bırakırız.
31/LOKMÂN-25: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le
yekûlunnellâh(yekûlunnellâhu), kulil hamdulillâh(hamdulillâhi), bel ekseruhum lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan, mutlaka "Allah" derler. "Hamd Allah'a
aittir." de. Hayır, onların çoğu bilmezler.
31/LOKMÂN-26: Lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), innallâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Göklerde ve yerde olanlar, Allah'ındır. Muhakkak ki O; Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur),
Hamîd'dir (hamdedilen).
31/LOKMÂN-27: Ve lev enne mâ fîl ardı min şeceretin aklâmun vel bahru yemudduhu min
ba’dihî seb’atu ebhurin mâ nefidet kelimâtullâh(kelimâtullâhi), innellâhe azîzun
hakîm(hakîmun).
Ve eğer arzda (yeryüzünde) bulunan ağaçlar kalem olsaydı ve denizler (mürekkep olsaydı) ve
ondan sonra, onun yedi katı daha deniz eklenseydi, Allah'ın kelimeleri tükenmezdi. Muhakkak ki
Allah; Azîz'dir (çok yüce), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi).
31/LOKMÂN-28: Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh(vâhıdetin), innallâhe
semîun basîr(basîrun). 2
Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması (beas
edilmesi) gibidir. Muhakkak ki Allah; Sem'î'dir (en iyi işiten), Basîr'dir (en iyi gören).
31/LOKMÂN-29: E lem tere ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli, ve
sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî ilâ ecelin musemmen ve ennallâhe bi mâ ta’melûne
habîr(habîrun).
Allah'ın geceyi gündüzün içine ve gündüzü gecenin içine soktuğunu görmedin mi? Güneş'i ve Ay'ı
musahhar (emre amade) kıldı. Hepsi belirli bir süreye kadar (yörüngesinde) seyreder. Muhakkak ki
Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.
31/LOKMÂN-30: Zâlike bi ennellâhe huvel hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihil bâtılu ve
ennallâhe huvel aliyyul kebîr(kebîru).
İşte bu, Allah'ın hak olması sebebiyledir. Ve O'ndan başka taptıkları şeyler mutlaka batıldır.
Muhakkak ki Allah; Âli'dir (yüce), Kebir'dir (büyük).
31/LOKMÂN-31: E lem tere ennel fulke tecrî fîl bahri bi ni’metillâhi li yuriyekum min
âyâtih(âyâtihî) inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).
Gemilerin denizde Allah'ın ni'metiyle (yüzerek) seyrettiğini görmedin mi? Âyetlerinden size
göstermek için. Muhakkak ki bunda, çok sabredenlerin ve şükredenlerin hepsi için elbette âyetler
(deliller, ibretler) vardır.
31/LOKMÂN-32: Ve izâ gaşiyehum mevcun kez zuleli deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe
lemmâ neccâhum ilel berri fe minhum muktesıd(muktesidun), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâ
kullu hattârin kefûr(kefûrin).
Ve karanlık gölgeler gibi dalgalar onları sardığı zaman, dîni O'na halis kılarak Allah'a yalvarırlar.
Böylece onları karaya (çıkarıp) kurtardığımız zaman, bundan sonra onların bir kısmı mutedil
davranırlar (aşırı gitmezler). Çok gaddar ve çok nankör olanlardan başkası ayetlerimizi ısrarla
(bilerek) inkâr etmez.
31/LOKMÂN-33: Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve
lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’â(şey’en) inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul
hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr(garûru).
Ey insanlar, Rabbinize karşı takva sahibi olun! Ve o günden korkun ki; baba, oğluna karşılık
veremez (yardım edemez). Ve oğul da babasına bir şeyle karşılık veremez. Muhakkak ki Allah'ın
vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Garur (tagut), Allah'a karşı sakın sizi
kandırmasın.
31/LOKMÂN-34: İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul gays(gayse), ve ya’lemu mâ
fîl erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi
ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).
Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah'ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde
olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde
öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar
olan).
MÂİDE
Bismillâhirrahmânirrahîm
5/MÂİDE-1: Yâ eyyuhellezîne âmenû evfû bil ukûd(ukûdi) uhıllet lekum behîmetul en’âmi illâ
mâ yutlâ aleykum gayre muhillîs saydi ve entum hurum(hurumun) innallâhe yahkumu mâ
yurîd(yurîdu). 2
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! (Yaptığınız) akidleri yerine getirin. Ve
ihramda iken av'ı (avlanmayı) helâl saymamakla beraber size okunacak olanların dışında kalan,
dört ayaklı hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Muhakkak ki Allah dilediği şeye hükmeder.
5/MÂİDE-2: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehral harâme ve lâl hedye ve
lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ(rıdvânen) ve
izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidil harâmi
en ta’tedû, ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni
vettekullâh(vettekullâhe) innallâhe şedîdul ıkâb(ıkâbi).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! Allah'ın (koyduğu) şeriat hükümlerine,
Haram ay'a, (hediye olarak Kâbe'ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı)
kurbanlık develere, Rabb'lerinden bir fazl ve (O'nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram'a gelenlerin
güvenliğine saygısızlık etmeyin.Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il
Haram'dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi
aşmaya sevk etmesin. Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine
yardımlaşmayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.
5/MÂİDE-3: Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi
bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ
zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm(ezlâmi), zâlikum fisk(fiskun),
elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn(vahşevni) el yevme ekmeltu
lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ(dînen) fe menidturra
fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ölmüş hayvan, kan, domuz eti ve Allah'tan başkasının adına boğazlanan (kesilen), boğularak,
vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak veya boynuzlanarak ölen ve de yırtıcı hayvan tarafından
parçalanıp yenen hayvan (ölmeden kesilmesi hariç) ve putlar adına boğazlanan hayvanlar ve fal
okları ile kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bunlar fısktır. Bugün kâfirler sizi dîninizden
döndüremedikleri için yeise kapıldılar. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin
dîninizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki ni'metimi tamamladım. Sizin için dîn olarak İslâm'dan
razı oldum. Artık kim açlık tehlikesiyle, günaha meyl etmeksizin zarurette (yemek zorunda) kalırsa,
muhakkak ki Allah gafûrdur, rahîmdir
5/MÂİDE-4: Yes’elûneke mâ zâ uhılle lehum kul uhılle lekumut tayyibâtu ve mâ allemtum minel
cevârihi mukellibîne tuallimûnehunne mimmâ allemekumullâhu fe kulû mimmâ emsekne
aleykum vezkurûsmellâhi aleyhi vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
Sana kendileri için nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki; “Sizin için temiz ve iyi şeyler helâl
kılındı. Allah'ın size öğrettiğini onlara öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için
tuttuklarını artık yiyin ve üzerine de Allah'ın adını anın. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun.
Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir.
5/MÂİDE-5: El yevme uhılle lekumut tayyibât(tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl kitâbe hıllun
lekum ve taâmukum hıllun lehum vel muhsanâtu minel mu’minâti vel muhsanâtu min ellezîne
utûl kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ
muttehızî ehdân(ehdânin) ve men yekfur bil îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl âhıreti
minel hâsirîn(hâsirîne).
Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Ve kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl,
sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Ve mü'minlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine
kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde
mehirlerini verdiğiniz taktirde, sizlere helâldir. Ve kim îmânı inkâr ederse artık onun ameli boşa
gitmiştir. Ve o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.
5/MÂİDE-6: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kumtum iles salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum
ilel merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn(ka’beyni) ve in kuntum cunuben 2
fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâitı ev lâmestumun
nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum
minh(minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve
li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a yaşarken ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Namaza kalktığınız zaman
yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınıza meshedin ve ayaklarınızı da
topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüp iseniz o taktirde iyice yıkanıp temizlenin (boy abdesti
alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş
(temas etmiş) ise, eğer su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin. Ve de ondan
yüzlerinize ve ellerinize mesh edin, (sürün). Allah size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek
ve sizin üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz.
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ
ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi
bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde
(sinelerde) olanı en iyi bilir.
5/MÂİDE-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bil kıstı ve lâ
yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu lit takva
vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah için kavvâmîn olun (hakkı
ayakta tutun)! Adaletli şâhidler olun! Ve bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten
saptırmasın. Adil davranın! O takvaya en yakın olandır. Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak
ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
5/MÂİDE-9: Veadellâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun
azîm(azîmun).
Allah, âmenû olup, ıslah edici ameller (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi) yapanlara vaad etti, onlar için
mağfiret ve “Ecrun Âzim (en büyük mükâfat)” vardır.
5/MÂİDE-10: Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cehîm(cehîmî).
Ve inkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar alevli ateş (cehennem) halkıdır.
5/MÂİDE-11: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurû ni’metallâhi aleykum iz hemme kavmun en yebsutû
ileykum eydiyehum fe keffe eydiyehum ankum, vettekûllâh(vettekûllâhe) ve alâllâhi fel
yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini
hatırlayın; bir kavim size ellerini uzatmaya kalktığı zaman (Allah) onların ellerini sizden çekmişti.
Ve Allah'a karşı takva sahibi olun (ruhunuzu, vechinizi (fizik vücudunuzu), nefsinizi ve iradenizi
Allah'a teslim edin)! Mü'minler artık Allah'a tevekkül etsinler (güvensinler).
5/MÂİDE-12: Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîl(isrâîle), ve beasnâ minhumusney aşera
nakîbâ(nakîben) ve kâlellâhu innî meakum lein ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte ve
âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum
seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel enhâr(enhâru), fe men kefere ba’de
zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
Ve andolsun ki Allah, İsrailoğulları'ndan misak almıştı. Ve onlardan on iki nâzır görevlendirdik. Ve
Allahû Teâla: “Eğer namazı mutlaka ikâme ederseniz, zekât verirseniz ve Resûllerim'e îmân edip
onlara yardım ederseniz ve Allah'a (Allah için) güzel bir borç verirseniz, muhakkak ki ben sizinle
beraberim ve de mutlaka sizin günahlarınızı örterim ve sizi, mutlaka altından ırmaklar akan
cennetlere koyarım.” dedi. Artık, bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka sevvâ edilmiş
(Allah'a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş) yoldan sapmış olur. 2
5/MÂİDE-13: Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum
kâsiyet(kâsiyeten), yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bih(bihî),
ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe
yuhıbbul muhsinîn(muhsinîne).
Misaklarını bozmaları sebebiyle biz de onları lânetledik, kalplerini de (kapkaranlık) yaptık. Onlar,
kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (değiştirirler). Nasihat olundukları şeylerden nasiplerini almayı
unuttular. Onlardan pek azı hariç, devamlı onların hainliklerine maruz kalırsın.Yine de onları affet
ve hoşgör.Muhakkak ki Allah muhsinleri sever.
5/MÂİDE-14: Ve minellezîne kâlû innâ nasârâ ehaznâ mîsâkahum fe nesû hazzan mimmâ
zukkirû bihî fe agraynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) ve sevfe
yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn(yasnaûne).
Ve muhakkak ki biz “nasârâyız” diyenlerden misaklarını aldık, gene de uyarıldıkları hususlardan
(kendilerine hatırlatılan şeyden) bir pay almayı (nasiplerini) unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe
kadar aralarına düşmanlık, kin ve nefret saldık. Allah yakında, onlara yapmış olduklarını haber
verecek.
5/MÂİDE-15: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum
tuhfûne minel kitâbi ve ya’fû an kesîr(kesîrin) kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun
mubîn(mubînun).
Ey kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap'tan çoğunu gizlemiş olduğunuz ve çoğundan vazgeçtiğiniz
şeyleri, size beyan eden bir Resûl'ümüz gelmiştir. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap
gelmiştir.
5/MÂİDE-16: Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez
zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle
onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidayet eder (ulaştırır).
5/MÂİDE-17: Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem(meryeme) kul fe
men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlikel mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fîl
ardı cemîa(cemîan) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ
yeşâ(yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Andolsun ki “ Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih'tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki;
“Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek
isterse, Allah'dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter? ” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında
bulunan herşeyin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.
5/MÂİDE-18: Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh(ehıbbâuhu) kul fe
lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak(halaka) yagfiru limen yeşâu
ve yuazzibu men yeşâ(yeşâu) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil
masîr(masîru).
Ve, Yahudiler ve Hristiyanlar; “Biz Allah'ın oğulları ve O'nun sevdikleriyiz.” dediler. De ki; “O
halde niçin Allah size günahlarınızdan dolayı azap ediyor?” Hayır, siz O'nun yarattıklarından bir
beşersiniz (insansınız), O, dilediğini mağfiret eder, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve
ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Ve varış O'nadır (ulaşılacak makam O'nun
Zat'ıdır).
5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli
en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ
kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere
gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. "Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi" 2
dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah
herşeye kaadirdir.
5/MÂİDE-20: Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmizkurû ni’metallâhi aleykum iz ceale fîkum
enbiyâe ve cealekum mulûk(mulûken), ve âtâkum mâ lem yu’ti ehaden minel âlemîn(âlemîne).
Ve Hz. Musâ kavmine şöyle demişti; "Ey kavmim! Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, içinizden
peygamberler kıldığını ve sizi hükümdarlar yaptığını ve âlemlerden hiç birine vermediği şeyi size
verdiğini hatırlayın!
5/MÂİDE-21: Yâ kavmidhulûl ardal mukaddesetelletî keteballâhu lekum ve lâ terteddû alâ
edbârikum fe tenkalibû hâsirîn(hâsirîne).
Ey kavmim! Allah'ın sizin için farz kıldığı kutsal yere girin ve (düşmandan kaçıp) arkanıza
dönmeyin.İşte o zaman hüsrana uğrayanların haline dönersiniz.
5/MÂİDE-22: Kâlû yâ mûsâ inne fîhâ kavmen cebbârîn(cebbârîne), ve innâ len nedhulehâ hattâ
yahrucû minhâ, fe in yahrucû minhâ fe innâ dâhılûn(dâhılûne).
Dediler ki, "Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir kavim var. Muhakkak ki biz, onlar oradan
çıkıncaya kadar asla oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, o zaman elbette biz oraya gireriz."
5/MÂİDE-23: Kâle raculâni minellezîne yehâfûne en’amallâhu aleyhim edhulû aleyhimul
bâb(bâbe), fe izâ dehaltumûhu fe innekum gâlibûne ve alâllâhi fe tevekkelû in kuntum
mu’minîn(mu’minîne).
Allah'ın kendilerine nimet verdiği, korkanların arasından iki adam şöyle dedi; “Onların üzerlerine
kapıdan girin, böylece oradan (kapıdan) girdiğiniz zaman muhakkak ki siz gâlip gelirsiniz. Eğer
mü'minseniz, artık Allah'a tevekkül edin (Allah'a güvenin).”
5/MÂİDE-24: Kâlû yâ mûsâ innâ len nedhulehâ ebeden mâ dâmû fîhâ fezheb ente ve rabbuke fe
kâtilâ innâ hâhunâ kâıdûn(kâıdûne).
(Onlar); “Ey Mûsâ, muhakkak ki biz onlar orada olduğu sürece ebediyen, asla oraya girmeyiz.
Artık Sen ve Rabbin gidin, böylece ikiniz savaşın, biz mutlaka burada otururuz” dediler.
5/MÂİDE-25: Kâle rabbi innî lâ emliku illâ nefsî ve ahî fefruk beynenâ ve beynel kavmil
fâsikîn(fâsikîne).
(Hz. Mûsa) Dedi ki; “Ey Rabb'im! Muhakkak ki ben, kendimden ve kardeşimden başkasına sahip
değilim. Artık fâsık kavimle bizim aramızı ayır.”
5/MÂİDE-26: Kâle fe innehâ muharremetun aleyhim erbaîne senet(seneten), yetîhûne fîl ardı fe
lâ te’se alel kavmil fâsikîn(fâsikîne).
Allah (cc.) buyurdu ki; "Artık muhakkak ki orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır (yasaklanmıştır).
Onlar yeryüzünde şaşkın dolaşacaklar. Sen artık fâsık kavim için üzülme!"
5/MÂİDE-27: Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min
ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar(âhari) kâle le aktulennek(aktulenneke) kâle innemâ
yetekabbelullâhu minel muttekîn(muttekîne).
Ve onlara Adem'in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah'a
yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul
edilmez. (Kurbanı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece takvâ
sahiplerinden kabul eder.” dedi.
5/MÂİDE-28: Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li
aktulek(aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne).
Gerçekten, eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana
uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.
5/MÂİDE-29: İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr(nâri), ve zâlike
cezâûz zâlimîn(zâlimîne). 2
Gerçekten ben, benim günahım ile kendi günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı
dilerim.Ve zâlimlerin cezası, işte budur.
5/MÂİDE-30: Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn(hâsirîne).
Bunun üzerine nefsi, onu, kardeşini öldürmeye kandırdı (kolay ve zevkli gösterdi). Böylece onu
öldürdü, sonra hüsrana uğrayanlardan oldu.
5/MÂİDE-31: Fe beasallâhu gurâben yebhasu fîl ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sev’ete
ahîh(ahîhi) kâle yâ veyletâ e aceztu en ekûne misle hâzel gurâbi fe uvâriye sev’ete ahî, fe asbaha
minen nâdimîn(nâdimîne).
Sonra, Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga
gönderdi. "Yazıklar olsun bana, bu karga gibi olup böylece kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi
oldum?" dedi Sonra da pişman olanlardan oldu.
5/MÂİDE-32: Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri
nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ
ahyen nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran
minhum ba’de zâlike fîl ardı le musrifûn(musrifûne).
İşte bundan dolayı (Tevrat'ta) İsrailoğullarına şöyle yazdık; Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında
olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkak ki o bütün insanları
öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları
yaşatmış gibi olur. Ve andolsun ki Resûl'lerimiz onlara apaçık deliller ile geldi. Sonra da, şüphesiz
onlardan birçoğu, bundan sonra gerçekten yeryüzünde aşırı giden müsrifler oldular.
5/MÂİDE-33: İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en
yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı),
zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun).
Allah ve O'nun Resûl'ü ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya
çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz
kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Ve ahirette
ise, onlara “büyük azap” vardır.
5/MÂİDE-34: İllellezîne tâbû min kabli en takdirû aleyhim, fa’lemû ennallâhe gafûrun
rahîm(rahîmun).
Onları sizin (yenerek) ele geçirmenizden önce tövbe edenler hariç. Artık Allah'ın Gafûr (mağfiret
eden) olduğunu, Rahîm (rahmet nuru gönderen) olduğunu biliniz!
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi
leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve
O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha
erersiniz.
5/MÂİDE-36: İnnellezîne keferû lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu li yeftedû
bihî min azâbi yevmil kıyâmeti mâ tukubbile minhum, ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki o kâfir olanlar, eğer yeryüzünde olanların hepsi, ve onunla birlikte bir misli daha
onların olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onları feda edecek olsalar (fidye olarak
verseler), onlardan kabul edilmez. Ve onlar için “acı azap” vardır.
5/MÂİDE-37: Yurîdûne en yahrucû minen nâri ve mâ hum bi hâricîne minhâ, ve lehum azâbun
mukîm(mukîmun).
Ateşten çıkmak isterler ve onlar oradan çıkacak değillerdir. Ve, onlar için “daimî azap” vardır.
5/MÂİDE-38: Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen
minallâh(minallâhi) vallâhu azîzun hakîm(hakîmun). 2
Ve, hırsızlık yapan erkek ve kadının yaptıklarına karşılık olmak üzere, Allah'tan bir ceza olarak
ellerini kesin. Ve Allah Azîz'dir, Hakîm 'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
5/MÂİDE-39: Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha fe innallâhe yetûbu aleyh(aleyhi)
innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Artık kim, yaptığı zulümden sonra tövbe ederse ve ıslâh olursa, o taktirde, muhakkak ki Allah onun
tövbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
5/MÂİDE-40: E lem ta’lem ennallâhe lehu mulkus semâvâti vel ardı yuazzibu men yeşâu ve
yagfiru limen yeşâ(yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Göklerin ve yerin mülkünün Allah'ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini
mağfiret eder. Ve Allah herşeye kaadirdir.
5/MÂİDE-41: Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri minellezîne kâlû âmennâ
bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li
kavmin âharîne lem ye’tuk(ye’tuke) yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh(mevâdııhî),
yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe
len temlike lehu minallâhi şey’â(şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire kulûbehum
lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm(azîmun).
Ey Resûl! Ağızlarıyla îmân ettik deyip, kalpleri îmân etmeyenlerden küfürde yarışanlar seni
üzmesin. Ve yahudilerden dinleyenlerin bir kısmı, sana gelmeyen başka bir kavme yalan söylemek
için dinleyenlerdir. Kelimeleri sonradan yerlerinden kaydırıp, değiştirirler ve: “Eğer size bu
verilirse o zaman onu alın, eğer (böyle) verilmezse o taktirde kaçının.” derler. Ve Allah, kimin fitne
içinde kalmasını dilerse, artık sen, onun için Allah'tan bir şeye asla mani olacak değilsin. İşte onlar
öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemeyi dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik
vardır, ahirette de onlara “büyük azap” vardır.
5/MÂİDE-42: Semmâûne lil kezibi ekkâlûne lis suht(suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev
a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â(şey’en) ve in hakemte fahkum
beynehum bil kıst(kıstı) innallâhe yuhıbbul muksıtîn(muksıtîne).
Yalan söylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat'ın hükmüne razı olmayıp)
eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer,
onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) bir şeyle zarar veremezler. Ve şayet, aralarında
hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki Allah muksıtîn (âdil) olanları
sever.
5/MÂİDE-43: Ve keyfe yuhakkimûneke ve indehumut tevrâtu fîhâ hukmullâhi summe
yetevellevne min ba’di zâlik(zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn(mu’minîne).
Ve içinde Allah'ın hükümleri bulunan Tevrat onların yanında iken, seni nasıl hakem yapıyorlar.
Sonra da bundan (verdiğin hükümden) dönüyorlar. Ve işte onlar mü'min değillerdir.
5/MÂİDE-44: İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne
eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi
şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem
yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).
Muhakkak ki Tevrat'ı Biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır. Kendileri (Hakk'a) teslim olmuş
peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbanîler (kendilerini Rabb'lerine adamış olanlar) ve
Ahbar olanlar da (zahidler, yahudi âlimler, hahamlar) Allah'ın Kitab'ından korumakla görevli
oldukları ile hüküm verirler ve onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın,
Ben'den korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah'ın indirdiği ile
hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfirlerdir. 2
5/MÂİDE-45: Ve ketebnâ aleyhim fîhâ ennen nefse bin nefsi vel ayne bil ayni vel enfe bil enfi
vel uzune bil uzuni ves sinne bis sinni vel curûha kısâs(kısâsun) fe men tesaddeka bihî fe huve
keffâretun leh(lehu) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Onun içinde (Tevrat'ta) onlara, cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe
diş ile ve yaralamalara karşı kısas olduğunu yazıp farz kıldık. Kim onu bağışlar da (kısas hakkından
vazgeçerse) artık o kendisi için (günahlarına) kefâret olur. Ve kim, Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir.
5/MÂİDE-46: Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsebni meryeme musaddıkan limâ beyne yedeyhi
minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet
tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn(muttekîne).
Onların izleri üzerine, Tevrat'tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem'in oğlu İsâ'yı
gönderdik. Ve ona, içinde bir hidayet ve bir nur olan, Tevrat'tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve
müttekîler (takvâ sahipleri) için, hidayete erdirici ve vaaz edici (öğüt verici) olan İncil'i verdik.
5/MÂİDE-47: Vel yahkum ehlul incîli bimâ enzelallâhu fîh(fîhi) ve men lem yahkum bimâ
enzelallâhu fe ulâike humul fâsıkûn(fâsıkûne).
Ve İncil sahipleri, Allah'ın onda (İncil'de) indirdiği (ahkâm) ile hükmetsinler. Ve kim, Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar fâsıklardır.
5/MÂİDE-48: Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve
muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke
minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le
cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti)
ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu
Kitab'ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk'tan
gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol
belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile
denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman hakkında
ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.
5/MÂİDE-49: Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum vahzerhum en
yeftinûke an ba’dı mâ enzelallâhu ileyk(ileyke) fe in tevellev fa’lem ennemâ yurîdullâhu en
yusîbehum bi ba’dı zunûbihim ve inne kesîran minen nâsi le fâsıkûn(fâsıkûne).
Ve onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına uyma. Allah'ın sana indirdiği
şeylerin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Bundan sonra eğer (Hakk'tan) yüz
çevirirlerse, o taktirde bil ki artık Allah, bazı günahları sebebiyle, onları bir musibete uğratmak
istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu gerçekten fâsıklardır.
5/MÂİDE-50: E fe hukmel câhiliyyeti yebgûn(yebgûne) ve men ahsenu minallâhi hukmen li
kavmin yûkınûn(yûkınûne).
Onlar hâlâ cahiliyyet devrine ait hükmü mü istiyorlar? Ve yakîn sahibi olan bir kavim için,
Allah'tan daha güzel kim hüküm verir.
5/MÂİDE-51: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûl yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu
ba’d(ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdîl kavmez
zâlimîn(zâlimîne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Yahudi ve Hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar
birbirinin dostlarıdır. Ve sizden kim onlara dönerse (onları dost edinirse) artık o, mutlaka
onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez. 2
5/MÂİDE-52: Fe terâllezîne fî kulûbihim maradun yusâriûne fîhim yekûlûne nahşâ en tusîbenâ
dâireh(dâiretun) fe asâllâhu en ye’tiye bil fethi ev emrin min indihî fe yusbihû alâ mâ eserrû fî
enfusihim nâdimîn(nâdimîne).
Böylece, kalplerinde maraz (hastalık) bulunanların (yahudi ve hristiyanları dost edinip), “olaylar
(tersine) dönerse, bize bir musibet isabet etmesinden korkuyoruz.” diyerek onların aralarında
koşuştuklarını görürsün. Oysa ki Allah'ın katından bir fetih veya bir emir getirmesi umulur ki,
böylece onlar da kendi içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.
5/MÂİDE-53: Ve yekûlullezîne âmenû e hâulâillezîne aksemû billâhi cehde eymânihim innehum
le meakum habitat a’mâluhum fe asbahû hâsirîn(hâsirîne).
Ve âmenû olanlar (Allâh'a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler); "Kendilerinin mutlaka sizinle
beraber olduğuna, Allah'a kasem ederek var güçleriyle yemin edenler bunlar mı?" derler. Onların
amelleri boşa gitti, böylece hüsrana uğrayan kimseler oldular.
5/MÂİDE-54: Yâ eyyuhellezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi
kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn(kâfirîne),
yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men
yeşâ(yeşâu) vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar (Allâh'a ulaşmayı dileyenler)! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah onun
yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları sever ve onlar da O'nu (Allah'ı)
severler. Mü'minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı,
şereflidirler). Allah'ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu,
Allah'ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah Vâsi'dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm'dir
(herşeyi en iyi bilendir).
5/MÂİDE-55: İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenullezîne yukîmûnes salâte
ve yu’tûnez zekâte ve hum râkıûn(râkıûne).
Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allah ve O'nun Resûl'ü ve âmenû olup namazı kılan, zekâtı veren
kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.
5/MÂİDE-56: Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humul
gâlibûn(gâlibûne).
Ve, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne ve âmenû olanlara dönen kimseler, artık muhakkak ki Allah'ın
taraftarlarıdır, onlar gâlip olanlardır.
5/MÂİDE-57: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûllezînettehazû dînekum huzuven ve leiben min
ellezîne ûtûl kitâbe min kablikum vel kuffâra evliyâ(evliyâe), vettekûllâhe in kuntum
mu’minîn(mu’minîne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayi dileyenler)! Sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olanlardan,
dîninizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve de kâfirleri velîler (dostlar) edinmeyin. Ve eğer
mü'minlerseniz, Allah'a karşı takva sahibi olun.
5/MÂİDE-58: Ve izâ nâdeytum iles salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ(leıben) zâlike bi ennehum
kavmun lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve namaza çağırdığınız (ezan okuduğunuz) zaman, onu oyun ve alay konusu edindiler. Bu, onların
akıl etmeyen (aklını kullanmayan) bir kavim olmaları sebebiyledir.
5/MÂİDE-59: Kul yâ ehlel kitâbi hel tenkımûne minnâ illâ en âmennâ billâhi ve mâ unzile
ileynâ ve mâ unzile min kablu ve enne ekserekum fâsıkûn(fâsıkûne).
Onlara şöyle söyle: “Ey Kitap ehli! Bizi, sadece Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene
îmân etmemizden dolayı mı çekemiyorsunuz? Ve muhakkak ki sizin çoğunuz fâsıklarsınız.”
5/MÂİDE-60: Kul hel unebbiukum bi şerrin min zâlike mesûbeten ındallâh(ındallâhi) men
leanehullâhu ve gadıbe aleyhi ve ceale min humul kıredete vel hanâzîre ve abedet tâgût(tâgûte)
ulâike şerrun mekânen ve edallu an sevâis sebîl(sebîli). 2
De ki; "Bundan daha şerli olup, Allah'ın katında kesinleşmiş olan cezayı, size haber vereyim mi?
Onlar, Allah'ın lanetlediği ve gadap duyduğu ve onlardan maymunlar, domuzlar yaptığı ve tâguta
kul ettiği kimselerdir. İşte onlar, mekânı en kötü olanlar ve sevvâ edilmiş yoldan en çok
sapanlardır.
5/MÂİDE-61: Ve izâ câukum kâlû âmennâ ve kad dehalû bil kufri ve hum kad haracû bih(bihî)
vallâhu a’lemu bimâ kânû yektumûn(yektumûne).
Ve (onlar) size geldikleri zaman: "Îmân ettik." dediler. Oysa onlar, küfürle girip, küfürle
çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlediklerini çok iyi bilir.
5/MÂİDE-62: Ve terâ kesîran minhum yusâriûne fîl ismi vel udvâni ve eklihimus suht(suhti)
lebi’se mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve onlardan bir çoğunun günahda, düşmanlıkta ve haram yemekte birbirleriyle yarıştıklarını
görürsün. Yaptıkları şey ne kötü.
5/MÂİDE-63: Lev lâ yenhâhumur rabbaniyyûne vel ahbâru an kavlihimul isme ve eklihimus
suht(suhti) lebi’se mâ kânû yasneûn(yasneûne).
Rabbanîler ve Hahamlar onları günah olan sözlerinden ve haram yemekten men etmeli değiller
miydi? Yaptıkları şey ne kötü.
5/MÂİDE-64: Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ
kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ
unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe
ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı
fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
Yahudi'ler: "Allah'ın eli bağlıdır (Allah cimridir)" dediler. Onların elleri bağlandı. Ve bu
sözlerinden dolayı lânetlendiler. Hayır, bilakis! O'nun iki eli de açıktır. Nasıl isterse öyle infâk eder
(verir). Ve Rabb'inden sana indirilen şey (ilahî buyruklar), mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını
ve küfrünü arttırır. Ve biz onların arasına kıyâmete kadar sürecek düşmanlık ve kin ilka ettik
(ulaştırdık). Her ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü. Ve onlar yeryüzünde
fesat çıkarmak için çalışırlar. Ve de Allah, fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez.
5/MÂİDE-65: Ve lev enne ehlel kitâbi âmenû vettekav le keffernâ anhum seyyiâtihim ve le
edhalnâhum cennâtin naîm(naîmi).
Eğer Kitap Ehli, âmenû olup (Allah'a ulaşmayı dileyip), takva sahibi olsalardı, elbette onların
günahlarını örterdik ve onları mutlaka Naîm cennetlerine koyardık.
5/MÂİDE-66: Ve lev ennehum ekâmût tevrâte vel incîle ve mâ unzile ileyhim min rabbihim le
ekelû min fevkıhim ve min tahti erculihim. Minhum ummetun muktesıdeh(muktesıdetun) ve
kesîrun minhum sâe mâ ya’melûn(ya’melûne).
Ve eğer Kitap Ehli, Tevrat ve İncil'i ve Rabb'lerinden kendilerine indirileni, gereği gibi
uygulasalardı (yerine getirselerdi), mutlaka onlar, hem üstlerinden hem de ayaklarının altından
(nice nimetler) yerlerdi. Onlardan bir kısmı (evliyalık mertebesine ulaşmış, henüz daimî zikre
ulaşmamış) muktesid olan bir ümmettir. Ve (fakat) onlardan bir çoğunun yaptıkları şey ne kötü.
5/MÂİDE-67: Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbik(rabbike) ve in lem tef’al femâ
bellagte risâleteh(risâletehu) vallâhu ya’sımuke minen nâs(nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavmel
kâfirîn(kâfirîne).
Ey Resûl! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O'nun
Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve Allah seni insanlardan
korur. Muhakkak ki Allâh, kâfirler kavmini hidayete erdirmez.
5/MÂİDE-68: Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile
ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen
ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne). 2
De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip
uygulamadıkça siz birşey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb'inden indirilen, mutlaka
onların bir çoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme.
5/MÂİDE-69: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi vel
yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki, âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), ve Yahudiler, Sâbiiler ve Nasrânilerden
(Hristiyanlardan) kim Allah'a ve âhir güne îmân eder ve nefsini ıslâh edici ameller (nefs tezkiyesi )
yaparsa onlara artık korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.
5/MÂİDE-70: Lekad ehaznâ mîsâka benî isrâîle ve erselnâ ileyhim rusulâ(rusulen) kullemâ
câehum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusuhum ferîkan kezzebû ve ferîkan yaktulûn(yaktulûne).
Andolsun ki Biz, İsrailoğulları'ndan misak aldık ve onlara resûller gönderdik. Onlara her resûl
gelişinde,nefislerinin hevâlarına uymadığından dolayı, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da
öldürdüler.
5/MÂİDE-71: Ve hasibû ellâ tekûne fitnetun fe amû ve sammû summe tâballâhu aleyhim
summe amû ve sammû kesîrun minhum vallâhu basîrun bimâ ya’melûn(ya’melûne).
Ve yaptıklarının bir fitne olmayacağını sandılar böylece kör ve sağır (hakkı görmez ve işitmez)
oldular. Sonra, Allah onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan bir çoğu kör ve sağır oldular.
Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir.
5/MÂİDE-72: Lekad keferallezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem(meryeme) ve kâlel
mesîhu yâ benî isrâîla’budûllâhe rabbî ve rabbekum innehu men yuşrik billâhi fekad
harremallâhu aleyhil cennete ve me’vâhun nâr(nâru) ve mâ liz zâlimîne min ensâr(ensârin).
Andolsun ki; “Muhakkak ki Allah, O, Meryem oğlu Mesih'tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa
Mesih (Hz. İsa, onlara) şöyle demişti; “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan
Allah'a kul olun. Muhakkak ki, kim Allah'a şirk (eş, ortak) koşarsa, o taktirde Allah ona cenneti
haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir. Ve zalimler için bir yardımcı yoktur.”
5/MÂİDE-73: Lekad keferellezîne kâlû innallâhe sâlisu selâsetin ve mâ min ilâhin illâ ilâhun
vâhid(vâhidun) ve in lem yentehû ammâ yekûlûne le yemessennellezîne keferû minhum azâbun
elîm(elîmun).
Andolsun ki, "Allah üçün, üçüncüsüdür (üç ilâh'tan biridir)." diyenler kâfir olmuşlardır. Ve tek bir
ilâhdan başka bir ilâh yoktur. Ve eğer bu söyledikleri sözlerden vazgeçmezlerse, onlardan (bu
sözlerinde ısrar edip) kâfir olanlara, mutlaka “elîm azap” dokunacaktır.
5/MÂİDE-74: E fe lâ yetûbûne ilâllâhi ve yestagfirûneh(yestagfirûnehu) vallâhu gafûrun
rahîm(rahîmun).
Hâlâ, Allah'a tövbe edip, O'ndan mağfiret dilemiyorlar mı? Ve Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.
5/MÂİDE-75: Melmesîhubnu meryeme illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihir rusul(rusulun)
ve ummuhu sıddîkah(sıddîkatun) kânâ ye’kulânit taâm(taâmi) unzur keyfe nubeyyinu lehumul
âyâti summenzur ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
Meryem oğlu Mesih (Hz. İsa) sadece bir Resûldür. Ondan önce de resûller (elçiler) gelip
geçmiştir.Ve onun annesi sıddîktır (çok doğru ve iffetlidir). İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek
yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasıl açıklayıp beyan ediyoruz. Sonra da bak, nasıl (Allâh'tan)
döndürülüyorlar.
5/MÂİDE-76: Kul e ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lekum darran ve lâ nef’â(nef’an)
vallâhu huves semîul alîm(alîmu).
De ki; "Allah'tan başka, size zarar ve fayda (yarar) vermeye gücü yetmeyen (malik olmayan)
şeylere mi kul oluyorsunuz?" Ve Allah, O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 2
5/MÂİDE-77: Kul yâ ehlel kitâbi, lâ taglû fî dînikum gayral hakkı ve lâ tettebi’û ehvâe kavmin
kad dallû min kablu ve edallû kesîran ve dallû an sevâis sebîl(sebîli).
De ki; "Ey Kitap Ehli! Dîninizde haksız yere (taşkınlık yapıp) haddi aşmayın. Ve daha önce
dalâlete düşmüş ve birçoklarını da dalâlete düşürmüş ve de sevvâ edilmiş yoldan sapmış olan bir
kavmin hevâlarına uymayın.
5/MÂİDE-78: Luinellezîne keferû min benî isrâîle alâ lisâni dâvude ve îsebni meryem(meryeme)
zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).
İsrailoğulları'ndan inkâr edenler, Hz. Dâvud (a.s) ve Meryem oğlu Îsâ'nın diliyle lânetlendiler. Bu,
onların isyan etmeleri, taşkınlık yapıp haddi aşmaları sebebiyledir.
5/MÂİDE-79: Kânû lâ yetenâhevne an munkerin fealûh(fealûhu) lebi’se mâ kânû
yef’alûn(yef’alûne).
Yaptıkları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye (mani olmaya) çalışmıyorlardı. Yaptıkları şey ne
kötü...
5/MÂİDE-80: Terâ kesîran minhum yetevellevnellezîne keferû lebi’se mâ kaddemet lehum
enfusuhum en sehıtallâhu aleyhim ve fîl azâbi hum hâlidûn(hâlidûne).
Onlardan bir çoğunun kâfirlere döndüğünü (dost olduğunu) görürsün. Nefislerinin, onlar için
takdim ettiği ise “Allah'ın onlara öfkelenmesi” ki ne kötü şey. Ve onlar azâp içinde devamlı kalacak
olanlardır.
5/MÂİDE-81: Ve lev kânû yu’minûne billâhi ven nebiyyi ve mâ unzile ileyhi mettehazûhum
evliyâe ve lâkinne kesîren minhum fâsikûn(fâsikûne).
Ve eğer Allah'a ve Nebî'ye (Peygamber'e) ve ona indirilene îmân etselerdi, onları dostlar
edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsıklardır.
5/MÂİDE-82: Le tecidenne eşedden nâsi adâveten lillezîne âmenûl yehûde vellezîne eşrakû, ve le
tecidenne akrabehum meveddeten lillezîne âmenûllezîne kâlû innâ nasârâ zâlike bi enne
minhum kıssîsîne ve ruhbânen ve ennehum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Âmenû olanlara karşı, insanlardan en şiddetli düşman olarak mutlaka Yahudileri ve (Allah'a) şirk
koşanları (müşrikleri) bulursun. Dostluk bakımından âmenû olanlara en yakın olarak da:
“muhakkak ki biz nasrâniyiz." diyenleri bulursun. Bu, onların arasında keşişler ve ruhbanların
bulunması ve onların kibirlenmemesi (büyüklenmemesi) sebebiyledir.
5/MÂİDE-83: Ve izâ semiû mâ unzile ilerresûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ
arefû minel hakk(hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Resûl'e indirileni (Kur'ân'ı) işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere arif olduklarından dolayı,
onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Rabb'imiz, biz îmân ettik (âmenû olduk), artık
bizi şâhitlerle beraber yaz...” derler.
5/MÂİDE-84: Ve mâ lenâ lâ nu’minu billâhi ve mâ câenâ minel hakkı ve natmeu en yudhılenâ
rabbunâ meal kavmis sâlihîn(sâlihîne).
Ve Rabb'imizin bizi, salihler kavmi ile beraber (cennete) dahil etmesini isterken, niçin biz, Allah'a
ve Hak'tan bize gelene (Kur'ân'a ve Resûl'e) îmân etmeyelim?"
5/MÂİDE-85: Fe esâbehumullâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve
zâlike cezâûl muhsinîn(muhsinîne).
Böylece onlara, söylediklerinden dolayı Allah, altlarından ırmaklar akan ve içlerinde devamlı
kalacakları cennetler ihsan etti. Ve işte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.
5/MÂİDE-86: Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
Ve, kâfirler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, Ashab-ı Cahîmdir (cehennem ehlidir).
5/MÂİDE-87: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehallallâhu lekum ve lâ ta’tedû
innallâhe lâ yuhibbul mu’tedîn(mu’tedîne). 2
Ey âmenû olanlar! Allah'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin. Aşırı gitmeyin.
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.
5/MÂİDE-88: Ve kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben vettekûllâhellezî entum bihî
mu’minûn(mu’minûne).
Allah'ın size verdiği temiz, helâl rızıklardan yiyin ve kendisine îmân ettiğiniz Allah'a karşı takva
sahibi olun.
5/MÂİDE-89: Lâ yuâhizukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ
akkadtumul eymân(eymâne), fe keffâretuhu it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’ımûne
ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabeh(rakabetin) fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti
eyyâm(eyyâmin) zâlike keffâretu eymânikum izâ haleftum vahfezû eymânekum kezâlike
yubeyyinullâhu lekum âyâtihi leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Allah sizi, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat, akid yaptığınız
yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Artık onun kefâreti (cezası), ev halkınıza yedirdiklerinizin
ortalamasından on yoksulu yedirmeniz veya onları giydirmeniz ya da bir köle azad etmenizdir.
Fakat kim bunları bulamazsa, o taktirde üç gün oruç tutsun.İşte bu, yeminlerinizi bozduğunuz
zaman onların (yeminlerinizin) kefâretidir. Ve yeminlerinizi koruyun (onları bozmaktan sakının).
Allah, âyetlerini size işte böyle açıklıyor, umulur ki böylece siz şükredersiniz.
5/MÂİDE-90: Yâ eyyuhellezîne âmenû innemel hamru vel meysiru vel ensâbu vel ezlâmu ricsun
min ameliş şeytâni fectenibûhu leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar! Ancak şarap, kumar, (tapınmak için konulan) dikili taşlar (putlar) ve fal okları,
şeytanın işlerinden pis şeylerdir. Artık bunlardan kaçının. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
5/MÂİDE-91: İnnemâ yurîduş şeytânu en yûkia beynekumul adâvete vel bagdâe fîl hamri vel
meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâh(salâti), fe hel entum muntehûn(muntehûne).
Oysa ki şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve, sizi Allah'ı zikretmekten
ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Siz artık (bunlara) son verdiniz mi?
5/MÂİDE-92: Ve etîûllâhe ve etîûr resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ
resûlinel belâgul mubîn(mubînu).
Ve Allah'a itaat edin ve Resûl'e itaat edin ve (onlara karşı gelmekten) sakının. Eğer bundan sonra
yüz çevirirseniz bilin ki Resûl'ümüze düşen, sadece açık bir tebliğdir (duyurmadır).
5/MÂİDE-93: Leyse alellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mettekav ve
âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbul
muhsinîn(muhsinîne).
Âmenû olanlar ve salih amel yapanlar (ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi yapanlar) üzerine, takva (1.
takva) sahibi olmadıkları zaman yediklerinden dolayı bir günah yoktur. Âmenû olun ve
amilûssâlihat yapın! Sonra da takva sahibi olun (3. takvaya ulaşın)! Âmenû olun sonra da takva
sahibi olun (4. takvaya ulaşın) ve ahsen olun! Allah muhsinleri (ahsen olanları, 4. takvaya
ulaşanları) sever.
5/MÂİDE-94: Yâ eyyuhellezîne âmenû le yebluvennekumullâhu bi şey’in mines saydı tenâluhu
eydîkum ve rimâhukum li ya’lemallâhu men yahâfuhu bil gayb(gaybi), fe meni’tedâ ba’de zâlike
fe lehu azâbun elîm(elîmun).
Ey âmenû olanlar! Allah sizi, gıyabında kendisinden kimin korktuğunu bilmesi (bilinip belli olması
için) için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği av türünden bir şeyle sizi mutlaka imtihan eder.
Artık, kim bundan sonra yasak sınırını aşarsa, o taktirde onun için “elîm azap” vardır.
5/MÂİDE-95: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ taktulûs sayde ve entum hûrûm(hûrûmun) ve men
katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele min en neami yahkumu bihî zevâ
adlin minkum hedyen bâligal ka’beti ev keffâratun taâmu mesâkîne ev adlu zâlike siyâmen li 2
yezûka vebâle emrih(emrihî) afâllâhu amma selef(selefe) ve men âde fe yentakimullâhu
minh(minhu) vallâhu azîzun zûntikâm(zûntikâmin).
Ey îmân edenler! Siz ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu
öldürürse, o zaman kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezası vardır ki, (bunun öldürülen
hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, âdil iki kimse takdir edip karar verir. Kâbe'ye ulaşacak
(Kâbe'ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da
buna denk bir oruçtur ki bu, böylece o yaptığı işin vebalini tatması içindir. Allah, geçmiştekileri
(işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde Allah ondan
intikam alır. Allah Azîz'dir, intikam sahibidir.
5/MÂİDE-96: Uhille lekum saydul bahri ve taâmuhu metâan lekum ve lis seyyârah(seyyârati), ve
hurrime aleykum saydul berri mâ dumtum hurumâ(hurumen) vettekullâhellezî ileyhi
tuhşerûn(tuhşerûne).
Sizin için ve yolcular için, deniz avı ve onun yenmesi bir meta olarak (fayda sağlamak üzere) helâl
kılındı. Ve kara avı ise, ihramda olduğunuz süre içerisinde size haram kılındı (yasaklandı). Ve
huzurunda haşrolunacağınız Allah'a karşı takva sahibi olun.
5/MÂİDE-97: Cealallâhul ka’betel beytel harâme kıyâmen lin nâsi veş şehral harâme vel hedye
vel kalâid(kalâide) zâlike li ta’lemû ennellâhe ya’lemu mâ fis semâvâti ve ma fîl ardı ve
ennellâhe bikulli şey’in alîm(alîmun).
Allah, Beyt-i Haram olan Kâbe'yi, Haram ayını, hac kurbanını ve gerdanlıklı (boynuna kurban
nişanesi asılı) kurbanlıkları, insanların yaşamlarını ayakta tutmak için yaptı (sebep kıldı). İşte bu,
“Allah'ın, göklerde ve yerlerde olanı bildiğini ve Allah'ın herşeyi en iyi bilen olduğunu” bilmeniz
içindir.
5/MÂİDE-98: I’lemû ennellâhe şedîdul ikâbi ve ennellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Allah'ın cezasının şiddetli olduğunu ve Allah'ın Gafur (mağfiret eden), Rahîm (rahmet nurunu
gönderen ve merhametli) olduğunu biliniz!
5/MÂİDE-99: Mâ aler resûli illel belâg(belâgu) vallâhu ya’lemu mâ tubdûne ve mâ
tektumûn(tektumûne).
Resûl'ün üzerinde tebliğden (bildirmekten) başka bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, açıkladığınızı da
gizlediğinizi de bilir.
5/MÂİDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a’cebeke kesretul habîs(habîsi),
fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
De ki; "Habisin (haram, murdar ve fesadın...) çokluğu senin hoşuna gitse bile, habis (haram ve kötü
olan) ile tayyib (helâl ve temiz olan) bir değildir. Ey Ulûl Elbâb! Artık Allah'a karşı takva sahibi
olun! Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
5/MÂİDE-101: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tes’elû an eşyâe in tubde lekum tesu’kum, ve in
tes’elû anhâ hîne yunezzelul kur’ânu tubde lekum afâllâhu anhâ vallâhu gafûrun
hâlîm(hâlîmun).
Ey âmenû olanlar (yaşarken Allah'a teslim olmayı, ulaşmayı dileyenler)! Açıklandığında sizi
üzecek şeylerden sormayın. Eğer, Kur'ân indirilirken ondan sorarsanız, size açıklanır. Allah,
onlardan (bu kuralı bilmeden önce sorduğunuz şeylerden) dolayı sizi affetti. Allah Gafur'dur,
Halîm'dir.
5/MÂİDE-102: Kad seelehâ kavmun min kablikum summe asbahû bihâ kâfirîn(kâfirîne).
Sizden önce de bir kavim onu sormuştu. Sonra onunla kâfir oldular.
5/MÂİDE-103: Mâ cealallâhu min bahîretin ve lâ sâibetin ve lâ vasîletin ve lâ hâmin ve
lâkinnellezîne keferû yefterûne alâllâhi kezib(kezibe) ve ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne). 2
Allah, ''bahîre, sâibe, vasîle ve hâm” diye bir şey yapmamıştır (meşru kılmamıştır). Ama o kâfirler
(inkâr edenler), Allah'a karşı yalan iftirada bulunuyorlar (uyduruyorlar). Onların çoğu aklını
kullanmıyor.
5/MÂİDE-104: Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ
vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı
üzerinde bulduğumuz şey (dîn) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir
şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi...?
5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle
izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz
hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman
yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
5/MÂİDE-106: Yâ eyyuhellezîne âmenû şehâdetu beynikum izâ hadara ehadekumul mevtu hînel
vasiyyetisnâni zevâ adlin minkum ev âharâni min gayrikum in entum darabtum fîl ardı fe
esâbetkum musîbetul mevt(mevti) tahbisûnehumâ min ba’dis salâti fe yuksîmâni billâhi in
irtebtum lâ neşterî bihî semenen ve lev kâne zâ kurbâ ve lâ nektumu şehâdetallâhi innâ izen le
minel âsimîn(âsimîne).
Ey âmenû olanlar! Sizden birinize ölüm hali gelince vasiyet sırasında sizin içinizden iki adîl kişi,
aranızda şahitlik etsin. Veya yeryüzünde yolculuk ederken size ölüm olayı isabet ederse, sizden
olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer şüpheye düşerseniz, onları namazdan sonra alıkoyun. O zaman
Allah'a şöyle yemin etsinler; ''Yakınımız bile olsa, yeminimizi bir bedel ile değiştirmeyeceğiz ve
Allah'ın şehadetini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz, mutlaka günahkâr kimselerden oluruz.''
5/MÂİDE-107: Fe in usire alâ ennehumâstehakkâ ismen fe âharâni yekûmâni makâmehumâ
minellezînestehakka aleyhimul evleyâni fe yuksîmâni billâhi le şehâdetunâ ehakku min
şehâdetihimâ ve ma’tedeynâ, innâ izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
Eğer o iki kişinin bir günaha müstehak olduğunun (sonradan) farkına varılırsa, o taktirde onlara
daha yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçer sonra Allah'a şöyle yemin
ederler; “Bizim şahidliğimiz onların şahidliğinden mutlaka daha doğrudur, haktır ve biz haddi
aşmadık. Aksi takdirde, o zaman biz mutlaka zalimlerden oluruz.”
5/MÂİDE-108: Zâlike ednâ en ye’tû biş şehâdeti alâ vechihâ ev yehâfûen turadde eymânun
ba’de eymânihim vettekûllâhe vesmeû vallâhu lâ yehdil kavmel fâsikîn(fâsikîne).
Bu (şekildeki yemin), şehadet ile yüzyüze gelmelerinde (şahitlere mirasçıların güvenmemesinden)
veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarından daha iyidir. Ve Allah'a
karşı takva sahibi olun ve dinleyin. Ve Allah, fâsıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.
5/MÂİDE-109: Yevme yecmeullâhur rusule fe yekûlu mâzâ ucibtum kâlû lâ ilme lenâ inneke
ente allâmul guyûb(guyûbi).
Allah'ın, Resûl'leri bir araya toplayacağı, sonra “Size ne cevap verildi?” diye buyuracağı gün,
(onlar); “Bizim bir bilgimiz yok. Muhakkak ki Sen, gaybdekileri en iyi bilen Sen'sin!”derler.
5/MÂİDE-110: İz kâlellâhu yâ îsebne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke
bi rûhil kudusi tukellimun nâse fîl mehdi ve kehl(kehlen), ve iz allemtukel kitâbe vel hikmete vet
tevrâte vel incîl(incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu
tayran bi iznî ve tubriul ekmehe vel ebrasa bi iznî, ve iz tuhricul mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî
isrâîle anke iz ci’tehum bil beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun
mubîn(mubînun).
Allah (cc.) şöyle buyurmuştu; "Ey Meryem oğlu Îsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla.
Seni Ruhûl Kudüs ile desteklemiştim de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. 2
Sana Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Ben'im iznimle nemli topraktan kuş şeklinde
heykel (suret) yapmıştın, sonra onun içine üflemiştin, böylece Ben'im iznimle bir kuş olmuştu. Ve,
doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine Ben'im iznimle iyileştiriyordun. Ben'im iznimle ölüleri
(diriltip, kabirden) çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrailoğullarının
saldırısını senden savmıştım (seni kurtarmıştım). O zaman onlardan kâfir olanlar (küfürde olanlar);
"Bu ancak, sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.
5/MÂİDE-111: Ve iz evhaytu ilel havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veşhed bi
ennenâ muslimûn(muslimûne).
Ve havarilere; "Bana ve Resûl'üme îmân edin." diye vahyettiğim zaman, onlar da "Îmân ettik ve
bizim (Hakk'a) teslim olduğumuza şahid ol." demişlerdi.
5/MÂİDE-112: İz kâlel havâriyyûne yâ îsebne meryeme hel yestetîu rabbuke en yunezzile aleynâ
mâideten mines semâ(semâi) kâlettekullâhe in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Havârîler; "Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb'in gökten bize bir mâide (sofra) indirebilir mi?" demişlerdi.
(Bunun üzerine Hz. İsâ); "Eğer mü'minlerseniz Allah'a karşı takva sahibi olun." dedi.
5/MÂİDE-113: Kâlû nurîdu en ne’kule minhâ ve tetmainne kulûbunâ ve na’leme en kad
sadaktenâ ve nekûne aleyhâ mineş şâhidîn(şâhidîne).
(Onlar); “Ondan yemek istiyoruz ve de kalblerimizin tatmin olmasını istiyoruz ve senin gerçekten
bize doğru söylemiş olduğunu bilelim ve onun üzerine şahitlerden olalım” dediler.
5/MÂİDE-114: Kâle îsebnu meryemellâhumme rabbenâ enzil aleynâ mâideten mines semâi
tekûnu lenâ îden li evvelinâ ve âhirinâ ve âyeten mink(minke), verzuknâ ve ente hayrur
râzikîn(râzikîne).
Meryem oğlu Îsâ; "Allah'ım, Rabb'imiz! Bizim üzerimize semadan bir sofra indir ki bizim için
bayram, bizden öncekiler ve bizden sonrakiler için senden bir mucize (delil) olsun. Ve bizi
rızıklandır. Ve Sen rızık verenlerin en hayırlısısın." dedi.
5/MÂİDE-115: Kâlellâhu innî munezziluhâ aleykum, fe men yekfur ba’du minkum fe innî
uazzibuhu azâben lâ uazzibuhû ehaden minel âlemîn(âlemîne).
Allah (cc.) buyurdu ki; "Muhakkak ki Ben, onu sizin üzerinize indireceğim, fakat ondan sonra
sizden kim inkâr ederse, o taktirde Ben mutlaka onu, âlemlerden hiçbirini azaplandırmadığım bir
azapla azaplandırırım."
5/MÂİDE-116: Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye
ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi
hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî
nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi).
Ve Allah (cc.): Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; “Beni ve annemi, Allâh'tan başka iki ilâh
edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ''Sen “Subhansın (seni tesbih ve tenzih ederim, Sen
yücesin)”, benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu
söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise
Sen'in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb'tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri)
en iyi bilen Sensin.
5/MÂİDE-117: Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihî eni’budûllâhe rabbî ve rabbekum, ve
kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim, fe lemmâ teveffeytenî kunte enter rakîbe aleyhim ve
ente alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).
Onlara, bana emrettiğin: “Benim de Rabb'im, sizin de Rabb'iniz olan Allah'a kul olmaları”ndan
başka birşey söylemedim. Onların arasında bulunduğum sürece, onların üzerlerine şahit oldum.
Fakat beni vefat ettirince (aralarından alınca) onların üzerine gözetleyici Sen oldun. Ve Sen herşeye
şahitsin. 2
5/MÂİDE-118: İn tuazzibhum fe innehum ibâduk(ibâduke), ve in tagfir lehum fe inneke entel
azîzul hakîm(hakîmu).
Eğer onlara azap edersen, artık muhakkak ki onlar, Senin kullarındır. Ve eğer onları bağışlarsan, o
taktirde muhakkak ki Sen, Sen Azîz'sin (üstünsün) Hakîm'sin (hüküm ve hikmet sahibisin).
5/MÂİDE-119: Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeus sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun tecrî min
tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden) radiyallâhu anhum ve radû anh(anhu) zâlikel
fevzul azîm(azîmu).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu; "Bugün sadıklara, sadâkatlarının kendilerine fayda vereceği bir
gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. Allah
onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan râzı olmuşlardır. İşte bu, “Fevz-ül Azîm” dir (en büyük
fevzdir).
5/MÂİDE-120: Lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ fîhin(fîhinne) ve huve alâ kulli şey’in
kadîr(kadîrun).
Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların mülkü Allah'ındır. Ve O, herşeye kaadirdir.
MÂÛN
Bismillâhirrahmânirrahîm
107/MÂÛN-1: E raeytellezî yukezzibu bid dîn(dîne).
Dîni yalanlayanı gördün mü?
107/MÂÛN-2: : Fe zâlikellezî yedu’ul yetîm(yetîme).
Oysa yetimi itip kakan işte odur.
107/MÂÛN-3: Ve lâ yahuddu alâ taâmil miskîn(miskîni).
Ve miskini (yoksulu, çalışmaya gücü olmayanı) doyurmaya teşvik etmez.
107/MÂÛN-4: Fe veylun lil musallîn(musallîne).
İşte o namaz kılanlara yazıklar olsun.
107/MÂÛN-5: Ellezîne hum an salâtihim sâhûn(sâhûne).
Onlar ki, namazlarından gâfil olanlardır.
107/MÂÛN-6: Ellezîne hum yurâûn(yurâûne).
Onlar riya yapanlardır (gösteriş için yapanlardır).
107/MÂÛN-7: Ve yemneûnel mâûn(mâûne).
Ve mâûna (zekâta ve yardımlaşmaya) mani olurlar.
MEÂRİC
Bismillâhirrahmânirrahîm
70/MEÂRİC-1: Se ele sâilun bi azâbin vâkı’n(vâkıın).
Talep sahibi birisi, vuku bulacak vakayı (azabı) istedi.
70/MEÂRİC-2: Lil kâfirîne leyse lehu dâfi’(dâfiun).
Kâfirler için, onu geri çevirecek kimse yoktur.
70/MEÂRİC-3: Minallâhi zîl meâric(meârici).
(O azap), mearic (yüksekliklerin, yüksek derecelerin) sahibi Allah tarafındandır.
70/MEÂRİC-4: Ta'rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe
seneh(senetin). 2
Melekler ve ruh, O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
70/MEÂRİC-5: Fasbir sabren cemîlâ(cemîlen).
Artık güzel bir sabırla sabret.
70/MEÂRİC-6: İnnehum yerevnehu baîdâ(baîden).
Muhakkak ki onlar, onu (kâfirler için vuku bulacak azabı), uzak (bir ihtimal) olarak görüyorlar.
70/MEÂRİC-7: Ve nerâhu karîbâ(karîben).
Ve Biz, onu yakın olarak görüyoruz.
70/MEÂRİC-8: Yevme tekûnus semâu kel muhl(muhli).
O gün (azap günü) gökyüzü, erimiş maden gibi olacak.
70/MEÂRİC-9: Ve tekûnul cibâlu kel ıhn(ıhni).
Ve dağlar (atılmış) rengârenk yün parçaları gibi olacak.
70/MEÂRİC-10: Ve lâ yes’elu hamîmun hamîmâ(hamîmen).
Ve (o gün) hiçbir dost, başka bir dostu sormaz.
70/MEÂRİC-11: Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi
benîh(benîhi).
Onlar birbirlerine gösterilirler, günahkâr olan izin günü, azaptan kurtulmak için, oğullarını fidye
olarak verebilmeyi temenni eder.
70/MEÂRİC-12: Ve sâhıbetihî ve ahîh(ahîhi).
Kendi eşini ve kardeşini.
70/MEÂRİC-13: Ve fasîletihilletî tu’vîh(tu’vîhi).
Ve kendisini barındıran aşiretini.
70/MEÂRİC-14: Ve men fîl ardı cemî’an summe yuncîh(yuncîhi).
Ve yeryüzünde kim varsa hepsini (versin de), sonra kendisini kurtarsın.
70/MEÂRİC-15: Kellâ, innehâ lezâ.
Hayır, asla! Muhakkak ki o (kurtulmak istediği), alev alev yanan ateştir.
70/MEÂRİC-16: Nezzâaten liş şevâ.
(O ateş), baş derisini yakıp kavurucudur.
70/MEÂRİC-17: Ted’û men edbera ve tevellâ.
Kim arkasını döner ve (îmândan) yüz çevirirse onu çağırır.
70/MEÂRİC-18: Ve cemea fe ev’â.
Ve (mal, servet) toplayıp, sonra da onu biriktireni.
70/MEÂRİC-19: İnnel insâne hulika helûâ(helûan).
Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı.
70/MEÂRİC-20: İzâ messehuş şerru cezûâ(cezûan).
Kendisine bir şerr dokununca feryat edicidir.
70/MEÂRİC-21: Ve izâ messehul hayru menûâ(menûan).
Ve kendisine bir hayır dokunduğu zaman cimrilik edendir.
70/MEÂRİC-22: İllel musallîn(musallîne).
Namaz kılanlar hariç.
70/MEÂRİC-23: Ellezîne hum alâ salâtihim dâimûn(dâimûne).
Onlar namazlarına devam edenlerdir.
70/MEÂRİC-24: Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm(ma’lûmun). 2
Ve onlar, mallarında belirli bir hak bulunanlardır.
70/MEÂRİC-25: Lis sâili vel mahrûm(mahrûmi).
İsteyenler ve mahrum olanlar için.
70/MEÂRİC-26: Vellezîne yusaddikûne bi yevmid dîn(dîni).
Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler.
70/MEÂRİC-27: Vellezîne hum min azâbi rabbihim muşfikûn(muşfikûne).
Ve onlar, Rab'lerinin azabından korkanlardır.
70/MEÂRİC-28: İnne azâbe rabbihim gayru me’mûn(me’mûnin).
Muhakkak ki onların Rabbinin azabı, gayri memundur (ondan emin olunamaz).
70/MEÂRİC-29: Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne).
Ve onlar, ırzlarını muhafaza edenlerdir.
70/MEÂRİC-30: İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru
melûmîn(melûmîne).
Zevcelerine ve ellerinin arasında sahip olduklarına (cariyelerine karşı durumları) hariç. Çünkü
muhakkak ki onlar, kınanmış değildir.
70/MEÂRİC-31: Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne).
Artık kim bunun arkasını ararsa (fazlasını isterse), o taktirde işte onlar; onlar haddi aşmış
olanlardır.
70/MEÂRİC-32: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.
70/MEÂRİC-33: Vellezîne hum bi şehâdâtihim kâimûn(kâimûne).
Ve onlar, şahitliklerinde kaim olanlardır (şahitliğe devam edenler).
70/MEÂRİC-34: Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne).
Ve onlar, namazlarını muhafaza edenlerdir (devamlı kılanlardır).
70/MEÂRİC-35: Ulâike fî cennâtin mukremûn(mukremûne).
İşte onlar, cennetlerde ikram olunan kimselerdir.
70/MEÂRİC-36: Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn(muhtıîne).
İnkâr edenler, şimdi niçin senin tarafına doğru hızla koşar oldular?
70/MEÂRİC-37: Anil yemîni ve aniş şimâli ızîn(ızîne).
Sağdan ve soldan dağınık gruplar halinde.
70/MEÂRİC-38: E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm(naîmin).
Onlardan hepsi Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?
70/MEÂRİC-39: Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Hayır, asla! Muhakkak ki Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.
70/MEÂRİC-40: Fe lâ uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn(kâdirûne).
Artık hayır (öyle değil). Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim. Muhakkak ki Biz, elbette
kaadiriz (öyle ki).
70/MEÂRİC-41: Alâ en nubeddile hayren minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn(mesbûkîne).
Onlardan daha hayırlısı ile değiştirmeye (onların yerine getirmeye)! Ve Biz, önüne geçilebilecek
(engellenebilecek) değiliz.
70/MEÂRİC-42: Fe zerhum yehûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn(yûadûne).
Artık onları terket, vaadolundukları güne kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynasınlar. 2
70/MEÂRİC-43: Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin
yûfîdûn(yûfîdûne).
Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir.
70/MEÂRİC-44: Hâşi’aten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), zâlikel yevmullezî kânû
yûadûn(yûadûne).
Onların bakışları korkulu bir haldedir, onları bir zillet kaplar. İşte bu, onların vaadolundukları
gündür.
MERYEM
Bismillâhirrahmânirrahîm
19/MERYEM-1: Kâf, hâ, yâ, ayn, sâd.
Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
19/MERYEM-2: Zikru rahmeti rabbike abdehu zekeriyyâ.
(Bu sure), senin Rabbinin, kulu Zekeriya (A.S)'a rahmetinin zikridir (kıssasıdır).
19/MERYEM-3: İz nâdâ rabbehu nidâen hafiyyâ(hafiyyen).
O, gizlice seslenerek, Rabbine nida etmişti.
19/MERYEM-4: Kâle rabbî innî ve henel azmu minnî veştealer re’su şeyben ve lem ekun bi
duâike rabbî şakıyyâ(şakıyyen).
(Zekeriya A.S): “Rabbim, gerçekten ben (zayıfladım) ve benim kemiklerim (de) zayıfladı ve başım
(saçlarım) ağardı. Ve Rabbim, ben Sana dua ederek şâkî olmadım.” dedi.
19/MERYEM-5: Ve innî hıftul mevâliye min verâî ve kânetimreetî âkıran feheb lî min ledunke
veliyyâ(veliyyen).
Ve gerçekten ben, arkamdan (benden sonra) vali olanlar (benim soyumdan gelenler benim gibi
davranmazlar diye) korktum. Ve benim kadınım (artık) akir oldu. Bu sebeple bana, Senin katından
bir velî (dost, yardımcı, evlât) bağışla.
19/MERYEM-6: Yerisunî ve yerisu min âli ya’kûbe vec’alhu rabbî radıyyâ(radıyyen).
Bana ve Yâkub (A.S)'ın ailesine varis olsun. Ve Rabbim, onu (Senden) razı (olan) kıl.
19/MERYEM-7: Yâ zekeriyyâ innâ nubeşşiruke bi gulâminismuhu yahyâ lem nec’al lehu min
kablu semiyyâ(semiyyen).
Ey Zekeriya! Gerçekten Biz seni, ismi Yahya olan bir oğlan çocuk ile müjdeliyoruz. Onunla (o
isimle) daha önce bir kimseyi isimlendirmedik.
19/MERYEM-8: Kâle rabbî ennâ yekûnu lî gulâmun ve kânetimreetî âkıran ve kad belagtu
minel kiberi ıtiyyâ(ıtiyyen).
(Zekeriya (A.S) şöyle) dedi: “Rabbim, benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve benim kadınım (artık)
akir (kısır) oldu. Ben (de) yaşlanarak ihtiyarlığa ulaştım.”
19/MERYEM-9: Kâle kezâlik(kezâlike), kâle rabbuke huve aleyye heyyinun ve kad halaktuke
min kablu ve lem teku şey’â(şey’en).
(Melek): “İşte böyle.” dedi. Senin Rabbin: “O, bana (benim için) kolaydır. Daha önce sen bir şey
değilken seni, Ben yaratmıştım.” buyurdu.
19/MERYEM-10: Kâle rabbic’al lî âyeh(âyeten), kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâse leyâlin
seviyyâ(seviyyen).
(Zekeriya A.S): “Rabbim, bana bir delil (işaret) kıl (ver).” dedi. (Allahû Tealâ şöyle) dedi: “Senin
delilin (işaretin), insanlarla üç gece normal (sağlıklı) olduğun halde konuşamamandır.” 2
19/MERYEM-11: Fe harece alâ kavmihî minel mihrâbi fe evhâ ileyhim en sebbihû bukreten ve
aşiyyâ(aşiyyen).
Bundan sonra mihraptan kavmine (kavminin karşısına) çıktı. Böylece onlara, (Allah'ı) sabah akşam
tesbih etmelerini vahyetti (konuşmadan, iç sesi ile duyurdu).
19/MERYEM-12: Yâ yahyâ huzil kitâbe bi kuvveh(kuvvetin), ve âteynâhul hukme
sabiyyâ(sabiyyen).
Ey Yahya! Kitab'ı kuvvetle (dikkatle) al (kendine mal et). Ve Biz, ona sabi iken (küçük yaşta)
hikmet verdik.
19/MERYEM-13: Ve hanânen min ledunnâ ve zekâh(zekâten), ve kâne tekıyyâ(tekıyyen).
Ve katımızdan ona, sevgi ve zekât (nefs tezkiyesi) (verdik). Ve o, takva sahibi oldu.
19/MERYEM-14: Ve berren bi vâlideyhi ve lem yekun cebbâren asıyyâ(asıyyen).
Anne ve babasına karşı birr sahibiydi. Ve o, asi, cebbar değildi.
19/MERYEM-15: Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu
hayyâ(hayyen).
Ve doğduğu günde de ve öleceği günde de ve canlı olarak beas edileceği (yeniden diriltileceği)
günde de ona selâm olsun.
19/MERYEM-16: Vezkur fil kitâbı meryem(meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen
şarkıyyâ(şarkıyyen).
Kitap'ta Hz. Meryem'i zikret. Ailesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.
19/MERYEM-17: Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ
beşeren seviyyâ(seviyyen).
Sonra da onlardan (ayıran) bir perde çekti. O zaman ona Ruhumuz'u (Ruh'ûl Kudüs) gönderdik.
Ona normal bir beşer suretinde (hüviyetinde) temessül etti (göründü).
19/MERYEM-18: Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte tekıyyâ(tekıyyen).
(Hz. Meryem şöyle) dedi: “Muhakkak ki ben, eğer sen takva sahibi isen (bana bir zararın
dokunmaz). Senden Rahmân'a sığınırım.”
19/MERYEM-19: Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen).
“Ben sadece sana zeki (temiz) bir erkek çocuk bağışlamak için senin Rabbinin bir resûlüyüm.”
dedi.
19/MERYEM-20: Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku
bagıyyâ(bagıyyen).
(Hz. Meryem dedi ki): “Bana bir beşer dokunmamış (olduğuna göre) benim nasıl bir oğlum
olabilir? Ve ben, azgın (iffetsiz) olmadım.”
19/MERYEM-21: Kâle kezâlik(kezâliki), kâle rabbuki huve aleyye heyyin(heyyinun), ve li
nec’alehû âyeten lin nâsi ve rahmeten minnâ, ve kâne emren makdıyyâ(makdıyyen).
(Ruh'ûl Kudüs): “İşte böyle” dedi. Senin Rabbin: “O, Bana kolaydır ve onu, insanlara bir âyet
(mucize) ve Bizden bir rahmet kılacağız.” buyurdu. Ve emir kaza edilmiştir (yerine getirilmiştir).
19/MERYEM-22: Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen).
Böylece ona hamile kaldı. Bundan sonra onunla uzak bir mekâna (yere) çekildi.
19/MERYEM-23: Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable
hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen).
Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan
önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.
19/MERYEM-24: Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki
seriyyâ(seriyyen). 2
O zaman onun (Hz. Meryem'in) alt yanından, ona “mahzun olma (üzülme)” diye bir nida (geldi):
“Rabbin, senin alt yanından bir su yolu kıldı (oluşturdu).”
19/MERYEM-25: Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ(ceniyyen).
Ve hurma ağacının gövdesini üzerine silkele. Taze hurmalar senin üzerine düşsün, (orada)
toplansın.
19/MERYEM-26: Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden
fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellimel yevme insiyyâ(insiyyen).
Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona
şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, Rahmân'a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple
bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”
19/MERYEM-27: Fe etet bihî kavmehâ tahmiluh(tahmiluhu), kâlû yâ meryemu lekad ci’ti
şey’en feriyyâ(feriyyen).
Böylece onu taşıyarak kavmine getirdi. (Kavmindekiler) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen,
acayip (kötü) bir şey yaptın.”
19/MERYEM-28: Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki
begıyyâ(begıyyen).
Ey Harun'un (kız)kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Ve senin annen de azgın (iffetsiz)
değildi.
19/MERYEM-29: Fe eşâret ileyh(ileyhi), kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi
sabiyyâ(sabiyyen).
Bunun üzerine, onu (çocuğu) işaret etti. (Onlar) dediler ki: “Beşikte olan bir sabi (bebek) ile biz
nasıl konuşuruz?”
19/MERYEM-30: Kâle innî abdullâh(abdullâhi), âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ(nebiyyen).
(Bebek) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî
(peygamber) kıldı.”
19/MERYEM-31: Ve cealenî mubâreken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu
hayyâ(hayyen).
Ve beni nerede bulunursam bulunayım (bulunduğum heryerde) mübarek kıldı. Ve hayatta kaldığım
sürece namazı ve zekâtı bana vasiyet etti (emretti).
19/MERYEM-32: Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ(şakıyyen).
Ve anneme karşı birr sahibi olmayı (emretti). Ve beni, cebbar (zorba) şâkî kılmadı (yapmadı).
19/MERYEM-33: Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu
hayyâ(hayyen).
Ve doğduğum gün ve öleceğim gün ve canlı olarak beas edileceğim (diriltileceğim) gün selâm
benim üzerimedir (banadır).
19/MERYEM-34: Zâlike îsebnu meryem(meryeme), kavlel hakkıllezî fîhi yemterûn(yemterûne).
İşte bu Meryemoğlu İsa. (O), Hakk'ın sözü'dür ki; O'nun hakkında şüphe ediyorlar.
19/MERYEM-35: Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhâneh(subhânehu), izâ kadâ
emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Allah'ın bir (erkek) çocuk edinmesi olamaz. O, Sübhan'dır (herşeyden münezzehtir). Bir işin
olmasına karar verdiği zaman, o taktirde sadece ona “Ol!” der ve o, hemen olur.
19/MERYEM-36: Ve innallâhe rabbî ve rabbukum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Ve muhakkak ki Allah, benim Rabbim ve sizin (de) Rabbinizdir. O halde, O'na kul olun! İşte bu
Sıratı Mustakîm'dir. 2
19/MERYEM-37: Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne keferû min meşhedi
yevmin azîm(azîmin).
Bundan sonra hizipler (gruplar) kendi aralarında ihtilâf ettiler. Büyük gün müşahede edildiği (şahit
olunduğu) zaman vay o kâfirlerin haline!
19/MERYEM-38: Esmi’ bihim ve ebsır yevme ye’tûnenâ lâkiniz zâlimûnel yevme fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Bize gelecekleri gün, onlara (neler neler) işittirilir ve (neler neler) gösterilir. Lâkin zalimler, bugün
(hâlâ) apaçık bir dalâlet içindeler.
19/MERYEM-39: Ve enzirhum yevmel hasreti iz kudıyel emr(emru), ve hum fî gafletin ve hum
lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ve emrin yerine getirileceği hasret günüyle onları uyar. Ve onlar, gaflet içindeler ve onlar, mü'min
değillerdir.
19/MERYEM-40: İnnâ nahnu nerisul arda ve men aleyhâ ve ileynâ yurceûn(yurceûne).
Muhakkak ki Biz, yeryüzüne ve onun üzerinde olan kimselere Biz, varis olacağız. Ve onlar, Biz'e
döndürülecekler.
19/MERYEM-41: Vezkur fîl kitâbi ibrâhîm(ibrâhîme), innehu kâne sıddîkan nebiyyâ(nebiyyen).
Kitap'ta İbrâhîm (A.S)'ı zikret! Muhakkak ki O, sadık (çok sadaka veren, sadakatli, her zaman
doğruyu söyleyen) bir Nebî idi.
19/MERYEM-42: İz kâle li ebîhi, yâ ebeti lime ta’budu mâ lâ yesmau ve lâ yubsıru ve lâ yugnî
anke şey’â(şey’en).
İbrâhîm (A.S), babasına dedi ki: “Ey babacığım! İşitmeyen ve görmeyen ve sana hiçbir (şekilde bir)
şeyle faydası olmayanlara niçin tapıyorsun?”
19/MERYEM-43: Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan
seviyyâ(seviyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni,
Sıratı Seviye'ye (düzgün, seviyeli, Allah'a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).
19/MERYEM-44: Yâ ebeti lâ ta’budiş şeytân(şeytâne), inneş şeytâne kâne lir rahmâni
asıyyâ(asıyyen).
Ey babacığım, şeytana kul olma! Muhakkak ki şeytan, Rahmân'a asi oldu.
19/MERYEM-45: Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun miner rahmâni fe tekûne liş şeytâni
veliyyâ(veliyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki ben, sana Rahmân'dan azap dokunmasından korkuyorum! O durumda,
şeytana velî (dost) olursun.
19/MERYEM-46: Kâle e râgıbun ente an âlihetî yâ ibrâhîm(ibrâhîmu), lein lem tentehi le
ercumenneke vehcurnî meliyyâ(meliyyen).
(İbrâhîm (A.S)'ın babası şöyle) dedi: “Ey İbrâhîm! Sen, benim ilâhlarıma rağbet etmiyor musun
(kıymet vermiyor musun)? Eğer sen, (bundan) vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım ve uzun
müddet benden uzaklaş.”
19/MERYEM-47: Kâle selâmun aleyk(aleyke), se estagfiru leke rabbî, innehu kâne bî
hafiyyâ(hafiyyen).
“Sana (senin üzerine) selâm olsun.” dedi. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O,
bana (çok) lütufkârdır.
19/MERYEM-48: Ve a’tezilukum ve mâ ted’ûne min dûnillâhi ve ed’û rabbî, asâ ellâ ekûne bi
duâi rabbî şakıyyâ(şakıyyen). 2
Ve ben, sizden ve Allah'tan başka dua ettiğiniz şeylerden ayrılıyorum. Ve Rabbime dua ediyorum.
Umulur ki (inşaallah), (bu) dualarla ben, Rabbime şâkî olmam.
19/MERYEM-49: Fe lemmâ’tezelehum ve mâ ya’budûne min dûnillâhi vehebnâ lehû ishâka ve
ya’kûb(ya’kûbe) ve kullen cealnâ nebiyyâ(nebiyyen).
Böylece onlardan ve onların Allah'tan başka kul olduğu şeylerden, ayrıldığı zaman ona, İshak ve
Yâkub'u hibe ettik (o istemeden bahşettik). Ve hepsini, Nebî (Peygamber) kıldık.
19/MERYEM-50: Ve vehebnâ lehum min rahmetinâ ve cealnâ lehum lisâne sıdkın
aliyyâ(aliyyen).
Ve onlara, rahmetimizden bahşettik (karşılıksız verdik). Ve onları (Hz. İbrâhîm ve oğullarını),
(bütün) dillerde (lisanlarda) sadık ve âlî (üstün, yüce) kıldık.
19/MERYEM-51: Vezkur fîl kitâbi mûsâ, innehu kâne muhlesan ve kâne resûlen
nebiyyâ(nebiyyen).
Kitap'ta Musa (A.S)'ı da zikret. Muhakkak ki O, muhlis ve Nebî (Peygamber) Resûl idi.
19/MERYEM-52: Ve nâdeynâhu min cânibit tûril eymeni ve karrebnâhu neciyyâ(neciyyen).
Ve Tur'un sağ tarafından ona seslendik. Ve onu, söyleşmek (vahyetmek) için yaklaştırdık.
19/MERYEM-53: Ve vehebnâ lehu min rahmetinâ ehâhu hârûne nebiyyâ(nebiyyen).
Ve ona, rahmetimizden kardeşi Harun (A.S)'ı Nebî (Peygamber) olarak bahşettik.
19/MERYEM-54: Vezkur fîl kitâbi ismâîle innehu kâne sâdıkal va’di ve kâne resûlen
nebiyyâ(nebiyyen).
Ve Kitap'ta İsmail (A.S)'ı (da) zikret. Çünkü O, vaadine sadıktı ve O, Nebî Resûl'dü.
19/MERYEM-55: Ve kâne ye’muru ehlehu bis salâti vez zekâti ve kâne inde rabbihî
mardıyyâ(mardıyyen).
Ve o, ehline (halkına ve ailesine) namazı ve zekâtı emrediyordu. Ve o, Rabbinin katında razı
olunmuşlardandı.
19/MERYEM-56: Vezkur fîl kitâbi idrîse innehu kâne sıddîkan nebiyyâ(nebiyyen).
Ve Kitap'ta İdris (A.S)'ı (da) zikret. Muhakkak ki O, sadık bir Nebî (Peygamber) idi.
19/MERYEM-57: Ve refa’nâhu mekânen aliyyâ(aliyyen).
Ve onu, yüce bir mekâna (makama, cennete) yükselttik.
19/MERYEM-58: Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve
mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ
vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE
ÂYETİ)
İşte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerdendir. Âdem (A.S)'ın zürriyyetinden
(neslinden) ve Nuh (A.S)'la beraber taşıdıklarımızdan ve İbrâhîm (A.S) ve İsrail (A.S)'ın
zürriyyetinden ve Bizim hidayete erdirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendir. Onlara, Rahmân'ın
âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlardı.
19/MERYEM-59: Fe halefe min ba’dihim halfun edâus salâte vettebeûş şehevâti fe sevfe
yelkavne gayyâ(gayyen).
Bundan sonra onların arkasından gelen nesil, namazı ihmal (zayi) ettiler. Ve şehvetlere (nefsin
arzularına) tâbî oldular. Artık yakında gayy (cehennemde en alt bölüm) ile karşılaşacaklar.
19/MERYEM-60: İllâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihan fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ
yuzlemûne şey’â(şey’en).
Tövbe edenler, âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar hariç. İşte onlar, cennete
girecekler. Ve onlara, hiçbir şeyle zulmedilmez. 2
19/MERYEM-61: Cennâti adninilletî vaader rahmânu ibâdehu bil gayb(gaybi), innehu kâne
va’duhu me’tiyyâ(me’tiyyen).
Adn cennetleri ki onları, Rahmân, kullarına gıyaben vaadetti. Muhakkak ki o (adn cennetleri),
O'nun (Allah'ın) vaadidir, yerine gelecektir.
19/MERYEM-62: Lâ yesmeûne fîhâ lagven illâ selâmâ(selâmen), ve lehum rızkuhum fîhâ
bukreten ve aşiyyâ(aşiyyen).
Orada boş söz işitilmez, sadece “selâm.” Ve orada, onların sabah ve akşam rızıkları vardır.
19/MERYEM-63: Tilkel cennetulletî nûrisu min ibâdinâ men kâne takıyyâ(takıyyen).
Kullarımızdan takva sahibi olanları, varis kıldığımız cennet işte budur.
19/MERYEM-64: Ve mâ netenezzelu illâ bi emri rabbik(rabbike), lehu mâ beyne eydînâ ve mâ
halfenâ ve mâ beyne zâlik(zâlike), ve mâ kâne rabbuke nesiyyâ(nesiyyen).
Ve biz (resûl melekler), Rabbinin emri olmaksızın inmeyiz. Bizim önümüzde, arkamızda ve
bunların arasında olanlar, O'nundur. Ve senin Rabbin, (seni) unutmuş değildir.
19/MERYEM-65: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li
ibâdetih(ibâdetihî), hel ta’lemu lehu semiyyâ(semiyyen).
Semaların, yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O'na kul ol! O'nun kulluğunda
sabırlı ol! O'nun İsmi'yle isimlendirilen (bir kimse) biliyor musun?
19/MERYEM-66: Ve yekûlul insânu e izâ mâ mittu le sevfe uhracu hayyâ(hayyen).
Ve insan: “Ben, öldükten sonra mı diri (canlı) olarak mutlaka çıkarılacağım?” der.
19/MERYEM-67: E ve lâ yezkurul insânu ennâ halaknâhu min kablu ve lem yeku şey’â(şey’en).
Ve insan, daha önce o bir şey değilken; Bizim, onu nasıl yarattığımızı düşünmez mi?
19/MERYEM-68: Fe ve rabbike le nahşurennehum veş şeyâtîne summe le nuhdırannehum
havle cehenneme cisiyyâ(cisiyyen).
Rabbine andolsun ki, sonra da onları ve şeytanları, mutlaka haşredeceğiz (toplayacağız). Sonra
onları, cehennemin etrafında diz üstü çökmüş olarak hazır kılacağız.
19/MERYEM-69: Summe le nenzianne min kulli şîatin eyyuhum eşeddu aler rahmâni
ıtiyyâ(ıtiyyen).
Sonra bütün gruplardan onların hangisi, Rahmân'a karşı daha çok asi (azgın) olduysa, onları
mutlaka ayıracağız.
19/MERYEM-70: Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ(sıliyyen).
Sonra ona (cehenneme) maruz kalmayı en çok hakedenleri, elbette en iyi Biz biliriz.
19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme)
varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.
19/MERYEM-72: Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).
Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.
19/MERYEM-73: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lillezîne âmenû
eyyul ferîkayni hayrun makâmen ve ahsenu nediyyâ(nediyyen).
Ve âyetlerimiz, onlara beyan edilerek okunduğu zaman, kâfirler âmenû olanlara (şöyle) dediler:
“İki gruptan hangisi, makam bakımından daha hayırlı ve meclis bakımından daha güzel?”
19/MERYEM-74: Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum ahsenu esâsen ve ri’yâ(ri’yen).
Onlardan önce, mal ve görünüş bakımından daha güzel nice nesiller helâk ettik. 2
19/MERYEM-75: Kul men kâne fîd dalâleti fel yemdud lehur rahmânu meddâ(medden), hattâ
izâ raev mâ yûadûne immel azâbe ve immes sâah(sâate), fe se ya’lemûne men huve şerrun
mekânen ve ad’afu cundâ(cunden).
De ki: “Kim dalâlette ise o zaman onlar ya vaadolundukları azabı veya o saati (kıyâmeti) görene
kadar Rahmân, ona zamanı uzatarak mühlet verir.” Böylece kimin mekân bakımından daha şerrli
ve yardım bakımından daha zayıf olduğunu yakında bilecekler.
19/MERYEM-76: Ve yezîdullâhullezînehtedev hudâ(huden), vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde
rabbike sevâben ve hayrun mereddâ(meredden).
Ve Allah, hidayette (hidayete ermiş) olanların hidayetini arttırır. Bâki olan salih ameller, Rabbinin
indinde sevap bakımından daha hayırlıdır ve dönüş (karşılığı olan mükâfat) bakımından (da) daha
hayırlıdır.
19/MERYEM-77: E fe raeytellezî kefere bi âyâtinâ ve kâle le ûteyenne mâlen ve veledâ(veleden).
Öyleyse (hâlâ) âyetlerimizi inkâr ederek: “Bana mutlaka mal ve evlât verilecektir.” diyeni gördün
mü?
19/MERYEM-78: Ettalaal gaybe emittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).
O, gayba muttali mi oldu (o, gaybı görüp bildi mi, vakıf mı oldu)? Yoksa Rahmân'ın indinde
(huzurunda) bir ahd mi aldı?
19/MERYEM-79: Kellâ, se nektubu mâ yekûlu ve nemuddu lehu minel azâbi meddâ(medden).
Hayır, öyle değil! Onun söylediklerini yazacağız. Ve ona, azabı uzattıkça uzatacağız.
19/MERYEM-80: Ve nerisuhu mâ yekûlu ve ye’tînâ ferdâ(ferden).Ve onun söylediği şeylere, Biz
varis olacağız. Ve o, Bize fert olarak (tek başına, mal ve evlâdı olmaksızın) gelecek.
Ve onun söylediği şeylere, Biz varis olacağız. Ve o, Bize fert olarak (tek başına, mal ve evlâdı
olmaksızın) gelecek.
19/MERYEM-81: Vettehazû min dûnillâhi âliheten li yekûnû lehum ızzâ(ızzen).
Ve onlar (putperestler), kendilerine izzet (şeref) olsun diye Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
19/MERYEM-82: Kellâ, se yekfurûne bi ibâdetihim ve yekûnûne aleyhim dıddâ(dıdden).
Hayır, öyle değil! (Putlar), onların ibadetlerini inkâr edecekler. Ve onlara, hasım (karşı) olacaklar.
19/MERYEM-83: E lem tere ennâ erselneş şeyâtîne alel kâfirîne teuzzuhum ezzâ(ezzen).
Onları, kışkırttıkça kışkırtan (tahrik eden) şeytanları, kâfirlerin üzerine nasıl gönderdiğimizi
görmüyor musun?
19/MERYEM-84: Fe lâ ta’cel aleyhim, innemâ neuddu lehum addâ(adden).
Artık onlar için acele etme. Biz, sadece onlara (günlerini) saydıkça sayıyoruz.
19/MERYEM-85: Yevme nahşurul muttekîne iler rahmâni vefdâ(vefden).
O gün muttakileri (takva sahiplerini), Rahmân'ın huzurunda izzet ve ikramla haşredeceğiz
(toplayacağız).
19/MERYEM-86: Ve nesûkul mucrimîne ilâ cehenneme virdâ(virden).
Ve mücrimleri (suçluları), susamış olarak cehenneme sevkedeceğiz.
19/MERYEM-87: Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).
Rahmân'ın indinde, ahd ittihaz edenlerden (Allah'tan ahd alanlardan) başkası şefaate malik olamaz.
19/MERYEM-88: Ve kâluttehazer rahmânu veledâ(veleden).
“Rahmân, bir çocuk ittihaz etti (edindi).” dediler.
19/MERYEM-89: Lekad ci’tum şey’en iddâ(idden).
Andolsun ki siz, çok kötü bir şey yaptınız (söylediniz). 2
19/MERYEM-90: Tekâdus semâvâtu yetefattarne minhu ve tenşakkul ardu ve tehırrul cibâlu
heddâ(hedden).
Bundan neredeyse semalar (gökyüzü) parçalanacak ve yeryüzü yarılacak ve dağlar çökerek
yıkılacaktı.
19/MERYEM-91: En deav lir rahmâni veledâ(veleden).
Rahmân'a bir çocuk isnat etmeleri (sebebiyle).
19/MERYEM-92: Ve mâ yenbagî lir rahmâni en yettehıze veledâ(veleden).
Ve Rahmân'a çocuk edinmek yakışmaz (olamaz).
19/MERYEM-93: İn kullu men fîs semâvâti vel ardı illâ âtir rahmâni abdâ(abden).
Semalarda ve yeryüzünde olan kimselerin hepsi, mutlaka Rahmân'a kul olarak gelecek.
19/MERYEM-94: Lekad ahsâhum ve addehum addâ(adden).
Andolsun ki onları, tek tek adetlendirerek tespit etti (saydı).
19/MERYEM-95: Ve kulluhum âtîhi yevmel kıyâmeti ferdâ(ferden).
Ve kıyâmet günü, onların hepsi O'na, ferdî olarak (tek başına) gelecek.
19/MERYEM-96: İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti se yec’alu lehumur rahmânu
vuddâ(vudden).
Muhakkak ki âmenû olanları ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanları, Rahmân, muhabbet
duyulanlar (sevilenler) kılacak.
19/MERYEM-97: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike li tubeşşire bihil muttekîne ve tunzire bihî
kavmen luddâ(ludden).
Böylece Biz, O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i) senin lisanınla kolaylaştırdık. O'nunla, takva sahiplerini
müjdelemen ve inatçı kavmi uyarman için.
19/MERYEM-98: Ve kem ehleknâ kablehum min karn(karnin), hel tuhıssu minhum min ehadin
ev tesmeu lehum rikzâ(rikzen).
Ve onlardan önce nice nesiller helâk ettik. Onlardan birini görüyor musun? Veya onların ufacık bir
sesini duyuyor musun?
MUCÂDELE
Bismillâhirrahmânirrahîm
58/MUCÂDELE-1: Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilallâhi vallâhu
yesmeu tehâvurekumâ, innellâhe semî’un basîr(basîrun).
Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyet edenin (kadının) sözünü işitmişti. Ve
Allah, sizin konuşmalarınızı işitir. Muhakkak ki Allah; en iyi işitendir, en iyi görendir.
58/MUCÂDELE-2: Ellezîne yuzâhirûne minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in
ummehâtuhum illellâî velednehum, ve innehum le yekûlûne munkeren minel kavli ve
zûrâ(zûren), ve innellâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
İçinizden (sizden) kadınlarına sırt çevirenler (arkalarını dönenler) ki, onlar (eşleri) kendilerinin
anneleri değildir. Onların anneleri, sadece onları doğuranlardır. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten
inkâr edici (çirkin) ve günaha sokan (ağır) bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah; mutlaka affeden
ve mağfiret edendir.
58/MUCÂDELE-3: Vellezîne yuzâhirûne min nisâihim summe yeûdûne li mâ kâlû fe tahrîru
rekabetin min kabli en yetemâssâ, zâlikum tûazûne bih(bihî), vallâhu bi mâ ta’melûne
habîr(habîrun). 2
Onlar ki, kadınlarına sırt çevirip, sonra söyledikleri şeyden geri dönerler. O taktirde temas etmeden
önce bir köleyi azad etsin (serbest bıraksın). İşte size bu vaazediliyor (yapmanız gerekenler öğüt
veriliyor). Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
58/MUCÂDELE-4: Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ,
fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ(miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve
resûlih(resûlihî), ve tilke hudûdullâh(hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm(elîmun).
Artık kim (azad edecek köle veya cariye) bulamazsa, o taktirde (eşlerine) temas etmeden önce iki
ay devamlı (ardarda) oruç tutsun. Fakat kimin (oruca) gücü yetmezse, o zaman altmış miskini
(çalışmaktan aciz, yaşlı kimseyi) doyursun. İşte bu, Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân ettiğiniz
içindir. Ve bu, Allah'ın hudududur ve kâfirler için elîm azap vardır.
58/MUCÂDELE-5: İnnelleziyne yuhâdûnellâhe ve resûlehu kubitû kemâ kubitellezîne min
kablihim ve kad enzelnâ âyâtin beyyinât(beyyinâtin), ve lil kâfirîne azâbun muhîn(muhînun).
Muhakkak ki Allah'a ve O'nun Resûl'üne (onların koyduğu hudutlara) muhalefet edenler, onlardan
öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltıldılar. Ve açıklanmış âyetler (açık deliller) indirmiştik ve kâfirler
için alçaltıcı azap vardır.
58/MUCÂDELE-6: Yevme yeb’asu humullâhu cemîan fe yunebbiuhum bi mâ amilû,
ahsâhullâhu ve nesûh(nesûhu), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).
O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). Sonra onlara, yaptıkları şeyleri haber
verecek. Allah, onların unuttuklarını (tek tek) saydı (kaydetti). Allah, herşeye şahittir.
58/MUCÂDELE-7: E lem tere ennellâhe ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), mâ yekûnu
min necvâ selâsetin illâ huve râbiuhum ve lâ hamsetin illâ huve sâdisuhum ve lâ ednâ min zâlike
ve lâ eksere illâ huve me’ahum eyne mâ kânû, summe yunebbiuhum bi mâ amilû yevmel
kıyâmeh(kıyâmeti), innellâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah'ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini görmedin mi? Üç kişi arasında gizli bir konuşma
olmaz ki, onların dördüncüsü O (Allah) olmasın. Ve beş kişi (arasında gizli bir konuşma) olmaz ki,
onların altıncısı O (Allah) olmasın. Ve bundan daha azı veya daha çoğu, nerede olurlarsa olsunlar,
mutlaka O (Allah), onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü, yaptıklarını onlara haber verecektir.
Muhakkak ki Allah; herşeyi en iyi bilendir.
58/MUCÂDELE-8: E lem tere ilellezîne nuhû aninnecvâ summe yeûdûne li mâ nuhû anhu ve
yetenâcevne bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûl(resûli), ve izâ câûke hayyevke bi mâ lem
yuhayyike bihillâhu, ve yekûlûne fî enfusihim lev lâ yuazzibunâllâhu bi mâ nekûl(nekûlu),
hasbuhum cehennem(cehennemu), yaslevnehâ, febi’sel masîr(masîru).
Gizli konuşmaktan nehyedilenleri (men edilenleri) görmedin mi? Sonra nehyedildikleri şeye
dönüyorlar. Aralarında günah, düşmanlık ve resûle isyan konularında gizli gizli konuşuyorlar. Ve
sana geldikleri zaman, Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde seni selâmladılar. Ve kendi aralarında:
“Öyle ise (o gerçekten peygamber ise) Allah, söylediklerimizden dolayı bize azap etmeli değil mi?”
diyorlar. Onlara cehennem yeter. Ona yaslanacaklar (atılacaklar). İşte o varılacak yer ne kötü.
58/MUCÂDELE-9: Yâ eyyuhellezîne âmenû iza tenâceytum fe lâ tetenâcev bil ismi vel udvâni ve
ma’siyetir resûli ve tenâcev bil birri vet takvâ, vettekûllâhellezî ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a inananlar, îmân edenler)! Aranızda gizlice konuştuğunuz zaman artık
günah, düşmanlık ve resûle isyan konusunda gizli gizli konuşmayın. Birr ve takva konusunda
aranızda müşavere edin (görüşün). Ve kendisine haşrolunacağınız (huzurunda toplanacağınız)
Allah'a karşı takva sahibi olun.
58/MUCÂDELE-10: İnne men necvâ mineş şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim
şey’en illâ bi iznillâh(iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkelil mû’minûn(mû’minûne). 2
Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı
dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah'ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek
değildir. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler.
58/MUCÂDELE-11: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fîl mecâlisi fefsehû
yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtûl
ilme derecât(derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ey âmenû olanlar! Meclislerde size: “(Oturmak için) yer açın!” denildiği zaman, o taktirde yer açın.
Allah da size yer açar (genişlik verir). Ve: “Kalkın!” denildiği zaman hemen kalkın! Allah, sizden
âmenû olanların ve ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Ve Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.
58/MUCÂDELE-12: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nâceytumur resûle fe kaddimû beyne yedey
necvâkum sadakah(sadakaten), zâlike hayrun lekum ve athar(atharu), fe in lem tecidû fe
innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Resûl'e gizli bir şey söylediğiniz
zaman gizli konuşmanızdan (görüşmenizden) önce sadaka takdim ediniz (veriniz). Bu, sizin için
daha hayırlıdır ve daha temizdir. Fakat (bir sadaka) bulamazsanız, o taktirde muhakkak ki Allah;
Gafur'dur, Rahîm'dir.
58/MUCÂDELE-13: E eşfaktum en tukaddimû beyne yedey necvâkum sadekât(sadekâtin), fe iz
lem tef’alû ve tâballâhu aleykum, fe ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve etîûllâhe ve
resûleh(resûlehu), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
Gizli görüşmenizden önce sadaka vermekten korktunuz mu? Öyleyse yapamadığınız zaman Allah
sizin tövbenizi kabul etti. O taktirde namazı ikame edin, zekâtı verin, Allah'a ve O'nun Resûl'üne
itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
58/MUCÂDELE-14: E lem tere ilellezîne tevellev kavmen gadıballâhu aleyhim, mâ hum
minkum ve lâ minhum ve yahlifûne alel kezibi ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah'ın kendilerine öfkelendiği (gadaplandığı) kavme (yahudilere) dönenleri (onları dost edinen
münafıkları) görmedin mi? Onlar sizden değildir ve onlardan da (yahudilerden de) değildir. Bilerek
yalan yere yemin ederler.
58/MUCÂDELE-15: E addallâhu lehum azâben şedîdâ(şedîden), innehum sâe mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Allah, onlara (münafıklara) şiddetli azap hazırladı. Muhakkak ki onların yapmış oldukları şey (çok)
kötü.
58/MUCÂDELE-16: İttehazû eymânehum cunneten fe saddû an sebîlillâhi fe lehum azâbun
muhîn(muhînun).
Yeminlerini siper edindiler. Böylece (insanları) Allah'ın yolundan men ettiler. Artık onlar için
alçaltıcı (rüsva edici) azap vardır.
58/MUCÂDELE-17: Len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum min allâhi şey’â(şey’en),
ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onların malları ve evlâtları, Allah'tan bir şeye (azaba) karşı onlara asla fayda vermez. İşte onlar,
ateş ehlidir, orada ebediyen kalacak olanlardır.
58/MUCÂDELE-18: Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum
ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humul kâzibûn(kâzibûne).
O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). O zaman size yemin ettikleri gibi O'na da
yemin edecekler. Ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Gerçekten onlar yalancı
değil mi? 2
58/MUCÂDELE-19: İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike
hizbuş şeytân(şeytâni), elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn(hâsirûne).
Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah'ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır.
Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar, onlar değil mi?
58/MUCÂDELE-20: İnnellezîne yuhâddûnallâhe ve resûlehû ulâike fîl ezellîn(ezellîne).
Muhakkak ki Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı haddi aşanlar, işte onlar zillet içindedirler.
58/MUCÂDELE-21: Keteballâhu le aglibenne ene ve rusulî, innallâhe kaviyyun azîz(azîzun).
Allah: “Ben ve elçilerim mutlaka gâlip gelecek.” diye yazdı. Muhakkak ki Allah; Kavî'dir
(kuvvetlidir), Azîz'dir.
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men
hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike
ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî
min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike
hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun
Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya
kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları,
Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının
üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen
kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar,
Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
MUDDESSİR
Bismillâhirrahmânirrahîm
74/MUDDESSİR-1: Yâ eyyuhel muddessir(muddessiru).
Ey (esvabına) bürünmüş olan! Veya (Ey disarını giymiş olan!)
74/MUDDESSİR-2: Kum fe enzir.
Kalk, artık inzar et (uyar).
74/MUDDESSİR-3: Ve rabbeke fe kebbir.
Ve (O) senin Rabbin, öyleyse (O'nu) tekbir et (yücelt).
74/MUDDESSİR-4: Ve siyâbeke fe tahhir.
Ve elbiseni artık (onu) temiz tut.
74/MUDDESSİR-5: Verrucze fehcur.
Ve azap (ona sebep olacak şeylerden) artık uzak dur.
74/MUDDESSİR-6: Ve lâ temnun testeksir(testeksiru).
Ve daha çoğunu isteyerek (karşılık bekleyerek) iyilik yapma.
74/MUDDESSİR-7: Ve li rabbike fasbir.
Ve Rabbin için artık sabret.
74/MUDDESSİR-8: Fe izâ nukıre fîn nâkû(nâkûri).
Artık Nâkûr'a (Sur Borusu'na) üflendiği zaman.
74/MUDDESSİR-9: Fe zâlike yevme izin yevmun asî(asîrun).
İşte o izin günü, “zor gün” dür.
74/MUDDESSİR-10: Alel kâfirîne gayru yesîr(yesîrin). 2
Kâfirlere kolay değildir.
74/MUDDESSİR-11: Zernî ve men halaktu vahîdâ(vahîden).
Tek başına yarattığım kişiyi Bana bırak.
74/MUDDESSİR-12: Ve ce’altu lehu mâlen memdûdâ(memdûden).
Ve onu, devamlı çoğaltarak mal sahibi yaptım.
74/MUDDESSİR-13: Ve benîne şuhûdâ(şuhûden).
Ve her zaman yanında olan oğullar (verdim).
74/MUDDESSİR-14: Ve mehhedtu lehu temhîdâ(temhîden).
Ve ona bol bol (ni'metler) vererek geniş imkânlar sağladım.
74/MUDDESSİR-15: Summe yatmau en ezîd(ezîde).
Sonra (daha da) artırmamı ister.
74/MUDDESSİR-16: Kellâ, innehu kâne li âyâtinâ anîdâ(anîden).
Hayır, asla. Muhakkak ki o Bizim âyetlerimize karşı (inkâr etmekte) inatçı oldu.
74/MUDDESSİR-17: Se urhikuhu saûdâ(saûden).
Yakında onu sarp bir yokuşa (ateşten bir dağa) süreceğim.
74/MUDDESSİR-18: İnnehu fekkere ve kadder(kaddere).
Muhakkak ki o, (Kur'ân hakkında) tefekkür etti (düşündü) ve karar verdi.
74/MUDDESSİR-19: Fe kutile keyfe kadder(kaddere).
Artık kahroldu (Allah'ın Rahmeti'nden kovularak kendini mahvetti), nasıl karar verdi.
74/MUDDESSİR-20: Summe kutile keyfe kadder(kaddere).
Sonra kahroldu (Allah'ın Rahmeti'nden kovularak kendini mahvetti), nasıl da karar verdi.
74/MUDDESSİR-21: Summe nazar(nazare).
Sonra baktı.
74/MUDDESSİR-22: Summe abese ve beser(besere).
Sonra da kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti.
74/MUDDESSİR-23: Summe edbere vestekber(vestekbere).
Sonra da arkasını döndü ve kibirlendi.
74/MUDDESSİR-24: Fe kâle in hâzâ illâ sihrun yu’ser(yu’seru).
Sonunda: “Bu sadece, olsa olsa nakledilen bir büyüdür.” dedi.
74/MUDDESSİR-25: İn hâzâ illâ kavlul beşer(beşeri).
Bu olsa olsa ancak bir insanın sözüdür.
74/MUDDESSİR-26: Se uslîhi sekar(sekare).
Yakında Ben, onu alevli ateşe yaslayacağım (atacağım).
74/MUDDESSİR-27: Ve mâ edrâke mâ sekar(sekaru).
Ve sekarın (alevli ateşin), ne olduğunu sana bildiren nedir?
74/MUDDESSİR-28: Lâ tubkî ve lâ tezer(tezeru).
(Yakıp tüketir etinden) bakiye bırakmaz ve (ölüme de) terketmez (azapları devam eder).
74/MUDDESSİR-29: Levvâhatun lil beşer(beşeri).
(Sekar) insanın (derilerini) yakıp kavurucudur.
74/MUDDESSİR-30: Aleyhâ tis'ate aşer(aşare).
Onun üzerinde 19 vardır. 2
74/MUDDESSİR-31: Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ
fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ
yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne
mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men
yeşâ(yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû(huve), ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer(beşeri).
Ve Biz, ateş ehlini (cehennem bekçilerini), meleklerden başkası kılmadık. Ve onların sayısını
kâfirler için fitneden başka bir şey kılmadık, kitap verilenler yakîn sahibi olsunlar ve âmenû
olanların da îmânı artsın. Ve kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesinler. Ve de kalplerinde
maraz (şüphe) bulunanlar ve kâfirler desinler ki “Allah, bu mesele ile ne murad etti (ne demek
istedi)?” İşte böyle, Allah, dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğini de hidayete erdirir. Ve Rabbinin
ordularını, kendisinden başkası bilmez. Ve O, insanlar için zikirden başka bir şey değildir.
74/MUDDESSİR-32: Kellâ vel kamer(kameri).
Hayır, Ay'a yemin olsun!
74/MUDDESSİR-33: Vel leyli iz edber(edbere).
Dönüp gittiği an geceye andolsun.
74/MUDDESSİR-34: Ves subhı izâ esfer(esfere).
Ağarmaya başladığı zaman sabaha andolsun.
74/MUDDESSİR-35: İnnehâ le ıhdel kuber(kuberi).
Muhakkak ki o (cehennem), gerçekten büyüklerden (büyük musîbetlerden) biridir.
74/MUDDESSİR-36: Nezîren lil beşer(beşeri).
İnsanlar için bir uyarı olarak.
74/MUDDESSİR-37: Li men şâe minkum en yetekaddeme ev yeteahhar(yeteahhare).
Sizden, öne geçmek isteyen veya geride kalmak isteyen kimseler için.
74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler
(bağlıdırlar).
74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.
74/MUDDESSİR-40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.
74/MUDDESSİR-41: Anil mucrimîn(mucrimîne).
Mücrimlerden (suçlulardan).
74/MUDDESSİR-42: Mâ selekekum fî sekar(sekare).
Sizi sekarın içine (alevli ateşe) sevkeden (sürükleyen) nedir?
74/MUDDESSİR-43: Kâlû lem neku minel musallîn(musallîne).
“Biz namaz kılanlardan olmadık.” dediler.
74/MUDDESSİR-44: Ve lem neku nut’ımul miskîn(miskîne).
Ve biz yoksulları doyurmuyorduk.
74/MUDDESSİR-45: Ve kunnâ nehûdu maal hâidîn(hâidîne).
Ve biz bâtıla dalanlarla beraber bâtıla (boş şeylere) dalıyorduk.
74/MUDDESSİR-46: Ve kunnâ nukezzibu bi yevmid dîn(dîni).
Ve biz dîn gününü yalanlıyorduk.
74/MUDDESSİR-47: Hattâ etânel yakîn(yakinu). 3
Bize yakîn gelene kadar (ölüm anı gelinceye kadar).
74/MUDDESSİR-48: Fe mâ tenfeuhum şefâatuş şâfiîn(şâfiîne).
Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda sağlamaz.
74/MUDDESSİR-49: Fe mâ lehum anit tezkireti mu’rıdîn(mu’rıdîne).
Buna rağmen, onlara ne oluyor da zikirden yüz çevirenler oldular?
74/MUDDESSİR-50: Ke ennehum humurun mustenfireth(mustenfiretun).
Sanki onlar ürkmüş yabanî merkepler gibidir.
74/MUDDESSİR-51: Ferret min kasvereh(kasveretin).
Arslandan (korkup) kaçmıştır.
74/MUDDESSİR-52: Bel yurîdu kullumriin minhum en yu’tâ suhufen muneşşereh
(muneşşereten).
Hayır, onların hepsi, kendileri için yazılmış sahifeler gelmesini ister.
74/MUDDESSİR-53: Kellâ, bel lâ yuhâfûnel âhıreh(âhıreten).
Hayır, bilâkis, onlar ahiretten korkmuyorlar.
74/MUDDESSİR-54: Kellâ innehu tezkireh(tezkiretun).
Hayır, muhakkak ki O, bir Zikir'dir (Öğüt'tür).
74/MUDDESSİR-55: Fe men şâe zekereh(zekerehu).
Artık kim dilerse, O'nu zikreder.
74/MUDDESSİR-56: Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), huve ehlut takvâ ve ehlul
magfireh(magfireti).
Allah'ın dilediğinden başkası O'nu zikredemez. O (O'nun dilediği kimse), takva sahibidir ve
mağfiret ehlidir (günahları sevaba çevrilmiş olan kimsedir).
MUHAMMED
Bismillâhirrahmânirrahîm
47/MUHAMMED-1: Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi edalle a’mâlehum.
İnkâr edenlerin ve (insanları) Allah'ın yolundan men edenlerin amellerini (Allah) boşa çıkardı.
47/MUHAMMED-2: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve âmenû bi mâ nuzzile alâ
muhammedin ve huvel hakku min rabbihim keffere anhum seyyiâtihim ve asleha bâlehum.
Âmenû olan ve salih amel (nefsi tezkiye edici ameller) yapanların ve Hz. Muhammed (S.A.V)'e
indirdiğimiz Şey'e (Kur'ân-ı Kerim'e) ve O'nun Rab'lerinden bir hak olduğuna inananların
günahlarını (Allah) örttü ve onların hallerini ıslâh etti.
47/MUHAMMED-3: Zâlike bi ennellezîne keferûttebeûl bâtıle ve ennellezîne âmenûttebeûl
hakka min rabbihim, kezâlike yadribullâhu lin nâsi emsâlehum.
Bunlar, kâfirlerin bâtıla tâbî olması ve âmenû olanların, Rab'lerinden (inen) hakka tâbî olmaları
sebebiyledir. Allah insanlara, işte böyle kendi durumlarını misâl verir.
47/MUHAMMED-4: Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb(rikâbi), hattâ izâ
eshantumûhum fe şuddûl vesâk(vesâka), fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen hattâ tedaal
harbu evzârehâ, zalik(zalike), ve lev yeşâullâhu lentasara minhum ve lâkin li yebluve ba’dakum
bi ba’d(ba’din), vellezîne kutilû fî sebîlillâhi fe len yudille a’mâlehum.
Artık kâfirlerle karşılaştığınız zaman onları güçsüz (zayıf) bırakıncaya kadar boyunlarını vurun.
Bağlarını kuvvetlendirin (esirleri sıkıca bağlayın). Nihayet savaşı, onun ağırlıklarını (silâhlarını ve
savaş levazımatını) bırakınca da onları, ister lütuf olarak (bedelsiz) veya fidye alarak (bedel 3
karşılığı) (bırakın). İşte böyle. Ve eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı. Ve lâkin
(bu) sizin bir kısmınızı, diğer bir kısımla imtihan etmek içindir. Ve onlar ki Allah yolunda
öldürülenlerdir, o taktirde onların amelleri boşa çıkarılmaz.
47/MUHAMMED-5: Seyehdîhim ve yuslihu bâlehum.
(Allah) onları hidayete erdirecek ve onların hallerini ıslâh edecektir.
47/MUHAMMED-6: Ve yudhıluhumul cennete arrefehâ lehum.
Ve onları, kendilerine tarif ettiği cennete dahil edecektir.
47/MUHAMMED-7: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tensurûllâhe yensurkum ve yusebbit
akdâmekum.
Ey âmenû olanlar! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit
kılar.
47/MUHAMMED-8: Vellezîne keferû fe tağsen lehumve edalle a’mâlehum.
Ve onlar ki kâfirdirler. Artık onlar helâka maruzdurlar. Ve onların amellerini (Allah) boşa çıkardı.
47/MUHAMMED-9: Zâlike bi ennehum kerihû mâ enzelallâhu fe ahbeta a’mâlehum.
Bu, onların Allah'ın indirdiği şeyi kerih görmeleri sebebiyledir. Böylece (Allah) onların amellerini
boşa çıkardı.
47/MUHAMMED-10: E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim,
demmerallâhu aleyhim ve lil kâfirîne emsâluhâ.
Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı? Onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu baksınlar! Allah onları
dumura uğrattı (helâk etti). Ve onun bir benzeri de kâfirler içindir.
47/MUHAMMED-11: Zâlike bi ennallâhe mevlellezîne âmenû ve ennel kâfirîne lâ mevlâ lehum.
Bu, Allah'ın âmenû olanların dostu olması sebebiyledir. Ve kâfirlerin ise gerçek dostu (mevlâsı)
yoktur.
47/MUHAMMED-12: İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min
tahtihel enhâr(enhâru), vellezîne keferû yetemetteûne ve ye’kulûne kemâ te’kulul en’âmu ven
nâru mesven lehum.
Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiye edici
ameller) yapanları, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve onlar ki kâfirlerdir, (dünyada)
metalanırlar (faydalanırlar) ve hayvanların yediği gibi yerler. Ve ateş, onların mekânıdır.
47/MUHAMMED-13: Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddu kuvveten min karyetikelletî
ahrecetke, ehleknâhum fe lâ nâsıra lehum.
Nice beldeler, seni çıkardıkları ülkeden daha kuvvetliydi (daha üstündü), onları helâk ettik. O
zaman onlar için bir yardımcı yoktu.
47/MUHAMMED-14: E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ke men zuyyine lehu sûu
amelihî vettebeû ehvâehum.
Öyleyse Rabbinden beyyine (delil) üzerinde olan kişi, kötü ameli kendisine süslü gösterilen ve
hevalarına tâbî olan kişiler gibi midir?
47/MUHAMMED-15: Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), fîhâ enhârun min mâin
gayri âsin(âsinin), ve enhârun min lebenin lem yetegayyer ta’muh(ta’muhu), ve enhârun min
hamrin lezzetin liş şâribîn(şâribîne), ve enhârun min aselin musaffâ(musaffen), ve lehum fîhâ
min kullis semerâti ve magfiretun min rabbihim, ke men huve hâlidun fîn nâri ve sukû mâen
hamîmen fe kattaa em’âehum.
Takva sahiplerine vaadedilen cennetin durumu şudur ki; içinde kokusu değişmeyen sudan nehirler,
tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere lezzet veren şaraptan nehirler ve saf (süzülmüş) baldan
nehirler bulunur. Onlar için orada her çeşit meyve bulunur ve (onlar için) Rab'lerinden mağfiret 3
vardır. (Bunların durumu), ateşte devamlı kalacak olan ve hamîm (sıcak kaynar su) içirilen, bu
sebeple bağırsakları parçalanan kimsenin durumu gibi midir?
47/MUHAMMED-16: Ve minhum men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû
lillezîne ûtûl ilme mâzâ kâle ânifâ(ânifen), ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû
ehvâehum.
Ve seni dinleyenlerden bir kısmı, senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilenlere:
“Biraz önce (O) ne dedi?” dediler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerini mühürledikleri kişilerdir ve onlar
hevalarına tâbî olanlardır.
47/MUHAMMED-17: Vellezînehtedev zâdehum huden ve âtâhum takvâhum.
Ve onlar ki hidayete ermişlerdir, (Allah) onların hidayetini artırdı ve onlara takvalarını verdi.
47/MUHAMMED-18: Fe hel yenzurûne illes sâate en te’tiyehum bagteh(bagteten), fe kad câe
eşrâtuhâ, fe ennâ lehum izâ câethum zikrâhum.
Öyleyse “o saatin” gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Halbuki onun alâmetleri (işaretleri)
gelmiştir. Fakat (o saat) kendilerine geldiği zaman, onlara hatırlatmanın ne (faydası) olur ki?
47/MUHAMMED-19: Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel
mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.
Bu durumda Allah'tan başka İlâh olmadığını bil ve kendi günahların için, mü'min erkekler ve
mü'min kadınlar için mağfiret dile. Ve Allah, sizin dönüşünüzü ve sizin yurdunuzu bilir.
47/MUHAMMED-20: Ve yekûlullezîne âmenû lev lâ nuzzilet sûreh(sûretun), fe izâ unzilet
sûretun muhkemetun ve zukire fî hel kıtâlu re’eytellezîne fî kulûbihim maradun yanzurûne
ileyke nazaral magşiyyi aleyhi minel mevt(mevti), fe evlâ lehum.
Ve âmenû olanlar: “(Savaşı emreden) bir sure indirilmeli değil miydi?” derler. Sonra da muhkem
(hükmü açık ve kesin) bir sure indirilince ve onun içinde savaş zikrolunuyorsa (bahsediliyorsa),
kalplerinde hastalık olanların, üzerlerine ölüm hali çökmüş gibi bir bakışla sana baktıklarını
görürsün. Oysa onlar için en iyi (en uygun) olan odur ki…
47/MUHAMMED-21: Tâatun ve kavlun ma’rûf(ma’rûfun), fe izâ azemel emr(emru), fe lev
sadekûllâhe le kâne hayran lehum.
İtaat ve maruf sözdür. Fakat bir işe azmedildiğinde o zaman Allah'a sadık olsalardı, muhakkak ki
onlar için daha hayırlı olurdu.
47/MUHAMMED-22: Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fîl ardı ve tukattıû erhâmekum.
Yeryüzünde fesat çıkarmaya dönmeniz ve birbirinizi öldürmeniz mi, yoksa sizden beklenen bu mu
olmalıydı?
47/MUHAMMED-23: Ulâikellezîne leanehumullâhu fe esammehum ve a’mâ ebsârehum.
İşte onlar, Allah'ın kendilerine lânet ettikleridir. Bu sebeple onların (nefslerinin) işitme hassalarını
sağır ve görme hassalarını kör yaptı.
47/MUHAMMED-24: E fe lâ yetedebberûnel kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ.
Hâlâ Kur'ân'ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?
47/MUHAMMED-25: İnnellezînerteddû alâ edbârihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hudeş
şeytânu sevvele lehum ve emlâ lehum.
Muhakkak ki kendilerine hidayet tebeyyün ettikten (açıkça belli olduktan) sonra arkalarına geri
dönenleri şeytan (küfre) ulaştırdı. Ve onları (kötü) emellere yöneltti.
47/MUHAMMED-26: Zâlike bi ennehum kâlû lillezîne kerihû mâ nezzelallâhu senutîukum fî
ba’dil emr(emri), vallâhu ya’lemu isrârehum.
İşte bu (düşmanların), Allah'ın indirdiği şeyi kerih görenlere: “Size bazı işlerde itaat edeceğiz.”
demeleri sebebiyledir. Ve Allah, onların sırlarını bilir. 3
47/MUHAMMED-27: Fe keyfe izâ teveffethumul melâiketu yadribûne vucûhehum ve
edbârehum.
Artık melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları zaman onların
halleri nasıl olacak?
47/MUHAMMED-28: Zâlike bi ennehumuttebeû mâ eshatallâhe ve kerihû rıdvânehu fe ahbeta
a’mâlehum.
İşte bu, onların, Allah'ı öfkelendiren şeylere tâbî olmaları ve O'nun (Allah'ın) rızasını kerih
görmeleri sebebiyledir. Böylece onların amellerini boşa çıkardı.
47/MUHAMMED-29: Em hasibellezîne fî kulûbihim maradun en len yuhricallâhu adgânehum.
Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah'ın, onların (gizli) kinlerini asla ortaya çıkarmayacağını mı
zannettiler?
47/MUHAMMED-30: Ve lev neşâu le ereynâkehum fe le areftehum bi sîmâhum ve le
ta’rifennehum fî lahnil kavl(kavli), vallahu ya’lemu a’mâlekum.
Ve eğer biz dileseydik, onları sana mutlaka gösterirdik. O zaman sen onları simalarından muhakkak
tanırdın. Ve sen onları mutlaka sözlerinin imasından da tanırsın. Ve Allah sizin amellerinizi bilir.
47/MUHAMMED-31: Ve le nebluvennekum hattâ na’lemel mucâhidîne minkum ves sâbirîne ve
nebluve ahbârekum.
Ve sizin aranızdan mücahitler ve sabredenler Bize belli oluncaya kadar sizi mutlaka imtihan ederiz.
Ve haberlerinizi de imtihan edeceğiz.
47/MUHAMMED-32: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi ve şâkkûr resûle min ba’di mâ
tebeyyene lehumul hudâ len yedurrûllâhe şey’â(şey’en), ve seyuhbitu a’mâlehum.
Muhakkak ki inkâr edenler, Allah'ın yolundan men edenler ve onlara hidayet açıkça belli olduktan
sonra resûle muhalefet edenler, onlar Allah'a hiçbir şeyle asla zarar veremezler. Ve (Allah) onların
amellerini heba edecek.
47/MUHAMMED-33: Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîûr resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum.
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a itaat edin. Ve resûle itaat edin. Ve
amellerinizi bâtıl etmeyin.
47/MUHAMMED-34: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi summe mâtû ve hum kuffârun
fe len yagfirallâhu lehum.
Muhakkak ki inkâr edenleri ve Allah'ın yolundan men edenleri, sonra da kâfir olarak ölenleri artık
Allah asla mağfiret etmez (onların günahlarını sevaba çevirmez).
47/MUHAMMED-35: Fe lâ tehinû ve ted’û iles selmi ve entumul a’levne vallâhu meakum ve len
yetirekum a’mâlekum.
Siz üstün olduğunuza göre gevşemeyin ve (onları) sulha davet etmeyin. Ve Allah sizinle beraber.
Ve sizin amellerinizi asla eksiltmez.
47/MUHAMMED-36: İnnemel hayâtud dunyâ laibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû
yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum.
Muhakkak ki dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir. Ve eğer âmenû olursanız ve takva sahibi
olursanız (Allah'a ulaşmayı dilerseniz) size ecirleriniz verilir. Ve sizden mallarınızı istemez.
47/MUHAMMED-37: İn yes’elkumûhâ fe yuhfikum tebhalû ve yuhric adgânekum.
Eğer sizden onu (mallarınızı) istese, böylece ısrar etse, siz cimrilik edersiniz. Ve (bu) sizin
hasetinizi açığa çıkarır.
47/MUHAMMED-38: Hâ entum hâulâi tud’avne li tunfikû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe minkum
men yebhal(yebhalu), ve men yebhal fe innemâ yebhalu an nefsih(nefsihî), vallâhul ganiyyu ve
entumul fukarâu, ve in tetevellev yestebdil kavmen gayrekum summe lâ yekûnû emsâlekum. 3
İşte siz böylesiniz. Allah yolunda infâk etmeye davet edilirsiniz, buna rağmen sizden bir kısmınız
cimrilik yapar. Ve kim cimrilik yaparsa o taktirde sadece kendi nefsi için cimrilik yapar. Ve Allah
Gani'dir (zengindir). Ve sizler fakirsiniz. Ve eğer siz (haktan) dönerseniz, (sizi) sizden başka bir
kavimle değiştirir. Sonra onlar sizin gibi (cimri) olmazlar.
MULK
Bismillâhirrahmânirrahîm
67/MULK-1: Tebârekellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Mülk elinde (kudretinde) olan O (Allah) Mübarek'tir. Ve O, herşeye kaadirdir.
67/MULK-2: Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve
huvel azî zul gafûr(gafûru).
“Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve
O; Aziz'dir, Gafûr'dur.
67/MULK-3: Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ(tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min
tefâvut(tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr(futûrin).
Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratmasında bir uyumsuzluk
göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?
67/MULK-4: Summerciıl basara kerreteyni yenkalib lieykel basaru hâsien ve huve
hasîr(hasîrun).
Sonra iki defa daha bakışını çevir (bak). Bakışın aciz ve yorgun olarak sana (geri) döner.
67/MULK-5: Ve lekad zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen liş şeyâtîni ve
a’tednâ lehum azâbes saîr(saîri).
Ve andolsun ki, dünyanın semasını kandillerle süsledik. Ve onları, şeytanlar için (atılacak) taşlar
kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık.
67/MULK-6: Ve lillezîne keferû bi rabbihim azâbu cehennem(cehenneme), ve bi’sel
masîr(masîru).
Ve Rab'lerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ve (o), ne kötü varış yeri!
67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum
hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun
(cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in
entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah
hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
67/MULK-11: Fa’terefû bi zenbihim, fe suhkan li ashâbis saîr(saîri).
Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık ateş ehli (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
67/MULK-12: İnnellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi lehum magfiretun ve ecrun
kebîr(kebîrun).
Muhakkak ki onlar, gaybda Rab'lerine huşû duyarlar. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır. 3
67/MULK-13: Ve esirrû kavlekum evicherû bih(bihî), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Ve sözünüzü gizleyin veya onu açıklayın. Muhakkak ki O (Allah), gönüllerde olanı en iyi bilendir.
67/MULK-14: Elâ ya’lemu men halak(halaka), ve huvel latîful habîr(habîru).
Yaratan (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif'tir, Habîr'dir (haberdar olandır).
67/MULK-15: Huvellezî ceale lekumul arda zelûlen femşû fî menâkibihâ ve kulû min
rızkıh(rızkıhî), ve ileyhin nuşûr(nuşûru).
Arzı size zelil kılan (boyun eğdiren) O'dur. Artık onun omuzlarında (üzerinde, dağlarda, ovalarda)
dönüp dolaşın ve O'nun rızkından yeyin. Ve neşir (yeniden var olup huzurunda toplanma) O'nadır.
67/MULK-16: E emintum men fîs semâi en yahsife bikumul arda fe izâ hiye temûr(temûru).
Gökyüzündeki Kişinin (Allah'ın), o (yer) sallandığı zaman sizi, yere geçirmesinden
(geçirmeyeceğinden) emin mi oldunuz?
67/MULK-17: Em emintum men fîs semâi en yursile aleykum hâsıbâ(hâsiben) fe se ta’lemûne
keyfe nezîr(nezîri).
Veya gökyüzünde olan Kişinin (Allah'ın) sizin üzerinize (taş yağdıran) fırtına göndermesinden
(göndermeyeceğinden) emin mi oldunuz? O taktirde uyarım nasılmış, yakında öğreneceksiniz
(bileceksiniz).
67/MULK-18: Ve lekad kezzebellezîne min kablihim fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Ve andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanladılar. O zaman azabım nasıl oldu?
67/MULK-19: E ve lem yerev ilet tayri fevkahum sâffâtin ve yakbıdn(yakbıdne), mâ
yumsikuhunne iller rahmân(rahmânu), innehu bi kulli şey’in basîr(basîrun).
Onlar, üstlerinde sıra sıra süzülerek kanat çırpan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahmân'dan
başkası tutmuyor. Muhakkak ki O, herşeyi en iyi görendir.
67/MULK-20: Emmen hâzellezî huve cundun lekum yensurukum min dûnir rahmân(rahmâni),
inil kâfirûne illâ fî gurûr(gurûrın).
Veya Rahmân'dan başka size yardım edecek olan bu askerler kimdir? Kâfirler sadece gurur
(aldanma) içindeler.
67/MULK-21: Emmen hâzellezî yerzukukum in emseke rızkah(rızkahu), bel leccû fî utuvvin ve
nufûr(nufûrın).
Ya da eğer (Allah), onun rızkını tutarsa (keserse), sizi rızıklandıracak olan bu kişiler kimlerdir?
Hayır, onlar haddi aşmada ve (haktan) uzak olmakta ısrarla devam ettiler.
67/MULK-22: E fe men yemşî mukibben alâ vechihî ehdâ emmen yemşî seviyyen alâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin).
Öyleyse yüzüstü sürünerek yürüyen kimse mi daha çok hidayete ermiştir, yoksa Sıratı Mustakîm
üzerinde düzgün (dimdik, seviyeli) yürüyen mi?
67/MULK-23: Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(ef’idete),
kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
De ki: “Sizi inşa eden (yoktan yaratıp var eden) ve size işitme, görme ve idrak etme hassalarını
veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?”
67/MULK-24: Kul huvellezî zereekum fîl ardı ve ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
De ki: “Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur. Ve O'na haşrolunacaksınız (huzurunda
toplanacaksınız).”
67/MULK-25: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve: “Eğer siz, (sözünüzde) sadıksanız, bu (azap) vaadiniz ne zaman?” derler.
67/MULK-26: Kul innemel ilmu indallâhi ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun). 3
De ki: “Bu ilim ancak Allah'ın indindedir. Ve ben sadece (Allah'ın azabını) açıkça bildiren bir
nezirim (uyarıcıyım).”
67/MULK-27: Fe lemmâ reevhu zulfeten sîet vucûhullezîne keferû ve kîle hâzellezî kuntum bihî
teddeûn(teddeûne).
Fakat onu (azabı), yakın olarak gördükleri zaman inkâr edenlerin yüzleri karardı. Ve onlara: “Bu
sizin kendisini davet ettiğiniz (ne zaman diye sorduğunuz) azaptır.” denildi.
67/MULK-28: Kul ereeytum in ehlekeniyallâhu ve men maıye ev rahımenâ fe men yucîrul
kâfirîne min azâbin elîm(elîmin).
De ki: “Gördünüz mü, şâyet Allah, beni ve benimle beraber olanları helâk etse veya bize rahmet
etse, bundan sonra kâfirleri elîm azaptan kim kurtarır?”
67/MULK-29: Kul huver rahmânu âmennâ bihî ve aleyhi tevekkelnâ, fe se ta’lemûne men huve
fî dalâlin mubîn(mubînin).
De ki: “O, Rahmân'dır, O'na îmân ettik (âmenû olduk) ve O'na tevekkül ettik.” Artık açıkça
dalâlette olan kimdir, yakında bileceksiniz.
67/MULK-30: Kul e re’eytum in asbaha mâukum gavren fe men ye’tîkum bi maîn maîn(maînin).
De ki: “Gördünüz mü, şâyet sizin suyunuz yerin altına geçse, o zaman size akarsuyu kim getirir?”
MU'MİN
Bismillâhirrahmânirrahîm
40/MU'MİN-1: Hâ mîm.
Hâ, Mîm.
40/MU'MİN-2: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil alîm(alîmi).
Bu Kitab'ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm olan (en iyi bilen) Allah'tandır (Allah
tarafındandır).
40/MU'MİN-3: Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil
masîr(masîru).
(O ki) günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem
sahibi olandır. O'ndan başka İlâh yoktur. Dönüş, O'nadır.
40/MU'MİN-4: Mâ yucâdilu fî âyâtillâhi illellezîne keferû fe lâ yagrurke tekallubuhum fîl
bilâd(bilâdi).
Kâfirlerden başkası, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele etmez. Artık onların şehirlerde dönüp
dolaşmaları seni aldatmasın.
40/MU'MİN-5: Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu
ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe
keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
Onlardan önce Nuh (A.S)'ın kavmi ve onlardan sonra da (başka) fırkalar, (resûllerini) yalanladılar.
Ve bütün ümmetler, onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler. Hakkı, bâtılla yok etmek için
mücâdele ettiler. Sonunda Ben, onları yakaladım. O zaman Benim ikabım (cezam) nasıl oldu?
40/MU'MİN-6: Ve kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne keferû ennehum ashâbun
nâr(nâri).
Ve işte böylece Rabbinin "onların mutlaka (muhakkak) ateş ehli olduğu" sözü, kâfirlerin üzerine
hak oldu. 3
40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve
yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen
fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve
O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi
rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve
senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları
cehennem azabından koru!”
40/MU'MİN-8: Rabbenâ ve edhilhum cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim
ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onlara vaadettiğin adn cennetlerine, onları ve onların babalarından, zevcelerinden ve
zürriyetlerinden salâha ulaşanları dahil et. Muhakkak ki Sen, Sen Azîz'sin, Hakîm'sin (hüküm ve
hikmet sahibisin).
40/MU'MİN-9: Vekıhimus seyyiât(seyyiâti), ve men tekıs seyyiâti yevme izin fe kad
rahimteh(rahimtehu) ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onları kötülüklerden koru. Ve Sen, kimi izin günü seyyiatlerden (günahlardan) korursan o zaman
onlara rahmet etmiş olursun. Ve işte o, fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
40/MU'MİN-10: İnnellezîne keferû yunâdevne le maktullâhi ekberu min maktikum enfusekum
iz tud’avne ilel îmâni fe tekfurûn(tekfurûne).
İnkâr edenlere mutlaka nida edilir (seslenilir): "Muhakkak ki Allah'ın gadabı, sizin nefslerinize
(birbirinize) olan gadabınızdan daha büyüktür. Îmâna davet edildiğiniz zaman siz inkâr
ediyordunuz."
40/MU'MİN-11: Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe
hel ilâ hurûcin min sebîl(sebîlin).
(Kâfirler) dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin, böylece günahlarımızı
itiraf ettik. Artık (buradan) çıkmaya bir yol var mı?"
40/MU'MİN-12: Zâlikum bi ennehû izâ duiyallâhu vahdehu kefertum, ve in yuşrek bihî tu’minû,
fel hukmu lillâhil aliyyil kebîr(kebîri).
Bu, sizin tek olan Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr etmeniz sebebiyledir. Ve O'na (Allah'a) şirk
koşulunca inanıyordunuz. Artık hüküm, Yüce ve Büyük olan Allah'a aittir.
40/MU'MİN-13: Huvellezî yurîkum âyâtihî ve yunezzilu lekum mines semâi rızkâ(rızkan), ve mâ
yetezekkeru illâ men yunîb(yunîbu).
O (Allah)tır ki, âyetlerini size gösterir ve sizin için gökten rızık indirir. Bunu münib olandan
(Allah'a yönelenden) başkası tezekkür etmez (edemez).
40/MU'MİN-14: Fed’ûllâhe muhlisîne lehud dîne ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Öyleyse dîni, O'na halis kılarak Allah'a davet edin. Kâfirler kerih görse de.
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî
li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin
(Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının
üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın
emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
40/MU'MİN-16: Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil
mulkul yevm(yevme), lillâhil vâhidil kahhâr(kahhâri).
Onların bariz olduğu (ortaya çıktığı) gün onlardan (hiç)bir şey Allah'a gizli kalmaz. O gün mülk
kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah'ındır. 3
40/MU'MİN-17: El yevme tuczâ kullu nefsin bimâ kesebet, lâ zulmel yevm(yevme), innallâhe
serîul hisâb(hisâbi).
Bugün bütün nefsler (herkes), kazandıkları sebebiyle cezalandırılır veya mükâfatlandırılır (karşılığı
verilir). Bugün zulüm yoktur. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
40/MU'MİN-18: Ve enzirhum yevmel âzifeti izil kulûbu ledel hanâciri kâzımîn(kâzımîne), mâ liz
zâlimîne min hamîmin ve lâ şefîin yutâu.
Ve yaklaşan gün (kıyâmet günü) konusunda onları uyar. O zaman kalpler, korku ile hançerelere
gelir (can boğaza gelir). Zalimler için yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur.
40/MU'MİN-19: Ya’lemu hâinetel a’yuni ve mâ tuhfîs sudûr(sudûru).
(Allah), gözlerin hainliklerini ve sinelerin gizlediği şeyleri bilir.
40/MU'MİN-20: Vallâhu yakdî bil hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yakdûne bi
şey’in, innallâhe huves semîul basîr(basîru).
Ve Allah, hak ile hükmeder. O'ndan başka taptıkları, bir şey hakkında hüküm veremezler.
Muhakkak ki Allah; O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
40/MU'MİN-21: E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkibetullezîne kânû min
kablihim, kânû hum eşedde min hum kuvveten ve âsâran fîl ardı fe ehazehumullâhu bi
zunûbihim ve mâ kâne lehum minallâhi min vâk(vâkın).
Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu, baksınlar. Onlar
yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından, kendilerinden daha üstündüler. Fakat Allah, onları
günahları sebebiyle aldı (öldürdü). Ve onlar için (onları), Allah'a karşı koruyacak hiç kimse olmadı.
40/MU'MİN-22: Zâlike bi ennehum kânet te’tîhim rusuluhum bil beyyinâti fe keferû fe
ehazehumullâh(ehazehumullâhu), innehu kaviyyun şedîdul ikâb(ikâbi).
İşte bu, onlara resûller beyyinelerle gelmiş olduğu halde, inkâr etmeleri sebebiyledir. Böylece Allah
onları yakaladı. Muhakkak ki O, kuvvetlidir ve ikabı (cezası) şiddetlidir.
40/MU'MİN-23: Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn(mubînin).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'ı âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (delil, mucize ve kitap ile)
gönderdik.
40/MU'MİN-24: İlâ fir’avne ve hâmâne ve kârûne fe kâlû sâhirun kezzâb(kezzâbun).
Firavuna ve Haman'a ve Karun'a (gönderdik). Fakat onlar: "Yalanlayan bir büyücüdür." dediler.
40/MU'MİN-25: Fe lemmâ câehum bil hakkı min indinâ kâlûktulû ebnâellezîne âmenû meahu
vestahyû nisâehum, ve mâ keydul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Böylece onlara katımızdan hak ile geldiği zaman: "Âmenû olanların oğullarını, kendileriyle beraber
katledin (öldürün). Ve kadınlarını canlı bırakın!" dediler. Kâfirlerin tuzağı (hilesi) dalâletten başka
birşey değildir.
40/MU'MİN-26: Ve kâle fir’avnu zerûnî aktul mûsâ vel yed’u rabbeh(rabbehu), innî ehâfu en
yubeddile dînekum ev en yuzhire fîl ardıl fesâd(fesâde).
Ve firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim ve o, Rabbine dua etsin. Gerçekten ben,
(onun) sizin dîninizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat çıkmasından korkuyorum."
40/MU'MİN-27: Ve kâle mûsâ innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin lâ yû’minu
bi yevmil hisâb(hisâbi).
Ve Hz. Musa dedi ki: "Muhakkak ki ben, hesap gününe inanmayan, kibirlenenlerin hepsinden,
senin de Rabbin olan Rabbime sığınırım."
40/MU'MİN-28: Ve kâle raculun mû’minun min âli fir’avne yektumu îmânehû e taktulûne
raculen en yekûle rabbiyallâhu ve kad câekum bil beyyinâti min rabbikum, ve in yeku kâziben fe 3
aleyhi kezibuh(kezibuhu), ve in yeku sâdikan yusibkum ba’dullezî yeidukum, innallâhe lâ yehdî
men huve musrifun kezzâb(kezzâbun).
Ve firavun ailesinden îmânını gizleyen mü'min bir adam şöyle dedi: "Bir adamı, 'Rabbim Allah'tır.'
demesinden dolayı mı öldüreceksiniz? Ve o, Rabbinizden size beyyineler (belgeler, deliller) ile
geldi. Eğer yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Ve eğer sadık (doğru söyleyen) ise vaadettiklerinin
bir kısmı size isabet edecektir. Muhakkak ki Allah, çok yalan söyleyen, haddı aşan kişiyi hidayete
erdirmez."
40/MU'MİN-29: Yâ kavmi lekumul mulkul yevme zâhirîne fîl ardı fe men yensurunâ min
be’sillâhi in câenâ, kâle fir’avnu mâ urîkum illâ mâ erâ ve mâ ehdîkum illâ sebîler reşâd(reşâdi).
(O adam dedi ki): "Ey kavmim! Bugün mülk sizindir, yeryüzünde kuvvetlisiniz. Ama Allah'ın
şiddetli azabı bize geldiğinde, size kim yardım edecek?" Firavun (da) şöyle dedi: "Size gösterdiğim
şey sadece benim görüşümdür. Ve ben, sizi irşad yolundan başkasına hidayet etmem (ulaştırmam)."
40/MU'MİN-30: Ve kâlellezî âmene yâ kavmi innî ehâfu aleykum misle yevmil ahzâb(ahzâbi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim, muhakkak ki ben, ahzab günü (fırkalara
ayrılmışların günü) gibi bir günün, size (gelmesinden) korkuyorum!"
40/MU'MİN-31: Misle de’bi kavmi nûhın ve âdin ve semûde vellezîne min ba’dihim, ve mâllâhu
yurîdu zulmen lil ibâd(ibâdi).
Nuh, Adin ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonraki kavimlerin durumu gibi. Ve Allah, kulları
için zulüm dilemez.
40/MU'MİN-32: Ve yâ kavmi innî ehâfu aleykum yevmet tenâd(tenâdi).
Ve ey kavmim, muhakkak ki ben, sizin için feryat gününden (kıyâmet gününden) korkuyorum!
40/MU'MİN-33: Yevme tuvellûne mudbirîn(mudbirîne), mâ lekum minallâhi min âsım(âsımin)
ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Arkanızı dönüp kaçacağınız gün sizin için Allah'tan (Allah dostlarından) bir koruyucu yoktur.
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi yoktur.
40/MU'MİN-34: Ve lekad câekum yûsufu min kablu bil beyyinâti fe mâ ziltum fî şekkin mimmâ
câekum bih(bihî), hattâ izâ heleke kultum len yeb’asallâhu min ba’dihî resûlâ(resûlen), kezâlike
yudıllullâhu men huve musrifun murtâb(murtâbun).
Ve andolsun ki daha önce Yusuf (A.S) size beyyineler (deliller) ile geldi. Fakat size getirdiği
şeyden şüphe içinde olmanız zail olmadı. Hatta (o) helâk olduğu zaman: "Ondan sonra Allah asla
başka resûl beas etmez (göndermez)." dediniz. Allah haddi aşan şüphecileri işte böyle dalâlette
bırakır.
40/MU'MİN-35: Ellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, kebure makten
indallâhi ve indellezîne âmenû, kezâlike yatbaullâhu alâ kulli kalbi mutekebbirin
cebbâr(cebbârin).
Onlar kendilerine bir sultan (bir delil) gelmediği halde, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele ederler.
Gadap, Allah'ın ve âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) indinde büyük oldu. Allah
bütün zorba mütekebbirlerin kalbinin üzerini işte böyle tabeder (açılmamak üzere mühürler).
40/MU'MİN-36: Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb(esbâbe).
Ve firavun şöyle dedi: "Ey Haman! Benim için yüksek bir kule inşa et. Umulur ki böylece
sebeplere (hedeflere) ulaşırım."
40/MU'MİN-37: Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben),
ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî
tebâb(tebâbin). 3
"Göklerin sebeplerine (yollarına) (ulaşırım), böylece Musa'nın İlâhı'na muttali olurum. Muhakkak
ki ben, onun yalancı olduğunu zannediyorum." Ve işte böylece firavuna kötü ameli süslendi. Ve
böylece yoldan saptırıldı. Ve firavunun hilesi hüsrandan başka birşey olmadı.
40/MU'MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
40/MU'MİN-39: Yâ kavmi innemâ hâzihil hayâtud dunyâ metâun ve innel âhirete hiye dârul
karâr(karâri).
Ey kavmim! Bu dünya hayatı, sadece (geçici) bir metadır (faydalanmadır). Ve muhakkak ki ahiret
karar kılınacak (devamlı kalınacak) yerdir.
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin
ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz.
Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa
işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
40/MU'MİN-41: Ve yâ kavmi mâ lî ed’ûkum ilen necâti ve ted’ûnenî ilen nâr(nâri).
Ve ey kavmim! Benim için nasıl bir hal ki, ben sizi kurtuluşa çağırıyorum ve siz, beni ateşe
çağırıyorsunuz.
40/MU'MİN-42: Ted’ûnenî li ekfure billâhi ve uşrike bihî mâ leyse lî bihî ilmun ve ene ed’ûkum
ilel azîzil gaffâr(gaffâri).
Siz beni, Allah'ı inkâra ve hakkında ilmim olmayan bir şeyi, O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz.
Ve ben, sizi Azîz ve Gaffar Olan'a (Allah'a) çağırıyorum.
40/MU'MİN-43: Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl
âhireti ve enne mereddenâ ilâllâhi ve ennel musrifîne hum ashâbun nâr(nâri).
Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun (o putun), dünyada ve ahirette bir daveti
(yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz Allah'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi
aşanlar), onlar, ateş ehlidir.
40/MU'MİN-44: Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe
basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah'a
havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.
40/MU'MİN-45: Fe vekâhullâhu seyyiâti mâ mekerû ve hâka bi âli fir’avne sûul azâb(azâbi).
Böylece Allah, onların yaptığı hilelerin kötülüklerinden onu korudu. Ve firavun ailesini, azabın
kötüsü kuşattı.
40/MU'MİN-46: En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ(aşiyyen) ve yevme tekûmus
sâah(sâatu), edhılû âle firavne eşeddel azâb(azâbi).
O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun
ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).
40/MU'MİN-47: Ve iz yetehâccûne fîn nâri fe yekûlud duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ
lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ nasîben minen nâr(nâri).
Ve onlar ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar kibirlenenlere: "Gerçekten biz size
tâbî olduk. Şimdi siz, ateşten nasibimizi bizden giderebilir misiniz?" derler.
40/MU'MİN-48: Kâlellezî nestekberû innâ kullun fîhâ innallâhe kad hakeme beynel ibâd(ibâdi).
Kibirlenenler dedi ki: "Muhakkak ki biz hepimiz, onun (ateşin) içindeyiz. Allah mutlaka kulları
arasında hüküm vermiştir." 3
40/MU'MİN-49: Ve kâlellezîne fîn nâri li hazeneti cehennemed’û rabbekum yuhaffif annâ
yevmen minel azâb(azâbi).
Ve ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine şöyle dediler: "Rabbinize dua edin. Azaptan bir
günü bize hafifletsin."
40/MU'MİN-50: Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum bil beyyinât(beyyinâti), kâlû belâ, kâlû
fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
(Cehennem bekçileri) dediler ki: "Resûlleriniz, size beyyineler ile gelmediler mi?" "Evet." dediler.
(Bekçiler): "Öyleyse siz dua edin (siz yalvarın) dediler." Kâfirlerin duası, sadece dalâlettir
(dalâletin içindedir).
40/MU'MİN-51: İnnâ le nensuru rusulenâ vellezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ ve yevme yekûmul
eşhâd(eşhâdu).
Muhakkak ki Biz, resûllerimize ve âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı dileyenlere) ve dünya
hayatında şahitlerin kaim olacağı (bulunacağı) gün mutlaka yardım edeceğiz.
40/MU'MİN-52: Yevme lâ yenfeuz zâlimîne ma’ziretuhum ve lehumullâ’netu ve lehum sûud
dâr(dâri).
Zalimlere mazeretlerin fayda vermeyeceği gün, lânet ve kötü yurt onlar içindir.
40/MU'MİN-53: Ve lekad âteynâ mûsel hudâ ve evresnâ benî isrâîlel kitâb(kitâbe).
Ve andolsun ki Musa'ya hidayet verdik. Ve Benî İsrail'i, kitaba varis kıldık.
40/MU'MİN-54: Huden ve zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
Ulûl'elbab için hidayet ve zikir olarak.
40/MU'MİN-55: Fasbir inne va’dallâhi hakkun vestagfir li zenbike ve sebbih bi hamdi rabbike
bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri).
Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Ve günahların için mağfiret dile. Akşam ve
sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
40/MU'MİN-56: İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ
kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr(basîru).
Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan (delil) olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele
edenlerin sinelerinde sadece (Allah'a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık Allah'a sığın,
muhakkak ki O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
40/MU'MİN-57: Le halkus semâvâti vel ardı ekberu min halkın nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışından muhakkak ki daha büyüktür. Ve lâkin insanların
çoğu bilmezler.
40/MU'MİN-58: Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîru vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve lel musîu,
kalîlen mâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
Ve kör ile basiret sahibi bir olmaz. Ve de âmenû olup salih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlerle
kötülük yapanlar da (bir olmaz). Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.
40/MU'MİN-59: İnnes sâate le âtiyetun lâ reybe fîhâ ve lâkinne ekseren nâsi lâ
yû’minûn(yû’minûne).
Muhakkak ki hakkında şüphe olmayan o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Ve lâkin insanların
çoğu inanmazlar.
40/MU'MİN-60: Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se
yedhulûne cehenneme dâhırîn(dâhırîne).
Ve Rabbimiz, şöyle buyurdu: "Bana dua ediniz ki size icabet edeyim. Bana kul olmaktan
kibirlenenler, muhakkak ki hakir ve zelil olarak cehenneme girecekler." 3
40/MU'MİN-61: Allâhullezî ceale lekumul leyle li teskunû fîhi ven nehâre mubsırâ(mubsıren),
innallâhe le zû fadlin alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
O Allah ki, size geceyi içinde sükûn bulmanız için gündüzü de gösterici (aydınlık) kıldı. Muhakkak
ki Allah, insanlar üzerinde mutlaka fazl sahibidir. Ve lâkin insanların çoğu şükretmezler.
40/MU'MİN-62: Zâlikumullâhu rabbukum hâliku kulli şey’in lâ ilâhe illâ huve fe ennâ
tu’fekûn(tû’fekûne).
İşte o Allah ki, sizin Rabbinizdir. Herşeyi Yaratan'dır. O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse nasıl
döndürülüyorsunuz?
40/MU'MİN-63: Kezâlike yu’fekullezîne kânû bi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne).
Allah'ın âyetlerini bilerek, inatla inkâr edenler, işte böyle döndürülürler.
40/MU'MİN-64: Allâhullezî ceale lekumul arda karâren ves semâe binâen ve savverekum fe
ahsene suverekum ve razakakum minet tayyibât(tayyibâti), zâlikumullâhu rabbukum, fe
tebârekallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
O Allah ki, yeryüzünü sizin için karar (yerleşme) yeri kıldı. Ve semayı bina etti. Ve sizi tasvir etti
(suret verdi). Sonra suretlerinizi ahsen kıldı (güzelleştirdi). Ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı.
İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi; Allah, Mübarek'tir (yücedir).
40/MU'MİN-65: Huvel hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehud dîn(dîne), el hamdu
lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
O, Hayy'dır (hayatta olan). O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse dîni O'na halis kılarak (Allah'a) dua
edin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
40/MU'MİN-66: Kul innî nuhîtu en a’budellezîne ted’ûne min dûnillâhi lemmâ câeniyel
beyyinâtu min rabbî ve umirtu en uslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
De ki: "Muhakkak ki ben sizin, Allah'tan başka taptıklarınıza kul olmaktan men edildim, bana
Rabbimden beyyineler (deliller) geldiği için. Ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla (ruhumu,
vechimi, nefsimi ve irademi Allah'a teslim etmekle) emrolundum."
40/MU'MİN-67: Huvellezî halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin
summe yuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ(şuyûhan), ve
minkum men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum
ta’kılûn(ta’kılûne).
O ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan (rahim duvarına asılı bir
damladan). Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra
da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı, ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir (öldürülür). Ve (bir
kısmınızın da) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz.
40/MU'MİN-68: Huvellezî yuhyî ve yumît(yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun
fe yekûn(yekûnu).
Hayat veren de öldüren de O'dur. O, bir işe hükmettiği (karar verdiği) zaman ona sadece "Ol!" der.
Ve o, hemen olur.
40/MU'MİN-69: E lem tere ilellezîne yucâdilûne fî âyâtillâh(âyâtillâhi), ennâ
yusrafûn(yusrafûne).
Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele edenleri görmedin mi? Onlar nasıl döndürülüyorlar.
40/MU'MİN-70: Ellezîne kezzebû bil kitâbi ve bimâ erselnâ bihî rusulenâ, fe sevfe
ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlar, Kitabı ve resûllerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Fakat yakında bilecekler
(öğrenecekler).
40/MU'MİN-71: İzil aglâlu fî a’nâkıhim ves selâsil(selâsilu), yushabûn(yushabûne).
Onlar, boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde sürüklenecekler. 3
40/MU'MİN-72: Fîl hamîmi summe fîn nâri yuscerûn(yuscerûne).
Onlar kaynar suya sokulacaklar, sonra da ateşte tutuşturulacaklar (yakılacaklar).
40/MU'MİN-73: Summe kîle lehum eyne mâ kuntum tuşrikûn(tuşrikûne).
Sonra onlara: "Sizin şirk koşmuş olduğunuz şeyler nerede?" denir.
40/MU'MİN-74: Min dûnillâh(dûnillâhi), kâlû dallû annâ bel lem nekun ned’û min kablu
şey’â(şey’en), kezâlike yudıllullâhul kâfirîn(kâfirîne).
Allah'tan başka. (Cehennemdekiler de) derler ki: "Onlar bizden saptılar (uzaklaştılar). Hayır,
(meğer) biz daha önce (hiç) bir şeye tapmamışız. Allah, kâfirleri işte böyle dalâlette bırakır."
40/MU'MİN-75: Zâlikum bimâ kuntum tefrehûne fîl ardı bi gayril hakkı ve bimâ kuntum
temrehûn(temrehûne).
İşte bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve azmanız sebebiyledir.
40/MU'MİN-76: Udhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel
mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Ebediyyen orada kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Artık kibirlenenlerin kalacakları yer
ne kötü.
40/MU'MİN-77: Fasbir inne va’dallâhi hakk(hakkun), fe immâ nuriyenneke ba’dallezî
neıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ yurceûn(yurceûne).
Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Onlara vaadettiklerimizin (azabın), bir kısmını
sana gösteririz veya seni (daha önce) öldürürüz. Sonunda onlar Bize döndürülecekler.
40/MU'MİN-78: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum
men lem naksus aleyk(aleyke), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi),
fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasire hunâlikel mubtılûn(mubtılûne).
Ve andolsun ki senden önce (de) resûller gönderdik. Onlardan bir kısmını sana anlattık ve bir
kısmını sana anlatmadık. Allah'ın izni olmadan bir resûlün âyet getirmesi olamaz. Artık Allah'ın
emri geldiği zaman hak ile hükmedilmiş olur. Ve bâtılı isteyenler, orada hüsran uğramışlardır.
40/MU'MİN-79: Allâhullezî ceale lekumul en’âme li terkebû minhâ ve minhâ
te’kulûn(te’kulûne).
O Allah ki, "onun üzerine binin ve onun (etinden) yeyin" diye sizin için hayvanlar var etti.
40/MU'MİN-80: Ve lekum fîhâ menâfiu ve li teblugû aleyhâ hâceten fî sudûrikum ve aleyhâ ve
alel fulki tuhmelûn(tuhmelûne).
Ve onda (hayvanlarda) sizin için menfaatler (faydalar) vardır. Ve onun üzerinde, gönüllerinizdeki
hacetlere (gideceğiniz yerlere) ulaşmanız için. Onların (hayvanların) ve gemilerin üzerinde
taşınırsınız.
40/MU'MİN-81: Ve yurîkum âyâtihî fe eyye âyâtillâhi tunkirûn(tunkirûne).
Ve (Allah) size âyetlerini gösteriyor. Öyleyse Allah'ın hangi âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
40/MU'MİN-82: E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, kânû
eksere minhum ve eşedde kuvveten ve âsâren fîl ardı femâ agnâ anhum mâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı ki? Onlardan öncekilerin akıbetleri nasıl oldu baksınlar. Ve
onların çoğu, kuvvet ve eserler bakımından yeryüzünde kendilerinden daha üstündüler. Fakat
kazanmış oldukları şeyler, onlara fayda vermedi.
40/MU'MİN-83: Fe lemmâ câethum rusuluhum bil beyyinâti ferihû bimâ indehum minel ilmi ve
hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Onlara resûlleri beyyinelerle geldiği zaman yanlarındaki ilim sebebiyle şımardılar. Ve alay etmiş
oldukları şey onları kuşattı. 3
40/MU'MİN-84: Fe lemmâ reev be’senâ kâlû âmennâ billâhi vahdehu ve kefernâ bimâ kunnâ
bihî muşrikîn(muşrikîne).
Bizim şiddetli azabımızı gördükleri zaman: "Allah'a ve O'nun Tek'liğine îmân ettik. Ve O'na şirk
koştuğumuz şeyleri inkâr ettik." dediler.
40/MU'MİN-85: Fe lem yeku yenfeuhum îmânuhum lemmâ reev be’senâ, sunnetâllahilletî kad
halet fî ibâdih(ibâdihî), ve hasire hunâlikel kâfirûn(kâfirûne).
Şiddetli azabımızı gördükleri zaman artık onların îmânı, onlara bir fayda vermedi. Allah'ın, kulları
hakkındaki gelip geçen sünneti (kanunu) budur. Kâfirler orada hüsrana uğradılar.
MU'MİNÛN
Bismillâhirrahmânirrahîm
23/MU'MİNÛN-1: Kad eflehal mu’minun(mu’minune).
Mü'minler felâha ermiştir.
23/MU'MİNÛN-2: Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn(hâşiûne).
Onlar, namazlarında huşû duyanlardır.
23/MU'MİNÛN-3: Vellezîne hum anil lagvi mu’ridûn(mu’ridûne).
Ve onlar, boş şeylerden yüz çevirenlerdir.
23/MU'MİNÛN-4: Vellezîne hum liz zekâti fâilûn(fâilûne).
Ve onlar, zekâtı verenlerdir.
23/MU'MİNÛN-5: Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne).
Ve onlar, iffetlerini (ırzlarını) koruyanlardır.
23/MU'MİNÛN-6: İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru
melûmîn(melûmîne).
Zevcelerine veya ellerinin altında sahip olduklarına (cariyelerine karşı davranışları) hariç. O
taktirde muhakkak ki onlar, levmedilmiş (kınanmış) değildirler.
23/MU'MİNÛN-7: Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne).
Artık kim bunun ötesinde bir şey isterse o taktirde onlar, haddi aşanlardır.
23/MU'MİNÛN-8: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
Ve onlar, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir (uyanlar, sadık olanlardır).
23/MU'MİNÛN-9: Vellezîne hum alâ salavâtihim yuhâfızûn(yuhâfızûne).
Ve onlar, salâvâtlarını (namazlarını) muhafaza edenler (devam ettirenler)dir.
23/MU'MİNÛN-10: Ulâike humul vârisûn(vârisûne).
İşte onlar, varis olanlardır (mirasın sahipleridir).
23/MU'MİNÛN-11: Ellezîne yerisûnel firdevs(firdevse), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar, firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar, orada ebedî kalacaklardır.
23/MU'MİNÛN-12: Ve lekad halaknal insâne min sulâletin min tîn(tînin).
Ve andolsun ki Biz, insanı balçığın (nemli organik ve inorganik toprağın) özünden yarattık.
23/MU'MİNÛN-13: Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn(mekînin).
Sonra onu, mekin (sağlam) bir yerde karar kılmış (yerleşmiş) bir nutfe kıldık.
23/MU'MİNÛN-14: Summe halaknen nutfete alakaten fe halaknel alakate mudgaten fe
halaknel mudgate ızâmen fe kesevnel izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar(âhara), fe
tebârekallâhu ahsenul hâlikîn(hâlikîne). 3
Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir
çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha
sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa
ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek'tir, En Güzel Yaratıcı'dır.
23/MU'MİNÛN-15: Summe innekum ba'de zâlike le meyyitûn(meyyitûne).
Sonra muhakkak ki siz, mutlaka meyid olacaksınız (öleceksiniz).
23/MU'MİNÛN-16: Summe innekum yevmel kıyâmeti tub’asûn(tub’asûne).
Muhakkak ki siz, kıyâmet günü diriltileceksiniz.
23/MU'MİNÛN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı
gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.
23/MU'MİNÛN-18: Ve enzelnâ mines semâi mâen bi kaderin fe eskennâhu fîl ardı ve innâ alâ
zehâbin bihî le kâdirûn(kâdirûne).
Ve Biz, semadan takdir edilmiş miktarda su indirdik. Böylece onu(nla) yeryüzünde (göller,
nehirler, denizler) oluşturduk. Ve muhakkak ki Biz, onu elbette (buharlaştırarak) gidermeye
kaadiriz.
23/MU'MİNÛN-19: Fe enşe’nâ lekum bihî cennâtin min nahîlin ve a’nâb(a’nâbin), lekum fîhâ
fevâkihu kesîretun ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
Böylece onunla, sizin için hurma ve üzüm bahçeleri inşa ettik (oluşturduk). Orada sizin için onların
pekçok meyveleri vardır ve onlardan yersiniz.
23/MU'MİNÛN-20: Ve şecereten tahrucu min tûri seynâe tenbutu bid duhni ve sıbgın lil
âkilîn(âkilîne).
Ve Turi Sina'da yetişen bir ağaç vardır ki, yağ çıkarır. Ve (o), yiyenler için bir katıktır.
23/MU'MİNÛN-21: Ve inne lekum fil en’âmi le ibreh(ibreten), nuskîkum mimmâ fî butûnihâ ve
lekum fîhâ menâfiu kesîretun ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
Ve muhakkak ki hayvanlarda, sizin için ibret vardır. Onların karınlarındaki şeyden size içiririz. Ve
onda, sizin için çok menfaatler (faydalar) vardır ve ondan yersiniz.
23/MU'MİNÛN-22: Ve aleyhâ ve alel fulki tuhmelûn(tuhmelûne).
Ve onların (hayvanların) üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.
23/MU'MİNÛN-23: Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî fe kâle yâ kavmi’ budullâhe mâ lekum
min ilâhin gayruh(gayruhu), e fe lâ tettekûn(tettekûne).
Ve andolsun ki Nuh (A.S)'ı kendi kavmine gönderdik. O zaman (onlara): “Ey kavmim! Allah'a kul
olun. Sizin için O'ndan başka İlâh yoktur. Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı
dilemeyecek misiniz)?” dedi.
23/MU'MİNÛN-24: Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ hâzâ illâ beşerun mıslukum
yurîdu en yetefaddale aleykum, ve lev şâallâhu le enzele melâikeh(melâiketen), mâ semi’nâ bi
hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
Onun kavminden kâfir olanların ileri gelenleri: “Bu, sizin gibi beşerden (insandan) başka bir şey
değil. Size üstün gelmek (hükmetmek) istiyor. Ve eğer Allah dileseydi mutlaka melekler indirirdi.
Atalarımızdan bunun hakkında bir şey işitmedik.” dediler.
23/MU'MİNÛN-25: İn huve illâ raculun bihî cinnetun fe terabbasû bihî hattâ hîn(hînin).
O ancak cinnet getirmiş bir adamdır. O halde, onu belli bir süre bekleyin (gözetim altında tutun)!
23/MU'MİNÛN-26: Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
(Nuh A.S) dedi ki: “Rabbim, beni yalanladıkları için bana yardım et.” 3
23/MU'MİNÛN-27: Fe evhaynâ ileyhi enısnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ fe izâ câe emrunâ
ve fâret tennûru fesluk fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu
minhum, ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn(mugrakûne).
Böylece ona, gözümüzün önünde (Bizim denetimimizde) ve vahyimizle bir gemi yapmasını
vahyettik. Böylece emrimiz geldiği ve tennur kaynadığı zaman hemen ona (gemiye) her çiftten
ikişer tane ve ehlini bindir. Onlardan, haklarında bir söz (hüküm) geçenler hariç. Ve zulmedenler
hakkında Bana hitap etme (onlar için bir şey, bir af isteme). Muhakkak ki onlar, boğulacak
olanlardır (boğulmalarına daha önce hükmedilmiş olanlardır).
23/MU'MİNÛN-28: Fe izesteveyte ente ve men meake alel fulki fe kulil hamdu lillâhillezî
neccânâ minel kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Böylece sen ve seninle beraber olan kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Zalim kavimden bizi
kurtaran Allah'a hamdolsun.” de.
23/MU'MİNÛN-29: Ve kul rabbi enzilnî munzelen mubâreken ve ente hayrul
munzilîn(munzilîne).
Ve de ki: “Rabbim, beni mübarek bir inişle indir. Ve Sen, indirenlerin en hayırlısısın.”
23/MU'MİNÛN-30: İnne fî zâlike le âyâtin ve in kunnâ le mubtelîn(mubtelîne).
Elbette bunda âyetler vardır. Ve muhakkak ki Biz, imtihan edenleriz.
23/MU'MİNÛN-31: Summe enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
Sonra da onların arkasından başka bir nesil yarattık.
23/MU'MİNÛN-32: Fe erselnâ fîhim resûlen minhum eni’budûllâhe mâ lekum min ilâhin
gayruh(gayruhu), e fe lâ tettekûn(tettekûne).
Böylece Biz, onlara, onların içinde, onlardan resûl gönderdik, Allah'a kul olsunlar, diye. Sizin,
O'ndan başka İlâhınız yoktur. Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek
misiniz)?
23/MU'MİNÛN-33: Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve
etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye’kulu mimmâ te’kulûne minhu
yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
Ve onun kavminden kâfirlerin ileri gelenleri, ahirete mülâki olmayı (Allah'a mülâki olmayı)
yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kimseler: “Bu, sizin gibi beşerden
(insandan) başka bir şey değil. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor.”
dediler.
23/MU'MİNÛN-34: Ve lein eta’tum beşeren mislekum innekum izen le hâsirûn(hâsirûne).
Ve eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz muhakkak ki siz, o zaman mutlaka hüsrana düşenler
olursunuz.
23/MU'MİNÛN-35: E yaıdukum ennekum izâ mittum ve kuntum turâben ve izâmen ennekum
muhracûn(muhracûne).
Öldüğünüz ve toprak olduğunuz, kemik (haline) geldiğiniz zaman sizin, mutlaka (topraktan)
çıkarılacağınızı mı size vaadediyor?
23/MU'MİNÛN-36: Heyhâte heyhâte limâ tûadûn(tûadûne).
Yazık, yazık size vaadedilen şeye.
23/MU'MİNÛN-37: İn hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ nahnu bi
meb’ûsîn(meb’ûsîne).
O (hayat), sadece dünya hayatıdır. Ölürüz ve yaşarız. Ve Biz, beas edilecek (yeniden dirilecek)
değiliz. 3
23/MU'MİNÛN-38: İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben ve mâ nahnu lehu bi
mu’minîn(mu’minîne).
O (Resûl), ancak Allah'a yalanla iftira eden bir adamdır. Ve biz, O'na inananlar değiliz.
23/MU'MİNÛN-39: Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
(Resûl): “Rabbim, beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et.” dedi.
23/MU'MİNÛN-40: Kâle ammâ kalîlin le yusbihunne nâdimîn(nâdimîne).
(Allah): “Az (kısa zamanda) onlar mutlaka nadim (pişman) olacaklar.” dedi.
23/MU'MİNÛN-41: Fe ehazethumus sayhatu bil hakkı fe cealnâhum gusâen, fe bu’den lil
kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Böylece hak ile (hakettikleri) bir sayha onları aldı (yakaladı). Onları gusa kıldık (zerreler haline
getirdik). Artık zalim kavim, (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
23/MU'MİNÛN-42: Summe enşe’nâ min ba’dihim kurûnen âharîn(âharîne).
Sonra onların arkasından başka nesiller yarattık.
23/MU'MİNÛN-43: Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hırûn(yeste’hırûne).
(Hiç)bir ümmet, ecelini (süresini) erkene alamaz ve tehir edemez.
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu
fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ
yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman,
her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane
kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
23/MU'MİNÛN-45: Summe erselnâ mûsâ ve ehâhu hârûne bi âyâtinâ ve sultânin
mubîn(mubînin).
Sonra Hz. Musa'yı ve kardeşi Hz. Harun'u, âyetlerimizle ve apaçık sultanla (Tevrat'la) gönderdik.
23/MU'MİNÛN-46: İlâ fir’avne ve meleihî festekberû ve kânû kavmen âlîn(âlîne).
(Hz. Musa'yı ve Hz. Harun'u), firavun ve onun ileri gelenlerine (gönderdik). Fakat onlar,
kibirlendiler (büyüklendiler). Ve âlîn (mağrur, zorba) bir kavim oldular.
23/MU'MİNÛN-47: Fe kâlû e nu’minu li beşereyni mislinâ ve kavmuhumâ lenâ
âbidûn(âbidûne).
Sonra dediler ki: “Bizim gibi iki beşere (Hz. Musa ve Hz. Harun'a), îmân mı edelim? Ve onların
ikisinin (Musa ve Harun A.S'ın) kavmi, bize kul (köle) olmasına rağmen.”
23/MU'MİNÛN-48: Fe kezzebûhumâ fe kânû minel muhlekîn(muhlekîne).
Böylece ikisini de yalanladılar. Ve helâk edilenlerden oldular.
23/MU'MİNÛN-49: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe leallehum yehtedûn(yehtedûne).
Ve andolsun, Hz. Musa'ya kitap verdik ki böylece onlar, hidayete ersinler.
23/MU'MİNÛN-50: Ve cealnebne meryeme ve ummehû âyeten ve âveynâhumâ ilâ rabvetin zâti
karârin ve maîn(maînin).
Ve Hz. Meryem oğlunu (Hz. İsa'yı) ve onun annesini âyet (mucize) kıldık. Ve akan suyu olan ve
barınmaya müsait yüksek bir tepeye, ikisini yerleştirdik.
23/MU'MİNÛN-51: Yâ eyyuher rusulu kulû minet tayyibâti va’melû sâlihâ(sâlihan), innî bimâ
ta’melûne alîm(alîmun).
Ey resûller! Tayyib (temiz, helâl ni'metlerden) yeyiniz. Ve salih (nefsi tezkiye edici) amel yapınız.
Muhakkak ki Ben, yaptığınız şeyleri en iyi bilenim. 3
23/MU'MİNÛN-52: Ve inne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum
fettekûn(fettekûni).
Ve muhakkak ki bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ve Ben, sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana
karşı takva sahibi olun (Bana ulaşmayı dileyin).
23/MU'MİNÛN-53: Fe tekattaû emrehum beynehum zuburâ(zuburan), kullu hızbin bimâ
ledeyhim ferihûn(ferihûne).
Fakat onlar, (dînin) emirlerini kendi aralarında kısımlara (fırkalara) ayırarak böldüler. Grupların
hepsi, kendilerindeki (kabul ettikleri) ile ferahlanırlar.
23/MU'MİNÛN-54: Fe zerhum fî gamratihim hattâ hîn(hînin).
Artık onları, kendi dalâletleri içinde belli bir süreye kadar terket.
23/MU'MİNÛN-55: E yahsebûne ennemâ numidduhum bihî min mâlin ve benîn(benîne).
Mal ve oğullarla onları desteklediğimizi mi sanıyorlar?
23/MU'MİNÛN-56: Nusâriu lehum fîl hayrât(hayrâti) bel lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Onlara hayırları çabuklaştırdığımızı (mı sanıyorlar)? Hayır, onlar farkında değillerdir.
23/MU'MİNÛN-57: İnnellezîne hum min haşyeti rabbihim muşfikûn(muşfikûne).
Muhakkak ki onlar, Rab'lerinin haşyetinden korkanlardır.
23/MU'MİNÛN-58: Vellezîne hum bi âyâti rabbihim yu’minûn(yu’minûne).
Ve onlar, Rab'lerinin âyetlerine îmân ederler.
23/MU'MİNÛN-59: Vellezîne hum bi rabbihim lâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve onlar, Rab'lerine şirk koşmazlar.
23/MU'MİNÛN-60: Vellezîne yu’tûne mâ âtev ve kulûbuhum veciletun ennehum ilâ rabbihim
râciûn(râciûne).
Ve onlar vereceklerini verirler. Onlar, Rab'lerine geri dönenler (ulaşanlar) olduğundan onların
kalpleri titrer.
23/MU'MİNÛN-61: Ulâike yusâriûne fîl hayrâti ve hum lehâ sâbikûn(sâbikûne).
İşte onlar hayırlarda yarışırlar. Ve onlar, onda (hayırlarda) öne geçenlerdir.
23/MU'MİNÛN-62: Ve lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve ledeynâ kitâbun yantıku bil hakkı ve
hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve (hiç) kimseyi gücünün (kapasitesinin, yapabileceğinin) dışında (ötesinde) mükellef (sorumlu)
tutmayız. Nezdimizde, hakkı söyleyen bir kitap (hayat filmi) vardır. Ve onlar zulmedilmezler.
23/MU'MİNÛN-63: Bel kulûbuhum fî gamratin min hâzâ ve lehum a’mâlun min dûni zâlike
hum lehâ âmilûn(âmilûne).
Hayır, onların kalpleri bundan dolayı gaflette (dalâlette)dir. Ve onların bundan başka yaptıkları
amelleri (de) vardır. Onlar, onu yapanlardır.
23/MU'MİNÛN-64: Hattâ izâ ehaznâ mutrafîhim bil âzâbi izâ hum yec’erûn(yec’erûne).
Onların refahta olanlarını azapla aldığımız zaman (o zaman) onlar, yalvarıp bağırarak yardım
isterler.
23/MU'MİNÛN-65: Lâ tec’erûl yevme innekum minnâ lâ tunsarûn(tunsarûne).
O gün yalvarıp bağırarak yardım istemeyin. Muhakkak ki Bizim tarafımızdan, size yardım edilmez.
23/MU'MİNÛN-66: Kad kânet âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum alâ a’kâbikum
tenkisûn(tenkisûne).
Âyetlerimiz size tilâvet edilmişti (okunmuştu). O zaman siz, topuklarınız üzerinde geri dönüp
kaçmıştınız.
23/MU'MİNÛN-67: Mustekbirîne bihî sâmiran tehcurûn(tehcurûne). 3
(Siz), ona (âyetlerime) kibirlenenlerdiniz. Gece toplanarak (âyetlerim hakkında) saçma sapan
konuşuyordunuz.
23/MU'MİNÛN-68: E fe lem yeddebberûl kavle em câehum mâ lem ye’ti âbâehumul
evvelîn(evvelîne).
Onlar hâlâ sözü düşünmediler mi (mânâsına varmadılar mı, anlamadılar mı)? Yoksa onlara,
atalarına gelmemiş olan (bir şey) mi geldi?
23/MU'MİNÛN-69: Em lem ya’rifû resûlehum fe hum lehu munkirûn(munkirûne).
Yoksa onlar, resûllerini tanımadılar mı (kabul etmediler mi)? Bu durumda onlar, onu (resûlü) inkâr
edenlerdir.
23/MU'MİNÛN-70: Em yekûlûne bihî cinneh(cinnetun), bel câehum bil hakkı ve ekseruhum lil
hakkı kârihûn(kârihûne).
Yoksa onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Hayır (o), onlara hak ile geldi. Ve onların çoğu
hakkı kerih görenlerdir.
23/MU'MİNÛN-71: Ve levittebeal hakku ehvâehum le fesedetis semâvâtu vel ardu ve men fî
hinn(hinne), bel eteynâhum bi zikrihim fe hum an zikrihim mu’ridûn(mu’ridûne).
Ve Hakk, onların hevalarına tâbî olsaydı semalar, yeryüzü ve onların içinde olanlar mutlaka fesada
uğrardı. Hayır, onlara zikirlerini getirdik. Fakat onlar, zikirlerinden yüz çevirenlerdir.
23/MU'MİNÛN-72: Em tes’eluhum harcen fe haracu rabbike hayrun ve huve hayrur
râzikîn(râzikîne).
Yoksa onlardan harc (ücret) mi istiyorsun? Oysa Rabbinin harcı (ücreti) daha hayırlıdır. Ve O,
rızıklandıranların en hayırlısıdır.
23/MU'MİNÛN-73: Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
23/MU'MİNÛN-74: Ve innellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti anis sırâtı le nâkibûn(nâkibûne).
Ve muhakkak ki ahirete (Allah'a hayatta iken ulaşmaya) inanmayanlar, mutlaka yoldan (Sıratı
Mustakîm'den) sapanlar (dalâlette olanlar)dır.
23/MU'MİNÛN-75: Ve lev rahımnâhum ve keşefnâ mâ bihim min durrin le leccû fî tugyânihim
ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve eğer onlara rahmet (merhamet) edip, onlara zarar (sıkıntı, kıtlık) veren şeyi giderseydik,
mutlaka şaşkın bir halde azgınlıklarında devam ederlerdi.
23/MU'MİNÛN-76: Ve lekad ehaznâhum bil azâbi fe mestekânû li rabbihim ve mâ
yetedarreûn(yetedarreûne).
Ve andolsun ki onları, azaba aldık (azaba uğrattık). Fakat onlar, Rab'lerine boyun eğmediler ve
yalvarıp dua etmediler.
23/MU'MİNÛN-77: Hattâ izâ fetahnâ aleyhim bâben zâ azâbin şedîdin izâ hum fîhi
mublisûn(mublisûne).
Nihayet onların üzerine şiddetli azap kapısını açınca, o zaman onlar ümitsizlik içinde (ümitsizliğe
düşenler) oldular.
23/MU'MİNÛN-78: Ve huvellezî enşee lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’ideh(ef’idete), kalîlen
mâ teşkurûn(teşkurûne).
Ve sizin için işitme hassası, görme hassası ve fuad hassası (idrak hassası) inşa eden (yaratan) O'dur.
Ne kadar az şükrediyorsunuz.
23/MU'MİNÛN-79: Ve huvellezî zereekum fîl ardı ve ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ve sizi, arzda (yeryüzünde) yaratıp çoğaltan, yayan O'dur. Ve O'na haşrolunacaksınız
(döndürüleceksiniz). 3
23/MU'MİNÛN-80: Ve huvellezî yuhyî ve yumîtu ve lehuhtilâful leyli ven nehâr(nehâri), e fe lâ
ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve hayat veren ve öldüren, O'dur. Ve gece ve gündüzün ihtilâfı (karşılıklı dönüşümü), O'na aittir
(O'nun hükmüdür). Hâlâ akıl etmez misiniz?
23/MU'MİNÛN-81: Bel kâlû misle mâ kâlel evvelûn(evvelûne).
Hayır, onlar, evvelkilerin söylediklerinin aynısını söylediler.
23/MU'MİNÛN-82: Kâlû e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le
meb’ûsûn(meb’ûsûne).
“Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten, mutlaka biz beas mı edileceğiz
(yeniden mi diriltileceğiz)?” dediler.
23/MU'MİNÛN-83: Lekad vuıdnâ nahnu ve âbâunâ hâzâ min kablu in hâzâ illâ esâtîrul
evvelîn(evvelîne).
Andolsun ki bu, bize vaadedildi ve daha önce de babalarımıza. Bu ancak evvelkilerin efsaneleridir.
23/MU'MİNÛN-84: Kul li menil ardu ve men fîhâ in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
De ki: “Arzın (yeryüzünün) ve onun içindekilerin kimin olduğunu eğer biliyorsanız (söyleyin).”
23/MU'MİNÛN-85: Seyekûlûne lillâh(lillâhi), kul e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
“Allah'ındır.” diyecekler. De ki: “Hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz (akıl etmeyecek misiniz)?”
23/MU'MİNÛN-86: Kul men rabbus semâvâtis seb’ı ve rabbul arşil azîm(azîmi).
De ki: “Yedi kat göklerin Rabbi ve arşil azîmin Rabbi kimdir?”
23/MU'MİNÛN-87: Seyekûlûne lillâh(lillâhi), kul e fe lâ tettekûn(tettekûne).
“Allah'ındır.” diyecekler. De ki: “Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız?”
23/MU'MİNÛN-88: Kul men bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve huve yucîru ve lâ yucâru aleyhi
in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
De ki: “Şâyet biliyorsanız (söyleyin) herşeyin mülkü (yönetimi, idaresi) elinde olan ve koruyan
(himaye eden) ve Kendisi korunmaya ihtiyacı olmayan kimdir?”
23/MU'MİNÛN-89: Seyekûlûne lillâh(lillâhi), kul fe ennâ tusharûn(tusharûne).
“Allah'ındır (Allah'tır).” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl aldatılıyorsunuz?”
23/MU'MİNÛN-90: Bel eteynâhum bil hakkı ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Hayır, onlara hakkı getirdik. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten tekzip edenlerdir (yalanlayanlardır).
23/MU'MİNÛN-91: Mettehazallâhu min veledin ve mâ kâne meahu min ilâhin izen le zehebe
kullu ilâhin bimâ halaka ve le alâ ba’duhum alâ ba’d(ba’dın), subhânallâhi ammâ
yasıfûn(yasıfûne).
Allah çocuk edinmemiştir. Ve O'nunla beraber (başka) bir ilâh (hiç) olmamıştır. Öyle olsaydı bütün
ilâhlar mutlaka (kendi) yarattığını giderirdi (yok ederdi). Ve mutlaka onların bir kısmı bir kısmına
üstün olurdu. Allah, onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.
23/MU'MİNÛN-92: Âlimil gaybi veş şehâdeti fe teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
(Allah), gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilendir. Ve onların şirk koştukları şeylerden çok
yücedir.
23/MU'MİNÛN-93: Kul rabbi immâ turiyennî mâ yûadûn(yûadûne).
De ki: “Rabbim, eğer vaadolunan şeyi bana gösterecek isen.”
23/MU'MİNÛN-94: Rabbi fe lâ tec’alnî fil kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Rabbim, öyleyse beni zalimler kavmi içinde bırakma.
23/MU'MİNÛN-95: Ve innâ alâ en nuriyeke mâ neıduhum le kâdirûn(kâdirûne).
Ve muhakkak ki Biz, onlara vaadettiğimiz şeyi sana göstermeye elbette kaadir olanlarız. 3
23/MU'MİNÛN-96: İdfa’ billetî hiye ahsenus seyyieh(seyyiete), nahnu a’lemu bi mâ
yasıfûn(yasıfûne).
Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların) vasıflandırdıklarını en iyi biliriz.
23/MU'MİNÛN-97: Ve kul rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn(şeyâtîni).
Ve “Şeytanların kışkırtmalarından (vesveselerinden) sana sığınırım.” de.
23/MU'MİNÛN-98: Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn(yahdurûni).
Ve Rabbim, (şeytanların) benim yanımda bulunmalarından sana sığınırım.
23/MU'MİNÛN-99: Hattâ izâ câe ehadehumul mevtu kâle rabbirciûn(rabbirciûni).
Onların birine ölüm geldiği zaman: “Rabbim, beni geri döndür.” dedi.
23/MU'MİNÛN-100: Leallî a’melu sâlihan fîmâ terektu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ,
ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
“Böylece (geri gönderdiğin taktirde) terkettiğim salih amelleri (nefsi tezkiye edici ameli) işlerim.”
Hayır, muhakkak ki onun söylediği söz, sadece (boş) bir kelimedir. Ve beas edilecekleri güne kadar
onların arkasında berzah (engel) vardır.
23/MU'MİNÛN-101: Fe izâ nufiha fis sûri fe lâ ensâbe beynehum yevme izin ve lâ
yetesâelûn(yetesâelûne).
İzin günü sur'a üfürüldüğü zaman, artık onların aralarında bir neseb (soy bağı) yoktur. Ve
(birbirlerine hal hatır) sormazlar.
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî
cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar,
cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
23/MU'MİNÛN-104: Telfehu vucûhehumun nâru ve hum fîhâ kâlihûn(kâlihûne).
Onların (ızdıraptan) ekşimiş olan yüzlerini ateş yalar.
23/MU'MİNÛN-105: E lem tekun âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
Âyetlerim size okunurken; onları tekzip edenler (yalanlayanlar), siz değil miydiniz?
23/MU'MİNÛN-106: Kâlû rabbenâ galebet aleynâ şıkvetunâ ve kunnâ kavmen dâllîn(dâllîne).
Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Şâkîliğimiz (azgınlığımız), bize gâlip geldi ve biz, dalâlette olan bir
kavim idik.”
23/MU'MİNÛN-107: Rabbenâ ahricnâ minhâ fe in udnâ fe innâ zâlimûn(zâlimûne).
Rabbimiz, bizi oradan (cehennemden) çıkar. Bundan sonra dönersek; o zaman biz, mutlaka
zalimler oluruz.
23/MU'MİNÛN-108: Kâlahseû fîhâ ve lâ tukellimûn(tukellimûni).
Dedi ki: “Orada (cehennemde) kalın ve bana (bir şey) söylemeyin!”
23/MU'MİNÛN-109: İnnehu kâne ferîkun min ibâdî yekûlûne rabbenâ âmennâ fagfir lenâ
verhamnâ ve ente hayrur râhımîn(râhımîne).
Muhakkak ki kullarımdan bir grup şöyle der: “Rabbimiz, biz âmenû olduk (ölmeden önce Sana
ulaşmayı diledik). Artık bize mağfiret et ve bize rahmet et (Rahîm esma'n ile tecelli et). Ve Sen,
Rahîm olanların en hayırlısısın.”
23/MU'MİNÛN-110: Fettehaztumûhum sıhriyyen hattâ ensevkum zikrî ve kuntum minhum
tadhakûn(tadhakûne). 3
Böylece onları alay konusu edindiniz. Öyle ki (bu), size Benim zikrimi unutturdu. Ve siz, onlara
gülüyordunuz.
23/MU'MİNÛN-111: İnnî cezeytuhumul yevme bimâ saberû ennehum humul fâizûn(fâizûne).
Muhakkak ki Ben, onlar sabırlarından dolayı kurtuluşa erenler olduğundan, bugün onlara
mükâfatlarını verdim.
23/MU'MİNÛN-112: Kâle kem lebistum fil ardı adede sinîn(sinîne).
Dedi ki: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?”
23/MU'MİNÛN-113: Kâlû lebisnâ yevmen ev ba’da yevmin fes’elil âddîn(âddîne).
“Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. O zaman (onu), sayanlara sor.” dediler.
23/MU'MİNÛN-114: Kâle in lebistum illâ kalîlen lev ennekum kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Dedi ki: “Ancak az bir zaman kaldınız. Siz bilmiş olsaydınız.”
23/MU'MİNÛN-115: E fe hasibtum ennemâ halaknâkum abesen ve ennekum ileynâ lâ
turceûn(turceûne).
Öyleyse Bizim, sizi abes olarak (boş yere) yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi
zannettiniz?
23/MU'MİNÛN-116: Fe teâlallâhul melikul hakk(hakku), lâ ilâhe illâ hû(huve), rabbul arşil
kerîm(kerîmi).
İşte Hakk Melik olan Allah, çok yüce'dir. O'ndan başka İlâh yoktur. (O), kerim arş'ın Rabbidir.
23/MU'MİNÛN-117: Ve men yed’u maallâhi ilâhen âhare lâ burhâne lehu bihî fe innemâ
hısâbuhu inde rabbih(rabbihi), innehu lâ yuflihul kâfirûn(kâfirûne).
Ve kim, bir burhanı (delili) olmamasına rağmen, Allah ile beraber başka bir ilâha taparsa, artık
onun hesabı sadece Rabbinin katındadır. Muhakkak ki kâfirler, felâha (kurtuluşa) eremezler.
23/MU'MİNÛN-118: Ve kul rabbigfir verham ve ente hayrur râhımîn(râhımîne).
Ve de ki: “Rabbim, mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir) ve rahmet et (Rahîm esması ile tecelli
et). Ve Sen, Rahîm olanların en hayırlısısın.”
MUMTEHİNE
Bismillâhirrahmânirrahîm
60/MUMTEHİNE-1: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne
ileyhim bil meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum minel hakk(hakkı), yuhricûner resûle ve
iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî
tusirrûne ileyhim bil meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu
minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Benim ve sizin düşmanlarınızı
dostlar edinmeyin! Ve onlar, Hakk'tan size geleni inkâr etmiş oldukları halde onlara muhabbet
besliyorsunuz (dostluk ilka ediyorsunuz). Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı resûlü ve sizi
yurdunuzdan çıkarıyorlar. Şâyet siz, Benim yolumda, Benim rızamı aramak için cihada çıktı iseniz
(buna rağmen niçin), onlara sevgi gösterip sır veriyorsunuz. Ve Ben, sizin gizlediğinizi de,
açıkladığınızı da bilirim. Ve sizden kim onu (bunu) yaparsa, o taktirde doğru yoldan sapmış olur.
60/MUMTEHİNE-2: İn yeskafûkum yekûnû lekum a’dâen ve yebsutû ileykum eydiyehum ve
elsinetehum bis sûi ve veddû lev tekfurûn(tekfurûne).
Şâyet sizi yakalasalar, onlar size düşman olurlar. Ve ellerini ve dillerini size kötülük ile uzatırlar.
Ve sizin için: “Keşke inkâr etseniz.” diye temenni ettiler (istediler). 3
60/MUMTEHİNE-3: Len tenfeakum erhâmukum ve lâ evlâdukum, yevmel kıyâmeh(kıyâmeti)
yefsılu beynekum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Kıyâmet günü akrabalarınız ve evlâtlarınız, asla size fayda sağlamaz. (Onlarla) sizin aranızı
ayıracaktır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
60/MUMTEHİNE-4: Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz
kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum, ve
bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tû’minû billâhi vahdehû, illâ
kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’İn, rabbenâ
aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr(masîru).
Hz. İbrâhîm ve onunla beraber olanlar sizin için güzel bir örnek olmuştur. Onlar kavimlerine şöyle
demişlerdi: “Muhakkak ki biz, sizden ve sizin Allah'tan başka taptığınız şeylerden uzağız, sizi inkâr
ediyoruz. Ve siz, Allah'ın tek oluşuna inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebediyyen
düşmanlık ve öfke başladı.” Hz. İbrâhîm'in, babasına: “Senin için mutlaka istiğfar edeceğim
(mağfiret dileyeceğim). (Ancak) Allah'tan sana gelecek bir şeyi önlemeye malik değilim, sözü
(demesi) hariç. Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik. Ve Sana yöneldik. Ve masîr (varış, dönüş,
ulaşma), Sana'dır.”
60/MUMTEHİNE-5: Rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lillezîne keferû, vagfir lenâ rabbenâ, inneke
entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, bizi kâfirlere fitne kılma! Ve bizi mağfiret et Rabbimiz. Muhakkak ki Sen, Sen; Azîz'sin,
Hakîm'sin.
60/MUMTEHİNE-6: Lekad kâne lekum fîhim usvetun hasenetun li men kâne yercûllâhe vel
yevmel âhire ve men yetevelle fe innallâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Andolsun ki, sizin için onlarda Allah'ı (Allah'ın Zat'ına ulaşmayı) ve ahiret gününü dilemiş olan
kimselere güzel örnek vardır. Ve kim dönerse, o taktirde muhakkak ki Allah, O; Ganî'dir,
Hamîd'dir (hamdedilendir).
60/MUMTEHİNE-7: Asâllâhu en yec’ale beynekum ve beynellezîne âdeytum minhum
meveddeh(meveddeten), vallâhu kadîr(kadîrun), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Allah'ın sizinle ve onlardan düşman olduğunuz kimseler arasında dostluk yaratması umulur. Ve
Allah; Kaadir'dir (herşeye gücü yetendir). Ve Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir
(Rahîm esması ile tecelli edendir).
60/MUMTEHİNE-8: Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîni ve lem
yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbul
muksitîn(muksitîne).
Allah, dîn konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik
etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak ki Allah,
adaletli olanları (adaletle davrananları) sever.
60/MUMTEHİNE-9: İnnemâ yenhâkumullâhu anillezîne kâtelûkum fîd dîni ve ahrecûkum min
diyârikum ve zâherû alâ ıhrâcikum en tevellevhum, ve men yetevellehum fe ulâike humuz
zâlimûn(zâlimûne).
Fakat Allah, dîn hususunda sizinle savaşmış ve sizi yurdunuzdan çıkarmış olan ve sizin
çıkarılmanıza arka çıkmış (yardım etmiş) olan kimselere dönmenizden (onlarla dostluk
kurmanızdan) sizi nehyeder (yasaklar). Ve kim onlara dönerse, o taktirde işte onlar, onlar
zalimlerdir.
60/MUMTEHİNE-10: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ câekumul mû’minâtu muhâcirâtin femtehınû
hunn(hunne), allâhu a’lemu bi îmânihinn(îmânihinne), fe in alimtimû hunne mû’minâtin fe lâ
terciû hunne ilel kuffâr(kuffâri), lâ hunne hıllun lehum ve lâ hum yehıllûne le hunn(hunne), ve
âtûhum mâ enfekû, ve lâ cunâha aleykum en tenkıhû hunne izâ âteytumû hunne 3
ucûrehunn(ucûrehunne), ve lâ tumsikû bi isamil kevâfiri ves’elû mâ enfaktum vel yes’elû mâ
enfekû, zâlikum hukmullâh(hukmullâhi), yahkumu beynekum, vallâhu alîmun
hakîm(hakîmun).
Ey âmenû olanlar! Hicret etmiş olan mü'min kadınlar size geldikleri zaman onları imtihan edin
(hicret sebeplerini sorun). Allah, onların îmânını çok iyi biliyor. Artık onların mü'min hanımlar
olduğunu bilirseniz (mü'min olduklarından emin olursanız), bundan sonra onları kâfirlere geri
döndürmeyiniz. Onlar (mü'min hanımlar), diğerlerine (kâfir erkeklere) helâl değildir. Diğerleri de
(kâfir erkekler de), onlar için (mü'min hanımlar için) helâl değildir. Onlara (kâfir erkeklere), infâk
etmiş oldukları şeyi (mü'min olarak size gelen kadınlara daha önce vermiş oldukları mehirlerini)
geri verin. Ve kendilerine mehirlerini verdiğiniz taktirde, onlara nikâh yapmanızda sizin üzerinize
bir günah yoktur. Ve kâfir kadınları nikâh ile tutmayın. Ve siz ne infâk ettiyseniz (mehir olarak ne
verdiyseniz) geri isteyiniz. Ve onlar da infâk ettiklerini istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür.
Aranızda hüküm vermektedir. Ve Allah; Alîm'dir (en iyi bilendir), Hâkim'dir (hüküm sahibidir).
60/MUMTEHİNE-11: Ve in fâtekum şey’un min ezvâcikum ilel kuffâri fe âkabtum fe âtûllezîne
zehebet ezvâcuhum misle mâ enfekû, vettekûllâhellezî entum bihî mû’minûn(mû’minûne).
Ve eğer sizin zevcelerinizden dolayı bir şey (mehir) sizin elinizden çıkıp kâfirlere geçtiyse (kâfirler,
sizden kendilerine gelen kadınların mehirlerini, bıraktıkları eşlerine geri ödemezlerse), sonra da
(kâfirlerden size gelip îmân eden kadınların bıraktıkları eşlerine mehirlerini geri) ödeme sırası size
gelince, o zaman eşleri (kâfir erkeklere) gitmiş olanlara, infâk ettikleri kadar (mehri) siz (elinize
geçen ganimetten) verin ve siz, kendisine îmân etmiş olduğunuz Allah'a karşı takva sahibi olun!
60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne
billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin
yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne
vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak,
zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak,
maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların
biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret
edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
60/MUMTEHİNE-13: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tetevellev kavmen gadıballâhu aleyhim kad
yeisû minel âhireti kemâ yeisel kuffâru min ashâbil kubûr(kubûri).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'ın kendilerine gadaplandığı
(rahmetinden terkettiği) bir kavme dönmeyin (dostluk kurmayın)! Kâfirlerin, kabirdekilerden
ümitlerini kesmiş olduğu (tekrar diriltileceğine inanmadığı) gibi onlar da ahiretten ümitlerini
kesmişlerdir (ahiret hayatına inanmazlar).
MUNÂFİKÛN
Bismillâhirrahmânirrahîm
63/MUNÂFİKÛN-1: İzâ câekel munâfikûne kâlû neşhedu inneke le resûlullâh(resûlullâhi),
vallâhu ya’lemu inneke le resûluh(resûluhu), vallâhu yeşhedu innel munâfikîne le
kâzibûn(kâzibûne).
Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz şahadet ederiz. Muhakkak ki sen, gerçekten Allah'ın
Resûl'üsün.” dediler. Ve Allah, muhakkak ki senin, gerçekten Kendisinin Resûl'ü olduğunu biliyor.
Ve Allah şahadet eder ki, münafıklar gerçekten yalancıdırlar.
63/MUNÂFİKÛN-2: İttehazû eymânehum cunneten fe saddû an sebîlillâh(sebîlillâhi), innehum
sâe mâ kânû ya’melûn(ya’melûne). 3
Yeminlerini kendilerine siper ettiler, böylece Allah'ın yolundan saptılar (ve saptırdılar). Muhakkak
ki onların yapmış oldukları kötü bir şey.
63/MUNÂFİKÛN-3: Zâlike bi ennehum âmenû summe keferû fe tubia alâ kulûbihim fe hum lâ
yefkahûn(yefkahûne).
Bu, onların (önce) âmenû olmaları (Allah'a ulaşmayı dileyerek hidayete ermeleri ve ruhlarını
Allah'a ulaştırdıktan), sonra küfre düşmeleri sebebiyledir. Bu sebeple onların kalplerinin üzeri
tabedildi (mühürlendi). Artık onlar fıkıh edemezler (idrak edemezler).
63/MUNÂFİKÛN-4: Ve izâ reeytehum tu’cibuke ecsâmuhum, ve in yekûlû tesma’, li kavlihim,
ke ennehum huşubun musennedeh(musennedetun), yahsebûne kulle sayhatin aleyhim, humul
aduvvu fahzerhum, kâtelehumullâhu ennâ yû’fekûn(yû’fekûne).
Onları gördüğün zaman onların cesameti (görünüşleri) seni hayran bırakır. Ve eğer konuşurlarsa,
onların sözlerini dinlersin, onlar sanki duvara dayalı kütükler gibidirler. Her sayhayı (gürültüyü)
kendi üzerlerine (aleyhlerine) sanırlar. Onlar düşmandırlar. Artık onlardan hazer et (sakın), Allah
onları helâk etsin (kahretsin), nasıl da döndürülüyorlar.
63/MUNÂFİKÛN-5: Ve izâ kîle lehum teâlev yestagfir lekum resûlullâhi levvev ruûsehum ve
reeytehum yesuddûne ve hum mustekbirûn(mustekbirûne).
Ve onlara (münafıklara): “Geliniz, Allah'ın Resûl'ü sizin için mağfiret dilesin.” denildiği zaman,
başlarını alay ederek iki yana salladılar. Ve sen, onların yüz çevirdiklerini (ayrıldıklarını) gördün.
Ve onlar, kibirlenen kimselerdir.
63/MUNÂFİKÛN-6: Sevâun aleyhim estagferte le hum em lem testagfir lehum, len yagfirallâhu
lehum, innallâhe lâ yehdîl kavmel fâsikîn(fâsikîne).
Onlar (münafıklar) için mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onlara asla mağfiret etmez.
Muhakkak ki Allah, fasıklar kavmini hidayete erdirmez.
63/MUNÂFİKÛN-7: Humullezîne yekûlûne lâ tunfikû alâ men inde resûlillâhi hattâ yenfaddû,
ve lillâhi hazâinus semâvâti vel ardı ve lâkinnel munâfikîne lâ yefkahûn(yefkahûne).
Onlar (münafıklar): “Resûlallah'ın yanında bulunanlara infâk etmeyin (bir şey vermeyin) ki, onlar
dağılıp gitsinler.” diyenlerdir. Ve semaların ve arzın (göklerin ve yerin) hazineleri Allah'ındır. Ve
lâkin münafıklar, fıkıh (idrak) edemezler.
63/MUNÂFİKÛN-8: Yekûlûne le in reca’nâ ilel medîneti le yuhricennel eazzu min hel
ezell(ezelle), ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîne ve lâkinnel munâfikîne lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
“Eğer biz şehre dönersek, mutlaka daha azîz (güçlü) olan, daha zelil (güçsüz, zayıf) olanı, oradan
(şehirden) çıkarır.” diyorlar. İzzet Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün ve mü'minlerindir. Ve lâkin
münafıklar bilmiyorlar.
63/MUNÂFİKÛN-9: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum ve lâ evlâdukum an
zikrillâh(zikrillâhi), ve men yef'al zâlike fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah'ın zikrinden
alıkoymasın. Ve kim bunu yaparsa, o taktirde işte onlar, onlar hüsranda olanlardır.
63/MUNÂFİKÛN-10: Ve enfikû mimmâ rezaknâkum min kabli en ye’tiye ehadekumul mevtu fe
yekûle rabbi lev lâ ahhartenî ilâ ecelin karîbin fe assaddeka ve ekun mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve sizden birisine ölüm gelmesinden, o zaman: “Rabbim keşke beni yakın bir zamana kadar
ertelesen de böylece ben sadaka versem ve salihlerden olsam, olmaz mı?” demesinden önce, sizi
rızıklandırdığımız şeylerden infâk edin.
63/MUNÂFİKÛN-11: Ve len yûahhırallâhu nefsen izâ câe eceluhâ, vallâhu habîrun bi mâ
ta’melûn(ta’melûne). 3
Ve Allah, hiçbir nefsi (hiçbir kimseyi) eceli geldiği zaman asla tehir etmez (ertelemez). Ve Allah,
sizin yaptıklarınızdan haberdar olandır.
MURSELÂT
Bismillâhirrahmânirrahîm
77/MURSELÂT-1: Vel murselâti urfâ(urfen).
Ardarda (marufla, irfanla) gönderilenlere andolsun.
77/MURSELÂT-2: Fel âsıfâti asfâ(asfen).
Ve de şiddetle estikçe esenlere (andolsun).
77/MURSELÂT-3: Vennâşirâti neşren.
Dağıtıp yayanlara andolsun.
77/MURSELÂT-4: Fel fârikâti ferkâ(ferkan).
Ve de ayırdıkça ayıranlara (andolsun).
77/MURSELÂT-5: Fel mulkıyâti zikrâ(zikren).
Ve de zikri ilka edenlere (andolsun).
77/MURSELÂT-6: Uzren ev nuzrâ(nuzren).
(Bu yeminler), özür olarak (mazeret olmaması) veya nezir olarak (uyarması) içindir.
77/MURSELÂT-7: İnnemâ tûadûne levâkı’(levâkıun).
Muhakkak ki vaadolunduğunuz şey, mutlaka vuku bulacaktır.
77/MURSELÂT-8: Fe izen nucûmu tumiset.
Öyle ki, o zaman yıldızların ışığı giderilmiştir.
77/MURSELÂT-9: Ve izes semâu furicet.
Ve o zaman gök yarılmıştır.
77/MURSELÂT-10: Ve izel cibâlu nusifet.
Ve o zaman dağlar dağılmıştır.
77/MURSELÂT-11: Ve izer rusulu ukkıtet.
Ve o zaman resûllere vakit bildirilmiştir.
77/MURSELÂT-12: Li eyyi yevmin uccilet.
(Bunlar) hangi gün için tecil edildi (ertelendi)?
77/MURSELÂT-13: Li yevmil fasl(fasli).
Fasıl (ayırma) günü için (tecil edildi).
77/MURSELÂT-14: Ve mâ edrâke mâ yevmul fasl(fasli).
O fasıl gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?
77/MURSELÂT-15: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü, yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-16: E lem nuhlikil evvelîn(evvelîne).
Evvelkileri Biz helâk etmedik mi?
77/MURSELÂT-17: Summe nutbiuhumul âhırîn(âhırîne).
Sonra diğerlerini (arkadan gelenleri) deonlara tâbî kılarız.
77/MURSELÂT-18: Kezâlike nef’alu bil mucrimîn(mucrimîne).
Mücrimlere işte böyle yaparız. 3
77/MURSELÂT-19: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-20: E lem nahlukkum min mâin mehîn(mehînin).
Sizi Biz, değersiz bir sudan yaratmadık mı?
77/MURSELÂT-21: Fe cealnâhu fî karârin mekîn(mekînin).
Sonra onu sağlam bir yerde kararlı kıldık (yerleştirdik).
77/MURSELÂT-22: İlâ kaderin ma’lûm(ma’lûmin).
Bilinen bir süreye kadar.
77/MURSELÂT-23: Fe kadernâ fe ni’mel kâdirûn(kâdirûne).
İşte Biz, böyle takdir ettik. Bunu takdir edenler ne güzel (kudret sahibi).
77/MURSELÂT-24: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-25: E lem nec’alil arda kifâtâ(kifâten).
Biz arzı toplanma yeri kılmadık mı?
77/MURSELÂT-26: Ahyâen ve emvâtâ(emvâten).
Canlılara ve ölülere.
77/MURSELÂT-27: Ve cealnâ fîhâ revâsiye şâmihâtin ve eskaynâkum mâen furâtâ(furâten).
Ve orada yüksek sabit dağlar kıldık. Ve sizi tatlı su ile suladık (içecek su verdik).
77/MURSELÂT-28: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-29: İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
O yalanlamış olduğunuz şeye gidin!
77/MURSELÂT-30: İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb(şuâbin).
Üç çatallı olan gölgeye gidiniz.
77/MURSELÂT-31: Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb(lehebi).
Gölgelendirmez ve yakıcı aleve bir faydası olmaz.
77/MURSELÂT-32: İnnehâ termî bi şerarin kel kasr(kasri).
Muhakkak ki o, saray gibi (büyük) kıvılcımlar atar.
77/MURSELÂT-33: Ke ennehu cimâletun sufr(sufrun).
Sanki o (kıvılcımlar), sarı erkek develer gibidir.
77/MURSELÂT-34: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-35: Hâzâ yevmu lâ yentıkûn(yentıkûne).
Bu, (yalanlayanların) konuşamayacakları bir gündür.
77/MURSELÂT-36: Ve lâ yu’zenu lehum fe ya’tezirûn(ya’tezirûne).
Ve onlara izin verilmez ki, özür beyan etsinler.
77/MURSELÂT-37: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-38: Hâzâ yevmul fasl(fasli), cema’nâkum vel evvelîn(evvelîne).
Bu ayrılma günüdür. Sizi ve evvelkileri biraraya topladık.
77/MURSELÂT-39: Fe in kâne lekum keydun fe kîdûn(kîdûni).
Haydi eğer sizin bir tuzağınız varsa hemen Bana karşı tuzak kurun. 3
77/MURSELÂT-40: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-41: İnnel muttekîne fî zılâlin ve uyûn(uyûnin).
Muhakkak ki takva sahipleri gölgelerde ve pınarbaşlarındadır.
77/MURSELÂT-42: Ve fevâkihe mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve canlarının çektiği (iştah duydukları) meyveler vardır.
77/MURSELÂT-43: Kulû veşrebû henîen bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Yaptıklarınız sebebiyle afiyetle yeyin ve için.
77/MURSELÂT-44: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
77/MURSELÂT-45: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-46: Kulû ve temetteû kalîlen innekum mucrimûn(mucrimûne).
Yeyin ve biraz da metalanın (faydalanın). Çünkü siz mücrimlersiniz.
77/MURSELÂT-47: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-48: Ve izâ kîle lehumurkeû lâ yerkeûn(yerkeûne).
Ve onlara: “Rükû edin!” denildiği zaman rükû etmezler.
77/MURSELÂT-49: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü yalanlayanların vay haline.
77/MURSELÂT-50: Fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn(yu’minûne).
Bundan başka artık hangi söze inanacaklar?
MUTAFFİFÎN
Bismillâhirrahmânirrahîm
83/MUTAFFİFÎN-1: Veylun lil mutaffifîn(mutaffifîne).
Eksik ölçenlerin (ve eksik tartanların) vay haline.
83/MUTAFFİFÎN-2: Ellezîne izektâlû alen nâsi yestevfûn(yestevfûne).
Onlar, ölçerek satın aldıkları zaman insanlara vefalı davranırlar (dürüst olup tam ölçerler).
83/MUTAFFİFÎN-3: Ve izâ kâlûhum ev vezenûhum yuhsirûn(yuhsirûne).
Ve onlara (insanlara) satmak için ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler (eksik tartarlar).
83/MUTAFFİFÎN-4: Elâ yezunnu ulâike ennehum meb'ûsûn(meb'ûsûne).
İşte onlar beas edileceklerini (diriltileceklerini) zannetmiyorlar (bilmiyorlar) mı?
83/MUTAFFİFÎN-5: Li yevmin azîm(azîmin).
Azîm gün için.
83/MUTAFFİFÎN-6: Yevme yekûmun nâsu li rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi için insanların kıyam edeceği (kalkacağı) gün.
83/MUTAFFİFÎN-7: Kellâ inne kitâbel fuccâri le fî siccîn(siccînin).
Hayır, muhakkak ki, füccarın (şeytanın fücuruna tâbî olan kâfirlerin) kitapları (kayıtları, hayat
filmleri) elbette siccîndedir (zemin kattan 7 kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir).
83/MUTAFFİFÎN-8: Ve mâ edrâke mâ siccîn(siccînun). 3
Ve siccînin ne olduğunu sana bildiren nedir?
83/MUTAFFİFÎN-9: Kitâbun merkûm(merkûmun).
(O), rakamlandırılmış (kazanılan negatif ve pozitif puanların dereceler halinde yazılmış olduğu) bir
kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir).
83/MUTAFFİFÎN-10: Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
İzin günü, yalanlayanların vay haline.
83/MUTAFFİFÎN-11: Ellezîne yukezzibûne bi yevmiddîn(yevmiddîni).
Onlar ki dîn gününü yalanlıyorlar.
83/MUTAFFİFÎN-12: Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm(esîmin).
Ve onu (dîn gününü), haddi aşan asi günahkârların hepsi hariç, kimse yalanlamaz.
83/MUTAFFİFÎN-13: İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Evvelkilerin masalları.” dedi.
83/MUTAFFİFÎN-14: Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalplerinin üzerini kapladı (kalplerini kararttı).
83/MUTAFFİFÎN-15: Kellâ innehum an rabbihim yevmeizin le mahcûbûn(mahcûbûne).
Hayır, muhakkak ki onlar izin günü Rab'lerinden elbette perdelenmiş olanlardır (Rab'lerini
göremezler).
83/MUTAFFİFÎN-16: Summe innehum le sâlul cahîm(cahîmi).
Sonra, muhakkak ki onlar, elbette alevli ateşe atılacak olanlardır.
83/MUTAFFİFÎN-17: Summe yukâlu hâzellezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
Sonra onlara: “Bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.” denilir.
83/MUTAFFİFÎN-18: Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne).
Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların) kitapları
(kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin'dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki
kader hücrelerindedir).
83/MUTAFFİFÎN-19: Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn(ılliyyûne).
Ve illiyyin'in ne olduğunu sana bildiren nedir?
83/MUTAFFİFÎN-20: Kitâbun merkûm(merkûmun).
(O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır
(kayıttır, insanların hayat filmidir).
83/MUTAFFİFÎN-21: Yeşheduhul mukarrebûn(mukarrebûne).
Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.
83/MUTAFFİFÎN-22: İnnel ebrâre le fî naîm(naîmi).
Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni'metler içindedir.
83/MUTAFFİFÎN-23: Alel erâiki yenzurûn(yenzurûne).
Tahtlar üzerinde (oturup) seyrederler.
83/MUTAFFİFÎN-24: Ta’rifu fî vucûhihim nadraten naîm(naîmi).
Sen, ni'metin pırıltısını (sevincini), onların yüzlerinde görüp anlarsın.
83/MUTAFFİFÎN-25: Yuskavne min rahîkın mahtûm(mahtûmin).
Onlara, mühürlenmiş (sadece kendilerinin açacağı) halis şaraptan sunulur (içirilir).
83/MUTAFFİFÎN-26: Hitâmuhu misk(miskun). ve fî zâlike fel yetenâfesil
mutenâfisûn(mutenâfisûne). 3
Onun (o şarabın) sonu misktir (şahane misk kokusudur). Ve yarışanlar, artık bunda (bunun için)
yarışsınlar.
83/MUTAFFİFÎN-27: Ve mizâcuhu min tesnîm(tesnîmin).
Onun mizacı (muhtevası) tesnîmdendir.
83/MUTAFFİFÎN-28: Aynen yeşrebu bihel mukarrabûn(mukarrabûne).
O bir pınardır ki ondan, mukarrebin (Rabbine yakın) olanlar içer.
83/MUTAFFİFÎN-29: İnnellezîne ecremû kânû minellezîne âmenû yadhakûn(yadhakûne).
Muhakkak ki suçlu olanlar (günahkârlar), âmenû olanlara gülüyorlardı.
83/MUTAFFİFÎN-30: Ve iza merrû bihim yetegâmezûne.
Ve onların (âmenû olanların) yanlarına geldikleri zaman, birbirlerine kaş göz işareti yaparlar.
83/MUTAFFİFÎN-31: Ve izenkalebû ilâ ehlihimunkalebû fekihîn(fekihîne).
Ve ailelerine döndükleri zaman neşeyle dönerler.
83/MUTAFFİFÎN-32: Ve izâ reevhum kâlû inne hâulâi ledâllûn(ledâllûne).
Ve onları gördükleri zaman: “Muhakkak ki onlar gerçekten dalâlette olanlardır.” dediler.
83/MUTAFFİFÎN-33: Ve mâ ursilû aleyhim hâfızîn(hâfızîne).
Ve onlar, onların (âmenû olanların) üzerine gözetici olarak gönderilmediler.
83/MUTAFFİFÎN-34: Felyevmellezîne âmenû minel kuffârı yadhakûn(yadhakûne).
Artık bugün âmenû olanlar, kâfirlere gülüyorlar.
83/MUTAFFİFÎN-35: Alel erâiki yanzurûn(yanzurûne).
Tahtlar üzerinde (oturup) seyrederler.
83/MUTAFFİFÎN-36: Hel suvvibel kuffâru mâ kânû yef’alûn(yef’alûne).
Kâfirler yapmış oldukları şeyler (sebebiyle) cezalarını buldular mı?
MUZZEMMİL
Bismillâhirrahmânirrahîm
73/MUZZEMMİL-1: Yâ eyyuhel muzzemmil(muzzemmilu).
Ey örtünüp gizlenen!
73/MUZZEMMİL-2: Kumil leyle illâ kalîlâ(kâlilen).
Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kalk!
73/MUZZEMMİL-3: Nısfehû evinkus minhu kalîlâ(kâlilen).
Onun (gecenin) yarısı veya ondan (yarısından) biraz eksilt.
73/MUZZEMMİL-4: Ey zid aleyhi ve rettilil kur’âne tertîlâ(tertilen).
Veya onu daha arttır. Ve Kur'ân'ı tane tane güzel bir şekilde oku.
73/MUZZEMMİL-5: İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ(sekîlen).
Muhakkak ki Biz, sana yakında ağır bir söz ilka edeceğiz (ulaştıracağız).
73/MUZZEMMİL-6: İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ(kîlen).
Muhakkak ki gece kalkışı (meşakkatli fakat) tesir bakımından daha kuvvetli ve okuyuş bakımından
daha sağlamdır.
73/MUZZEMMİL-7: İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ(tavîlen).
Muhakkak ki senin için gündüzleyin uzun meşguliyet vardır.
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen). 3
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
73/MUZZEMMİL-9: Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu vekîlâ(vekîlen).
O (Allah), doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse O'nu vekil edin.
73/MUZZEMMİL-10: Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecren cemîlâ(cemîlen).
Ve onların söyledikleri şeylere sabret. Ve güzel bir ayrılış ile onlardan ayrıl.
73/MUZZEMMİL-11: Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ(kalîlen).
Ni'met sahibi olup yalanlayanları Bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
73/MUZZEMMİL-12: İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ(cahîmen).
Muhakkak ki bizim yanımızda (ayaklara bağlanan) ağır zincirler ve alevli ateş vardır.
73/MUZZEMMİL-13: Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ(elîmen).
Ve boğazı tıkayıp orada kalan yemek ve elîm azap vardır.
73/MUZZEMMİL-14: Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ(mehîlen).
O gün yeryüzü ve dağlar şiddetle sarsılır ve dağlar dağılmış kum yığını olmuştur.
73/MUZZEMMİL-15: İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir'avne
resûlâ(resûlen).
Muhakkak ki Biz, size, üzerinize şahit olacak bir resûl gönderdik. Firavuna resûl gönderdiğimiz
gibi.
73/MUZZEMMİL-16: Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ(vebîlen).
Fakat firavun resûle asi oldu. Bunun üzerine onu çok ağır bir yakalayışla ahzettik (tutup aldık).
73/MUZZEMMİL-17: Fe keyfe tettekûne in kefertum yevmen yec’alul vildâne şîbâ(şîben).
Eğer inkâr ederseniz, o taktirde çocukların saçlarını (korkudan) ağartan o günden kendinizi nasıl
koruyacaksınız?
73/MUZZEMMİL-18: Es semâu munfatırun bih(bihî), kâne va’duhu mef’ûlâ(mef’ûlen).
Sema onunla (o günün şiddeti ile) yarılıp çatlamıştır. O'nun (Allah'ın) vaadi yapılmıştır (yerine
gelmiştir).
73/MUZZEMMİL-19: İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî
sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki bu, hatırlatmadır (öğüttür). Artık kim dilerse, Rabbine (ölmeden önce ruhunu)
ulaştıran bir yol ittihaz eder (yol edinir).
73/MUZZEMMİL-20: İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu
ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre),
alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur'ân(kur’ânî), alime en
seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne
yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe
kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve
hayren ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun
rahîm(rahîmun).
Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden
daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur'ân okumak, zikir
yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü
Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin
edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur'ân'dan size kolay geleni
okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah'ın fazlından (rızık)
isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah'ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık
O'ndan (Kur'ân'dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel 3
bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah'ın indinde daha
hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah'a istiğfar edin (tövbe edip Allah'tan
mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
NAHL
Bismillâhirrahmânirrahîm
16/NAHL-1: Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh(testa’cilûhu), subhânehu ve teâlâ ammâ
yuşrikûn(yuşrikûne).
Allah'ın emri geldi. Artık onda (onun muhtevasının gerçekleşmesinde) acele etmeyin. O'nu tenzih
edin. Ve O, şirk koşulan şeylerden Yüce'dir.
16/NAHL-2: Yunezzilul melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû
ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn(fettekûni).
Kullarından dilediği üzerine kişi “Benden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri,
emrinden ruh ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun (ruhunuzu ölmeden evvel
Bana ulaştırın).
16/NAHL-3: Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), teâlâ âmmâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Semaları ve yeryüzünü hak ile yarattı. O, (onların) şirk koştukları şeylerden Yüce'dir.
16/NAHL-4: Halakal insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin(mubînun).
İnsanı bir nutfeden yarattı. Böyle olmasına rağmen o, apaçık hasım (düşman)dır.
16/NAHL-5: Vel en’âme halakahâ, lekum fîhâ dif’un ve menâfiu ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
Ve hayvanlar; onları da O, yarattı. Sizin için onda, (soğuktan) koruyan şeyler ve menfaatler
(faydalar) vardır. Ve de ondan (hayvanlardan) yersiniz.
16/NAHL-6: Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn(tesrehûne).
(Onları), akşamları otlaktan döndürdüğünüz zaman ve sabahları otlatmaya çıkardığınız zaman sizin
için onda bir güzellik vardır.
16/NAHL-7: Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâlıgîhi illâ bi şıkkıl enfus(enfusi),
inne rabbekum le raûfun rahîm(rahîmun).
Ve kendinizin yorulmadan ulaşamayacağınız (ancak çok meşakkatle gidebileceğiniz) beldeye, ağır
eşyalarınızı (onlarla) taşırsınız. Muhakkak ki sizin Rabbiniz, gerçekten Rauf'tur (çok şefkatli, çok
merhametli) ve Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen).
16/NAHL-8: Vel hayle vel bigâle vel hamîre li terkebûhâ ve zîneh(zîneten), ve yahluku mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Onlara binmeniz için ve de ziynet olarak (süs hayvanı olarak), atlar, katırlar ve merkepler ve daha
bilmediğiniz şeyler yaratır.
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum
ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini,
Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
16/NAHL-10: Huvellezî enzele mines semâi mâen lekum minhu şarâbun ve minhu şecerun fîhi
tusîmûn(tusîmûne).
Sizin için semadan su indiren, O'dur. İçecek şeyler ondandır (sudandır). Ve ağaçlar (ve otlar) ondan
olur. Orada (hayvanlarınızı) otlatırsınız.
16/NAHL-11: Yunbitu lekum bihiz zer’a vez zeytûne ven nahîle vel a’nâbe ve min kullis
semerât(semereti), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne). 3
Onunla sizin için; ekinler, zeytinler, hurmalıklar ve bağlar ve bütün ürünlerden (ürünleri,
meyveleri) yetiştirir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyet (delil) vardır.
16/NAHL-12: Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), ven nucûmu
musahharâtun bi emrih(emrihî), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve gece ve gündüz, Güneş ve Ay ve yıldızları sizin emrinize verdi. Onlar, O'nun (Allahû Tealâ'nın)
emri ile size musahhar (emrinize amade, hazır) kılındılar. Muhakkak ki bunda, akıl eden bir kavim
için, elbette âyetler (deliller) vardır.
16/NAHL-13: Ve mâ zerae lekum fîl ardı muhtelifen elvânuh(elvânuhu), inne fî zâlike le âyeten
li kavmin yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Yeryüzünde sizin için ne yaratıp çoğalttıysa hepsinin renkleri çeşit çeşittir (muhteliftir). Muhakkak
ki bunda, zikreden (tezekkür eden) bir kavim için elbette âyet (delil) vardır.
16/NAHL-14: Ve huvellezî sehharel bahre li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu
hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke mevâhira fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum
teşkurûn(teşkurûne).
Ondan taze et yemeniz için, denizi emrinize veren, O'dur. Ondan süs eşyası çıkarırsınız, onu
takarsınız. Ve onun içinde, suları yararak giden gemileri görürsünüz. Ve (bunlar), O'nun fazlından
istemeniz içindir. Ve böylece şükredersiniz.
16/NAHL-15: Ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde bikum ve enhâren ve subulen leallekum
tehtedûn(tehtedûne).
Ve sizinle sarsılır diye (sarsılmamanız için), yeryüzünde dağlar oluşturdu. Nehirler ve yollar
(oluşturdu). Böylece yolunuzu bulursunuz (hidayete erersiniz).
16/NAHL-16: Ve alâmât(alâmatin), ve bin necmi hum yehtedûn(yehtedûne).
Ve alâmetler (işaretler) ve yıldızla (devrin imamıyla) onlar, yol bulurlar (hidayete ererler).
16/NAHL-17: E fe men yahluku ke men lâ yahluk(yahluku), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Yaratan kimse, yaratmayan kimse gibi midir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
16/NAHL-18: Ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, innallâhe le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve şâyet, Allah'ın ni'metlerini adet adet (tane tane) sayarsanız, O'nu sayamazsınız. Muhakkak ki O,
Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderendir).
16/NAHL-19: Vallâhu ya’lemu mâ tusirrûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne).
Ve Allah, gizlediklerinizi (sırlarınızı, sakladığınız şeyleri) ve açıkladığınız (alenî olan) şeyleri bilir.
16/NAHL-20: Vellezîne yed’ûne min dûnillâhi lâ yahlukûne şey’en ve hum
yuhlekûn(yuhlekûne).
Allah'tan başkasına dua ettikleri şeyler, bir şey yaratamazlar. Onlar, kendileri yaratılmışlardır.
16/NAHL-21: Emvâtun gayru ahyâ’(ahyâin), ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(yub’asûne).
Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ve ne zaman beas olunacaklarının (diriltileceklerinin) bilincinde
değillerdir.
16/NAHL-22: İlâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fellezîne lâ yu’minûne bil âhirati kulûbuhum
munkiretun ve hum mustekbirûn(mustekbirûne).
Sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. Hâlâ ahirete (ruhu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmaya) inanmayan
kimselerin kalpleri, inkâr edicidir ve onlar, kibirlenen kimselerdir.
16/NAHL-23: Lâ cereme ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne), innehu lâ
yuhıbbul mustekbirîn(mustekbirîne).
Onların gizledikleri ve açıkladıkları (alenî olan) şeyleri, Allah'ın bildiğine şüphe yok. Muhakkak ki
O, kibirlenenleri sevmez.
16/NAHL-24: Ve izâ kîle lehum mâ zâ enzele rabbukum kâlû esâtîrul evvelîn(evvelîne). 3
Ve onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman: “Evvelkilerin masallarını.” dediler.
16/NAHL-25: Liyahmilû evzârehum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne
yudıllûnehum bi gayri ilm(ilmin), e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Kıyâmet günü, onların kendi günahlarının tamamını yüklendikten başka, ilimleri olmaksızın
dalâlette kalmasına sebep oldukları kimselerin günahlarından (da) yüklenmeleri için. Yüklendikleri
şey ne kadar kötü, öyle değil mi?
16/NAHL-26: Kad mekerellezîne min kablihim fe etallâhu bunyânehum minel kavâıdi fe harre
aleyhimus sakfu min fevkıhim ve etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Onlardan öncekiler de hile yapmışlardı. Allah, onların binalarını temellerinden harap etti, yıktı.
Böylece tavanları, üstlerinden üzerlerine çöktü. Onlara azap, farkında olmadıkları yerden geldi.
16/NAHL-27: Summe yevmel kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum
tuşâkkûne fîhim, kâlellezîne ûtul ilme innel hızyel yevme ves sûe alel kâfirîn(kâfirîne).
Sonra kıyâmet günü (Allah), onları alçaltacak (rezil rüsva edecek). Ve onlara: “Ortaklarım nerede?”
diyecek. “Onlar için ayrılıklara düştünüz.” Kendilerine ilim verilenler şöyle dedi: “Muhakkak ki
rezillik ve azap, bugün kâfirlerin üstünedir.”
16/NAHL-28: Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavus seleme mâ kunnâ
na’melu min sû’(sûin), belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Melekler, nefslerine zulmedenleri vefat ettirecekleri zaman onlar teslim olurken: “Biz, bir kötülük
yapmadık.” dediler. Hayır, muhakkak ki Allah, yapmış olduğunuz kötü amelleri en iyi bilendir.
16/NAHL-29: Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvel
mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Haydi, orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin (büyüklük
taslayanların) kaldığı yer ne kötüdür.
16/NAHL-30: Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne
ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(haseneten), ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul
muttekîn(muttekîne).
Ve takva sahiplerine: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi. “Hayır (güzellikler).” dediler. Ahsen olanlara
(iradesini Allah'a teslim edenlere) bu dünyada haseneler (iyilikler, güzellikler, sevaplar, pozitif
dereceler) vardır. Ve elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Ve gerçekten muttakilerin (takva
sahiplerinin) yurdu ne güzeldir.
16/NAHL-31: Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ
yeşâûn(yeşâûne), kezâlike yeczîllâhul muttekîn(muttekîne).
Onlar (muttakiler), altından nehirler akan Adn cennetlerine girerler. Orada, onların diledikleri
herşey vardır. İşte Allah, (ahsen olan) muttakileri (bihakkın takvanın sahiplerini) böyle
mükâfatlandırır.
16/NAHL-32: Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl
cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun.
Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.
16/NAHL-33: Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye emru rabbik(rabbike),
kezâlike fe alellezîne min kablihim, ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin kânû enfusehum
yazlimûn(yazlimûne).
Onlar sadece meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan
öncekiler de böyle yaptılar. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendi nefslerine
zulmediyorlardı. 3
16/NAHL-34: Fe esâbehum seyyiâtu mâ amilû ve hâka bihim mâ kânû bihî
yestehziûn(yestehziûne).
Böylece yaptıkları kötü ameller, onlara isabet etti (ulaştı). Alay etmiş oldukları şey, onları kuşattı.
16/NAHL-35: Ve kâlellezîne eşrekû lev şâallâhu mâ abednâ min dûnihî min şey’in nahnu ve lâ
âbâunâ ve lâ harremnâ min dûnihi min şey’(şey’in), kezâlike fe alellezîne min kablihim, fe hel
aler rusuli illel belâgul mubîn(mubînu).
Şirk koşanlar: “Eğer Allah dileseydi, biz O'ndan başka bir şeye kul olmazdık. Ve babalarımız da
(kul) olmazdı. Ve O'ndan (O'nun emrinden) başka bir şeyi haram kılmazdık.” dediler. Onlardan
öncekiler de böyle yaptı. Artık resûllerin üzerinde apaçık tebliğden başka (bir sorumluluk) var mı?
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte),
fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı
fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata
getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin
şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti
üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin)
üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl
olduğuna bakın (görün).
16/NAHL-37: İn tahris alâ hudâhum fe innallâhe lâ yehdî men yudıllu ve mâ lehum min
nâsırîn(nâsırîne).
Sen, onların hidayete ermesini çok istemene rağmen muhakkak ki Allah, dalâlette bıraktığı kimseyi
(onlar Allah'a ulaşmayı dilemedikçe) hidayete erdirmez. Ve onlar için bir yardımcı da yoktur.
16/NAHL-38: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lâ yeb’asullâhu men yemût(yemûtu), belâ
va’den aleyhi hakkan ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve “Kim ölürse Allah, onu beas etmez (yeniden diriltmez).” diye en kuvvetli yeminleri ile Allah'a
kasem ettiler. Hayır, (öyle değil). Bu, O'nun (Allah'ın) üzerinde hak bir vaaddir. Ve lâkin insanların
çoğu bilmezler.
16/NAHL-39: Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum
kânû kâzibîn(kâzibîne).
(Bu diriltme) hakkında ihtilâfa düştükleri şeyin, onlara beyan edilmesi (açıklanması) için ve inkâr
edenlerin (kâfirlerin), kendilerinin şüphesiz (kesinlikle) yalancı olduklarını bilmeleri içindir.
16/NAHL-40: İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol!” dememizdir. O, hemen
olur.
16/NAHL-41: Vellezîne hâcerû fillâhi min ba’di mâ zulimû li nubevvi ennehum fîd dunyâ
haseneh(haseneten), ve le ecrul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve zulme maruz kaldıktan sonra, Allah için (Allah yolunda) hicret edenleri, dünya hayatında
mutlaka hasenelerle (güzellikler, iyilikler, güzel bir yurt) yerleştirmemiz içindir. Ve ahiret
mükâfatı, elbette daha büyüktür, şâyet bilmiş olsalardı.
16/NAHL-42: Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Onlar, (kendilerine yapılan zulümlere) sabrettiler. Ve onlar, Rab'lerine tevekkül ederler.
16/NAHL-43: Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum
lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve Biz, senden önce, kendilerine vahyettiğimiz ricalden (erkeklerden) başkasını (resûl olarak)
göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o taktirde zikir ehline (daimi zikir sahiplerine) sorun! 3
16/NAHL-44: Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ
nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Beyyinelerle (ispat vasıtaları ile) ve semavî kitaplarla (resûller gönderdik) onlara indirilenleri,
insanlara beyan etmen (açıklaman) için sana da zikri (Kur'ân-ı Kerim'i) indirdik. Umulur ki böylece
onlar, tefekkür ederler.
16/NAHL-45: E fe eminellezîne mekerû seyyiâti en yahsifallâhu bihimul arda ev ye’tiyehumul
azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Kötülükler için tuzak kuranlar, Allah'ın onları yerin dibine geçirmesinden (geçirmeyeceğinden)
veya azabın, farkına varamayacakları bir yerden gelmesinden (gelmeyeceğinden) emin mi oldular?
16/NAHL-46: Ev ye’huzehum fî tekallubihim fe mâ hum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Veya onlar dönüp dolaşırlarken, Allah'ın onları yakalamasından (yakalamamasından) emin mi
oldular? Ve onlar, (Allah'ı) aciz bırakamazlar.
16/NAHL-47: Ev ye’huzehum alâ tehavvuf(tehavvufin), fe inne rabbekum le raûfun
rahîm(rahîmun).
Veya onları korkuyorlarken yakalar. Buna rağmen muhakkak ki senin Rabbin, elbette Rauf'tur (çok
şefkatlidir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir, merhametlidir).
16/NAHL-48: E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zilâluhu anil yemîni veş
şemâili succeden lillâhi ve hum dâhırûn(dâhırûne).
Onlar, Allah'ın yarattığı herşeyi (elektronları) görmediler mi? Onun gölgeleri (karşıt elektronları),
tâbî olarak (elektronlara), sağdan (sağ spinli) ve soldan (sol spinli), Allah'a secde ederek dönerler.
16/NAHL-49: Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve
hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)
Semalarda olanlar ve yeryüzünde olan dabbelerin (yürüyen canlıların) hepsi ve melekler, Allah'a
secde ederler. Ve onlar, kibirlenmezler.
16/NAHL-50: Yehâfûne rabbehum min fevkıhim ve yef’alûne mâ yu’merûn(yu’merûne).
Onlar, onların üstlerindeki (emrinde oldukları) Rab'lerinden korkarlar. Ve emrolundukları şeyleri
yaparlar.
16/NAHL-51: Ve kâlallâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn(ilâheynisneyni), innemâ huve ilâhun
vâhıd(vâhıdun), fe iyyâye ferhebûn(ferhebûne).
Ve Allah, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin! O, sadece tek bir ilâhtır. O halde sadece Benden
korkun!”
16/NAHL-52: Ve lehu mâ fîs semâvâti vel ardı ve lehud dînu vâsıbâ(vâsıben), e fe gayrallâhi
tettekûn(tettekûne).
Ve semalarda ve yeryüzünde olanlar, O'nundur. Ve dîn, daima O'na aittir. (Öyleyse) hâlâ Allah'tan
başkasından mı korkuyorsunuz?
16/NAHL-53: Ve mâ bikum min ni’metin fe minallâhi summe izâ messekumud durru fe ileyhi
tec’erûn(tec’erûne).
Sizin olan ne kadar ni'met varsa hepsi Allah'tandır. Sonra da size bir sıkıntı dokunsa, o zaman O'na
yalvarırsınız.
16/NAHL-54: Summe iza keşefad durra ankum izâ ferîkun minkum bi rabbihim
yuşrikûn(yuşrikûne).
Sonra O, sizden zararı (sıkıntıları) giderince o zaman da sizden bir grup, Rab'lerine şirk (ortak)
koşarlar.
16/NAHL-55: Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû, fesevfe ta’lemûn(ta’lemûne). 3
Onlara verdiğimiz şeylere nankörlük etsinler! Haydi faydalanın (meta'lanın). Artık yakında
bileceksiniz.
16/NAHL-56: Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le
tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
Onları rızıklandırdığımız şeylerden, bilmediklerine bir pay (nasip) ayırıyorlar. Allah'a yemin olsun
ki; iftira etmiş olduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız.
16/NAHL-57: Ve yec’alûne lillâhil benâti subhânehu ve lehum mâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve Allah'a, kızlar isnat ediyorlar. O, Sübhan'dır (Allah çocuk edinmekten münezzehtir). Ve
beğendikleri (tercih ettikleri; erkek çocuklar) ise kendilerinin (onların) oluyor.
16/NAHL-58: Ve izâ buşşire ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve
kezîm(kezîmun).
Onlardan birisi, bir kız çocuk ile müjdelendiği zaman öfkeli olarak, yüzü siyahlaşıp gölgelenir.
16/NAHL-59: Yetevârâ minel kavmi min sûi mâ buşşire bih(bihî), e yumsikuhu alâ hûnin em
yedussuhu fît turâb(turâbi), e lâ sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Müjdelendiği şeyin kötülüğünden (dolayı) kavminden gizlenir. Onu zelillikle tutsun mu yoksa onu
toprağa mı gömsün? Verdikleri hüküm ne kötü (öyle) değil mi?
16/NAHL-60: Lillezîne lâ yu’minûne bil âhıreti meselus sev’(sev’i), ve lillâhil meselul â’lâ, ve
huvel azîzul hakîm(hakîmu).
(Haberin) kötü telâkki edilmesi, ahirete (hayattayken Allah'a ulaşmaya) inanmayanlara aittir. Ve âlâ
(yüce olma) durumu, Allah'a aittir. Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.
16/NAHL-61: Ve lev yuâhızullâhun nâse bi zulmihim mâ tereke aleyhâ min dâbbetin ve lâkin
yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ
yestakdimûn(yestakdimûne).
Ve eğer Allah, insanları zulümleri sebebiyle sorgulayıp (derhal) cezalandırsaydı, onun
(yeryüzünün) üzerinde yürüyen canlılardan bir canlı bırakmazdı. Ve fakat onları, belirli bir zamana
kadar tehir eder (erteler). Artık onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat tehir edilir (ertelenir) ne de
(bir saat) evvele alınır.
16/NAHL-62: Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrehûne ve tesıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul
husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufretûn(mufretûne).
Ve onlar, kerih gördükleri (beğenmedikleri) şeyleri (kızları) Allah'a isnat ederler (has kılarlar). Ve
onların dilleri, en güzelin “onlara ait olduğu” yalanını söyler. Ateşin (cehennemin), onların
olduğuna şüphe yok. Ve muhakkak ki onlar, ifratta olanlar (aşırı davrananlar)dır.
16/NAHL-63: Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumuş şeytânu
a’mâlehum fe huve veliyyuhumul yevme ve lehum âzâbun elîm(elîmun).
Allah'a yemin olsun ki; senden önceki ümmetlere (resûller) göndermiştik. Fakat şeytan, onlara
amellerini süslü gösterdi. Artık o gün, onların dostu, o (şeytan) olacaktır. Onlar için elîm azap
vardır.
16/NAHL-64: Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve
rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve Kitab'ı sana, “hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi” onlara beyan etmenden (açıklamandan) ve
âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyerek mü'min olan) bir kavme hidayet ve rahmet olmasından
başka bir şey için indirmedik.
16/NAHL-65: Vallâhu enzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike
le âyeten li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
Ve Allah, semadan suyu indirdi. Böylece onunla, ölümünden sonra arza (yeryüzüne) hayat verdi.
Muhakkak ki bunda, işiten bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır. 3
16/NAHL-66: Ve inne lekum fîl en’âmi le ibreh(ibreten), nuskîkum mimmâ fî butûnihî min
beyni fersin ve demin lebenen hâlisen sâigan liş şâribîn(şâribîne).
Ve muhakkak ki hayvanlarda, sizin için elbette bir ibret vardır. Size, onların karnında, fers
(sindirilmiş gıda) ile kan arasından oluşan, tadanlar için boğazdan kolayca geçen halis (saf) süt
içiriyoruz.
16/NAHL-67: Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi tettehîzûne minhu sekeren ve rızkan
hasenâ(hasenen), inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Hurma ve üzümden, şeker (hurma şerbeti, üzüm suyu, şıra) ve güzel bir rızık edinirsiniz. Muhakkak
ki bunda, akıl eden bir kavim için elbette bir âyet vardır.
16/NAHL-68: Ve evhâ rabbuke ilen nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve
mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne).
Ve senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan,
evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.
16/NAHL-69: Summe kulî min kullis semerâti feslukî subule rabbiki zululâ(zululen), yahrucu
min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li
kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Sonra meyvelerin (çiçeklerin) hepsinden yeyin! Rabbinin emre amade kılınmış yollarında sülûk
edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif (çeşitli) renklerde içecek (bal) çıkar. Onda insanlar
için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.
16/NAHL-70: Vallâhu halakakum summe yeteveffâkum ve minkum men yureddu ilâ erzelil
umuri li keylâ ya’leme ba’de ilmin şey’a(şey’en), innallâhe alîmun kadîr(kadîrun).
Ve Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. Ve sizden kim, ömrünün en rezil devresine geri
(hidayetten dalâlete) döndürülürse bu, bir şey konusunda ilim sahibi olduktan (hidayeti
öğrendikten) sonra bilemediği (idrak edemediği) içindir. Muhakkak ki Allah, en iyi bilendir, kaadir
olandır (herşeye gücü yetendir).
16/NAHL-71: Vallâhu faddale ba’dakum alâ ba’dın fîr rızk(rızkı), femellezîne fuddılû bi râddî
rızkıhim alâ mâ meleket eymânehum fe hum fîhi sevâ’(sevâun), e fe bi ni’metillâhi
yechadûn(yechadûne).
Üstün kılınan kimseler, ellerinin altında bulunanlara rızıklarını veren (verici) değiller (çünkü rızkı
veren sadece Allah'tır). Oysa onlar, rızıkları konusunda eşittirler. Onlar, Allah'ın ni'metini bilerek
mi inkâr ediyorlar?
16/NAHL-72: Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum
benîne ve hafedeten ve rezakakum minet tayyibât(tayyibâti), e fe bil bâtıli yu’minûne ve bi
ni’metillâhi hum yekfurûn(yekfurûne).
Ve Allah, sizin için sizin nefsinizden zevceler (eşler) ve sizin için zevcelerinizden oğullar ve
torunlar kıldı. Ve sizi tayyib (helâl, temiz) rızıklarla rızıklandırdı. Hâlâ bâtıla mı inanıyorlar? Ve
onlar, Allah'ın ni'metini inkâr mı ediyorlar?
16/NAHL-73: Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lehum rızkan mines semâvâti vel ardı
şey’en ve lâ yestetîûn(yestetîûne).
Ve onlar (müşrikler), semalardan ve yeryüzünden onlara rızık olarak bir şey vermeye malik
olmayan, Allah'tan başka şeylere (putlara) tapıyorlar. Ve (onlar, o putlar ki; hiçbir şeye) muktedir
değildirler (güçleri yetmez).
16/NAHL-74: Fe lâ tadribû lillâhil emsâl(emsâle), innallâhe ya’lemu ve entum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Artık onları (putları), Allah'ın emsali (benzeri) tutmayın! Muhakkak ki Allah, bilir ve siz
bilmezsiniz. 3
16/NAHL-75: Daraballâhu meselen abden memlûken lâ yakdiru alâ şey’in ve men razaknâhu
minnâ rızkan hasenen fe huve yunfiku minhu sırren ve cehrâ(cehren), hel yestevûn(yestevûne),
elhamdulillâh(elhamdulillâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah şöyle bir misal verdi: Bir şeye muktedir olmayan (gücü yetmeyen), köle olan bir kul ve
tarafımızdan güzel bir rızık ile rızıklandırdığımız böylece ondan gizli ve aşikâr infâk eden kimse;
onlar, eşit (müsavi) olabilir mi? Hamd, Allah'a mahsustur (Allah içindir). Hayır, onların çoğu
bilmezler.
16/NAHL-76: Ve daraballâhu meselen raculeyni ehaduhumâ ebkemu lâ yakdiru alâ şey’in ve
huve kellun alâ mevlâhu eynemâ yuveccihhu lâ ye’ti bi hayr(hayrin), hel yestevî huve ve men
ye’muru bil adli ve huve alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah, iki adamı örnek verdi. İkisinden birisi dilsiz, bir şeye muktedir değil (gücü yetmez). Ve o,
Mevlâsı'na (Efendisi'ne) yüktür. Onu nereye yönlendirse (gönderse), bir hayır (fayda) getiremez
(sağlayamaz). O, adaletle emreden (irşad makamının sahibi olan) ve Sıratı Mustakîm üzerinde olan
kimse ile eşit (müsavi) olabilir mi?
16/NAHL-77: Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ emrus sâati illâ kelemhıl basari ev
huve akreb(akrebu), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve semaların ve yeryüzünün gaybı Allah'a aittir. O saatin (kıyâmetin) emri ancak göz kırpmak
kadar veya ondan daha hızlıdır. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadir (gücü yeten)'dir.
16/NAHL-78: Vallâhu ahrecekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemune şey’en ve ceale
lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’idete leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Ve sizi, işitme hassası, görme
hassası ve idrak etme hassası (sahibi) kıldı. Umulur ki; böylece şükredersiniz.
16/NAHL-79: E lem yerev ilet tayri musahharâtin fî cevvis semâ(semâi), mâ yumsikuhunne
illallâh(illallâhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Onlar, göklerin boşluğunda emre amade olan kuşları görmediler mi? Onları, Allah'tan başkası
(boşlukta) tutamaz. Muhakkak ki bunda, mü'min olan bir kavim için elbette âyetler vardır.
16/NAHL-80: Vallâhu ceale lekum min buyûtikum sekenen ve ceale lekum min culûdil en’âmi
buyûten testehıffûnehâ yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum ve min asvâfihâ ve evbârihâ ve
eş’ârihâ esâsen ve metâan ilâ hîn(hînin).
Ve Allah, sizin için evlerinizden sekînet (huzur) yeri kıldı. Ve sizin için hayvanların derilerinden,
yolculuk (göç) ettiğiniz gün(ler)de ve ikâmet ettiğiniz (konakladığınız) gün(ler)de hafif olan
(taşınabilen) evler (çadırlar) ve onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından çeşitli mal ve bir
zamana kadar geçim vasıtası kıldı (yaptı).
16/NAHL-81: Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen
ve ceale lekum serâbîle tekîkumul harra ve serâbîle tekîkum be’sekum, kezâlike yutimmu
ni’metehu aleykum leallekum tuslimûn(tuslimûne).
Ve Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgelikler kıldı. Ve sizin için dağlardan (yağmurdan,
rüzgârdan) barınılacak yerler ve sıcaktan koruyan giysiler (gömlekler) ve sizi şiddetli (darbelerden)
koruyan gömlekler (zırhlar) kıldı. Sizin üzerinizdeki ni'metini işte böyle tamamlıyor. Umulur ki;
böylece teslim olursunuz.
16/NAHL-82: Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn(mubînu).
Artık yüz çevirirlerse, bundan sonra sana düşen, sadece açık bir tebliğdir.
16/NAHL-83: Ya’rifûne ni’metallâhi summe yunkirûnehâ ve ekseruhumul kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, Allah'ın ni'metini biliyorlar, sonra onu inkâr ediyorlar.Ve onların çoğu kâfirlerdir.
16/NAHL-84: Ve yevme neb’asu min kulli ummetin şehîden summe lâ yu’zenu lillezînekeferû ve
lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne). 3
Ve o gün, bütün ümmetlerden birer şahit göndeririz. Sonra kâfirlere cehennemden çıkmaları için
izin verilmez. Ve onlardan, (Allah'tan) rıza talepleri kabul edilmez.
16/NAHL-85: Ve izâ raellezîne zalemûl azâbe fe lâ yuhaffefuanhum ve lâ hum
yunzarûn(yunzarûne).
(Cehennemden ayrılmalarına izin verilmeyen) zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan
(azap) hafifletilmez. Ve onlara, nazar edilmez (yüzüne bakılmaz).
16/NAHL-86: Ve izâ raellezîne eşrekû şurekâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurekâunellezîne kunnâ
ned’û min dûnik(dûnike), fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(kâzibûne).
(Allah'a) şirk (ortak) koşanlar, şirk (ortak) koştukları şeyleri (putları) gördükleri zaman: “Rabbimiz!
İşte bunlar, senden başka dua etmiş olduğumuz ortaklarımız.” dediler. O zaman onlar da (putlar
da): “Muhakkak ki siz, gerçekten yalan söyleyenlersiniz.” diye onlara söz attılar (söylediler).
16/NAHL-87: Ve elkav ilallâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
İzin günü onlar (putlar), Allah'a teslimiyetlerini arz ettiler. Ve iftira etmiş oldukları şeyler (putlar,
yalancı ilâhlar), onlardan uzaklaşıp saptı(lar).
16/NAHL-88: Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû
yufsidûn(yufsidûne).
İnkâr edenlere (kâfirlere) ve Allah'ın yolundan men edenlere, fesat çıkarmış olduklarından dolayı
azap üstüne azabı arttırdık.
16/NAHL-89: Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike
şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve
rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Ve o gün, bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir şahit beas ederiz
(vazifeli kılarız). Ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdik. Ve sana, herşeyi beyan eden
(açıklayan), hidayete erdiren ve rahmet olan Kitab'ı, müslümanlara (Allah'a teslim olanlara) müjde
olarak indirdik.
16/NAHL-90: İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel
munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan,
münkerden (Allah'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder.
Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.
16/NAHL-91: Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad
cealtumullâhe aleykum kefîlâ(kefîlen), innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
(Allah ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle ahdleştiği zaman
Allah'ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi
tezkiye ettikten) sonra yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah'a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye
ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah'ı üzerinize kefil kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi
hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti).
Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir.
16/NAHL-92: Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsâ(enkâsen),
tettehızûne eymânekum dehalen beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min
ummeh(ummetin), innemâ yeblûkumullâhu bih(bihî), ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti
mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
İpini kuvvetle büktükten sonra çözüp açan kadın gibi (hidayete erdikten sonra dalâlete düşen kişi
gibi) olmayın. (Yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini yok sayan) bir ümmetin sayısının
(yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini yerine getiren) diğer bir ümmetten daha çok olmasına
dayanarak, yeminlerinizi aranızda hile (konusu) ediniyorsunuz. Oysa Allah, sizi onunla 3
(yeminlerinizi yerine getirme konusunda) imtihan ediyor. Ve kıyâmet günü, hakkında ihtilâf etmiş
olduğunuz şeyi (hidayete ermeyi) mutlaka size açıklayacak (beyan edecek).
16/NAHL-93: Ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhideten ve lâkin yudıllu men yeşâu ve
yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve le tus’elunne ammâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet kılardı. Fakat O, dilediğini (doğuştan bütün
insanlar dalâlette olduğundan Allah'a ulaşmayı dilemeyeni, Allah Kendisine ulaştırmaz, böylece
onu) dalâlette bırakır. Ve dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyeni) hidayete erdirir (verdiği söz
gereğince, kefaleti sebebiyle Kendisine ulaştırır). Ve elbette yaptıklarınızdan (yapmış olduğunuz
amellerinizden) sorgulanacaksınız.
16/NAHL-94: Ve lâ tettehızû eymânekum dehalen beynekum fe tezille kademun ba’de subûtihâ
ve tezûkus sûe bimâ sadedtum an sebîlillâh(sebîlillâhi), ve lekum azâbun azîm(azîmun).
Yeminlerinizi aranızda hile (konusu) edinmeyin (kılmayın). Öyle yaptığınız taktirde, yere sağlam
bastıktan (hidayete erdikten) sonra ayak kayar (dalâlete düşersiniz). Ve kötülüğü (kişinin yoldan
çıktıktan sonra yaşayacağı huzursuzlukları) tadarsınız. Allah'ın yolundan yüz çevirdiğinizden
dolayı sizin için büyük azap vardır.
16/NAHL-95: Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), innemâ indallâhi huve hayrun
lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve Allah'ın ahdini, az bir bedelle satmayın. Oysa o (ahd), Allah'ın indinde (katında) sizin için daha
hayırlıdır, bilseniz (bilmiş olsaydınız).
16/NAHL-96: Mâ ındekum yenfedu ve mâ ındallâhi bâk(bâkın), ve le necziyennellezîne saberû
ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Sizin yanınızda olan şeyler biter. Allah'ın indinde (katında) olan şeyler bakidir (tükenmez). Ve
sabredenleri, yapmış oldukları amellerin ecirlerini (bedellerini), mutlaka daha güzeli ile
mükâfatlandıracağız (karşılığını vereceğiz).
16/NAHL-97: Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu
hayâten tayyibeh(tayyibeten), ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Mü'min olan kadın ve erkekten kim salih (nefsini tezkiye ve tasfiye edici) amel işlerse, o taktirde
ona mutlaka tayyib (temiz, helâl) bir hayat yaşatırız. Ve onları, mutlaka yapmış oldukları amellerin
ecirlerinden (bedellerinden), daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
16/NAHL-98: Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm(racîmi).
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim'i okuduğun zaman recmedilmiş (taşlanmış) şeytandan hemen Allah'a sığın.
16/NAHL-99: İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim
yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab'lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü)
yoktur.
16/NAHL-100: İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî
müşrikûn(müşrikûne).
Onun (şeytanın) sultanlığı (yaptırım gücü) sadece ona (şeytana) yönelenlerin ve onunla (şeytanla),
(Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için) Allah'a şirk koşanların üzerindedir (onları etkiler).
16/NAHL-101: Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû
innemâ ente mufter(mufterin), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Biz, bir âyeti değiştirerek (onun) yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman: “Allah neyi indireceğini
bildiğine göre sen sadece bir müfterisin (iftira edensin).” dediler. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
16/NAHL-102: Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve
huden ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne). 3
De ki: “O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i), Rabbinden hak ile âmenû olanları sebat ettirmek için ve
müslümanlara (teslim olanlara), hidayet ve müjde olarak Ruh'ûl Kudüs (Cebrail A.S) indirdi.”
16/NAHL-103: Ve lekad na’lemu ennehum yekûlûne innemâ yuallimuhu beşer(beşerun),
lisânullezî yulhıdûne ileyhi a’cemiyyun ve hâzâ lisânun arabiyyun mubîn(mubînun).
Ve andolsun ki Biz, onların: “Fakat O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i), ona şüphesiz bir beşer (insan)
öğretiyor.” dediğini biliyoruz. Ona isnad ettikleri kişinin lisanı acemidir (Arapça değildir). Bu
(Kur'ân-ı Kerim) lisanı ise apaçık Arapça'dır.
16/NAHL-104: İnnellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi lâ yehdîhimullâhu ve lehum azâbun
elîm(elîmun).
Muhakkak ki Allah, Allah'ın âyetlerine inanmayanları (îmân etmeyenleri) hidayete erdirmez
(onların ruhunu Kendisine ulaştırmaz). Ve onlar için elîm azap vardır.
16/NAHL-105: İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul
kâzibûn(kâzibûne).
Sadece Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, yalanla iftira ederler. İşte onlar; onlar, yalancılardır.
16/NAHL-106: Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun
bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh(minallâhi), ve
lehum azâbun azîm(azîmun).
Kalbi îmânla mutmain olmuş olduğu halde zorlanan kimse hariç, fakat kim îmânından (hidayete
erdikten) sonra Allah'ı inkâr ederse ve kim küfre göğüs açarsa (irşad makamından şüphe edip fıska
düşerse, kişinin küfrü talebi sebebiyle, Allahû Tealâ, onun göğsünü küfre açar, şerheder), artık
Allah'tan bir gazap onların üzerinedir ve onlar için azîm azap vardır.
16/NAHL-107: Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alel âhıreti ve ennallâhe lâ yehdîl
kavmel kâfirîn(kâfirîne).
İşte bu, onların dünya hayatını, ahiret hayatına göre daha çok sevmeleri ve Allah'ın, kâfir kavmi
hidayete erdirmemesi sebebiyledir.
16/NAHL-108: Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike
humul gâfilûn(gâfilûne).
İşte onlar, Allah'ın kalplerini, işitme hassalarını ve görme hassalarını tabettiği (mühürlediği)
kimselerdir. Ve işte onlar; onlar, gâfillerdir.
16/NAHL-109: Lâ cereme ennehum fîl âhıreti humul hâsirûn(hâsirûne).
Onların, ahirette hüsrana düşenler olduğuna şüphe yoktur.
16/NAHL-110: Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ futinû summe câhedû ve
saberû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Daha sonra da muhakkak ki senin Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret (göç) edenlere sonra
da cihad edip sabredenlere, şüphesiz (bütün) bunlardan sonra, elbette Gafur (mağfiret eden)'dur ve
Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
16/NAHL-111: Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve
hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
O gün, bütün nefsler gelir. Herkes (hayat filmini görerek, kaybettiği ve kazandığı dereceler
açısından) kendi nefsi ile mücâdele eder. Ve herkese amelleri (yaptıkları) ödenir. Ve onlara
zulmedilmez (haksız olarak negatif derece yazılmaz).
16/NAHL-112: Ve daraballâhu meselen karyeten kânet âmineten mutmainneten ye’tîhâ rızkuhâ
ragaden min kulli mekânin fe keferet bi en’umillâhi fe ezâkahallâhu libâsel cûi vel havfi bimâ
kânû yasnaûn(yasnaûne).
Ve Allah, (korkudan) emin ve mutmain (huzurlu, tatmin olmuş) olan bir şehri (halkını) misal verdi.
Onun rızkı, heryerden bol bol geliyordu. Fakat o (şehir halkı), Allah'ın ni'metlendirmesine 3
nankörlük etti. Bundan sonra Allah, onlara yapmış olduklarından dolayı açlık ve korku libasını
tattırdı.
16/NAHL-113: Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum
zâlimûn(zâlimûne).
Ve andolsun ki; onlara, kendilerinden (kendi içlerinden) bir resûl geldi. Fakat onu yalanladılar.
Böylece azap onları yakaladı. Ve onlar zalimlerdir.
16/NAHL-114: Fe kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben veşkurû ni’metallâhi in
kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne).
Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı helâl ve tayyib (güzel, temiz) olan şeylerden yeyin! Ve eğer
siz, yalnız O'na kul olduysanız, Allah'ın nimetlerine şükredin!
16/NAHL-115: İnnemâ harreme aleykumul meytete veddeme ve lahmel hınzîri ve mâ uhılle li
gayrillâhi bih(bihî), fe menıdturra gayre bâgın ve lâ âdin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Size sadece ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kurban edileni haram kıldı. Artık
kim zarurette (yemek zorunda) kalırsa, haddi aşmadığı ve hakka tecavüz etmediği taktirde
muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir, affedendir), Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
16/NAHL-116: Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li
tefterû alâllâhil kezib(kezibe), innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
Allah'a yalanla iftira etmek için dillerinizin vasıflandırması ile “bu helâldir, bu haramdır” diye
yalan söylemeyin. Muhakkak ki Allah'a yalanla iftira edenler, felâha (kurtuluşa) eremezler.
16/NAHL-117: Metâun kalîlun ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Ve onlar için elîm azap ve (dünya üzerinde) az bir meta vardır.
16/NAHL-118: Ve alellezîne hâdû harremnâ mâ kasasnâ aleyke min kabl(kablu), ve mâ
zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Ve daha önce sana anlattığımız şeyleri, yahudilere haram kıldık. Biz, onlara zulmetmedik. Fakat
onlar, kendilerine zulmediyorlardı.
16/NAHL-119: Summe inne rabbeke lillezîne amilûs sûe bi cehâletin summe tâbû min ba’di
zâlike ve aslahû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Sonra muhakkak ki senin Rabbin, cahillikle kötülük yapıp, sonra bunun arkasından tövbe edip ıslâh
olanlar (nefslerini tezkiye edenler) için, ondan sonra mutlaka Gafur'dur (mağfiret edendir) ve
Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
16/NAHL-120: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel
muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki İbrâhîm (A.S), Allah'a hanif (tek Allah'a inanan) olarak kanitin olan (yönelen) bir
ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.
16/NAHL-121: Şâkiren li en’umih(en’umihî), ictebâhu ve hudâhu ilâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin).
O'nun (Allah'ın) ni'metlerine şükredici idi. (Allah), onu seçti. Ve onu Sıratı Mustakîm'e (Allah'a
ulaştıran yola) hidayet etti (ulaştırdı).
16/NAHL-122: Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneh(haseneten), ve innehu fîl âhıreti le mines
sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona dünyada (hakettiği) haseneler (pozitif dereceler) verdik. Muhakkak ki o, ahirette elbette
salihlerdendi.
16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne
minel muşrikîn(muşrikîne). 3
Sonra da sana "hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (A.S)'ın dînine tâbî
olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.
16/NAHL-124: İnnemâ cuiles sebtu alellezînahtelefû fîh(fîhî), ve inne rabbeke le yahkumu
beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Sadece onun hakkında ihtilâfa düşenlerin üzerine cumartesi (balık avlama yasak) kılındı. Ve
muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, onların arasında hakkında ihtilâf etmiş oldukları şeyde
elbette hüküm verecek.
16/NAHL-125: Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye
ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil
muhtedîn(muhtedîne).
Rabbinin yoluna (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif dereceler
kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki senin Rabbin,
O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları (dalâlete düşenleri) ve hidayete erenleri bilir.
16/NAHL-126: Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bih(bihî), ve le in sabertum le huve
hayrun lis sâbirîn(sâbirîne).
Ve şâyet siz, ikab edecekseniz (ceza verecekseniz), o taktirde onların sizi onunla
cezalandırdıklarının misliyle cezalandırın! Ve eğer gerçekten sabrederseniz elbette o (sabırları),
sabredenler için daha hayırlıdır.
16/NAHL-127: Vasbır ve mâ sabruke illâ billâhi ve lâ tahzen aleyhim ve lâ teku fî daykın mimmâ
yemkurûn(yemkurûne).
Sabret! Senin sabrın sadece Allah iledir (Allah'ın tasarrufu iledir). Onların yüzünden mahzun olma
ve onların kurdukları tuzaklar sebebiyle sıkılma (sıkıntı içinde olma).
16/NAHL-128: İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(muhsinûne).
Muhakkak ki Allah, takva sahipleri ile beraberdir. Ve onlar, muhsinlerdir.
NÂS
Bismillâhirrahmânirrahîm
114/NÂS-1: Kul eûzu bi rabbin nâs(nâsi).
De ki: “Ben insanların Rabbine sığınırım.”
114/NÂS-2: Melikin nâs(nâsi).
İnsanların melikine (mâlikine).
114/NÂS-3: İlâhin nâs(nâsi).
İnsanların İlâhı'na (sığınırım).
114/NÂS-4: Min şerril vesvâsil hannâs(hannâsi).
Hannasın vesveselerinin şerrinden.
114/NÂS-5: Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs(nâsi).
Ki o (hannas), insanların göğüslerine vesvese verir.
114/NÂS-6: Minel cinneti ven nâs(nâsi).
İnsanlardan ve cinlerden (insanların Rabbine, Meliki'ne ve İlâhı'na sığınırım).
NASR
Bismillâhirrahmânirrahîm
110/NASR-1: İzâ câe nasrullâhi vel feth(fethu). 3
Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman.
110/NASR-2: Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ(efvâcen).
Ve insanların grup grup Allah'ın dînine girdiğini gördüğün (zaman).
110/NASR-3: Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirh(vestagfirhu), innehu kâne
tevvâbâ(tevvâben).
O zaman Rabbini hamd ile tespih et. Ve O'ndan mağfiret dile. Muhakkak ki O, tövbeleri kabul
edendir.
NÂZİÂT
Bismillâhirrahmânirrahîm
79/NÂZİÂT-1: Ven nâziâti garkâ(garkan).
Dalarak kuvvetle (söke söke) çekip alanlara andolsun.
79/NÂZİÂT-2: Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Yumuşaklıkla (incitmeden) çekip çıkaranlara andolsun.
79/NÂZİÂT-3: Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Yüzdükçe yüzenlere (akarak gidenlere) andolsun.
79/NÂZİÂT-4: Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
Ve de yarışarak öne geçenlere (andolsun).
79/NÂZİÂT-5: Fel mudebbirâti emrâ(emren).
Ve de emirle (işleri) tedbir edenlere (emri yerine getirip idare edenlere) (andolsun).
79/NÂZİÂT-6: Yevme tercufur râcifeh(râcifetu).
O gün, sarsan sarsacak.
79/NÂZİÂT-7: Tetbeuher râdifeh(râdifetu).
Arkasından gelen (ikinci sarsıntı), onu (1. sarsıntıyı) takip edecek.
79/NÂZİÂT-8: Kulûbun yevmeizin vâcifeh(vâcifetun).
İzin günü kalpler (dehşetten) şiddetle çarpacaktır.
79/NÂZİÂT-9: Ebsâruhâ hâşiah(hâşiatun).
Onların bakışları korkudan zillet içindedir.
79/NÂZİÂT-10: Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfireh(hâfireti).
Derler ki: “Gerçekten biz mutlaka (mezardaki cesetlerimiz dirilerek) ilk halimize geri döndürülen
kimseler mi olacağız?”
79/NÂZİÂT-11: E izâ kunnâ izâmen nahıreh(nahıreten).
Biz çürümüş, dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?
79/NÂZİÂT-12: Kâlû tilke izen kerretun hâsireh(hâsiretun).
Dediler ki: “O zaman bu (dönüş, diriliş), hüsranlı bir dönüştür.”
79/NÂZİÂT-13: Fe innemâ hiye zecretun vâhıdeh(vâhıdetun).
Halbuki o (diriliş) sadece tek bir sayhadır.
79/NÂZİÂT-14: Fe izâ hum bis sâhireh(sâhireti).
İşte o zaman onlar yerin (toprağın) üstündedirler.
79/NÂZİÂT-15: Hel etâke hadîsu mûsâ.
Sana Musa (A.S)'ın kıssası geldi mi? 3
79/NÂZİÂT-16: İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Rabbi ona kutsal vadi Tuva'da nida etmişti (seslenmişti).
79/NÂZİÂT-17: İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git, muhakkak ki o azdı.
79/NÂZİÂT-18: Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
Ve de ona de ki: “Sen tezkiye olmak (nefsini temizlemek) ister misin?”
79/NÂZİÂT-19: Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol.
79/NÂZİÂT-20: Fe erâhul âyetel kubrâ.
Bundan sonra ona büyük mucize gösterdi.
79/NÂZİÂT-21: Fe kezzebe ve asâ.
Fakat o (firavun) yalanladı ve isyan etti (asi oldu).
79/NÂZİÂT-22: Summe edbere yes’â.
Sonra koşarak arkasını döndü.
79/NÂZİÂT-23: Fehaşere fe nâdâ.
Hemen (kavmini) topladı, sonra da (onlara) nida etti (seslendi).
79/NÂZİÂT-24: Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”
79/NÂZİÂT-25: Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
Bunun üzerine Allah, onu dünya ve ahiret azabıyla ahzetti (yakalayıp helâk etti).
79/NÂZİÂT-26: İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ.
Muhakkak ki bunda, korkan kimse için elbette ibret vardır.
79/NÂZİÂT-27: E entum eşeddu halkan emis semâ’(semâu), benâhâ.
Yaratma bakımından siz mi yoksa bina ettiği sema mı daha kuvvetli? (Sizi yaratmak mı yoksa bina
ettiği semayı mı yaratmak daha zor?)
79/NÂZİÂT-28: Refea semkehâ fe sevvâhâ.
Onun (semanın) tavanını yükseltti (yüksekliğini artırdı). Sonra da onu sevva etti (dizayn edip
düzenledi).
79/NÂZİÂT-29: Ve agtaşe leylehâ ve ahrece duhâhâ.
Ve onun gecesini kararttı ve onun duhasını (aydınlığını ortaya) çıkardı.
79/NÂZİÂT-30: Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ve arz, bundan sonra da onu yayıp döşedi.
79/NÂZİÂT-31: Ahrece minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Ondan (yerden), onun suyunu ve merasını (yeşilliğini, otlağını) çıkardı.
79/NÂZİÂT-32: Vel cibâle ersâhâ.
Ve dağlar, ona (yeryüzüne), onları muhkem (sağlam) olarak yerleştirdi.
79/NÂZİÂT-33: Metâan lekum ve li en âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).
79/NÂZİÂT-34: Fe izâ câetit tammetul kubrâ.
Fakat o büyük (dayanılmaz) musîbet (kıyâmet vakti) geldiği zaman.
79/NÂZİÂT-35: Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
O gün insan ne için çalıştığını (ne yaptığını) tezekkür eder (düşünür). 3
79/NÂZİÂT-36: Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
Ve alevli ateş (cehennem), onu görecek olan kimseye açıkça gösterilmiştir.
79/NÂZİÂT-37: Fe emmâ men tagâ.
Fakat, artık kim taşkınlık etmiş (haddi aşmış) ise.
79/NÂZİÂT-38: Ve âserel hayâted dunyâ.
Ve dünya hayatını tercih etmiş ise.
79/NÂZİÂT-39: Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki alevli ateş (cehennem), o, barınacak yerdir.
79/NÂZİÂT-40: Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.
Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine
uymamışsa).
79/NÂZİÂT-41: Fe innel cennete hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki cennet, o, barınacak yerdir.
79/NÂZİÂT-42: Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
Sana o saatten (kıyâmetten) soruyorlar: “Onun vukuu ne zaman?”
79/NÂZİÂT-43: Fîme ente min zikrâhâ.
Sende onun zikrinden (başka) ne var (onun beyanından başka bir bilgin yoktur).
79/NÂZİÂT-44: İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun sonu, Rabbinedir.
79/NÂZİÂT-45: İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece, O'na huşû duyan, O'ndan korkanlar için bir uyarıcısın.
79/NÂZİÂT-46: Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
Sanki onlar, onu (kıyâmeti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya kuşluk vaktinden başka
(zamanları) kalmamış gibi olurlar.
NEBE
Bismillâhirrahmânirrahîm
78/NEBE-1: Amme yetesâelûn(yetesâelûne).
Birbirlerine neyi soruyorlar?
78/NEBE-2: Anin nebeil azîm(azîmi).
Büyük haberden.
78/NEBE-3: Ellezî hum fîhi muhtelifûn(muhtelifûne).
Ki onlar, onun hakkında ihtilâf içindeler.
78/NEBE-4: Kellâ se ya’lemûn(ya’lemûne).
Hayır, yakında bilecekler.
78/NEBE-5: Summe kellâ se ya’lemûn(ya’lemûne).
Sonra, hayır yakında bilecekler.
78/NEBE-6: E lem nec’alil arda mihâdâ(mihâden).
Arzı döşek kılmadık mı?
78/NEBE-7: Vel cibâle evtâdâ(evtâden).
Ve dağları (yeri sabit tutan) kazıklar (yapmadık mı?) 3
78/NEBE-8: Ve halaknâkum ezvâcâ(ezvacen).
Ve Biz, sizi çift olarak yarattık.
78/NEBE-9: Ve cealnâ nevmekum subâtâ(subâten).
Ve uykunuzu dinlenme zamanı kıldık.
78/NEBE-10: Ve cealnel leyle libâsâ(libâsen).
Ve geceyi libas (örtü) kıldık.
78/NEBE-11: Ve cealnen nehâre meâşâ(meaşen).
Ve gündüzü maişet (geçim) zamanı kıldık.
78/NEBE-12: Ve beneynâ fevkakum seb'an şidâdâ(şidâden).
Ve sizin üstünüzde sağlam (kuvvetli) yedi kat bina ettik.
78/NEBE-13: Ve cealnâ sirâcen vehhâcâ(vehhâcen).
Ve (orada) pırıl pırıl ışık saçan bir kandil yaptık.
78/NEBE-14: Ve enzelnâ minel mu’sırâti mâen seccâcâ(seccâcen).
Ve yağmur bulutlarından şarıl şarıl akan su indirdik.
78/NEBE-15: Li nuhrice bihî habben ve nebâtâ(nebâten).
Onunla taneler ve nebatlar çıkaralım diye.
78/NEBE-16: Ve cennâtin elfâfâ(elfâfen).
Sarmaş dolaş olmuş (içiçe) bağlar ve bahçeler (oluşsun diye).
78/NEBE-17: İnne yevmel faslı kâne mîkâtâ(mîkâten).
Muhakkak ki fasıl (ayrılma) günü, (önceden) tayin edilmiş bir vakitti.
78/NEBE-18: Yevme yunfehu fîs sûri fe te’tûne efvâcâ(efvâcen).
Sur'a üflendiği gün artık siz bölük bölük geleceksiniz.
78/NEBE-19: Ve futihatis semâu fe kânet ebvâbâ(ebvâben).
Ve sema açılmış, böylece kapılar oluşmuştur.
78/NEBE-20: Ve suyyiretil cibâlu fe kânet serâbâ(serâben).
Ve dağlar yürütülmüş, böylece serap olmuştur.
78/NEBE-21: İnne cehenneme kânet mirsâdâ(mirsâden).
Muhakkak ki cehennem mirsad olmuştur.
78/NEBE-22: Lit tâgîne meâbâ(meâben).
Azgınlar için meab (sığınılacak yer) olarak.
78/NEBE-23: Lâbisîne fîhâ ahkâbâ(ahkâben).
(Onlar) orada bütün zamanlar boyunca kalacak olanlardır.
78/NEBE-24: Lâ yezûkûne fîhâ berden ve lâ şerâbâ(şerâben).
Orada bir serinlik ve bir içecek tatmazlar.
78/NEBE-25: İllâ hamîmen ve gassâkâ(gassâkan).
Gassak (irin) ve hamimden (kaynar su) başka.
78/NEBE-26: Cezâen vifâkâ(vifâkan).
Uygun bir ceza (karşılık) olarak.
78/NEBE-27: İnnehum kânû lâ yercûne hısâbâ(hısâben).
Muhakkak ki onlar bir hesap ummuyorlardı.
78/NEBE-28: Ve kezzebû bi âyâtinâ kizzâbâ(kizzâben).
Ve âyetlerimizi tekzip ederek yalanladılar. 3
78/NEBE-29: Ve kulle şey’in ahsaynâhu kitâbâ(kitâben).
Ve Biz, herşeyi yazarak saydık (tespit ettik).
78/NEBE-30: Fe zûkû felen nezîdekum illâ azâbâ(azâben).
Haydi (azabı) tadın! Size artık azaptan başkasını artırmayacağız.
78/NEBE-31: İnne lil muttekîne mefâzâ(mefâzen).
Muhakkak ki, muttakiler (takva sahipleri) için kurtuluş (ve kazanç) vardır.
78/NEBE-32: Hadâika ve a’nâbâ(a’nâben).
Bahçeler ve üzüm bağları vardır.
78/NEBE-33: Ve kevâıbe etrâbâ(etrâben).
Ve aynı yaşta, şahane endamlı genç kızlar.
78/NEBE-34: Ve ke’sen dihâkâ(dihâkan).
Ve içi dolu kadehler vardır.
78/NEBE-35: Lâ yes’meûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ(kizzâben).
Orada boş söz ve yalan işitmezler.
78/NEBE-36: Cezâen min rabbike atâen hısâbâ(hısâben).
(Bunlar) Rabbin tarafından, hesaba karşılık verilen mükâfattır (ihsanlardır).
78/NEBE-37: Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumer rahmâni lâ yemlikûne minhu
hitâbâ(hitâben).
(Allah) göklerin ve yerin ve onların arasında bulunanların Rahmân olan Rabbidir. (Hiç kimse)
ondan bir hitaba mâlik değildir.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine
lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân'ın
kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür.
Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol
ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
78/NEBE-40: İnnâ enzernâkum azâben karîbâ(karîben), yevme yenzurul mer’u mâ kaddemet
yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ(turâben).
Muhakkak ki, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, elleri ile takdim ettiği şeye bakacak. Ve
kâfir olan: “Keşke ben toprak olsaydım.” diyecek.
NECM
Bismillâhirrahmânirrahîm
53/NECM-1: Ven necmi izâ hevâ.
Kaybolduğu zaman yıldıza andolsun.
53/NECM-2: Mâ dalle sâhıbukum ve mâ gavâ.
Sahibiniz dalâlete düşmedi ve azmadı.
53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.
53/NECM-4: İn huve illâ vahyun yûhâ.
(O'nun söyledikleri), sadece O'na vahyolunan vahiydir. 3
53/NECM-5: Allemehu şedîdul kuvâ.
O'na çok şiddetli ve kudretli olan (Cebrail A.S) öğretti.
53/NECM-6: Zû mirreh(mirretin), festevâ.
O (Cebrail A.S), kuvvet ve azamet sahibidir. Öylece istiva etti (yöneldi).
53/NECM-7: Ve huve bil ufukil a’lâ.
Ve o, ufkun en yüksek yerinde (gözüktü).
53/NECM-8: Summe denâ fe tedellâ.
Sonra yaklaştı ve böylece indi.
53/NECM-9: Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.
Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu.
53/NECM-10: Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.
Böylece O'nun kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti.
53/NECM-11: Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.
Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.
53/NECM-12: E fe tumâr rûnehu alâ mâ yerâ.
Yoksa siz, onunla gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz?
53/NECM-13: Ve lekad reâhu nezleten uhrâ.
Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü.
53/NECM-14: İnde sidretil muntehâ.
Sidretül Münteha'nın yanında.
53/NECM-15: İndehâ cennetul me’vâ.
O'nun (Sidretül Münteha'nın) yanında Meva Cenneti (vardır).
53/NECM-16: İz yagşes sidrete mâ yagşâ.
Sidre'yi bürüyen şey bürüyordu.
53/NECM-17: Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ.
Bakış kaymadı ve haddi aşmadı.
53/NECM-18: Lekad reâ min âyâti rabbihil kubrâ.
Andolsun ki o, Rabbinin büyük âyetlerinden (bir kısmını) gördü.
53/NECM-19: E fe reeytumul lâte vel uzzâ.
Siz, Lât ve Uzza'yı gördünüz mü?
53/NECM-20: Ve menâtes sâlisetel uhrâ.
Ve diğerini, üçüncüsü Menat'ı (gördünüz mü?)
53/NECM-21: E lekumuz zekeru ve lehul unsâ.
Erkek (çocuklar) sizin ve kız (çocuklar) O'nun mu?
53/NECM-22: Tilke izen kısmetun dîzâ.
Eğer böyle ise bu, insafsız (haksız) bir taksimdir.
53/NECM-23: İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min
sultân(sultânin), in yettebiûne illez zanne ve mâ tehvel enfus(enfusu), ve lekad câehum min
rabbihimul hudâ.
Onlar (bu isimler) ancak sizin ve babalarınızın onları isimlendirdiğiniz isimlerdir. Allah onlara
hiçbir sultan (delil) indirmedi. Onlar sadece zanna ve nefslerinin arzuladığı şeylere tâbî oluyorlar.
Ve andolsun ki, onlara Rab'lerinden hidayet geldi. 3
53/NECM-24: Em lil insâni mâ temennâ.
Yoksa insan için sadece temenni ettiği (istediği) şey mi var?
53/NECM-25: Fe lillâhil âhiretu vel ûlâ.
Fakat evvel de, ahir de Allah'ındır (dünya da, ahiret de Allah'ındır).
53/NECM-26: Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en
ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ.
Ve göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri (hiç)bir şeyle (hiçbir şekilde) fayda vermez.
Allah'ın dilediği ve razı olduğu (tasarruf rızasına sahip) kimseye (devrin imamına) izin
vermesinden sonrası hariç.
53/NECM-27: İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhireti le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ.
Muhakkak ki ahirete (Allah'a ruhunu ulaştırmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar, melekleri
mutlaka dişi isimlerle isimlendiriyorlar.
53/NECM-28: Ve mâ lehum bihî min ilm(ilmin), in yettebiûne illez zann(zanne), ve innez zanne
lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey’en).
Ve onların (melekler konusunda) bir ilmi yoktur. Onlar sadece zanna tâbî olurlar. Ve muhakkak ki
zan, Hak'tan yana hiçbir şeye fayda sağlamaz.
53/NECM-29: Fe a'rıd an men tevellâ an zikrinâ ve lem yurid illel hayâted dunyâ.
Artık zikrimizden dönen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir.
53/NECM-30: Zâlike mebleguhum minel ilm(ilmi), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an
sebîlihî ve huve a’lemu bi menihtedâ.
Onların ilimden ulaşabildikleri (sadece) budur. Muhakkak ki senin Rabbin ki; O, kimin Kendi
yolundan saptığını en iyi bilir ve O, kimin hidayete erdiğini en iyi bilir.
53/NECM-31: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı li yecziyellezîne esâû bimâ amilû ve
yeczîyellezîne ahsenû bil husnâ.
Ve göklerde ve yerde olan şeyler Allah içindir. Kötülük yapanları, yaptıkları sebebiyle
cezalandırsın ve ahsen davrananları daha güzeli ile mükâfatlandırsın diye.
53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke
vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî
butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar).
Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı.
Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi
tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.
53/NECM-33: E fe re’eytellezî tevellâ.
(Allah'tan) yüz çevireni gördün mü?
53/NECM-34: Ve a’tâ kalîlen ve ekdâ.
Ve o, pek az verdi, kalanını kesti (vazgeçti, vermedi).
53/NECM-35: E indehu ilmul gaybi fe huve yerâ.
Gaybın ilmi onun yanında mı? Böylece o mu görüyor?
53/NECM-36: Em lem yunebbe’ bimâ fî suhufi mûsâ.
Yoksa Hz. Musa'nın sayfalarında olan şeylerden ona haber verilmedi mi?
53/NECM-37: Ve ibrâhîmellezî veffâ.
Ve Hz. İbrâhîm ki, o vefa etti (Allah'ın emirlerini ifa etti).
53/NECM-38: Ellâ teziru vâziretun vizre uhrâ. 3
Gerçekten (hiç)bir günahkâr, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez.
53/NECM-39: Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.
Ve insan için, çalışmasından başka bir şey yoktur.
53/NECM-40: Ve enne sa’yehu sevfe yurâ.
Ve onun yaptığı çalışma (amel), yakında görülecektir.
53/NECM-41: Summe yuczâhul cezâel evfâ.
Sonra onun karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir.
53/NECM-42: Ve enne ilâ rabbikel muntehâ.
Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.
53/NECM-43: Ve ennehu huve adhake ve ebkâ.
Ve muhakkak ki, güldüren ve ağlatan O'dur.
53/NECM-44: Ve ennehu huve emâte ve ahyâ.
Ve muhakkak ki, öldüren ve dirilten O'dur.
53/NECM-45: Ve ennehu halakaz zevceyniz zekere vel unsâ.
Ve muhakkak ki O, erkek ve dişi çiftler yarattı.
53/NECM-46: Min nutfetin izâ tumnâ.
Meni akıtıldığı zaman, bir nutfeden (bir damladan).
53/NECM-47: Ve enne aleyhin neş’etel uhrâ.
Ve muhakkak ki, bundan sonraki neş'et (ikinci dirilme) O'na aittir.
53/NECM-48: Ve ennehu huve agnâ ve aknâ.
Ve muhakkak ki O, zengin eden ve varlıklı kılan O'dur.
53/NECM-49: Ve ennehu huve rabbuş şı’râ.
Ve muhakkak ki, Şira'nın (Şira Yıldızı'nın) Rabbi O'dur.
53/NECM-50: Ve ennehû ehleke âdenil ûlâ.
Ve muhakkak ki, evvelki Âd (halkını) helâk etti.
53/NECM-51: Ve semûde femâ ebkâ.
Ve Semud'u (da helâk etti). Böylece (onları) bâki kılmadı (geriye kimseyi bırakmadı).
53/NECM-52: Ve kavme nûhın min kabl(kablu), innehum kânû hum azleme ve atgâ.
Ve daha önce de Nuh (A.S)'ın kavmini (helâk etti). Muhakkak ki onlar, daha zalim ve daha
azgındılar.
53/NECM-53: Vel mû’tefikete ehvâ.
Ve alt üst edilen beldeyi, (Cebrail (A.S) göğe kaldırıp) yerin dibine geçirdi.
53/NECM-54: Fe gaşşâhâ mâ gaşşâ.
Artık onu (o kavmi) kaplayan (azap) kapladı ama ne kaplama!
53/NECM-55: Fe bi eyyi âlâi rabbike tetemârâ.
O halde Rabbinin hangi ni'metlerinden şüphe ediyorsun?
53/NECM-56: Hâzâ nezîrun minen nuzuril ûlâ.
Bu nezir, evvelki nezirlerden bir nezirdir.
53/NECM-57: Ezifetil âzifeh(âzifetu).
Yaklaşan, yaklaştı.
53/NECM-58: Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh(kâşifetun).
Onu, Allah'tan başka keşfedecek yoktur. 3
53/NECM-59: E fe min hâzel hadîsi ta’cebûn(ta’cebûne).
Yoksa bu söz size acayip mi geldi?
53/NECM-60: Ve tedhakûne ve lâ tebkûn(tebkûne).
Ve siz gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.
53/NECM-61: Ve entum sâmidûn(sâmidûne).
Ve siz, gafletle eğlenceye dalanlarsınız.
53/NECM-62: Fescudû lillâhi va’budû. (SECDE ÂYETİ)
Artık Allah'a secde edin ve (O'na) kul olun!
NEML
Bismillâhirrahmânirrahîm
27/NEML-1: Tâ sîn, tilke âyâtul kur’âni ve kitâbin mubîn(mubînin).
Tâ, Sîn. Bunlar, apaçık bir Kitap olan Kur'ân'ın Âyetleri'dir.
27/NEML-2: Huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).
Mü'minler için hidayete erdirici ve müjdeleyicidir.
27/NEML-3: Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum
yûkınûn(yûkınûne).
Onlar, namazı ikame ederler, zekâtı verirler ve onlar ki, onlar ahirete yakîn (sahibi) olarak inanırlar.
27/NEML-4: İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhireti zeyyennâ lehum a’mâlehum fe hum
ya’mehûn(ya’mehûne).
Muhakkak ki ahirete (ruhun Allah'a ulaşması) inanmayanlara, onların amellerini süsledik. Böylece
onlar, (şaşkın bir halde) bocalarlar.
27/NEML-5: Ulâikellezîne lehum sûul azâbi ve hum fîl âhıreti humul ahserûn(ahserûne).
İşte onlar ki, onlar için azabın kötüsü vardır. Ve onlar ki, onlar ahirette en çok hüsrana
uğrayanlardır.
27/NEML-6: Ve inneke le tulekkal kur’âne minledun hakîmin alîm(alîmin).
Muhakkak ki, (Bu) Kur'ân, sana mutlaka Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ve Alîm Olan'ın
katından (gizli ilminden) ilka ediliyor (ulaştırılıyor).
27/NEML-7: İz kâle mûsâ li ehlihî innî ânestu nârâ(nâren), se âtîkum minhâ bi haberin ev
âtîkum bi şihâbin kabesin leallekum tastalûn(tastalûne).
Musa (A.S), ehline (ailesine): "Gerçekten ben bir ateş farkettim. Size ondan bir haber veya bir
(parça) kor halinde ateş getireceğim, böylece siz ısınasınız diye." demişti.
27/NEML-8: Fe lemmâ câehâ nûdiye en bûrike men fîn nâri ve men havlehâ, ve subhânallâhi
rabbil âlemîn(âlemîne).
Böylece oraya gittiği zaman ona nida edildi: "Ateşin (nur'un) içinde (yanında) ve etrafında
bulunanlar mübarek kılındı. Ve âlemlerin Rabbi Allah Sübhan'dır (herşeyden münezzeh)."
27/NEML-9: Yâ mûsâ innehû enallâhul azîzul hakîm(hakîmu).
Ey Musa! Muhakkak ki Ben, Azîz (yüce), Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) olan Allah'ım.
27/NEML-10: Ve elkı asâk(asâke), fe lemmâ reâhâ tehtezzu ke ennehâ cânnun vellâ mudbiren
ve lem yuakkıb, yâ mûsâ lâ tehaf innî lâ yehâfu ledeyyel murselûn(murselûne).
"Ve asanı at!" Bunun üzerine (asasını atınca) onun yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına
bakmadan geri dönüp kaçtı. "Ya Musa! Korkma, muhakkak ki Ben(im), Benim yanımda
(huzurumda) resûller korkmazlar." 3
27/NEML-11: İllâ men zaleme summe beddele husnen ba’de sûin fe innî gafûrun
rahîm(rahîmun).
Ancak zulmedenler hariç. Ama kim kötülüğü işledikten sonra iyiliğe (mürşidine tâbî olup
günahlarını sevaba) çevirirse, o zaman muhakkak ki Ben, Gafûr'um (mağfiret eden, günahları
sevaba çeviren) Rahîm'im (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
27/NEML-12: Ve edhıl yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sûin fî tis’ı âyâtin ilâ fir’avne
ve kavmih(kavmihî), innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne).
Ve elini koynuna sok. Onu kusursuz beyaz olarak çıkar. Bu (âyet, mucize) firavuna ve onun
kavmine (ait) dokuz âyet içindedir. Muhakkak ki onlar, fasık bir kavim oldular.
27/NEML-13: Fe lemmâ câethum âyâtunâ mubsıraten kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
Âyetlerimiz onlara görünür olduğu zaman; "Bu apaçık bir sihirdir." dediler.
27/NEML-14: Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum zulmen ve uluvvâ(uluvven), fenzur
keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
Ve onu, yakîn (kesin) olarak bildikleri (inandıkları) halde, nefslerine zulmederek ve büyüklenerek
bile bile inkâr ettiler. Öyleyse müfsitlerin (fesatçıların) akıbetlerinin nasıl olduğuna bak!
27/NEML-15: Ve lekad âteynâ dâvûde ve suleymâne ilmâ(ilmen), ve kâlal hamdu lillâhillezî
faddalenâ alâ kesîrin min ibâdihil mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki Dâvud (a.s)'a ve Süleyman (a.s)'a ilim verdik. Ve (onlar): "Mü'min kullarının
çoğundan bizi üstün kılan Allah'a hamdolsun." dediler.
27/NEML-16: Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhen nâsu ullimnâ mentıkat tayrı, ve
ûtînâ min kulli şey’(şey’in), inne hâzâ le huvel fadlul mubîn(mubînu).
Ve Süleyman (a.s), Dâvud (a.s)'a varis oldu. Ve: "Ey insanlar! Kuş dili bize öğretildi. Bize
herşeyden verildi. Muhakkak ki bu, apaçık bir fazldır." dedi.
27/NEML-17: Ve huşire li suleymâne cunûduhu minel cinni vel insi vet tayrı fe hum
yûzeûn(yûzeûne).
Ve Süleyman (A.S) için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular toplandı. Sonra da onlar
düzenlendi.
27/NEML-18: Hattâ izâ etev alâ vâdin nemli kâlet nemletun yâ eyyuhen nemludhulû
mesâkinekum, lâ yahtımennekum suleymânu ve cunûduhu ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca şöyle dedi: "Ey karıncalar, yuvalarınıza giriniz!
Süleyman (A.S) ve onun orduları, farkında olmadan sakın sizi ezmesin."
27/NEML-19: Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ ve kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî
en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes
sâlihîn(sâlihîne).
Bunun üzerine (Süleyman A.S), onun sözüne gülerek tebessüm etti. Ve: "Rabbim, bana, anne ve
babama en'am buyurduğun ni'metlere şükretmekte ve Senin razı olduğun salih amel (nefs tezkiyesi)
yapmakta beni başarılı kıl. Ve beni, rahmetinle salih kullarının arasına dahil et." dedi.
27/NEML-20: Ve tefekkadat tayra fe kâle mâliye lâ eral hudhude em kâne minel gâibîn(gâibîne).
Ve kuşları yokladı (teftiş etti). Sonra: "Hüdhüd'ü niçin ben göremiyorum, yoksa o kaybolanlardan
mı oldu?" dedi.
27/NEML-21: Le uazzibennehu azâben şedîden ev le ezbehannehû ev le ye’tiyennî bi sultânin
mubîn(mubînin).
Ona mutlaka şiddetli azap edeceğim veya onu mutlaka boğazlayacağım (keseceğim). Ya da bana
kesin olarak apaçık bir delil getirsin. 3
27/NEML-22: Fe mekese gayre baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhıt bihî ve ci’tuke min sebein
bi nebein yakîn(yakînin).
Çok geçmeden geldi. Ve: "Senin ihata edemediğin bir şeyi, ben ihata ettim (öğrendim). Seba'dan
sana yakîn (kesin) bir haber getirdim." dedi.
27/NEML-23: İnnî vecedtumreeten temlikuhum ve ûtiyet min kulli şey’in ve lehâ arşun
azîm(azîmun).
Gerçekten ben, onlara melik olan (hükümdarlık yapan) bir hanım buldum. Ona, herşeyden verilmiş
ve onun büyük bir arşı (tahtı) var.
27/NEML-24: Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi min dûnillâhi ve zeyyene lehümuş
şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe hum lâ yehtedûn(yehtedûne).
Onu ve kavmini Allah'ın yerine güneşe secde ederken buldum. Ve şeytan, onlara yaptıklarını
süslemiş ve böylece (Allah'ın) sebîlinden (yolundan) men etmiş. Bu sebeple onlar hidayette
değiller.
27/NEML-25: Ellâ yescudû lillâhillezî yuhriculhab’e fîs semâvâti vel ardı ve ya’lemu mâ
tuhfûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne).
Göklerde ve yerde saklı olanı (meydana) çıkaran ve sizin sakladığınızı da açıkladığınızı da bilen
Allah'a, nasıl secde etmezler?
27/NEML-26: Allâhu lâ ilâhe illâ huve rabbul arşil azîm(azîmi).
O Allah ki, arşıl azîm'in Rabbidir. O'ndan başka İlâh yoktur.
27/NEML-27: Kâle se nenzuru e sadakte em kunte minel kâzibîn(kâzibîne).
(Süleyman A.S): "Sen doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın (yalancılardan mı oldun)
bakacağız." dedi.
27/NEML-28: İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur mâzâ
yerciûn(yerciûne).
Bu yazımı (mektubumu) götür, böylece onlara (onu) at (ulaştır). Sonra onlardan (geri) dön, neye
dönecekler (ne cevap verecekler) bak!
27/NEML-29: Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun).
(Sebe Melikesi): "Ey ileri gelenler! Gerçekten bana kerim (kıymetli) bir yazı (mektup) bırakıldı."
dedi.
27/NEML-30: İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm(rahîmi).
Muhakkak ki o Süleyman (A.S)'dan. Ve gerçekten o, Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı'yla
(başlıyor).
27/NEML-31: Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn(muslimîne).
Bana karşı büyüklük taslamayın. Ve bana teslim olmak üzere gelin.
27/NEML-32: Kâlet yâ eyyuhel meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtıaten emren hattâ
teşhedûn(teşhedûni).
(Sebe Melikesi): "Ey ileri gelenler! İşimde bana fetva verin (reyinizi bildirin). Siz şahitlik
etmedikçe (yanımda bulunup fetva vermedikçe) ben kat'i (kesin) emir verecek değilim." dedi.
27/NEML-33: Kâlû nahnu ûlû kuvvetin ve ûlû be’sin şedîdin vel emru ileyki fenzurî mâzâ
te’murîn(te’murîne).
"Biz kuvvetli ve çok büyük savaş gücü sahibiyiz. Ve emir senindir. Öyleyse sen bak (karar ver), ne
emir vereceksin?" dediler.
27/NEML-34: Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ
ezilleh(ezilleten), ve kezâlike yef’alûn(yef’alûne). 3
(Sebe Melikesi): "Muhakkak ki melikler (hükümdarlar), bir ülkeye girdikleri zaman, onu ifsad
ederler (bozguna uğratırlar) ve onun halkının izzet sahibi olanlarını zillete düşürürler. Ve işte onlar
böyle yaparlar." dedi.
27/NEML-35: Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul
murselûn(murselûne).
Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne
ile dönecekler?
27/NEML-36: Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun
mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn(tefrahûne).
Bunun üzerine (resûller hediyelerle) Süleyman (A.S)'a geldikleri zaman (Süleyman A.S): "Bana
mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği şeyler, size verdiği şeylerden daha hayırlı.
Hayır, siz hediyenizle seviniyorsunuz (övünüyorsunuz)." dedi.
27/NEML-37: İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le
nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn(sâgırûne).
Onlara (geri) dön. Bundan sonra mutlaka onların karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz. Ve
mutlaka onları küçük düşürerek, zilletle oradan çıkarırız.
27/NEML-38: Kâle yâ eyyuhel meleu eyyekum ye’tînî bi arşihâ kable en ye’tûnî
muslimîn(muslimîne).
(Süleyman A.S): "Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmak üzere bana gelmeden önce, onun tahtını
hanginiz bana getirir?" dedi.
27/NEML-39: Kâle ıfrîtun minel cinni ene âtîke bihî kable en tekûme min makâmik(makâmike)
ve innî aleyhi le kaviyyun emîn(emînun).
Cinlerden ifrit: "Sen, makamından kalkmadan önce onu sana getiririm. Muhakkak ki ben, ona (onu
gerçekleştirebileceğime) kuvvetle eminim." dedi.
27/NEML-40: Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke
tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e
eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe
inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).
Kitaptan ilmi olan kişi (Hızır A.S): "Ben onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm."
dedi. (Süleyman A.S) böylece onun yanında (önünde) durduğunu görünce: "Bu Rabbimin bir
fazlıdır (lütfudur), ben şükredecek miyim yoksa küfür (nankörlük) mü edeceğim diye beni imtihan
etmek için." dedi. Ve kim şükrederse sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse o taktirde
muhakkak ki benim Rabbim Gani'dir, Kerim'dir.
27/NEML-41: Kâle nekkirû lehâ arşehâ nenzur e tehtedî em tekûnu minellezîne lâ
yehtedûn(yehtedûne).
(Süleyman A.S): "Onun tahtının şeklini değiştirin. Bakalım hidayete erecek mi, yoksa hidayete
ermeyenlerden mi olacak?" dedi.
27/NEML-42: Fe lemmâ câet kîle e hâkezâ arşuk(arşuki), kâlet ke ennehu huve ve ûtînel ilme
min kablihâ ve kunnâ muslimîn(muslimîne).
Böylece geldiği zaman ona: "Senin tahtın bunun gibi miydi (böyle miydi)?" denildi. (Sebe
Melikesi): "Sanki o." dedi. Ve (Süleyman A.S): "İlim bize ondan önce verildi. Ve biz müslümanlar,
(Allah'a teslim olanlar) olduk."
27/NEML-43: Ve saddehâ mâ kânet ta’budu min dûnillâh(dûnillâhi), innehâ kânet min kavmin
kâfirîn(kâfirîne).
Ve Allah'tan başka taptığı şeyler ona mani oldu. Muhakkak ki o, kâfirler kavmindendi. 3
27/NEML-44: Kîle lehadhulîs sarh(sarha), fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an
sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr(kavârîra), kâlet rabbi innî zalemtu nefsî
ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ona: "Köşke gir." denildi. Onu gördüğü zaman derin su zannetti ve ayaklarını açtı (eteklerini çekti).
(Süleyman A.S): "Muhakkak ki o, parlak, billur camdan bir köşktür." dedi. (Sebe Melikesi):
"Rabbim, muhakkak ki ben, nefsime zulmettim ve Süleyman (A.S)'la beraber alemlerin Rabbi olan
Allah'a teslim oldum." dedi.
27/NEML-45: Ve lekad erselnâ ilâ semûde ehâhum sâlihan eni’budûllâhe fe izâhum ferîkâni
yahtesımûn(yahtesımûne).
Ve andolsun ki, Semud kavmine "Allah'a kul olsunlar" diye onların kardeşi Salih (A.S)'ı gönderdik.
Fakat onlar o zaman hasım olan (çekişen) iki grup oldular.
27/NEML-46: Kâle yâ kavmi lime testa’cilûne bîs seyyieti kablel haseneh(haseneti), lev lâ
testagfirûnallâhe leallekum turhamûn(turhamûne).
(Salih A.S) dedi ki: "Ey kavmim! Niçin hasenattan önce seyyiat için acele ediyorsunuz? Allah'tan
mağfiret dileseniz olmaz mı? Böylece rahmet olunasınız diye."
27/NEML-47: Kâlût tayyernâ bike ve bi men meak(meake), kâle tâirukum indallâhi bel entum
kavmun tuftenûn(tuftenûne).
"Sen ve seninle beraber olanlar, bize uğursuzluk getirdiniz." dediler. (Salih A.S): "Sizin
uğursuzluğunuz Allah'ın katındadır. Hayır, siz fitneye düşmüş bir kavimsiniz." dedi.
27/NEML-48: Ve kâne fîl medîneti tis’atu rahtın yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
Ve şehirde dokuz kişilik bir grup vardı ki; yeryüzünde fesat çıkarıyorlar ve ıslâh etmiyorlardı.
27/NEML-49: Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li
veliyyihî mâ şehidnâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
Allah'a kasem (yemin) ederek dediler ki: "Biz geceleyin mutlaka ona ve ailesine baskın
düzenleyelim (onları öldürelim). Sonra da onun dostlarına (muhakkak ki) onun ailesinin helâk
edilmesine şahit olmadık ve gerçekten biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz)." diyelim.
27/NEML-50: Ve mekerû mekran ve mekernâ mekran ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve hile düzenlediler. Ve Biz de (onlara) hile düzenledik, fakat onlar farkına varmadılar.
27/NEML-51: Fenzur keyfe kâne âkıbetu mekrihim ennâ demmernâhum ve kavmehum
ecmeîn(ecmeîne).
Bundan sonra onların hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bak ki, onları ve onların kavminin
tamamını nasıl yok ettik.
27/NEML-52: Fe tilke buyûtuhum hâviyeten bimâ zalemû, inne fî zâlike le âyeten li kavmin
ya’lemûn(ya’lemûne).
İşte onların zulümleri sebebiyle çökmüş olan evleri! Muhakkak ki bilen kavim için bunda, mutlaka
bir âyet (delil) vardır.
27/NEML-53: Ve enceynellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Ve âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) ve (bu sebeple) takva sahibi olanları kurtardık.
27/NEML-54: Ve lûtan iz kâle li kavmihî ete’tûnel fâhışete ve entum tubsırûn(tubsırûne).
Ve Lut (A.S), kavmine şöyle demişti: "Siz gördüğünüz halde fahişeliğe (kötülüğe) mi
geliyorsunuz?"
27/NEML-55: E innekum le te’tûner ricâle şehveten min dûnin nisâi, bel entum kavmun
techelûn(techelûne).
Siz, gerçekten kadınlar yerine erkeklere mi şehvetle geliyorsunuz? Hayır, siz cahil bir kavimsiniz. 3
27/NEML-56: Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricû âle lûtın min karyetikum innehum
unâsun yetetahherûn(yetetahherûne).
Fakat onun kavminin cevabı: "Lut'un ailesini ülkenizden çıkarın, çünkü onlar temiz kalmak isteyen
insanlar." demekten başka bir şey olmadı.
27/NEML-57: Fe enceynâhu ve ehlehû illemreetehu kaddernâhâ minel gâbirîn(gâbirîne).
Böylece onu ve ailesini, hanımı hariç (olmak üzere) kurtardık. Onu geride kalanlardan taktir ettik.
27/NEML-58: Ve emtarnâ aleyhim matarâ(metaran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
Ve onların üzerine yağmur yağdırdık. Öyle bir yağmur ki, uyarılanların yağmuru çok kötü oldu.
27/NEML-59: Kulil hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînastafâ, âllâhu hayrun emmâ
yuşrikûn(yuşrikûne).
De ki: "Hamd, Allah'a aittir (Allah içindir, Allah'adır). Ve selâm, onun seçtiği kullarının üzerinedir.
Allah mı, yoksa onların şirk koştuğu şeyler mi hayırlıdır?"
27/NEML-60: Emmen halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâ’(mâen), fe
enbetnâ bihî hadâika zâte behceh(behcetin), mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun
meallâh(meallâhi), bel hum kavmun ya’dilûn(ya’dilûne).
Veya semaları ve yeryüzünü yaratan ve sizin için gökten su indiren mi? Böylece onunla güzel
bahçeler yetiştirdik. Onun ağaçlarını dahi yetiştirmeniz sizin için (mümkün) olamaz. Allah ile
beraber bir (başka) ilâh mı? Hayır, onlar (Allah'a başka bir ilâhı) denk tutan bir kavim.
27/NEML-61: Emmen cealel arda karâren ve ceale hılâlehâ enhâren ve ceale lehâ revâsiye ve
ceale beynel bahreyni hâcizâ(hâcizen), e ilâhun meallâh(meallâhi), bel ekseruhum lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Yoksa arzı karar yeri kılan ve onun aralarında (yeryüzünde) nehirler kılan (akıtan) ve orada (sabit)
dağlar kılan ve iki deniz arasında perde kılan mı? Allah ile beraber bir (başka) ilâh mı? Hayır,
onların çoğu bilmezler.
27/NEML-62: Emmen yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yec’alukum hulefâel
ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Yoksa darda kalan kişi, ona dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünde
halifeler kılan mı? Allah ile beraber bir (başka) ilâh mı? Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz?
27/NEML-63: Emmen yehdîkum fî zulumâtil berri vel bahri ve men yursilur riyâha buşren
beyne yedey rahmetih(rahmetihî), e ilâhun meallâh(meallâhi), teâlallâhu ammâ
yuşrikûn(yuşrikûne).
Yoksa sizi, denizin ve karanın karanlığından hidayete erdiren mi? Rahmetinin önünde müjdeleyici
olarak rüzgârlar gönderen mi? Allah ile beraber bir (başka) ilâh mı? Yüce Allah, onların şirk
koştuğu şeylerden yücedir (münezzehtir).
27/NEML-64: Emmen yebdeul halka summe yuîduhu ve men yerzukukum mines semâi vel
ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa ilk defa yaratan sonra da onu (geri) döndürecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran
mı? Allah ile beraber bir (başka) ilâh mı? (Onlara) de ki: "Eğer siz doğru söyleyenlerseniz,
delillerinizi getirin."
27/NEML-65: Kul lâ ya’lemu men fîs semâvâti vel ardıl gaybe illallâh(illallâhu) ve mâ yeş’urûne
eyyâne yub’asûn(yub’asûne).
De ki: "Göklerde ve yeryüzünde gaybı, Allah'tan başka kimse bilemez. Ve ne zaman beas
edileceklerinin bilincinde (şuurunda) olamazlar."
27/NEML-66: Beliddâreke ilmuhum fîl âhıreh(âhıreti), bel hum fî şekkin minhâ, bel hum minhâ
amûn(amûne). 3
Hayır, ahiret hakkında onların ilimleri tamamlandı (bilgiler tamamen onlara verildi). Aksine onlar,
(hâlâ) ondan (ahiretten) şüphe içindeler. Hayır, onlar, ona (ahiret delillerine) karşı kördürler (onları
anlayacak basiretleri yoktur).
27/NEML-67: Ve kâlellezîne keferû e izâ kunnâ turâben ve âbâunâ e innâ le
muhracûn(muhracûne).
Ve kâfirler (şöyle) dediler: "Babalarımız ve biz toprak olduktan sonra mı? Gerçekten biz, mutlaka
(topraktan) çıkarılacak mıyız?"
27/NEML-68: Lekad vuıdnâ hâzâ nahnu ve âbâunâ min kablu in hâzâ illâ esâtîrul
evvelîn(evvelîne).
Andolsun ki bu, bize ve daha önce de babalarımıza vaadedilmişti. Ancak bunlar (sadece)
evvelkilerin (efsaneleridir).
27/NEML-69: Kul sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkibetul mucrimîn(mucrimîne).
(Onlara) de ki: "Yeryüzünde dolaşın! Böylece bakın, mücrimlerin (suçluların) akıbeti (sonu) nasıl
oldu?"
27/NEML-70: Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekun fî daykın mimmâ yemkurûn(yemkurûne).
Ve artık onlara üzülme (onlar için mahzun olma)! Ve onların kurduğu tuzaklardan (onların yaptığı
hilelerden) bir sıkıntı içinde olma!
27/NEML-71: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Ve (onlar): "Eğer sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz), bu vaad ne zaman?" derler.
27/NEML-72: Kul asâ en yekûne radife lekum ba’dullezî testa’cilûn(testa’cilûne).
De ki: "Belki de acele istediklerinizin bir kısmı sizi takip ediyordur (belki yakında size
ulaşacaktır)."
27/NEML-73: Ve inne rabbeke le zû fadlın alen nâsi ve lâkinne ekserehum lâ
yeşkurûn(yeşkurûne).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, insanlara karşı fazl (lütuf) sahibidir. Ve lâkin onların çoğu
şükretmiyorlar.
27/NEML-74: Ve inne rabbeke le ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn(yu’linûne).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, şüphesiz onların göğüslerinde gizli olanı da açıkladıklarını da bilir.
27/NEML-75: Ve mâ min gâibetin fîs semâi vel ardı illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve gökte ve yeryüzünde gaib (gizli) ne varsa Kitab-ı Mübîn (Levh-i Mahfuz)'de vardır.
27/NEML-76: İnne hâzel kur’âne yakussu alâ benî isrâîle ekserellezî hum fîhi
yahtelifûn(yahtelifûne).
Muhakkak ki bu Kur'ân, İsrailoğulları'na çoğunda ihtilâf ettikleri şeylerin (gerçeklerini) anlatıyor.
27/NEML-77: Ve innehu le huden ve rahmetun lil mu’minîn(mu’minîne).
Ve muhakkak ki O, mü'minler için mutlaka Hidayet ve Rahmet'tir.
27/NEML-78: İnne rabbeke yakdî beynehum bi hukmihî, ve huvel azîzul alîm(alîmu).
Muhakkak ki senin Rabbin, onların arasında kendi hükmünü verecek. Ve O; Azîz'dir (yüce),
Alîm'dir (en iyi bilen).
27/NEML-79: Fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), inneke alel hakkıl mubîn(mubîni).
Öyleyse sen, Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki sen, apaçık (bir şekilde) hak üzeresin.
27/NEML-80: İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev
mudbirîn(mudbirîne).
Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini
işittiremezsin. 3
27/NEML-81: Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe
hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize
inananlara işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır.
27/NEML-82: Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten minel ardı tukellimuhum
ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onların üzerine (Allah'ın Kitap'ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara arzdan dabbe çıkardık
(çıkarırız). İnsanların (Kitap'taki) âyetlerimize yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.
27/NEML-83: Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmen yukezzibu bi âyâtinâ fe
hum yûzeûn(yûzeûne).
Ve o gün, bütün ümmetlerden, âyetlerimizi tekzip edenleri (yalanlayanları) grup grup haşredeceğiz
(toplayacağız). Böylece onlar (72 fırka) biraraya getirilir.
27/NEML-84: Hattâ izâ câû kâle e kezzebtum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ılmen em mâzâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Onlar geldikleri zaman (Allah onlara): "Onu ilmen ihata edemediniz de mi âyetlerimi tekzip ettiniz
(yalanladınız)? Yoksa yapmış olduğunuz nedir (başka bir sebep mi var)?" dedi.
27/NEML-85: Ve vakaal kavlu aleyhim bimâ zalemû fe hum lâ yentıkûn(yentıkûne).
Ve zulümleri sebebiyle onların üzerine (Allah'ın) sözü vaki oldu (yerine geldi). Artık onlar
konuşamaz.
27/NEML-86: E lem yerev ennâ cealnel leyle li yeskunû fîhî ven nehâra mubsırâ(mubsıran),
inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Dinlensinler diye nasıl geceyi (karanlık), gündüzü (aydınlık) kıldığımızı görmediler mi? Muhakkak
ki bunda inanan kavim için âyetler (ibretler, deliller) vardır.
27/NEML-87: Ve yevme yunfehu fîs sûri fe fezia men fis semâvâti ve men fîl ardı illâ men
şâallâh(şâallâhu), ve kullun etevhu dâhırîn(dâhırîne).
Ve sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın dilediği kimseler hariç, semalarda ve yeryüzünde olanlar dehşete
kapıldı (kapılırlar). Ve herkes boyunları bükük olarak ona (Allah'a) geldiler (gelirler).
27/NEML-88: Ve terel cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merres sehâb(sehâbi),
sun’allâhillezî etkane kulle şey’(şey’in), innehu habîrun bimâ tef’alûn(tef’alûne).
Ve dağı görürsün, onu hareketsiz sanırsın. O, bulut gibi hareket eder. Herşeyi sağlam yapan
Allah'ın yaratmasıdır. Muhakkak ki O, yaptıklarınızdan haberdardır.
27/NEML-89: Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin
âminûn(âminûne).
Kim hasenat ile (kazandığı dereceler, kaybettiği derecelerden fazla olarak) geldiyse, işte o zaman
onun için ondan daha hayırlısı (cennet) vardır. Ve onlar, izin günü dehşetten (cehenneme
gitmeyeceklerinden) emin olanlardır.
27/NEML-90: Ve men câe bis seyyieti fe kubbet vucûhuhum fîn nâr(nâri), hel tuczevne illâ mâ
kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve kim seyyiat ile (kaybettiği dereceler, kazandığı derecelerden fazla olarak) geldiyse, işte o zaman
onlar, yüzüstü ateşe atıldı (atılır). Yapmış olduklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?
27/NEML-91: İnnemâ umirtu en a’bude rabbe hâzihil beldetillezî harremehâ ve lehu kullu
şey’in ve umırtu en ekûne minel muslimîn(muslimîne).
Ben sadece "Rabbe (Allah'a) kul olmak" ile emrolundum. Bu belde ki, O (Allah), onu hürmete
lâyık kıldı. Ve herşey O'nundur (Allah'ındır). Ve ben "teslim olanlardan olmakla" emrolundum. 3
27/NEML-92: Ve en etluvel kur’ân(kur’âne), fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî),
ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn(munzirîne).
Ve "Kur'ân'ı okumakla (emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için
hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim
(uyaranlardanım)." de.
27/NEML-93: Ve kulil hamdu lillâhi seyurîkum âyâtihî fe ta’rifûnehâ, ve mâ rabbuke bi gâfilin
ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve de ki: "Hamd Allah'adır. Size âyetlerini gösterecek, böylece onları tanıyacaksınız." Ve senin
Rabbin, yaptıklarınızdan gâfil değildir.
NİSÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
4/NİSÂ-1: Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka
minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisâe(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne
bihî, vel erhâm(erhâme) innellâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
Ey insanlar, Rabbiniz'e karşı takva sahibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem Aleyhis selâm'dan)
yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla
(O'nun adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı takva sahibi olun ve rahimlerden
(akrabalık haklarından) sakının. Muhakkak ki Allah, sizin üzerinizde murakıbtır (sizi kontrol
edendir).
4/NİSÂ-2: Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl habîse bit tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû
emvâlehum ilâ emvâlikum innehu kâne hûben kebîrâ(kebîran).
Ve yetimlere mallarını verin. Ve temizle (helâl olan ile) habis olanı (haram olanı) değiştirmeyin. Ve
onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Muhakkak ki o büyük bir günahtır.
4/NİSÂ-3: Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve
sulâse ve rubâ’(rubâa), fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike
ednâ ellâ teûlû.
Ve eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o taktirde hoşunuza
giden (size helâl olan diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Fakat, eğer (onlara da)
adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane ile veya elinizin altındaki sahip
olduklarınızla (cariyelerinizle) yetinin. İşte bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
4/NİSÂ-4: Ve âtûn nisâe sadukâtihinne nıhleh(nıhleten), fe in tıbne lekum an şey’in minhu
nefsen fe kulûhu henîen merîâ(merîan).
Ve kadınlara, mehirlerini seve seve verin. Fakat kendi istekleri ile ondan (mehirden) bir kısmını
size bağış olarak verirlerse o taktirde onu afiyetle rahatça yiyin.
4/NİSÂ-5: Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealellâhu lekum kıyâmen verzukûhum fîhâ
veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve Allah'ın, (kullanımı konusunda) sizi kaim kıldığı (vekil kıldığı) mallarınızı sefihlere vermeyiniz
ve onun içinden (o mallarla) onları rızıklandırınız (besleyiniz) ve giydiriniz ve onlara güzel söz
söyleyiniz.
4/NİSÂ-6: Vebtelûl yetâmâ hattâ izâ belegun nikâh(nikâha), fe in ânestum minhum ruşden
fedfeû ileyhim emvâlehum ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve bidâren en yekberû ve men kâne ganiyyen
felyesta’fif, ve men kâne fakîran felye’kul bil ma’rûf(ma’rûfi), fe izâ defa’tum ileyhim
emvâlehum fe eşhidû aleyhim, ve kefâ billâhi hasîbâ(hasîben).
Ve yetimleri nikâh çağına gelinceye kadar deneyin. Bundan sonra eğer kendilerinde bir rüşd
(yeterlilik) hissederseniz, o taktirde mallarını onlara teslim edin. Ve büyürler (geri alırlar) diye, 3
onları (malları) israf etmeyin ve acele ile yemeyin. Ve (vâsi) zengin bir kimse ise, o taktirde iffetli
olsun (yetimlerin mallarını yemekten kaçınsın). Ve (vâsi) fakir bir kimse ise, o taktirde örfe uygun
olarak yesin. Nihayet onlara mallarını geri vereceğiniz zaman, onlara karşı şahit tutun. Hesap
görücü olarak Allah yeter.
4/NİSÂ-7: Lir ricâli nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne, ve lin nisâi nasîbun mimmâ
terekel vâlidâni vel akrabûne mimmâ kalle minhu ev kesur(kesura), nasîben
mefrûdâ(mefrûdan).
Ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) erkekler için bir pay vardır. Ve
kadınlar için de, ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) bir pay vardır.
Ondan (bırakılanlardan) az veya çok farz kılınmış bir paydır.
4/NİSÂ-8: Ve izâ hadaral kısmete ulûl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkînu ferzukûhum minhu ve
kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve miras taksiminde, (miras düşmeyen uzak) akrabalar, yetimler ve yoksullar orada hazır
bulunursa, o taktirde onları, ondan (mirastan) rızıklandırınız ve onlara güzel söz söyleyiniz.
4/NİSÂ-9: Velyahşellezîne lev terekû min halfihim zurriyeten dıâfen hâfû aleyhim,
felyettekûllâhe velyekûlû kavlen sedîdâ(sedîdan).
Ve onlar sakınsınlar ki, eğer arkalarında güçsüz olmalarından korktukları çocuklar bıraksalardı,
onlar için (onlara haksızlık yapılmasından) korkarlardı. Artık Allah'a karşı takva sahibi olsunlar. Ve
adaletli (dürüst) söz söylesinler.
4/NİSÂ-10: İnnellezîne ye’kulûne emvâlel yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî butûnihim
nârâ(nâran) ve seyaslevne seîrâ(seîran).
Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (haksızlıkla) yiyenler, karınlarına sadece ateş yerler. Ve
onlar, yakında alevli ateşe atılacaklar.
4/NİSÂ-11: Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne
nisâen fevkasneteyni fe le hunne sulusâ mâ terek(tereke), ve in kânet vâhideten fe lehan
nısf(nısfu) ve li ebeveyhi li kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ tereke in kâne lehu
veled(veledun), fe in lem yekun lehu veledun ve verisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe
in kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ evdeyn(deynin),
âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum nef’â(nef’en), ferîdaten
minallâh(minallâhi) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı,
fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o
(kadın) bir tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının
herbiri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba
mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin
kardeşi de varsa, o zaman , altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine
getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha
yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah'tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah,
Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-12: Ve lekum nısfu mâ tereke ezvâcukum in lem yekun lehunne veled(veledun), fe in
kâne lehunne veledun fe lekumur rubuu mimmâ terekne min ba’di vasıyyetin yûsîne bihâ ev
deyn(deynin) ve le hunner rubuu mimmâ terektum in lem yekun lekum veled(veledun) fe in kâne
lekum veledun fe le hunnes sumunu mimmâ terektum min ba’di vasıyyetin tûsûne bihâ ev
deyn(deynin) ve in kâne raculun yûresu kelâleten ev imraetun ve lehû ahun ev uhtun fe li kulli
vâhidin min humâs sudus(sudusu), fe in kânû eksere min zâlike fe hum şurekâu fîs sulusi min
ba’di vasiyyetin yûsâ bihâ ev deynin gayre mudârr(mudârrin), vasıyyeten minallâh(minallâhi)
vallâhu alîmun halîm(halîmun). 3
Ve eğer eşlerinizin (kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının yarısı sizindir. Fakat
eğer onların (kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte biri sizindir. (Bunlar) yapılan vasiyet veya
(üzerindeki) borç ödendikten sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri
onlarındır (kadınlarındır), fakat eğer çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde biri
onlarındır (kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç (ödendikten) sonradır. Ve eğer miras
bırakan erkek veya kadının evlâdı ve ana-babası olmayıp, erkek veya kızkardeşi varsa, bu taktirde
ikisinden herbiri için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte bire
ortaktırlar. Bunlar (kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de borç ödendikten sonradır.
(İşte bunlar), (size) Allah tarafından vasiyettir. Ve Allah Alîm'dir, Halîm'dir.
4/NİSÂ-13: Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi) ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin
tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlikel fevzul azîm(azîmu).
İşte bunlar, Allah'ın hudutlarıdır ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat ederse, (Allah) onu
altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar ve bu, “Fevzul Azîm”dir (en
büyük kurtuluştur).
4/NİSÂ-14: Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâren hâliden fîhâ ve
lehu azâbun muhîn(muhînun).
Ve kim Allah'a ve O'nun Resulune isyan eder ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu, içinde ebedî
kalacakları ateşe koyar. Ve onun için “alçaltıcı azap “ vardır.
4/NİSÂ-15: Vellâtî ye’tînel fâhişete min nisâikum festeşhidû aleyhinne erbaaten minkum, fe in
şehidû fe emsikûhunne fîl buyûti hattâ yeteveffâhunnel mevtu ev yec’alallâhu lehunne
sebîlâ(sebîlen).
Ve kadınlarınızdan fuhuş yapmış olanlara ( onların aleyhine) sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik
ederlerse o taktirde, artık onlara ölüm gelinceye kadar veya onlar için, Allah bir yol gösterinceye
kadar evlerin içinde tutun.
4/NİSÂ-16: Vellezâni ye’tiyânihâ minkum fe âzûhumâ, fe in tâbâ ve aslehâ fe a’rıdû anhumâ
innallâhe kâne tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve içinizden onu (fuhşu) yapanların ikisine de artık ezâ ediniz. Fakat, eğer tövbe eder ve ıslâh
olurlarsa, o zaman ikisinden de (eziyet etmekten) vazgeçin. Muhakkak ki Allah tövbeleri kabul
edendir, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-17: İnnemet tevbetu alallâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe yetûbûne min
karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Fakat Allah'ın kabul edeceği tövbe, cahillik ile bir kötülük yapıp sonra, hemen tövbe edenler içindir
ki, işte onlar, Allah'ın, tövbelerini kabul ettiği kimselerdir. Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-18: Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), hattâ izâ hadara ehade
humul mevtu kâle innî tubtul’âne ve lellezîne yemûtûne ve hum kuffâr(kuffârun), ulâike a’tednâ
lehum azâben elîmâ(elîmen).
Ve onlardan birine (kendilerine) ölüm gelinceye kadar seyyiat işleyenlerden (kötülük yapanlardan),
“Gerçekten ben, şimdi tövbe ettim." diyen birinin tövbesi, tövbe değildir. Ve kâfir olarak ölenlerin
tövbesi de (tövbe değildir). İşte onlar, onlar için “elim azap” hazırladık.
4/NİSÂ-19: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe kerhâ(kerhen) ve lâ
ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin
mubeyyineh(mubeyyinetin), ve âşirûhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en
tekrehû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayren kesîrâ(kesîren).
Ey îmân edenler (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı dileyenler)! (Eşi vefat eden ve yakınınız olan)
kadınlara zorla (kerhen) varis olmanız size helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir
kısmını (onlardan) almak için, onları sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi 3
geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o taktirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey
hakkında Allah pek çok hayır kılar.
4/NİSÂ-20: Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ
te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve onlardan birine kantarlarca mal (mehir)
vermiş olsanız dahi, artık ondan (verdiğinizden) bir şeyi geri almayın. Onu (verdiğinizi), iftira
ederek ve apaçık günah işleyerek mi alacaksınız?
4/NİSÂ-21: Ve keyfe te’huzûnehu ve kad efdâ ba’dukum ilâ ba’dın ve ehazne minkum mîsâkan
galîzâ(galîzan).
Ve onu nasıl alırsınız ki, birbirinizle kaynaşmıştınız ve onlar sizden kesin bir misak almışlardı.
4/NİSÂ-22: Ve lâ tenkihû mâ nekaha âbâukum minen nisâi, illâ mâ kad selef(selefe), innehu
kâne fâhışeten ve maktâ(maktan) ve sâe sebîlâ(sebîlen).
Ve babalarınızın nikâhladığı (evlendiği) kadınlarla nikâhlanmayın. Geçmişte olanlar hariç.
Muhakkak ki o, bir fuhuştur ve iğrenç bir şeydir. Ve kötü bir yoldur.
4/NİSÂ-23: Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve
halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum
miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî
dehaltum bihinn(bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu
ebnâikumullezîne min aslâbikum ve en tecmeû beynel uhteyni illâ mâ kad selef(selefe),
innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız,
teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş kızları, sizi emzirmiş olan (süt) anneleriniz, süt
anneden kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup,
evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, o taktirde (onlarla
evlenmenizde) sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri
(kadınları) ve iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız. Geçmişte olanlar hariç. Muhakkak
ki, Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-24: Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâbellâhi aleykum, ve
uhille lekum mâ verâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayre
musâfihîn(musâfihîne), fe mestemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne
ferîdah(ferîdaten) ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil ferîdah(ferîdati)
innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve evli kadınlarla evlenmeniz (haram kılınmıştır), elinizin altında bulunan (harp esirleri) cariyeler
müstesna. (İşte bunlar) Allah'ın size yazdıklarıdır (farz kıldığı hükümlerdir). Ve bunların dışında
olanlar, iffetli olmak ve zina yapmamak şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız)
size helâl kılındı. Artık onlardan faydalanmak isterseniz o taktirde farz olan mehirlerini onlara
verin. Ve bu farzdan sonra, razı olduğunuz konuda onunla anlaşmanızda sizin üzerinize bir günah
yoktur. Muhakkak ki Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-25: Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti fe min mâ
meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât(mu’minâti) vallâhu a’lemu bi îmânikum
ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil
ma’rûfi muhsanâtin gayre musâfihâtin ve lâ muttehızâti ehdân(ehdânin), fe izâ uhsinne fe in
eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alel muhsanâti minel azâb(azâbi), zâlike li men haşiyel
anete minkum ve en tasbirû hayrun lekum vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve içinizden kimin, mü'min ve hür kadınlarla nikâh yapmaya (evlenmeye) gücü yetmezse, o zaman
ellerinizin altında bulunan genç mü'min cariyelerinizden (alıp) evlensin. Allah sizin îmânınızı daha
iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz (aynı soydan gelmesiniz). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina
etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle mehirlerini marufla (örf ve adete 3
uygun olarak) vererek onları nikâhlayın. Fakat, evli olduğu halde fuhuş yaparlarsa o taktirde hür
kadınlara uygulanan azabın (cezanın) yarısı kendilerine uygulanır. İşte bu (cariye ile nikâhlanma
izni) içinizden (zina etme) sıkıntısına düşmekten korkanlar içindir. Ve sabretmeniz sizin için daha
hayırlıdır. Ve Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-26: Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum ve
yetûbe aleykum vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Allah size beyan etmek (açıklamak) ve sizi, sizden öncekilerin kanununa ulaştırmak ve
tövbelerinizi kabul etmek ister. Ve Allah Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir).
4/NİSÂ-27: Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûneş şehevâti en temîlû
meylen azîmâ(azîmen).
Ve Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar ise, sizin büyük bir meyille
(şehvete) meyletmenizi isterler.
4/NİSÂ-28: Yurîdullâhu en yuhaffife ankum, ve hulikal insânu daîfâ(daîfen).
Allah sizden (tövbelerinizi kabul ederek yükünüzü) hafifletmeyi diler. Ve insan zayıf yaratıldı.
4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne
ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin
rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin).
Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.
4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nâra(nâren) ve kâne zâlike
alallâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte
bu, Allah için kolaydır.
4/NİSÂ-31: İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum
mudhalen kerîmâ(kerîmen).
Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin günahlarınızı örteriz ve sizi (şerefli bir
makama) ikram olunacağınız bir yere koyarız.
4/NİSÂ-32: Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d(ba’dın), lir ricâli nasîbun
mimmektesebû ve lin nisâi nasîbun mimmektesebn(mimmektesebne), ves’elûllâhe min
fadlih(fadlihî) innallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Ve Allah'ın bazınızı, bazınıza üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin (istemeyin). Erkekler için,
kazandıklarından bir nasip vardır ve kadınlar için de, kazandıklarından bir nasip vardır. Ve
Allah'tan, O'nun fazlından isteyin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
4/NİSÂ-33: Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûn(akrabûne)
vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum innallâhe kâne alâ kulli şey’in
şehîdâ(şehîden).
Ve ana- babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından, herkesi mirascı kıldık. Ve artık,
yeminlerinizin bağlandığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah herşeye şahittir.
4/NİSÂ-34: Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ
enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu)
vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı
vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen
kebîrâ(kebîren).
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve Allah'ın,
onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler 3
(koruyup gözetici, idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar
itaatkârdırlar, Allah'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının
yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden
(baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz.Ve (sonra da) yataklarında
yalnız bırakınız.Ve ( hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse,
artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir
(büyüktür).
4/NİSÂ-35: Ve in hıftum şıkâka beynihimâ feb’asû hakemen min ehlihî ve hakemen min ehlihâ,
in yurîdâ ıslâhan yuveffikıllâhu beynehumâ innallâhe kâne alîmen habîrâ(habîren).
Ve eğer ikisinin (karı-kocanın) arasının açılmasından korkarsanız, o taktirde erkeğin ailesinden bir
hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. İkisi de (karı-koca) arayı düzeltmeyi isterlerse,
Allah onların aralarının düzelmesinde onları başarılı kılar (muvaffak eder). Muhakkak ki Allah
Alîm'dir (en iyi bilendir), Habîr'dir (haberdar olandır).
4/NİSÂ-36: Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve bizil kurbâ vel
yetâmâ vel mesâkîni vel câri zil kurbâ vel câril cunubi ves sâhıbi bil cenbi vebnis sebîli ve mâ
meleket eymânukum, innallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûren).
Ve Allah'a kul olun. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, akrabaya, yetimlere,
miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin
altında sahip olduklarınıza (köleye, cariyeye, işçilere) ihsanla davranın. Muhakkak ki Allah, kibirli
olan ve övünen kimseleri sevmez.
4/NİSÂ-37: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhli ve yektumûne mâ âtâhumullâhu
min fadlıh(fadlıhî) ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
Onlar ki, cimrilik ederler ve insanlara cimriliği emrederler. Ve Allah'ın kendilerine fazlından
verdiği şeyi gizlerler. Ve kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırladık.
4/NİSÂ-38: Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil
âhir(âhiri) ve men yekuniş şeytânu lehu karînen fesâe karînâ(karînen).
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, Allah'a ve ahiret gününe (insan ruhunun
hayatta iken Allah'a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar. Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş
edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır.
4/NİSÂ-39: Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi vel yevmil âhıri ve enfekû mimmâ
razakahumullâh(razakahumullâhu) ve kânellâhu bihim alîmâ(alîmen).
Ve ne olurdu onlar, Allah'a ve ahiret gününe (ruhun ölümden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân
etselerdi ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah için) infak etselerdi (harcasalardı). Ve Allah
onları en iyi bilendir.
4/NİSÂ-40: İnnellâhe lâ yazlimu miskâle zerreh(zerretin) ve in teku haseneten yudâıfhâ ve yu’ti
min ledunhu ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, zerre kadar zulmetmez. Ve eğer bir iyilik (hasene) yaparsanız, onu kat kat
arttırır. Ve kendi katından “büyük ecir “ (karşılık) verir.
4/NİSÂ-41: Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi
şehîdâ(şehîden).
Artık her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şahit olarak
getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?
4/NİSÂ-42: Yevme izin yeveddullezîne keferû ve asavur resûle lev tusevvâ bihimul ard(ardu) ve
lâ yektumûnallâhe hadîsâ(hadîsen).
Kâfîrler ve resûle asi olanlar (karşı gelen kimseler), o izin günü (kıyâmet günü) kendilerinin yerle
bir olmalarını temenni ederler. Ve (inkâr ettikleri hiçbir) sözü, Allah'tan gizleyemezler. 3
4/NİSÂ-43: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ
tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû ve in kuntum merdâ ev alâ seferin ev câe
ehadun minkum minel gâiti ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden
tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum innallâhe kâne afuvven gafûrâ(gafûran).
Ey âmenû olanlar! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yolcu olmanız hariç,
gusül abdesti alıncaya kadar, namaza yaklaşmayın! Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz veya
sizden biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş fakat su bulamamışsanız, o taktirde
temiz toprağa teyemmüm edin, sonra onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Muhakkak ki
Allah, günahları affeden, mağfiret edendir.
4/NİSÂ-44: E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yeşterûned dalâlete ve yurîdûne en
tedıllus sebîl(sebîle).
Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Dalâleti satın alıyorlar ve sizin de yoldan
(Allah'ın yolundan) sapmanızı (dalâlete düşmenizi) istiyorlar.
4/NİSÂ-45: Vallâhu a’lemu bi a’dâikum ve kefâ billâhi veliyyen, ve kefâ billâhi nasîrâ(nasîran).
Ve sizin düşmanlarınızı en iyi Allah bilir. Ve dost olarak Allah kâfidir. Ve yardımcı olarak Allah
kâfidir.
4/NİSÂ-46: Minellezîne hâdû yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve yekûlûne semi’nâ ve asaynâ
vesme’ gayra musmeın ve râınâ leyyen bi elsinetihim ve ta’nan fîd dîn(dîni) ve lev ennehum kâlû
semi’nâ ve ata’nârnâ le kâne hayran lehum ve akvem(kveme) ve lâkin leanehumullâhu bi
kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).
Yahudilerden, (Tevrat'taki) kelimelerin konuldukları yerleri değiştirip tahrif edenler (mânâlarını
bozanlar) ve dillerini eğip bükerek ve dîni yererek: “İşittik ve isyan ettik. İşit, işitmez olası ve
“râinâ” (bize bak: yahudi dilinde ahmak)” diyorlar. Ve eğer onlar, “İşittik ve itaat ettik, işit ve bize
bak.” deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam (daha iyi) olurdu. Küfürleri
sebebiyle onları lânetledi. Artık onların pek azı hariç, îmân etmezler.
4/NİSÂ-47: Yâ eyyuhellezîne ûtûl kitâbe âminû bi mâ nezzelnâ musaddikan li mâ meakum min
kabli en natmise vucûhen fe neruddehâ alâ edbârihâ ev nel’anehum kemâ leannâ ashâbes
sebt(sebti) ve kâne emrullâhi mef’ûlâ(mef’ûlen).
Ey kendilerine kitap verilenler! Yanınızdakini (Tevrat'ı ve İncil'i) tasdik edici olarak indirdiğimize,
“yüzleri silmemizden, böylece onları arkalarına çevirmemizden önce veya ashab-ı sebt'i
(“cumartesi günü yasağı”nı çiğneyenleri) lânetlediğimiz gibi onları da lânetlememizden önce” îmân
edin. Ve Allah'ın emri yapılmıştır (yerine gelmiştir).
4/NİSÂ-48: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men
yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için
bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.
4/NİSÂ-49: E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ
yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
Kendi nefslerini temize çıkaranları (tezkiye ettiklerini söyleyenleri) görmedin mi? Hayır (öyle
değil). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği
kadar (bile) zulüm olunmazlar.
4/NİSÂ-50: Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe) ve kefâ bihî ismen mubînâ(mubînen).
Bak, Allah'a nasıl yalanla iftira ediyorlar ve (bu) ona apaçık bir günah olarak kâfidir.
4/NİSÂ-51: E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti vet tâgûti ve
yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ(sebîlen). 3
Kitaptan kendilerine pay verilen kimseleri görmedin mi? Cibte (kâhinlere, putlara) ve tâguta (insan
ve cin şeytanlara) inanıyorlar ve inkâr eden kimseler için de, "Bunlar îmân eden kimselerden daha
doğru bir yoldadır." diyorlar.
4/NİSÂ-52: Ulâikellezîne leanehumullâh(leanehumullâhu) ve men yel’anillâhu fe len tecide
lehu nasîrâ(nasîran).
İşte onlar, Allah'ın lânetledikleridir ve Allah kimi lânetlerse, artık onun için asla bir yardımcı
bulamazsın.
4/NİSÂ-53: Em lehum nasîbun minel mulki fe izen lâ yu’tûnen nâse nekîrâ(nekîren).
Yoksa onların, mülkden bir nasibi mi var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek bile vermezlerdi.
4/NİSÂ-54: Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh(fadlıhî), fe kad âteynâ âle
ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).
Yoksa onlar, Allah'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere haset mi ediyorlar
(çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna) kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara
“büyük mülk “verdik.
4/NİSÂ-55: Fe minhum men âmene bihî ve minhum men sadde anh(anhu) ve kefâ bi
cehenneme saîrâ(saîran).
Artık onlardan kimi O'na îmân etti ve onlardan kimi de O'ndan yüz çevirdi ve (îmân etmeyenlere)
alevli ateş olarak cehennem kâfidir.
4/NİSÂ-56: İnnellezîne keferû bi âyâtinâ sevfe nuslîhim nâra(nâran), kullemâ nadicet
culûduhum beddelnâhum culûden gayrehâ li yezûkûl azâb(azâbe) innallâhe kâne azîzen
hakîmâ(hakîmen).
Muhakkak ki âyetlerimizi inkâr eden kimseleri yakında ateşe atacağız. Onların derilerinin her
yanışında, azabı tatmaları için onları(derilerini) başka deriler ile değiştireceğiz. Muhakkak ki Allah
Azîz'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-57: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti senudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel
enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve nudhıluhum zıllen
zalîlâ(zalîlen).
Ve âmenû olan ve (nefslerini) ıslâh edici amel işleyenleri, altından nehirler akan cennetlere
koyacağız. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Onlar için orada temiz eşler vardır. Ve onları
güzel bir gölgeye koyacağız.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi
en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan
basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız
zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt
veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
4/NİSÂ-59: Yâ eyyuhellezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum fe in
tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilallâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil
âhir(âhiri), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ey âmenû olanlar (îmân edenler)! Allah'a ve Resûl'e ve sizden olan idarecilere (emir verme
yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Bundan sonra eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde
Allah'a ve ahiret gününe îmân ediyorsanız, onu Allah'a ve Resûl'üne götürün. Bu daha hayırlıdır ve
tevîl (yorum) bakımından en güzelidir.
4/NİSÂ-60: E lem tere ilellezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile
min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilat tâgûti ve kad umirû en yekfurû bih(bihî) ve yurîduş
şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ(baîden). 3
Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandığını zanneden kimseleri görmedin mi? O'nu
(şeytanı) inkâr etmekle emrolundukları halde tagutun önünde muhakeme olunmayı istiyorlar. Ve
şeytan, onları uzak bir dalâletle saptırmak (dalâlete düşürmek) istiyor.
4/NİSÂ-61: Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûli raeytel munâfıkîne
yesuddûne anke sudûdâ(sudûden).
Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e gelin." denildiği zaman, münafıkların senden
yüz çevirerek ayrıldıklarını görürsün.
4/NİSÂ-62: Ve keyfe izâ esâbethum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim summe câûke yahlıfûne
billâhi in eradnâ illâ ihsânen ve tevfîkâ(tevfîkan).
Bundan sonra onlara, elleriyle işlediklerinden dolayı bir musîbet geldiği zaman halleri nasıl olur.
Sonra sana gelince; "Biz sadece iyilik etmek ve aralarını birleştirmek istedik." diye Allah'a yemin
ederler.
4/NİSÂ-63: Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî
enfusihim kavlen belîgâ(belîgan).
İşte onlar, Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kişilerdir. Artık onlardan yüz çevir, onlara vaaz et
(nasihat et) ve onlara kendileri hakkında belagatli (güzel) söz söyle.
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz
zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben
rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için
göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan
mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da)
tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak
bulurlardı.
4/NİSÂ-65: Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecere beynehum summe lâ
yecidû fî enfusihim harecen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ(teslîmen).
Artık hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şey hakkında, seni hakem tayin edip, sonra
da senin verdiğin hükümden dolayı “içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim
olmadıkça” îmân etmiş olmazlar.
4/NİSÂ-66: Ve lev ennâ ketebnâ aleyhim enıktulû enfusekum evihrucû min diyârikum mâ
fealûhu illâ kalîlun minhum ve lev ennehum fealû mâ yûazûne bihî le kâne hayran lehum ve
eşedde tesbîtâ(tesbîten).
Ve eğer onlara: “Nefslerinizi öldürün.” veya “Yurtlarınızdan çıkın.” diye yazsaydık (farz kılsaydık)
muhakkak ki, onlardan pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Ve eğer onlar, kendilerine öğütleneni
yapsalardı mutlaka bu kendileri için daha hayırlı ve sebatı bakımından (îmânları) daha sağlam
olurdu.
4/NİSÂ-67: Ve izen le âteynâhum min ledunnâ ecren azîmâ(azîmen).
Ve o zaman Biz onlara, mutlaka katımızdan “büyük ecir” verirdik.
4/NİSÂ-68: Ve le hedeynâhum sırâten mustekîmâ(mustekîmen).
Ve onları mutlaka Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) iletirdik.
4/NİSÂ-69: Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen
nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan).
Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği
nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne
güzel arkadaştır.
4/NİSÂ-70: Zâlikel fadlu minallâh(minallâhi) ve kefâ billâhi alîmâ(alîmen). 3
İşte bu fazl (büyük ihsan) Allah'tandır. Ve Allah, “en iyi bilen olarak” kâfidir.
4/NİSÂ-71: Yâ eyyuhellezîne âmenû huzû hızrakum fenfirû subâtin evinfirû cemîâ(cemîan).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler)! Silahlarınızı alın. Artık
bölük bölük veya toplu olarak savaşa çıkın.
4/NİSÂ-72: Ve inne minkum le men le yubattienn(yubattienne), fe in esâbetkum musîbetun kâle
kad en’amallâhu aleyye iz lem ekun meahum şehîdâ(şehîden)..
Ve muhakkak ki sizden bazıları mutlaka yavaş davranır (savaşa çıkmakta gecikir), sonra da eğer
size bir musîbet isabet ederse: "Allah beni ni'metlendirdi de, o zaman ben onlarla beraber şehit
olmadım." derdi.
4/NİSÂ-73: Ve lein esâbekum fadlun minallâhi le yekûlenne ke en lem tekun beynekum ve
beynehu meveddetun yâ leytenî kuntu meahum fe efûze fevzen azîmâ(azîmen).
Ve eğer gerçekten Allah'tan size bir fazl (zafer) isabet ederse, sanki sizinle onun arasında bir
görüşme olmamış gibi mutlaka; “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım, böylece büyük bir fevz
(ganimet) kazansaydım." der.
4/NİSÂ-74: Fel yukâtil fî sebîlillâhillezîne yeşrûnel hayâted dunyâ bil âhireh(âhireti) ve men
yukâtil fî sebîlillâhi fe yuktel ev yaglib fe sevfe nu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Öyleyse dünya hayatını, ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Ve kim
Allah yolunda savaşırken öldürülse veya gâlip gelse, o taktirde Biz ona, “büyük ecir” vereceğiz.
4/NİSÂ-75: Ve mâ lekum lâ tukâtilûne fî sebîlillâhi vel mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel
vildânillezîne yekûlûne rabbenâ ahricnâ min hâzihil karyetiz zâlimi ehluhâ, vec’al lenâ min
ledunke veliyyâ(veliyyen), vec’al lenâ min ledunke nasîrâ(nasîran).
Ve size ne oluyor ki Allah'ın yolunda ve "Ey Rabbimiz! Halkı zalim olan bu kasabadan bizi çıkar
ve katından bir velî ve katından bize bir yardımcı kıl (gönder)." diyen zayıf ve aciz erkekler,
kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?
4/NİSÂ-76: Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi) vellezîne keferû yukâtilûne fî
sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ(daîfen).
Âmenû olanlar, Allah'ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagutun yolunda savaşırlar. O halde
şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.
4/NİSÂ-77: E lem tere ilellezîne kîle lehum kuffû eydiyekum, ve ekîmus salâte ve âtûz
zekâh(zekâte), fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu izâ ferîkun minhum yahşevnen nâse ke
haşyetillâhi ev eşedde haşyeh(haşyeten), ve kâlû rabbenâ lime ketebte aleynel kıtâl(kıtâle), lev lâ
ahhartenâ ilâ ecelin karîb(karîbin), kul metâud dunyâ kalîl(kalîlun) vel âhıretu hayrun li
menittekâ ve lâ tuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
Kendilerine: “Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın ve zekâtı verin.” denilen kimseleri görmedin
mi? Halbuki onların üzerine savaş yazıldığı (farz kılındığı) zaman, onlardan bir kısmı, (düşmanları
olan) insanlardan, Allah'tan korkar gibi veya daha da çok korkarlar ve: “Rabbimiz niçin üzerimize
savaşı farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir etseydin (geciktirseydin) olmaz mıydı?”
dediler. De ki: “Dünya metaı (menfaati) azdır ve ahiret ise takva sahibi olan kimseler için daha
hayırlıdır. Ve siz, kıl kadar (hurma çekirdeğindeki lif kadar bile) zulmedilmezsiniz.”
4/NİSÂ-78: Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin
muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve
in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min ındik(ındike), kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe
mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik
isabet ederse: “Bu Allah'tandır.” derler. Ve eğer onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu sendendir.”
derler. De ki: “Hepsi Allah'ın katındandır.” Artık bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya
yanaşmıyorlar? 3
4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe
min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne
isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır).
Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
4/NİSÂ-80: Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim
hafîzâ(hafîzen).
Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o
taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.
4/NİSÂ-81: Ve yekûlûne tâatun fe izâ berezû min indike beyyete tâifetun minhum gayrellezî
tekûl(tekûlu) vallâhu yektubu mâ yubeyyitûn(yubeyyitûne), fe a’rıd anhum ve tevekkel
alâllâh(alallâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve "kabul (baş üstüne)" derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları zaman onlardan bir grup, senin
söylediğinden başka birşeyi geceleyin gizlice kurarlar ve Allah, onların gece neler kurduklarını
yazıyor. Artık sen onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et (güven) ve Allah, vekil olarak kâfidir.
4/NİSÂ-82: E fe lâ yetedebberûnel kur’ân(kur’âne) ve lev kâne min indi gayrillâhi le vecedû
fîhihtilâfen kesîrâ(kesîran).
Onlar hâlâ Kur'ân'ı tedebbür etmezler (düşünmezler) mi? Ve eğer Allah'tan başkasının katından
olsaydı, onun içinde mutlaka pekçok ihtilâf bulurlardı.
4/NİSÂ-83: Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bih(bihî) ve lev reddûhu iler resûli
ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum ve lev lâ fadlullâhi aleykum
ve rahmetuhu letteba’tumuş şeytâne illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman onu açıklarlar (yayarlar). Ve eğer, onu (o
haberi) Resûl'e ve kendilerinden olan ulûl emre iletselerdi (herkese açıklamasalardı), onlardan,
onun (o haberin) iç yüzünü araştıranlar mutlaka (gerçeği) bilirlerdi.Ve Allah'ın fazlı ve rahmeti
üzerinize olmasaydı, pek azınız hariç mutlaka şeytana uyardınız.
4/NİSÂ-84: Fe kâtil fî sebîlillâh(sebîlillâhi), lâ tukellefu illâ nefseke ve harrıdıl
mu’minîn(mu’minîne), asallâhu en yekuffe be’sellezîne keferû valâhu eşeddu be’sen ve eşeddu
tenkîlâ(tenkîlen).
Öyleyse Allah'ın yolunda cihad et.Sen kendi nefsinden başkası ile sorumlu tutulmazsın. Ve
mü'minleri teşvik et. Umulur ki Allah, o kâfirlerin kuvvet ve saldırısını (üzerinizden) çeker . Ve
Allah, güç olarak daha güçlü ve cezası daha şiddetlidir.
4/NİSÂ-85: Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve men yeşfa’ şefâaten
seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ(mukîten).
Kim güzel bir şefaatle (iyilik yapılmasına) yardım ederse, ondan (o iyilikten) onun bir nasibi olur.
Ve kim kötü bir şefaatle (günah işlenmesine) yardım ederse onun da ondan (o şerrden) bir payı
olur. Ve Allah, herşeye mukayyet olandır (gözetendir).
4/NİSÂ-86: Ve izâ huyyîtum bi tehıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ innallâhe kâne
alâ kulli şey’in hasîbâ(hasîben).
Ve bir selâmla selâmlandığınız zaman, o taktirde siz, ondan daha güzeli ile selâm verin veya onu
(aynen) iade edin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi hesap edendir.
4/NİSÂ-87: Allâhu lâ ilâhe illâ huve le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîh(fîhi) ve
men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).
Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde mutlaka bir
araya toplayacaktır. Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? 3
4/NİSÂ-88: Fe mâ lekum fil munâfikîne fieteyni vallâhu erkesehum bi mâ kesebû e turîdûne en
tehdû men edallallâh(edallallâhu), ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
Öyleyse size ne oluyor ki, münafıklar hakkında iki grup oldunuz. Ve Allah, onları kazandıkları
(negatif dereceler) sebebiyle tersine çevirdi (küfre döndürdü). Allah'ın dalâlete düşürdüğü kimseyi
hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Ve Allah, kimi dalâlete düşürürse artık sen onun için asla bir
yol bulamazsın.
4/NİSÂ-89: Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe
hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu
vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Onlar, kendileri gibi inkâr etmenizi (kâfir olmanızı) ve böylece onlarla bir (aynı seviyede) olmanızı
istediler. Artık Allah'ın yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin. Bundan sonra eğer
yüz çevirirlerse o taktirde onları nerede bulursanız yakalayın ve onları öldürün. Ve onlardan dost ve
yardımcı edinmeyin.
4/NİSÂ-90: İllellezîne yasılûne ilâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun ev câûkum hasıret
sudûruhum en yukâtilûkum ev yukâtilû kavmehum ve lev şâellâhu le selletahum aleykum fe le
kâtelûkum, fe inı’tezelûkum fe lem yukâtilûkum ve elkav ileykumus seleme, fe mâ cealallâhu
lekum aleyhim sebîlâ(sebîlen).
Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya, sizinle savaşmaktan veya kendi
kavimleri ile savaşmaktan göğüsleri daralmış olarak size gelenler hariç (onları öldürmeyin). Ve
şâyet Allah dileseydi, elbette onları sizin üzerinize musallat ederdi, o zaman sizinle mutlaka
savaşırlardı. O halde eğer sizden uzak durur (geri çekilir), artık sizinle savaşmazlarsa ve size barış
teklif ederlerse, o taktirde Allah, onların üzerine (saldırmanız için) size bir yol kılmadı.
4/NİSÂ-91: Setecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum kullemâ ruddû
ilel fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe
huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen
mubînâ(mubînen).
Sizden ve kendi kavimlerinden emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız.( Fakat) fitneye her
çağırılışlarında, ona geri döndüler. Şâyet bundan sonra sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler,
ellerini sizden çekmezlerse, o taktirde onları nerede bulursanız yakalayın ve öldürün. Ve işte size,
onların üzerine (saldırmanız için) apaçık yetki verdik.
4/NİSÂ-92: Ve mâ kâne li mu’minin en yaktule mu’minen illâ hataâ(hataen), ve men katele
mu’minen hataen fe tahrîru rakabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en
yessaddakû, fe in kâne min kavmin aduvvin lekum ve huve mu’minun fe tahrîru rakabetin
mu’mineh(mu’minetin), ve in kâne min kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe diyetun
musellemetun ilâ ehlihî ve tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), fe men lem yecid fe sıyâmu
şehreyni mutetâbiayni tevbeten minallâh(minallâhi), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve bir mü'minin, bir mü'mini öldürmesi, “hata ile olması hariç” olamaz (caiz değildir) ve kim bir
mü'mini bir hata sonucu öldürürse, o zaman bir mü'min köle azad etmesi ve ölenin ailesine bir diyet
teslim edilmiş olması gerekir, ancak onların, (o diyeti) sadaka olarak bağışlamaları hariç. Fakat o
(hata ile öldüren) eğer, size düşman bir kavimden olup ve o mü'minse, o taktirde, bir mü'min köle
azad etmesi gerekir. Ve eğer sizinle arasında anlaşma bulunan bir kavimden ise o zaman ölenin
ailesine teslim edilmiş bir diyet ve bir mü'min köle azad etmesi gerekir. Fakat (bunları) yapmaya
imkân bulamayan kimse ise, o taktirde tövbesinin Allah tarafından kabulu için, ardarda iki ay oruç
tutsun .Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm verendir.
4/NİSÂ-93: Ve men yaktul mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve
gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ(azîmen). 3
Ve kim, bir mü'mini taammüden (kastederek) öldürürse, o takdirde onun cezası, içinde ebediyyen
kalacağı cehennemdir ve Allah ona gazab etmiş ve ona lânet etmiştir. Ve (Allah), onun için “büyük
azap” hazırlamıştır.
4/NİSÂ-94: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve lâ tekûlû li men
elkâ ileykumus selâme leste mu’minâ(mu’minen) tebtegûne aradal hayâtid dunyâ fe indallâhi
megânimu kesîreh(kesîretun), kezâlike kuntum min kablu fe mennellâhu aleykum fe tebeyyenû
innallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ın yolunda (savaşmak üzere) sefere çıktığınız zaman artık (mü'mini
kâfirden ayırt etmek için) iyice araştırıp açığa çıkarın. Ve size selâm verip (teslim olan) kimseye,
dünya hayatının geçici metaını (çıkarını) isteyerek: “Sen mü'min değilsin.” demeyin. Oysa Allah'ın
katında ganimet çoktur. Daha önce siz de öyle idiniz, o zaman Allah (lütufta bulunup) sizin
üzerinize ni'met verdi. O halde iyice araştırıp açığa çıkarın. Muhakkak ki Allah, yaptığınız
şeylerden haberdardır.
4/NİSÂ-95: Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne fî sebîlillâhi
bi emvâlihim ve enfusihim, faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alel kâidîne
dereceh(dereceten) ve kullen vaadallâhul husnâ ve faddalallâhul mucâhidîne alel kâıdîne ecren
azîmâ(azîmen).
Özür sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile Allah'ın yolunda mallarıyla ve
canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece
bakımından, oturanların üstünde faziletli kıldı ve Allah hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve Allah
mücahitleri, oturup kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.
4/NİSÂ-96: Derecâtin minhu ve mağfireten ve rahmeh(rahmeten) ve kânallâhu gafûran
rahîmâ(rahîmen).
(Mücahitler için) O'ndan (Allah tarafından) dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah,
Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).
4/NİSÂ-97: İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum kâlû kunnâ
mustad’afîne fîl ard(ardı), kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ fe ulâike
me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).
Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : "Siz nerede (ne işte) idiniz?"
dediler. (Onlar da): "Biz yeryüzünde zayıf (güçsüz) kimselerdik." dediler. (Melekler): "Allah'ın arzı
(yeryüzü) geniş değil miydi? Öyleyse orada hicret etseydiniz!" dediler. İşte onlar, onların varacağı
yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.
4/NİSÂ-98: İllel mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildâni lâ yestatîûne hîleten ve lâ
yehtedûne sebîlâ(sebîlen).
Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan, hiçbir çareye gücü yetmeyen, (hicret için) bir yola
ulaşamayan, zayıf (güçsüz) olanlar hariç.
4/NİSÂ-99: Fe ulâike asâllâhu en ya’fuve anhum ve kânallâhu afuvven gafûrâ(gafûren).
İşte onları, Allah'ın affetmesi umulur. Ve Allah affedendir, mağfiret edendir.
4/NİSÂ-100: Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîren veseah(veseaten), ve
men yahruc min beytihî muhâciren ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa
ecruhu alâllâh(alâllâhi), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve kim, Allah yolunda hicret (göç) ederse, yeryüzünde göç edilecek birçok geniş yer bulur. Ve
kim, Allah ve O'nun elçisine hicret etmek için evinden çıkar, sonra da kendisine ölüm yetişirse,
artık onun ecri (mükâfatı) Allah'a ait olmuştur. Ve Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-101: Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in
hıftum en yeftinekumullezîne keferû, innel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen). 3
Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız, o
taktirde namazdan kısaltmanızda, size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık
düşmandır.
4/NİSÂ-102: Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel
ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû
fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an
eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha
aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû
hızrakum innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara namazı ikame ettiğin (kıldırdığın) taktirde, öyle ki
onların bir kısmı seninle beraber ayakta (namaza) dursun ve silâhlarını da alsınlar, böylece diğerleri
secde ettikleri zaman, sizin arkanızda olsunlar. Ve namaz kılmamış olan grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber namazlarını kılsınlar, koruma tedbirlerini ve silâhlarını da alsınlar. Kâfirler
silâhlarınızdan ve mühimmatınızdan (savaş techizatınızdan) gaflette olmanızı ve böylece sizin
üzerinize “tek bir hamle ile baskın yapmayı ” isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise
veya hasta olduysanız , silâhlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi
de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır.
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe
izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben
mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken),
(devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın.
Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
4/NİSÂ-104: Ve lâ tehinû fîbtigâil kavm(kavmi) in tekûnû te’lemûne fe innehum ye’lemûne
kemâ te’lemûn(te’lemûne) ve tercûne minallâhi mâ lâ yercûn(yercûne) ve kânallâhu alîmen
hakîmâ(hakîmen).
Ve (düşmanınız olan) kavmi aramakta gevşeklik göstermeyin. Ayrıca eğer siz acı çekiyorsanız
mutlaka onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Ve siz onların ümit etmedikleri şeyleri
Allah'tan ümit ediyorsunuz. Ve Allah, en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
4/NİSÂ-105: İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ
erâkallâh(erâkallâhu), ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ(hasîmen).
Muhakkak ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için Biz, sana Kitab'ı
hak olarak indirdik. Ve ihanet edenlere taraftar olma.
4/NİSÂ-106: Vestagfirillâh(vestagfirillâhe), innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (rahim
esması ile tecelli edendir).
4/NİSÂ-107: Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne
havvânen esîmâ(esîmen).
Ve kendilerine ihanet edenlerden yana mücadele etme. Muhakkak ki Allah, ihanette ısrar eden
günahkârları sevmez.
4/NİSÂ-108: Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne
mâ lâ yerdâ minel kavl(kavli) ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ(muhîtan).
Onlar insanlardan gizlerler ama Allah'tan gizleyemezler. Onlar, Allah'ın razı olmayacağı sözlerle
geceleyin gizlice düzen kurarlarken O (Allah), onlarla beraberdir. Allah, onların yaptıkları şeyi
(amellerini) kuşatandır.
4/NİSÂ-109: Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fîl hayâtid dunyâ fe men yucâdilullâhe anhum
yevmel kıyâmeti em men yekûnu aleyhim vekîlâ(vekîlen). 3
İşte siz böylesiniz. Dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz. Fakat, kıyâmet günü onlardan
yana kim Allah ile mücadele edecek veya kim onlara vekil olacak?
4/NİSÂ-110: Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran
rahîmâ(rahîmen).
Ve kim kötülük yapar veya nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı mağfiret
edici ve rahmet edici olarak bulur.
4/NİSÂ-111: Ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhu alâ nefsih(nefsihî) ve kânallâhu alîmen
hakîmâ(hakîmen).
Ve kim bir günah kazanırsa o taktirde onu, sadece kendi nefsine (negatif derece olarak) kazanır. Ve
Allah Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-112: Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe kadihtemele buhtânen
ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek günah kazanır sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, o
taktirde o, iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmiş olur.
4/NİSÂ-113: Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en
yudıllûk(yudıllûke) ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in) ve
enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu) ve kâne
fadlullâhi aleyke azîmâ(azîmen).
Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerine olmasaydı, onlardan bir grup mutlaka seni
saptırmaya kastedecekti. Ve onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Ve sana hiçbir şeyle zarar
veremezler. Ve Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Ve Allah'ın
senin üzerindeki fazlı çok büyüktür.
4/NİSÂ-114: Lâ hayra fî kesîrin min necvâhum illâ men emere bi sadakatin ev ma’rûfin ev
ıslâhın beynen nâs(nâsi) ve men yef’al zâlikebtigâe merdâtillâhi fe sevfe nu’tîhi ecren
azîmâ(azîmen).
Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak “sadaka vermeyi veya iyilik yapmayı
veya insanların arasını düzeltmeyi” emreden kimsenin konuşması hariç. Ve kim Allah rızasını
istemek için bunları yaparsa, o taktirde ona “büyük mükâfat” vereceğiz.
4/NİSÂ-115: Ve men yuşâkıkır resûle min ba’di mâ tebeyyene lehul hudâ ve yettebi’ gayre sebîlil
mu’minîne nuvellıhî mâ tevellâ ve nuslihî cehennem(cehenneme) ve sâet masîrâ(masîran).
Ve kim kendisine hidayet beyan edildikten (açıkladıktan) sonra resûle muhalefet ederse ve
mü'minlerin yolunun dışında bir yola tâbî olursa, onu döndüğü yola çeviririz ve onu cehenneme
yaslarız. Ve o ne kötü varış yeri.
4/NİSÂ-116: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâdûne zâlike li men yeşâu ve men
yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği
kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.
4/NİSÂ-117: İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ(inâsen), ve in yed’ûne illâ şeytânen
merîdâ(merîden).
Onlar, ancak O'ndan (Allah'tan) başka dişilere (dişi olarak isimlendirdikleri putlara) taparlar. Ve
ancak isyankâr şeytanı çağırırlar.
4/NİSÂ-118: Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben
mefrûdâ(mefrûdan).
Allah, ona (şeytana) lânet etti. Ve (şeytan) şöyle dedi: "Ben mutlaka, Senin kullarından belli bir
nasip edineceğim." 3
4/NİSÂ-119: Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le yubettikunne
âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş
şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasire husrânen mubînâ(mubînen).
Ve onları mutlaka dalâlette bırakacağım. Ve onları, mutlaka emaniyyeye (kuruntuya) düşüreceğim
ve mutlaka onlara emredeceğim. Böylece onlar, mutlaka davarların kulaklarını kesecekler ve onlara
emredeceğim, öyle ki mutlaka, Allah'ın yarattığını değiştirecekler. Ve kim, Allah'tan başka, şeytanı
dost edinirse artık o, apaçık bir hüsranla hüsrana uğramıştır.
4/NİSÂ-120: Yeıduhum, ve yumennîhim, ve mâ yeıduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
(Şeytan) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye (kuruntuya) düşürür. Ve şeytan, onlara aldatmaktan
başka bir şey vaadetmez.
4/NİSÂ-121: Ulâike me’vâhum cehennemu ve lâ yecidûne anhâ mahîsâ(mahîsan).
İşte onların barınacakları yer cehennemdir. Ve ondan kaçacak bir yer bulamazlar.
4/NİSÂ-122: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel
enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve men asdaku minallâhi
kîlâ(kîlen).
Ve onlar ki, âmenû olup, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) salih amel işlediler, işte onları,
altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah'ın vaadi
haktır (gerçektir). Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
4/NİSÂ-123: Leyse bi emâniyyikum ve lâ emâniyyi ehlil kitâb(kitâbi), men ya’mel sûen yucze
bihî, ve lâ yecid lehu min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Sizin emaniyenizle ve kitap ehlinin emaniyesi ile değil, kim kötülük yaparsa (sadece) onunla
cezalandırılır. Ve kendisi için Allah'tan başka bir velî ve bir yardımcı bulamaz.
4/NİSÂ-124: Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike
yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).
Ve erkeklerden veya kadınlardan mü'min olarak, kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa o taktirde,
işte onlar, cennete girerler ve onlara hurma çekirdeğinin lifi kadar (zerre kadar) bile zulmedilmez.
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea
millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederek
muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost edindi.
4/NİSÂ-126: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânellâhu bi kulli şey’in
muhîtâ(muhîtan).
Ve, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah, (ilmiyle ve rahmetiyle) herşeyi
kuşatandır.
4/NİSÂ-127: Ve yesteftûneke fîn nisâi kulillâhu yuftîkum fîhinne, ve mâ yutlâ aleykum fîl kitâbi
fî yetâmen nisâillâtî lâ tu’tûnehunne mâ kutibe lehunne ve tergabûne en tenkihûhunne vel
mustad’afîne minel vildâni, ve en tekûmû lil yetâmâ bil kıst(kıstı) ve mâ tef’alû min hayrin fe
innallâhe kâne bihî alîmâ(alîmen).
Ve kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, onlar için yazılmış (farz kılınmış)
olduğu halde, onlara vermediğiniz haklar ve kendilerini nikâhlamak istediğiniz yetim kızlar ve
çocuklardan aciz olanlar hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız konusunda Kitab'da size
tilavet edilmekte olanlarla (âyetlerle) size fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde
muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.
4/NİSÂ-128: Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en
yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan), ves sulhu hayr(hayrun), ve uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha), ve
in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran). 3
Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin
arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (uzlaşmasında) onların ikisine de bir günah
yoktur ve sulh (anlaşma) daha hayırlıdır. Nefsler cimriliğe (kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır
(meyilli yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır ve takva sahibi olursanız, o taktirde, muhakkak ki
Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
4/NİSÂ-129: Ve len testatîû en ta’dilû beynen nisâi ve lev harastum fe lâ temîlû kullel meyli fe
tezerûhâ kel muallakah(muallakati) ve in tuslihû ve tettekû fe innallâhe kâne gafûran
rahîmâ(rahîmen).
Ve kadınlar arasında adaleti sağlamaya gayret etseniz bile asla güç yetiremezsiniz o halde birine
tamamen meyledip (ilgi gösterip), böylece diğerini muallakta (boşta) gibi terketmeyin. Ve eğer
arayı düzeltir ve takva sahibi olursanız, o taktirde muhakkak ki Allah, Gafur'dur ve Rahîm'dir.
4/NİSÂ-130: Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatih(seatihî) ve kânallâhu vâsian
hakîmâ(hakîmen).
Ve eğer ayrılırlarsa, Allah kendi genişliğinden (bol nimetinden rızık ve ihsanı ile) hepsini gani kılar
(muhtaç etmez). Ve Allah, Vâsi'dir (rahmeti keremi geniştir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir).
4/NİSÂ-131: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve lekad vassaynellezîne ûtûl kitâbe
min kablikum ve iyyâkum enittekullâh(enittekullâhe) ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti
ve mâ fîl ard(ardı) ve kânallâhu ganiyyen hamîdâ(hamîden).
Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah'ındır ve andolsun ki Biz, sizden önce kitap
verilenlere de, sizlere de “Allah'a karşı takva sahibi olmalarını” vasiyet ettik (farz kıldık). Ve eğer
siz inkâr ederseniz bile, muhakkak ki göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah'ındır. Ve
Allah, Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), Hamîd'dir (övgü ve hamde lâyık olandır).
4/NİSÂ-132: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah'ındır. Ve Allah, vekil olarak yeter.
4/NİSÂ-133: İn yeşa’ yuzhibkum eyyuhen nâsu ve ye’ti bi âharîn(âharîne) ve kânallâhu alâ
zâlike kadîrâ(kadîran).
Eğer O (Allah) dilerse ey insanlar, sizi giderir (helâk eder) ve başkalarını getirir! Ve Allah buna
kaadir'dir.
4/NİSÂ-134: Men kâne yurîdu sevâbed dunyâ fe indallâhi sevâbud dunyâ vel âhırah(âhırati) ve
kânallâhu semîan basîrâ(basîran).
Kişi (sadece) dünya sevabını istemiş olsa (dünya malını, ganimeti almak için savaşsa) bile, dünya
sevabı da, (eğer Allah'ın rızasını da dilerse) ahiret sevabı da Allah'ın katındadır. Ve Allah, Semî'dir
(en iyi işitendir), Basîr'dir (en iyi görendir).
4/NİSÂ-135: Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû kavvamîne bil kıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ
enfusıkum evil vâlideyni vel akrabîn(akrabîne), in yekun ganiyyen ev fakîren fallâhu evlâ
bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne
habîrâ(habîran).
Ey âmenû olanlar! Kendinize, anne ve babanıza ve yakınlarınıza bile olsa, zengin veya fakir de
olsalar, Allah için adaleti yerine getiren şahitler olun. Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır.
Adaletli davranmak için, artık hevânıza (nefsinize) uymayın. Ve eğer dilinizi eğip bükerseniz (sözü
değiştirirseniz) veya (haktan, adaletten) yüz çevirirseniz o taktirde muhakkak ki Allah,
yaptıklarınızdan haberdar olandır.
4/NİSÂ-136: Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî
vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî
vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden). 3
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve O'nun Resûl'üne ve Resûl'üne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği
Kitab'a îmân edin. Ve kim, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve yevm'il âhiri (sonraki ahir
gününü) inkâr ederse, o taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.
4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû, summezdâdû
kufran lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar âmenû oldular, sonra inkâr ettiler. Sonra yine âmenû oldular sonra inkâr ettiler.
Daha sonra da küfürlerini artırdılar. Allah, onları mağrifet edecek değildir ve onları yola (Allah'a
ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
4/NİSÂ-138: Beşşiril munâfikîne bi enne lehum azâben elîmâ(elîmen).
Münafıklara, onlar için “elîm azap” olduğunu müjdele.
4/NİSÂ-139: Ellezîne yettehızûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), e yebtegûne
indehumul izzete fe innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan).
Onlar ki mü'minlerden başka kâfirleri dost edinirler. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Oysa
muhakkak ki izzet, tamamen Allah'a aittir.
4/NİSÂ-140: Ve kad nezzele aleykum fîl kitâbi en izâ semi’tum âyâtillâhi yukferu bihâ ve
yustehzeu bihâ fe lâ tak’udû meahum hattâ yehûdû fî hadîsin gayrih(gayrihî), innekum izen
misluhum, innallâhe câmiul munâfikîne vel kâfirîne fî cehenneme cemîâ(cemîan).
Ve O (Allah), Kitab'da (Kur'an'da) size şöyle indirmişti: “Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve
onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman artık, ondan başka bir söze dalıncaya kadar, onlarla beraber
oturmayın. Aksi taktirde (eğer onlarla beraber oturursanız) mutlaka siz de onlar gibi olursunuz.
Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacak olandır.
4/NİSÂ-141: Ellezîne yeterabbesûne bikum, fe in kâne lekum fethun minallâhi kâlû e lem nekun
meakum, ve in kâne lil kâfirîne nasîbun kâlû, e lem nestahviz aleykum ve nemna’kum minel
mu’minîn(mu’minîne), fallâhu yahkumu beynekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti) ve len
yec’alallâhu lil kâfirîne alel mu’minîne sebîlâ(sebîlen).
Onlar sizi gözlüyorlar öyle ki, size Allah'tan bir fetih (zafer) olunca, "Biz sizinle beraber olmadık
mı?" dediler. Ve şayet kâfirlerin zaferden bir nasibi oldu ise (o zaman da) “Biz sizin üzerinize siper
olmadık mı? Ve size mü'minlerden (gelecek olana) mani olmadık mı?" dediler. Artık Allah,
kıyâmet günü sizin aranızda hükmedecektir. Ve Allah kâfirlere, mü'minlere karşı asla bir yol
açacak değildir.
4/NİSÂ-142: İnnel munâfikîne yuhâdiûnallahe ve huve hâdiuhum, ve izâ kâmû ilas salâti kâmû
kusâlâ yurâunen nâse ve lâ yezkurûnallâhe illâ kalîlâ(kalîlen).
Muhakkak ki münafıklar, Allah'a hile yaparlar. Oysa O (Allah), onlara hile yapandır. Ve onlar,
namaza kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı pek az
zikrederler.
4/NİSÂ-143: Muzebzebîne beyne zâlike lâ ilâ hâulâi ve lâ ilâ hâulâi, ve men yudlilillâhu fe len
tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
Onlar, bunların (küfürle îmânın) arasında bocalayıp duranlardır. Ne bunlarla ve ne de onlarla
olurlar. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa, artık sen onun için asla bir yol bulamazsın (onları asla
Allah'a ulaştıracak olan Sıratı Mustakîm'e ulaştıramazsın).
4/NİSÂ-144: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûl kâfirîne evliyâe min dûnil
mu’minîn(mu’minîne), e turîdûne en tec’alû lillâhi aleykum sultânen mubînâ(mubînen).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler)! Mü'minlerden başkasını,
kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'a apaçık bir delil kılmak mı istiyorsunuz?
4/NİSÂ-145: İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr(nâri), ve len tecide lehum
nasîrâ(nasîran). 3
Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve onlar için asla bir yardımcı
bulamazsın.
4/NİSÂ-146: İllellezîne tâbû ve aslehû va’tesamû billâhi ve ahlesû dînehum lillâhi fe ulâike meal
mu’minîn(mu’minîne), ve sevfe yu’tillâhul mu’minîne ecren azîmâ(azîmen).
Tövbe edenler ve nefsini ıslâh edenler (nefs tezkiyesi yapanlar), Allah'a sarılanlar ve dînlerini Allah
için halis kılanlar hariç. İşte onlar, mü'minlerle beraberdirler. Ve Allah, yakında mü'minlere “büyük
ecir (mükâfat)” verecektir.
4/NİSÂ-147: Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum ve kânallâhu şâkiran
alîmâ(alîmen).
Eğer siz şükrederseniz ve âmenû olursanız (yaşarken Allah'a ulaşmayı dilerseniz ve mürşidinize
ulaşıp tâbî olursanız, böylece kalbinizin içine îmân yazılıp mü'min olursanız), Allah size azap
etmez. Ve Allah Şâkir'dir (şükrün karşılığını verendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
4/NİSÂ-148: Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime) ve kanallâhu
semîan alîmâ(alîmen).
Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez, kendisine zulüm yapılan kişinin (söylemesi) hariç.
Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
4/NİSÂ-149: İn tubdû hayran ev tuhfûhu ev ta’fû an sûin fe innallâhe kâne afuvven
kadîrâ(kadîran).
Şayet bir hayrı açıklarsanız ya da gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz, o zaman muhakkak ki
Allah da affedicidir, (her şeye) kaadirdir.
4/NİSÂ-150: İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve
rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın ve yurîdûne en yettehızû beyne
zâlike sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar, Allah'ı ve onun resûllerini inkâr ederler ve Allah ile O'nun resûlleri arasında
ayırım yapmak isterler. Ve “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve de, bunların
(küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSÂ-151: Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben
muhînâ(muhînen).
İşte onlar, onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz, kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırladık.
4/NİSÂ-152: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin minhum ulâike
sevfe yu’tîhim ucûrahum ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve onlar, Allah'a ve O'nun resûllerine îmân ettiler ve onların arasından birini (diğerinden)
ayırmazlar. İşte onlar ki, onlara ecirleri yakında verilecektir. Ve Allah Gafur'dur (mağfiret edendir,
günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahim esması ile tecelli edendir,merhamet edendir).
4/NİSÂ-153: Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ
ekbere min zâlike fe kâlû erinallâhe cehreten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim,
summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ
sultânen mubînâ(mubînen).
Kitap ehli senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Oysa Hz. Musa'dan, bundan
daha da büyüğünü istemişler, “O halde, bize Allah'ı açıkça göster.” demişlerdi. Bunun üzerine,
zulümlerinden dolayı onları yıldırım yakaladı (helâk etti). Ardından kendilerine belgeler (açık
mucizeler) geldikten sonra da buzağıyı (ilâh) edindiler. Buna rağmen, onları bundan (bu
suçlarından dolayı) affettik ve Hz. Musa'ya “apaçık sultan (güç ve delil)” verdik.
4/NİSÂ-154: Ve refa’nâ fevkahumut tûra bi mîsâkıhim ve kulnâ lehumudhulûl bâbe succeden ve
kulnâ lehum lâ ta’dû fîs sebti ve ehaznâ ve minhum mîsâkan galîzâ(galîzan). 3
Ve misaklarından dolayı Tur'u (Tur dağını) onların üstüne yükselttik (kaldırdık). Ve onlara: "Bu
kapıdan secde ederek girin." dedik. Ve onlara: "Cumartesi gününde hudutları aşmayın." dedik ve,
onlardan “çok kuvvetli misak (kesin söz)” aldık.
4/NİSÂ-155: Fe bimâ nakdıhim mîsâkahum ve kufrihim bi âyâtillâhi ve katlihimul enbiyâe bi
gayrı hakkın ve kavlihim kulûbunâ gulf(gulfun), bel tabaallâhu aleyhâ bi kufrihim fe lâ
yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).
Bu, onların misaklarını nakzetmeleri (bozmaları) ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri,
peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve onların “kalplerimiz örtülü” sözleri sebebiyledir. Hayır
(tam aksi), Allah, küfürlerinden dolayı onların (kalplerinin) üzerini mühürledi, böylece onların pek
azı hariç îmân etmezler (edemezler).
4/NİSÂ-156: Ve bi kufrihim ve kavlihim alâ meryeme buhtânen azîmâ(azîman).
Ve onların inkârları ve Hz. Meryem'e olan sözleri “çok büyük iftira”dır.
4/NİSÂ-157: Ve kavlihim innâ katelnal mesîha îsabne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ
katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum, ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin
minh(minhu), mâ lehum bihî min ilmin illettibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).
Ve onların, “Muhakkak ki, Allah'ın resûlü Meryem'in oğlu İsa Mesih'i biz öldürdük.” sözleri (çok
büyük iftiradır). Ve onu öldürmediler ve onu asmadılar. Fakat (öldürülen adam) onlara, (Meryem'in
oğlu İsa Mesih'e) benzer olarak gösterildi. Ve muhakkak ki onun hakkında ihtilafa (anlaşmazlığa)
düşenler, ondan (bu hususda) mutlaka şüphe içindeler. Onların, onunla ilgili olarak, zanna tâbî
olmaktan başka bir ilimleri (bilgileri) yoktur. Ve onu kesinlikle öldürmediler (öldüremediler).
4/NİSÂ-158: Bel refeahullâhu ileyh(ileyhi). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
Hayır, Allah onu, kendisine yükseltti. Ve Allah Azîz'dir (üstündür, güçlüdür), Hakîm'dir (hüküm ve
hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-159: Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevti(mevtihî), ve yevmel
kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden).
Ve ancak, kitap ehlinden olanlar (onu tekzip eden Yahudiler ve “Allah'ın oğlu” diyen Nasraniler),
O'na ölümünden önce mutlaka îmân edecekler. Ve o, kıyâmet günü onların üzerine şahit olacak.
4/NİSÂ-160: Fe bi zulmin minellezîne hâdû harremnâ aleyhim tayyibâtin uhıllet lehum ve bi
saddihim an sebîlillâhi kesîrâ(kesîran).
Artık Yahudilerin yaptıkları zulümlerden ve birçok kişiyi Allah'ın yolundan men etmeleri
(alıkoymaları) sebebiyle, kendileri için helâl kılınmış olan temiz ve güzel şeyleri onlara haram
kıldık.
4/NİSÂ-161: Ve ahzihimur ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtıl(bâtılı) ve
a’tednâ lil kâfirîne minhum azâben elîmâ(elîmen).
Ve (bu) ondan (ribâdan) nehyedilmiş oldukları halde ribâ (faiz) almaları ve insanların mallarını
haksızlıkla yemeleri sebebiyledir. Ve onlardan kâfir olanlar için “elîm azap” hazırladık.
4/NİSÂ-162: Lâkinir râsihûne fîl ilmi minhum vel mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve
mâ unzile min kablike vel mukîmînes salâte vel mu’tûnez zekâte vel mu’minûne billâhi vel
yevmil âhir(âhiri), ulâike senu’tîhim ecren azîmâ(azîmen).
Fakat, onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene
inanırlar. Ve namazı ikame edenler, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte onlara
“büyük ecir” vereceğiz.
4/NİSÂ-163: İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dih(ba’dihî), ve
evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve
hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ(zebûran). 3
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.
Ve Hz.İbrâhîm'e, Hz.İsmail'e, Hz.İshak'a, Hz.Yâkub ve torunlarına, Hz.İsa'ya, Hz.Eyub'a,
Hz.Yunus'a, Hz.Harun'a ve Hz.Süleyman'a da vahyettik. Ve Hz.Davud'a Zebur'u verdik.
4/NİSÂ-164: Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum
aleyk(aleyke), ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ(teklîmen).
Ve daha önce sana kıssa etmiş olduğumuz (bahsettiğimiz) resûllere ve sana bahsetmediğimiz
resûllere de (vahyettik). Ve Allah, Hz. Musa ile kelimelerle (hitap ederek) konuştu.
4/NİSÂ-165: Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi huccetun ba’der
rusul(rusuli), ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
(Onlar) müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdir ki, insanların, resûllerden sonra Allah'a karşı (bizi uyaran
ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diye) hüccetleri (delilleri) olmasın. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-166: Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmih(ılmihî), vel melâiketu
yeşhedûn(yeşhedûne) ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Öyle ki, Allah sana indirdiği şeyi (Kur'an'ı), kendi ilmi ile indirdiğine şahitlik eder. Ve melekler de
şahitlik ederler. Ve Allah şahit olarak kâfidir.
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine
ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum
tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip
saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet
edecek değildir.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi
yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu,
Allah için kolaydır.
4/NİSÂ-170: Yâ eyyuhen nâsu kad câekumur resûlu bil hakkı min rabbikum fe âminû hayran
lekum ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı) ve kânallâhu alîmen
hakîmâ(hakîmen).
Ey insanlar! Resûl size Rabbiniz'den hak ile gelmişti. Öyleyse âmenû olun (ölmeden önce ruhunuzu
Allah'a ulaştırmayı dileyin), (bu) sizin için hayırlıdır. Ve şayet inkâr etseniz bile yeryüzünde ve
göklerde olanlar (herşey) muhakkak ki Allah'ındır. Ve Allah Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir
(hüküm ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-171: Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illel hakk(hakka) innemel
mesîhu îsebnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuh(kelimetuhu), elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun
minh(minhu), fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve lâ tekûlû selâseh(selâsetun) intehû
hayran lekum innemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun), subhânehû en yekûne lehu veled(veledun),
lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmayın! Allah'a karşı haktan (doğrudan, gerçekten) başka
bir şey söylemeyin. Mesih İsa, Meryem'in oğludur ve sadece Allah'ın resûlü ve O'nun kelimesidir.
(Ruh'ûl Kudüs) Onu Meryem'e ilka etti ve o, kendisinden (Ruh'ûl Kudüs'den) bir ruhtur. Öyleyse
Allah'a ve O'nun resûllerine îmân edin! Ve "Üçtür." demeyin (baba Allah, oğul Allah ve Ruh'ûl
Kudüs diye üç Allah vardır demeyin), vazgeçin, sizin için hayırlıdır. Allah sadece tek ilâhtır. O'nu,
“çocuk sahibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) O'nundur. Ve vekil
olarak Allah yeter. 3
4/NİSÂ-172: Len yestenkifel mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lel melâiketul
mukarrebûn(mukarrebûne) ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se yahşuruhum ileyhi
cemîâ(cemîan).
Mesih, Allah'a kul olmaktan asla çekinmez ve mukarrebin (Allah'a yakın) olan melekler de (Allah'a
kul olmaktan çekinmezler). Ve kim, O'na kul olmaktan çekinir ve kibirlenirse, elbette onların
hepsini (Allah) kendi huzurunda toplayacak.
4/NİSÂ-173: Fe emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum ve yezîduhum
min fadlih(fadlihî), ve emmellezînestenkefû vestekberû fe yuazzibuhum azâben elîmen, ve lâ
yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Fakat âmenû olan (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyen) ve ıslâh edici amel (nefs
tezkiyesi) yapanlara ise, onların ecirleri (mükâfatları), onlara ödenir ve (Allah), onlara kendi
fazlından daha da artırır. Ve (kulluk etmekten) çekinen ve kibirlenen kimselere ise, “elîm azap” ile
azap edilir. Ve onlar, kendileri için Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı bulamazlar.
4/NİSÂ-174: Yâ eyyuhen nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûren
mubîn(mubînen).
Ey insanlar! Rabbinizden size bir burhan (kesin delil) gelmiştir. Ve size, apaçık bir nur indirdik.
4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu
ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na
(Allah'a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine
ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
4/NİSÂ-176: Yesteftûnek(yesteftûneke), kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh(kelâleti) inimruun heleke
leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun fe lehâ nısfu mâ terak(terake), ve huve yerisuhâ in lem
yekun lehâ veled(veledun), fe in kânetesneteyni fe le humes sulusâni mimmâ terak(terake) ve in
kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), yubeyyinullâhu
lekum en tadıllû vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (babası ve çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva
veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kızkardeşi varsa, o taktirde
bıraktığının yarısı onundur. Ve eğer onun (ölen kızkardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız
kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve
eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki kızkardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah,
şaşırırsınız diye size beyan ediyor (açıklıyor). Allah herşeyi en iyi bilendir.
NÛH
Bismillâhirrahmânirrahîm
71/NÛH-1: İnnâ erselnâ nûhan ilâ kavmihî en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehum azâbun
elîm(elîmun).
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh'u kendi kavmine: “Kavmini onlara, elîm azap gelmeden önce uyar.”
diye (resûl olarak) gönderdik.
71/NÛH-2: Kâle yâ kavmi innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
(Hz. Nuh, kavmine) şöyle dedi: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için apaçık bir nezirim
(uyarıcıyım), (öyle ki).”
71/NÛH-3: Eni’budûllâhe vettekûhu ve etîûn(etîûni).
Allah'a kul olmanız, O'na karşı takva sahibi olmanız için. Ve bana itaat edin (tâbî olun).
71/NÛH-4: Yagfir lekum min zunûbikum ve yûahhırkum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne
ecelallâhi izâ câe lâ yuahhar(yûahharu), lev kuntum ta’lemûn(ta’lemûne). 3
(Allah da) sizin günahlarınızı mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin) ve sizi belirlenmiş bir
zamana kadar tehir etsin (ömür versin)! Muhakkak ki Allah'ın eceli (onun belirlediği an) gelince
tehir edilmez. Keşke siz bilmiş olsaydınız.
71/NÛH-5: Kâle rabbi innî deavtu kavmî leylen ve nehârâ(nehâran).
(Hz. Nuh, Rabbine) şöyle dedi: “Rabbim, Muhakkak ki ben kavmimi gece ve gündüz (ruhlarını
Sana ulaştırmayı dilemeye) davet ettim.”
71/NÛH-6: Fe lem yezidhum duâî illâ firârâ(firâran).
Fakat benim davetim, (benden) kaçışlarından (uzaklaşmalarından) başka bir şeyi artırmadı.
71/NÛH-7: Ve innî kullemâ deavtuhum li tagfire lehum cealû esâbiahum fî âzânihim vestagşev
siyâbehum ve esarrû vestekberûstikbârâ(vestekberûstikbâran).
Ve muhakkak ki benim onları, Senin mağfiret etmen için her davet edişimde, (duymamak için)
parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve (görmemek için) elbiselerine büründüler ve (bu
davranışlarında) ısrar ettiler ve kibirlenerek büyüklük tasladılar.
71/NÛH-8: Summe innî deavtuhum cihârâ(cihâran).
Sonra muhakkak ki ben onları cehren (açıkça) davet ettim.
71/NÛH-9: Summe innî a’lentu lehum ve esrartu lehum isrârâ(isrâran).
Daha sonra da muhakkak ki ben onlara alenî olarak ilân ettim ve onlara sır olarak (tek tek
çağırarak) gizli gizli de bildirdim.
71/NÛH-10: Fe kul tustagfırû rabbekum innehu kâne gaffârâ(gaffâran).
(Nuh A.S) ve dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dilediğinizi söyleyin. Muhakkak ki O;
Gaffar'dır (mağfiret edendir).”
71/NÛH-11: Yursilis semâe aleykum midrârâ(midrâren).
Üzerinize bol yağmurlu olarak semayı göndersin.
71/NÛH-12: Ve yumdidkum biemvâlin ve benîne ve yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum
enhârâ(enhâren).
Ve size mal ve erkek çocuklar (vererek) yardım etsin. Ve sizin için cennetler (verimli bahçeler)
yapsın ve sizin için nehirler akıtsın.
71/NÛH-13: Mâ lekum lâ tercûne lillâhi vekârâ(vekâren).
(Nuh (A.S), kavmine şöyle dedi): “Siz niçin Allah'tan bir vakar (azamet, izzet ve kudret)
ummuyorsunuz?”
71/NÛH-14: Ve kad halakakum etvârâ(etvâren).
Ve O, sizi halden hale (çeşitli hallerden) geçirerek yaratmıştır.
71/NÛH-15: E lem terev keyfe halakallâhu seb’a semâvâtin tıbâkâ(tıbâkan).
Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı (yedi gök katını) nasıl yarattı?
71/NÛH-16: Ve cealel kamere fîhinne nûren ve cealeş şemse sirâcâ(sirâcen).
Ve Ay'ı, onların arasında (semalarda) bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac (çırağ) kıldı.
71/NÛH-17: Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ(nebâten).
Ve Allah, sizi yerden (topraktan) bir nebat (gibi) yetiştirdi (yarattı).
71/NÛH-18: Summe yuîdukum fîhâ ve yuhricukum ihrâcâ(ihrâcen).
Sonra sizi oraya (toprağa) döndürecek ve bir çıkarışla sizi (oradan) çıkaracak.
71/NÛH-19: Vallâhu ceale lekumul arda bisâtâ(bisâtan).
Ve Allah, arzı sizin için geniş bir mekân kıldı.
71/NÛH-20: Li teslukû minhâ subulen ficâcâ(ficâcen). 3
Sizin yolculuk etmeniz için, ondan geniş yollar yaptı.
71/NÛH-21: Kâle nûhun rabbi innehum asavnî vettebeû men lem yezidhu mâluhu ve veleduhû
illâ hasârâ(hasâran).
(Nuh A.S): “Rabbim, muhakkak ki onlar bana asi oldular (isyan ettiler). Ve malı ve evlâdı
kendisine hüsrandan başka bir şeyi artırmayan kimselere tâbî oldular.” dedi.
71/NÛH-22: Ve mekerû mekren kubbârâ(kubbâren).
Ve büyük hileler kurdular.
71/NÛH-23: Ve kâlû lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerrunne vedden ve lâ suvâan ve lâ yegûse
ve yeûka ve nesrâ(nesren).
Ve (birbirlerine) şöyle dediler: “Sakın kendi ilâhlarınızı (putlarınızı) bırakmayın. Ve Vedd'i,
Suvâa'yı, Yagûs'u ve Yaûka'yı ve Nesra'yi sakın terk etmeyin.”
71/NÛH-24: Ve kad edallû kesîrâ(kesîren), ve lâ tezidiz zâlimîne illâ dalâlâ(dalâlen).
Ve (böylece) pekçoğunu dalâlette bırakmış oldular. Ve (Nuh A.S): “Zalimlerin, dalâletten başka bir
şeyini artırma (zalimlerin, sapıklıklarını artır).”
71/NÛH-25: Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi
ensârâ(ensâren).
Onlar hatalarından (büyük günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık
kendileri için, Allah'tan başka bir yardımcı bulamadılar.
71/NÛH-26: Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alel ardı minel kâfirîne deyyârâ(deyyâren).
Ve Hz. Nuh: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan bir kimse bırakma.” dedi.
71/NÛH-27: İnneke in tezerhum yudıllû ıbâdeke ve lâ yelidû illâ fâciren keffârâ(keffâre).
Muhakkak ki eğer Sen, onları (yeryüzünde) bırakırsan, Senin kullarını dalâlete düşürürler ve facir
kâfirden başka (evlât) doğurmazlar.
71/NÛH-28: Rabbigfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytiye mu’minen ve lil mu’minîne vel
mu’minât(mu’minâti) ve lâ tezidiz zâlimîne illâ tebârâ(tebâren).
Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü'min olarak girenleri ve mü'min kadınları ve mü'min
erkekleri mağfiret et. Zalimlere helâkından başka bir şeyi artırma.
NÛR
Bismillâhirrahmânirrahîm
24/NÛR-1: Sûratun enzelnâhâ ve faradnâhâ ve enzelnâ fîhâ âyâtin beyyinâtin leallekum
tezekkerûn(tezekkerûne).
(Bu), Bizim indirdiğimiz ve (bazı âyetlerini) farz kıldığımız bir suredir. Ve onun içinde delillerle
açıklanmış âyetler indirdik. Umulur ki, böylece tezekkür edersiniz.
24/NÛR-2: Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin min humâ miete celdetin ve lâ te’huzkum
bi himâ ra’fetun fî dînillâhi in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhır(âhırı), vel yeşhed
azâbehumâ tâifetun minel mu’minîn(mu’minîne).
Zaniye (zina yapan kadın) ve zani (zina yapan erkek); o zaman ikisinden herbirine yüz celde
(yalnız cilde tesir edecek sopa) vurun. Eğer Allah'ın dînini (uygulama) konusunda, Allah'a ve ahiret
gününe inanıyorsanız; onlara merhamet sizi tutmasın (size mani olmasın). Ve onların (ikisinin)
azabına, mü'minlerden bir grup şahit olsun.
24/NÛR-3: Ez zânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşriketen vez zâniyetu lâ yenkihuhâ illâ zânin
ev muşrik(muşrikun), ve hurrime zâlike alel mu’minîn(mu’minîne). 3
Zani (zina yapan erkek), zaniyeden (zina yapan kadından) veya müşrik olan kadından başkasını
nikâhlayamaz. Ve zaniyeyi de, zani veya müşrik olan erkekten başkası nikâhlayamaz. Ve bu,
mü'minlere haram kılınmıştır.
24/NÛR-4: Vellezîne yermûnel muhsanâti summe lem ye’tû bi erbeati şuhedâe feclidûhum
semânîne celdeten ve lâ takbelû lehum şehâdeten ebedâ(ebeden), ve ulâike humul
fâsikûn(fâsikûne).
Ve muhsinlere (iffetli kadınlara), (zina suçu, iftira) atan sonra da dört şahit getiremeyenlere, o
taktirde seksen celde (yalnız cilde tesir edecek sopa) vurun. Ve onların şehadetini (şahitliğini)
ebediyyen kabul etmeyin. Ve işte onlar, onlar fasıklardır.
24/NÛR-5: İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû, fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Bundan sonra tövbe edip ıslâh olanlar (düzelenler) hariç. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret
edendir), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).
24/NÛR-6: Vellezîne yermûne ezvâcehum ve lem yekun lehum şuhedâu illâ enfusuhum fe
şehâdetu ehadihim erbeû şehâdâtin billâhi innehû le mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Ve zevcelerine (eşlerine) zina (iftirası) atanlar, kendilerinden başka şahitleri yoksa o zaman onların
herbirinin şahitliği; kendisinin, muhakkak sadıklardan (doğru söyleyenlerden) olduğuna dair, dört
defa Allah'a şahitlik (yemin) etmesidir.
24/NÛR-7: Vel hâmisetu enne la’netallâhi aleyhi in kâne minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve (yeminin) beşincisi, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasıdır.
24/NÛR-8: Ve yedraû anhel azâbe en teşhede erbea şehâdâtin billâhi innehu le minel
kâzibîn(kâzibîne).
Ve (zevcenin, kadın eşin), Allah'a dört defa onun (zevcin, erkek eşin) mutlaka yalancılardan
olduğuna dair şahitlik (yemin) etmesi, ondan (kadından) azabı (cezayı) kaldırır.
24/NÛR-9: Vel hâmisete enne gadaballâhi aleyhâ in kâne mines sâdikîn(sâdikîne).
Ve (yeminin) beşincisi eğer o (eşi), sadıklardan (doğru söyleyenlerden) ise Allah'ın gadabının
(azabının) kendi üzerine olmasıdır.
24/NÛR-10: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennellâhe tevvâbun hakîm(hakîmun).
Ve eğer sizin üzerinize Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı (cezaya uğrardınız). Ve muhakkak ki;
Allah, tövbeleri kabul eden ve Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
24/NÛR-11: İnnellezîne câû bil ifki usbetun minkum, lâ tahsebûhu şerren lekum, bel huve
hayrun lekum, li kullimriin minhum mektesebe minel ism(ismi), vellezî tevellâ kibrehu minhum
lehu azâbun azîm(azîmun).
Muhakkak ki (Hz. Ayşe hakkında) ifk (iftira) ile gelenler, sizden bir gruptur. Sizin için onun bir
şerr olduğunu zannetmeyin. Hayır, o sizin için hayırdır. Onlardan herbirinin günahtan kazandıkları
(cezalar) vardır. Ve onun büyüğünü yönetene (uydurup, yayana) büyük azap vardır.
24/NÛR-12: Lev lâ iz semi’tumûhu zannel mu’minûne vel mu’minâtu bi enfusihim hayran ve
kâlû hâzâ ifkun mubîn(mubînun).
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, onu (bu iftirayı) işittikleri zaman kendi içlerinde hayır zanda
bulunsalardı ve “bu apaçık iftiradır” deselerdi olmaz mıydı (demeleri gerekmez miydi)?
24/NÛR-13: Lev lâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ(şuhedâe), fe iz lem ye’tû biş şuhedâi fe ulâike
indellâhi humul kâzibûn(kâzibûne).
Ona dört şahit getirmeli değiller miydi? Öyleyse şahitleri getiremediklerine göre bu taktirde işte
onlar, onlar Allah'ın katında yalancıdırlar.
24/NÛR-14: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu fîd dunyâ vel âhırati le messekum fî mâ
efadtum fîhi azâbun azîm(azîmun). 3
Eğer dünya ve ahirette Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı, içine daldığınız şeyden
(iftiradan, dedikodudan) dolayı size mutlaka büyük azap dokunurdu.
24/NÛR-15: İz telâkkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ leyse lekum bihî ilmun
ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm(azîmun).
Onu (iftirayı) dillerinizle anlatıyordunuz (soruyordunuz) ve hakkında sizin bilginiz olmayan bir
şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz. Ve o, Allah'ın katında büyük (bir suç) olduğu halde siz, onu
önemsiz sandınız.
24/NÛR-16: Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke
hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
Ve onu işittiğiniz zaman: “Bizim bunu konuşmamız olmaz (bize yakışmaz), sen Sübhan'sın
(Allah'ım Sana sığınırız). Bu büyük bir bühtan (uydurulmuş bir iftira)dır.” deseydiniz olmaz mıydı
(demeniz gerekmez miydi)?
24/NÛR-17: Yeızukumullâhu en teûdû li mislihî ebeden in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Eğer mü'min iseniz ebediyyen onun gibi bir olaya dönmenize karşı (dönmemenizi) Allah size
vaazediyor (emrediyor).
24/NÛR-18: Ve yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ve Allah, size âyetlerini açıklıyor. Ve Allah, Alîm'dir (en iyi bilendir) Hakîm'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir).
24/NÛR-19: İnnellezîne yuhıbbûne en teşîal fâhışetu fîllezîne âmenû lehum azâbun elîmun fîd
dunyâ vel âhırah(âhırati), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Muhakkak ki âmenû olanlar arasında fahişeliğin (çirkin olayların, iftiranın, kötülüğün) yayılmasını
sevenlere, dünya ve ahirette elîm azap vardır. Ve Allah, bilir ve siz bilmezsiniz.
24/NÛR-20: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennallâhe raûfun rahîm(rahîmun).
Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (size azap ederdi). Ve muhakkak ki
Allah, Rauf'tur (çok merhametli, çok şefkatlidir) Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).
24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’
hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum
ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu
semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o
taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü)
ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin
üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye
edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir)
Alîm'dir (en iyi bilendir).
24/NÛR-22: Ve lâ ye’teli ulul fadlı minkum ves seati en yu’tû ulil kurbâ vel mesâkîne vel
muhâcirîne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vel ya’fû vel yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum,
vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve sizden (içinizden) fazilet ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, miskinlere, Allah yolunda hicret
edenlere vermeye karşı (vermemeye) yemin etmesinler. Ve artık affetsinler ve hoşgörsünler.
Allah'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Ve Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir) Rahîm'dir (rahmet
nuru gönderendir).
24/NÛR-23: İnnellezîne yermûnel muhsanâtil gâfilâtil mu’minâti luınû fid dunyâ vel âhırati ve
lehum azâbun azîm(azîmun).
Muhakkak ki gâfil (kendisinin haberi olmaksızın) muhsin (iffetli) kadınlara ve mü'min kadınlara
(iftira) atanlar, dünya ve ahirette lânetlenmiştir. Ve onlara azîm azap vardır. 3
24/NÛR-24: Yevme teşhedu aleyhim elsinetuhum ve eydîhim ve erculuhum bimâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
O gün onlara, onların dilleri, elleri ve ayakları (hayat filmleri) yapmış olduklarına şahitlik edecek.
24/NÛR-25: Yevme izin yuveffîhimullâhu dînehumul hakka ve ya’lemûne ennallâhe huvel
hakkul mubîn(mubînu).
İzin günü Allah onlara dînlerini (negatif ve pozitif derecelerin karşılığını) hakkıyla ödeyecektir. Ve
Allah'ın, Hakk Mübin (hakkı açıklayan, yerine getiren) olduğunu bilecekler.
24/NÛR-26: El habîsâtu lil habîsîne vel habîsûne lil habîsât(habîsâti), vet tayyibâtu lit tayyibîne
vet tayyibûne lit tayyibât(tayyibâti), ulâike muberraûne mimmâ yekûlûn(yekûlûne), lehum
magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
Kötü kadınlar, kötü erkekler içindir. Kötü erkekler, kötü kadınlar içindir. Temiz kadınlar, temiz
erkekler içindir. Temiz erkekler, temiz kadınlar içindir. İşte onlar, (kendileri haklarında)
söylenenlerden berî (uzak) olanlardır. Onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) ve kerim
(Allah'tan ikram edilen) rızık vardır.
24/NÛR-27: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tedhulû buyûten gayra buyûtikum hattâ teste’nisû ve
tusellimû alâ ehlihâ, zâlikum hayrun lekum leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Ey âmenû olanlar! Evlerinizden başka evlere, izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe (içeri)
girmeyin. Bu, sizin için hayırdır. Umulur ki; böylece tezekkür edersiniz.
24/NÛR-28: Fe in lem tecidû fîhâ ehaden fe lâ tedhulûhâ hattâ yu’zene lekum ve in kîle
lekumurciû ferciû huve ezkâ lekum, vallâhu bimâ ta’melûne alîm(alîmun).
Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Ve eğer size “geri
dönün” denirse o taktirde geri dönün. O, sizin için daha temizdir (uygundur). Ve Allah, yaptığınız
şeyleri en iyi bilendir.
24/NÛR-29: Leyse aleykum cunâhun en tedhulû buyûten gayre meskûnetin fîhâ metâun lekum,
vallâhu ya’lemu mâ tubdûne ve mâ tektumûn(tektumûne).
Meskûn olmayan (oturulmayan), içinde faydanız olan evlere girmenizde size bir vebal yoktur. Ve
Allah, sizin açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri bilir.
24/NÛR-30: Kul lil mu’minîne yaguddû min ebsârihim ve yahfezû furûcehum, zâlike ezkâ
lehum, innellâhe habîrun bimâ yasneûn(yasneûne).
Mü'min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu,
onlar için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır.
24/NÛR-31: Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ
yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ
yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev
ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ
meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ
avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve
tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar.
Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini
yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının
babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin
oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları
(cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin
farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını
vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz. 3
24/NÛR-32: Ve enkihûl eyâmâ minkum ves sâlihîne min ibâdikum ve imâikum, in yekûnû
fukarâe yugnihimullâhu min fadlih(fadlihî), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizden eşi olmayan erkekleri ve kölelerinizden salih olanları ve eşi olmayan kadınlarınızı
nikâhlayınız (evlendiriniz). Eğer onlar fakir iseler Allah onları fazlından gani (zengin) kılar. Ve
Allah, Vâsi'dir (ihsanı, ni'meti çok olandır), Alîm'dir (en iyi bilendir).
24/NÛR-33: Velyesta’fifillezîne lâ yecidûne nikâhan hattâ yugniyehumullâhu min
fadlih(fadlihi), vellezîne yebtegûnel kitâbe mimmâ meleket eymânukum fe kâtibûhum in
alimtum fîhim hayren, ve âtûhum min mâlillâhillezî âtâkum, ve lâ tukrihû feteyâtikum alel bigâi
in eradne tehassunen li tebtegû aradal hayâtid dunyâ ve men yukrıhhunne fe innellâhe min
ba’di ikrâhihinne gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve nikâha (imkân) bulamayanlar, Allah onları fazlından gani (zengin) kılıncaya kadar iffetlerini
korusunlar! Ellerinizin altında malik olduklarınızdan (kölelerinizden, cariyelerinizden) yazılı
antlaşma (mukatebe yapmak: para kazanıp, bedelini ödeyerek azad olmak) isteyenlere, eğer onlarda
hayır olduğunu bilirseniz, o zaman yazılı antlaşma (mukatebe) yapınız. Ve Allah'ın size verdiği
mallardan onlara veriniz. Genç cariyelerinizi, eğer namuslarını korumak (iffetli kalmak) isterlerse,
dünya hayatının malını isteyerek fuhşa (zinaya) zorlamayınız. Kim onları fuhşa (zinaya) zorlarsa, o
taktirde muhakkak ki Allah, onların zorlanmalarından sonra Gafur'dur (mağfiret edendir) Rahîm'dir
(rahmet esmasıyla tecelli edendir).
24/NÛR-34: Ve lekad enzelnâ ileykum âyâtin mubeyyinâtin ve meselen minellezîne halev min
kablikum ve mev’izaten lil muttekîn(muttekîne).
Ve andolsun ki size, açıklanmış âyetler ve sizden önce geçmiş (nesillerden) örnek(ler) ve muttakiler
(takva sahipleri) için öğütler (emirler) indirdik.
24/NÛR-35: Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ
mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun
durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu
zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men
yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah, göklerin ve yerin nuru'dur. O'nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir
kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir.
Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese
de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna hidayet eder (ulaştırır). Ve
Allah, insanlara örnekler verir. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
24/NÛR-36: Fî buyûtin ezinallâhu en turfea ve yuzkere fîhesmuhu yusebbihu lehu fîhâ bil
guduvvi vel âsâl(âsâli).
Allah'ın, içinde İsmi'nin yükseltilmesine ve zikredilmesine izin verdiği evlerin içinde (Allah'ın
nuru) vardır. Orada O'nu, sabah akşam tesbih ederler.
24/NÛR-37: Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey’un an zikrillâhi ve ikâmis salâti ve îtâiz
zekâti yehâfûne yevmen tetekallebu fîhil kulûbu vel ebsâr(ebsâru).
Ticaretin ve alışverişin, onları Allah'ın zikrinden, namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten
alıkoymadığı adamlar ki (onlar), kalplerin ve gözlerin (dehşetten) döneceği günden korkarlar.
24/NÛR-38: Li yecziyehumullâhu ahsene mâ amilû ve yezîdehum min fadlih(fadlihî), vallâhu
yerzuku men yeşâu bi gayri hisâb(hisâbin).
Allah, onlara yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde vermek için onlara fazlından arttırır. Ve
Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.
24/NÛR-39: Vellezîne keferû a’mâluhum ke serâbin bi kîatin yahsebuhuz zam’ânu mâe(mâen),
hattâ izâ câehu lem yecidhu şey’en ve vecedallâhe indehu fe veffâhu hisâbeh(hisâbehu), vallâhu
serîul hısâb(hısâbi). 3
Ve kâfirlerin amelleri düz arazideki serap gibidir. Susamış olan, onu su zannetti. Ona ulaştığı
zaman, bir şey bulamadı. Ve yanında (karşısında) Allah'ı buldu. Böylece (Allah), onun hesabını ona
tam olarak ödedi. Ve Allah, hesabı seri (çabuk) görendir.
24/NÛR-40: Ev ke zulumâtin fî bahrin lucciyyin yagşâhu mevcun min fevkıhî mevcun min
fevkıhî sehâb(sehâbun), zulumâtun ba’duhâ fevka ba’d(ba’dın), izâ ahrace yedehu lem yeked
yerâhâ ve men lem yec’alillâhu lehu nûren fe mâ lehu min nûr(nûrin).
Veya derin denizdeki karanlıklar gibidir. Onun üstünü, dalga üstüne dalga kaplar. Onun üzerinde de
bulutlar vardır. Karanlık üstüne karanlıktır, elini çıkarttığı zaman neredeyse onu göremez. Ve
Allah, kime nur kılmamışsa (vermemişse) artık onun için bir nur yoktur.
24/NÛR-41: E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru
sâffât(sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah(tesbîhahu), vallâhu alîmun bimâ
yef’alûn(yef’alûne).
Semalarda ve arzda olanların ve saflar halindeki kuşların, Allah'ı tesbih ettiğini görmedin mi?
Hepsi, namazlarını (dualarını) ve tesbihlerini bilmişlerdir. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi
bilendir.
24/NÛR-42: Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve ilallâhil masîr(masîru).
Ve semaların ve arzın mülkü Allah'ındır. Ve dönüş Allah'adır.
24/NÛR-43: E lem tera ennallâhe yuzcî sehâben summe yuellifu beynehu summe yec'aluhu
rukâmen fe teral vedka yahrucu min hılâlih(hılâlihî), ve yunezzilu mines semâi min cibâlin fîhâ
min beredin fe yusîbu bihî men yeşâu ve yasrifuhu an men yeşâu, yekâdu senâ berkıhî yezhebu
bil ebsâr(ebsâri).
Allah'ın bulutları sevkettiğini, sonra onların aralarını birleştirdiğini, sonra da onları küme haline
getirdiğini görmüyor musun? Böylece onların arasından yağmur çıkardığını görürsün.Ve semadan,
içinde dolu bulunan dağlar (dolu kümeler) indirir. Böylece onu dilediğine isabet ettirir. Ve onu
dilediğinden çevirir (uzaklaştırır). Onun şimşeğinin parıltısı, neredeyse görmeyi giderir (gözleri kör
gibi yapar).
24/NÛR-44: Yukallibullâhul leyle ven nehâr(nehâre), inne fî zâlike le ibreten li ulil
ebsâr(ebsâri).
Allah, geceyi ve gündüzü (birbirine) çevirir. Muhakkak ki bunda basiret sahipleri için elbette ibret
vardır.
24/NÛR-45: Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih(batnihi)
ve minhum men yemşî alâ ricleyn(ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain),
yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve Allah, bütün hayvanları sudan yarattı. Onların bir kısmı karnı üzerinde, bir kısmı iki ayağı
üzerinde, bir kısmı da dört ayağı üzerinde yürür. Allah dilediği şeyi yaratır. Muhakkak ki Allah,
herşeye kaadirdir.
24/NÛR-46: Le kad enzelnâ âyâtin mubeyyinât(mubeyyinâtin), vallâhu yehdî men yeşâu ilâ
sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Andolsun biz, açıklayıcı âyetler indirdik. Allah, dilediğini Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
24/NÛR-47: Ve yekûlûne âmennâ billâhi ve bir resûli ve ata’nâ summe yetevellâ ferîkun
minhum min ba’di zâlik(zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn(mu’minîne).
Ve: “Allah'a ve resûle îmân ettik ve itaat ettik.” derler. Sonra da onların bir kısmı bundan sonra
döner. Ve işte onlar, mü'min değillerdir.
24/NÛR-48: Ve izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum izâ ferîkun minhum
mu’ridûn(mu’ridûne). 3
Ve onların aralarında hüküm vermesi için Allah ve resûlüne davet olundukları zaman onların bir
kısmı yüz çevirenlerdir.
24/NÛR-49: Ve in yekun lehumul hakku ye’tû ileyhi muz’ınîn(muz’ınîne).
Ve eğer hak onların ise (hak sahibi iseler) ona hemen (itaat ederek) gelirler.
24/NÛR-50: E fî kulûbihim maradun emirtâbû em yehâfûne en yehîfallâhu aleyhim ve
resûluh(resûluhu), bel ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Onların kalplerinde hastalık mı var yoksa şüphe mi ediyorlar veya Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün,
onlara karşı taraf tutacağından (haksızlık edeceğinden) mı korkuyorlar? Hayır, işte onlar, onlar
zalimlerdir.
24/NÛR-51: İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en
yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onların aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve resûlüne davet edildikleri zaman mü'minlerin
sözü “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Ve işte onlar, onlar felâha erenlerdir.
24/NÛR-52: Ve men yutıillâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humul
fâizûn(fâizûne).
Ve kim Allah'a ve resûlüne itaat ederse ve Allah'a huşû duyar ve O'na karşı takva sahibi olursa o
taktirde işte onlar, onlar kurtuluşa erenlerdir.
24/NÛR-53: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in emertehum le yahrucunn(yahrucunne),
kul lâ tuksimû, tâatun ma’rûfeh(ma’rûfetun), innellâhe habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve eğer sen onlara emretseydin (münafıklar), mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair, Allah'a en
kuvvetli yeminleri ile yemin ederler. De ki: “Yemin etmeyin! (Bu), bilinen (takdir edilen) bir
itaattir. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
24/NÛR-54: Kul atîullâhe ve atîur resûl(resûle), fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve
aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu).
De ki: “Allah'a ve resûle itaat edin. Bundan sonra eğer dönerseniz (itaat etmezseniz), ona (resûle)
düşen (sorumluluk) sadece ona yükletilen (tebliğ)dir.” Ve sizin üzerinize düşen (sorumluluk), size
yükletilendir. Ve eğer ona itaat ederseniz, hidayete erersiniz. Resûlün üzerinde açıkça tebliğden
başka bir (sorumluluk) yoktur.
24/NÛR-55: Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilûs sâlihâti leyestahlifennehum fil ardı
kemestahlefellezîne min kablihim, ve leyumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le
yubeddilennehum min ba’di havfihim emnâ(emnen), ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â(şey’en),
ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).
Allah, sizden âmenû olanlara ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlere, kendilerinden öncekileri
yeryüzünde halife kıldığı gibi mutlaka onları da halife kılacağını ve onlara, onlar için razı olduğu
dînlerini mutlaka sağlamlaştıracağını ve korkularından sonra (korkularını) mutlaka güvenliğe
çevireceğini vaadetti. Bana kul olurlar, hiçbir şeyle (Bana) şirk koşmazlar. Bundan sonra kim inkâr
ederse, işte onlar, onlar fasıklardır.
24/NÛR-56: Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve atîûr resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve namazı ikame edin. Ve zekâtı verin. Ve resûle itaat edin ki böylece rahmet olunasınız.
24/NÛR-57: Lâ tahsebennellezîne keferû mu’cizîne fîl ard(ardı), ve me’vâhumun nâr(nâru), ve
le bi’sel masîr(masîru).
Sakın kâfirleri, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakıcı zannetme. Ve onların barınacağı yer ateştir. Ve
dönüş yerleri mutlaka kötü (bir yer)dir.
24/NÛR-58: Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem
yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne
siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum 3
ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın),
kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ey âmenû olanlar! Ellerinizin altında sahip olduklarınız (köleleriniz, cariyeleriniz) ve sizden bulûğa
ermemiş olanlar, üç vakitte yanınıza girmek için sizden izin istesinler. Fecr (sabah) namazından
önce, elbiselerinizi çıkarttığınız öğle vaktinde ve yatsı namazından sonra. Bu üçü, avret vaktidir
(sizden sakınmaları gereken zamandır). Bu (zamanların dışında), birbirinizi dolaşmanızda sizin ve
onların üzerine bir günah yoktur. İşte böylece Allah, size âyetleri açıklıyor. Ve Allah, Alîm'dir (en
iyi bilendir), Hakîm'dir (hikmet sahibidir).
24/NÛR-59: Ve izâ belegal etfâlu minkumul hulume felyeste'zinû kemeste'zenellezîne min
kablihim, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ve içinizden (sizden olan) çocuklar, bulûğ çağına erdiği zaman onlardan öncekilerin izin istediği
gibi bundan sonra izin istesinler. İşte böylece Allah, size âyetlerini beyan ediyor (açıklıyor). Ve
Allah, Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hikmet sahibidir).
24/NÛR-60: Vel kavâıdu minen nisâillatî lâ yercûne nikâhan fe leyse aleyhinne cunâhun en
yeda'ne siyâbehunne gayra muteberricâtin bi zîneh(zînetin), ve en yesta'fifne hayrun
lehunn(lehunne), vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ve kadınlardan nikâh (evlenme) ümidi olmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açmaksızın dış
giysilerini çıkarmalarında, bundan sonra onlara vebal (günah) yoktur. Ve iffetli olmayı istemeleri
onlar için daha hayırlıdır. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
24/NÛR-61: Leyse alel a'mâ haracun ve lâ alel a'raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve lâ
alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti
ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti
ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum
cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum
tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeh(tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul
âyâti leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).
Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de
evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin
evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın
evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip
olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı
ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah'ın katından mübarek
ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece
siz akıl edersiniz.
24/NÛR-62: İnnelmel mu’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî ve izâ kânû meahu alâ emrin
câmiın lem yezhebû hattâ yeste’zinûh(yeste’zinûhu), innellezîne yeste’zinûneke ulâikellezîne
yu’minûne billâhi ve resûlih(resûlihi), fe izeste’zenûke li ba’dı şe’nihim fe’zen li men şi’te
minhum vestağfir lehumullâh(lehumullâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ancak Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân etmiş olan mü'minler, bir iş için onunla beraber
toplandıkları zaman ondan izin istemedikçe gitmezler. Muhakkak ki senden izin isteyenler, işte
onlar, Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân edenlerdir. Öyleyse onlar bazı işleri için senden izin
istedikleri zaman onlardan dilediğin kimseye izin ver. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile.
Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (rahîm esması ile tecelli edendir).
24/NÛR-63: Lâ tec’alû duâer resûli beynekum ke duâi ba’dıkum ba’da(ba’den), kad
ya’lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâzâ(livâzen), fel yahzerillezîne yuhâlifûne an
emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm(elîmun). 3
Resûlün çağırmasını, aranızda, birbirinizi çağırmanızla eşit tutmayın! Sizden, (birbirini) siper
ederek gizlice çıkanları Allah biliyordu. Bundan sonra O'nun emrine karşı gelenler, onlara bir fitne
veya elîm azap isabet etmesinden hazer etsinler (sakınsınlar).
24/NÛR-64: E lâ inne lillâhi mâ fis semâvâti vel ard(ardı), kad ya’lemu mâ entum aleyh(aleyhi),
ve yevme yurceûne ileyhi fe yunebbiuhum bi mâ amilû, vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Muhakkak ki göklerde ve yeryüzünde olanlar Allah'ın değil mi? O, sizin üzerinizde olduğunuz şeyi
(kalplerinizde olanı) biliyordu. Ve böylece, O'na döndürüldükleri gün, onlara yaptıkları şeyleri
haber verecek. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
RA'D
Bismillâhirrahmânirrahîm
13/RA'D-1: Elif lâm mim râ tilke âyâtul kitâb(kitâbi), vellezî unzile ileyke min rabbikel hakku ve
lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn(yu’minûne).
Elif, lâm, mim, râ; bunlar Kitab'ın âyetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Fakat insanların
çoğu inanmazlar (mü'min olmazlar).
13/RA'D-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve
sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul
emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne)."
Görmekte olduğunuz semaları (gök katlarını) direksiz olarak yükselten Allah'tır. Sonra arşa istiva
etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri
düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (ölmeden
evvel ruhunuzu Allah'a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.
13/RA'D-3: Ve huvellezî meddel arda ve ceale fîhâ revâsiye ve enhârâ(enhâren), ve min kullis
semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşil leylen nehâr(nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin
yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün
ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki;
bunda tefekkür eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.
13/RA'D-4: Ve fîl ardı kıtaun mutecâvirâtun ve cennâtun min a’nâbin ve zer’un ve nahîlun
sınvânun ve gayru sınvânin yuskâ bi mâin vâhid(vâhidin), ve nufaddılu ba’dehâ alâ ba’dın fîl
ukul(ukuli), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar (kara parçaları) ve üzüm bağları, ekinler ve budaklı ve
budaksız, hurma ağaçlarından bahçeler vardır. Aynı su (tek bir su) ile sulanır ve Biz onların
bazısını bazısına, yenmesinde (tadına, lezzetine ve kokusuna göre) üstün kılarız. Akıl eden kavim
için muhakkak ki bunda, âyetler vardır.
13/RA'D-5: Ve in ta’ceb fe acebun kavluhum e izâ kunnâ turâben e innâ le fî halkın
cedîd(cedîdin), ulâikellezîne keferû bi rabbihim, ve ulâikel aglâlu fî a’nâkıhim, ve ulâike
ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Eğer acayip buluyorsan (şaşıyorsan) (bil ki;) asıl onların: “Biz toprak olduğumuz zaman mı,
gerçekten, mutlaka yeniden mi halkedileceğiz (yaratılacağız)?" sözleri acayip (şaşılacak şey)dir.
İşte onlar, Rab'lerini inkâr eden kimselerdir. Ve işte onlar, boyunlarında demir halkalar olanlardır
ve işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada ebedî kalanlardır.
13/RA'D-6: Ve yesta’cilûneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimul
mesulât(mesulâtu), ve inne rabbeke lezû magfiretin lin nâsi alâ zulmihim, ve inne rabbeke le
şedîdul ıkâb(ıkâbi). 3
Ve onlardan önce birçok cezalar gelip geçmiş olduğu halde, senden haseneden önce seyyiati
(iyilikten önce kötülüğü) acele istiyorlar. Ve muhakkak ki; senin Rabbin, insanlar için, onların
zulümlerine karşı mağfiret sahibidir. Ve muhakkak ki; Rabbinin ikabı elbette çok şiddetlidir.
13/RA'D-7: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente
munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).
Ve kâfirler derler ki: “O'nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen, sadece
bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün
kavimlerde).
13/RA'D-8: Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdul erhâmu ve mâ tezdâd(tezdâdu),
ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr(mıkdârin).
Allah bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O'nun
katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.
13/RA'D-9: Âlimul gaybi veş şehâdetil kebîrul muteâl(muteâli).
Görünen (şahit olunan) ve görünmeyeni (gaybı) bilir. Büyüktür, Âlî (yüce)dir.
13/RA'D-10: Sevâun minkum men eserrel kavle ve men cehere bihî ve men huve mustahfin bil
leyli ve sâribun bin nehâr(nehâri).
Sizden, sözü gizleyen kimse ile onu alenen (açıkça) söyleyen kimse ve o geceleyin gizlenip,
gündüzleyin yoluna devam eden kimse müsavidir (eşittir). (O, hepsini bilir. âyet: 9)
13/RA'D-11: Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min
emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve
izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh(lehu), ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin).
Onları (o kavimdekileri), önünden ve arkasından (önden arkaya doğru uzanan) takip edenler
(devrin imamlarını koruyan muhafız melekler) vardır. Allah'ın emrinden olup, onları korurlar.
Muhakkak ki; Allah, onlar nefslerinde olan şeyi (hidayette kalma konusundaki niyetlerini)
bozmadıkça, bir kavimde olan şeyi bozmaz (devrin imamının ruhunu başlarının üzerinden almaz).
Ve Allah, bir kavme ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mani olacak kimse)
yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan bir dost yoktur.
13/RA'D-12: Huveellezî yurîkumul berka havfen ve tamean ve yunşius sehâbes sikâl(sikâle).
Size şimşeği korku ve ümit için gösteren ve (yağmur) yüklü bulutları inşa eden (düzenleyen) O'
dur.
13/RA'D-13: Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetih(hîfetihî), ve yursilus
savâıka fe yusîbu bihâ men ye?âu ve hum yucâdilûne fillâh(fillâhi), ve huve ?edîdul
mihâl(mihâli).
Gök gürültüsü ve melekler, O'nu, hamd ile ve O'nun (Allah'ın) korkusundan tesbih ederler. Ve
yıldırımları, O gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında mücâdele ederlerken, dilediği kimseye onu
isabet ettirir. Ve O, karşı koyulması mümkün olmayandır.
13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi
şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul
kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara
bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse
gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına
ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
13/RA'D-15: Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil
guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ) 3
Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam, isteseler de istemeseler de Allah'a secde
ederler. (Fizik vücutların gölgesi nefs ve ruhtur. Fizik vücutlar secde edince, nefsler de secde
ederler. Ruh hasletleri ile isteyerek secde eder. Nefs, afetlerinden dolayı istemeyerek secde eder.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilemişse, nefs tezkiyesine ulaşınca; ağırlık Allah'ın nurlarına geçer. O
zaman nefs de isteyerek secde eder.)
13/RA'D-16: Kul men rabbus semâvâti vel ard(ardı), kulillâh(kulillâhu), kul e fettehaztum min
dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ(darren), kul hel yestevil a’mâ vel
basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr(nûru), em cealû lillâhi şurekâe halakû ke halkıhî fe
teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhidul kahhâr(kahhâru).
“Semaların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?” de. “Allah'tır” de. Artık ondan başka kendilerine bile
fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz? “Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar
ile nur bir olur mu?” de. Yoksa onlar, onun yaratması gibi yaratan ortaklar kıldılar da, böylece bu
yaratma onlara benzer mi göründü? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır.” Ve O, tek Kahhar
(kahreden), herşeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.
13/RA'D-17: Enzele mines semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemeles seylu zebeden
râbiyâ(râbiyen), ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hılyetin ev metâın zebedun
misluh(misluhu), kezâlike yadribullâhul hakka vel bâtıl(bâtıle), fe emmez zebedu fe yezhebu
cufâ’(cufâen), ve emmâ mâ yenfaun nâse fe yemkusufîl ard(ardı), kezâlike yadrıbullâhul
emsâl(emsâle).
Semadan su indirdi. Böylece vadiler takdir edildiği kadar sel oldu aktı. Ve sel, üste çıkan köpüğü
yüklenip götürdü. Süs veya meta (eşya) yapmak isteyerek ateşte yakılan (eriyen) şeylerden
(madenlerden) de, üzerlerinde onun gibi köpük oluşur. Allah, işte böylece hak ve bâtıla misal verir.
Sonra köpük çözülüp, dağılarak gider. Fakat insanlara faydası olan şeyler, böylece yeryüzünde
kalır. Allah, işte böyle misaller verir.
13/RA'D-18: Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecibû lehu lev enne lehum
mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih(bihî), ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum
cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
Rab'lerine (Rabbinin emrine) icabet edenler için en güzeli vardır. Ve O'na icabet etmeyenler,
yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa, onu mutlaka fidye olarak verirlerdi.
İşte onlar; onlar için hesabın kötüsü var. Ve onların barınacağı yer, cehennem; ne kötü bir döşektir.
13/RA'D-19: E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ,
innemâ yetezekkeru ûlul elbâb(elbâbi).
Öyleyse sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kimse, âmâ olan (görmeyen) kimse gibi
midir? Fakat ulul'elbab (Allah'ın sırlarının ve daimî zikrin sahipleri), tezekkür eder.
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim
ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair
misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve
yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a)
ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ
rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed
dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve
namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve 3
seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti
(sonucu) vardır.
13/RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve
zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan
kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.
13/RA'D-24: Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbed dâr(dâri).
Sabretmenizden dolayı size selâm olsun. Dar-ı dünyanın (dünya yurdunun) akıbeti (sonucu) ne
güzel.
13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi
en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair
ezelde Allah'a misak verdikten sonra) Allah'ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve
iradelerini Allah'a teslim etmezler). Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi
keserler (ruhlarını Allah'a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı
Mustakîm'e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü
(cehennem) onlar içindir.
13/RA'D-26: Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), ve ferihû bil hayâtid dunyâ,
ve mal hayâtud dunyâ fîl âhıreti illâ metâ’u(metâun).
Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Onlar, dünya hayatı ile sevinirler (ferahlanırlar).
Dünya hayatı, ahiret hayatı yanında (geçici) bir metadan başka bir şey değildir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki
Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete
erdirir).”
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi
tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı
zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
13/RA'D-29: Ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti tûbâ lehum ve husnu meâb(meâbin).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefsi ıslâh edici amel)
yapanlar ne mutlu onlara ve meabın (sığınağın) (en) güzeli onların.
13/RA'D-30: Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve
aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân(rahmâni), kul huve rabbî lâ ilâhe
illâ hû(hûve), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb(metâbi).
Böylece, ondan önce gelip geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, seni de, sana vahyettiğimizi, onlara
okuman için bir ümmetin içine gönderdik. Onlar, Rahmân'ı inkâr ediyorlar. De ki: “O benim
Rabbimdir. Ben O'na tevekkül ettim ve O'ndan başka ilâh yoktur. Ve tövbem, dönüşüm (tövbesi
kabul edilmiş olarak dönüşüm) O'nadır.”
13/RA'D-31: Ve lev enne kur’ânen suyyiret bihil cibâlu ev kuttıat bihil ardu ev kullime bihil
mevtâ, bel lillâhil emru cemîâ(cemîan), e fe lem ye’yesillezîne âmenû en lev yeşâullâhu le heden
nâse cemîâ(cemîan),ve lâ yezâlullezîne keferû tusîbuhum bi mâ sanaû kâriatun ev tehullu
karîben min dârihim hattâ ye’tiye va’dullâh(va’dullâhi), innallâhe lâ yuhliful mîâd(mîâde).
Eğer gerçekten onunla dağlar yürütülen veya onunla yer yarılan veya onunla ölüler konuşturulan
bir Kur'an olsaydı bile, bütün işler (emirler) Allah'ındır (Allah'a aittir). Amenu olanlar hâlâ (onların 3
iman etmelerinden) ümitlerini kesmediler mi? Allah dilemiş olsaydı insanların hepsini elbette
hidayete erdirirdi. Kafir olan kimselere, yaptıklarından dolayı büyük bir musibetin (cezanın,
felâketin) isabet etmesi veya yurtlarının (evlerinin) yakınına musibetler hulul etmesi, Allah'ın vaadi
gelinceye kadar devam eder. Muhakkak ki Allah vaadinden dönmez.
13/RA'D-32: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe
ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
Andolsun ki; senden önceki resûllerle de alay edildi. Fakat Ben, kâfir olan (inkâr eden) kimselere
mühlet verdim. Sonra onları yakaladım (helâk ettim). O zaman Benim ikabım nasıl oldu?
13/RA'D-33: E fe men huve kâimun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi
şurekâ’(şurekâe), kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fîl ardı em bi zâhirin
minel kavl(kavli), bel zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû anis sebîl(sebîli), ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Artık bütün nefslerin kazandıkları şeyler üzerinde kaim olan kimdir? Ve onlar, Allah'a ortaklar
kıldılar. De ki: "Onları isimleri ile (davet etsinler, icabet edilmeyeceğini görsünler). Yoksa siz, O'na
(Allah'a) yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Veya sözün zahir olanını mı?"
Hayır, kâfirlere hileleri süslü gösterildi ve yoldan (Allah'ın yolundan) saptırıldılar. Ve Allah, kimi
dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi (mehdi) yoktur (bulunmaz).
13/RA'D-34: Lehum azâbun fîl hayâtid dunyâ ve le azâbul âhıreti eşakk(eşakku), ve mâ lehum
minallâhi min vâk(vâkın).
Onlar için dünya hayatında bir azap vardır ve ahiretin azabı daha da meşakkatlidir. Ve onların
Allah'tan (Allah'ın azabından) koruyan bir koruyucusu yoktur.
13/RA'D-35: Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), tecrî min tahtihel enhâr(enhâru),
ukuluhâ dâimun ve zilluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbel kâfirînen nâr(nâru).
Muttakilere vaadolunan cennet, altından nehirler akan ve onun meyvesi ve gölgesi daimî olan
(bahçe) gibidir. İşte bu, takva sahiplerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.
13/RA'D-36: Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men
yunkiru ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî), ileyhi ed’û
ve ileyhi meâb(meâbi).
Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenlere
şöyle de: “Ben, sadece Allah'a kul olmakla ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O'na davet
ederim ve dönüşüm O'nadır (meabım, sığınağım, dönüş yerim O'dur).
13/RA'D-37: Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ(arabiyyen), ve le initteba’te ehvâehum
ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk(vâkın).
İşte böyle O'nu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana ilimden bunca şey geldikten sonra eğer
onların heveslerine tâbî olursan, elbette senin için Allah'tan başka bir dost ve bir koruyucu yoktur.
13/RA'D-38: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve
zurriyyeh(zurriyyeten), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli
ecelin kitâb(kitâbun).
Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyyet (çocuklar) kıldık. Bir
resûl için, Allah'ın izni olmaksızın bir âyet getirmesi olmaz (mümkün değildir). Her zamanın, bir
kitabı vardır.
13/RA'D-39: Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit(yusbitu), ve indehu ummul kitâb(kitâbi).
Allah, dilediği şeyi siler, yok eder (mahveder) ve (dilediği şeyi) sabit kılar ve ümmülkitap (ana
kitap), O'nun indindedir (nezdindedir).
13/RA'D-40: Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel
belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu). 3
Ve şâyet onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek de; artık senin
üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim üzerimizedir.
13/RA'D-41: E ve lem yerev ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, vallâhu yahkumu lâ
muakkıbe li hukmih(li hukmihî), ve huve serîul hısâb(hısâbi).
Yeryüzüne gelip, onu etrafından (çevresinden) nasıl eksiltiyoruz onlar görmüyorlar mı? Ve Allah,
hüküm verir. O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.
13/RA'D-42: Ve kad mekerellezîne min kablihim fe lillâhil mekru cemîâ(cemîan),ya’lemu mâ
teksibu kullu nefs(nefsin), ve se ya’lemul kuffâru li men ukbed dâr(dâri).
Onlardan öncekiler (de) tuzak kurmuşlardı. Oysa bütün tuzaklar, Allah'ındır (Allah'a aittir). Bütün
nefslerin ne kazandığını O, bilir. Ve (bu) yurdun sonu kimindir, kâfirler yakında bilecekler.
13/RA'D-43: Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ(murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve
beynekum ve men indehu ilmul kitâb(kitâbi).
Ve kâfirler: “Sen, resûl olarak gönderilmiş değilsin.” derler. De ki: “Allah ve kitabın ilmi yanında
olanlar, benimle sizin aranızda şahit olarak kâfidir.”
RA'D
Bismillâhirrahmânirrahîm
13/RA'D-1: Elif lâm mim râ tilke âyâtul kitâb(kitâbi), vellezî unzile ileyke min rabbikel hakku ve
lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn(yu’minûne).
Elif, lâm, mim, râ; bunlar Kitab'ın âyetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Fakat insanların
çoğu inanmazlar (mü'min olmazlar).
13/RA'D-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve
sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul
emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne)."
Görmekte olduğunuz semaları (gök katlarını) direksiz olarak yükselten Allah'tır. Sonra arşa istiva
etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri
düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (ölmeden
evvel ruhunuzu Allah'a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.
13/RA'D-3: Ve huvellezî meddel arda ve ceale fîhâ revâsiye ve enhârâ(enhâren), ve min kullis
semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşil leylen nehâr(nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin
yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün
ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki;
bunda tefekkür eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.
13/RA'D-4: Ve fîl ardı kıtaun mutecâvirâtun ve cennâtun min a’nâbin ve zer’un ve nahîlun
sınvânun ve gayru sınvânin yuskâ bi mâin vâhid(vâhidin), ve nufaddılu ba’dehâ alâ ba’dın fîl
ukul(ukuli), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar (kara parçaları) ve üzüm bağları, ekinler ve budaklı ve
budaksız, hurma ağaçlarından bahçeler vardır. Aynı su (tek bir su) ile sulanır ve Biz onların
bazısını bazısına, yenmesinde (tadına, lezzetine ve kokusuna göre) üstün kılarız. Akıl eden kavim
için muhakkak ki bunda, âyetler vardır.
13/RA'D-5: Ve in ta’ceb fe acebun kavluhum e izâ kunnâ turâben e innâ le fî halkın
cedîd(cedîdin), ulâikellezîne keferû bi rabbihim, ve ulâikel aglâlu fî a’nâkıhim, ve ulâike
ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Eğer acayip buluyorsan (şaşıyorsan) (bil ki;) asıl onların: “Biz toprak olduğumuz zaman mı,
gerçekten, mutlaka yeniden mi halkedileceğiz (yaratılacağız)?" sözleri acayip (şaşılacak şey)dir. 3
İşte onlar, Rab'lerini inkâr eden kimselerdir. Ve işte onlar, boyunlarında demir halkalar olanlardır
ve işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada ebedî kalanlardır.
13/RA'D-6: Ve yesta’cilûneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimul
mesulât(mesulâtu), ve inne rabbeke lezû magfiretin lin nâsi alâ zulmihim, ve inne rabbeke le
şedîdul ıkâb(ıkâbi).
Ve onlardan önce birçok cezalar gelip geçmiş olduğu halde, senden haseneden önce seyyiati
(iyilikten önce kötülüğü) acele istiyorlar. Ve muhakkak ki; senin Rabbin, insanlar için, onların
zulümlerine karşı mağfiret sahibidir. Ve muhakkak ki; Rabbinin ikabı elbette çok şiddetlidir.
13/RA'D-7: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente
munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).
Ve kâfirler derler ki: “O'nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen, sadece
bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün
kavimlerde).
13/RA'D-8: Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdul erhâmu ve mâ tezdâd(tezdâdu),
ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr(mıkdârin).
Allah bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O'nun
katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.
13/RA'D-9: Âlimul gaybi veş şehâdetil kebîrul muteâl(muteâli).
Görünen (şahit olunan) ve görünmeyeni (gaybı) bilir. Büyüktür, Âlî (yüce)dir.
13/RA'D-10: Sevâun minkum men eserrel kavle ve men cehere bihî ve men huve mustahfin bil
leyli ve sâribun bin nehâr(nehâri).
Sizden, sözü gizleyen kimse ile onu alenen (açıkça) söyleyen kimse ve o geceleyin gizlenip,
gündüzleyin yoluna devam eden kimse müsavidir (eşittir). (O, hepsini bilir. âyet: 9)
13/RA'D-11: Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min
emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve
izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh(lehu), ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin).
Onları (o kavimdekileri), önünden ve arkasından (önden arkaya doğru uzanan) takip edenler
(devrin imamlarını koruyan muhafız melekler) vardır. Allah'ın emrinden olup, onları korurlar.
Muhakkak ki; Allah, onlar nefslerinde olan şeyi (hidayette kalma konusundaki niyetlerini)
bozmadıkça, bir kavimde olan şeyi bozmaz (devrin imamının ruhunu başlarının üzerinden almaz).
Ve Allah, bir kavme ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mani olacak kimse)
yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan bir dost yoktur.
13/RA'D-12: Huveellezî yurîkumul berka havfen ve tamean ve yunşius sehâbes sikâl(sikâle).
Size şimşeği korku ve ümit için gösteren ve (yağmur) yüklü bulutları inşa eden (düzenleyen) O'
dur.
13/RA'D-13: Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetih(hîfetihî), ve yursilus
savâıka fe yusîbu bihâ men ye?âu ve hum yucâdilûne fillâh(fillâhi), ve huve ?edîdul
mihâl(mihâli).
Gök gürültüsü ve melekler, O'nu, hamd ile ve O'nun (Allah'ın) korkusundan tesbih ederler. Ve
yıldırımları, O gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında mücâdele ederlerken, dilediği kimseye onu
isabet ettirir. Ve O, karşı koyulması mümkün olmayandır.
13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi
şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul
kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara
bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse 3
gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına
ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
13/RA'D-15: Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil
guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ)
Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam, isteseler de istemeseler de Allah'a secde
ederler. (Fizik vücutların gölgesi nefs ve ruhtur. Fizik vücutlar secde edince, nefsler de secde
ederler. Ruh hasletleri ile isteyerek secde eder. Nefs, afetlerinden dolayı istemeyerek secde eder.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilemişse, nefs tezkiyesine ulaşınca; ağırlık Allah'ın nurlarına geçer. O
zaman nefs de isteyerek secde eder.)
13/RA'D-16: Kul men rabbus semâvâti vel ard(ardı), kulillâh(kulillâhu), kul e fettehaztum min
dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ(darren), kul hel yestevil a’mâ vel
basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr(nûru), em cealû lillâhi şurekâe halakû ke halkıhî fe
teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhidul kahhâr(kahhâru).
“Semaların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?” de. “Allah'tır” de. Artık ondan başka kendilerine bile
fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz? “Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar
ile nur bir olur mu?” de. Yoksa onlar, onun yaratması gibi yaratan ortaklar kıldılar da, böylece bu
yaratma onlara benzer mi göründü? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır.” Ve O, tek Kahhar
(kahreden), herşeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.
13/RA'D-17: Enzele mines semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemeles seylu zebeden
râbiyâ(râbiyen), ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hılyetin ev metâın zebedun
misluh(misluhu), kezâlike yadribullâhul hakka vel bâtıl(bâtıle), fe emmez zebedu fe yezhebu
cufâ’(cufâen), ve emmâ mâ yenfaun nâse fe yemkusufîl ard(ardı), kezâlike yadrıbullâhul
emsâl(emsâle).
Semadan su indirdi. Böylece vadiler takdir edildiği kadar sel oldu aktı. Ve sel, üste çıkan köpüğü
yüklenip götürdü. Süs veya meta (eşya) yapmak isteyerek ateşte yakılan (eriyen) şeylerden
(madenlerden) de, üzerlerinde onun gibi köpük oluşur. Allah, işte böylece hak ve bâtıla misal verir.
Sonra köpük çözülüp, dağılarak gider. Fakat insanlara faydası olan şeyler, böylece yeryüzünde
kalır. Allah, işte böyle misaller verir.
13/RA'D-18: Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecibû lehu lev enne lehum
mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih(bihî), ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum
cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
Rab'lerine (Rabbinin emrine) icabet edenler için en güzeli vardır. Ve O'na icabet etmeyenler,
yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa, onu mutlaka fidye olarak verirlerdi.
İşte onlar; onlar için hesabın kötüsü var. Ve onların barınacağı yer, cehennem; ne kötü bir döşektir.
13/RA'D-19: E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ,
innemâ yetezekkeru ûlul elbâb(elbâbi).
Öyleyse sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kimse, âmâ olan (görmeyen) kimse gibi
midir? Fakat ulul'elbab (Allah'ın sırlarının ve daimî zikrin sahipleri), tezekkür eder.
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim
ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair
misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve
yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a)
ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. 4
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ
rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed
dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve
namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve
seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti
(sonucu) vardır.
13/RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve
zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan
kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.
13/RA'D-24: Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbed dâr(dâri).
Sabretmenizden dolayı size selâm olsun. Dar-ı dünyanın (dünya yurdunun) akıbeti (sonucu) ne
güzel.
13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi
en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair
ezelde Allah'a misak verdikten sonra) Allah'ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve
iradelerini Allah'a teslim etmezler). Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi
keserler (ruhlarını Allah'a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı
Mustakîm'e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü
(cehennem) onlar içindir.
13/RA'D-26: Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), ve ferihû bil hayâtid dunyâ,
ve mal hayâtud dunyâ fîl âhıreti illâ metâ’u(metâun).
Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Onlar, dünya hayatı ile sevinirler (ferahlanırlar).
Dünya hayatı, ahiret hayatı yanında (geçici) bir metadan başka bir şey değildir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki
Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete
erdirir).”
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi
tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı
zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
13/RA'D-29: Ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti tûbâ lehum ve husnu meâb(meâbin).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefsi ıslâh edici amel)
yapanlar ne mutlu onlara ve meabın (sığınağın) (en) güzeli onların.
13/RA'D-30: Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve
aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân(rahmâni), kul huve rabbî lâ ilâhe
illâ hû(hûve), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb(metâbi).
Böylece, ondan önce gelip geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, seni de, sana vahyettiğimizi, onlara
okuman için bir ümmetin içine gönderdik. Onlar, Rahmân'ı inkâr ediyorlar. De ki: “O benim
Rabbimdir. Ben O'na tevekkül ettim ve O'ndan başka ilâh yoktur. Ve tövbem, dönüşüm (tövbesi
kabul edilmiş olarak dönüşüm) O'nadır.” 4
13/RA'D-31: Ve lev enne kur’ânen suyyiret bihil cibâlu ev kuttıat bihil ardu ev kullime bihil
mevtâ, bel lillâhil emru cemîâ(cemîan), e fe lem ye’yesillezîne âmenû en lev yeşâullâhu le heden
nâse cemîâ(cemîan),ve lâ yezâlullezîne keferû tusîbuhum bi mâ sanaû kâriatun ev tehullu
karîben min dârihim hattâ ye’tiye va’dullâh(va’dullâhi), innallâhe lâ yuhliful mîâd(mîâde).
Eğer gerçekten onunla dağlar yürütülen veya onunla yer yarılan veya onunla ölüler konuşturulan
bir Kur'an olsaydı bile, bütün işler (emirler) Allah'ındır (Allah'a aittir). Amenu olanlar hâlâ (onların
iman etmelerinden) ümitlerini kesmediler mi? Allah dilemiş olsaydı insanların hepsini elbette
hidayete erdirirdi. Kafir olan kimselere, yaptıklarından dolayı büyük bir musibetin (cezanın,
felâketin) isabet etmesi veya yurtlarının (evlerinin) yakınına musibetler hulul etmesi, Allah'ın vaadi
gelinceye kadar devam eder. Muhakkak ki Allah vaadinden dönmez.
13/RA'D-32: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe
ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
Andolsun ki; senden önceki resûllerle de alay edildi. Fakat Ben, kâfir olan (inkâr eden) kimselere
mühlet verdim. Sonra onları yakaladım (helâk ettim). O zaman Benim ikabım nasıl oldu?
13/RA'D-33: E fe men huve kâimun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi
şurekâ’(şurekâe), kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fîl ardı em bi zâhirin
minel kavl(kavli), bel zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû anis sebîl(sebîli), ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Artık bütün nefslerin kazandıkları şeyler üzerinde kaim olan kimdir? Ve onlar, Allah'a ortaklar
kıldılar. De ki: "Onları isimleri ile (davet etsinler, icabet edilmeyeceğini görsünler). Yoksa siz, O'na
(Allah'a) yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Veya sözün zahir olanını mı?"
Hayır, kâfirlere hileleri süslü gösterildi ve yoldan (Allah'ın yolundan) saptırıldılar. Ve Allah, kimi
dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi (mehdi) yoktur (bulunmaz).
13/RA'D-34: Lehum azâbun fîl hayâtid dunyâ ve le azâbul âhıreti eşakk(eşakku), ve mâ lehum
minallâhi min vâk(vâkın).
Onlar için dünya hayatında bir azap vardır ve ahiretin azabı daha da meşakkatlidir. Ve onların
Allah'tan (Allah'ın azabından) koruyan bir koruyucusu yoktur.
13/RA'D-35: Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), tecrî min tahtihel enhâr(enhâru),
ukuluhâ dâimun ve zilluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbel kâfirînen nâr(nâru).
Muttakilere vaadolunan cennet, altından nehirler akan ve onun meyvesi ve gölgesi daimî olan
(bahçe) gibidir. İşte bu, takva sahiplerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.
13/RA'D-36: Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men
yunkiru ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî), ileyhi ed’û
ve ileyhi meâb(meâbi).
Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenlere
şöyle de: “Ben, sadece Allah'a kul olmakla ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O'na davet
ederim ve dönüşüm O'nadır (meabım, sığınağım, dönüş yerim O'dur).
13/RA'D-37: Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ(arabiyyen), ve le initteba’te ehvâehum
ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk(vâkın).
İşte böyle O'nu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana ilimden bunca şey geldikten sonra eğer
onların heveslerine tâbî olursan, elbette senin için Allah'tan başka bir dost ve bir koruyucu yoktur.
13/RA'D-38: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve
zurriyyeh(zurriyyeten), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli
ecelin kitâb(kitâbun).
Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyyet (çocuklar) kıldık. Bir
resûl için, Allah'ın izni olmaksızın bir âyet getirmesi olmaz (mümkün değildir). Her zamanın, bir
kitabı vardır. 4
13/RA'D-39: Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit(yusbitu), ve indehu ummul kitâb(kitâbi).
Allah, dilediği şeyi siler, yok eder (mahveder) ve (dilediği şeyi) sabit kılar ve ümmülkitap (ana
kitap), O'nun indindedir (nezdindedir).
13/RA'D-40: Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel
belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu).
Ve şâyet onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek de; artık senin
üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim üzerimizedir.
13/RA'D-41: E ve lem yerev ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, vallâhu yahkumu lâ
muakkıbe li hukmih(li hukmihî), ve huve serîul hısâb(hısâbi).
Yeryüzüne gelip, onu etrafından (çevresinden) nasıl eksiltiyoruz onlar görmüyorlar mı? Ve Allah,
hüküm verir. O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.
13/RA'D-42: Ve kad mekerellezîne min kablihim fe lillâhil mekru cemîâ(cemîan),ya’lemu mâ
teksibu kullu nefs(nefsin), ve se ya’lemul kuffâru li men ukbed dâr(dâri).
Onlardan öncekiler (de) tuzak kurmuşlardı. Oysa bütün tuzaklar, Allah'ındır (Allah'a aittir). Bütün
nefslerin ne kazandığını O, bilir. Ve (bu) yurdun sonu kimindir, kâfirler yakında bilecekler.
13/RA'D-43: Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ(murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve
beynekum ve men indehu ilmul kitâb(kitâbi).
Ve kâfirler: “Sen, resûl olarak gönderilmiş değilsin.” derler. De ki: “Allah ve kitabın ilmi yanında
olanlar, benimle sizin aranızda şahit olarak kâfidir.”
RAHMÂN
Bismillâhirrahmânirrahîm
55/RAHMÂN-1: Er rahmân(rahmânu).
(O) Rahman'dır.
55/RAHMÂN-2: Allemel kur’ân(kur’âne).
Kur'ân'ı, O öğretti.
55/RAHMÂN-3: Halakal insân(insâne).
İnsanı, O yarattı.
55/RAHMÂN-4: Allemehul beyân(beyâne).
Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.
55/RAHMÂN-5: Eş şemsu vel kameru bi husbân(husbânin).
Güneş ve Ay (yaratılışları ve yörüngelerindeki hareketleri), (astrofizik) hesaplarladır (hassas
dengelerle dizayn edilmiştir).
55/RAHMÂN-6: Ven necmu veş şeceru yescudân(yescudâni).
Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (Allah'a) secde ederler.
55/RAHMÂN-7: Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân(mîzâne).
Ve sema; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir
genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizanı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin
dengesini) vazetti.
55/RAHMÂN-8: Ellâ tatgav fîl mîzân(mîzâni).
Mizanda (ölçmede) haddi aşmayınız (haksızlık yapmayınız).
55/RAHMÂN-9: Ve ekîmul vezne bil kıstı ve lâ tuhsırûl mîzân(mîzâne).
Ve vezni (tartmayı), adaletle yapın ve mizanı eksiltmeyin (ölçmede eksiklik yapmayın). 4
55/RAHMÂN-10: Vel arda vedaahâ lil enâm(enâmi).
Ve arz; onu, hayvanlar (ve bütün canlılar) için vazetti (jeolojik olaylarla, üzerinde canlıların
yaşayabileceği şekilde dizayn etti).
55/RAHMÂN-11: Fîhâ fâkihetun vennahlu zâtul ekmâm(ekmâmi).
Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır.
55/RAHMÂN-12: Vel habbu zul asfi ver reyhân(reyhânu).
Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler vardır.
55/RAHMÂN-13: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-14: Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).
(Allah) insanı, fahhar gibi ses veren salsalinden yarattı.
55/RAHMÂN-15: Ve halakal cânne min mâricin min nâr(nârin).
Ve cinleri, mariç ateşten (parlak, dumanı olmayan alevden, enerjiden) yarattı.
55/RAHMÂN-16: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-17: Rabbul meşrikayni ve rabbul magribeyn(magribeyni).
O, iki doğunun ve iki batının (insanlara göre doğu ve batının ve de cinlere göre doğu ve batının)
Rabbidir.
55/RAHMÂN-18: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-19: Merecel bahreyni yeltekıyân(yeltekıyâni).
İki denizi birbiri ile karşılaşacak (birbirine kavuşacak) şekilde akıttı.
55/RAHMÂN-20: Beynehumâ berzehun lâ yebgıyân(yebgıyâni).
İkisi arasında berzah (engel) vardır, ikisi birbirinin sınırını geçemez (birbirinin özelliğini, düzenini
bozamaz).
55/RAHMÂN-21: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-22: Yahrucu min humel lûluu vel mercân(mercânu).
İkisinden de inci ve mercan çıkar.
55/RAHMÂN-23: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-24: Ve lehul cevâril munşeâtu fîl bahri kel alâm(alâmi).
Denizde akıp giden, dağlar gibi (yüksek) inşa edilmiş büyük gemiler O'nundur.
55/RAHMÂN-25: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-26: Kullu men aleyhâ fân(fânin).
Bütün kişiler (insanlar ve cinler) fanidir (yok olucudur).
55/RAHMÂN-27: Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm(ikrâmi).
Ve celâl ve ikram sahibi Rabbinin Vechi (Zatı) bâki kalacaktır.
55/RAHMÂN-28: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-29: Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin. 4
Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni
bir oluş) üzerindedir.
55/RAHMÂN-30: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-31: Se nefrugu lekum eyyuhes sekalân(sekalâni).
Ey ağırlık sahibi olanlar (kendi âlemlerinde fizik ağırlığı ve bilinçli varlıklar olmaları sebebiyle,
ağır sorumluluğu olan insanlar ve cinler)! Yakında sizinle ilgileneceğiz (mahşerde hesabınızı
göreceğiz).
55/RAHMÂN-32: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-33: Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı
fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! Semaların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp
gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid)
olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).
55/RAHMÂN-34: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-35: Yurselu aleykumâ şuvâzun min nârin ve nuhâsun fe lâ tentesırân(tentesırâni).
Sizin üzerinize, ateşten bir alev ve duman gönderilir. O zaman yardımlaşamazsınız
(kurtulamazsınız).
55/RAHMÂN-36: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-37: Fe îzen şakkatis semâu fe kânet verdeten keddihân(keddihâni).
Gökyüzü yarılınca, işte o zaman, erimiş yağ (rengi) gibi kırmızı bir gül haline gelmiştir.
55/RAHMÂN-38: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-39: Fe yevme îzin lâ yus’elu an zenbihî insun ve lâ cânn(cânnun).
Artık izin günü insanlar ve cinler, günahlarından sorulmaz.
55/RAHMÂN-40: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-41: Yu’reful mucrımûne bi sîmâhum fe yu’hazu bin nevâsî vel akdâm(akdâmi).
Mücrimler (suçlular) simalarından tanınır. Böylece onlar alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
55/RAHMÂN-42: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-43: Hâzihî cehennemulletî yukezzibu bi hel mucrimûn(mucrimûne).
İşte bu, mücrimlerin yalanladığı cehennem.
55/RAHMÂN-44: Yetûfûne beynehâ ve beyne hamîmin ân(ânin).
Onunla (cehennemle) kızgın kaynar su arasında dönüp dolaşırlar.
55/RAHMÂN-45: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-46: Ve li men hâfe makâme rabbihî cennetân(cennetâni).
Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır. 4
55/RAHMÂN-47: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-48: Zevâtâ efnân(efnânin).
İkisi de fenlere (bilimsel ve sanatsal güzelliklere, çeşitli ağaçlara) sahiptir.
55/RAHMÂN-49: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-50: Fîhi mâ aynâni tecriyân(tecriyâni).
İkisinde de akan iki pınar vardır.
55/RAHMÂN-51: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-52: Fîhi mâ min kulli fâtihetin zevcân(zevcâni).
İkisinde de (iki cennette de) bütün meyvelerden iki çift vardır.
55/RAHMÂN-53: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-54: Muttekiîne alâ furuşin betâinuhâ min istebrak(istebrakin), ve cenel cenneteyni
dân(dânin).
Astarları kalın ipek atlas olan döşekler üzerine yaslanmışlardır. Ve iki cennetin de devşirilen
meyveleri (cennet ehline) yakındır.
55/RAHMÂN-55: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-56: Fîhinne kâsirâtut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn(cânnun).
Onlarda (iki cennette de) bakışlarını (yalnız eşlerine) hasreten eşler vardır. Kendilerine onlardan
önce insan ve cin dokunmamıştır.
55/RAHMÂN-57: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-58: Ke enne hunnel yâkûtu vel mercân(mercânu).
Onlar sanki yakut ve mercan gibidir.
55/RAHMÂN-59: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-60: Hel cezâul ihsâni illel ihsân(ihsânu).
İhsanın, ihsandan başka mükâfatı var mı ki (olabilir mi)?
55/RAHMÂN-61: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-62: Ve min dûnihimâ cennetân(cennetâni).
Ve ikisinden başka iki cennet daha vardır.
55/RAHMÂN-63: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-64: Mud hâmmetân(hâmmetâni).
İkisi de (iki cennet de) yemyeşildir.
55/RAHMÂN-65: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-66: Fîhi mâ aynâni neddâhatân(neddâhatâni). 4
İkisinde de (iki cennette de) devamlı fışkırıp gürül gürül akan iki pınar vardır.
55/RAHMÂN-67: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-68: Fîhi mâ fâkihetun ve nahlun ve rummân(rummânun).
İkisinde de (iki cennette de) meyveler, hurmalar ve narlar vardır.
55/RAHMÂN-69: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-70: Fîhinne hayrâtun hisân(hisânun).
Onlarda (cennetlerde), hayırlı güzel kadınlar vardır.
55/RAHMÂN-71: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-72: Hûrun maksûrâtun fîl hiyâm(hiyâmi).
Otağlarda (özel çadırlarda) huriler vardır.
55/RAHMÂN-73: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-74: Lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn(cânnun).
Onlara, kendilerinden önce insanlar dokunmamıştır ve cinler de (dokunmamıştır).
55/RAHMÂN-75: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-76: Muttekiîne alâ refrefin hudrin ve abkariyyin hisân(hisânin).
Onlar (cennetlikler), yüksek yeşil refrefler (yastıklar) ve harikulâde güzel işlemeli döşekler üzerine
yaslananlardır.
55/RAHMÂN-77: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-78: Tebârekesmu rabbike zîl celâli vel ikrâm(ikrâmi).
Celâl ve İkram Sahibi Rabbinin İsmi Mübarek'tir (Çok Yüce'dir).
RÛM
Bismillâhirrahmânirrahîm
30/RÛM-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mîm.
30/RÛM-2: Gulibetir rûm(rûmu).
Rumlar'a gâlip gelindi (Rumlar mağlûp oldular).
30/RÛM-3: Fî ednel ardı ve hum min ba’di galebihim se yaglibûn(yaglibûne).
Ve onlar, yakın bir yerde, yenilmelerinden sonra gâlip gelecekler.
30/RÛM-4: Fî bıd’ı sinîn(sinîne), lillâhil emru min kablu ve min ba’d(ba’du), ve yevme izin
yefrahul mu’minûn(mu’minûne).
Birkaç (3 ile 9) sene içinde. Bundan önce de sonra da emir, Allah'ındır. O gün mü'minler,
ferahlayacaklar (sevinecekler).
30/RÛM-5: Bi nasrillâh(nasrillâhi), yansuru men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Allah'ın yardımı ile Allah, dilediğine yardım eder. Ve O; Azîz'dir (yüce, üstün), Rahîm'dir (Rahîm
esması ile tecelli eden). 4
30/RÛM-6: Va’dallâh(va’dallâhi), lâ yuhlifullâhu va’dehu ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
(Bu), Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
30/RÛM-7: Ya’lemûne zâhiren minel hayâtid dunyâ, ve hum anil âhıreti hum gâfilûn(gâfilûne).
Onlar, dünya hayatının zahirini (görünen kısmını) bilirler. Ve onlar, ahiretten gâfil olanlardır.
30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ
beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi
rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve
ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki
insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkar
edenlerdir.
30/RÛM-9: E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, kânû
eşedde minhum kuvveten, ve esârûl arda ve amerûhâ eksera mimmâ amerûhâ ve câethum
rusuluhum bil beyyinât(beyyinâti), fe mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum
yazlimûn(yazlimûne).
Onlar, yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki onlardan öncekilerin akıbetinin nasıl olduğuna baksınlar?
Kuvvet bakımından onlardan daha güçlüydüler ve yeri (toprağı) altüst etmişlerdi. Onların imar
ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onların resûlleri onlara beyyinelerle (ispat vasıtaları ve
delillerle) gelmişti. Allah, onlara zulmetmiyordu ve lâkin onlar kendi nefslerine zulmediyorlardı.
30/RÛM-10: Summe kâne âkıbetellezîne esâus sûâ en kezzebû bi âyâtillâhi ve kânû bihâ
yestehziûn(yestehziûne).
Sonra fenalık yapanların akıbetleri, Allah'ın âyetlerini tekzip etmeleri (yalanlamaları) ve onunla
alay etmiş olmaları sebebiyle çok kötü oldu.
30/RÛM-11: Allâhu yebdeul halka summe yuîduhu summe ileyhi turceûn(turceûne).
Allah, ilk olarak yaratmaya başlar sonra onu geri çevirir (eski haline iade eder). Sonra O'na
döndürülürsünüz.
30/RÛM-12: Ve yevme tekûmus sâatu yublisul mucrimûn(mucrimûne).
Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulduğu (koptuğu) gün, mücrimler cennetten ümitlerini keserler.
30/RÛM-13: Ve lem yekun lehum min şurekâihim şufeâû ve kânû bi şurekâihim
kâfirîn(kâfirîne).
Ve (şirk koştukları) ortaklarından şefaatçileri olmaz. Ve (onlar o gün) ortaklarını inkâr edenlerdir.
30/RÛM-14: Ve yevme tekûmus sâatu yevmeizin yeteferrakûn(yeteferrakûne).
Ve o saatin vuku bulduğu (kıyâmetin koptuğu) gün, izin günü onlar fırkalara ayrılırlar.
30/RÛM-15: Fe emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe hum fî ravdatin yuhberun(yuhberune).
Fakat âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, onlar
bahçelerde (ni'met verilip) sevindirilirler.
30/RÛM-16: Ve emmellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhıreti fe ulâike fîl azâbi
muhdarûn(muhdarûne).
Ve onlar ki (kâfirlerdir), âyetlerimizi inkâr ve tekzip ettiler (yalanladılar) ve ahirete ulaşmayı
(hayattayken ruhu Allah'a ulaştırmayı tekzip ettiler). İşte onlar, azap içinde hazır
bulundurulanlardır.
30/RÛM-17: Fe subhânallâhi hîne tumsûne ve hîne tusbıhûn(tusbıhûne).
Öyleyse akşam ve sabah vaktinde Allah'ı tesbih edin (münezzeh kılın)!
30/RÛM-18: Ve lehul hamdu fîs semâvâti vel ardı ve aşiyyen ve hîne tuzhırûn(tuzhırûne). 4
Ve göklerde ve yerde hamd, O'na mahsustur. İkindide ve öğle vaktinde (O'na hamdedin)!
30/RÛM-19: Yuhricul hayye minel meyyiti ve yuhricul meyyite minel hayyi ve yuhyil arda ba’de
mevtihâ, ve kezâlike tuhrecûn(tuhrecûne).
O, ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır. Ve arzı (toprağı), ölümünden sonra diriltir. Ve işte
(tıpkı) bunun gibi (topraktan) çıkarılacaksınız.
30/RÛM-20: Ve min âyâtihî en halakakum min turâbin summe izâ entum beşerun
tenteşirûn(tenteşirûne).
Ve O'nun âyetlerinden (mucizelerinden)dir ki, sizi topraktan yarattı. Sonra siz, beşer (insan) haline
gelince (çoğalıp yeryüzünde) yayılırsınız.
30/RÛM-21: Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale
beynekum meveddeten ve rahmeh(rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin
yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve O'nun âyetlerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn
bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda,
tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.
30/RÛM-22: Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı vahtilâfu elsinetikum ve elvânikum, inne fî
zâlike le âyâtin lil âlimîn(âlimîne).
Ve O'nun âyetlerindendir ki, gökleri ve yeri yaratmıştır ve lisanlarınız ve renkleriniz (birbirinden)
farklıdır. Muhakkak ki bunda, âlimler için mutlaka âyetler (deliller) vardır.
30/RÛM-23: Ve min âyâtihî menâmukum bil leyli ven nehâri vebtigâukum min fadlih(fadlihi),
inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
Ve O'nun âyetlerindendir ki, siz gece uyursunuz ve gündüz O'nun fazlından istersiniz. Muhakkak ki
bunda, işiten bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.
30/RÛM-24: Ve min âyâtihî yurîkumul berka havfen ve tamaan, ve yunezzilu mines semâi mâen
fe yuhyî bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve O'nun âyetlerindendir ki, korku ve ümit olarak size şimşeği gösterir. Ve gökten su indirir,
böylece onunla, ölümünden sonra arzı (toprağı) diriltir. Muhakkak ki bunda, akıl eden bir kavim
için mutlaka âyetler (deliller) vardır.
30/RÛM-25: Ve min âyâtihî en tekûmes semâu vel ardu bi emrih(emrihî), summe izâ deâkum
da’veten minel ardı izâ entum tahrucûn(tahrucûne).
Ve O'nun âyetlerindendir ki, gök ve yer O'nun emri ile (dengede) durur. Sonra sizi bir tek davetle
çağırdığı zaman yerden (kabirden) çıkacaksınız.
30/RÛM-26: Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), kullun lehu kânitûn(kânitûne).
Ve göklerde ve yerde bulunan herkes, O'nundur. Hepsi O'na kanitindir.
30/RÛM-27: Ve huvellezî yebdeul halka summe yuîduhu, ve huve ehvenu aleyh(aleyhi), ve lehul
meselul a’lâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Ve O, O'dur ki ilk yaratışı başlatır ve sonra onu iade eder (eski haline döndürür). Bu, O'nun için çok
kolaydır. Göklerde ve yerde yücelik sıfatı, O'nundur (O'na aittir). Ve O; Azîz'dir (çok yüce),
Hakîm'dir (hikmet ve hüküm sahibi).
30/RÛM-28: : Darabe lekum meselen min enfusikum, hel lekum min mâ meleket eymânukum
min şurekâe fî mâ rezaknâkum fe entum fîhi sevâun tehâfûnehum ke hîfetikum enfusekum,
kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
(Allah), size kendi nefslerinizden örnek verdi. Sizi rızıklandırdığımız şeylerde, sizin sağ elinizin
(altında bulunan) sahip olduğunuz (kölelerinizden) ortaklarınız var mı ki (o putlar da Allah'a ortak
olsun), böylece onlarla eşit olasınız, onları birbirinizi saydığınız gıbı sayasınız. Akıl eden bir kavim
için ayetleri işte böyle açıklıyoruz. 4
30/RÛM-29: Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm(ilmin), fe men yehdî men
edallallâh(edallallâhu), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
Hayır, zalimler ilim sahibi olmaksızın heveslerine tâbî oldular. Bundan sonra Allah'ın dalâlette
bıraktığını kim hidayete erdirebilir? Ve onların yardımcıları da yoktur.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ
tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları
onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan
(kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel
muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame
edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün
gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
30/RÛM-33: Ve izâ messen nâse durrun deav rabbehum munîbîne ileyhi summe izâ ezâkahum
minhu rahmeten izâ ferîkun minhum bi rabbihim yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve insanlara bir zarar dokunduğu zaman Rab'lerine dua ederek, O'na yönelirler. Sonra onlara
kendisinden rahmet tattırdığı (Rahîm esması ile hidayete erdirdiği) zaman onlardan bir kısmı
Rab'lerine şirk (ortak) koşarlar (hidayetteyken dalâlete düşerler).
30/RÛM-34: Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû fe sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Onlara verdiklerimizi inkâr etsinler. Böylece metalansınlar (faydalansınlar). Yakında bilecekler.
30/RÛM-35: Em enzelnâ aleyhim sultânen fe huve yetekellemu bimâ kânû bihî
yuşrikûn(yuşrikûne).
Yoksa onlara bir sultan (delil, kitap) indirdik de böylece o (kitap onlara), O'na (Allah'a) şirk
koşmalarını mı söylüyor?
30/RÛM-36: Ve izâ ezaknen nâse rahmeten ferihû bihâ, ve in tusıbhum seyyietun bimâ
kaddemet eydîhim izâ hum yaknetûn(yaknetûne).
Ve insanlara rahmet tattırdığımız zaman onunla ferahlarlar (şımarırlar). Ve eğer, elleri ile takdim
ettiklerinden dolayı onlara bir kötülük isabet ederse o zaman onlar, ümitsizliğe düşerler.
30/RÛM-37: EE ve lem yerev ennellâhe yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), inne fî
zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve onlar, Allah'ın dilediğine rızkı genişlettiğini ve (dilediğine) takdir ettiğini (daralttığını)
görmediler mi? Muhakkak ki bunda, mü'min bir kavim için âyetler (ibretler) vardır.
30/RÛM-38: Fe âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîl(sebîli), zâlike hayrun lillezîne
yurîdûne vechallâhi ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Öyleyse akrabalara, miskinlere ve yolculara haklarını ver. Bu, Allah'ın vechi'ni (Allah'a ulaşmayı)
dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.
30/RÛM-39: Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh(indallâhi),
ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud’ıfûn(mud’ıfûne).
Ve insanların mallarında artış olsun diye faizden (faiz olarak) verdiğiniz şey (Allah'a ulaşmayı
dilemeden yaptığınız zikir), o taktirde Allah'ın katında artmaz (nefsinizin kalbindeki nurları 4
oluşturmaz ve arttırmaz). Allah'ın vechini (Allah'a ulaşmayı) dileyerek verdiğiniz zekât (yaptığınız
(zikir)ler); işte böylece kat kat (nefsinizin kalbindeki nurları) artıranlar onlardır.
30/RÛM-40: Allâhullezî halakakum summe rezekakum summe yumîtukum summe yuhyîkum,
hel min şurekâikum men yef’alu min zâlikum min şey’(şey’in), subhânehu ve teâlâ ammâ
yuşrikûn(yuşrikûne).
O Allah ki sizi yarattı. Sonra sizi rızıklandırdı (dünyada rızık verdi ve nefsinizin kalbini nurlarla
doldurdu). Sonra sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecek. Sizin ortaklarınızdan (putlarınızdan),
bunlardan birini yapacak var mı? Allah Sübhan'dır (herşeyden münezzeh). Ve şirk koştukları
şeylerden yücedir.
30/RÛM-41: Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî
amilû leallehum yerciûn(yerciûne).
İnsanların elleriyle kazandıkları sebebiyle karada ve denizde fesat zuhur etti (ortaya çıktı),
yaptıklarının bir kısmının onlara tattırılması için. Umulur ki böylece onlar, (Allah'a) dönerler
(yönelirler).
30/RÛM-42: Kul sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kabl(kablu), kâne
ekseruhum muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Yeryüzünde dolaşın. Böylece daha öncekilerin akıbetinin (sonlarının) nasıl olduğuna bakın.
Onların çoğu müşrik idiler."
30/RÛM-43: Fe ekim vecheke lid dînil kayyimi min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu
minallâhi yevmeizin yassaddeûn(yassaddeûne).
Öyleyse Allah'ın onu geri döndürmeyeceği o gün (kıyâmet günü) gelmeden önce vechini, kayyum
(ezelden ebede kadar devam edecek) olan dîn için ikame et (kıyamda tut). İzin günü onlar bölük
bölük ayrılırlar.
30/RÛM-44: Men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu), ve men amile sâlihan fe li enfusihim
yemhedûn(yemhedûne).
Kim inkâr ederse küfrü (inkârı), kendi aleyhinedir. Ve kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa
onlar, böylece kendi nefsleri için hazırlık yaparlar.
30/RÛM-45: Li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti min fadlih(fadlihî), innehu lâ yuhıbbul
kâfirîn(kâfirîne).
(İşte bu) âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanları,
Kendi fazlından mükâfatlandırmak içindir. Muhakkak ki O (Allah), kâfirleri sevmez.
30/RÛM-46: Ve min âyâtihî en yursiler riyâha mubeşşirâtin ve li yuzîkakum min rahmetihî ve li
tecriyel fulku bi emrihî ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve O'nun (Allah'ın) âyetlerindendir ki, rüzgârları müjdeleyici olarak gönderir. Ve rahmetinden size
tattırır. Ve emri ile gemileri yüzdürür. Ve O'nun fazlından istersiniz ve böylece siz şükredersiniz.
30/RÛM-47: Ve lekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti
fentekamnâ minellezîne ecramû, ve kâne hakkan aleynâ nasrul mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki, senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece onlara beyyineler (kesin
deliller) getirdiler. Bunun üzerine mücrimlerden intikam aldık. Mü'minlere yardım, Bizim
üzerimize hak oldu.
30/RÛM-48: Allâhullezî yursilur riyâha fe tusîru sehâben fe yebsutuhu fîs semâi keyfe yeşâu ve
yec’aluhu kisefen fe terel vedka yahrucu min hılâlih(hılâlihî), fe izâ esâbe bihî men yeşâu min
ibâdihî izâ hum yestebşirûn(yestebşirûne).
O Allah'tır ki, rüzgârları gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra semada onu dilediği gibi
yayar. Ve onu kısımlara ayırır, bundan sonra onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Böylece
kullarından dilediğine onu (yağmuru) isabet ettirdiği zaman onlar sevinirler. 4
30/RÛM-49: Ve in kânû min kabli en yunezzele aleyhim min kablihî le mublisîn(mublisîne).
Ve onlar, onun (yağmurun) onlara indirilmesinden önce gerçekten ümitlerini kesenlerdi.
30/RÛM-50: Fenzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyil arda ba’de mevtihâ, inne zâlike le muhyîl
mevtâ, ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Öyleyse Allah'ın rahmetinin eserlerine bak. Ölümünden sonra arzı (yeryüzünü) nasıl diriltiyor?
Muhakkak ki (O), ölüleri işte böyle gerçekten diriltendir ve O, herşeye kaadirdir.
30/RÛM-51: Ve le in erselnâ rîhan fe raevhu musfarran le zallû min ba’dihî
yekfurûn(yekfurûne).
Ve eğer Biz, rüzgârı göndersek, böylece onu (ekinleri) sararmış görseler (bile) bundan sonra
mutlaka inkâra devam ederler.
30/RÛM-52: Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev
mudbirîn(mudbirîne).
Öyleyse muhakkak ki sen ölülere duyuramazsın, arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da
daveti duyuramazsın.
30/RÛM-53: Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe
hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden kurtarıp hidayete erdirecek değilsin. Sen ancak âyetlerimize îmân
edenlere duyurursun. İşte onlar teslim olanlardır.
30/RÛM-54: Allâhullezî halakakum min da’fin summe ceale min ba’di da’fin kuvveten summe
ceale min ba’di kuvvetin da’fen ve şeybeh(şeybeten), yahluku mâ yeşâu, ve huvel alîmul
kadîr(kadîru).
O Allah ki, sizi güçsüz (zayıf) bir şeyden (nutfeden) yarattı. Sonra zayıflığın ardından (sizi)
kuvvetli kıldı. Sonra (sizi), kuvvetin ardından zayıf ve ihtiyar kıldı. O (Allah), dilediğini yaratır. Ve
O; Âlim'dir (en iyi bilen), Kaadir'dir (herşeye gücü yeten).
30/RÛM-55: Ve yevme tekûmus sâatu yuksimul mucrimûne mâ lebisû gayra sâah(sâatin),
kezâlike kânû yu’fekûn(yu’fekûne).
Ve o saatin geldiği (kıyâmetin koptuğu) gün, mücrimler bir saatten fazla (mezarda) kalmadıklarına
yemin ederler. İşte böyle döndürülüyorlardı (ölümden hayata döndürülüyorlardı).
30/RÛM-56: Ve kâlellezîne ûtûl ilme vel îmâne lekad lebistum fî kitâbillâhi ilâ yevmil ba’si fe
hâzâ yevmul ba’si ve lâkinnekum kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve ilim ve îmân verilenler: "Andolsun ki Allah'ın Kitabı'ndaki beas (yeniden diriliş) gününe kadar
(mezarda) kaldınız." dediler. İşte bu beas (yeniden diriliş) günüdür. Lâkin siz bilmiyordunuz.
30/RÛM-57: Fe yevmeizin lâ yenfeullezîne zalemû ma’ziratuhum ve lâ hum
yusta’tebûn(yusta’tebûne).
O zaman izin günü (kıyâmet günü), zalimlere mazeretleri (özürleri) fayda vermeyecek. Ve onlardan
(Allah'ı) razı etmeleri de istenmez.
30/RÛM-58: Ve lekad darebnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli mesel(meselin), ve le in
ci’tehum bi âyetin le yekûlennellezîne keferû in entum illâ mubtılûn(mubtılûne).
Ve andolsun ki, bu Kur'ân'da insanlar için bütün meselelerden örnekler verdik. Ve eğer onlara bir
âyet getirsen, kâfirler mutlaka: "Siz sadece batılla uğraşan kimselersiniz." derler.
30/RÛM-59: Kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbillezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle tabeder (mühürler).
30/RÛM-60: Fâsbir inne va’dallâhi hakkun ve lâ yestahıffennekellezîne lâ yûkınûn(yûkınûne).
Öyleyse sabret, muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Ve yakîn hasıl etmemiş olanlar (kesin bilgi
sahibi olmayanlar), sakın seni hafifliğe sürüklemesinler. 4
SÂD
Bismillâhirrahmânirrahîm
38/SÂD-1: Sâd, vel kur’âni zîz zikr(zikri).
Sâd, zikrin sahibi Kur'ân'a andolsun.
38/SÂD-2: Belillezîne keferû fî ızzetin ve şikâk(şikâkın).
Hayır, kâfirler gurur ve ayrılık içindedirler.
38/SÂD-3: Kem ehleknâ min kablihim min karnin fe nâdev ve lâte hîne menâs(menâsin).
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler, fakat kurtuluş vakti geçmişti.
38/SÂD-4: Ve acibû en câehum munzirun minhum ve kâlel kâfirûne hâzâ sâhırun
kezzâb(kezzâbun).
Ve onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesi acayiplerine gitti (şaşırdılar). Ve kâfirler: "Bu çok
yalancı bir büyücü." dediler.
38/SÂD-5: E cealel âlihete ilâhen vâhıdâ(vâhıden), inne hâzâ le şey’un ucâb(ucâbun).
İlâhları bir tek ilâh mı kılıyor? Muhakkak ki bu, gerçekten acayip (şaşılacak) bir şey.
38/SÂD-6: Ventalekal meleu minhum enimşû vasbirû alâ âlihetikum inne hâzâ le şey’un
yurâd(yurâdu).
Ve onlardan ileri gelenler: "Yürüyün! İlâhlarınıza karşı sabırlı (kararlı) olun. Muhakkak ki sizden
istenen mutlaka budur." (diyerek) ayrıldılar.
38/SÂD-7: Mâ semi’nâ bi hâzâ fîl milletil âhıreh(âhıreti), in hâzâ illâhtilâk(illâhtilâkun).
Biz, diğer dînler içinde bunun gibi (bu konuda) bir şey (bütün ilâhların tek bir ilâh olduğunu)
işitmedik. Bu sadece bir iftiradır.
38/SÂD-8: E unzile aleyhiz zikru min beyninâ, bel hum fî şekkin min zikrî, bel lemmâ yezûkû
azâb(azâbi).
Zikir, bizim aramızda ona mı indirildi? Hayır, onlar Benim Zikrim'den şüphe içindedirler. Hayır,
onlar azabımı henüz tatmadılar.
38/SÂD-9: Em indehum hazâinu rahmeti rabbikel azîzil vehhâb(vehhâbi).
Yoksa Azîz (yüce) ve Vehhab (çok bağışlayıcı ve lütufkâr) olan Rabbinin rahmet hazineleri onların
yanında mı?
38/SÂD-10: Em lehum mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, felyertekû fîl esbâb(esbâbi).
Ya da göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü onlara mı ait? O zaman sebepler (yollar,
vasıtalar) bulup yükselsinler.
38/SÂD-11: Cundun mâ hunâlike mehzûmun minel ahzâb(ahzâbi).
(Onlar) burada hezimete uğramış olan fırkalardan meydana gelmiş bir ordudur.
38/SÂD-12: Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve fir’avnu zul evtâdi.
Onlardan önce Nuh (A.S)'ın kavmi, Ad kavmi ve kazıklar sahibi firavun da yalanlamıştı.
38/SÂD-13: Ve semûdu ve kavmu lûtın ve ashâbul eykeh(eyketi), ulâikel ahzâb(ahzâbu).
Ve Semud kavmi, Lut (A.S)'ın kavmi ve Eyke halkı; işte onlar da (yalanlayan) fırkalardır.
38/SÂD-14: İn kullun illâ kezzeber rusule fe hakka ıkâb(ıkâbi).
Onların hepsi resûlleri, sadece yalanladı. Böylece ikabım (cezalandırmam) hak oldu.
38/SÂD-15: Ve mâ yanzuru hâulâi illâ sayhaten vâhıdeten mâ lehâ min fevâk(fevâkın).
Ve bunlar, kendileri için başka (hiç)bir fırsatın olmayacağı, tek bir sayhadan (çok şiddetli ses
dalgasından) başka bir şey beklemiyorlar (gözlemiyorlar). 4
38/SÂD-16: Ve kâlû rabbenâ accil lenâ kıttanâ kable yevmil hisâb(hisâbi).
Ve: "Rabbimiz, hesap gününden önce bizim payımızı, bize acele ver." dediler.
38/SÂD-17: Isbır alâ mâ yekûlûne vezkur abdenâ dâvûde zel eyd(eydi), innehû evvâb(evvâbun).
Onların söylediklerine sabret, güç kuvvet sahibi kulumuz Dâvud (a.s)'ı zikret (hatırla). Muhakkak
ki o, evvab idi (Allah'a ulaşmıştı).
38/SÂD-18: İnnâ sahharnel cibâle meahu yusebbıhne bil aşiyyi vel işrâk(işrâkı).
Muhakkak ki Biz, dağları ona musahhar (emrine amade) kıldık. İşrak vakti ve akşam vakti onunla
beraber tesbih ederlerdi.
38/SÂD-19: Vet tayre mahşûreh(mahşûreten), kullun lehû evvâb(evvâbun).
Ve kuşları da birarada toplanmış olarak (ona musahhar kıldık). Onların hepsi, ona evvab idiler
(yönelmişlerdi ve sığınmışlardı).
38/SÂD-20: Ve şedednâ mulkehu ve âteynâhul hikmete ve faslel hıtâb(hıtâbi).
Ve onun mülkünü (idaresini) güçlendirdik. Ve ona, hikmet ve faslı hitap (hak ile bâtılı ayırıp
adaletle hükmetme, hitap etme yeteneği) verdik.
38/SÂD-21: Ve hel etâke nebeul hasm(hasmi), iz tesevverûl mihrâb(mihrâbe).
Ve o hasımların (davacıların) haberi sana geldi mi? Mihraba (Dâvud (a.s)'ın ibadet ettiği yere)
duvarın üstünden aşarak gelmişlerdi.
38/SÂD-22: İz dehalû alâ dâvûde fe fezia minhum kâlû lâ tehaf, hasmâni begâ ba’dunâ alâ
ba’dın fahkum beynenâ bil hakkı ve lâ tuştıt vehdinâ ilâ sevâis sırât(sırâtı).
Dâvud (a.s)'ın yanına girdikleri zaman (Dâvud a.s) onlardan dehşete kapıldı (korktu). "Korkma!
Birbirine haksızlık etmiş iki hasımız (davacıyız). Artık aramızda sen, hak ile hükmet. Aşırı gitme
(haksızlık etme)! Bizi orta yola (adaletli çözüme) ulaştır."
38/SÂD-23: İnne hâzâ ahî lehu tis’un ve tis’ûne na’ceten ve liye na’cetun vâhidetun fe kâle
ekfilnîhâ ve azzenî fîl hıtâb(hıtâbi).
Gerçekten bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var ve benim bir koyunum var. Buna
rağmen "Ona beni kefil kıl (onu da bana ver)." dedi. Söyledikleri ile beni yendi.
38/SÂD-24: Kâle lekad zalemeke bi suâli na’cetike ilâ niâcih(niâcihî), ve inne kesîren minel
huletâi le yebgî ba’duhum alâ ba’dın illellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve kalîlun mâ hum, ve
zanne dâvûdu ennemâ fetennâhu festagfere rabbehu ve harre râkian ve enâb(enâbe). (SECDE
ÂYETİ)
(Dâvud a.s): "Andolsun ki, koyunlarının (arasına) senin koyununu istemekle sana zulmetti." dedi.
Ve muhakkak ki ortaklardan çoğu, mutlaka birbirlerinin hakkına tecavüz ediyorlar. Âmenû olanlar
(Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar hariç. Onlar ne kadar az! Ve
Dâvud (a.s), onu imtihan ettiğimizi zannetti. Bunun üzerine Rabbinden mağfiret istedi ve rüku
ederek secdeye kapandı. Ve Rabbine yöneldi (sözleriyle ve Rabbini görerek Allah'a ulaştı ve cevap
aldı).
38/SÂD-25: Fe gafernâ lehu zâlik(zâlike), ve inne lehu indenâ le zulfâ ve husne meâb(meâbin).
Böylece bu konuda ona mağfiret ettik. Muhakkak ki onun, katımızda mutlaka yüksek bir makamı
ve güzel bir meabı (sığınağı) vardır.
38/SÂD-26: Yâ dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fîl ardı fahkum beynen nâsi bil hakkı ve lâ
tettebiil hevâ fe yudılleke an sebîlillâh(sebîlillâhi), innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum
azâbun şedîdun bi mâ nesû yevmel hisâb(hisâbi).
Ey Dâvud! Muhakkak ki Biz, seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile
hükmet! Ve hevaya (nefse) tâbî olma! Aksi halde seni, Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak ki
Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli azap vardır. 4
38/SÂD-27: Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ bâtıla(bâtılen), zâlike
zannullezîne keferû, fe veylun lillezîne keferû minen nâr(nâri).
Ve gökyüzünü, arzı ve ikisi arasındaki şeyleri bâtıl (boşuna) yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin
zannıdır. Artık ateş sebebiyle (azap edilecekleri için) inkâr edenlerin vay haline.
38/SÂD-28: Em nec’alullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kel mufsidîne fîl ardı em nec’alul
muttekîne kel fuccâr(fuccâri).
Hiç âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanları,
yeryüzünde fesat çıkaranlarla ya da takva sahiplerini, facirlerle bir tutar mıyız?
38/SÂD-29: Kitâbun enzelnâhu ileyke mubârekun li yeddebberû âyâtihî ve li yetezekkere ûlul
elbâb(elbâbi).
Bu Mübarek Kitabı sana indirdik, âyetleri ile tedbir alsınlar ve ulûl'elbab tezekkür etsin diye.
38/SÂD-30: Ve vehebnâ li dâvûde suleymân(suleymâne), ni’mel abd(abdu), innehû
evvâb(evvâbun).
Ve Dâvud (a.s)'a oğlu Süleyman'ı, armağan ettik. Ne güzel kul. Muhakkak ki o evvabtı (Allah'a
ulaşmıştı).
38/SÂD-31: İz urıda aleyhi bil aşiyyis sâfinâtul ciyâd(ciyâdu).
Ona bir akşam vakti, koşmaya hazır, iyi cins atlar sunulmuştu.
38/SÂD-32: Fe kâle innî ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbî, hattâ tevâret bil hıcâb(hıcâbi).
Bunun üzerine dedi ki: "Muhakkak ki ben, (onları) Rabbimi zikrettiğim için hayır (hayra, daimî
zikre ulaşanların) sevgisi ile seviyorum." (Atlar tozu dumana katıp koşarak toz) perdesinin
arkasında kaybolunca.
38/SÂD-33: Ruddûhâ aleyy(aleyye), fe tafika meshan bis sûkı vel a’nâk(a’nâkı).
"Onları bana geri getirin." (dedi). Sonra bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.
38/SÂD-34: Ve lekad fetennâ suleymâne ve elkaynâ alâ kursiyyihî ceseden summe enâb(enâbe).
Ve andolsun ki Biz, Süleyman (A.S)'ı imtihan ettik. Ve onun kürsüsü (tahtı) üzerine ceset olarak
ulaştırdık. Sonra yöneldi (ayrıldı).
38/SÂD-35: Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke entel
vehhâb(vehhâbu).
"Rabbim, beni mağfiret et. Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk bağışla (hediye
et). Muhakkak ki Sen, Sen Vehhab'sın (çok bağışlayıcısın)." dedi.
38/SÂD-36: Fe sehharnâ lehur rîha tecrî bi emrihî ruhâen haysu esâb(esâbe).
Bunun üzerine rüzgârı ona musahhar (emre amade) kıldık. Onun emri ile dilediği yere hafif hafif
eserek giderdi.
38/SÂD-37: Veş şeyâtîne kulle bennâin ve gavvâsın.
Ve şeytanları da hepsini ki, onlar bina yapanlar ve dalgıçlardır.
38/SÂD-38: Ve âharîne mukarrenîne fîl asfâd(asfâdi).
Ve diğerlerini (de) zincirlerle birbirine bağlı olarak (emre amade kıldık).
38/SÂD-39: Hâzâ atâunâ femnun ev emsik bi gayri hisâb(hisâbin).
Bunlar bizim atâmızdır (ihsanımızdır, verdiklerimizdir). Artık dilediğine hesapsız ver veya verme.
38/SÂD-40: Ve inne lehu ındenâ le zulfâ ve husne meâb(meâbin).
Ve muhakkak ki onun, katımızda mutlaka yüksek bir makamı ve güzel bir meabı (sığınağı) vardır.
38/SÂD-41: Vezkur abdenâ eyyûb(eyyûbe), iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin
ve azâb(azâbin). 4
Ve kulumuz Eyüp (A.S)'ı zikret (hatırla). Rabbine şöyle seslenmişti: "Muhakkak ki şeytan, bana
dert ve azap dokundurdu."
38/SÂD-42: Urkud biriclik(biriclike), hâzâ mugteselun bâridun ve şerâb(şerâbun).
Ayağın ile (yere) vur. (İşte) bu serin, yıkanılacak ve içilecek su.
38/SÂD-43: Ve vehebnâ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûlîl
elbâb(elbâbi).
Ve Bizden bir rahmet ve ulûl'elbaba zikir olarak, ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha
bağışladık.
38/SÂD-44: Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu sâbira(sâbiren),
ni’mel abd(abdu), innehû evvâb(evvâbun).
Ve (Ey Eyüp!) eline bir demet sap al onunla vur, yeminini bozma. Muhakkak ki Biz, onu sabırlı
bulduk. Ne iyi bir kuldu. Muhakkak ki o, Allah'a ulaşmıştı (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırıp
teslim etmişti).
38/SÂD-45: Vezkur ıbâdenâ ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûbe ûlîl eydî vel ebsâr(ebsâri).
Ve güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrâhîm (A.S)'ı, İshak (A.S)'ı ve Yâkub (A.S)'ı zikret.
38/SÂD-46: İnnâ ahlasnâhum bi hâlisatin zikred dâr(dâri).
Muhakkak ki Biz, onları (ahiret) yurdunu zikreden halis (kullar) olarak ihlâs sahibi kıldık.
38/SÂD-47: Ve innehum ındenâ le minel mustafeynel ahyâr(ahyâri).
Ve muhakkak ki onlar, katımızda, gerçekten "hayırlılardan ve seçilmişlerden"dir.
38/SÂD-48: Vezkur ismâîle velyesea ve zel kifl(kifli), ve kullun minel ahyâr(ahyâri).
Ve İsmail (A.S)'ı ve İlyas (A.S)'ı ve Zülkifli (A.S)'ı da zikret. Hepsi hayırlı olanlardandır.
38/SÂD-49: Hâzâ zikr(zikrun), ve inne lil muttekîne le husne meâb(meâbin).
Bu (Kur'ân-ı Kerim), bir Zikir'dir. Ve muhakkak ki muttakiler (takva sahipleri) için sığınakların en
güzeli (Allah'ın Zat'ı) vardır.
38/SÂD-50: Cennâti adnin mufettehaten le humul ebvâb(ebvâbu).
Kapıları onlara açılmış olan adn cennetleri vardır.
38/SÂD-51: Muttekîne fîhâ yed’ûne fîhâ bi fâkihetin kesîretin ve şerâb(şerâbin).
Orada yaslanıp oturarak pekçok meyve ve içecek isterler.
38/SÂD-52: Ve ındehum kâsırâtut tarfi etrâb(etrâbun).
Ve onların yanlarında bakışlarını saklayan (yalnız eşlerine bakan), aynı yaşta kadınlar vardır.
38/SÂD-53: Hâzâ mâ tûadûne li yevmil hisâb(hisâbi).
Hesap günü konusunda size vaadedilen budur.
38/SÂD-54: İnne hâzâ le rızkunâ mâ lehu min nefâd(nefâdin).
Muhakkak ki bu, gerçekten bizim tükenmez rızkımızdır.
38/SÂD-55: Hâzâ, ve inne lit tâgıyne le şerre meâb(meâbin).
(Cennettekilerin durumu) bu. Ve muhakkak ki azgınlar için elbette şerrli (kötü) bir meab (sığınak)
vardır.
38/SÂD-56: Cehennem(cehenneme), yaslevnehâ, fe bi’sel mihâd(mihâdu).
Cehennem, ona girerler. İşte o ne kötü bir döşektir.
38/SÂD-57: Hâzâ fel yezûkûhu hamiymun ve gassâk(gassâkun).
(Cehennemdekilerin durumu) bu, böylece artık hamîmi (kaynar su) ve gassak'ı (irini) tatsınlar.
38/SÂD-58: Ve âharu min şeklihî ezvâc(ezvâcun).
Ve onun şeklinden başka zevc ve zevceler (çifte azaplar da) vardır. 4
38/SÂD-59: Hâzâ fevcun muktehımun meakum, lâ merhaben bihim, innehum sâlûn nâr(nâri).
Bu grup da sizinle beraber (azaba) dayanacak olandır. Onlara merhaba yoktur. Muhakkak ki onlar
ateşe girecek olanlardır.
38/SÂD-60: Kâlû bel entum, lâ merhaben bikum, entum kaddemtumûhu lenâ, febi’sel
karâr(karâru).
"Hayır, asıl size merhaba yok. Onu bize siz takdim ettiniz (azaba uğramamıza sebep oldunuz).
Artık (o) ne kötü bir karargâh (cehennem)." dediler.
38/SÂD-61: Kâlû rabbenâ men kaddeme lenâ hâzâ fe zidhu azâben dı’fen fîn nâr(nâri).
"Rabbimiz, bunu bize kim takdim ettiyse (biz buraya kimin yüzünden geldiysek) ona, ateşte azabı
kat kat arttır." dediler.
38/SÂD-62: Ve kâlû mâ lenâ lâ nerâ ricâlen kunnâ neudduhum minel eşrâr(eşrâri).
Ve (cehennemdekiler): "Biz niçin, şerrlilerden addettiğimiz adamları (burada cehennemde)
görmüyoruz?" dediler.
38/SÂD-63: Ettehaznâhum sıhriyyen em zâgat anhumul ebsâr(ebsâru).
Biz onları eğlence konusu edindik. Yoksa bakışlar(ımız) mı onlardan kaydı (ki onları göremedik)?
38/SÂD-64: İnne zâlike le hakkun tehâsumu ehlin nâr(nâri).
Muhakkak ki cehennem halkının bu çekişmesi kesinlikle gerçektir.
38/SÂD-65: Kul innemâ ene munzirun ve mâ min ilâhin ilallahul vâhıdul kahhâr(kahhâru).
De ki: "Ben sadece uyarıcıyım. Vahid (tek), Kahhar (kahredici) olan Allah'tan başka bir İlâh
yoktur."
38/SÂD-66: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumel azîzul gaffâr(gaffâru).
Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, Azîz'dir (yüce ve üstün), Gaffar'dır (çok mağfiret
eden).
38/SÂD-67: Kul huve nebeun azîmun.
De ki: "O (Kur'ân), Büyük Bir Haber'dir."
38/SÂD-68: Entum anhu mu’ridûn(mu’ridûne).
Siz O'ndan yüz çevirenlersiniz.
38/SÂD-69: Mâ kâne liye min ilmin bil meleil a’lâ iz yahtesımûn(yahtesimûne).
Meleil Al'â'da onlar tartışırlarken benim bir bilgim yoktu.
38/SÂD-70: İn yûhâ ileyye illâ ennemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
Benim sadece apaçık bir nezir (uyarıcı) olduğum bana vahyolunuyor.
38/SÂD-71: İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin).
Rabbin meleklere: "Muhakkak ki Ben, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım."
demişti.
38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere
kapanın!
38/SÂD-73: Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde etti.
38/SÂD-74: İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
İblis hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
38/SÂD-75: Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte
em kunte minel âlîn(âlîne). 4
(Allahû Tealâ): "Ey iblis! Ellerimle (kudretimle) halkettiğim şeye secde etmenden seni men eden
(şey) nedir? Kibirlendin! Yoksa sen yücelerden mi oldun?" dedi.
38/SÂD-76: Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(İblis): "Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan, balçıktan) yarattın."
dedi.
38/SÂD-77: Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun).
(Allahû Tealâ): "Haydi oradan (cennetten) çık! Artık muhakkak ki sen, kovulmuş olanlardansın."
dedi.
38/SÂD-78: Ve inne aleyke la'netî ilâ yevmid dîn(dîni).
Ve muhakkak ki dîn gününe (kıyâmet gününe) kadar lânetim senin üzerinedir.
38/SÂD-79: Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
(İblis): "Rabbim öyleyse beas (yeniden dirilme) gününe kadar beni inzar et (bana mühlet ver)."
dedi.
38/SÂD-80: Kâle fe inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): "Öyleyse muhakkak ki sen, tehir edilenlerdensin." dedi.
38/SÂD-81: İlâ yevmil vaktil ma’lûm(ma’lûmi).
Vakti malum olan (bilinen) güne kadar.
38/SÂD-82: Kâle fe bi izzetike le ugviyennehum ecmaîn(ecmaîne).
(İblis): "Bundan sonra Senin izzetine (andolsun ki) onların hepsini mutlaka azdıracağım." dedi.
38/SÂD-83: İllâ ibâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Onlardan Senin muhlis kulların hariç.
38/SÂD-84: Kâle fel hakku vel hakka ekûl(ekûlu).
(Allahû Tealâ): "İşte bu Hakk'tır. Ve Ben, hakkı söylerim." dedi.
38/SÂD-85: Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhum ecmaîn(ecmaîne).
Cehennemi mutlaka seninle ve onlardan sana tâbî olanların hepsiyle dolduracağım.
38/SÂD-86: Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin ve mâ ene minel mutekellifîn(mutekellifîne).
De ki: "Sizden ona (tebliğe) karşılık bir ecir (ücret) istemiyorum. Ve ben mütekelliflerden
(mükellefiyet koyanlardan) değilim."
38/SÂD-87: İn huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
O (Kur'ân), ancak âlemlere Zikir'dir.
38/SÂD-88: Ve le talemunne nebeehu ba’de hîn(hînin).
Ve onun haberini bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.
SAFF
Bismillâhirrahmânirrahîm
61/SAFF-1: Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve huvel âzîzul hakîm(hakîmu).
Göklerde ve yerde olanlar, Allah'ı tesbih etti (ve etmekte). Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.
61/SAFF-2: Yâ eyyuhellezîne âmenû lime tekûlûne mâ lâ tef’alûn(tef’alûne).
Ey âmenû olanlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
61/SAFF-3: Kebure makten indallâhi en tekûlû mâ lâ tef’alûn(tef’alûne).
Yapmayacağınız bir şeyi söylemeniz Allah'ın katında, büyük suç oldu. 4
61/SAFF-4: İnnallâhe yuhıbbullezîne yukâtilûne fî sebîlihî saffen ke ennehum bunyânun
mersûs(mersûsun).
Muhakkak ki Allah, kendi yolunda saf bağlayarak savaşanları sever. Onlar sanki birbirine
birleştirilerek kuvvetlendirilmiş binalar gibidir.
61/SAFF-5: Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi lime tû'zûnenî ve kad ta'lemûne ennî
resûlullâhi ileykum, fe lemmâ zâgû ezâgallâhu kulûbehum, vallâhu lâ yehdîl kavmel
fâsikîn(fâsikîne).
Ve Hz. Musa, kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için Allah'ın
Resûl'üyüm, (böyle) olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” Artık onlar
(Hakk'tan) dönünce, Allah da onların kalplerini döndürdü. Allah, fâsıklar kavmini hidayete
erdirmez.
61/SAFF-6: Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li
mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed(ahmedu),
fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve Meryemoğlu İsa (A.S) şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Muhakkak ki ben, elimdeki Tevrat'ta
olan herşeyi tasdik eden ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Resûl ile müjdeleyen, size
(gönderilmiş) Allah'ın Resûl'üyüm.” Fakat onlara beyyineler (mucizeler, deliller) getirdiği zaman
onlar: “Bu apaçık sihirdir.” dediler.
61/SAFF-7: Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezibe ve huve yud’â ilel islâm, vallâhu lâ
yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
İslâm'a (teslime) davet olunurken, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim vardır? Ve
Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
61/SAFF-8: Yurîdûne li utfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel
kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile
nurunu tamamlayacak olandır.
61/SAFF-9: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev
kerihel muşrikû(muşrikûne).
Resûl'ünü hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp
doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah'ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile gönderen O'dur. Ve
müşrikler, kerih görseler bile.
61/SAFF-10: Yâ eyyuhellezîne âmenû hel edullukum alâ ticâretin tuncîkum min azâbin
elîm(elîmin).
Ey âmenû olanlar! Sizi elîm azaptan kurtaracak bir ticaret için, size yol göstereyim mi?
61/SAFF-11: Tû'minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve
enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).
Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân edersiniz ve Allah'ın yolunda canlarınızla ve mallarınızla cihad
edersiniz. İşte bu, sizin için hayırdır. Keşke bilseniz.
61/SAFF-12: Yagfir lekum zunûbekum ve yudhılkum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru ve
mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Sizin günahlarınızı mağfiret eder. Ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve sizi adn
cennetlerinde güzel meskenlere yerleştirir. İşte bu, fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).
61/SAFF-13: Ve uhrâ tuhıbbûnehâ, nasrun minallâhi ve fethun karîb(karîbun), ve beşşiril
mû’minîn(mû’minîne).
Ve seveceğiniz başka bir şey, Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Ve mü'minleri müjdele. 4
61/SAFF-14: Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû ensârallâhi kemâ kâle îsebnu meryeme lil
havâriyyîne men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel havâriyûne nahnu ensârullâh(ensârullâhi), fe
âmenet tâifetun min benî isrâîle ve keferet tâifeh(tâifetun), fe eyyednellezîne âmenû alâ
aduvvihim fe asbehû zâhirîn(zâhirîne).
Ey âmenû olanlar! Allah'ın yardımcıları olun! Meryemoğlu İsa (A.S)'ın havarilere: “Kim Allah'a
(ulaşmak için) benim yardımcılarım olur?” dediği zaman, havarilerin: “Biz Allah'ın
yardımcılarıyız.” dediği gibi. Bunun üzerine İsrailoğulları'ndan bir grup îmân etti, bir grup inkâr
etti. O zaman îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik. Böylece onlar üstün geldiler.
SÂFFÂT
Bismillâhirrahmânirrahîm
37/SÂFFÂT-1: Ves sâffati saffâ(saffen).
Ve saf bağlayarak (huşû ile Allah'ın huzurunda) saf halinde bulunanlara andolsun.
37/SÂFFÂT-2: Fez zâcirâti zecrâ(zecran).
Toplayıp sevkedenlere (sağ ve sol kanat velîlerine).
37/SÂFFÂT-3: Fet tâliyâti zikrâ(zikran).
Zikrederek (Kur'ân) tilâvet edenlere (okuyanlara) (andolsun).
37/SÂFFÂT-4: İnne ilâhekum le vâhıd(vâhıdun).
Muhakkak ki sizin İlâhınız, mutlaka Tek'tir.
37/SÂFFÂT-5: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve rabbul meşârık(meşârıkı).
Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. Ve doğuların (da) Rabbidir.
37/SÂFFÂT-6: İnnâ zeyyennes semâed dunyâ bi zîynetinil kevâkib(kevâkibi).
Muhakkak ki Biz; dünya semasını, yıldızları ziynet kılarak süsledik.
37/SÂFFÂT-7: Ve hıfzan min kulli şeytânin mârid(mâridin).
Ve marid (azgın ve asi) şeytanların hepsinden muhafaza ederek.
37/SÂFFÂT-8: Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ ve yukzefûne minkulli cânib(cânibin).
Melei A'lâ'ya kulak verip dinleyemezler ve her taraftan atılırlar (kovulurlar).
37/SÂFFÂT-9: Duhûran ve lehum azâbun vâsib(vâsibun).
Kovulmuş olarak, onlar için kesilmeyen sürekli azap vardır.
37/SÂFFÂT-10: İllâ men hatıfel hatfete fe etbeahu şihâbun sâkib(sâkibun).
Ancak kim bir söz kapıp kaçarsa, o taktirde kayıp giden yakıcı bir alev onu takip eder (ona ulaşır,
yok eder).
37/SÂFFÂT-11: Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halaknâ, innâ halaknâhum min tînin
lâzib(lâzibin).
Hayır, onlardan fetva iste (sor): "Onlar mı yaratılış bakımından daha kuvvetli, yoksa Bizim (diğer)
yarattıklarımız mı?" Muhakkak ki Biz, onları yapışkan nemli topraktan yarattık.
37/SÂFFÂT-12: Bel acibte ve yesharûn(yesharûne).
Evet, sen hayret ettin ve onlar (ise) alay ediyorlar.
37/SÂFFÂT-13: Ve izâ zukkirû lâ yezkurûn(yezkurûne).
Ve (onlara) hatırlatılınca (anlatılınca) tezekkür etmezler (dinleyip hükme varamazlar).
37/SÂFFÂT-14: Ve izâ raev âyeten yesteshırûn(yesteshırûne).
Ve bir âyet (mucize) gördükleri zaman alay ederler.
37/SÂFFÂT-15: Ve kâlû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun). 4
Ve: "Bu sadece apaçık bir sihirdir." dediler (derler).
37/SÂFFÂT-16: E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le meb’ûsûn(meb’ûsûne).
Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka beas edilenler
(diriltilenler) mi olacağız?
37/SÂFFÂT-17: E ve âbâunel evvelûn(evvelûne).
Ve evvelki babalarımız (atalarımız) da mı?
37/SÂFFÂT-18: Kul neam ve entum dâhırûn(dâhırûne).
"Evet ve siz (yeniden yaratıldığınız zaman) hor ve hakir olacaklarsınız." de.
37/SÂFFÂT-19: Fe innemâ hiye zecretun vâhıdetun fe izâ hum yenzurûn(yenzurûne).
İşte o, sadece tek bir çığlıktır. Onlar işte o zaman (diriltilince) bakacaklar (görecekler).
37/SÂFFÂT-20: Ve kâlû yâ veylenâ hâzâ yevmud dîn(dîni).
"Ve eyvahlar olsun bize, (işte) bu dîn günüdür." dediler.
37/SÂFFÂT-21: Hâzâ yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
(İşte) bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz fasıl (haklıyı haksızdan ayırma, hüküm verme)
günüdür.
37/SÂFFÂT-22: Uhşurûllezîne zalemû ve ezvâcehum ve mâ kânû ya’budûn(ya’budûne).
Zulmedenleri ve onların eşlerini (zevcelerini) haşredin (biraraya toplayın)! Ve onların tapmış
oldukları şeyleri (de).
37/SÂFFÂT-23: Min dûnillâhi fehdûhum ilâ sırâtıl cahîm(cahîmi).
Allah'tan başka (taptıkları). Artık onları cahîm (cehennem) yoluna hidayet edin (ulaştırın).
37/SÂFFÂT-24: Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne).
Artık onları tevkif edin (tutuklayın). Muhakkak ki onlar, mesuldürler (sorumludurlar).
37/SÂFFÂT-25: Mâ lekum lâ tenâsarûn(tenâsarûne).
Size ne oldu ki yardımlaşmıyorsunuz.
37/SÂFFÂT-26: Bel humul yevme musteslimûn(musteslimûne).
Hayır, onlar bugün teslim olanlardır.
37/SÂFFÂT-27: Ve akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Ve karşılıklı yönelip birbirlerine (hesap) sorarlar.
37/SÂFFÂT-28: Kâlû innekum kuntum te’tûnenâ anil yemîn(yemîni).
"Gerçekten siz bize, sağ taraftan (Allah taraftarıymış gibi) geliyordunuz." dediler (derler).
37/SÂFFÂT-29: Kâlû bel lem tekûnû mû’minîn(mû’minîne).
"Hayır, siz mü'min olmamıştınız (Allah'a ulaşmayı dilememiştiniz)." dediler (derler).
37/SÂFFÂT-30: Ve mâ kâne lenâ aleykum min sultân(sultânin), bel kuntum kavmen
tâgîn(tâgîne).
Ve bizim, sizin üzerinizde bir sultanlığımız, hükümranlığımız olmadı (yoktu). Hayır siz azgın bir
kavim olmuştunuz.
37/SÂFFÂT-31: Fe hakka aleynâ kavlu rabbinâ innâ le zâıkûn(zâıkûne).
Artık Rabbimizin (azap) sözü üzerimize hak oldu. Muhakkak ki biz, onu (azabı) mutlaka tadacak
olanlarız.
37/SÂFFÂT-32: Fe agveynâkum innâ kunnâ gâvîn(gâvîne).
Evet, sizi biz azdırdık. Gerçekten biz azgınlar olmuştuk.
37/SÂFFÂT-33: Fe innehum yevme izin fîl azâbi muşterikûn(muşterikûne). 4
İşte muhakkak ki onlar, izin günü azapta ortak olanlardır.
37/SÂFFÂT-34: İnnâ kezâlike nef’alu bil mucrimîn(mucrimîne).
Gerçekten Biz, mücrimlere (suçlulara) işte böyle yaparız.
37/SÂFFÂT-35: İnnehum kânû izâ kîle lehum lâ ilâhe illallâhu yestekbirûn(yestekbirûne).
Onlara: "Allah'tan başka İlâh yoktur." denildiği zaman, onlar mutlaka kibirleniyorlardı.
37/SÂFFÂT-36: Ve yekûlûne e innâ le târikû âlihetinâ li şâirin mecnûn(mecnûnin).
Ve onlar: "Mecnun (deli) bir şair için, gerçekten biz, ilâhlarımızı terkedenler mi olacağız?"
diyorlar(dı).
37/SÂFFÂT-37: Bel câe bil hakkı ve saddakal murselîn(murselîne).
Hayır, o hakkı getirdi. Ve mürselleri (gönderilmiş olan resûlleri) tasdik etti.
37/SÂFFÂT-38: İnnekum le zâikûl azâbil elîm(elîmi).
Muhakkak ki siz, elîm azabı mutlaka tadacak olanlarsınız.
37/SÂFFÂT-39: Ve mâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve yapmış olduklarınızdan başka bir şeyle cezalandırılmazsınız.
37/SÂFFÂT-40: İllâ ibâdallâhil muhlesîn(muhlesîne).
Allah'ın muhlis (halis) kulları hariç.
37/SÂFFÂT-41: Ulâike lehum rizkun ma’lûm(ma’lûmun).
İşte onlar; onlar için malûm (bilinen) bir rızık vardır.
37/SÂFFÂT-42: Fevâkih(fevâkihu), ve hum mukremûn(mukremûne).
Ve meyveler, onlar ikram olunanlardır.
37/SÂFFÂT-43: Fî cennâtin naîm(naîmi).
Naîm cennetlerinde.
37/SÂFFÂT-44: Alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Karşılıklı tahtlar üzerinde.
37/SÂFFÂT-45: Yutâfu aleyhim bi ke’sin min maîn(maînin).
Onların etrafında akan sudan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.
37/SÂFFÂT-46: Beydâe lezzetin liş şâribîn(şâribîne).
Berrak, içenler için lezzetli.
37/SÂFFÂT-47: Lâ fîhâ gavlun ve lâ hum anhâ yunzefûn(yunzefûne).
Onun içinde aklı gideren bir şey yoktur. Ve onlar, ondan (o maiden) sarhoş olmazlar.
37/SÂFFÂT-48: Ve indehum kâsırâtut tarfı în(înun).
Ve onların yanında, bakışlarını saklayan (sadece onlara çeviren) güzel gözlü kadınlar vardır.
37/SÂFFÂT-49: Ke enne hunne beydun meknûn(meknûnun).
Onlar muhafaza edilmiş (el değmemiş) yumurta gibidir.
37/SÂFFÂT-50: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Bundan sonra, karşılıklı yönelip birbirlerine sorarlar.
37/SÂFFÂT-51: Kâle kâilun minhum innî kâne lî karîn(karînun).
Onlardan konuşan birisi: "Gerçekten benim bir yakınım vardı." dedi (der).
37/SÂFFÂT-52: Yekûlu e inneke le minel musaddikîn(musaddikîne).
"Sen gerçekten (tekrar dirilmeyi) tasdik edenlerden misin?" dedi.
37/SÂFFÂT-53: E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le medînûn(medînûne). 4
Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz mutlaka cezalandırılacak
olanlar mıyız?
37/SÂFFÂT-54: Kâle hel entum muttaliûn(muttaliûne).
"Siz muttali olanlar mısınız (onun halini yakînen bilenler misiniz)?" dedi.
37/SÂFFÂT-55: Fettalea fe reâhu fî sevâil cahîm(cahîmi).
O zaman (onun haline) muttali oldu. Ve böylece onu ateşin ortasında gördü.
37/SÂFFÂT-56: Kâle tallâhi in kidte le turdîn(turdîne).
"Allah'a yemin olsun ki, sen az daha beni de gerçekten helâk edecektin?" dedi.
37/SÂFFÂT-57: Ve lev lâ ni’metu rabbî le kuntu minel muhdarîn(muhdarîne).
Ve eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı, mutlaka ben de (cehennemde yanmak üzere) hazır
bulundurulanlardan olurdum.
37/SÂFFÂT-58: E fe mâ nahnu bi meyyitîn(meyyitîne).
Artık biz (bir daha) ölecek değiliz, öyle değil mi?
37/SÂFFÂT-59: İllâ mevtetenel ûlâ ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
Bizim ilk ölümümüz hariç. Ve biz azap görecek olanlar (da) değiliz.
37/SÂFFÂT-60: İnne hâzâ le huvel fevzul azîm(azîmu).
Muhakkak ki bu gerçekten fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
37/SÂFFÂT-61: Li misli hâzâ fel ya’melil âmilûn(âmilûne).
Artık amel edenler, bunun (fevzül azîm hedefine ulaşmak) için çalışsınlar.
37/SÂFFÂT-62: E zâlike hayrun nuzulen em şeceretuz zakkûm(zakkûmi).
Nüzul (Allah'tan indirilen karşılık) olarak bu mu yoksa zakkum ağacı mı daha hayırlı?
37/SÂFFÂT-63: İnnâ cealnâhâ fitneten liz zâlimîn(zâlimîne).
Muhakkak ki Biz, onu (zakkum ağacını) zalimler için fitne (imtihan) kıldık.
37/SÂFFÂT-64: İnnehâ şeceretun tahrucu fî aslil cahîm(cahîmi).
Muhakkak ki o (zakkum ağacı), cahîmin (cehennemin) dibinde çıkan bir ağaçtır.
37/SÂFFÂT-65: Tal’uhâ ke ennehu ruûsuş şeyâtîn(şeyâtîni).
Onun meyveleri şeytanların başları gibidir.
37/SÂFFÂT-66: Fe innehum le âkilûne minhâ fe mâliûne min hel butûn(butûni).
Muhakkak ki onlar, mutlaka ondan (zakkum ağacından) yiyecek, böylece onunla karınlarını
dolduracak (doyuracak) olanlardır.
37/SÂFFÂT-67: Summe inne lehum aleyhâ le şevben min hamîm(hamîmin).
Sonra da muhakkak ki onlar için onun üstüne, mutlaka hamim (kaynar su) karıştırılmış (içecek)
vardır.
37/SÂFFÂT-68: Summe inne merciahum le ilel cahîm(cahîmi).
Sonra muhakkak ki onların mercileri (dönüşleri), kesinlikle cehennemedir.
37/SÂFFÂT-69: İnnehum elfev âbâehum dâllîne.
Muhakkak ki onlar, babalarını (atalarını) dalâlette buldular.
37/SÂFFÂT-70: Fe hum alâ âsârihim yuhreûn(yuhreûne).
Onlar, onların (babalarının) izleri üzerinde koşuyorlar(dı).
37/SÂFFÂT-71: Ve lekad dalle kablehum ekserul evvelîn(evvelîne).
Andolsun ki, onlardan önce, evvelkilerin çoğu (da) dalâlette idiler.
37/SÂFFÂT-72: Ve lekad erselnâ fî him munzirîn(munzirîne). 4
Ve andolsun ki, onlara nezirler (uyarıcılar) gönderdik.
37/SÂFFÂT-73: Fanzur keyfe kâne âkibetul munzerîn(munzerîne).
O zaman uyarılanların akıbetleri nasıl oldu, bak!
37/SÂFFÂT-74: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Ancak Allah'ın muhlis kulları hariç.
37/SÂFFÂT-75: Ve lekad nâdânâ nûhun fe le ni’mel mucîbûn(mucîbûne).
Ve andolsun ki Nuh (A.S), Bize nida etti. İşte duasına icabet edilenler gerçekten ne güzel (ne güzel
bir durumdadırlar).
37/SÂFFÂT-76: Ve necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
Ve O'nu (Hz. Nuh'u) ve O'nun ailesini kerbil azîmden (büyük üzüntüden) kurtardık.
37/SÂFFÂT-77: Ve cealnâ zurriyyetehu humul bâkîn(bâkîne).
Ve O'nun (Nuh A.S'ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.
37/SÂFFÂT-78: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.
37/SÂFFÂT-79: Selâmun alâ nûhın fîl âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde Nuh (A.S)'a selâm olsun.
37/SÂFFÂT-80: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-81: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü'min (Allah'a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan)
kullarımızdandır.
37/SÂFFÂT-82: Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini (suda) boğduk.
37/SÂFFÂT-83: Ve inne min şîatihî le ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve muhakkak ki, onun dîninden olanlardan (önemli biri de) İbrâhîm (A.S)'dır.
37/SÂFFÂT-84: İz câe rabbehu bi kalbin selîm(selîmin).
O, Rabbine selîm bir kalp ile gelmişti.
37/SÂFFÂT-85: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâzâ ta’budûn(ta’budûne).
Babasına ve kavmine: "Nedir bu sizin taptıklarınız?" demişti.
37/SÂFFÂT-86: E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn(turîdûne).
İftira ederek mi (Allah'a karşı yalan söyleyerek mi) Allah'tan başka ilâhlar istiyorsunuz?
37/SÂFFÂT-87: Fe mâ zannukum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi hakkında sizin zannınız nedir?
37/SÂFFÂT-88: Fe nazara nazraten fîn nucûm(nucûmi).
Sonra yıldızlara nazar ederek baktı.
37/SÂFFÂT-89: Fe kâle innî sakîm(sakîmun).
Bunun üzerine "Ben gerçekten hastayım." dedi.
37/SÂFFÂT-90: Fe tevellev anhu mudbirîn(mudbirîne).
Bunun üzerine ona arkalarını dönüp gittiler.
37/SÂFFÂT-91: Ferâga ilâ âlihetihim fe kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
Onların ilâhları ile ilgilendi ve: "Yani (siz yemek) yemiyor musunuz?" dedi.
37/SÂFFÂT-92: Mâ lekum lâ tentıkûn(tentıkûne). 4
Yoksa siz konuşmuyor musunuz?
37/SÂFFÂT-93: Ferâga aleyhim darben bil yemîn(yemîni).
Sağ eliyle vurarak onları devirdi (kırdı).
37/SÂFFÂT-94: Fe akbelû ileyhi yeziffûn(yeziffûne).
Bunun üzerine hızlı hızlı koşarak karşısına dikildiler.
37/SÂFFÂT-95: Kâle e ta’budûne mâ tenhıtûn(tenhıtûne).
(İbrâhîm A.S): "Siz yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi.
37/SÂFFÂT-96: Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve (oysaki) sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yarattı.
37/SÂFFÂT-97: Kâlûbnû lehu bunyânen fe elkûhu fîl cahîm(cahîmi).
"Onun için yüksek binalar (mancınık) inşa edin. Sonra da onu alevlerle yanan ateşin içine atın!"
dediler.
37/SÂFFÂT-98: Fe erâdû bihî keyden fe cealnâ humul esfelîn(esfelîne).
Sonra ona tuzak hazırlamak istediler. Bunun üzerine onları esfelîn (en çok sefil olanlar) kıldık.
37/SÂFFÂT-99: Ve kâle innî zâhibun ilâ rabbî seyehdîn(seyehdîni).
"Ve muhakkak ki ben, Rabbime ulaşan olacağım. O, beni hidayete erdirecek." dedi.
37/SÂFFÂT-100: Rabbi heb lî mines sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim, bana salihlerden (evlâtlar) bağışla.
37/SÂFFÂT-101: Fe beşşernâhu bi gulâmin halîm(halîmin).
Böylece onu, halim bir oğulla müjdeledik.
37/SÂFFÂT-102: Fe lemmâ belega meahus sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî
ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî inşâallâhu mines
sâbirîn(sâbirîne).
Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman dedi ki: "Ey oğulcuğum! Gerçekten ben,
uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?" (İsmail
A.S): "Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.
37/SÂFFÂT-103: Fe lemmâ eslemâ ve tellehu lil cebîn(cebîni).
Böylece ikisi de (Allah'a) teslim olunca, (İbrâhîm A.S) onu alnı üzerine yatırdı.
37/SÂFFÂT-104: Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
Ve ona "Ey İbrâhîm!" diye nida ettik (seslendik).
37/SÂFFÂT-105: Kad saddakter ru’yâ, innâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Sen rüyaya sadık kaldın (yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle
mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-106: İnne hâzâ le huvel belâul mubîn(mubînu).
Muhakkak ki bu, kesin olarak apaçık bir imtihandır.
37/SÂFFÂT-107: Ve fedeynâhu bi zibhın azîm(azîmin).
Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel olarak) verdik.
37/SÂFFÂT-108: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.
37/SÂFFÂT-109: Selâmun alâ ibrâhîm(ibrâhîme).
İbrâhîm (A.S)'a selâm olsun.
37/SÂFFÂT-110: Kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne). 4
Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-111: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü'min (Allah'a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan)
kullarımızdandır.
37/SÂFFÂT-112: Ve beşşernâhu bi ishâka nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Biz, onu salihlerden bir Nebî (Peygamber) olan İshak ile müjdeledik.
37/SÂFFÂT-113: Ve bâreknâ aleyhi ve alâ ishâk(ishâka), ve min zurriyyetihimâ muhsinun ve
zâlimun li nefsihi mubîn(mubînun).
Ve O'na (Hz. İbrâhîm'e) ve İshak'a bereket verdik (mübarek kıldık). Ve ikisinin zürriyetinden
muhsin olan (da), nefsine apaçık zulmeden (de) var.
37/SÂFFÂT-114: Ve lekad menennâ alâ mûsâ ve hârûn(hârûne).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'ı ve Harun (A.S)'ı ni'metlendirdik.
37/SÂFFÂT-115: Ve necceynâ humâ ve kavme humâ minel kerbil azîm(azîmi).
Ve ikisini ve onların kavimlerini kerbil azîmden (büyük üzüntüden) kurtardık.
37/SÂFFÂT-116: Ve nasarnâhum fe kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Ve onlara yardım ettik. Böylece gâlip gelenler onlar oldu.
37/SÂFFÂT-117: Ve âteynâ humel kitâbel mustebîn(mustebîne).
Ve ikisine (hakikati) açıklayan kitabı verdik.
37/SÂFFÂT-118: Ve hedeynâ humes sırâtal mustekîm(mustekîme).
Ve ikisini (de) Sıratı Mustakîm'e hidayet ettik (ulaştırdık).
37/SÂFFÂT-119: Ve tereknâ aleyhimâ fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ikisine (şerefli bir anı) bıraktık.
37/SÂFFÂT-120: Selâmun alâ mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S)'a ve Harun (A.S)'a selâm olsun.
37/SÂFFÂT-121: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-122: İnne humâ min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki ikisi (de) Bizim mü'min (Allah'a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan)
kullarımızdandır.
37/SÂFFÂT-123: Ve inne ilyâse le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki İlyas (A.S), mutlaka gönderilen (resûl)lerdendir.
37/SÂFFÂT-124: İz kâle li kavmihî e lâ tettekûn(tettekûne).
(İlyas A.S) kavmine: "Siz takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.
37/SÂFFÂT-125: Eted’ûne ba’len ve tezerûne ahsenel hâlikîn(hâlikîne).
Siz (bir put olan) Ba'le mi tapıyorsunuz? Ve Yaratıcılar'ın En Güzeli'ni (Allah'ı) terk mi
ediyorsunuz (vaz mı geçiyorsunuz)?
37/SÂFFÂT-126: Allâhe rabbekum ve rabbe âbâikumul evvelîn(evvelîne).
Allah, sizin ve evvelki babalarınızın (atalarınızın) Rabbidir.
37/SÂFFÂT-127: Fe kezzebûhu fe inne hum le muhdarûn(muhdarûne).
Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple muhakkak ki onlar, gerçekten (cehennemde) hazır
bulundurulacak olanlardır.
37/SÂFFÂT-128: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne). 4
Allah'ın muhlis kulları hariç.
37/SÂFFÂT-129: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.
37/SÂFFÂT-130: Selâmun alâ ilyâsîn(ilyâsîne).
İlyas (A.S)'a selâm olsun.
37/SÂFFÂT-131: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-132: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü'min (Allah'a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan)
kullarımızdandır.
37/SÂFFÂT-133: Ve inne lûtan le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki Lut (A.S), gerçekten gönderilmiş olan resûllerdendir.
37/SÂFFÂT-134: İz necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
Onu ve onun ailesini, hepsini kurtarmıştık.
37/SÂFFÂT-135: İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
Geride kalanlar arasında acuze bir kadın hariç.
37/SÂFFÂT-136: Summe demmernel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (kökünü kazıdık, yok ettik).
37/SÂFFÂT-137: Ve innekum le temurrûne aleyhim musbihîn(musbihîne).
Ve muhakkak ki siz, sabahları onlara mutlaka uğruyorsunuz.
37/SÂFFÂT-138: Ve bil leyl(leyli), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve geceleyin de. Hâlâ akıl etmez misiniz?
37/SÂFFÂT-139: Ve inne yûnuse le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki Yunus (A.S), gerçekten gönderilmiş (resûl)lerdendir.
37/SÂFFÂT-140: İz ebeka ilel fulkil meşhûn(meşhûni).
O (Yunus A.S) dolu bir gemiye (gemi ile) kaçmıştı.
37/SÂFFÂT-141: Fe sâheme fe kâne minel mudhadîn(mudhadîne).
Böylece kur'a çekti. Sonunda kaybedenlerden oldu.
37/SÂFFÂT-142: Feltekamehul hûtu ve huve mulîm(mulîmun).
Onu (Yunus A.S'ı) hemen bir balık yuttu. O, levmedilen biriydi (kendi kendini kınıyordu).
37/SÂFFÂT-143: Fe lev lâ ennehu kâne minel musebbihîn(musebbihîne).
Eğer o gerçekten tesbih edenlerden olmasaydı.
37/SÂFFÂT-144: Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn(yub’asûne).
Muhakkak ki o, beas gününe (kıyâmet gününe) kadar onun (balığın) karnında kalırdı.
37/SÂFFÂT-145: Fe nebeznâhu bil arâi ve huve sakîm(sakîmun).
Bunun üzerine onu, bitkin (hasta) bir halde boş bir alana (sahile) attık.
37/SÂFFÂT-146: Ve enbetnâ aleyhi şecereten min yaktîn(yaktînin).
Ve onun üzerine (gölgelik olarak) kabak cinsinden (geniş yapraklı) bir ağaç bitirdik (yetiştirdik).
37/SÂFFÂT-147: Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn(yezidûne).
Ve onu yüz bin veya daha fazla (kişiye), (resûl olarak) gönderdik.
37/SÂFFÂT-148: Fe âmenû fe metta’nâhum ilâ hîn(hînin). 4
Böylece âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler). Bunun üzerine onları bir süre kadar
metalandırdık (faydalandırdık).
37/SÂFFÂT-149: Festeftihim e li rabbikel benâtu ve lehumul benûn(benûne).
Haydi, onlardan fetva (açıklama) iste: "Kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?"
37/SÂFFÂT-150: Em halaknel melâikete inâsen ve hum şâhidûn(şâhidûne).
Yoksa melekleri, Biz dişi olarak yarattık da onlar şahit mi oldular?
37/SÂFFÂT-151: E lâ innehum min ifkihim le yekûlûn(yekûlûne).
Yalanlarından dolayı mutlaka (şöyle, şöyle) diyenler kesinlikle onlar değil mi?
37/SÂFFÂT-152: Veledallâhu ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
"Allah doğurdu." Muhakkak ki onlar, kesinlikle yalan söyleyenlerdir.
37/SÂFFÂT-153: Astafel benâti alel benîn(benîne).
(Allah), kızları oğlanlara tercih (mi) etti?
37/SÂFFÂT-154: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
Size ne oluyor? Nasıl (böyle) hüküm veriyorsunuz?
37/SÂFFÂT-155: E fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz?
37/SÂFFÂT-156: Em lekum sultânun mubîn(mubînun).
Yoksa sizin apaçık bir sultanınız (deliliniz) mi var?
37/SÂFFÂT-157: Fe’tû bi kitâbikum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Eğer siz sadıklardansanız, o taktirde kitabınızı getirin.
37/SÂFFÂT-158: Ve cealû beynehu ve beynel cinneti nesebâ(neseben), ve lekad alimetil cinnetu
innehum le muhdarûn(muhdarûne).
Ve Allah ile cinler arasında neseb (soybağı) kıldılar (uydurdular). Ve andolsun ki cinler,
(cehennemde) mutlaka hazır bulundurulacaklarını biliyorlardı.
37/SÂFFÂT-159: Subhânallâhi ammâ yasifûn(yasifûne).
Allah, onların vasıflandırmalarından (zanlarından) Sübhan'dır (münezzehtir).
37/SÂFFÂT-160: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Allah'ın muhlis kulları hariç.
37/SÂFFÂT-161: Fe innekum ve mâ ta’budûn(ta’budûne).
Bundan sonra muhakkak ki siz ve sizin taptıklarınız.
37/SÂFFÂT-162: Mâ entum aleyhi bi fâtinîn(fâtinîne).
Onun (Allah'ın) aleyhinde, kimseyi fitneye düşürecek değilsiniz (düşüremezsiniz).
37/SÂFFÂT-163: İllâ men huve sâlil cahîm(cahîmi).
Ama cehenneme girecek olanlar hariç.
37/SÂFFÂT-164: Ve mâ minnâ illâ lehu makâmun ma’lûm(ma’lûmun).
Ve bizden (hiç) kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın.
37/SÂFFÂT-165: Ve innâ le nahnus sâffûn(sâffûne).
Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah'ın huzurunda) saf saf duranlarız.
37/SÂFFÂT-166: Ve innâ le nahnul musebbihûn(musebbihûne).
Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah'ı) tesbih edenleriz.
37/SÂFFÂT-167: Ve in kânû le yekûlûn(yekûlûne).
Ve onlar mutlaka, sadece (şöyle) diyorlardı. 4
37/SÂFFÂT-168: Lev enne indenâ zikren minel evvelîn(evvelîne).
Keşke bizim yanımızda (elimizde) evvelkilere verilenlerden bir zikir (bir kitap) olsaydı.
37/SÂFFÂT-169: Le kunnâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
(O zaman) mutlaka biz, Allah'ın muhlis kullarından olurduk.
37/SÂFFÂT-170: Fe keferû bih(bihî), fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Buna rağmen O'nu (Zikri: Kur'ân-ı Kerim'i) inkâr ettiler. Fakat yakında bilecekler.
37/SÂFFÂT-171: Ve lekad sebekat kelimetunâ li ibâdinel murselîn(murselîne).
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız için Bizim (daha önce) bir sözümüz geçti (onlara söz
vermiştik).
37/SÂFFÂT-172: İnnehum le humul mensûrûn(mensûrûne).
Muhakkak ki onlar, mutlaka yardım edilecek olanlardır.
37/SÂFFÂT-173: Ve inne cundenâ le humul gâlibûn(gâlibûne).
Ve muhakkak ki gâlip gelecek olanlar, mutlaka Bizim ordularımızdır.
37/SÂFFÂT-174: Fe tevelle anhum hattâ hîn(hînin).
Artık bir süre kadar onlardan yüz çevir.
37/SÂFFÂT-175: Ve ebsirhum fe sevfe yubsirûn(yubsirûne).
Ve onları gözle! Yakında onlar da görecekler.
37/SÂFFÂT-176: E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
Hâlâ azabımızı acele olarak mı istiyorlar?
37/SÂFFÂT-177: Fe izâ nezele bisâhatihim fe sâe sabâhul munzerîn(munzerîne).
Onların sahasına (bulundukları yere) (azap) indiği zaman, işte (o gün) uyarılanların sabahı (ne
kadar) kötü oldu (olacak).
37/SÂFFÂT-178: Ve tevelle anhum hattâ hîn(hînin).
Ve bir süre kadar onlardan yüz çevir.
37/SÂFFÂT-179: Ve ebsir fe sevfe yubsirûn(yubsırûne).
Ve gözle! Yakında onlar da görecekler.
37/SÂFFÂT-180: Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn(yasifûne).
Senin izzet sahibi Rabbin onların vasıflandırmalarından (zanlarından) Sübhan'dır (münezzehtir).
37/SÂFFÂT-181: Ve selâmun alel murselîn(murselîne).
Ve gönderilen resûllere selâm olsun.
37/SÂFFÂT-182: Vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.
SEBE
Bismillâhirrahmânirrahîm
34/SEBE-1: El hamdu lillâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve lehul hamdu fîl
âhireh(âhireti), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
Hamd, göklerde ve yerde olan varlıklar kendisine ait olan Allah'a aittir. Ve hamd, ahirette de O'na
aittir. Ve O, Hakîm'dir (hikmet ve hüküm sahibi), Habîr'dir (herşeyden haberdar olan).
34/SEBE-2: Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ
yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru). 4
(O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm'dir
(rahmet nuru gönderendir), Gafûr'dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).
34/SEBE-3: Ve kâlellezîne keferû lâ te’tînes sâah(sâatu), kul belâ ve rabbî le te’tiyennekum
âlimil gayb(gaybi), lâ ya’zubu anhu miskâlu zerretin fîs semâvâti ve lâ fîl ardı ve lâ asgaru min
zâlike ve lâ ekberu illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve kâfirler: "O saat (kıyâmet) bize gelmeyecek." dediler. De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbim,
mutlaka onu size getirecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar (bir şey bile) O'ndan gizli kalamaz.
Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü dahi hariç olmamak üzere Kitab-ı Mübın (Apaçık Kitab)'ın
içindedir."
34/SEBE-4: Li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), ulâike lehum magfiretun ve
rızkun kerîm(kerîmun).
(Kıyâmetin kopması) âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat
(nefs tezkiyesi) yapanları mükâfatlandırmak içindir. İşte onlar ki; onlar için mağfiret ve kerim rızık
vardır.
34/SEBE-5: Vellezîne seav fî âyâtinâ muâcizîne ulâike lehum azâbun min riczin elîm(elîmun).
Ve âyetlerimizi aciz bırakmak konusunda çalışanlar, işte onlar ki; onlar için elîm azaptan iğrenç bir
azap vardır.
34/SEBE-6: Ve yerellezîne ûtûl ılmellezî unzile ileyke min rabbike huvel hakka ve yehdî ilâ
sırâtıl azîzil hamîd(hamîdi).
Ve kendilerine ilim verilenler, sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu ve onun Azîz (ve) Hamîd
Olan'ın (Allah'ın) yoluna (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet ettiğini (ulaştırdığını)
görüyorlar.
34/SEBE-7: Ve kâlellezîne keferû hel nedullukum alâ raculin yunebbiukum izâ muzzıktum kulle
mumezzekın innekum le fî halkın cedîd(cedîdin).
Ve kâfirler dediler ki: "Siz tamamen parça parça olduğunuz (öldükten sonra vücudunuz çürüdüğü
zaman) sizin mutlaka yeniden halkedileceğinizi (yaratılacağınızı) haber veren bir adamı size
gösterelim mi?"
34/SEBE-8: Efterâ alâllahi keziben em bihî cinneh(cinnetun), belillezîne lâ yûminûne bil âhireti
fîl azâbi ved dalâlil baîd(baîdi).
Allah'a yalanla iftira mı etti? Yoksa onda cinnet (delilik) mi var? Hayır, onlar, ahirete
inanmayanlar, azapta ve uzak bir dalâlet içindedirler.
34/SEBE-9: E fe lem yerev ilâ mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum mines semâi vel ard(ardı), in
neşe’nahsif bihimul arda ev nuskıt aleyhim kisefen mines semâ(semâi), inne fî zâlike le âyeten li
kulli abdin munîb(munîbin).
Yerin ve göklerin önlerinde ve arkalarında olan (kesimlerini) hâlâ görmüyorlar mı? Eğer dilersek,
onları yerin dibine geçiririz veya gökten onların üzerine parçalar düşürürüz. Muhakkak ki bunda,
münib olan (Allah'a yönelen ve O'na ulaşmayı dileyerek böylece O'na) kul olan herkes için ayet
(ibret) vardır.
34/SEBE-10: Ve lekad âteynâ dâvûde minnâ fadlâ(fadlen), yâ cibâlu evvibî meahu vet
tayr(tayre), ve elennâ lehul hadîd(hadîde).
Ve andolsun ki Dâvud (a.s)'a, Bizden bir fazilet verdik (nefsini tasfiye ettik). Ey dağlar, onunla
beraber bana yönelin ve ey kuşlar (siz de)! Ve Biz de ona demiri yumuşattık.
34/SEBE-11: Enimel sâbigâtin ve kaddir fîs serdi va’melû sâlihâ(sâlihan), innî bimâ tamelûne
basîr(basîrun).
(Bedeni örten) uzun (geniş) zırhlar yap. Ve onu örgü (iç içe halkalar) şeklinde dizayn et. Ve salih
amel (zikirle nefs tezkiyesi) yapın! Muhakkak ki Ben, yaptıklarınızı görenim. 4
34/SEBE-12: Ve li suleymâner rîha guduvvuhâ şehrun ve revâhuhâ şehr(şehrun), ve eselnâ lehu
aynel kıtr(kıtri), ve minel cinni men ya’melu beyne yedeyhi bi izni rabbih(rabbihî), ve men yezıg
minhum an emrinâ nuzıkhu min azâbis saîr(saîri).
Ve sabah gidişi ile bir aylık, akşam gelişi ile bir aylık mesafeyi kateden rüzgâr, Süleyman içindi
(onun emrine vermiştik). Erimiş bakırı, kaynağından onun için akıttık. Ve cinlerden, Rabbinin
izniyle onun elinin altında (emrinde) çalışanlar vardı. Onlardan kim emrimizden çıkarsa, ona alevli
ateşin azabını tattırırız (tattırdık).
34/SEBE-13: Ya’melûne lehu mâ yeşâu min mehârîbe ve temâsîle ve cifânin kel cevâbi ve
kudûrin râsiyât(râsiyâtin), i’melû âle dâvûde şukrâ(şukren), ve kalîlun min ibâdiyeş
şekûr(şekûru).
Ona dilediği şeyleri, mihraplar (mescidler, saraylar, yüksek binalar), heykeller, havuz gibi büyük
çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlar(dı). Ey Dâvud ailesi, şükrederek çalışın! Ve kullarımdan, çok
şükredenler azdır.
34/SEBE-14: Fe lemmâ kadaynâ aleyhil mevte mâ dellehum alâ mevtihî illâ dâbbetul ardı
te’kulu minseeteh(minseetehu), fe lemmâ harre tebeyyenetil cinnu en lev kânû ya’lemûnel gaybe
mâ lebisû fîl azâbil muhîn(muhîni).
Onun ölümüne hükmettiğimiz zaman ölümünün ortaya çıkmasına, sadece bastonunu yiyen bir ağaç
kurdu delil (sebep) oldu. Ancak yere kapandığı zaman, (ölümü) cinlere belli oldu (cinler, onun
öldüğünü o zaman anladılar). Eğer gaybı bilmiş olsalardı, muhîn (alçaltıcı) azabın içinde
kalmazlardı.
34/SEBE-15: Lekad kâne li sebein fî meskenihim âyeh(âyetun), cennetâni an yemînin ve
şimâl(şimâlin), kulû min rızkı rabbikum veşkurû leh(lehu), beldetun tayyibetun ve rabbun
gafûr(gafûrun).
Andolsun ki Sebe (halkı) için meskûn oldukları yerlerde, sağda ve soldaki iki bahçe âyettir
(ibrettir). Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin! (O), güzel bir belde. Ve (Allah), mağfiret
eden bir Rab.
34/SEBE-16: Fe a’radû fe erselnâ aleyhim seylel arimi ve beddelnâ-hum bi cenneteyhim
cenneteyni zevâtey ukulin hamtın ve eslin ve şeyin min sidrin kalîl(kalîlin).
Fakat onlar yüz çevirdiler. Bunun üzerine onlara "arim" selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini,
acı meyveli ağaçlara, meyvesiz ağaçlara ve az miktarda sidr ağacını havi olan iki bahçeye tebdil
ettik (dönüştürdük).
34/SEBE-17: Zâlike cezeynâhum bimâ keferû, ve hel nucâzî illel kefûr(kefûra).
İşte böylece inkârlarından dolayı onları cezalandırdık. Biz, kâfirlerden başkasını cezalandırır
mıyız?
34/SEBE-18: Ve cealnâ beynehum ve beynel kurelletî bâreknâ fîhâ kuren zâhireten ve kaddernâ
fîhes seyr(seyre), sîrû fîhâ leyâliye ve eyyâmen âminîn(âminîne).
Ve onlarla bereketli kıldığımız ülkeler arasında, arka arkaya (birbirine yakın) beldeler kıldık. Ve
orada seyir (yolculuk) yapılacak yollar taktir ettik. Orada geceleri ve gündüzleri emin olarak
dolaşın (yolculuk yapın) (dedik).
34/SEBE-19: Fe kâlû rabbenâ bâidbeyne esfârinâ ve zalemû enfusehum fe cealnâhum ehâdîse
ve mezzaknâhum kulle mumezzak(mumezzakın), inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin
şekûr(şekûrin).
Fakat onlar: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını uzak kıl." dediler. Ve kendilerine zulmettiler.
Böylece onları (nesilden nesile anlatılan) "hadîs" kıldık Ve onları tamamen parça parça dağıttık.
Muhakkak ki bunda, çok sabredenlerin ve çok şükredenlerin hepsi için elbette ayetler (ibretler)
vardır. 4
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel
mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri
oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
34/SEBE-21: Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti
mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz(hafîzun).
Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu
Allah'a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah'a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için
(iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin herşeyi hıfzedendir.
34/SEBE-22: Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnillâh(dûnillâhi), lâ yemlikûne miskâle zerretin fîs
semâvâti ve lâ fîl ardı ve mâ lehum fîhimâ min şirkin ve mâ lehu minhum min zahîr(zahîrin).
Allah'tan başka zeam ettiklerinizi (değer verdiklerinizi, ilâh saydıklarınızı) çağırın! Göklerde ve
yerde zerre ağırlığınca bir şeye (güce) malik değildirler. Onların, o ikisinde (göklerde ve yerde) bir
ortaklığı yoktur. Ve O'nun (Allah'ın) onlardan bir yardımcısı yoktur.
34/SEBE-23: Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh(lehu), hattâ izâ fuzzia an
kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl hakk(hakka), ve huvel aliyyul kebîr(kebîru).
Ve O'nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların
kalplerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu."
dediler. Ve O; Âli'dir (çok yüce), Kebir'dir (çok büyük).
34/SEBE-24: Kul men yerzukukum mines semâvâti vel ard(ardı), kulillâhu ve innâ ev iyyâkum le
alâ huden ev fî dalâlin mubîn(mubînin).
De ki: "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kim?" "Allah" de. Ve muhakkak ki biz veya siz,
mutlaka ya hidayet üzerindeyiz veya apaçık dalâlet üzerinde.
34/SEBE-25: Kul lâ tus’elûne ammâ ecremnâ ve lâ nus’elu ammâ ta’melûn(ta’melûne).
De ki: "Bizim yaptığımız cürümlerden (suçlardan) siz sorgulanmazsınız. Ve biz (de) sizin
yaptıklarınızdan sorgulanmayız."
34/SEBE-26: Kul yecmeu beynenâ rabbunâ summe yeftehu beynenâ bil hakk(hakkı), ve huvel
fettâhul alîm(alîmu).
De ki: "Rabbimiz bizi birarada toplayacak. Sonra hak ile bizim aramızı açacak (hüküm verecek)."
Ve O; Fettah'tır (hak ile hükmeden) ve Âlim'dir (en iyi bilen).
34/SEBE-27: Kul erûniyellezîne elhaktum bihî şurekâe kellâ, bel huvallahul azîzul
hakîm(hakîmu).
De ki: "Ortaklığa ilhak (dahil) ettiğiniz ortakları (Allah'a şirk koştuğunuz putları) bana gösterin.
Olamaz, hayır (onlar Allah'a ortak olamazlar). O Allah ki; Azîz'dir (üstün, yüce), Hakîm'dir (hüküm
ve hikmet sahibi).
34/SEBE-28: Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve Biz, seni (kâinattaki) insanların hepsi için müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olmandan başka bir şey
için göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler.
34/SEBE-29: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve: "Eğer sadıklar (doğru söyleyenler) iseniz bu vaad (kıyâmet) ne zaman?" derler.
34/SEBE-30: Kul lekum mîâdu yevmin lâ teste’hirûne anhû sâaten ve lâ
testakdimûn(testakdimûne).
De ki: "Sizin için (belirlenen) günün zamanından, bir saat (dahi) tehir ve takdim edemezsiniz
(geciktiremezsiniz veya öne alamazsınız)." 4
34/SEBE-31: Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni ve lâ billezî beyne
yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ
ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ
mûminîn(mûminîne).
Ve kâfirler: "Bu Kur'ân'a ve elleri arasındakine (İncil'e) asla inanmayız." dediler. Rab'lerinin
huzurunda zalimleri tevkif edildikleri (tutuklandıkları) zaman görsen. Birbirlerine lâf atarlar. Zaafa
uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: "Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak mü'minler
olurduk." derler.
34/SEBE-32: Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz
câekum bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).
Kibirlenenler, zaafa uğratılanlara: "Sizlere hidayet geldikten sonra, hidayetten sizleri biz mi
engelledik? Hayır, siz (kendiniz) mücrimlerdiniz (suçlulardınız)." dedi(ler).
34/SEBE-33: Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri iz te’murûnenâ
en nekfure billâhi ve nec’ale lehû endâdâ(endâden), ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl
azâb(azâbe), ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
Ve zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: "Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hile idi.
Bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na putları eşler koşmamızı emrediyordunuz." dediler. Azabı
gördükleri zaman pişmanlıklarını saklarlar (için için pişman olurlar). İnkar edenlerin boyunlarına
halkalar (zincirler) geçirdik. Onlar yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?
34/SEBE-34: Ve mâ erselnâ fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrefûhâ innâ bimâ ursiltum bihî
kâfirûn(kâfirûne).
Ve Bizim nezir göndermediğimiz hiçbir yer yoktur. Her karyenin (ülkenin) refah içinde olanları
(ileri gelenleri): "Muhakkak ki biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz." demekten
başka bir şey söylemediler.
34/SEBE-35: Ve kâlû nahnu ekseru emvâlen ve evlâden ve mâ nahnu bi
muazzebîn(muazzebîne).
Ve: "Biz, mal ve evlât olarak daha çoğuz. Ve biz, azap edilecek olanlar değiliz." dediler.
34/SEBE-36: Kul inne rabbî yebsutur rızka limen yeşâu ve yakdiru ve lâkinne ekseren nâsi lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
De ki: "Muhakkak ki benim Rabbim, dilediği kimseye rızkı genişletir ve taktir eder (daraltır). Ve
lâkin insanların çoğu bilmezler."
34/SEBE-37: Ve mâ emvâlukum ve lâ evlâdukum billetî tukarribukum indenâ zulfâ illâ men
âmene ve amile sâlihan fe ulâike lehum cezâud dı’fi bimâ amilû ve hum fîl gurufâti
âminûn(âminûne).
Ve sizin mallarınız ve evlâtlarınız katımızda sizi, Bize yaklaştıracak yüksek değere sahip değildir.
Âmenû olan ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar hariç. İşte onlar, onlar için amelleri sebebiyle
kat kat mükâfat vardır. Ve onlar, yüksek makamlarda emin (emniyette) olanlardır.
34/SEBE-38: Vellezîne yes’avne fî âyâtinâ muâcizîne ulâike fîl azâbi muhdarûn(muhdarûne).
Ve âyetlerimizi aciz (hükümsüz) bırakmak için çalışanlar, işte onlar azap içinde (azabın daha
kötüsü için) hazır bulunanlardır.
34/SEBE-39: Kul inne rabbî yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru leh(lehu), ve mâ
enfaktum min şeyin fe huve yuhlifuh(yuhlifuhu), ve huve hayrur râzikîn(râzikîne).
De ki: "Muhakkak ki benim Rabbim, kullarından dilediği kimseye rızkı genişletir ve taktir eder
(daraltır). Ve bir şey infâk ettiğiniz (verdiğiniz) zaman (o taktirde) O, onun karşılığını verir. Ve O,
rızık verenlerin en hayırlısıdır. 4
34/SEBE-40: Ve yevme yahşuruhum cemîan summe yekûlu lil melâiketi e hâulâi iyyâkum kânû
ya’budûn(ya’budûne).
Ve o gün onların hepsini haşredecek (birarada toplayacak). Sonra meleklerine şöyle buyuracak:
"Size tapmış olanlar bunlar mı?"
34/SEBE-41: Kâlû subhâneke ente veliyyunâ min dûnihim, bel kânû ya’budûnel cinn(cinne),
ekseruhum bihim mû’minûn(mû’minûne).
(Melekler) dediler ki: "Sen Sübhan'sın (herşeyden münezzeh, çok yüce). Bizim velîmiz onlar değil,
Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu, onlara (cinlerin söylediklerine)
inananlardır."
34/SEBE-42: Fel yevme lâ yemliku ba’dukum li ba’dın nef’an ve lâ darrâ(darren), ve nekûlu
lillezîne zalemû zûkû azâben nârilletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
Artık o gün bir kısmınız diğerlerine fayda ve zarar vermeye malik olamaz (gücü yetmez).
Zulmedenlere: "Tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateşin azabını tadın." diyeceğiz.
34/SEBE-43: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ raculun yurîdu en
yasuddekum ammâ kâne ya’budu âbâukum, ve kâlû mâ hâzâ illâ ifkun mufterâ(mufteran) ve
kâlellezîne keferû lil hakkı lemmâ câehum in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman: "Bu ancak, babalarınızın tapmış olduğu şeylerden
sizi men etmek isteyen bir adamdan başkası değildir." dediler. Ve dediler ki: "Bu, uydurulmuş bir
iftiradan başka bir şey değil." Ve kâfirler hak için, onlara (hak) geldiği zaman: "Bu, ancak apaçık
bir sihirdir." dediler.
34/SEBE-44: Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min
nezîr(nezîrin).
Ve Biz, onlara tedris edecekleri (okuyup çalışacakları) kitaplardan vermedik. Ve senden önce
onlara bir nezir (de) (uyarıcı peygamber) göndermedik.
34/SEBE-45: Ve kezzebellezîne min kablihim ve mâ belegû mi’şâre mâ âteynâhum fe kezzebû
rusulî, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Ve onlardan öncekiler (de) tekzip ettiler (yalanladılar). Ve onlara verdiğimiz şeylerin onda birine
(bile) erişmediler. Buna rağmen resûllerimizi tekzip ettiler (yalanladılar). Bundan sonra inkârım
(cezam) nasıl oldu?
34/SEBE-46: Kul innemâ eızukum bi vâhideh(vâhidetin), en tekûmû lillâhi mesnâ ve furâdâ
summe tetefekkerû, mâ bi sâhıbikum min cinneh(cinnetin), in huve illâ nezîrun lekum beyne
yedey azâbin şedîd(şedîdin).
De ki: "Size sadece tek bir şey vaazediyorum. Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkın. Sonra
tefekkür edin." Sizin sahibinizde (arkadaşınızda) cinnet (delilik) yoktur. O, ancak sizin için
önünüzdeki (gelecek olan) şiddetli azaba (karşı) bir nezirdir (uyarıcı).
34/SEBE-47: Kul mâ seeltukum min ecrin fe huve lekum, in ecriye illâ alâllâh(alâllâhi), ve huve
alâ kulli şeyin şehîd(şehîdun).
De ki: "Ben sizden bir ecir (ücret) istemedim. Öyleyse o (ecriniz) sizin olsun. Benim ecrim sadece
Allah'a aittir. Ve O, herşeye şahittir."
34/SEBE-48: Kul inne rabbî yakzifu bil hakk(hakkı), allâmul guyûb(guyûbi).
De ki: "Muhakkak ki benim Rabbim hakkı kazefe eder (tecelli ettirir). Bütün gaybleri (tamamiyle)
bilendir."
34/SEBE-49: Kul câel hakku ve mâ yubdiûl bâtılu ve mâ yuîd(yuîdu).
De ki: "Hak geldi, bâtıl (bir şey) zuhur ettiremez ve geri getiremez."
34/SEBE-50: Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî,
innehu semîun karîb(karîbun). 4
De ki: "Eğer dalâlette olursam, o zaman sadece kendi nefsim üzerine (sebebiyle) olurum. Eğer
hidayete erersem, o taktirde bu Rabbimin bana vahyi sebebiyledir. Muhakkak ki O; en iyi işiten ve
en yakın olandır."
34/SEBE-51: Ve lev terâ iz feziû fe lâ fevte ve uhızû min mekânin karîb(karîbin).
Ve onları dehşete kapıldıkları zaman görsen. Artık kaçış (kurtuluş) yoktur. Ve onlar, (cehenneme)
yakın bir yerden yakalandılar.
34/SEBE-52: Ve kâlû âmennâ bih(bihî), ve ennâ lehumut tenâvuşu min mekânin baîd(baîdin).
Ve "O'na îmân ettik." dediler. (Hidayete) uzak bir yerden (dalâletten) onlar (îmânı) nasıl elde
ederler?
34/SEBE-53: Ve kad keferû bihî min kabl(kablu), ve yakzifûne bil gaybi min mekânin
baîd(baîdin).
Ve daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden (dalâletten) gayba (lâf) atıyorlardı.
34/SEBE-54: Ve hîle beynehum ve beyne mâ yeştehûne kemâ fuile bi eşyâihim min kabl(kablu),
innehum kânû fî şekkin murîb(murîbin).
Ve onlarla, onların istedikleri şeylerin arası ayrıldı, daha önce de (onlardan öncekilerin istedikleri)
şeylere yapıldığı gibi. Muhakkak ki onlar, endişe veren bir şüphe içindeydiler.
SECDE
Bismillâhirrahmânirrahîm
32/SECDE-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mîm.
32/SECDE-2: Tenzîlul kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil âlemîn(âlemîne).
Hakkında şüphe olmayan Kitab'ın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.
32/SECDE-3: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire
kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne).
Yoksa "O'nu uydurdu" mu diyorlar? Hayır! O, Rabbinden bir haktır. Senden önce kendilerine nezir
(peygamber) gelmemiş olan kavmi uyarman içindir. Umulur ki böylece onlar, hidayete ererler.
32/SECDE-4: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin
summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ
tetezekkerûn(tetezekkerûne).
O Allah ki; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde halketti (yarattı). Sonra arşa istiva etti
(arşı sevva etti, dizayn etti, vechi arşta karar kıldı). Sizin O'ndan başka dostunuz ve şefaatçiniz
yoktur. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
32/SECDE-5: Yudebbirul emre mines semâi ilel ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne
mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Gökten arza kadar emri (Allah'tan gelen ve Allah'a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir
günde O'na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.
32/SECDE-6: Zâlike âlimul gaybi veş şehâdetil azîzur rahîm(rahîmu).
İşte O, gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilen Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli
eden).
32/SECDE-7: Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin).
Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan)
başlayandır.
32/SECDE-8: Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin). 4
Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden (nutfeden) kıldı (yarattı).
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel
ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler
için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.
32/SECDE-10: Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum bi likâi
rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
Ve dediler ki: "Biz yerde (toprağın içinde) (toprağa) karıştığımız zaman biz mutlaka yeni bir
yaratılış içinde mi olacağız?" Hayır, onlar, Rab'lerine mülâki olmayı (ulaşmayı) inkâr edenlerdir.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum
turceûn(turceûne).
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz."
32/SECDE-12: Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve
semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).
Ve keşke mücrimleri, Rab'lerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, biz gördük ve işittik.
(Bundan sonra) bizi (dünyaya) geri döndür, salih amel yapalım. Muhakkak ki biz, mukinun (yakîn
hasıl edenler) olduk." (derken) görseydin.
32/SECDE-13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le
emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Ve eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi hidayete erdirirdik).
Fakat Benim: "Mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım." sözü(m) hak
oldu.
32/SECDE-14: Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel
huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Öyleyse bu "likâe" (Allah'a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki
Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.
32/SECDE-15: İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi
hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Fakat Bizim âyetlerimize îmân edenler (âmenû olanlar) onlardır ki, (âyetlerimiz) zikredildiği zaman
(hemen) secde ederek yere kapanırlar. Ve Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve onlar
kibirlenmezler.
32/SECDE-16: Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve
mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Yanlarını yataktan uzaklaştırırlar (yan üstü yatarken kalkarlar). Rab'lerine korku ve ümitle dua
ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (verirler).
32/SECDE-17: Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurreti a’yun(a’yunin), cezâen bi mâ
kânû ya’melûn(ya’melûne).
Artık hiçbir nefs (hiç kimse), yapmış olduklarına mükâfat olarak, onlar için gözaydınlığından
nelerin saklı olduğunu bilmez.
32/SECDE-18: E fe men kâne mu’minen kemen kâne fâsikâ(fâsikan), lâ yestevun(yestevune).
Öyleyse mü'min olan kimse, fasık olan kimse gibi midir? Onlar müsavi (eşit) olmazlar.
32/SECDE-19: Emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum cennâtul me’vâ nuzulen bi mâ
kânû ya’melûn(ya’melûne). 4
Fakat âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dilemiş olanlar) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, işte
onlar için yapmış olduklarından dolayı ikram olarak meva cennetleri vardır.
32/SECDE-20: Ve emmellezîne fesekû fe me’vâhumun nâr(nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû
minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâben nârillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
Ve fakat fasık olanlar, onların mevası (barınağı) ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya
iade edilirler (geri döndürülürler). Ve onlara: "Ateşin azabını tadın! Ki onu tekzip etmiştiniz
(yalanlamıştınız)." denir.
32/SECDE-21: Ve le nuzîkannehum minel azâbil ednâ dûnel azâbil ekberi leallehum
yerciûn(yerciûne).
Ve Biz, mutlaka büyük azaptan önce, daha yakın olan azaptan onlara elbette tattıracağız. Umulur
ki, böylece onlar (Allah'a ulaşmayı dileyerek, Allah'a) dönerler.
32/SECDE-22: Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ minel
mucrimîne muntekimûn(muntekimûne).
Ve Rabbinin âyetleri zikredildikten (hatırlatıldıktan) sonra ondan yüz çeviren kimseden daha zalim
kim vardır? Muhakkak ki Biz, mücrimlerden intikam alacak olanlarız.
32/SECDE-23: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu
huden li benî isrâîl(isrâîle).
Ve andolsun ki Musa (A.S)'a kitap verdik. Bundan sonra sen, O'na (Allah'a) mülâki olmaktan
(hayattayken ruhunu Allah'a ulaştırmaktan) şüphe içinde olma. Ve O'nu (Tevrat'ı) İsrailoğulları için
hidayet rehberi (Allah'a ulaştırıcı) kıldık.
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi
âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize
(Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
32/SECDE-25: İnne rabbeke huve yafsilu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi
yahtelifûn(yahtelifûne).
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kıyâmet günü ihtilâf etmiş oldukları şey konusunda onların arasını
(haklıyı haksızdan) ayırır (hüküm verir).
32/SECDE-26: E ve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim minel kurûni yemşûne fî
mesâkinihim, inne fî zâlike le âyât(âyâtin), e fe lâ yesmeûn(yesmeûne).
Onları hidayete erdirmedi mi? Onlardan önceki nesillerden nicelerini helâk ettik (etmiş olmamız).
Onların (evvelce) meskûn oldukları yerlerde (yurtlarında) dolaşıyorlar. Muhakkak ki bunda, elbette
âyetler (deliller, ibretler) vardır. Hâlâ işitmeyecekler mi?
32/SECDE-27: E ve lem yerev ennâ nesûkul mâe ilel ardıl curuzi fe nuhricu bihî zar’an te’kulu
minhu en’âmuhum ve enfusuhum e fe lâ yubsirûn(yubsirûne).
Onlar, suyu kurak araziye nasıl sevkediyoruz görmediler mi? Böylece oradan ekinler çıkarırız,
ondan hayvanları. Ve onlar yerler. Hâlâ görmüyorlar mı?
32/SECDE-28: Ve yekûlûne metâ hâzel fethu in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve eğer siz sadık(lar)sanız, "Bu fetih ne zaman?" derler.
32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum
yunzarûn(yunzarûne).
De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve
onlara süre verilmez."
32/SECDE-30: Fe a’rıd anhum ventezır innehum muntezırûn(muntezırûne). 4
Öyleyse artık onlardan yüz çevir ve bekle! Muhakkak ki onlar (da) bekleyenlerdir.
ŞEMS
Bismillâhirrahmânirrahîm
91/ŞEMS-1: Veş şemsi ve duhâhâ.
Güneşe ve onun duha vaktine (ışığının yayılıp parladığı zamana) andolsun.
91/ŞEMS-2: Vel kameri izâ telâhâ.
Ve onu takip ettiği zaman aya.
91/ŞEMS-3: Ven nehâri izâ cellâhâ.
Ve onu (güneşi) izhar ettiği zaman gündüze.
91/ŞEMS-4: Vel leyli izâ yagşâhâ.
Onu (güneşi) sardığı (örtüp ışınlarını giderdiği) zaman geceye.
91/ŞEMS-5: Ves semâi ve mâ benâhâ.
Ve semaya ve onu bina edene.
91/ŞEMS-6: Vel ardı ve mâ tahâhâ.
Ve arza ve onu yayıp döşeyerek yaşanır hale getirene.
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
91/ŞEMS-10: Ve kad hâbe men dessâhâ.
Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana
uğramıştır.
91/ŞEMS-11: Kezzebet semûdu bi tagvâhâ.
Semud (kavmi), kendi azgınlığı sebebiyle (Allah'ın Resûl'ünü) yalanladı.
91/ŞEMS-12: İzin baase eşkâhâ.
Onun (o beldenin) en şâkîsi (deveyi kesmek için) ortaya atılınca.
91/ŞEMS-13: Fe kâle lehum resûlullâhi nâkatallâhi ve sukyâhâ.
O zaman Allah'ın Resûl'ü onlara: “O, Allah'ın Devesi'dir ve onu sulayınız (onun su içme sırasına
riayet ediniz).” dedi.
91/ŞEMS-14: Fe kezzebûhu fe akarûhâ fe demdeme aleyhim rabbuhum bi zenbihim fe sevvâhâ.
Fakat onu tekzip ettiler (yalanladılar). Sonra onu (deveyi) kestiler. Günahları sebebiyle, Rab'leri
onların üzerini azapla kapladı. Sonra da onu (o beldeyi) dümdüz yaptı (yerlebir etti).
91/ŞEMS-15: Ve lâ yehâfu ukbâhâ.
Ve (Allah) onun (o beldenin ve halkının) ukbasından (akıbetinden) (helâk oluşlarından) korkacak
değildir.
ŞUARÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm 4
26/ŞUARÂ-1: Tâ, sin, mim.
Tâ, Sin, Mim.
26/ŞUARÂ-2: Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Bunlar, Kitab-ı Mübin'in âyetleri'dir.
26/ŞUARÂ-3: Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
Onlar mü'min olmuyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin.
26/ŞUARÂ-4: İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ
hâdıîn(hâdıîne).
Eğer dileseydik gökten onlara âyet indirirdik. Böylece onların boyunlarını gölgelerdi de (hükmü
altına alırdı da) ona itaat ederlerdi.
26/ŞUARÂ-5: Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu
mu’ridîn(mu’ridîne).
Ve Rahmân'dan hiçbir yeni zikir (emir) gelmez ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar.
26/ŞUARÂ-6: Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Böylece onlar yalanladılar. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara yakında gelecek.
26/ŞUARÂ-7: E ve lem yerev ilel ardı kem enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Onlar yeryüzünü görmediler mi? Orada çeşit çeşit çiftlerin hepsinden, nicelerini (nice bitkiler)
yetiştirdik.
26/ŞUARÂ-8: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda elbette âyet vardır. Ve (fakat) onların çoğu mü'min olmadılar.
26/ŞUARÂ-9: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîme).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
26/ŞUARÂ-10: Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Rabbin, Musa (A.S)'a zalimler kavmine gitmesi (için) nida etmişti.
26/ŞUARÂ-11: Kavme fir’avn(fir’avne), e lâ yettekûn(yettekûne).
Firavun kavmi (hâlâ) takva sahibi olmuyorlar mı?
26/ŞUARÂ-12: Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
(Musa A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından)
korkuyorum.” dedi.
26/ŞUARÂ-13: Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn(hârûne).
Ve göğsüm daralıyor ve dilim dönmüyor. Bunun için Harun'a gönder.
26/ŞUARÂ-14: Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
Ve onlara göre ben, günahkârım. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.
26/ŞUARÂ-15: Kâle kellâ, fezhebâ bi âyâtinâ innâ meakum mustemiûn(mustemiûne).
(Allahû Tealâ): “Hayır, haydi âyetlerimizle (ikiniz birden) gidin! Muhakkak ki Biz, sizinle beraber
işitenleriz.” dedi.
26/ŞUARÂ-16: Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.”
deyin.
26/ŞUARÂ-17: En ersil meanâ benî isrâîl(isrâîle).
Benî İsrail'i (İsrailoğulları'nı) bizimle beraber gönder!
26/ŞUARÂ-18: Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne). 4
“Seni biz çocukken, içimizde himaye edip yetiştirmedik mi? Ve ömrünün birçok yılında içimizde
kalmadın mı?” dedi.
26/ŞUARÂ-19: Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
Ve sen, yapacağın işi yaptın (cinayet işledin). Ve sen, kâfirlerdensin.
26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.
26/ŞUARÂ-21: Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel
murselîn(murselîne).
O zaman sizden korktuğumdan dolayı kaçtım. Fakat Rabbim, bana hikmet bağışladı. Ve beni,
mürselinlerden (gönderilen elçilerden) kıldı.
26/ŞUARÂ-22: Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle).
Ve bu bana lütufta bulunduğun ni'met, Benî İsrail'i (İsrailoğulları'nı) senin köle yapmandır.
26/ŞUARÂ-23: Kâle fir’avnu ve mâ rabbul âlemîn(âlemîne).
(Firavun): “Âlemlerin Rabbi nedir (ne demektir)?” dedi.
26/ŞUARÂ-24: Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).
(Musa A.S): “Eğer yakîn (hasıl ederek) inananlarsanız; (O), göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin
Rabbidir.” dedi.
26/ŞUARÂ-25: Kâle li men havlehû e lâ testemiûn(testemiûne).
(Firavun) etrafındakilere: “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26/ŞUARÂ-26: Kâle rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
(Musa A.S): “Sizin ve sizden evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.
26/ŞUARÂ-27: Kâle inne resûlekumullezî ursile ileykum le mecnûn(mecnûnun).
(Firavun): “Muhakkak ki size gönderilmiş olan resûlünüz mutlaka mecnundur (delidir).” dedi.
26/ŞUARÂ-28: Kâle rabbul meşrıkı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum
ta’kılûn(ta’kılûne).
(Musa A.S): “Eğer akletmiş olsanız, şarkın ve garbın (doğunun ve batının) ve ikisi arasındakilerin
de Rabbidir.” dedi.
26/ŞUARÂ-29: Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).
(Firavun): “Eğer gerçekten benden başka bir ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan
kılarım.”
26/ŞUARÂ-30: Kâle e ve lev ci’tuke bi şey’in mubîn(mubînin).
(Musa A.S): “Sana apaçık bir şey getirsem de mi?” dedi.
26/ŞUARÂ-31: Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
(Firavun): “Öyleyse sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen, onu getir.” dedi.
26/ŞUARÂ-32: Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Bunun üzerine Musa (A.S) asasını attı. O zaman o, apaçık (gerçek) bir yılan oldu.
26/ŞUARÂ-33: Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
Ve elini çıkardı. İşte o zaman onu seyredenler için o, bembeyaz (nurlu) oldu.
26/ŞUARÂ-34: Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
(Firavun), etrafındaki ileri gelenlere: “Muhakkak ki bu, gerçekten bilgin bir sihirbazdır.” dedi.
26/ŞUARÂ-35: Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
Sizi sihri ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Bu taktirde ne emredersiniz? 4
26/ŞUARÂ-36: Kâlû ercih ve ehâhu veb’as fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
“Onu ve kardeşini beklet. Ve şehirlere toplayıcılar gönder!” dediler.
26/ŞUARÂ-37: Ye’tûke bi kulli sehhârin alîm(alîmin).
Bilgin (alîm) sihirbazların hepsini sana getirsinler.
26/ŞUARÂ-38: Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
Böylece sihirbazlar, bilinen bir günün belli bir vaktinde biraraya getirildiler.
26/ŞUARÂ-39: Ve kîle lin nâsi hel entum muctemiûn(muctemiûne).
Ve insanlara: “Siz toplandınız mı?” denildi.
26/ŞUARÂ-40: Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Eğer onlar gâlip gelirlerse o zaman biz, sihirbazlara tâbî oluruz.
26/ŞUARÂ-41: Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul
gâlibîn(gâlibîne).
Sihirbazlar, firavuna geldikleri zaman: “Eğer biz gâlip gelirsek, gerçekten bize mutlaka bir ecir
(mükâfat) var mı?” dediler.
26/ŞUARÂ-42: Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
(Firavun): “Evet, muhakkak ki siz o zaman, (bana) yakınlardan olacaksınız.” dedi.
26/ŞUARÂ-43: Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
(Musa (A.S) onlara): “Atacağınız şeyi atın.” dedi.
26/ŞUARÂ-44: Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul
gâlibûn(gâlibûne).
Böylece iplerini ve asalarını attılar. Ve “Firavunun izzeti için muhakkak ki gâlip gelenler elbette
bizleriz.” dediler.
26/ŞUARÂ-45: Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Sonra Musa (A.S) asasını attı. İşte o zaman, o (Musa (A.S)'ın asası) onların uydurdukları şeyleri
yutuyordu.
26/ŞUARÂ-46: Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Sihirbazlar hemen secde ederek yere kapandılar.
26/ŞUARÂ-47: Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
“Âlemlerin Rabbine îmân ettik.” dediler.
26/ŞUARÂ-48: Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S) ve Harun (A.S)'ın Rabbine (îmân ettik).
26/ŞUARÂ-49: Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî
allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum
min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
(Firavun): “Benim size izin vermemden evvel, siz O'na îmân ettiniz. Muhakkak ki O, size sihri
öğreten büyüğünüz (ustanız). Artık yakında elbette bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka
çaprazlama kestireceğim. Ve sizin hepinizi mutlaka astıracağım.” dedi.
26/ŞUARÂ-50: Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
“Önemli değil. Muhakkak ki biz, Rabbimize dönücüleriz (dönecek olanlarız).” dediler.
26/ŞUARÂ-51: İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel
mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki biz, mü'minlerin ilki olduk diye Rabbimizin, hatalarımızı mağfiret etmesini umuyoruz
(istiyoruz). 4
26/ŞUARÂ-52: Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn(muttebeûne).
Ve Musa (A.S)'a “Kullarım ile gece yola çık. Muhakkak ki siz, takip edilecek olanlarsınız.” diye
vahyettik.
26/ŞUARÂ-53: Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
Bunun üzerine firavun, şehirlere toplayıcılar gönderdi.
26/ŞUARÂ-54: İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
Ve muhakkak ki bunlar, gerçekten (sayıları) az olan küçük bir grup.
26/ŞUARÂ-55: Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
Ve muhakkak ki onlar, gerçekten bizi çok öfkelendiren (bize karşı çok öfke duyan) (bir toplum).
26/ŞUARÂ-56: Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
Ve muhakkak ki biz, gerçekten sakınılan (korkulan) bir topluluğuz.
26/ŞUARÂ-57: Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Böylece Biz, onları (firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan çıkardık.
26/ŞUARÂ-58: Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
Ve hazinelerden ve kerim (ikram edilmiş, yüksek) makamlardan (çıkardık).
26/ŞUARÂ-59: Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
İşte böylece onlara (onların ülkesine), İsrailoğulları'nı varis kıldık.
26/ŞUARÂ-60: Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
Böylece doğuya doğru (Kızıldeniz'e doğru), onların peşine düştüler.
26/ŞUARÂ-61: Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne).
İki topluluk birbirini gördüğü zaman, Musa (A.S)'ın ashabı, “Gerçekten bize yetiştiler.” dediler.
26/ŞUARÂ-62: Kâle kellâ, inne maiye rabbî seyehdîn(seyehdîni).
(Musa A.S): “Hayır, muhakkak ki Rabbim benimle beraber, O, beni hidayete (kurtuluşa)
ulaştıracaktır.” dedi.
26/ŞUARÂ-63: Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu
firkın ket tavdil azîm(azîmi).
O zaman Musa (A.S)'a: “Asanı denize vur.” diye vahyettik. Hemen deniz infilâk etti (patlayarak
yarıldı ve ikiye ayrıldı). Böylece her parça büyük ve yüksek dağ gibi oldu.
26/ŞUARÂ-64: Ve ezlefnâ semmel âharîn(âharîne).
Ve diğerlerini (de) oraya yaklaştırdık.
26/ŞUARÂ-65: Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne).
Ve Musa (A.S)'ı ve onunla beraber olanların hepsini kurtardık.
26/ŞUARÂ-66: Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini (denizde) boğduk.
26/ŞUARÂ-67: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda gerçekten âyet (ibret) vardır. (Fakat) onların çoğu mü'min olmadılar.
26/ŞUARÂ-68: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, işte O, elbette Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli
eden).
26/ŞUARÂ-69: Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve onlara İbrâhîm (A.S)'ın haberini tilâvet et (oku)!
26/ŞUARÂ-70: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ ta’budûn(ta’budûne). 4
Babasına ve onun kavmine: “Taptığınız şey nedir?” demişti.
26/ŞUARÂ-71: Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn(âkifîne).
“Biz putlara tapıyoruz. Böylece onlara devamlı ibadet edeceğiz.” dediler.
26/ŞUARÂ-72: Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn(ted’ûne).
(İbrâhîm A.S): “Dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?” dedi.
26/ŞUARÂ-73: Ev yenfeûnekum ev yedurrûn(yedurrûne).
Yoksa size fayda veya zarar veriyorlar mı?
26/ŞUARÂ-74: Kâlû bel vecednâ âbâenâ kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
“Hayır, babalarımızı böyle yapıyor (ibadet ediyor) bulduk.” dediler.
26/ŞUARÂ-75: Kâle e fe raeytum mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
(İbrâhîm A.S): “Öyleyse taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?” dedi.
26/ŞUARÂ-76: Entum ve âbâukumul akdemûn(akdemûne).
Siz ve sizin, geçmişteki babalarınızın (taptığı şeyleri).
26/ŞUARÂ-77: Fe innehum aduvvun lî illâ rabbel âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki onlar, benim için düşmandır ama âlemlerin Rabbi hariç.
26/ŞUARÂ-78: Ellezî halakanî fe huve yehdîn(yehdîni).
Beni yaratan da hidayete erdiren de O'dur.
26/ŞUARÂ-79: Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîn(yeskîni).
Ve beni yediren ve içiren, O'dur.
26/ŞUARÂ-80: Ve izâ maridtu fe huve yeşfîn(yeşfîni).
Ve hastalandığım zaman bana şifa veren, O'dur.
26/ŞUARÂ-81: Vellezî yumîtunî summe yuhyîn(yuhyîni).
Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O'dur.
26/ŞUARÂ-82: Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevmed dîn(dîni).
Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O'dur.
26/ŞUARÂ-83: Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.
26/ŞUARÂ-84: Vec’al lî lisâne sıdkın fîl âhırîn(âhırîne).
Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).
26/ŞUARÂ-85: Vec’alnî min veraseti cennetin naîm(naîmi).
Ve beni, ni'metlendirilmiş cennetlerinin varislerinden kıl.
26/ŞUARÂ-86: Vagfir li ebî innehu kâne mined dâllîn(dâllîne).
Ve babamı mağfiret et, muhakkak ki o dalâlette kalanlardan oldu.
26/ŞUARÂ-87: Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn(yûb’asûne).
Ve beas günü (yeniden dirilme günü, kıyâmet günü) beni mahzun etme.
26/ŞUARÂ-88: Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn(benûne).
Çocukların ve malın fayda vermediği gün (beni utandırma).
26/ŞUARÂ-89: İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm(selîmin).
Allah'a selîm (selâmete ermiş) kalple gelenler hariç.
26/ŞUARÂ-90: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîn(muttekîne).
Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırıldı. 4
26/ŞUARÂ-91: Ve burrizetil cahîmu lil gâvîn(gâvîne).
Ve cehennem azgınlara (azgınlar için) bariz olarak gösterildi.
26/ŞUARÂ-92: Ve kîle lehum eyne mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
Ve onlara: “Tapmakta olduğunuz şeyler nerede?” denildi.
26/ŞUARÂ-93: Min dûnillâh(dûnillâhi), hel yensurûnekum ev yentesırûn(yentesırûne).
Allah'tan başka (ilâhlarınız) size yardım ediyorlar mı (edebiliyorlar mı) veya kendilerine yardım
edebiliyorlar mı?
26/ŞUARÂ-94: Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar.
26/ŞUARÂ-95: Ve cunûdu iblîse ecmeûn(ecmeûne).
Ve iblisin ordularının hepsi.
26/ŞUARÂ-96: Kâlû ve hum fîhâ yahtesımûn(yahtesımûne).
Onlar (taptıkları şeyler ve onlara tapanlar) orada hasım olarak (düşmanca çekişerek) dediler ki…
26/ŞUARÂ-97: Tallâhi in kunnâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah'a yemin olsun ki, biz mutlaka apaçık bir dalâlet içindeydik.
26/ŞUARÂ-98: İz nusevvîkum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi ile sizi (putları) bir tutuyorduk.
26/ŞUARÂ-99: Ve mâ edallenâ illel mucrimûn(mucrimûne).
Ve bizi mücrimlerden (hidayete mani olanlardan) başkası dalâlette bırakmadı.
26/ŞUARÂ-100: Fe mâ lenâ min şâfiîn(şâfiîne).
Artık bizim için bir şefaatçi yoktur.
26/ŞUARÂ-101: Ve lâ sadîkın hamîm(hamîmin).
Ve (bizim için) sadık bir dost yoktur.
26/ŞUARÂ-102: Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Bizim için keşke bir kere daha (dünyaya dönüş) olsaydı, o zaman biz mü'minlerden olurduk.
26/ŞUARÂ-103: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda elbette bir âyet (ibret) vardır. Fakat onların çoğu (buna rağmen) mü'min
olmadılar.
26/ŞUARÂ-104: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
26/ŞUARÂ-105: Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
Nuh'un kavmi, mürselinleri (resûlleri) tekzip ettiler (yalanladılar).
26/ŞUARÂ-106: İz kâle lehum ehûhum nûhun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Nuh (A.S) onlara: “Takva sahibi olmuyor musunuz?” demişti.
26/ŞUARÂ-107: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26/ŞUARÂ-108: Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.
26/ŞUARÂ-109: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil
âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğe) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
26/ŞUARÂ-110: Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni). 4
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.
26/ŞUARÂ-111: Kâlû e nu’minu leke vettebeakel erzelûn(erzelûne).
“Sana en basit insanlar tâbî olduğuna göre, biz (de) mi sana inanalım?” dediler.
26/ŞUARÂ-112: Kâle ve mâ ilmî bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
“Onların yapmış oldukları şey hakkında benim ilmim (bilgim) yoktur.” dedi.
26/ŞUARÂ-113: İn hısâbuhum illâ alâ rabbî lev teş’urûn(teş’urûne).
Onların hesabı, sadece Rabbime aittir, keşke farkında olsanız.
26/ŞUARÂ-114: Ve mâ ene bi târidil mu’minîn(mu’minîne).
Ve ben mü'minleri tardedici (kovacak) değilim.
26/ŞUARÂ-115: İn ene illâ nezîrun mubîn(mubînun).
Ben sadece apaçık bir nezirim (uyarıcıyım).
26/ŞUARÂ-116: Kâlû le in lem tentehi yâ nûhule tekûnenne minel mercûmîn(mercûmîne).
Dediler ki: “Ey Nuh! Eğer sen, gerçekten (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka
taşlananlardan olacaksın.”
26/ŞUARÂ-117: Kâle rabbi inne kavmî kezzebûn(kezzebûni).
Nuh (A.S): “Rabbim, muhakkak ki kavmim beni tekzip etti (yalanladı).” dedi.
26/ŞUARÂ-118: Feftah beynî ve beynehum fethan ve neccinî ve men maiye minel
mu’minîn(mu’minîne).
Bu durumda benimle onların arasını öyle bir açışla aç ki (ve böylece) beni ve mü'minlerden
benimle beraber olanları kurtar.
26/ŞUARÂ-119: Fe enceynâhu ve men meahu fîl fulkil meşhûn(meşhûni).
Böylece onu ve onunla beraber olanları, dolu bir gemi içinde kurtardık.
26/ŞUARÂ-120: Summe agraknâ ba’dul bâkîn(bâkîne).
Sonra Biz, (onların) arkasında kalanları (gemiye binmeyenleri) boğduk.
26/ŞUARÂ-121: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü'min olmadılar (Allah'a
ulaşmayı dilemediler).
26/ŞUARÂ-122: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli
eden).
26/ŞUARÂ-123: Kezzebet âdunil murselîn(murselîne).
Ad kavmi, mürselini (gönderilen resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
26/ŞUARÂ-124: İz kâle lehum ehûhum hûdun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Hud (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı
dilemeyecek misiniz)?” demişti.
26/ŞUARÂ-125: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26/ŞUARÂ-126: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî
olun).
26/ŞUARÂ-127: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil
âlemîn(âlemîne). 4
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine
aittir.
26/ŞUARÂ-128: E tebnûne bi kulli rîın âyeten ta’besûn(ta’besûne).
Bütün yüksek tepelere, âyet (eserler) bina ederek abesle mi iştigal (boşuna mı uğraşıyorsunuz)
ediyorsunuz?
26/ŞUARÂ-129: Ve tettehızûne mesânia leallekum tahludûn(tahludûne).
Ve (bu dünyada) ebedî kalacağınızı umarak, yapıtlar ediniyorsunuz.
26/ŞUARÂ-130: Ve izâ betaştum betaştum cebbârîn(cebbârîne).
Ve yakaladığınız zaman cebirle (zorbalıkla) yakaladınız (zulmettiniz).
26/ŞUARÂ-131: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî
olun).
26/ŞUARÂ-132: Vettekûllezî emeddekum bimâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve bildiğiniz (sizlere öğrettiği) şeylerle size yardım eden (Allah'a) karşı takva sahibi olun (Allah'a
ulaşmayı dileyin).
26/ŞUARÂ-133: Emeddekum bi en’âmin ve benîn(benîne).
Size hayvanlar ve oğullarla yardım etti.
26/ŞUARÂ-134: Ve cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Ve bahçelerle ve pınarlarla…
26/ŞUARÂ-135: İnnî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm(azîmin).
Muhakkak ki ben, azîm günün (kıyâmet gününün) azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.
26/ŞUARÂ-136: Kâlû sevâun aleynâ e vaazte em lem tekun minel vâızîn(vâızîne).
“Sen, bize vaazetsen de veya vaazedenlerden olmasan da bizim için eşittir.” dediler.
26/ŞUARÂ-137: İn hâzâ illâ hulukul evvelîn(evvelîne).
Bu ancak evvelkilerin hulûkundan (yaratmalarından, uydurmalarından) başka bir şey değildir.
26/ŞUARÂ-138: Ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
Ve biz azaplandırılacak değiliz.
26/ŞUARÂ-139: Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne
ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda
mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).
26/ŞUARÂ-140: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli
eden).
26/ŞUARÂ-141: Kezzebet semûdul murselîn(murselîne).
Semud (kavmi) de mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
26/ŞUARÂ-142: İz kâle lehum ehûhum sâlihun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Salih (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı
dilemeyecek misiniz)?” demişti.
26/ŞUARÂ-143: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26/ŞUARÂ-144: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni). 4
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî
olun).
26/ŞUARÂ-145: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil
âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine
aittir.
26/ŞUARÂ-146: E tutrakûne fî mâ hâhunâ âminîn(âminîne).
Siz, burada bulunduğunuz yerde emin olarak bırakılacak mısınız?
26/ŞUARÂ-147: Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Bahçelerde ve pınarlarda…
26/ŞUARÂ-148: Ve zurûın ve nahlin tal’uhâ hedîm(hedîmun).
Ve ekinler, çiçekleri açılmış hurmalıklar…
26/ŞUARÂ-149: Ve tenhıtûne minel cibâli buyûten fârihîn(fârihîne).
Ve dağlardan maharetle evler oyuyorsunuz (yontuyorsunuz).
26/ŞUARÂ-150: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî
olun).
26/ŞUARÂ-151: Ve lâ tutîû emral musrifîn(musrifîne).
Ve müsriflerin (haddi aşanların) emrine itaat etmeyin.
26/ŞUARÂ-152: Ellezîne yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
Onlar (müsrifler), yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslâh etmezler.
26/ŞUARÂ-153: Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen, sadece büyülenenlerdensin.” dediler.
26/ŞUARÂ-154: Mâ ente illâ beşerun mislunâ, fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
Sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Öyleyse eğer sen, sadıklardan isen bize bir âyet
(mucize) getir.
26/ŞUARÂ-155: Kâle hâzihî nâkatun lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
(Salih A.S): “İşte bu dişi deve. Su içme hakkı onun. Bilinen (belirlenen) gün(ler)de de su içme
hakkı sizin.” dedi.
26/ŞUARÂ-156: Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm(azîmin).
Ve ona kötülükle dokunmayın. (Dokunursanız) o zaman büyük günün azabı sizi alır (yakalar).
26/ŞUARÂ-157: Fe akarûhâ fe asbahû nâdimîn(nâdimîne).
Buna rağmen onu kestiler. Sonra da pişman oldular.
26/ŞUARÂ-158: Fe ehazehumul azâb(azâbu), inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne
ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onları azap aldı (yakaladı). Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların
çoğu mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).
26/ŞUARÂ-159: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli
eden).
26/ŞUARÂ-160: Kezzebet kavmu lûtınil murselîn(murselîne).
Lut (A.S)'ın kavmi (de) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
26/ŞUARÂ-161: İz kâle lehum ehûhum lûtun e lâ tettekûn(tettekûne). 4
Onların kardeşi Lut (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı
dilemeyecek misiniz)?” demişti.
26/ŞUARÂ-162: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26/ŞUARÂ-163: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî
olun).
26/ŞUARÂ-164: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil
âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine
aittir.
26/ŞUARÂ-165: E te’tûnez zukrâne minel âlemîn(âlemîne).
Siz âlemlerden (insanlardan) erkeklere mi gidiyorsunuz (yaklaşıyorsunuz)?
26/ŞUARÂ-166: Ve tezerûne mâ halaka lekum rabbukum min ezvâcikum, bel entum kavmun
âdûn(âdûne).
Ve Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi (eşleriniz olan kadınlarınızı) bırakıyorsunuz. Hayır,
siz azgın (haddi aşan) bir kavimsiniz.
26/ŞUARÂ-167: Kâlû le in lem tentehi yâ lûtu le tekûnenne minel muhracîn(muhracîne).
“Ey Lut! Eğer gerçekten sen, (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka (yurdundan) ihraç
edilenlerden (çıkarılanlardan, kovulanlardan) olacaksın.” dediler.
26/ŞUARÂ-168: Kâle innî li amelikum minel kâlîn(kâlîne).
“Muhakkak ki ben, sizin amellerinize şiddetle buğzedenlerdenim (kızanlardan, tiksinenlerdenim).”
dedi.
26/ŞUARÂ-169: Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn(ya’melûne).
Rabbim, beni ve ehlimi (ailemi ve bana tâbî olanları), onların yaptıklarından kurtar.
26/ŞUARÂ-170: Fe necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
Bunun üzerine Biz de onu ve ehlini (ailesini ve ona tâbî olanları), hepsini kurtardık.
26/ŞUARÂ-171: İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
Geride kalanların içinde bir ihtiyar kadın (Lut (A.S)'ın hanımı) hariç.
26/ŞUARÂ-172: Summe demmernel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (nesillerini sona erdirdik).
26/ŞUARÂ-173: Ve emtarnâ aleyhim matara(mataran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
Ve onların üzerine yağmur yağdırdık. İşte bu uyarılanların yağmuru, çok kötü idi.
26/ŞUARÂ-174: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü'min olmadılar (Allah'a
ulaşmayı dilemediler).
26/ŞUARÂ-175: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce) Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
26/ŞUARÂ-176: Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
26/ŞUARÂ-177: İz kâle lehum şuaybun e lâ tettekûn(tettekûne).
Şuayb (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?”
demişti. 4
26/ŞUARÂ-178: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26/ŞUARÂ-179: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî
olun).
26/ŞUARÂ-180: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil
âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine
aittir.
26/ŞUARÂ-181: Evfûl keyle ve lâ tekûnû minel muhsirîn(muhsirîne).
Ölçüyü ifa edin (mizanınızı eksiye düşürmeyin). Ve muhsirinden (nefslerini hüsrana düşürenlerden,
kaybettiği dereceler kazandığı derecelerden fazla olanlardan) olmayın.
26/ŞUARÂ-182: Vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi).
İstikamet üzere olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kıstası (ölçüsü) ile (kaybettiğiniz
derecelerden daha fazla derece kazanın) tartın.
26/ŞUARÂ-183: Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah'a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları
derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak)
yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.
26/ŞUARÂ-184: Vettekûllezî halakakum vel cibilletel evvelîn(evvelîne).
Ve sizi ve evvelki toplumları yaratana karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin).
26/ŞUARÂ-185: Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler.
26/ŞUARÂ-186: Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan
zannediyoruz.
26/ŞUARÂ-187: Fe eskıt aleynâ kisefen mines semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.
26/ŞUARÂ-188: Kâle rabbî a’lemu bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
(Şuayb A.S): “Rabbim, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” dedi.
26/ŞUARÂ-189: Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe
yevmin azîm(azîmin).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı).
Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.
26/ŞUARÂ-190: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda, mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü'min olmadılar (Allah'a
ulaşmayı dilemediler).
26/ŞUARÂ-191: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli
eden).
26/ŞUARÂ-192: Ve innehu le tenzîlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), gerçekten âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
26/ŞUARÂ-193: Nezele bihir rûhul emîn(emînu).
O'nu, Ruh'ûl Emin (Cebrail A.S) indirdi. 4
26/ŞUARÂ-194: Alâ kalbike li tekûne minel munzirîn(munzirîne).
Nezirlerden (uyaranlardan) olman için senin kalbine.
26/ŞUARÂ-195: Bi lisânin arabiyyin mubîn(mubînin).
Apaçık bir Arap lisanı ile.
26/ŞUARÂ-196: Ve innehu lefî zuburil evvelîn(evvelîne).
Ve muhakkak ki O, evvelkilerin (kitaplarının) sayfalarında mutlaka vardır.
26/ŞUARÂ-197: E ve lem yekun lehum âyeten en ya’lemehu ulemâu benî isrâîl(isrâîle).
Ve Benî İsrail'in ulemasının (âlimlerinin) O'nu bilmesi, onlar için bir delil olmadı mı?
26/ŞUARÂ-198: Ve lev nezzelnâhu alâ ba’dıl a’cemîn(a’cemîne).
Ve eğer Biz, O'nu bir kısım a'cemine (Arap olmayan bir gruba) indirseydik.
26/ŞUARÂ-199: Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onlara, O'nu okusaydı (gene de) O'na îmân etmezlerdi (mü'min olmazlar, Allah'a ulaşmayı
dilemezlerdi).
26/ŞUARÂ-200: Kezâlike seleknâhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
Biz O'nu, mücrimlerin kalplerine işte böyle soktuk (işledik).
26/ŞUARÂ-201: Lâ yu’minûne bihî hattâ yeravul azâbel elîm(elîme).
Onlar elîm azabı görmedikçe O'na îmân etmezler (mü'min olmazlar, Allah'a ulaşmayı
dilemezlerdi).
26/ŞUARÂ-202: Fe ye’tîyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Böylece o (azap), onlara ansızın gelir ve onlar farkında olmazlar.
26/ŞUARÂ-203: Fe yekûlû hel nahnu munzarûn(munzarûne).
“O zaman biz, bekletilenler (mühlet verilenler) olur muyuz?” dediler.
26/ŞUARÂ-204: E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?
26/ŞUARÂ-205: E fe raeyte in metta’nâhum sinîn(sinîne).
İşte gördün mü? Onları senelerce metalandırsak bile.
26/ŞUARÂ-206: Summe câehum mâ kânû yûadûn(yûadûne).
Sonra vaadolundukları şey (azap) onlara geldi.
26/ŞUARÂ-207: Mâ agnâ anhum mâ kânû yumetteûn(yumetteûne).
Onların metalandırıldıkları şeyler, onlara fayda vermez (onları müstağni kılmaz).
26/ŞUARÂ-208: Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.
26/ŞUARÂ-209: Zikrâ, ve mâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Hatırla ki Biz, zalimler (zulmedenler) olmadık.
26/ŞUARÂ-210: Ve mâ tenezzelet bihiş şeyâtîn(şeyâtînu).
Ve O'nu (Kur'ân'ı), şeytanlar indirmedi.
26/ŞUARÂ-211: Ve mâ yenbagî lehum ve mâ yestetîûn(yestetîûne).
Ve (bu), onlara yakışmaz (onların harcı değildir) ve onlar, (buna) muktedir olamazlar.
26/ŞUARÂ-212: İnnehum anis sem’i le ma’zûlûn(ma’zûlûne).
Muhakkak ki onlar, (vahyi) işitmekten kesin olarak azledilmiş (men edilmiş) olanlardır.
26/ŞUARÂ-213: Fe lâ ted’u meallahi ilâhen âhara fe tekûne minel muazzebîn(muazzebîne).
Öyleyse Allah ile beraber diğer bir ilâha dua etme. O taktirde azap edilenlerden olursun. 4
26/ŞUARÂ-214: Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne).
Ve en yakının olan aşiretini uyar.
26/ŞUARÂ-215: Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve mü'minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.
26/ŞUARÂ-216: Fe in asavke fe kul innî berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
Eğer onlar, sana asi olurlarsa (isyan ederlerse), o zaman: “Muhakkak ki ben, sizin yaptıklarınızdan
uzağım.” de.
26/ŞUARÂ-217: Ve tevekkel alel azîzir rahîm(rahîmi).
Ve Azîz (yüce) ve Rahîm olan (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Allah'a) tevekkül et (O'nu vekil et
ve güven).
26/ŞUARÂ-218: Ellezî yerâke hîne tekûm(tekûmu).
O, sen kıyam ettiğin zaman seni görür.
26/ŞUARÂ-219: Ve tekallubeke fîs sâcidîn(sâcidîne).
Ve secde edenler arasında senin dönmeni (de görür).
26/ŞUARÂ-220: İnnehu huves semîul alîm(alîmu).
Muhakkak ki O; O, Sem'î'dir (en iyi işten) Alîm'dir (en iyi bilen).
26/ŞUARÂ-221: Hel unebbiukum alâ men tenezzeluş şeyâtîn(şeyâtînu).
Şeytanlar kimlere iner size haber vereyim mi?
26/ŞUARÂ-222: Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
(İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.
26/ŞUARÂ-223: Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
Onlar, (şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.
26/ŞUARÂ-224: Veş şuarâu yettebiuhumul gâvun(gâvune).
Ve (Allah'a karşı olan) şairler; onlara (sadece) azgınlar tâbî olurlar.
26/ŞUARÂ-225: E lem tera ennehum fî kulli vâdin yehîmûn(yehîmûne).
Bütün vadilerde onların (hayal peşinde) koştuklarını görmedin mi?
26/ŞUARÂ-226: Ve ennehum yekûlûne mâ lâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve muhakkak ki onlar yapmadıkları şeyleri söylerler.
26/ŞUARÂ-227: İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti ve zekerûllâhe kesîran ventesarû min ba’di
mâ zulimû, ve se ya’lemullezîne zalemû eyye munkalebin yenkalibûn(yenkalibûne).
Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Allah'ı
çok zikredenler ve kendine zulüm yapıldıktan sonra (Allah tarafından) yardım edilenler hariç
zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine (cehenneme) döneceklerini (ulaştırılacaklarını) bilecekler.
ŞÛRÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
42/ŞÛRÂ-1: Hâ mim.
Hâ, Mim.
42/ŞÛRÂ-2: Ayn sin kâf.
Ayn, Sin, Kâf.
42/ŞÛRÂ-3: Kezâlike yûhî ileyke ve ilellezîne min kablikellâhul azîzul hakîm(hakîmu).
Azîz ve Hakîm olan Allah, işte böyle, sana ve senden öncekilere vahyeder. 4
42/ŞÛRÂ-4: Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve huvel aliyyul azîm(azîmu).
Göklerde ve yerde olan her şey, O'nundur. Ve O, Âli'dir (Yüce), Azîm'dir (Büyük).
42/ŞÛRÂ-5: Tekâdus semâvâtu yetefattarne min fevkıhinne vel melâiketu yusebbihûne bi hamdi
rabbihim ve yestagfirûne li men fîl ard(ardı), e lâ innellâhe huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
Gökler neredeyse üstlerinden parçalanacak. Ve melekler, Rab'lerini hamd ile tesbih ederler,
yeryüzündeki kişiler için mağfiret dilerler. Allah, gerçekten Gafûr (mağfiret eden) ve Rahîm'dir
(Rahîm esmasıyla tecelli eden), öyle değil mi?
42/ŞÛRÂ-6: Vellezînettehazû min dûnihî evliyâllâhu hafîzun aleyhim ve mâ ente aleyhim bi
vekîl(vekîlin).
Ve onlar, O'ndan (Allah'tan) başka dostlar edindiler. Allah, onların üzerine Hafîz'dir (yaptıklarını
hayat filmlerinde muhafaza eder). Ve sen, onlara vekil değilsin.
42/ŞÛRÂ-7: Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzire ummel kurâ ve men
havlehâ ve tunzire yevmel cem’i lâ reybe fîh(fîhi), ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr(saîri).
İşte böylece sana, Arapça Kur'ân'ı vahyettik, şehirlerin anasını (Mekke halkını) ve onun
etrafındakileri, hakkında şüphe olmayan toplanma günü (kıyâmet günü) ile uyarman için. Onların
bir kısmı cennette ve bir kısmı alevli ateştedir (cehennemde)dir.
42/ŞÛRÂ-8: Ve lev şâallâhu le cealehum ummeten vâhıdeten ve lâkin yudhilu men yeşâu fî
rahmetih(rahmetihî), vez zâlimûne mâ lehum min velîyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Eğer Allah dileseydi, onları mutlaka tek bir ümmet kılardı. Ve lâkin dilediği kimseyi rahmetinin
içine koyar ve zalimler için bir velî (dost) ve yardımcı yoktur.
42/ŞÛRÂ-9: Emittehazû min dûnihî evliyâe, fallâhu huvel velîyyu ve huve yuhyîl mevtâ ve huve
alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Yoksa O'ndan başka dostlar mı edindiler? İşte Allah; O, dosttur. Ve O, ölüleri diriltir. Ve O,
herşeye kaadirdir.
42/ŞÛRÂ-10: Ve mahteleftum fîhi min şey’in fe hukmuhû ilallâh(ilallâhi), zâlikumullâhu rabbî
aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).
Birşey hakkında ihtilâfa düşerseniz, artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu Allah, benim
Rabbimdir. O'na tevekkül ettim. Ve O'na yönelirim.
42/ŞÛRÂ-11: Fâtırus semâvâti vel ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel
en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîul
basîr(basîru).
Gökleri ve yeri yaratan, sizin nefslerinizden eşler kıldı ve hayvanlardan da eşler kıldı. Orada sizi
çoğaltır, yayar. Hiçbir şey, O'nun gibi değildir. Ve O, en iyi işiten, en iyi görendir.
42/ŞÛRÂ-12: Lehu mekâlîdus semâvâti vel ard(ardı), yebsutur rızka li men yeşâu ve
yakdir(yakdiru), innehu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Göklerin ve yerin anahtarları, O'nundur. Dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır. Muhakkak ki O,
herşeyi en iyi bilendir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel
muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta,
hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya
vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın
şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na
yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır). 4
42/ŞÛRÂ-14: Ve mâ teferrekû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ
kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl
kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb(murîbin).
Kendilerine ilim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer Rabbinden
“belirlenmiş bir zamana kadar (bekletme)” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında
(hemen) hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitab'a varis kılınanlar, gerçekten O'ndan
şek ve şüphe içindedirler.
42/ŞÛRÂ-15: Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt(umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul
âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve
rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu
yecmeubeynenâ, ve ileyhil masîr(masîru).
İşte bunun için, artık sen onları davet et. Ve emrolunduğun gibi istikamet üzere (Allah'a doğru) ol.
Ve onların heveslerine tâbî olma. Ve onlara de ki: “Allah'ın kitaptan indirdiği şeye îmân ettim. Ve
sizin aranızda adil (adaletli) olmakla emrolundum. Allah, sizin de Rabbiniz bizim de Rabbimiz.
Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size. Sizinle bizim aramızda bir huccet (çekişme) yoktur.
Allah, bizi biraraya toplayacak. Ve dönüş, O'na (Allah'adır).
42/ŞÛRÂ-16: Vellezîne yuhâccûne fîllâhi min ba’di mestucîbe lehu huccetuhum dâhıdatun inde
rabbihim ve aleyhim gadabun ve lehum azâbun şedîd(şedîdun).
O'na (Allah'ın) davetine icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların huccetleri
(delilleri), Rab'lerinin indinde bâtıldır. Onların üzerinde (Allah'ın) gazabı ve şiddetli azap vardır.
42/ŞÛRÂ-17: Allahullezî enzelel kitâbe bil hakkı vel mîzân(mîzâne) ve mâ yudrîke lealles sâate
karîb(karîbun).
Allah, Kitab'ı ve mizanı hak ile indirdi. Ve sen idrak edemezsin (bilemezsin). Belki de o saat
yakındır.
42/ŞÛRÂ-18: Yesta’cilu bihellezîne lâ yû’minûne bihâ, vellezîne âmenû muşfikûne minhâ ve
ya’lemûne ennehel hakk(hakku), e lâ innellezîne yumârûne fîs sâati le fî dalâlin baîd(baîdin).
Ona (kıyâmet saatine) inanmayanlar, onu acele istiyorlar. Âmenû olanlar (ise) ondan korkanlardır.
Ve onun hak olduğunu bilirler. Muhakkak ki o saat (kıyâmet) hakkında şüphe edip mücâdele
edenler, gerçekten uzak bir dalâlet içindedirler, (öyle) değil mi?
42/ŞÛRÂ-19: Allâhu latîfun bi ibâdihî yerzuku men yeşâu, ve huvel kavîyyul azîz(azîzu).
Allah, kullarına Lâtif'tir (lütufkâr). Dilediği kimseyi rızıklandırır. Ve O, Kaviyy'dir (kuvvetli),
Azîz'dir (yüce ve şerefli).
42/ŞÛRÂ-20: Men kâne yurîdu harsel âhireti nezid lehu fî harsih(harsihî), ve men kâne yurîdu
harsed dunyâ nû’tihî minhâ ve mâ lehu fîl âhireti min nasîb(nasîbin).
Kim ahiret hasatını (mahsulünü, kazancını) isterse, Biz onun kazancını artırırız. Kim dünya
kazancını isterse, ona (da) ondan (dünya kazancından) artırırız (veririz). Ve onun ahirette nasibi
yoktur.
42/ŞÛRÂ-21: Em lehum şurekâu şeraû lehum mined dîni mâ lem ye’zen bihillâh(bihillâhu), ve
lev lâ kelimetul faslı le kudiye beynehum, ve innez zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).
Yoksa Allah'ın, dînde izin vermediği şeyleri, onlara şeriat kılan ortakları mı var? Ve fasıl (ayırma)
sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Ve muhakkak ki
zalimler, onlar için elîm azap vardır.
42/ŞÛRÂ-22: Terez zâlimîne muşfikîne mimmâ kesebû ve huve vâkıun bihim, vellezîne âmenû
ve amilûs sâlihâti fî ravdâtil cennât(cennâti), lehum mâ yeşâûne inde rabbihim zâlike huvel
fadlul kebîr(kebîru).
Zalimlerin, kazandıklarından dolayı korkmuş olduklarını görürsün. Ve korktukları şey, onlar için
vuku bulacaktır (başlarına gelecektir). Ve âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel 4
(nefs tezkiyesi) işleyenler, cennet bahçelerindedirler. Onlar için Rab'lerinin katında diledikleri
herşey vardır. İşte bu fazlul kebirdir (büyük fazl).
42/ŞÛRÂ-23: Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), kul lâ
es’elukum aleyhi ecren illel meveddete fîl kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ
husnâ(husnen), innellâhe gafûrun şekûr(şekûrun).
İşte Allah'ın, âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyen) ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını
müjdelediği budur. De ki: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, yakınlıkta sevgiden
başka. Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki Allah, Gafûr'dur
(mağfiret eden), Şükredilen'dir.
42/ŞÛRÂ-24: Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ(keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ
kalbik(kalbike), ve yemhullâhul bâtıla ve yuhıkkul hakka bi kelimâtih(kelimâtihî), innehu
alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Yoksa Allah'a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer Allah dilerse senin kalbini
mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, sinelerdekini
en iyi bilendir.
42/ŞÛRÂ-25: Ve huvellezî yakbelut tevbete an ibâdihî ve ya’fû anis seyyiâti ve ya’lemu mâ
tef’alûn(tef’alûne).
Ve O, kullarının tövbelerini kabul eden ve seyyielerini (günahlarını) affedendir. Ve yaptığınız
şeyleri bilir.
42/ŞÛRÂ-26: Ve yestecîbullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve yezîduhum min fadlih(fadlihî), vel
kâfirûne lehum azâbun şedîd(şedîdun).
(Allah), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlerin
(dualarına) icabet eder. Ve onlara fazlından artırır. Ve kâfirler; onlar için şiddetli azap vardır.
42/ŞÛRÂ-27: Ve lev besetallâhur rızka li ibâdihî le begav fîl ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin
mâ yeşâu, innehu bi ibâdihî habîrun basîr(basîrun).
Ve eğer Allah, kullarına rızkı genişletseydi, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Fakat O, dilediği
kadarını indirir. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, (onları) görendir.
42/ŞÛRÂ-28: Ve huvellezî yunezzilul gayse min ba’di mâ kanetû ve yenşuru
rahmeteh(rahmetehu), ve huvel velîyyul hamîd(hamîdu).
(Onların) ümit kesmelerinden sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan, O'dur. Ve O, Velî'dir
(dost), Hamîd'dir (hamdedilen).
42/ŞÛRÂ-29: Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı ve mâ besse fîhimâ min dâbbeh(dâbbetin),
ve huve alâ cem’ihim izâ yeşâu kadîr(kadîrun).
Gökleri ve yeri yaratması ve orada hayvanları çoğaltıp yayması, O'nun âyetlerindendir. Ve O,
dilediği zaman onları toplamaya kaadirdir.
42/ŞÛRÂ-30: Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an
kesîr(kesîrin).
Size bir musîbet isabet ettiği zaman işte o, ellerinizin kazandığı (yaptıklarınız) sebebiyledir.
(Musîbetlerin) çoğunu affeder (gerçekleştirmez).
42/ŞÛRÂ-31: Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ard(ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve
lâ nasîr(nasîrin).
Yeryüzünde siz, aciz bırakabilecek olanlar değilsiniz. Ve sizin için Allah'tan başka bir dost ve
yardımcı yoktur.
42/ŞÛRÂ-32: Ve min âyâtihil cevâri fîl bahri kel a’lâm(a’lâmi).
Ve denizde yüksek dağlar gibi yüzen gemiler, O'nun (Allah'ın) âyetlerindendir. 4
42/ŞÛRÂ-33: İn yeşe’ yuskinir rîha fe yazlelne revâkide alâ zahrih(zahrihi), inne fî zâlike le
âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).
Eğer O (Allah), dilerse rüzgârı durdurur. O zaman (gemiler) onun üzerinde hareketsiz kalırlar.
Muhakkak ki bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
42/ŞÛRÂ-34: Ev yûbıkhunne bimâ kesebû ve ya’fu an kesîr(kesîrin).
Veya kazandıkları (yaptıkları) sebebiyle onları helâke sürükler ve onların çoğunu (da) affeder.
42/ŞÛRÂ-35: Ve ya’lemellezîne yucâdilûne fî âyâtinâ, mâ lehum min mahîs(mahîsin).
Ve âyetlerimiz hakkında mücâdele edenler, onlar için sığınacak bir yer olmadığını bilsinler.
42/ŞÛRÂ-36: Fe mâ ûtîtum min şey’in fe metâ’ul hayâtid dunyâ, ve mâ ındallahi hayrun ve ebkâ
lillezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
İşte böylece size verilen herşey dünya hayatının metaıdır. Ve amenû olanlar için, Allah'ın indinde
olanlar daha hayırlıdır ve bâkidir (kalıcıdır). Ve onlar, Rab'lerine tevekkül ederler.
42/ŞÛRÂ-37: Vellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe ve izâ mâ gadıbûhum
yagfirûn(yagfirûne).
Ve onlar, günahların büyüğünden ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Ve öfkelendikleri zaman
affederler.
42/ŞÛRÂ-38: Vellezînestacâbû li rabbihim ve ekâmus salâte ve emruhum şûrâ beynehum ve
mimmâ rezaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Ve onlar, Rab'lerine icabet ederler ve namazı kılarlar. Ve onlar, işlerini aralarında toplanıp istişare
ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.
42/ŞÛRÂ-39: Vellezîne izâ esâbehumul bagyuhum yentesırûn(yentesırûne).
Ve onlar, kendilerine bir saldırı isabet ettiği zaman yardımlaşırlar.
42/ŞÛRÂ-40: Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu
alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).
Bir kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri
(mükâfatı) Allah'a aittir. Muhakkak ki O (Allah), zalimleri sevmez.
42/ŞÛRÂ-41: Ve le men intesare ba’de zulmihî fe ulâike mâ aleyhim min sebîl(sebîlin).
Ve gerçekten zulme uğradıktan sonra hakkını geri alan kimseler, işte onlar; onların üzerine
(aleyhlerine) bir yol (ceza) yoktur.
42/ŞÛRÂ-42: İnnemes sebîlu alellezîne yazlimûnen nâse ve yebgûne fîl ardı bi gayril
hakk(hakkı), ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).
Fakat insanlara zulmedenlerin ve yeryüzünde haksız yere zorbalık yapanların üzerine (aleyhlerine)
yol (ceza) vardır. İşte onlar; onlar için elîm bir azap vardır.
42/ŞÛRÂ-43: Ve le men sabere ve gafere inne zâlike le min azmil umûr(umûri).
Ve elbette kim sabreder ve bağışlarsa muhakkak ki bu, gerçekten azîm (büyük) işlerdendir.
42/ŞÛRÂ-44: Ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min velîyin min ba’dih(ba’dihi), ve terez zâlimîne
lemmâ reevul azâbe yekûlûne hel ilâ mereddin min sebîl(sebîlin).
Ve Allah kimi dalâlette bırakırsa, o taktirde onun için, bundan sonra bir velî (dost) yoktur.
Zalimleri, azabı gördükleri zaman: “(Dünyaya) geri dönüşe bir yol var mı?” derken görürsün.
42/ŞÛRÂ-45: Ve terâhum yu’redûne aleyhâ hâşiîneminez zulli yenzurûne min tarfin
hafîy(hafîyyin), ve kâlellezîne âmenû innel hâsirînellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel
kıyâmeh(kıyâmeti), e lâ innez zâlimîne fî azâbin mukîm(mukîmin).
Ve onları zilletten boyun eğmiş olarak, ona (azaba) arz olunurken, gizli gizli (yan gözle)
baktıklarını görürsün. Âmenû olanlar dediler ki: “Muhakkak ki hüsranda olanlar, kıyâmet günü, 4
kendilerini ve ailelerini hüsrana düşürenlerdir.” Muhakkak ki zalimler, mukîm (devamlı) azabın
içindedirler, değil mi?
42/ŞÛRÂ-46: Ve mâ kâne lehum min evliyâe yensurûnehum min dûnillâh(dûnillâhi). Ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min sebîl(sebîlin).
Ve onların, kendilerine yardım edecek Allah'tan başka dostları yoktur. Ve Allah kimi dalâlette
bırakırsa artık onun için bir yol (kurtuluş) yoktur.
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu
minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan
günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur
(yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
42/ŞÛRÂ-48: Fe in a’redû fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), in aleyke illel belâgu, ve
innâ izâ ezaknal insâne minnâ rahmeten feriha bihâ, ve in tusibhum seyyietun bi mâ kaddemet
eydîhim fe innel insâne kefûr(kefûrun).
Bundan sonra eğer yüz çevirirlerse, Biz seni onların üzerine muhafız olarak göndermedik. Senin
üzerine düşen sadece tebliğdir. Ve muhakkak ki Biz, insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız
zaman onunla ferahlanır (sevinir). Ve eğer elleriyle takdim ettikleri (yaptıkları) sebebiyle bir
kötülük isabet ederse, işte o zaman insan mutlaka kefûr olur (inkâr eder, nankör olur).
42/ŞÛRÂ-49: Lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu
inâsen ve yehebu li men yeşâuz zukûr(zukûra).
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediği şeyi yaratır. Dilediğine kız (çocuk) ve dilediğine
erkek (çocuk) bağışlar.
42/ŞÛRÂ-50: Ev yuzevvicuhum zukrânen ve inâsâ(inâsen), ve yec’alu men yeşâu
akîmâ(akîmen), innehu alîmun kadîr(kadîrun).
Veya hem kız hem erkek olarak ikisini de verir. Ve dilediği kimseyi kısır kılar. Muhakkak ki o,
Alîm'dir (en iyi bilen), Kaadir'dir (herşeye gücü yeten).
42/ŞÛRÂ-51: Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev
yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
Allah'ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahyile veya perde arkasından veya dilediğine
izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.
42/ŞÛRÂ-52: Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel
îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin).
Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur'ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân
nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete
erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).
42/ŞÛRÂ-53: Sırâtıllâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), e lâ ilâllâhi tesîrul
umûr(umûru).
O Allah'ın yolu ki, göklerde ve yerde ne varsa Kendisinindir. (Bütün) emirler (işler) Allah'a
seyreder (döner), değil mi?
TÂHÂ
Bismillâhirrahmânirrahîm
20/TÂHÂ-1: Tâ, hâ.
Tâ, Hâ. 4
20/TÂHÂ-2: Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ.
Kur'ân'ı sana meşakkat (güçlük) olsun diye indirmedik.
20/TÂHÂ-3: İllâ tezkireten li men yahşâ.
Huşû sahiplerine zikir (öğüt) olsun diye.
20/TÂHÂ-4: Tenzîlen mimmen halakal arda ves semâvâtil ulâ.
Arzı ve yüksek semaları yaratan tarafından indirilmiştir.
20/TÂHÂ-5: Er rahmânu alel arşistevâ.
Rahmân arşın üzerine istiva etti.
20/TÂHÂ-6: Lehu mâ fis semâvâti ve mâ fîl ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahtes serâ.
Semalarda ve arzda ve ikisinin arasında ve de nemli toprağın altında olanlar, O'nundur.
20/TÂHÂ-7: Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemus sirre ve ahfâ.
Ve sen, sözü açıklasan da (açıklamasan da) muhakkak ki O, gizliyi ve daha gizliyi (ve en gizliyi)
bilir.
20/TÂHÂ-8: Allâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul esmâul husnâ.
Allah ki, O'ndan başka İlâh yoktur. En güzel isimler, O'nundur.
20/TÂHÂ-9: Ve hel etâke hadîsu mûsâ.
Sana Musa (A.S)'ın haberi geldi mi?
20/TÂHÂ-10: İz reâ nâren fe kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi
kabesin ev ecidu alen nâri hudâ(huden).
Bir ateş gördüğü zaman ailesine şöyle demişti: “Durup bekleyin! Muhakkak ki ben, bir ateş
gördüm. Belki ondan, size bir kor (nur) getiririm veya ateşin üzerinde (nurun yanında) hidayeti
bulurum.”
20/TÂHÂ-11: Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.
Böylece oraya (ateşin (nurun) yanına) geldiği zaman “Ya Musa!” diye nida olundu.
20/TÂHÂ-12: İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyk(na’leyke), inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Muhakkak ki Ben, Ben senin Rabbinim. Şimdi pabuçlarını çıkar. Şüphesiz sen, mukaddes vadi
Tuva'dasın.
20/TÂHÂ-13: Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ve Ben, seni seçtim. Öyleyse vahyolunan şeyi dinle!
20/TÂHÂ-14: İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.
Muhakkak ki Ben, Ben Allah'ım. Benden başka İlâh yoktur. Öyleyse Bana kul ol ve Beni zikretmek
için namazı ikame et!
20/TÂHÂ-15: İnnes sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.
Muhakkak ki o saat (kıyâmet saati), gelecektir. Bütün nefslere (herkese), çalışmalarının karşılığının
(ceza veya mükâfatlarının) verilmesi için neredeyse onu, Kendimden bile gizleyeceğim.
20/TÂHÂ-16: Fe lâ yesuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.
Öyleyse ona (kıyâmet saatine), inanmayanlar ve hevesine (nefsinin afetlerine) tâbî olanlar, sakın
seni ondan (kıyâmet gününe îmân etmekten) alıkoymasın. O taktirde sen (de) helâk olursun.
20/TÂHÂ-17: Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ.
O sağ elindeki nedir, ey Musa?
20/TÂHÂ-18: Kâle hiye asây(asâye), etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ
meâribu uhrâ. 4
“O benim asamdır, ben ona dayanırım (yaslanırım). Ve onunla koyunlarımın üzerine yaprak
silkelerim. Benim için onda, daha başka menfaatler (faydalar) da vardır.” dedi.
20/TÂHÂ-19: Kâle elkıhâ yâ mûsâ.
(Allahû Tealâ): “Ey Musa, onu at!” dedi.
20/TÂHÂ-20: Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
Böylece onu attı. O zaman o, hızla hareket eden (koşan) bir yılan olmuştu.
20/TÂHÂ-21: Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehel ûlâ.
“Onu al ve korkma! Onu ilk suretine (durumuna) döndüreceğiz.” dedi.
20/TÂHÂ-22: Vadmum yedeke ilâ cenâhıke tahruc beydâe min gayri sûin âyeten uhrâ.
Elini, (koynunun) yan tarafına koy (sok). Başka bir âyet (mucize) olarak, kusursuz (lekesiz) ve
beyaz (nurlu) olarak çıkar.
20/TÂHÂ-23: Li nuriyeke min âyâtinel kubrâ.
Büyük âyetlerimizden (mucizelerimizden) birini, sana göstermemiz içindir.
20/TÂHÂ-24: İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git! Çünkü o, azdı.
20/TÂHÂ-25: Kâle rabbişrah lî sadrî.
(Musa A.S): “Rabbim benim göğsümü şerhet (yar, aç).” dedi.
20/TÂHÂ-26: Ve yessir lî emrî.
Ve bana işimi kolaylaştır.
20/TÂHÂ-27: Vahlul ukdeten min lisânî.
Ve dilimden düğümü (peltekliği) çöz.
20/TÂHÂ-28: Yefkahû kavlî.
Sözlerimi idrak etsinler.
20/TÂHÂ-29: Vec’al lî vezîren min ehlî.
Ve ailemden bana bir yardımcı kıl.
20/TÂHÂ-30: Hârûne ahî.
Kardeşim Harun.
20/TÂHÂ-31: Uşdud bihî ezrî.
Onunla, gücümü artır (beni güçlendir).
20/TÂHÂ-32: Ve eşrikhu fî emrî.
Ve onu, işimde bana ortak kıl.
20/TÂHÂ-33: Key nusebbihake kesîrâ(kesîren).
Seni, çok tesbih etmemiz için.
20/TÂHÂ-34: Ve nezkureke kesîrâ(kesîren).
Ve Seni, çok zikredelim.
20/TÂHÂ-35: İnneke kunte binâ basîrâ(basîren).
Muhakkak ki Sen, bizi görensin.
20/TÂHÂ-36: Kâle kad ûtîte su’leke yâ mûsâ.
(Allahû Tealâ): “Ey Musa! Sana istediğin verilmiştir.” dedi.
20/TÂHÂ-37: Ve lekad menennâ aleyke merreten uhrâ.
Ve andolsun ki seni, bir kere daha ni'metlendirdik (ni'metlendirmiştik).
20/TÂHÂ-38: İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ. 4
Vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik.
20/TÂHÂ-39: Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu
aduvvun lî ve aduvvun leh(lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.
(Onu sandığa koymasını, sonra onu denize (Nil Nehri'ne) bırakmasını (vahyetmiştik). Böylece
deniz, onu sahile atsın, Benim ve onun düşmanı, onu alsın. Ve gözümün önünde (korumam altında)
yetiştirilmen için sana, Kendimden muhabbet (sevgi) verdim.
20/TÂHÂ-40: İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluh(yekfuluhu), fe
reca’nâke ilâ ummike key takarre aynuhâ ve lâ tahzen(tahzene), ve katelte nefsen fe necceynâke
minel gammi ve fetennâke futûnâ(futûnen), fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ
kaderin yâ mûsâ.
Kızkardeşin (seni izleyerek) yürüyordu. (Seni saraya aldıkları zaman onlara şöyle) diyordu: “Size,
ona kefil olacak (emzirip, bakacak) birisine delil olayım mı (bulmanızda yardım edeyim mi)?
Böylece seni, annene döndürdük. Onun, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın diye. Ve birisini
öldürmüştün. O zaman (da) seni, gamdan (üzüntüden) kurtarmıştık. Ve seni, sınavlarla imtihan
ettik. Böylece Medyen halkı içinde senelerce kaldın. Sonra kaderin gereği (takdir edilen zamanda
buraya) geldin ya Musa!
20/TÂHÂ-41: Vastana’tuke li nefsî.
Ve Ben, seni (nebî olarak) Kendime seçip, yetiştirdim.
20/TÂHÂ-42: İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
Sen ve kardeşin, âyetlerimle (mucizelerimle) gidin ve Benim zikrimi (Beni zikretmeyi) ihmal
etmeyin (daimî zikirde olun).
20/TÂHÂ-43: İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna ikiniz gidin. Muhakkak ki o, azdı.
20/TÂHÂ-44: Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.
O zaman ona, yumuşak söz söyleyin. Böylece o, tezekkür eder (anlar) veya huşû duyar.
20/TÂHÂ-45: Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.
(O ikisi): “Rabbimiz gerçekten biz, onun bize (karşı) ifrata (aşırı) gitmesinden veya azgın
davranmasından korkuyoruz.” dediler.
20/TÂHÂ-46: Kâle lâ tehâfâ innenî meakumâ esmau ve erâ.
(Allahû Tealâ): “İkiniz (de) korkmayın! Muhakkak ki Ben, sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.”
dedi.
20/TÂHÂ-47: Fe’tiyâhu fe kûlâ innâ resûlâ rabbike fe ersil meanâ benî isrâîle ve lâ tuazzibhum,
kad ci’nâke bi âyetin min rabbik(rabbike), ves selâmu alâ menittebeal hudâ.
O halde ikiniz ona gidin ve ona şöyle söyleyin: “Muhakkak ki biz, senin Rabbinin iki resûlüyüz.
İsrailoğulları'nı artık bizimle beraber gönder ve onlara azap etme! Sana Rabbinden âyet (mucize)
getirdik. Ve hidayete tâbî olanlara selâm olsun.”
20/TÂHÂ-48: İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.
Muhakkak ki yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerine azap olduğu bize vahyolundu.
20/TÂHÂ-49: Kâle fe men rabbikumâ yâ mûsâ.
(Firavun şöyle) dedi: “Öyleyse ikinizin Rabbi kimdir, ya Musa?”
20/TÂHÂ-50: Kâle rabbunellezî a’tâ kulle şey’in halkahu summe hedâ.
(Hz. Musa): “Bizim Rabbimiz, herşeye yaradılışını lütfeden (ihsan eden) sonra da hidayete
erdirendir.” dedi.
20/TÂHÂ-51: Kâle fe mâ bâlul kurûnil ûlâ.
(Firavun): “Öyleyse evvelki nesillerin durumu nedir?” dedi. 4
20/TÂHÂ-52: Kâle ilmuhâ inde rabbî fî kitâb(kitâbin), lâ yadıllu rabbî ve lâ yensâ.
“Onun ilmi, Rabbimin yanında bir kitap (Ümmülkitap)'tadır. Benim Rabbim yanlış yapmaz ve
unutmaz.” dedi.
20/TÂHÂ-53: Ellezî ceale lekumul arda mehden ve seleke lekum fîhâ subulen ve enzele mines
semâi mââ(mâen), fe ahrecnâ bihî ezvâcen min nebâtin şettâ.
Yeryüzünü size döşek (beşik) yapan, orada sizin için yollar açan ve semadan su indiren O'dur.
Sonra da onunla, farklı farklı bitkilerden çiftler çıkardık.
20/TÂHÂ-54: Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Yeyin ve hayvanlarınızı otlatın! Muhakkak ki bunda, akıl sahipleri için elbette âyetler (deliller)
vardır.
20/TÂHÂ-55: Minhâ halaknâkum ve fîhâ nuîdukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ.
Sizi, ondan yarattık. Ve sizi, oraya (geri) döndüreceğiz. Ve sizi, oradan bir kere daha çıkaracağız.
20/TÂHÂ-56: Ve lekad ereynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.
Ve andolsun ki; âyetlerimizin (mucizelerimizin) hepsini, ona gösterdik. Buna rağmen yalanladı ve
(yalanında) direndi.
20/TÂHÂ-57: Kâle e ci’tenâ li tuhricenâ min ardınâ bi sihrike yâ mûsâ.
“Sen bizi, sihrin ile yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ya Musa?” dedi.
20/TÂHÂ-58: Fe le ne’tiyenneke bi sıhrin mislihî fec’al beynenâ ve beyneke mev’ıden lâ
nuhlifuhu nahnu ve lâ ente mekânen suvâ(suven).
Öyleyse biz de sana mutlaka onun gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi (sen), seninle bizim aramızda bir
zaman (buluşma zamanı) (ve) bizim ve senin, ihtilâf etmeyeceğimiz uygun bir yer tayin et (seç).
20/TÂHÂ-59: Kâle mev’ıdukum yevmuz zîneti ve en yuhşeren nâsu duhâ(duhan).
(Musa A.S): “Sizin (bizimle) buluşma zamanınız, ziynet (bayram) günü ve insanların toplandığı,
duhan (kuşluk) vakti olsun.” dedi.
20/TÂHÂ-60: Fe tevellâ fir’avnu fe cemea keydehu summe etâ.
Böylece firavun döndü (gitti). Arkasından hilelerini topladıktan sonra geldi.
20/TÂHÂ-61: Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alallâhi keziben fe yushıtekum bi
azâb(azâbin), ve kad hâbe menifterâ.
Musa (A.S) onlara şöyle dedi: “Size yazıklar olsun! Allah'a yalanla iftira etmeyin yoksa sizi azapla
yok eder ve (O'na) iftira eden(ler) heba olmuştur.”
20/TÂHÂ-62: Fe tenâzeû emrehum beynehum ve eserrûn necvâ.
Böylece işlerini (hilelerini), kendi aralarında görüştüler (tartıştılar) ve gizlice konuştular.
20/TÂHÂ-63: Kâlû in hâzâni le sâhirâni yurîdâni en yuhricâkum min ardıkum bi sihrihimâ ve
yezhebâ bi tarîkatikumul muslâ.
“Bu ikisi gerçekten iki sihirbazdır. Sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve üstün olan tarikatınızı
(yolunuzu, dîninizi), yok etmek istiyorlar.” dediler.
20/TÂHÂ-64: Fe ecmiû keydekum summe’tû saffâ(saffen), ve kad eflehal yevme menista’lâ.
(Firavun şöyle dedi): “Artık hilelerinizi (sihirlerinizi) toplayın. Sonra saf saf (sırayla) gelin. Ve o
gün üstün gelen, felâha (kurtuluşa, zafere) ulaşmış olur.”
20/TÂHÂ-65: Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.
“Ya Musa, (asanı) sen mi atarsın yoksa önce atan biz mi olalım?” dediler.
20/TÂHÂ-66: Kâle bel elkû, fe izâ hıbâluhum ve ısıyyuhum yuhayyelu ileyhi min sıhrihim
ennehâ tes’â. 4
(Musa A.S): “Hayır, (siz) atın!” dedi. Böylece (onları attıkları) zaman onların ipleri ve asaları,
kendisine, onların sihirlerinden dolayı “hızla hareket ediyor” gibi göründü.
20/TÂHÂ-67: Fe evcese fî nefsihî hîfeten mûsâ.
Bu sebeple Musa (A.S), kendinde bir korku hissetti.
20/TÂHÂ-68: Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.
“Korkma! Muhakkak ki sen, sen üstünsün.” dedik.
20/TÂHÂ-69: Ve elkı mâ fî yemînike telkaf mâ sanaû, innemâ sanaû keydu sâhır(sâhırin), ve lâ
yuflihus sâhıru haysu etâ.
Ve sağ elindekini (asanı) at, onların yaptığı şeyleri yutacak. Onların yaptıkları sadece sihirbaz
hilesidir ve sihirbazlar, nereden gelirse gelsinler, felâha (kurtuluşa) eremezler.
20/TÂHÂ-70: Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.
Bunun üzerine sihirbazlar secde ederek yere kapandılar. Biz: “Harun ve Musa'nın Rabbine îmân
ettik.” dediler.
20/TÂHÂ-71: Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî
allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le
usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ.
(Firavun): “Size izin vermemden önce ona îmân mı ettiniz? Muhakkak ki o, gerçekten size sihir
öğreten, sizin büyüğünüzdür (ustanızdır). Bu durumda mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim. Ve sizi mutlaka hurma ağacına asacağım. Ve böylece hangimizin azabı
daha şiddetli ve daha kalıcı (imiş) gerçekten bileceksiniz.” dedi.
20/TÂHÂ-72: Kâlû len nu’sireke alâ mâ câenâ minel beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente
kâd(kâdin), innemâ takdî hâzihil hayâted dunyâ.
“Bize gelen mucizeler karşısında asla seni tercih etmeyiz (üstün tutmayız). Çünkü bizi, O yarattı.
Bu durumda sen, yapacağını yap. Fakat sen, ancak bu dünya hayatında yaparsın.” dediler.
20/TÂHÂ-73: İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfire lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mines
sihr(sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.
Muhakkak ki biz, hatalarımızı ve ona karşı sihirden bize zorla (istemeyerek) yaptırdığın şeylerden
(dolayı) bizi, mağfiret etsin (affetsin ve günahlarımızı sevaba çevirsin) diye Rabbimize îmân ettik.
Ve Allah, daha hayırlıdır ve daha bâkidir (kalıcıdır).
20/TÂHÂ-74: İnnehu men ye’ti rabbehu mucrimen fe inne lehu cehennem(cehenneme), lâ
yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.
Muhakkak ki kim Rabbine suçlu olarak gelirse, o taktirde mutlaka cehennem onun içindir. Orada
ne ölür, ne yaşar.
20/TÂHÂ-75: Ve men ye’tihî mu’minen kad amiles sâlihâti fe ulâike lehumud derecâtul ulâ.
Ve kim salih ameller (nefs tezkiyesi) yapmışsa ve O'na (Allah'a) mü'min olarak gelirse o zaman işte
onlar, onlar için yüksek dereceler vardır.
20/TÂHÂ-76: Cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men
tezekkâ.
İçinde ebedî kalacakları, altından nehirler akan adn cennetleri vardır. Ve işte bu, tezkiye olanların
(nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapanların) mükâfatıdır.
20/TÂHÂ-77: Ve lekad evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ibâdî fadrib lehum tarîkan fîl bahri
yebesâ(yebesen), lâ tehâfu dereken ve lâ tahşâ.
Ve andolsun ki Biz, Musa (A.S)'a vahyettik ki: “Kullarımla gece (yola) çıkıp yürü! Sonra da
(asanla) vurarak onlar için kuru bir yol aç! (Firavunun size) yetişmesinden korkma ve (suda
boğulmaktan da) endişe etme!” 4
20/TÂHÂ-78: Fe etbeahum fir’avnu bi cunûdihî fe gaşiyehum minel yemmi mâ gaşiyehum.
Böylece firavun ordusuyla onları takip etti. Bunun üzerine deniz, onların üzerine öyle bir kapanışla
kapandı ki, onları (tamamen) örterek kapladı (onları suda boğdu).
20/TÂHÂ-79: Ve edalle fir’avnu kavmehu ve mâ hedâ.
Ve firavun, kavmini dalâlette bıraktı ve (kavmini) hidayetten men etti.
20/TÂHÂ-80: Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûril
eymene ve nezzelnâ aleykumul menne ves selvâ.
Ey benî İsrail! Sizi düşmanınızdan kurtarmıştık. Ve Tur'un sağ tarafında sizinle (buluşmak üzere)
vaadleştik ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
20/TÂHÂ-81: Kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve
men yahlil aleyhi gadabî fe kad hevâ.
Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yeyin. Ve onda (yediğiniz şeylerde) azgınlık (nankörlük)
etmeyin. Aksi halde size gazabım iner. Ve kimin üzerine gazabım inerse, artık o heva olmuştur
(nefsinin hevasına tâbî olup dalâlete düşmüştür).
20/TÂHÂ-82: Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
Ve muhakkak ki Ben, (mürşidin önünde 12 ihsanla) tövbe edenler ve (ikinci defa) âmenû (kalbine
îmân yazıldığı için îmânı artan mü'min) olanlar ve salih amel (zikir) yapanlar (nefsi ıslâh edici amel
işleyenler) için mutlaka Gaffar'ım (onların günahlarını sevaba çevirenim). Sonra onlar, (Benim
tarafımdan) hidayete erdirilir (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştırılır).
20/TÂHÂ-83: Ve mâ a’celeke an kavmike yâ mûsâ.
Ey Musa! Seni, kavminden (ayırıp) sana acele ettiren nedir?
20/TÂHÂ-84: Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.
(Musa A.S): “Onlar, onlar benim izim üzerindeler (benim arkamdan geliyorlar). Ve Rabbim ben,
Senin rızan için (Sana gelmekte) acele ettim.” dedi.
20/TÂHÂ-85: Kâle fe innâ kad fetennâ kavmeke min ba’dike ve edallehumus
sâmiriyy(sâmiriyyu).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki Biz, böylece senin kavmini, senden sonra imtihan etmiştik. Ve
Samiri, onları dalâlete düşürdü.” dedi.
20/TÂHÂ-86: Fe recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifâ(esifen), kâle yâ kavmi e lem yaıdkum
rabbukum va’den hasenâ(hasenen), e fe tâle aleykumul ahdu em eredtum en yahılle aleykum
gadabun min rabbikum fe ahleftum mev’ıdî.
Bunun üzerine Musa (A.S), esefle (üzülerek) gadapla (öfkeyle) kavmine döndü. “Ey kavmim!
Rabbiniz size, güzel bir vaadle vaadetmedi mi? Buna rağmen ahd süresi size uzun mu geldi? Yoksa
Rabbinizin gazabının üzerinize inmesini mi istediniz? Bu sebeple mi vaadimi (sizden aldığım
vaadi) yerine getirmediniz?” dedi.
20/TÂHÂ-87: Kâlû mâ ahlefnâ mev’ıdeke bi melkinâ ve lâkinnâ hummilnâ evzâren min zînetil
kavmi fe kazefnâhâ fe kezâlike elkâs sâmiriyy(sâmiriyyu).
“Sana vaadettiğimizden kendi isteğimizle dönmedik. Ve lâkin bize, o kavmin ziynetleri (altın süs
eşyaları) yüklenmişti. Bu yüzden onları (eritmek üzere ateşe) attık. Sonra Samiri de attı.” dediler.
20/TÂHÂ-88: Fe ahrece lehum ıclen ceseden lehu huvârun fe kâlû hâzâ ilâhukum ve ilâhu
mûsâ fe nesiy(nesiye).
Böylece onlar için (ortaya) böğüren bir buzağı heykeli çıkardı. Ve onlara (Samiri ve taraftarları):
“Bu, sizin ilâhınız ve Musa'nın da ilâhı, fakat o unuttu.” dediler.
20/TÂHÂ-89: E fe lâ yerevne ellâ yerciu ileyhim kavlen ve lâ yemliku lehum darren ve lâ
nef’â(nef’an). 4
Onlara sözle cevap vermediğini ve onlara zarar veya fayda vermeye malik olmadığını görmüyorlar
mı?
20/TÂHÂ-90: Ve lekad kâle lehum hârûnu min kablu yâ kavmi innemâ futintum bih(bihî) ve
inne rabbekumur rahmânu fettebiûnî ve etîû emrî.
Ve andolsun ki Harun (A.S) daha önce, onlara şöyle dedi: “Ey kavmim, siz onunla sadece imtihan
edildiniz! Ve muhakkak ki Rahmân, sizin Rabbinizdir. Artık bana tâbî olun ve emrime itaat edin.”
20/TÂHÂ-91: Kâlû len nebreha aleyhi âkifîne hattâ yercia ileynâ mûsâ.
“Musa bize dönünceye kadar, ona kendimizi vakfetmekten (ibadet etmekten) asla
vazgeçmeyeceğiz.” dediler.
20/TÂHÂ-92: Kâle yâ hârûnu mâ meneake iz reeytehum dallû.
(Musa A.S): “Ey Harun! Onların dalâlete düştüğünü gördüğün zaman (onları uyarmaktan) seni ne
men etti?” dedi.
20/TÂHÂ-93: Ellâ tettebian(tettebiani), e fe asayte emrî.
Niçin bana tâbî olmadın? Yoksa emrime isyan mı ettin?
20/TÂHÂ-94: Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi re’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte
beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.
(Harun A.S): “Ey annemin oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma (çekme). Gerçekten ben, senin,
“İsrailoğulları arasında fırkalar oluşturdun (ikilik, düşmanlık çıkardın) ve sözümü tutmadın (emrimi
yerine getirmedin)” demenden korktum.” dedi.
20/TÂHÂ-95: Kâle fe mâ hatbuke yâ sâmiriyy(sâmiriyyu).
“Öyleyse ey Samiri! Senin (onlara) hitabın ne idi (onlara ne söyledin)?” dedi.
20/TÂHÂ-96: Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe
nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.
(Samiri): “Ben, onların görmediği şeyi gördüm. Resûl'ün (Cebrail A.S'ın) izinden (ayağının bastığı
yerdeki topraktan) bir avuç aldım. Sonra da onu (erimiş madenin içine) attım. Ve böylece (bu),
nefsime (bana) güzel göründü.” dedi.
20/TÂHÂ-97: Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len
tuhlefeh(tuhlefehu), vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe
le nensifennehu fîl yemmi nesfâ(nesfen).
(Musa A.S): “Artık git! Senin için (söz konusu olan), bütün hayatın boyunca “(bana) dokunmayın”
demendir. Muhakkak ki senin için asla vazgeçilmeyecek bir vaad (ceza) vardır. Ve ona, ısrarla
kendini vakfettiğin (taptığın) ilâhına bak! Onu mutlaka yakacağız. Sonra da elbette onu, toz haline
getirerek (küllerini) savurup denize atacağız.” dedi.
20/TÂHÂ-98: İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ hûv(huve), vesia kulle şey’in
ilmâ(ilmen).
Sizin İlâhınız sadece Allah'tır ki, O'ndan başka İlâh yoktur. İlim (ilmi) ile herşeyi kaplamıştır
(kuşatmıştır).
20/TÂHÂ-99: Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebak(sebaka), ve kad âteynâke min
ledunnâ zikrâ(zikren).
İşte böylece geçmiş olan haberleri sana anlatıyoruz. Ve sana katımızdan Zikri (Kur'ân'ı) verdik.
20/TÂHÂ-100: Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kıyâmeti vizrâ(vizren).
Kim ondan yüz çevirirse, o zaman muhakkak ki o, kıyâmet günü (ağır) bir yük (kaybettiği
dereceleri) yüklenir.
20/TÂHÂ-101: Hâlidîne fîh(fîhi), ve sâe lehum yevmel kıyâmeti hımlâ(hımlen). 4
Onlar, onda (o yükün getireceği azabın içinde) ebedî kalacak olanlardır. Ve kıyâmet günü
yüklendikleri, onlar için ne kötü (yük)tür.
20/TÂHÂ-102: Yevme yunfehu fîs sûri ve nahşurul mucrimîne yevme izin zurkâ(zurkan).
O gün ki, sur'a üfürülür. Ve mücrimleri, o izin günü morarmış olarak haşredeceğiz (toplayacağız).
20/TÂHÂ-103: Yetehâfetûne beynehum in lebistum illâ aşrâ(aşren).
Onlar aralarında: “(Dünyada) sadece 10 (gün) kaldınız.” diye gizlice konuşacaklar.
20/TÂHÂ-104: Nahnu a’lemu bimâ yekûlûne iz yekûlu emseluhum tarîkaten in lebistum illâ
yevmâ(yevmen).
Onların söyledikleri şeyleri Biz, daha iyi biliriz. Yol bakımından onlara emsal olan “sadece bir gün
kaldınız” diyecek.
20/TÂHÂ-105: Ve yes’elûneke anil cibâli fe kul yensifuhâ rabbî nesfâ(nesfen).
Ve sana dağ(lar)dan soruyorlar. O zaman onlara de ki: “Rabbim onları savurup atacak.”
20/TÂHÂ-106: Fe yezeruhâ kâan safsafâ(safsafen).
Böylece onu (dağların yerini) boş bir düzlük olarak bırakacaktır.
20/TÂHÂ-107: Lâ terâ fîhâ ivecen ve lâ emtâ(emten).
Orada (dağların yerinde) bir eğrilik ya da bir engebe (alçaklık yükseklik) görmezsin.
20/TÂHÂ-108: Yevme izin yettebiûned dâıye lâ ivece leh(lehu), ve haşeatil asvâtu lir rahmâni fe
lâ tesmeu illâ hemsâ(hemsen).
İzin günü, kendisinde eğrilik olmayan davetçiye tâbî olurlar. Rahmân'a karşı sesler kısılır. O zaman
hems (hafif fısıltı)dan başka bir şey (ses) işitmezsin.
20/TÂHÂ-109: Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu
kavlâ(kavlen).
İzin günü, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi)
kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.
20/TÂHÂ-110: Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ(ılmen).
(Allah), onların önündeki(leri) ve arkasındaki(leri) (onların geçmişini ve geleceğini) bilir ve onu,
ilim ile ihata edemezler (bilemezler).
20/TÂHÂ-111: Ve anetil vucûhu lil hayyil kayyûm(kayyûmi), ve kad hâbe men hamele
zulmâ(zulmen).
Hayy ve Kayyum olan (Allah)'a vechler (herkes), boyun eğdi. Ve zulüm yüklenenler heba
(cehennemlik) oldular.
20/TÂHÂ-112: Ve men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ yehâfu zulmen ve lâ
hadmâ(hadmen).
Ve mü'min (kalbine îmân yazılmış) olarak salih (nefsi ıslâh edici) amel işleyen kimseler, artık
zulümden (kendilerine) haksızlık yapılmasından ve (kazandıkları derecelerin) azaltılmasından
korkmasınlar.
20/TÂHÂ-113: Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum
yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren).
Ve böylece Kur'ân'ı Arapça olarak indirdik ve O'nda, vaadedilenleri açıkladık. Böylece takva sahibi
olurlar veya onlar için bir zikir (ibret) olur.
20/TÂHÂ-114: Fe teâlallâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ
ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen).
İşte Hakk ve Melik olan Allah, Yüce'dir. Ve Kur'ân'ın tamamlanması hususunda O'nun vahyi, sana
kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de. 4
20/TÂHÂ-115: Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ(azmen).
Ve andolsun ki Âdem (A.S)'a ahd verdik, fakat o unuttu. Ve onu, azîmli bulmadık.
20/TÂHÂ-116: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.
Ve meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin!” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O (iblis),
direndi (secde etmedi).
20/TÂHÂ-117: Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ
minel cenneti fe teşkâ.
Bunun üzerine, (Âdem A.S'a şöyle) dedik: “Ey Âdem! Muhakkak ki bu (şeytan), senin için ve
zevcen (eşin) için düşmandır. Sonra sakının (dikkat edin ki) sizin ikinizi (de) cennetten çıkarmasın.
O zaman şâkî olursunuz.
20/TÂHÂ-118: İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.
Muhakkak ki senin için orada (cennette) acıkmak ve çıplak kalmak yoktur.
20/TÂHÂ-119: Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.
Ve muhakkak ki sen, orada susamazsın ve (sıcaktan) yanmazsın.
20/TÂHÂ-120: Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceretil huldi ve
mulkin lâ yeblâ.
Böylece şeytan, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek
bir saltanata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?”
20/TÂHÂ-121: Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min
varakıl cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ.
Bunun üzerine ikisi de ondan (o ağaçtan) yediler. O zaman ikisinin de edep yerleri kendilerine
açıldı. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Âdem, Rabbine asi oldu, böylece
azdı.
20/TÂHÂ-122: Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ.
Sonra Rabbi, onu seçti. Böylece onun tövbesini kabul etti ve onu hidayete erdirdi.
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ
ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman
olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa
artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
20/TÂHÂ-124: Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel
kıyâmeti a’mâ.
Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim (hayat)
vardır. Ve kıyâmet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.
20/TÂHÂ-125: Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad kuntu basîrâ(basîran).
(Kıyâmet günü şöyle) dedi: “Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben (daha önce)
görüyordum.”
20/TÂHÂ-126: Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlikel yevme tunsâ.
(Allahû Tealâ): “İşte böyle, âyetlerimiz sana geldi fakat sen onları unuttun. Ve aynı şekilde (senin
yaptığın gibi), o gün (de) sen unutulursun.” dedi.
20/TÂHÂ-127: Ve kezâlike neczî men esrefe ve lem yu’min bi âyâti rabbih(rabbihî), ve le azâbul
âhıreti eşeddu ve ebkâ.
İsraf edenleri (haddi aşanları) ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Ve
ahiret azabı daha şiddetli ve bâkidir (devamlıdır). 4
20/TÂHÂ-128: E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî
mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Onlar hâlâ hidayete ermediler mi? Onlardan önce nice nesilleri helâk etmemize (rağmen) ki şimdi
onlar, onların meskenlerinde dolaşıyorlar. İşte bunda nehy sahipleri (Allah'ın yasaklarına riayet
edenler) için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
20/TÂHÂ-129: Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun
musemmâ(musemmen).
Ve eğer Rabbinden, daha önce (söylenmiş) bir kelime (söz) ve belirlenmiş bir müddet olmasaydı,
(onlara) mutlaka bir (ceza) lâzımgelirdi.
20/TÂHÂ-130: Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable
gurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbih ve etrâfen nehâri lealleke terdâ.
O halde söylenen şeylere sabret! Ve Rabbini, güneşin tulûundan (doğuşundan) önce, güneşin
gurubundan (batışından) önce ve gecenin bir kısmında hamd ile tesbih et. Ve gündüz boyunca da
tesbih et. Umulur ki böylece rızaya ulaşırsın.
20/TÂHÂ-131: Ve lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ mettâ’nâ bihî ezvâcen minhum zehretel
hayâtid dunyâ li neftinehum fîh(fîhi), ve rızku rabbike hayrun ve ebkâ.
Ve onlardan bazılarına, onları imtihan etmemiz için, (onlarla) metalandırdığımız
(faydalandırdığımız) dünya hayatının ziynetlerine gözlerini dikme (imrenme). Ve Rabbinin rızkı
daha hayırlıdır ve bâkidir (devamlıdır).
20/TÂHÂ-132: Ve’mur ehleke bis salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ(rızkan), nahnu
nerzukuk(nerzukuke), vel âkıbetu lit takvâ.
Ve ehline (ailene ve etrafındakilere) namazı emret ve onun üzerinde (namazda) sabırlı ol. Senden
rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız. Akibet (en güzel sonuç) takva sahiplerinindir.
20/TÂHÂ-133: Ve kâlû lev lâ ye’tînâ bi âyetin min rabbih(rabbihî), e ve lem te’tihim beyyinetu
mâ fîs suhufil ûlâ.
“Bize Rabbinden bir âyet getirse olmaz mı? Evvelki sahifelerde beyyineler (ispat vasıtaları,
deliller) onlara gelmedi mi?” dediler.
20/TÂHÂ-134: Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte
ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
Ondan önce gerçekten Biz onları, azapla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle derlerdi:
“Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil (rezil) ve rüsva olmadan
önce senin âyetlerine tâbî olsaydık.”
20/TÂHÂ-135: Kul kullun muterebbisun fe terabbesû, fe se ta’lemûne men ashâbus sırâtıs
seviyyi ve menihtedâ.
De ki: “Herkes beklemekte, öyleyse siz de bekleyin! Artık kim Sıratı Seviyye (Sıratı Mustakîm)
ehlidir (üzerindedir) ve kim hidayete ermiştir, yakında bileceksiniz.”
TAHRÎM
Bismillâhirrahmânirrahîm
66/TAHRÎM-1: Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek(leke), tebtegî merdâte
ezvâcik(ezvâcike), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî! Zevcelerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi sen niçin kendine haram
ediyorsun? Ve Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
66/TAHRÎM-2: Kad faradallâhu lekum tehillete eymânikum, vallâhu mevlâkum, ve huvel alîmul
hakîm(hakîmu). 4
Allah, (gereksiz) yeminlerinizi (kefaretle) çözmenizi size farz (meşru) kılmıştır. Ve Allah, sizin
dostunuzdur ve O; Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
66/TAHRÎM-3: Ve iz eserren nebiyyu ilâ ba’dı ezvâcihî hadîsâ(hadîsen), fe lemmâ nebbeet bihî
ve azherehullâhu aleyhi arrefe ba’dahu ve a’rada an ba’d(ba’dın), fe lemmâ nebbeehâ bihî kâlet
men enbeeke hâzâ, kâle nebbeeniyel alîmul habîr(habîru).
Nebî, bazı zevcelerine sır olan bir sözü gizlice söylemişti. Fakat onu (o sırrı) başkasına haber
verince Allah, ona (durumu) izhar etti (peygamberine bildirdi). (Nebî de) bazısını açıkladı ve
bazısını (bildirmekten) vazgeçti. Ona (zevcesine) onu (bunu bildiğini) haber verdiği zaman,
(zevcesi): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. (Nebî): “Bana Alîm (en iyi bilen) ve Habîr
(herşeyden haberdar) olan bildirdi.” dedi.
66/TAHRÎM-4: İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe
huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihul mû’minîn(mû’minîne), vel melâiketu ba’de zâlike
zahîr(zahîrun).
Siz ikiniz de Allah'a tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de kalbi kaymıştı. Ve
eğer O'na (Hz. Peygamber (S.A.V)'e) karşı yardımlaşırsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, O;
O'nun (Hz. Peygamber (S.A.V)'in) Mevlâsı'dır, Cibril (A.S) ve mü'minlerin salih olanları ve
bunlardan başka melekler de O'na zahirdirler (yardımcıdırlar).
66/TAHRÎM-5: Asâ rabbuhû in tallakakunne en yubdilehû ezvâcen hayren min kunne
muslimâtin mû’minâtin kânitâtin tâibâtin âbidâtin sâihâtin seyyibâtin ve ebkârâ(ebkâren).
Eğer (o) sizi boşarsa, onun Rabbinin, onun için sizin yerinize, sizden daha hayırlı olan müslüman
(Allah'a teslim olmuş) kadınlar, mü'min kadınlar, kanitin olan kadınlar, tövbe eden kadınlar, kul
olan kadınlar, oruç tutan kadınlar, dul ve bakire olan kadınlardan zevceler (eşler) ile değiştirmesi
umulur.
66/TAHRÎM-6: Yâ eyyuhellezîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâren vakûduhân nâsu vel
hicâretu aleyhâ melâiketun gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ
yu’merûne.
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve
ailenizi koruyun. Onun üzerinde çok güçlü ve çok sert (acımasız) melekler vardır. Allah'ın onlara
emrettiği şeyde, Allah'a asi olmazlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.
66/TAHRÎM-7: Yâ eyyuhellezîne keferû lâ ta’tezirûl yevm(yevme), innemâ tuczevne mâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Ey inkâr edenler! O gün özür beyan etmeyin. Siz sadece yapmış olduğunuz şeylerin karşılığı olarak
cezalandırılacaksınız.
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum
en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ
yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi
eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in
kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki
Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah,
nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar.
“Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak
ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
66/TAHRÎM-9: Yâ eyyuhen nebiyyu câhidil kuffâre vel munâfikîne vagluz aleyhim, ve
me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Ey nebî! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et. Ve onlara galiz (sert) davran. Onların mevası
(barınacağı yer) cehennemdir. Ve ne kötü varış yeri. 4
66/TAHRÎM-10: Dareballâhu meselen lillezîne keferûmreete nûhın vemreete lût(lûtın), kânetâ
tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni fe hânetâhumâ fe lem yugniyâ anhumâ minallâhi şey’en ve
kîledhulen nâre mead dâhılîn(dâhilîne).
Allah, kâfirlere, Hz. Nuh'un ve Hz. Lut'un hanımını örnek verdi. İkisi de, salih kullarımızdan iki
kulumuzun (nikâhı) altındaydı. Fakat ikisi de ihanet etti. Bu yüzden ikisine de, Allah'tan bir şeye
(azaba) karşı, onlardan (eşlerinden) bir fayda olmadı (onları kurtaramadılar). Ve onlara: “İkiniz de
ateşe girenlerle beraber (ateşe) girin.” denildi.
66/TAHRÎM-11: Ve dareballâhu meselen lillezîne âmenûmreete fir’avn(fir’avne), iz kâlet
rabbibni lî indeke beyten fîl cenneti ve neccinî min fir’avne ve amelihî ve neccinî minel kavmiz
zâlimîn(zâlimîne).
Ve Allah, âmenû olanlara firavunun eşini örnek verdi: “Rabbim, Senin katında cennette benim için
bir ev inşa et ve beni firavundan ve onun yaptıklarından kurtar. Ve zalimler kavminden beni
kurtar.” demişti.
66/TAHRÎM-12: Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve
saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne).
İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o,
Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.
TALÂK
Bismillâhirrahmânirrahîm
65/TALÂK-1: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ tallaktumun nisâe fe tallikûhunne li iddetihinne ve ahsûl
iddeh(iddete), vettekûllâhe rabbekum, lâ tuhricûhunne min buyûtihinne ve lâ yahrucne illâ en
ye’tîne bi fâhişetin mubeyyineh(mubeyyinetin), ve tilke hudûdullâh(hudûdullâhi), ve men
yeteadde hudûdallâhi fe kad zaleme nefseh(nefsetu), lâ tedrî leallallâhe yuhdısu ba’de zâlike
emrâ(emren).
Ey nebî! Kadınları boşadığınız zaman, o taktirde onların iddetlerini sayarak iddetlerinde boşayın.
Ve Rabbiniz Allah'a karşı takva sahibi olun. Onları evlerinden siz çıkartmayın. Size açıkça bir
fahişelikle gelmedikçe onlar da (evlerinden) çıkmasınlar. Ve bunlar, Allah'ın hudutlarıdır
(sınırlarıdır). Ve kim Allah'ın hudutlarını aşarsa, o taktirde kendi nefsine zulmetmiş olur.
Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş (yeni bir durum) husule getirir (başka bir kapı açar).
65/TALÂK-2: Fe izâ belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin evfârikûhunne bi
ma’rûfin ve eşhidû zevey adlin minkum ve ekîmûş şehâdete lillâh(lillâhi), zâlikum yûazu bihî
men kâne yû’minu billâhi vel yevmil âhir(âhiri), ve men yettekıllâhe yec’al lehu
mahrecâ(mahrecen).
Böylece onların (boşadığınız hanımlarınızın) bekleme süreleri tamamlandığı (iddetleri sona erdiği)
zaman artık onları marufla (örfe uygun olarak güzellikle ve iyilikle) tutun (barındırın) veya marufla
onlardan ayrılın (onları iyilikle serbest bırakın). Ve sizden adalet sahibi iki kişi şahitlik etsin (şahit
olsun). Şahitliği Allah için yapın. Allah'a ve ahir güne (Allah'a ulaşma gününe) inanan kimseye işte
bununla vaazedilir (böyle yapması istenir). Ve kim Allah'a karşı takva sahibi olursa, (Allah) ona bir
çıkış yeri nasip kılar.
65/TALÂK-3: Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib(yahtesibu), ve men yetevekkel alâllâhi fe huve
hasbuh(hasbuhu), innallâhe bâligu emrih(emrihî), kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ(kadren).
Ve hesap etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse,
artık ona O (Allah) kâfidir. Muhakkak ki Allah, emrini (işini) yerine getirendir. Allah herşey için
bir kader tayin etmiştir. 4
65/TALÂK-4: Vellâî yeisne minel mahîdı min nisâikum inirtebtum fe iddetuhunne selâsetu
eşhurin vellâî lem yahıdn(yahıdne), ve ulâtul ahmâli eceluhunne en yada’ne
hamlehunn(hamlehunne), ve men yettekıllâhe yec’al lehu min emrihî yusrâ(yusren).
Ve eğer hayzdan (adetten) kesilmiş olan kadınlarınızdan şüphe ederseniz, o taktirde onların iddeti
(müddeti) 3 aydır ve henüz hayz (adet) olmamış kadınların da (iddeti 3 ay). Yüklü olan (hamile)
kadınların müddetleri ise yüklerini bırakıncaya (doğum yapana) kadardır. Ve kim Allah'a karşı
takva sahibi olursa, (Allah) işinde ona kolaylık sağlar.
65/TALÂK-5: Zâlike emrullâhi enzelehû ileykum, ve men yettekıllâhe yukeffir anhu seyyiâtihî ve
yu’zım lehû ecrâ(ecren).
İşte bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Ve kim Allah'a karşı takva sahibi olursa, onun günahlarını
örter. Ve onun ecrini azamî artırır.
65/TALÂK-6: Eskinû hunne min haysu sekentum min vucdikum ve lâ tudârrûhunne li
tudayyikû aleyhinn(aleyhinne), ve in kunne ulâti hamlin fe enfikû aleyhinne hattâ yeda’ne
hamle hunn(hunne), fe in erda’ne lekum fe âtûhunne ucûre hunn(hunne), ve’temirû beynekum
bi ma’rûf(ma’rûfin), ve in teâsertum fe se turdıu lehû uhrâ.
Sizin ikâmet ettiğiniz yerin bir kısmında, gücünüz yettiği kadar onları oturtun. Ve onları sıkıntıya
düşürmek için onlara zarar vermeyin ve eğer onlar yüklü (hamile) iseler, o taktirde yüklerini
bırakıncaya (doğum oluncaya) kadar onlara infâk edin (nafakalarını verin). Ve eğer bundan sonra
sizin için emzirirlerse, o zaman onların ücretlerini verin. Ve maruf ile aranızda görüşün. Ve eğer bir
güçlüğünüz olursa (zorlanırsanız), o taktirde onu bir başkasına emzirteceksiniz.
65/TALÂK-7: Li yunfık zû seatin min seatih(seatihî), ve men kudire aleyhi rızkuhu fel yunfik
mimmâ âtâhullâh(âtâhullâhu), lâ yukellifullâhu nefsen illâ mâ âtâhâ, seyec’alullâhu ba’de
usrin yusrâ(yusren).
Geniş imkân sahibi olan, geniş imkânlarından infâk etsin (nafaka versin). Ve kim, üzerindeki rızkı
az ise, o taktirde Allah'ın ona verdiğinden infâk etsin. Allah kimseyi, ona verdiğinden fazlası ile
mükellef (sorumlu) tutmaz. Allah, zorluktan sonra kolaylık verecektir.
65/TALÂK-8: Ve keeyyin min karyetin atet an emri rabbihâ ve rusulihî fe hâsebnâhâ hisâben
şedîden ve azzebnâhâ azâben nukrâ(nukren).
Ve nice ülkeler Rab'lerinin ve O'nun Resûlleri'nin emrine itaat etmediler (haddi aştılar). Bu sebeple
onları şiddetli bir hesaba çektik. Ve onları çok korkunç azapla azaplandırdık.
65/TALÂK-9: Fe zâkat ve bâle emrihâ ve kâne âkıbetu emrihâ husrâ(husren).
Böylece (o ülke halkları) işlerinin vebalini tattı. Ve onların işlerinin sonu hüsran oldu.
65/TALÂK-10: E addallâhu lehum azâben şedîden fettekûllâhe yâ ulîl elbâb(elbâbi), ellezîne
âmenû, kad enzelallâhu ileykum zikrâ(zikren).
Allah onlar için çok şiddetli azap hazırladı. Ey âmenû olan ulûl'elbab! Öyleyse Allah'a karşı (daha
üst takva ile) takva sahibi olun. Allah size zikri (Kur'ân'ı) indirmiştir.
65/TALÂK-11: Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs
sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû'min billâhi ve ya'mel sâlihan yudhilhu
cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu
rızkâ(rızkan).
Resûl, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (salih amel,
yani nefs tezkiyesi) yapanları, karanlıklardan nura çıkarmak için size Allah'ın âyetlerini açıklayarak
okur. Ve kim, Allah'a îmân ederse ve salih (nefsi ıslâh eden) amel işlerse onu, içinde ebediyyen
kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere dahil eder (koyar). Allah('ın Zat'ı), onun (resûl)
için en güzel rızık olmuştur. 4
65/TALÂK-12: Allâhullezî halaka seb'a semâvâtin ve minel ardı mislehunn(mislehunne),
yetenezzelul emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad
ehâta bi kulli şey'in ilmâ(ilmen).
O Allah ki, yedi kat gökleri ve yerden de onların misli kadarını (yedi kat yerleri) yarattı. Allah'ın
herşeye kaadir olduğunu ve Allah'ın herşeyi ilmen (ilmi ile) ihata etmiş olduğunu (kuşattığını)
bilmeniz için emir, onların arasında (gökler ve yerler arasında) devamlı iner.
TÂRIK
Bismillâhirrahmânirrahîm
86/TÂRIK-1: Ves semâi vet târık(târıkı).
Semaya ve Tarık'a andolsun.
86/TÂRIK-2: Ve mâ edrâke met târik(târiku).
Ve Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir?
86/TÂRIK-3: En necmus sâkıb(sâkıbu).
(O) parlak ışığı ile karanlığı delen bir yıldızdır.
86/TÂRIK-4: İn kullu nefsin lemmâ aleyhâ hâfız(hâfızun).
Bütün nefslerin üzerinde mutlaka muhafız (gözleyici ve koruyucu) vardır.
86/TÂRIK-5: Fel yenzuril insânu mimme hulık(hulıka).
Artık insan neden yaratıldığına baksın.
86/TÂRIK-6: Hulika min mâin dâfik(dâfikın).
Kuvvetle atılan bir sıvıdan yaratıldı.
86/TÂRIK-7: Yahrucu min beynis sulbi vet terâib(terâibi).
(O sıvı), omurga ile göğüs kafesi arasından (orada bulunan iki sinir merkezinin organize çalışması
sonucu) çıkar.
86/TÂRIK-8: İnnehu alâ rec’ıhî le kâdir(kâdirun).
Muhakkak ki O (Allah), onu (insanı) hayata geri döndürmeye (tekrar diriltmeye) elbette kaadirdir.
86/TÂRIK-9: Yevme tubles serâir(serâiru).
Gizli şeylerin açıklanacağı gün.
86/TÂRIK-10: Femâ lehu min kuvvetin ve lâ nâsır(nâsırın).
Artık onun bir gücü, kuvveti olmaz ve bir yardımcı da yoktur.
86/TÂRIK-11: Ves semâi zâtir rec’(rec’ı).
Ve dönüş sahibi semaya andolsun.
86/TÂRIK-12: Vel ardı zâtis sad’(sad’ı).
Ve yarıklara sahip arza andolsun.
86/TÂRIK-13: İnnehu le kavlun fasl(faslun).
Muhakkak ki o, gerçekten (hakkı bâtıldan) ayıran bir sözdür.
86/TÂRIK-14: Ve mâ huve bil hezl(hezli).
Ve o, sıradan bir söz değildir.
86/TÂRIK-15: İnnehum yekîdûne keydâ(keyden).
Muhakkak ki onlar, hile yaparak tuzak kuruyorlar.
86/TÂRIK-16: Ve ekîdu keydâ(keyden).
Ve Ben de hile yaparak tuzak kurarım. 4
86/TÂRIK-17: Fe mehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ(ruveyden).
Artık kâfirlere mühlet ver, onlara biraz süre tanı.
TEBBET (MESED)
Bismillâhirrahmânirrahîm
111/TEBBET (MESED)-1: Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe).
Ebu Leheb'in iki eli kurudu ve helâk oldu.
111/TEBBET (MESED)-2: Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb(kesebe).
Ona malı ve kazandıkları bir fayda vermedi.
111/TEBBET (MESED)-3: Se yaslâ nâren zâte leheb(lehebin).
Alevli ateşe atılacak.
111/TEBBET (MESED)-4: Vemreetuh(vemreetuhu), hammâletel hatab(hatabi).
Ve onun, odun taşıyan kadını da.
111/TEBBET (MESED)-5: Fî cîdihâ hablun min mesed(mesedin).
Onun boynunda mesedden (bükülmüş liften) bir ip vardır.
TEGÂBUN
Bismillâhirrahmânirrahîm
64/TEGÂBUN-1: Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), le hul mulku ve le hul
hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur ve hamd O'nadır. Ve O, herşeye
Kaadir'dir (gücü yetendir).
64/TEGÂBUN-2: Huvellezî halakakum fe minkum kâfiru ve minkum mû'min(mû'minun),
vallâhu bimâ ta’melûne basîr(basîrun).
Sizi yaratan O'dur. Buna rağmen sizin bir kısmınız kâfir ve bir kısmınız mü'min. Ve Allah,
yaptıklarınızı en iyi görendir.
64/TEGÂBUN-3: Halakas semâvâti vel arda bil hakkı ve savverekum fe ahsene suverekum ve
ileyhil masîr(masîru).
Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Ve size suret (şekil) verdi. Sonra sizin suretlerinizi ahsen yaptı. Ve
varış (ulaşma), O'nadır (ulaşılacak makam, O'dur, O'nun Zat'ıdır).
64/TEGÂBUN-4: Ya’lemu mâ fîs semâvâti vel ardı ve ya’lemu mâ tusirrûne ve mâ
tu’linûn(tu’linûne), vallâhu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Göklerde ve yerde olanları bilir. Ve gizlediklerinizi, açıkladıklarınızı bilir. Ve Allah, sadırlarda
(gönüllerde) olanı en iyi bilendir.
64/TEGÂBUN-5: E lem ye’tikum nebeûllezîne keferû min kablu fe zâkû ve bâle emrihim ve
lehum azâbun elîm(elîmun).
Daha önce inkâr edenlerin haberi size gelmedi mi? O zaman onlar, işlerinin vebalini tattılar. Ve
onlar için elîm azap vardır.
64/TEGÂBUN-6: Zâlike bi ennehu kânet te'tîhim rusuluhum bil beyyinâti fe kâlû e beşerun
yehdûnenâ fe keferû ve tevellev vestagnâllâh(vestagnâllâhu), vallâhu ganiyyun
hamîd(hamîdun).
İşte bu, onlara resûlleri beyyineler (açık deliller) getirdiği zaman: “Bir beşer mi bizi hidayete
erdirecek?” demeleri sebebiyledir. Böylece inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Ve Allah, müstağni 4
olduğunu (Kendisinin hiçbir şeye ve de onların îmânlarına da ihtiyacı olmadığını) gösterdi. Ve
Allah; Gani'dir, Hamîd'dir.
64/TEGÂBUN-7: Zeamellezîne keferû en len yub’asû, kul belâ ve rabbî le tub’asunne summe le
tunebbeunne bimâ amiltum, ve zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
İnkâr edenler, asla beas edilmeyecekleri (tekrar diriltilmeyecekleri) zannında bulundular. De ki:
“Hayır, Rabbime andolsun! Elbette beas edileceksiniz. Sonra yaptığınız amelleriniz mutlaka size
haber verilecek.” Ve bu, Allah için kolaydır.
64/TEGÂBUN-8: Fe âmınû billâhi ve resûlihî ven nûrillezî enzelnâ, vallâhu bimâ ta’melûne
habîr(habîrun).
Artık Allah'a, O'nun Resûl'üne ve indirdiğimiz Nur'a îmân edin. Ve Allah, yaptıklarınızdan
haberdar olandır.
64/TEGÂBUN-9: Yevme yecmeukum li yevmil cem’i zâlike yevmut tegâbun(tegâbuni), ve men
yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel
enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Sizi toplanma günü için biraraya toplayacağı gün, işte o, aldanma günüdür. Ve kim Allah'a îmân
eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, onun seyyiatini (günahlarını) örter. Ve orada ebediyyen
kalmak üzere, altından nehirler akan cennetlere koyar. İşte bu fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).
64/TEGÂBUN-10: Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâri hâlidîne fîhâ ve
bi’sel masîr(masîru).
Âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar; işte onlar, ateş ehlidirler, orada (cehennemde)
ebediyyen kalacak olanlardır. Ve (o) ne kötü varış yeri (ulaşılacak yer).
64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi
yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa),
(Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
64/TEGÂBUN-12: Ve etîûllâhe ve etîûr resûl(resûle), fe in tevelleytum fe innemâ alâ resûlinel
belâgul mubîn(mubînu).
Ve Allah'a itaat edin. Ve Resûl'e itaat edin. Eğer hâlâ yüz çevirirseniz, bundan sonra resûlümüzün
üzerinde olan (sorumluluk), sadece apaçık tebliğdir.
64/TEGÂBUN-13: Allâhu lâ ilâhe illâ huve, ve alâllâhi fel yetevekkelil mû’minûn(mû’minûne).
Allah; O'ndan başka İlâh yoktur. Ve mü'minler artık Allah'a tevekkül etsinler.
64/TEGÂBUN-14: Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum
fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki, sizin zevcelerinizden ve
evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. Artık onlardan sakının. Ve eğer onları affeder,
kusurlarına bakmazsanız ve bağışlarsanız, o taktirde muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
64/TEGÂBUN-15: İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun), vallâhu indehû ecrun
azîm(azîmun).
Oysa sizin mallarınız ve evlâtlarınız fitnedir (imtihandır). Ve Allah ki, ecrun azîm (en büyük
mükâfat) O'nun indindedir (katındadır).
64/TEGÂBUN-16: Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve
men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Artık Allah'a karşı gücünüzün yettiği kadar (en üst seviyede) takva sahibi olun. Dinleyin ve itaat
edin! Ve kendiniz için hayır olarak infâk edin (verin). Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini
korursa (sakındırırsa), o taktirde işte onlar; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir. 4
64/TEGÂBUN-17: İn tukridûllâhe kardan hasenen yudâıfhu lekum ve yagfir lekum, vallâhu
şekûrun halîm(halîmun).
Eğer Allah'a güzel bir borç verirseniz, onu size kat kat arttırarak öder ve sizi mağfiret eder. Ve
Allah; Şekur'dur (şükredilendir, şükrün karşılığını verendir), Halîm'dir.
64/TEGÂBUN-18: Âlimul gaybi veş şehâdetil azîzul hakîm(hakîmu).
Gaybı (görünmeyeni) ve şahadet edileni (görüleni) bilendir. Azîz'dir, Hakîm'dir.
TEKÂSUR
Bismillâhirrahmânirrahîm
102/TEKÂSUR-1: Elhâkumut tekâsur(tekâsuru).
Çoklukla (mal, mülk, evlât ile) övünmeniz sizi oyaladı.
102/TEKÂSUR-2: Hattâ zurtumul mekâbir(mekâbire).
Hatta kabirleri ziyaret ettiniz (ölülerinizi bile sayarak çoklukla övündünüz).
102/TEKÂSUR-3: Kellâ sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Hayır! Siz yakında bileceksiniz.
102/TEKÂSUR-4: Summe kellâ sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Sonra, hayır! (Öyle olmadığını) Siz yakında bileceksiniz.
102/TEKÂSUR-5: Kellâ lev ta’lemûne ilmel yakîn(yakîni).
Hayır, keşke siz, İlm'el Yakîn (kesin bilgi) ile bilseydiniz.
102/TEKÂSUR-6: Le terevunnel cahîm(cahîme).
Mutlaka cahîmi (alevli ateşi) göreceksiniz.
102/TEKÂSUR-7: Summe le terevunnehâ aynel yakîn(yakîni).
Sonra mutlaka onu Ayn'el Yakîn ile (gözünüzle) göreceksiniz.
102/TEKÂSUR-8: Summe le tus’elunne yevmeizin anin naîm(naîmi).
Sonra izin günü mutlaka ni'metlerden sorgulanacaksınız.
TEKVÎR
Bismillâhirrahmânirrahîm
81/TEKVÎR-1: İzeş şemsu kuvviret.
Güneş bürülüp dürüldüğü zaman.
81/TEKVÎR-2: Ve izen nucûmun kederet.
Ve yıldızlar solduğu (enerjilerini tükettiği) zaman.
81/TEKVÎR-3: Ve izelcibâlu suyyiret.
Ve dağlar yürütüldüğü zaman.
81/TEKVÎR-4: Ve izel ışâru uttılet.
Ve yüklü develer salındığı (başıboş bırakıldığı), kıymetli dünya malları terkedildiği zaman.
81/TEKVÎR-5: Ve izel vuhûşu huşiret.
Ve vahşi hayvanlar toplandığı zaman.
81/TEKVÎR-6: Ve izel bihâru succiret.
Ve denizler ateşlendiği zaman.
81/TEKVÎR-7: Ve izen nufûsu zuvvicet. 4
Ve nefsler eşleştirildiği (fizik vücutla birleştiği) zaman.
81/TEKVÎR-8: Ve izel mev’udetu suilet.
Ve diri olarak toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman.
81/TEKVÎR-9: Bi eyyi zenbin kutilet.
Hangi günah sebebi ile öldürüldü?
81/TEKVÎR-10: Ve izes suhufu nuşiret.
Ve sayfalar (amel defteri) açıldığı (hayat filmi oynatıldığı) zaman.
81/TEKVÎR-11: Ve izes semâu kuşitat.
Ve sema (mekânlarından) sıyrılıp kaldırıldığı (perdeler açıldığı) zaman.
81/TEKVÎR-12: Ve izel cahîmu su’ıret.
Ve cehennem kızıştırıldığı (şiddetle alevlendirildiği) zaman.
81/TEKVÎR-13: Ve izel cennetu uzlifet.
Ve cennet yaklaştırıldığı zaman.
81/TEKVÎR-14: Alimet nefsün mâ ahdaret.
Her nefs, hazırlamış olduğunu bilmiş olacak (hayat filminde yaptıklarının hepsini görecek).
81/TEKVÎR-15: Fe lâ uksimu bil hunnes(hunnesi).
Bundan sonra hayır, hünnese (merkezî çekim kuvvetine) yemin ederim.
81/TEKVÎR-16: El cevâril kunnes(kunnesi).
Cevalan edene (merkezî çekim kuvvetinin etrafında, yörüngede dönene).
81/TEKVÎR-17: Vel leyli izâ as’as(as’ase).
Ve kararmaya başladığı an geceye.
81/TEKVÎR-18: Ves subhı izâ teneffes(teneffese).
Ve ağarmaya başladığı zaman sabaha (yemin ederim ki).
81/TEKVÎR-19: İnnehu le kavlu resûlin kerîm(kerîmin).
Muhakkak ki O (Kur'ân), gerçekten Kerim Resûl'ün sözüdür.
81/TEKVÎR-20: Zî kuvvetin ınde zil arşi mekîn(mekînin).
Yüce arşın sahibinin yanında büyük şeref (makam ve itibar) sahibidir.
81/TEKVÎR-21: Mutâın semme emîn(emînin).
O, kendisine itaat edilen, orada emin olandır.
81/TEKVÎR-22: Ve mâ sâhıbukum bi mecnûn(mecnûnin).
Ve sizin arkadaşınız mecnun (deli) değildir.
81/TEKVÎR-23: Ve lekad reâhu bil ufukıl mubîn(mubîni).
Ve andolsun (resûl), O'nu (Cebrail A.S'ı) ufukta apaçık gördü.
81/TEKVÎR-24: Ve mâ huve alel gaybi bi danîn(danînin).
Ve o, gaybta vahyolunanı saklayıcı değildir (aynen tebliğ eder).
81/TEKVÎR-25: Ve mâ huve bi kavli şeytânin recîm(recîmin).
Ve O (Kur'ân), taşlanmış şeytanın sözü değildir.
81/TEKVÎR-26: Fe eyne tezhebûn(tezhebûne).
Öyleyse siz nereye gidiyorsunuz?
81/TEKVÎR-27: İn huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
O sadece âlemler için bir zikirdir. 4
81/TEKVÎR-28: Li men şâe minkum en yestekîm(yestekîme).
O, içinizden, istikamet üzere olmak (Allah'a yönelmek) isteyen kimse içindir.
81/TEKVÎR-29: Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
Ve âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
TEVBE
9/TEVBE-1: Berâetun minallâhi ve resûlihî ilellezîne âhedtum minel muşrikîn (muşrikîne).
Müşriklerden, ahd aldığınız kimselere Allah'tan ve O'nun resûlünden bir beraattir (bir ihtardır).
9/TEVBE-2: Fesîhû fil ardı erbeate eşhurin va'lemû ennekum gayru mu'cizîllâhi ve ennallâhe
muhzîl kâfirîn(kâfirîne).
Artık yeryüzünde dört ay dolaşın. Ve muhakkak ki siz, Allah'ı aciz bırakamayacağınızı ve Allah'ın
kâfirleri alçaltıcı olduğunu biliniz.
9/TEVBE-3: Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilen nâsi yevmel haccıl ekberi ennallâhe berîun
minel muşrikîne ve resûluh (resûluhu), fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum
fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm(elîmin).
Ve büyük hac (Hacc'ul ekber) günü, Allah'tan ve O'nun resûlünden insanlara bir bildiridir (ilândır).
Muhakkak ki; Allah ve O'nun resûlü, müşriklerden berîdir (uzaktır). Bundan sonra eğer tövbe
ederseniz, artık o (tövbe etmeniz) sizin için daha hayırlıdır ve eğer yüz çevirirseniz, siz Allah'ı aciz
bırakamayacağınızı biliniz. Ve kâfir kimseleri elîm bir azap ile uyar (ikaz et).
9/TEVBE-4: İllellezîne âhedtum minel muşrikîne summe lem yankusûkum şey'en ve lem
yuzâhirû aleykum ehaden fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim, innallâhe yuhıbbul
muttekîn (muttekîne).
Müşriklerden ahd aldığınız kimselerden, sonradan sizden bir şey eksiltmeyenler ve size karşı
birisiyle (hiç kimseyle) yardımlaşmayanlar müstesna. O taktirde onlara, onların müddetine kadar
ahdlerini tamamlayın. Muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
9/TEVBE-5: Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulûl muşrikîne haysu vecedtumûhum ve
huzûhum vahsurûhum vak'udû lehum kulle marsad (marsadin), fe in tâbû ve ekâmûs salâte ve
âtûz zekâte fe hallû sebîlehum, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Böylece haram aylar çıktığı zaman artık müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün ve onları yakalayın
ve onları muhasara edin (kuşatın). Gözetleme yerlerinin hepsine oturun (onları gözaltında tutun).
Bundan sonra eğer tövbe ederlerse ve namaz kılar ve zekât verirlerse o taktirde onların yolunu
serbest bırakın. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
9/TEVBE-6: Ve in ehadun minel muşrikînestecâreke fe ecirhu hattâ yesmea kelâmallâhi summe
eblighu me'meneh(me'menehu), zâlike bi ennehum kavmun lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Ve eğer müşriklerden birisi senden yardım isterse, o taktirde, Allah'ın kelâmını işitinceye kadar onu
himaye et. Sonra onu emin olduğu yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından
dolayıdır.
9/TEVBE-7: Keyfe yekûnu lil muşrikîne ahdun ındallâhi ve ınde resûlihî illellezîne âhedtum
ındel mescidil harâm(harâmi), fe mestekâmû lekum festekîmû lehum, innallâhe yuhıbbul
muttekîn(muttekîne).
Allah'ın ve O'nun resûlünün yanında müşriklerin nasıl bir ahdi olur? Mescid-i Haram yanında ahd
aldığınız kimseler müstesna. Artık sizin için ikâme ettikleri şeyde (ahdlerini tutarlarsa) siz de onlar
için ikâme edin (ahdinizi yerine getirin). Muhakkak ki Allah; takva sahiplerini sever.
9/TEVBE-8: Keyfe ve in yazherû aleykum lâ yerkubû fîkum illen ve lâ zimmeh (zimmeten),
yurdûnekum bi efvâhihim ve te'bâ kulûbuhum, ve ekseruhum fâsikûn(fâsikûne). 4
Nasıl (ahdleri) olabilir ki? Eğer size karşı kuvvetlenirlerse (birbirlerine arka çıkarlarsa) sizin
hakkınızda bir yakınlık (akrabalık) ve bir zimmet (ahdlerinizden dolayı sahip olduğunuz hakları)
gözetmezler ve onların kalpleri direndiği halde sizi ağızlarıyla (sözleriyle) razı ederler ve onların
çoğu fasıklardır.
9/TEVBE-9: İşterev bi âyâtillâhi semenen kalîlen fe saddû an sebîlih(sebîlihî),innehum sâe mâ
kânû ya'melûn(ya'melûne).
Allah'ın âyetlerini az bir bedele sattılar. Böylece O'nun (Allah'ın) yolundan (insanları) men ettiler
(Sıratı Mustakîm'e insanların ulaşmasına mani oldular). Muhakkak ki; onların yapmış oldukları
kötü (fena) bir şey (muhakkak ki; onlar, kötü bir şey yapmış oldular).
9/TEVBE-10: Lâ yerkubûne fî mu'minin illen ve lâ zimmeh(zimmeten), ve ulâike humul
mu'tedûn(mu'tedûne).
Mü'minler hakkında bir yakınlık ve bir zimmet gözetmezler (mü'minlerin alacaklarını ödemezler).
İşte onlar, onlar hakka tecavüz edenler (haddi aşanlar)dır.
9/TEVBE-11: Fe in tâbû ve ekâmus salâte ve âtuz zekâte fe ıhvânukum fîd dîn (dîni), ve
nufassılul âyâti li kavmin ya'lemûn(ya'lemûne).
Bundan sonra eğer onlar, (resûlün önünde Allah'a ulaşmayı dileyerek) tövbe ederlerse ve namazı
ikâme ederlerse (kılarlarsa) ve zekâtı verirlerse artık (onlar), sizin dînde kardeşlerinizdir. Ve bilen
bir kavim (topluluk) için âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz.
9/TEVBE-12: Ve in nekesû eymânehum min ba'di ahdihim ve ta'anû fî dînikum fe kâtilû
eimmetel kufri innehum lâ eymâne lehum leallehum yentehûn(yentehûne).
Ve ahdlerinden sonra şâyet yeminlerini bozarlarsa ve dîniniz hakkında dil uzatırlarsa o taktirde
küfrün önderleri ile savaşın. Çünkü onların (muhakkak ki; onların), yeminleri yoktur. Böylece
(umulur ki) vazgeçerler.
9/TEVBE-13: E lâ tukâtilûne kavmen nekesû eymânehum ve hemmû bi ihrâcir resûli ve hum
bedeûkum evvele merreh(merretin), e tahşevnehum, fallâhu ehakku en tahşevhu in kuntum
mu'minîn(mu'minîne).
Yeminlerini bozan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Ve (onlar) resûlü (yurdundan) çıkarmaya
kalkıştılar (karar verdiler) ve sizinle (savaşa) ilk defa başlayanlar onlardır. Onlardan korkuyor
musunuz? (Halbuki) Allah, şâyet mü'minlerseniz, O'ndan korkmanız için daha çok hak sahibidir.
9/TEVBE-14: Kâtilûhum yuazzibhumullâhu bi eydîkum ve yuhzihim ve yansurkum aleyhim ve
yeşfi sudûre kavmin mu'minîn(mu'minîne).
Onlarla savaşın. Allah sizin ellerinizle onları azaplandırır ve onları alçaltır. Ve onlara karşı size
yardım eder (zafere ulaştırır). Ve mü'minler kavminin göğüslerine şifa verir (iyileştirir, ferahlatır).
9/TEVBE-15: Ve yuzhib gayza kulûbihim, ve yetûbullâhu alâ men yeşâ'u, vallâhu alîmun
hakîm(hakîmun).
Ve onların kalplerindeki öfkeyi giderir. Ve Allah, dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Ve Allah;
Alîm'dir (bilen), Hakîm'dir (hikmet sahibi, hüküm sahibi).
9/TEVBE-16: Em hasibtum en tutrekû ve lemmâ ya'lemillâhullezîne câhedû minkum ve lem
yettehızû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lel mu'minîne ve lîceh(lîceten), vallâhu habîrun bi mâ
ta'melûn(ta'melûne).
Yoksa siz Allah'ın, sizden savaşanları ve Allah'tan ve O'nun resûlünden ve mü'minlerden başkasını
dost edinmeyenleri bilmesine rağmen, bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptığınız şeylerden
haberdardır.
9/TEVBE-17: Mâ kâne lil muşrikîne en ya'murû mesâcidallâhi şâhidîne alâ enfusihim bil
kufr(kufri), ulâike habitat a'mâluhum ve fîn nâri hum hâlidûn (hâlidûne). 4
Müşriklerin, Allah'ın mescidlerini imar etmeleri olmaz. Kendilerinin (nefslerinin) küfürlerine
(inkârlarına, kâfirliklerine) şahitler iken. İşte onların amelleri heba olmuştur. Ve onlar, ateşte ebedî
kalacak olanlardır.
9/TEVBE-18: İnnemâ ya'muru mesâcidallâhi men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve ekâmes
salâte ve âtez zekâte ve lem yahşe illâllâhe fe asâ ulâike en yekûnû minel muhtedîn(muhtedîne).
Allah'ın mescidlerini ancak, Allah'a ve ahiret gününe (ruhu ölmeden evvel Allah'a ulaştırma
gününe) îmân eden ve namazı ikame eden ve zekât veren ve Allah'tan başkasından korkmayan
kimseler imar eder. İşte onların böylece hidayete erenlerden olması umulur.
9/TEVBE-19: E cealtum sikâyetel hâcci ve ımâretel mescidil harâmi ke men âmene billâhi vel
yevmil âhıri ve câhede fî sebilillâh(sebilillâhi), lâ yestevûne ındallâh(ındallâhi), vallâhu lâ yehdîl
kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Siz hac edenlere su verilmesini, Mescid-i Haram'ın imar edilmesini, Allah'a ve yevm'il âhire îmân
eden ve Allah yolunda cihad eden kimse gibi (onunla bir) mi tuttunuz? (Onlar) Allah katında
müsavi (eşit) değildir. Ve Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
9/TEVBE-20: Ellezîne amenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim
a'zamu dereceten ındallâh(ındallâhi) ve ulâike humul fâizûn (fâizûne).
Âmenû olan ve hicret (göç) eden kimselerin, malları ve canları ile Allah yolunda cihad eden
kimselerin, Allah'ın katında en büyük dereceleri vardır. Ve işte onlar, onlar kurtuluşa erenlerdir.
9/TEVBE-21: Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ
naîmun mukîm(mukîmun).
Rab'leri, kendinden (O'ndan) bir rahmet ile ve bir rıdvan (razı oluş ile) ve cennetler ile onları
müjdeler. Onlar için, orada devamlı (daimî) ni'metler vardır.
9/TEVBE-22: Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), innallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).
(Onlar), orada ebedî (sonsuz) kalıcıdırlar. Muhakkak o Allah ki; O'nun katında, ecrul azîm (büyük
bir ecir, bedel) vardır.
9/TEVBE-23: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbûl
kufre alel îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! Îmâna karşı (îmânın üstüne), îmândan üstün tutarak şâyet küfrü severlerse
babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Ve sizden kim onlara dönerse işte onlar, onlar
zalimlerdir.
9/TEVBE-24: Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum
ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe
ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye' tiyallâhu bi
emrih(emrihî), vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).
De ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve zevceleriniz ve aşiretiniz ve
kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından (satışının durmasından) korktuğunuz ticaret ve razı
olduğunuz (hoşunuza giden) evler, Allah'tan ve O'nun resûlünden ve O'nun (Allah'ın) yolunda
cihad etmekten size daha sevgili ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve Allah,
fasıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.
9/TEVBE-25: Lekad nasarakumullâhu fî mevâtıne kesîretin ve yevme huneynin iz a'cebetkum
kesretukum fe lem tugni ankum şey'en ve dâkat aleykumul ardu bi mâ rehubet summe velleytum
mudbirîne.
Andolsun ki; Allah, size birçok savaş yerinde ve Huneyn günü yardım etti. Çokluğunuz hoşunuza
gittiği halde (hoşunuza gitmesine rağmen) artık size bir fayda (bir şey) vermedi. Yeryüzünün
genişliğine rağmen size dar geldi. Sonra arkanıza geri döndünüz. 4
9/TEVBE-26: Summe enzelallâhu sekînetehu alâ resûli-hî ve alel mu'minîne ve enzele cunûden
lem terev-hâ ve azzebellezîne keferû ve zâlike cezâul kâfirîn(kâfirîne).
Sonra Allah, resûlünün ve mü'minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve sizin onu göremediğiniz bir
ordu indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. Ve işte bu, kâfirlerin cezasıdır.
9/TEVBE-27: Summe yetûbullâhu min ba'di zâlike alâ men yeşâ'u, vallâhu gafûrun
rahîm(rahîmun).
Daha sonra da bunun ardından Allah, dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Ve Allah, Gafur'dur
(mağfiret edendir) ve Rahîm'dir (rahmet nurunu yollayandır).
9/TEVBE-28: Yâ eyyuhellezîne âmenû innemâl muşrikûne necesun fe lâ yakrebul mescidel
harâme ba’de âmihim hâzâ ve in hıftum ayleten fe sevfe yugnîkumullâhu min fadlihî in şâe,
innallâhe alîmun hakîm(hakîmun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Müşrikler sadece bir necistir (pisliktir). Artık bu
yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Ve eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah şâyet
dilerse (Kendi) fazlından sizi yakında zenginleştirecektir. Muhakkak ki Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir.
9/TEVBE-29: Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhıri ve lâ yuharrimûne mâ
harremallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dînel hakkı minellezîne ûtûl kitâbe hattâ yu’tûl cizyete
an yedin ve hum sâgirûn(sâgirûne).
Kitap verilenlerden, Allah'a ve yevm'il âhire (Allah'a ulaşma gününe) inanmayan kimselerle ve
Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün haram ettiğini haram etmeyenlerle ve hak dîni, dîn edinmeyenlerle,
onlar küçük düşüp, cizyeyi elleriyle verinceye kadar savaşın.
9/TEVBE-30: Ve kâletil yahûdu uzeyrunibnullâhi ve kâletin nasârel
mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû
min kabl(kablu) kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu'fekûn(yu'fekûne).
Ve yahudiler: “Üzeyir Allah'ın oğludur.” dediler ve nasraniler: “Mesih Allah'ın oğludur.” dediler.
Onların ağızlarıyla söylediği bu sözler, daha önce inkâr eden kimselerin sözlerine benziyor. Allah
onları öldürsün. Nasıl da döndürülüyorlar.
9/TEVBE-31: İttehazû ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne
meryem(meryeme), ve mâ umirû illâ li ya'budû ilâhen vâhidâ (vâhiden),lâ ilâhe illâ huve,
subhânehu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Onlar, ahbarları (dîn adamlarını) ve ruhbanları (rahipleri) ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'tan başka
Rab'ler edindiler. Tek bir ilâha kul olmalarından başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh
yoktur. (Onların) şirk koştukları şeylerden O (Allah), münezzehtir.
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu
ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile
nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve
lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar
etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen odur.
9/TEVBE-34: Yâ eyyuhellezîne âmenû inne kesîren minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne
emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel
fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki; ahbarlardan (yahudi
âlimlerden) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu, mutlaka insanların mallarını bâtılla (boş yere,
haksız olarak) yerler ve Allah'ın yolundan engellerler (mani olurlar). Ve altın ve gümüşü biriktiren
ve onu Allah yolunda infâk etmeyen kimseler; artık onlara elîm azabı haber ver. 4
9/TEVBE-35: Yevme yuhmâ aleyhâ fî nâri cehenneme fe tukvâ bihâ cibâhuhum ve cunûbuhum
ve zuhûruhum, hâzâ mâ keneztum li enfusikum fe zûkû mâ kuntum teknizûn(teknizûne).
Cehennem ateşinde üzerlerinde (demir) kızdırıldığı gün, böylece onunla, onların alınları, yanları,
sırtları dağlanır. Bu, kendiniz (nefsiniz) için biriktirdiğiniz şeylerdir. Böylece biriktirmiş olduğunuz
şeyleri tadın!
9/TEVBE-36: İnne iddeteş şuhûri indallâhisnâ aşere şehren fî kitâbillâhi yevme halakas
semâvâti vel arda minhâ erbeatun huruma(hurumun) zâliked dînul kayyimu fe lâ tazlimû
fîhinne enfusekum ve kâtilûl muşrikîne kâffeten kemâ yukâtilûnekum kâffeh(kâffeten), va'lemû
ennallâhe meal muttekîn(muttekîne).
Muhakkak ki; Allah'ın kitabında (ifade edildiği üzere) ayların adedi, Allah'ın indinde semaların
(göklerin) ve yerin yaratıldığı gün (zaman) 12'dir (12 olarak dizayn edilmiştir). Onlardan dördü
haram (aylar)dır. Bu (dîn), kayyum olan dîndir. Artık onların içinde (o aylarda) nefslerinize
zulmetmeyin. Onların hepinizle savaştığı gibi müşriklerin hepsiyle savaşın. Ve biliniz ki,
muhakkak Allah, takva sahipleri ile beraberdir.
9/TEVBE-37: İnnemen nesîu ziyâdetun fîl kufri yudallu bihillezîne keferû yuhillûnehu âmen ve
yuharrimûnehu âmen li yuvâtiû iddete mâ harremallâhu fe yuhillû mâ
harremallâh(harremallâhu), zuyyine lehum sûu a'mâlihim, vallâhu lâ yehdîl kavmel
kâfirîn(kâfirîne).
(Haram ayları) terketmek (ertelemek) ancak küfürde artıştır. Kâfirler onunla saptırılır. Allah'ın
haram ettiği şeyin (haram ayların) adedinin (müddetinin) uyması için onu (tehir edilen, ertelenen
ayı) bir yıl helâl sayarlar ve onu (tehir edilen, ertelenen ayı) bir yıl haram sayarlar. Böylece Allah'ın
haram ettiği şeyi helâl sayarlar. Onların kötü amelleri onlara süslendi (güzel gösterildi). Ve Allah,
kâfir kavmi hidayete erdirmez.
9/TEVBE-38: Yâ eyyuhellezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilel
ard(ardi), e radîtum bil hayâtid dunyâ minel âhireh(âhireti), fe mâ metâul hayâtid dunyâ fîl
âhireti illâ kalîl(kalîlun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya inananlar)! Size ne oldu? Size, “Allah'ın
yolunda cihada çıkın (nefsinizle cihad ederek, ruhunuzu Allah'a ulaştırın) (düşmanlarınızla,
kâfirlerle cihad edin).” denildiği zaman, siz (bulunduğunuz) yere meyledip kaldınız (ruhunuz
Allah'a doğru yola çıkmadı) (İslâm ordusu içinde savaşa katılmadınız). Ahiretten (ruhunuzu Allah'a
ulaştırmaktan) (vazgeçip) dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya hayatının metaı (malı, faydası),
ahiretten (ruhu Allah'a ulaştırmaktan) daha azdır.
9/TEVBE-39: İllâ tenfirû yuazzibkum azâben elîmen ve yestebdil kavmen gayrekum ve lâ
tedurrûhu şey'â (şeyen), vallâhu alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Sefere çıkmanız (Allah'a ulaşmak için ruhunuzu Sıratı Mustakîm'e ulaştırmanız) hariç, (savaşa
gönüllü olarak katılmadığınız taktirde) size elîm bir azapla azap eder. Ve sizden başka bir kavimle
(sizi) değiştirir. O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir.
9/TEVBE-40: İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahrecehullezîne keferû sâniyesneyni iz
humâ fîl gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve
eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferûs suflâ, ve kelimetullâhi hiyel
ulyâ vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).
O'na sizin yardım etmeniz dışında (etmediğinizde) o zaman Allah, O'na (Resûl'e) yardım etmişti.
Kâfir olanlar, O'nu (Mekke'den) çıkardığı (çıkmaya mecbur ettikleri) zaman iki (kişi)nin ikincisi
idi. İkisi mağarada iken arkadaşına şöyle demişti: “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah, bizimle
beraber.” O zaman Allah, O'nun üzerine sekînetini indirdi.Ve O'nu göremediğiniz bir ordu ile
destekledi. Kâfirlerin sözünü sufli kıldı. Ve Allah'ın sözü; O, çok yücedir. Ve Allah; Azîz'dir
(üstündür), Hakîm'dir (hüküm sahibi ve hikmet sahibidir). 4
9/TEVBE-41: İnfirû hıfâfen ve sikâlen ve câhidû bi emvâlikum ve enfusikum fî
sebîlillâh(sebîlillâhi), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).
Hafif ve ağır (süvari ve piyade) olarak (sefere) çıkın ve mallarınızla ve canlarınızla (nefslerinizle)
Allah yolunda cihad edin (savaşın). İşte bu, eğer bilmiş olsanız, sizin için daha hayırlıdır.
9/TEVBE-42: Lev kâne aradan karîben ve seferen kâsıden lettebeûke ve lâkin beudet aleyhimuş
şukkah(şukkatu), ve seyahlifûne billâhi levisteta'nâ leharecnâ meakum, yuhlikûne enfusehum,
vallâhu ya'lemu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Eğer yakın olan bir dünya malı (ganimet) ve rahat bir sefer olsaydı, elbette sana tâbî olurlardı ve
lâkin meşakkatli (sefer) onlara uzak geldi. “Şâyet gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber
çıkardık” diye Allah'a yemin edeceklerdir. Kendilerini (nefslerini) helâk ediyorlar. Ve Allah,
onların gerçekten yalancılar olduğunu bilir.
9/TEVBE-43: Afallâhu ank(anke), lime ezinte lehum hattâ yetebeyyene lekellezîne sadakû ve
ta'lemel kâzibîn(kâzibîne).
Allah seni affetti, sadık olanlar sana belli oluncaya ve yalancıları bilinceye (öğreninceye) kadar
niçin (beklemeyip) onlara izin verdin?
9/TEVBE-44: Lâ yeste'zinukellezîne yu'minûne billâhi vel yevmil âhiri en yucâhidû bi
emvâlihim ve enfusihim,vallâhu alîmun bil muttekîn(muttekîne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân eden kimseler, malları ve
canları ile cihad etmek konusunda senden izin istemezler. Ve Allah, takva sahiplerini bilir.
9/TEVBE-45: İnnemâ yeste'zinulkellezîne lâ yu'minûne billâhi vel yevmil âhiri vertâbet
kulûbuhum fe hum fî reybihim yetereddedûn(yetereddedûne).
Senden sadece Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar ve kalpleri şüpheye düşmüş olanlar izin
isterler. Artık onlar, kendi şüpheleri içinde tereddüt ederler (bocalarlar).
9/TEVBE-46: Ve lev erâdûl hurûce le eaddû lehû uddeten ve lâkin kerihallâhunbiâsehum fe
sebbetahum ve kîlak'udû meal kâidîn (kâidîne).
Ve eğer çıkmak isteselerdi onun (savaş) için elbette bir hazırlık yaparlardı. Ve fakat Allah, onların
durumunu kerih gördü. Böylece onları alıkoydu ve onlara: “Geri kalanlarla (oturanlarla) beraber
oturun.” dendi.
9/TEVBE-47: Lev harecû fîkum mâ zâdûkum illâ habâlen ve lâ evdaû hılâlekum yebgûnekumul
fitneh(fitnete), ve fîkum semmâûne lehum, vallâhu alîmun biz zâlimîn(zâlimîne).
Eğer sizin aranızda (savaşa) çıksalardı, size kötülüğü arttırmalarından başka bir şey yapmazlardı.
Sizin içinizde fitne çıkmasını isterler ve mutlaka sizin aranızda gayret gösterirler. Sizin aranızda
onları dinleyecek olanlar var ve Allah zalimleri bilendir.
9/TEVBE-48: Lekadibtegûl fîtnete min kablu ve kallebû lekel umûre hattâ câel hakku ve zahere
emrullâhi ve hum kârihûn(kârihûne).
Andolsun ki; daha önce de fitne çıkarmak istediler ve hak gelinceye kadar sana (birtakım) işler
çevirdiler. Ve onlar, kârihûn (kerih görenler) olmalarına rağmen (istememelerine rağmen) Allah'ın
emri zahir oldu (açığa çıktı, belli oldu).
9/TEVBE-49: Ve minhum men yekûlu'zen lî ve lâ teftinnî, e lâ fîl fitneti sekatû, ve inne
cehenneme le muhîtatun bil kâfîrin(kâfîrine).
Ve onlardan biri: “Bana izin ver ve beni fitneye düşürme.” der. Onlar fitneye düşmüş değiller mi?
Ve muhakkak ki; cehennem, kâfirleri mutlaka ihata edicidir (kuşatıcıdır).
9/TEVBE-50: İn tusıbke hasenetun tesu'hum, ve in tusıbke musîbetun yekûlû kad ehaznâ
emrenâ min kablu ve yetevellev ve hum ferihûn(ferihûne).
Eğer sana bir hasene isabet ederse (bu), onları üzer ve eğer sana bir musîbet isabet ederse: “Biz
daha önce tedbirimizi almıştık.” derler ve sevinerek dönüp giderler. 4
9/TEVBE-51: Kul len yusîbenâ illâ mâ keteballâhu lenâ, huve mevlânâ, ve alâllâhi fel
yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
De ki: “Allah'ın bize yazdığı şeyden başkası, bize asla isabet etmez. O, bizim Mevlâ'mızdır.” Ve
artık mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler.
9/TEVBE-52: Kul hel terabbesûne binâ illâ ıhdel husneyeyn(husneyeyni) ve nahnu neterabbesu
bikum en yusîbekumullâhu bi azâbin min indihî ev bi eydînâ, fe terabbasû innâ meakum
muterabbisûn(muterabbisûne).
De ki: “Bizim için iki güzelliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Ve biz (de) Allah'ın, O'nun
katından veya bizim elimizle size bir azap isabet ettirmesini bekliyoruz. Artık siz (de) bekleyin!
Muhakkak ki; biz de sizinle beraber bekleyenleriz.
9/TEVBE-53: Kul enfikû tav’an ev kerhen len yutekabbele minkum, innekum kuntum kavmen
fâsikîn(fâsikîne).
De ki: “Kerih görerek veya gönül rızası ile de infâk etseniz, sizden asla kabul edilmez. Çünkü siz
fasık bir kavim oldunuz.”
9/TEVBE-54: Ve mâ meneahum en tukbele minhum nefekâtuhum illâ ennehum keferû billâhi
ve bi resûlihî ve lâ ye’tûnes salâte illâ ve humkusâlâ ve lâ yunfikûne illâ ve hum
kârihûn(kârihûne).
Ve onların infâklerinin, onlardan kabul edilmesine mani olan şey, ancak Allah'ı ve O'nun resûllerini
inkâr etmeleri ve namaza üşenerek gelmeleri ve onların ancak kerih görerek infâk etmeleridir.
9/TEVBE-55: Fe lâ tu’cibke emvâluhum ve lâ evlâduhum, innemâ yurîdullâhu li yuazzibehum
bihâ fîl hayâtid dunyâ ve tezheka enfusuhum ve hum kâfirûn(kâfirûne).
Artık onların malları ve evlâtları (da) senin hoşuna gitmesin. Allah dünya hayatında onları, onunla
(onlarla) azaplandırmayı ve onların nefslerinin (canlarının), kâfir olarak çıkmasını ister.
9/TEVBE-56: Ve yahlifûne billâhi innehum le minkum, ve mâ hum minkum ve lâkinnehum
kavmun yefrekûn(yefrekûne).
Onlar, sizden olmadıkları halde mutlaka sizden olduklarına Allah'a yemin ederler. Onlar, korkak bir
kavimdir (topluluktur).
9/TEVBE-57: Lev yecidûne melce’en ev magârâtin ev muddehalen le vellev ileyhi ve hum
yecmehûn(yecmehûne).
Eğer onlar, sığınacak bir yer veya mağara(lar) veya girilecek bir yer bulsalardı, mutlaka oraya
yönelip, süratle koşarlardı (kaçarlardı).
9/TEVBE-58: Ve minhum men yelmizuke fis sadakât(sadakâti), fe in u’tû minhâ radû ve in lem
yu’tav minhâ îzâ hum yeshatûn(yeshatûne).
Ve onlardan, sadakalar konusunda seni ayıplayan kimseler vardır. Öyle ki eğer ondan (sadakadan,
ganimetten) onlara verilirse razı olurlar ve ondan verilmezse, o zaman kızarlar.
9/TEVBE-59: Ve lev ennehum radû mâ âtâhumullâhu ve resûluhu ve kâlû hasbunâllâhu se
yu’tinâllâhu min fadlihî ve resûluhû innâ ilâllâhi râgıbûn(râgıbûne).
Ve eğer onlar, gerçekten Allah'ın ve O'nun resûlünün onlara verdiği şeye (ganimet payına) razı
olsalardı: “Allah bize kâfidir, Allah ve O'nun resûlü bize yakında fazlından verecek. Muhakkak ki;
biz Allah'a rağbet edenleriz.” derlerdi.
9/TEVBE-60: İnnemas sadakâtu lil fukarâi vel mesakîni vel âmilîne aleyhâ vel muellefeti
kulûbuhum ve fîr rikâbi vel gârimîne ve fî sebîlillâhi vebnissebîl(vebnissebîli), farîdaten
minallâh(minallâhi), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Muhakkak ki; sadaka, Allah'tan bir farz olarak fakirler ve miskinler (yoksullar) ve memurlar (zekât
toplayıcılar) içindir. Ve kalpleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara ve kölelere (harcamaya) ve
borçlulara ve Allah yolunda (olanlara) ve yolculara aittir. Ve Allah, bilendir, hüküm sahibidir. 4
9/TEVBE-61: Ve minhumullezîne yu’zûnen nebiyye ve yekûlûne huve uzun(uzunun), kul uzunu
hayrin lekum yu’minu billâhi ve yu’minu lil mu’minîne ve rahmetun lillezîne âmenû minkum,
vellezîne yu’zûne resûlallâhi lehum azâbun elîm(elîmun).
Onlardan nebîye eza (eziyet) eden kimseler: “O bir kulak (gibi)dir, (her söyleneni dinler, inanır).”
diyorlar. De ki: “O, sizin için hayrın kulağıdır (sözünüzü işitir, kabul eder; bilmemesinden değil,
sizi tekzip etmemesinden dolayı hayrın kulağıdır). Ve Allah'a inanır ve mü'minlere inanır. Ve
sizden âmenû olanlar için bir rahmettir. Allah'ın resûlüne eza edenlere (ona yakışıksız söz
söyleyenlere, ayıplayanlara), onlara, elîm bir azap vardır.
9/TEVBE-62: Yahlifûne billâhi lekum li yurdûkum, vallâhu ve resûluhû ehakku en yurdûhu in
kânû mu’minîn(mu’minîne).
Sizi razı etmek için Allah'a yemin ederler ve eğer mü'minlerse (mü'min olsalardı), Allah ve resûlü,
razı edilmeleri için daha çok hak sahibidir.
9/TEVBE-63: E lem ya’lemû ennehu men yuhâdidillâhe ve resûlehu fe enne lehu nâre
cehenneme hâliden fîhâ, zâlikel hızyul azîm(azîmu).
Allah ve O'nun resûlüne karşı, kim haddi aşarsa, artık onun için mutlaka orada ebediyyen kalacağı
cehennem ateşinin olduğunu bilmiyorlar mı? İşte bu, büyük rüsvalıktır (rezilliktir).
9/TEVBE-64: Yahzerul munâfikûne en tunezzele aleyhim sûretun tunebbiuhum bi mâ fî
kulûbihim, kulistehziu, innallâhe muhricun mâ tahzerûn(tahzerûne).
Münafıklar, onların kalplerinde olan şeyi onlara haber veren bir surenin onlara indirilmesinden
çekiniyorlar. De ki: “Alay edin. Muhakkak ki Allah, çekindiğiniz (gizlediğiniz) şeyi açığa
çıkarandır.”
9/TEVBE-65: Ve lein se’eltehum le yekûlunne innemâ kunnâ nahûdu ve nel’ab(nel’abu), kul e
billâhi ve âyâtihî ve resûlihî kuntum testehziûn (testehziûne).
Ve eğer onlara sorarsan mutlaka: “Biz sadece lâfa dalmıştık ve eğleniyorduk.” diyecekler. De ki:
“Siz, Allah ile O'nun âyetleri ve O'nun resûlü ile mi alay ediyordunuz?”
9/TEVBE-66: Lâ ta’tezirû kad kefertum ba’de îmânikum, in na’fu an tâifetin minkum nuazzib
tâifeten bi ennehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
Özür beyan etmeyin. Siz, îmânınızdan sonra inkâr etmiştiniz. Eğer sizden bir grubu affetsek de
suçlu olmalarından dolayı bir (diğer) gruba da azap edeceğiz.
9/TEVBE-67: El munâfikûne vel munâfikâtu ba’duhum min ba’d(ba’din), ye’murûne bil
munkeri ve yenhevne anil ma’rûfi ve yakbidûne eydiyehum nesûllâhe fe nesiyehum innel
munâfıkîne humul fâsikûn(fâsikûne).
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, birbirlerindendir. Münkeri (kötülüğü) emrederler ve
ma'ruftan (iyilikten) nehyederler (yasaklarlar) ve ellerini sıkarlar (cimrilik ederler). (Onlar), Allah'ı
unuttular böylece (O da) onları unuttu. Muhakkak ki münafıklar, fasıklardır.
9/TEVBE-68: Vaadallâhul munâfikîne vel munâfikâti vel kuffâre nâre cehenneme hâlidîne fîhâ
hiye hasbuhum, ve leanehumullâh(leanehumullâhu) ve lehum azâbun mukîm (mukîmun).
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve kâfirlere, orada ebedî kalacakları cehennem
ateşini vaadetti. O (cehennem), onlara yeter. Ve Allah, onlara lânet etti. Ve onlar için ikâme edilmiş
olan (devamlı kılınan) bir azap vardır.
9/TEVBE-69: Kellezîne min kablikum kânû eşedde minkum kuvveten ve eksere emvâlen ve
evlâdâ(evlâden), festemteû bi halâkihim, festemta’tum bi halâkikum kemastemteallezîne min
kablikum bi halâkihim ve hudtum kellezî hâdû, ulâike habitat a’mâluhum fid dunyâ vel
âhıreh(âhıreti), ve ulâike humul hâsirûn (hâsirûne).
Sizden önceki kimseler gibisiniz. Kuvvet olarak, mal ve evlât olarak daha çoktular, sizden daha
kuvvetli idiler (oldular). Böylece nasipleri kadar faydalandılar (metalandılar), sizden önceki
kimselerin kendi nasipleri kadar faydalandığı gibi siz de nasibiniz kadar faydalandınız. Ve (dünya 4
metaına) dalanlar gibi siz de daldınız. İşte onlar, onların amelleri heba oldu (boşa gitti). İşte onlar,
hüsrana uğrayanlardır.
9/TEVBE-70: E lem ye’tihim nebeullezîne min kablihim kavmi nuhin ve âdn ve semûde ve
kavmi ibrâhîme ve ashâbi medyene vel mu’tefikât(mu’tefikâti), etethum rusuluhum bil
beyyinat(beyyinati), fe mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum
yazlimûn(yazlimûne).
Onlardan öncekilerin; Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve İbrâhîm kavminin, Medyen halkının ve
altüst olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara (kendi) resûlleri, beyyineler (açık deliller) getirdi.
Öyleyse Allah, onlara zulmetmedi. Ve lâkin onlar, kendilerine zulmettiler.
9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil
ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve
resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun
hakîm(hakîmun).
Ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma'ruf ile emreder ve münkerden
nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O'nun resûlüne itaat
ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir.
9/TEVBE-72: Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne
fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike
huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara orada ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan
cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler (vardır). Ve (bunların) en büyüğü, Allah'tan
bir rızadır (Allah'ın razı olmasıdır). İşte o, fevz-ül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
9/TEVBE-73: Yâ eyyuhen nebiyyu câhidil kuffâre vel munâfikîne vagluz aleyhim, ve me’vâhum
cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Ey nebî (peygamber)! Münafıklarla ve kâfirlerle cihad et (savaş). Ve onlara sert (katı) davran. Ve
onların barınacağı yer cehennemdir ve gidilen yer (dönüş yeri), ne kötü.
9/TEVBE-74: Yahlifûne billâhi mâ kâlû, ve lekad kâlû kelimetel kufri ve keferû ba’de islâmihim
ve hemmû bi mâ lem yenâlû, ve mâ nekamû illâ en egnâhumullâhu ve resûluhu min
fadlih(fadlihi), fe in yetûbû yeku hayren lehum, ve in yetevellev yuazzibhumullâhu azâben
elîmen fid dunyâ vel âhıreh(âhıreti), ve mâ lehum fîl ardı min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Andolsun ki; “küfür” kelimesini söyledikleri halde, Allah'a söylemediklerine yemin ederler. Ve
İslâmlıklarından sonra inkâr ettiler. Nail olamayacakları (yapamayacakları) ve intikam almak
istedikleri şey sadece Allah'ın ve Resûl'ünün onları, fazlından zenginleştirmiş olması. Artık tövbe
ederlerse onlar için hayırlı olur. Ve şâyet dönerlerse (îmândan geri), Allah onları elîm azapla
dünyada ve ahirette azaplandırır. Ve onların, yeryüzünde bir dostu ve yardımcısı yoktur.
9/TEVBE-75: Ve minhum men âhedallâhe le in âtânâ min fadlihî Le nessaddekanne ve le
nekûnenne mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlardan (bazı) kimseler: “Eğer (Allah), Kendi fazlından bize verirse, elbette mutlaka sadaka
veririz ve mutlaka salihlerden oluruz.” diye, Allah'a ahd verdiler.
9/TEVBE-76: Fe lemmâ âtâhum min fadlihî bahılû bihî ve tevellev ve hum
mu’ridûn(mu’ridûne).
Bundan sonra onlara (Allah), Kendi fazlından verince, onunla (verdiği şeyle) cimri oldular. Ve
onlar, yüz çeviren kimseler olarak (ahdlerinden) döndüler.
9/TEVBE-77: Fe a’kabehum nifâkan fî kulûbihim ilâ yevmi yelkavnehu bi mâ ahlefullâhe mâ
vaadûhu ve bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne). 4
Böylece O'na (Allahû Tealâ'ya) vaadettikleri şeyi, Allah'a karşı yerine getirmediklerinden ve yalan
söylemiş olduklarından dolayı, (onların bu yaptıklarının) sonucunda (Allah), onların kalplerine,
onunla karşılaşacakları güne kadar nifak duygusu verdi.
9/TEVBE-78: E lem ya’lemû ennallâhe ya’lemu sırrehum ve necvâhum ve ennallâhe allamul
guyûb(guyûbi).
Allah'ın, onların sırlarını ve fısıldaşmalarını bildiğini bilmiyorlar mı? Ve muhakkak ki; Allah,
gaybte olanları (gayb bilgilerini) çok iyi bilir.
9/TEVBE-79: Ellezîne yelmizûnel muttavviîne minel mu’minîne fîs sadakâti vellezîne lâ
yecidûne illâ cuhdehum fe yesharûne minhum sehirallâhu minhum, ve lehum azâbun
elîm(elîmun).
Onlar (o kimseler), mü'minlerden zengin olanları (zekâttan fazla olarak gönüllü teberruda bulunan
kişileri) ve cehdlerinden (emek ve çabalarından) başka bir şey bulamayanları, sadaka konusunda
ayıplıyorlar. Böylece onlarla alay ediyorlar. Allah da onlarla alay etti. Ve onlar için elîm azap
vardır.
9/TEVBE-80: İstagfir lehum ev lâ testagfir lehum, in testagfir lehum seb’îne merreten fe len
yagfirallâhu lehum, zâlike bi ennehum keferû billâhi ve resûlih(resûlihi), vallâhu lâ yehdîl
kavmel fâsikîn(fâsikîne).
Onlar için mağfiret dile veya onlar için mağfiret dileme. Eğer yetmiş kere mağfiret dilesen de
Allah, onları asla mağfiret etmez. İşte bu, Allah'ı ve O'nun Resûl'ünü inkâr etmeleri sebebiyledir.
Ve Allah, fasık kavmi hidayete erdirmez.
9/TEVBE-81: Ferihal muhallefûne bi mak’adihim hılâfe resûlillâhi ve kerihûen yucâhidû bi
emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi ve kâlû lâ tenfirû fîl harr(harri), kul nâru
cehennemeeşeddu harrâ(harren), lev kânû yefkahûn(yefkahûne).
Geri kalanlar (münafıklar), Allah'ın Resûl'üne muhalefet ederek (hilâfında olarak) kalıp oturmaları
ile ferahladılar. Allah yolunda malları ve nefsleri (canları) ile cihad etmeyi kerih gördüler. Ve:
“Sıcakta savaşa çıkmayın.” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha şiddetli sıcaktır.” Keşke idrak
etmiş olsalardı.
9/TEVBE-82: Fel yadhakû kalîlen vel yebkû kesîrâ(kesîren), cezâen bi mâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
Artık kesbettikleri (kazandıkları) şeyler dolayısıyla ceza (bedel, karşılık) olarak az gülsünler ve çok
ağlasınlar.
9/TEVBE-83: Fe in receakallâhu ilâ tâifetin minhum feste’zenûke lil hurûci fe kul len tahrucû
maiye ebeden ve len tukâtilû maiye aduvv(aduvven), innekumradîtum bil ku’ûdi evvele merretin
fak’udû meal hâlifîn(hâlifîne).
Bundan sonra Allah, seni onlardan (geri kalan münafıklardan) bir grubun yanına döndürdüğü
zaman senden (cihada) çıkmak için izin isterlerse o zaman onlara de ki: “Benimle beraber
ebediyyen asla çıkamazsınız ve benimle beraber asla düşmanla savaşamazsınız. Çünkü siz, ilk defa
oturmaya (geri kalmaya) razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber oturun.
9/TEVBE-84: Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrih(kabrihi),
innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).
Onlardan ölen bir kimsenin üzerine, namazı ebediyyen (hiçbir zaman) kılma ve onun kabri başında
durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve O'nun Resûl'ünü inkâr ettiler ve onlar fasık(lar) olarak öldüler.
9/TEVBE-85: Ve Lâ tu’cibke emvâluhum ve evlâduhum, innemâ yurîdullâhu en yuazzibehum
bihâ fîd dunyâ ve tezheka enfusuhum ve hum kâfirûn(kâfirûne).
Ve onların malları ve evlâtları, senin hoşuna gitmesin (seni imrendirmesin). Allah dünya hayatında,
onlarla (onların malları ve evlâtları ile) onlara azap etmek ister ve onların nefslerinin (canlarının)
kâfir olarak çıkmasını ister. 4
9/TEVBE-86: Ve izâ unzilet sûretun en âminû billâhi ve câhidû mearesûlihiste’zeneke ulût tavli
minhum ve kâlûzernâ nekun meal kâ’ıdîn(kâ’ıdîne).
Ve Allah'a âmenû olmak (Allah'a ulaşmayı dilemek) ve O'nun Resûl'ü ile beraber cihad etmek
(için) bir sure indirildiği zaman onlardan servet sahipleri senden izin istediler. Ve (şöyle) dediler:
“Bizi bırak, kalanlarla (oturanlarla) beraber olalım.”
9/TEVBE-87: Radû bi en yekûnû meal havâlifi ve tubia alâ kulûbihim fe hum lâ
yefkahûn(yefkahûne).
Geri kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Ve onların kalplerinin üzeri tabedildi (mühürlendi).
Artık onlar fıkıh edemezler.
9/TEVBE-88: Lâkinir resûlu vellezîne âmenû meahu câhedû bi emvâlihim ve enfusihim, ve
ulâike lehumul hayrâtu ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Fakat Resûl ve âmenû olanlar, malları ve nefsleri (canları) ile onunla beraber cihad ettiler. Ve işte
onlar; (bütün) hayırlar, onlarındır. Ve işte onlar; onlar, felâha (kurtuluşa) erenlerdir.
9/TEVBE-89: Eaddallâhu lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, zâlikel fevzul
azîm(azîmu).
Allah, onlar için altından nehirler akan cennetler hazırladı. Orada ebediyyen kalıcıdırlar. İşte bu
“fevz-ül azîm” dir (en büyük kurtuluş, mükâfat).
9/TEVBE-90: Ve câel muazzirûne minel a’râbi lî yu’zene lehum ve ka’adellezîne kezebûllâhe ve
resûleh(resûlehu), se yusîbullezîne keferû minhum azâbun elîm(elîmun).
Ve bedevî Araplar'dan onlara izin verilmesi için özür beyan edenler ve Allah'a ve O'nun Resûl'üne
yalan söyleyerek oturup, (geri) kalan kimseler geldiler. Onlardan kâfir olanlara elîm (acı) azap
isabet edecek.
9/TEVBE-91: Leyse alâd duafâi ve lâ alel merdâ ve lâ alellezîne lâ yecidûne mâ yunfikûne
haracun izâ nasahû lillâhi ve resûlih(resûlihî), mâ alel muhsinîne min sebîl(sebîlin), vallâhu
gafûrun rahîm(rahîmun).
Allah ve O'nun Resûl'ü için nasihat (öğüt) verdikleri (sadık kaldıkları) taktirde zayıf ve güçsüz
olanların ve hasta olanların ve infâk edecek (verecek) bir şey bulamayanların da üzerinde bir günah
yoktur. Muhsinlerin üzerine (aleyhlerinde) bir yol yoktur. Ve Allah; Gafur'dur (mağfiret eden),
Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
9/TEVBE-92: Ve lâ alellezîne izâ mâ etevke li tahmilehum kulte lâ ecidu mâahmilukum aleyhi
tevellev ve a'yunuhum tefîdu mined dem'i hazenen ellâ yecidû mâ yunfikûn(yunfikûne).
Onları taşıman (bindirip, sevketmen) için sana geldikleri zaman, senin: “Sizi üzerinde taşıyacak
(bindirecek) bir şey bulamadım.”dediğin, infâk edecek bir şey bulamadıkları için hüzünlenerek,
gözlerinden kanlı yaşlar akarak dönen kimselere de (bir günah) yoktur.
9/TEVBE-93: İnnemes sebîlu alellezîne yeste'zinûneke ve hum agniyâ’(agniyâu), radû bi en
yekûnû meal havalifi ve tabeallâhu alâ kulûbihim fe hum lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Fakat zengin oldukları halde senden izin isteyip, geride kalanlarla beraber olmaya razı olan
kimselere yol (günaha vesile) vardır. Ve Allah, onların kalplerinin üzerini tabetti (mühürledi). Artık
onlar bilemezler.
9/TEVBE-94: Ya'tezirûne ileykum izâ reca'tum ileyhim, kul lâ ta'tezirû len nu'mine lekum kad
nebbe enallâhu min ahbârikum, ve se yerallâhu amelekum ve resûluhu summe tureddûne ilâ
âlimil gaybi veş şehâdetî fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Onlara geri döndüğünüz zaman size mazeret (özür) beyan ederler. “Özür beyan etmeyin size asla
inanmayız.” de. Allah, sizin haberlerinizi (durumunuzu) bana bildirmişti. Ve Allah ve O'nun
Resûl'ü, sizin amellerinizi görecek. Sonra gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilene
döndürüleceksiniz. Böylece yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek. 4
9/TEVBE-95: Se yahlifûne billâhi lekum izenkalebtum ileyhim li tu'ridû anhum, fe a'rıdû
anhum, innehum ricsun ve me’vâhum cehennem (cehennemu), cezâen bi mâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
Onlara döndüğünüz zaman onlardan yüz çevirirsiniz diye, size Allah'a karşı yemin edeceklerdir.
Artık onlardan yüz çevirin! Çünkü onlar, murdardır ve kesbetmiş oldukları (kazanmış oldukları)
şeyler sebebiyle barınacakları yer cehennemdir.
9/TEVBE-96: Yahlifûne lekum li terdav anhum, fe in terdav anhum fe innallâhe lâ yerdâ anil
kavmil fâsikîn(fâsikîne).
Onlardan razı olmanız için size yemin ederler. Eğer siz onlardan razı olursanız (razı olsanız bile)
muhakkak ki Allah, fasık kavimden razı olmaz.
9/TEVBE-97: El a'râbu eşeddu kufren ve nifâkan ve ecderu ellâ ya'lemû hudûdemâ enzelallâhu
alâ resûlih(resûlihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Bedevî Araplar, küfür (inkâr) ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın Resûl'üne indirdiği
şeylerin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Ve Allah; Alîm (en iyi bilen)'dir, Hakîm (hikmet
sahibi, hüküm sahibi)'dir.
9/TEVBE-98: Ve minel a'râbi men yettehızu mâ yunfiku magremen ve yeterabbesu bi kumud
devâir(devâire), aleyhim dâiretussev’ (dâiretussev’i), vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ve bedevî Araplar'dan, infâk ettiği şeyi zarar kabul eden kimseler vardır. Ve devrin değişmesini,
size (başınıza) kötü devirlerin (felâketlerin) gelmesini beklerler. Kötü dönemler (felâketli olaylar)
onların üzerine olsun! Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
9/TEVBE-99: Ve minel a'râbî men yu'minu billâhi vel yevmil âhıri ve yettehızu mâ yunfiku
kurubâtin indallâhi ve salavâtir resûl(resûli), e lâ innehâ kurbetunlehum, se yudhıluhumullâhu
fî rahmetih(rahmetihî), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve bedevî Araplar'dan Allah'a ve ahiret gününe (Allah'a ölmeden evvel ulaşma gününe) inananlar
vardır. Ve infâk ettikleri şeyleri Allah'ın indinde ve Resul'ün dualarında bir (yakınlık) vesile kabul
ederler. Muhakkak ki; o, onlar için bir yakınlık vesilesidir, (öyle) değil mi? Allah, onları rahmetinin
içine dahil edecek. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir) ve Rahîm (rahmet nurunu
gönderen)'dir.
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi
ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru
hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim
ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye
göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve
muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî
olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından
ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm)
mükâfattır.
9/TEVBE-101: Ve mimmen havlekum minel a’râbi munâfikûn(munâfikûne), ve min ehlil
medîneti meredû alen nifâkı lâ ta’lemuhum, nahnu na’lemuhum, se nuazzibuhum merreteyni
summe yureddûne ilâ azâbin azîm(azîmin).
Ve sizin etrafınızda olan bedevî Araplar'dan, münafık olanlar ve şehir halkından nifak üzerinde
olmaya alışmış olanlar var. Onları, sen bilmezsin. Onları, Biz biliriz. Onları, iki kere
azaplandıracağız sonra (onlar), azîm (büyük) azaba döndürülecekler.
9/TEVBE-102: Ve âharûna’terefû bi zunûbihim haletû amelen sâlihan ve âhare seyyiâ(seyyien),
asâllâhu en yetûbe aleyhim, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun). 4
Ve diğerleri (savaştan geri kalanların bir kısmı), günahlarını itiraf ettiler. Salih ameli, diğer kötü
(amel)le karıştırdılar. Umulur ki; Allah, onların tövbelerini kabul eder, muhakkak ki; Allah,
Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
9/TEVBE-103: Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli
aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Onların mallarından sadaka olarak al ve onunla, onları temizle ve tezkiye et ve onlara dua et,
muhakkak ki; senin duan onlar için bir sekînedir (sukûnettir). Ve Allah; Sem'î (en iyi işiten)dir,
Alîm (en iyi bilen)dir.
9/TEVBE-104: E lem ya’lemû ennallâhe huve yakbelut tevbete an ibâdihî ve ye’huzus sadakâti
ve ennallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
Allah'ın kullarından, tövbeleri kabul ettiğini ve sadakaları aldığını (kabul ettiğini) bilmiyorlar mı?
Ve muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
9/TEVBE-105: Ve kuli’melû fe se yerallâhu amelekum ve resûluhu vel mu’minûn(mu’minûne),
ve se tureddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
De ki: “(İstediğinizi) yapın. Allah ve O'nun Resûl'ü ve mü'minler sizin amellerinizi görecek. Gaybı
(görünmeyeni) ve müşahade edileni (görüneni) bilene, döndürüleceksiniz. O zaman, sizin yapmış
olduğunuz şeyleri size haber verecek.”
9/TEVBE-106: Ve âharûne murcevne li emrillâhi immâ yuazzibuhum ve immâ yetûbu aleyhim,
vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ve diğerleri, Allah'ın emri için ertelenmiştir. Onları ya azaplandırır ya da onların tövbesini kabul
eder. Ve Allah; Alîm'dir (en iyi bilen), Hakîm'dir (hüküm veren, hikmet sahibi).
9/TEVBE-107: Vellezînettehazû mesciden dırâren ve kufren ve tefrîkan beynel mu’minîne ve
irsâden li men hâreballâhe ve resûlehu min kabl(kablu), ve le yahlifunne in erednâ illelhusnâ,
vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Ve onlar, zarar vermek, küfrü (kuvvetlendirmek) ve mü'minlerin arasını açmak ve daha önce Allah
ve resûlüne karşı harbeden (savaşan) kişiyi beklemek (gözlemek) için bir mescid edindiler (mescidi
dirar). Ve mutlaka: “Biz ancak iyilikler (güzellikler) isteriz.” diye yemin ederler. Ve Allah, onların
kesinlikle yalancılar olduğuna şahitlik eder.
9/TEVBE-108: Lâ tekum fîhi ebedâ(ebeden), le mescidun ussise alet takvâ min evveli yevmin
ehakku en tekûme fîh(fîhi), fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbul
muttahhirîn(muttahhirîne).
Ebediyyen orada namaz kılma (ikâme etme). İlk günden takva üzerine tesis edilen (kurulan)
mescid, orada namaz kılmak için elbette daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi (kalbini temizlemeyi,
arınmayı) seven adamlar vardır. Ve Allah, temizlenmiş (arınmış) olanları sever.
9/TEVBE-109: E fe men essese bunyânehu alâ takvâ minallâhi ve rıdvânin hayrun em men
essese bunyânehu alâ şefâ curufin hârin fenhâre bihî fî nâri cehennem(cehenneme), vallâhu lâ
yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Artık binasını Allah'tan takva ve rıza üzerine kuran mı, daha hayırlıdır, yoksa binasını kayan
(düşen) bir çamur yığını kenarına kuran (tesis eden) kimse mi? Böylece cehennem ateşinin içine
onunla beraber (kendisi de) göçer. Ve Allah, zalimler kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.
9/TEVBE-110: Lâ yezâlu bunyânuhumullezî benev rîbeten fî kulûbihim illâ en tekattaa
kulûbuhum, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Onların yapmış oldukları bina, kalplerinde, kalpleri parçalanana kadar, bir nifak ve şüphe olarak
devam edecek (zail olmayacak). Ve Allah; Alîm (en iyi bilen)''dir, Hakîm (hüküm veren ve hikmet
sahibi)''dir. 4
9/TEVBE-111: İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul
cenneh(cennete), yukâtilûne fî sebîlillâhi fe yaktulûne ve yuktelûne va’den aleyhi hakkan fît
tevrâti vel incîli vel kur’ân(kur’âni), ve men evfâ bi ahdihî minallâhi, festebşirû bi
bey’ıkumullezî bâya’tum bih (bihî), ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah muhakkak ki; Allah yolunda savaşan, böylece öldüren ve öldürülen mü'minlerden onlara
verilecek cennet karşılığında, canlarını ve mallarını satın almıştır. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve
Kur'ân'da, O'nun (Allah'ın) üzerine hak olan vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa eden kimdir?
O'nunla yaptığınız alışveriş ile sevinin! Ve işte o, en büyük fevz (mükâfat)dir.
9/TEVBE-112: Ettâibûnel âbidûnel hâmidûnes sâihûner râkiûnes sâcidûnel âmirûne bil ma’rûfi
ven nâhûne anil munkeri vel hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril mu’minîn
(mu’minîne).
Tövbe edenleri, (Allah'a) kul olanları, hamdedenleri, oruç tutanları veya seyahat edenleri (Allah
yolunda hicret edenleri, savaşmak için veya Allah'ın adını yüceltmek, dînini kuvvetlendirmek için,
Allah yolunda hizmet için, ilim tahsil etmek için yurtlarından çıkanları, Allah'a ulaştırmak için
ruhlarını yola çıkaranları, yeryüzünde ibretle gezip tefekkür edenleri); rükû ve secde edenleri,
ma'rufla emredenleri, münkerden nehyedenleri (yasaklayanları), Allah'ın hudutlarını muhafaza
edenleri ve mü'minleri müjdele!
9/TEVBE-113: Mâ kâne lin nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû lil muşrikîne ve lev kânû ulî
kurbâ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbul cahîm(cahîmi).
Bir nebînin ve âmenû olan kimselerin, müşrikler için, cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli
olduktan sonra yakınları bile olsa mağfiret dilemeleri olmaz (uygun değildir).
9/TEVBE-114: Ve mâ kânestigfâru ibrâhîme li ebîhi illâ an mev’ıdetin vaadehâ iyyâh(iyyâhu),
fe lemmâ tebeyyene lehû ennehuaduvvun lillâhi teberre’e minh(minhu), inne ibrâhîme le
evvâhun halîm(halîmun).
Ve İbrâhîm'in babası için mağfiret dilemesi olamaz (olmaz). Yalnız ona vaadettiği vaad hariç.
Fakat onun (babasının), Allah'ın düşmanı olduğu, ona belli olduğu (beyan edildiği) zaman, ondan
uzaklaştı. İbrâhîm muhakkak ki evvah (yüreği çok sızlayan)tır, halîm (çok merhametli)dir.
9/TEVBE-115: Ve mâ kânallâhu lî yudılle kavmen ba’de iz hedâhum hattâ yubeyyine lehum mâ
yettekûn(yettekûne), innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah, bir kavmi hidayete erdirdikten sonra, takva sahibi olacakları şeyler onlara açıklanıncaya
kadar (açıklanmadıkça) (o kavmi), dalâlete düşürecek (saptıracak) değildir. Muhakkak ki Allah,
herşeyi en iyi bilendir.
9/TEVBE-116: İnnallâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), yuhyî ve yumît(yumîtu), ve mâ
lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Semaların ve yerin mülkü muhakkak ki; Allah'ındır. Yaşatır (hayat verir) ve öldürür. Sizin için
Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı yoktur.
9/TEVBE-117: Lekad tâballâhu alen nebiyyi vel muhâcirîne vel ensârillezînet tebeûhu fî sâatil
usreti min ba’di mâ kâde yezîgu kulûbu ferîkın minhum summe tâbe aleyhim, innehu bihim
raûfun rahîm(rahîmun).
Andolsun ki; Allah, nebîye ve muhacirlere (hicret edenlere, göç edenlere) tövbeyi nasip etti. O zor
zamanda kalpleri meyletmek (îmândan dönmek) üzere iken; ona tâbî olan ensara ve onlardan bir
gruba tövbe etmeyi nasip etti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O (Allah); onlara
Rauf'tur (çok şefkatli), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen).
9/TEVBE-118: Ve ales selâsetillezîne hullifû, hattâ izâ dâkat aleyhimul ardu bimâ rehubet ve
dâkat aleyhim enfusuhum ve zannû en lâ melcee minallâhi illâ ileyh(ileyhi), summe tâbe
aleyhim li yetûbû, innallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu). 4
Ve geri bırakılan (âyet-106: gazadan geri kalıp, haklarındaki hüküm ertelenen) üç kişinin de
(tövbeleri kabul edildi: âyet 117). Hatta yeryüzü geniş olmasına rağmen onlara dar gelmişti. Ve
nefsleri de kendilerine dar geldi. Kendilerine Allah'tan başka bir melce (sığınak) olmadığını
anladılar (kesin olarak idrak ettiler). Sonra (tövbeleri kabul edilerek) ruhlarını yeniden Allah'a
ulaştırsınlar diye tövbelerini kabul etti. Muhakkak ki Allah, O; Tevvab'tır (tövbeleri kabul eden),
Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen).
9/TEVBE-119: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen kimseler)! Allah'a karşı takva sahibi
olun ve sadıklarla beraber olun.
9/TEVBE-120: Mâ kâne li ehlil medîneti ve men havlehum minel a’râbi en yetehallefû an
resûlillâhi ve lâ yergabû bi enfusihim an nefsih(nefsihî), zâlike bi ennehum lâ yusîbuhum
zameun ve lâ nasabun ve lâ mahmesatun fî sebîlillâhi ve lâ yetaûne mevtıan yagîzul kuffâre ve lâ
yenâlûne min aduvvin neylen illâ kutibe lehum bihî amelun sâlih(sâlihun), innallâhe lâ yudîu
ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Medine (şehir) halkı ve bedevî Araplar'dan onun çevresinde olanlar için Allah'ın Resûl'ünden geri
kalmaları ve kendi nefslerini, onun nefsinden üstün tutmaları (rağbet etmeleri) olmaz. Çünkü
böylece onlara, Allah yolunda (aşırı) bir susuzluk, bir yorgunluk (bitkinlik) ve şiddetli açlık isabet
etmesi, küffarı (kâfirleri) öfkelendirecek bir yere ayak basarak (işgal ederek), düşmana karşı bir
zafere nail olmaları yoktur ki; onunla, onlara salih amel yazılmış olmasın. Muhakkak ki Allah,
muhsinlerin ecrini zayi etmez.
9/TEVBE-121: Ve lâ yunfikûne nefakaten sagîreten ve lâ kebîreten ve lâ yaktaûne vâdien illâ
kutibe lehum lî yeczîyehumullâhu ahsene mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve küçük ve büyük bir nafaka, infâk etmezler (vermezler) ve bir vadiyi geçmezler ki; Allah'ın,
onların yaptıklarını en ahsen (en güzel) şekilde mükâfatlandırması için onların üzerine yazılmış
olmasın.
9/TEVBE-122: Ve mâ kânel mu’minûne li yenfirû kâffeh(kâffeten), fe lev lâ nefere min kulli
firkatin minhum tâifetun li yetefekkahû fîd dîni ve li yunzirû kavmehum izâ receû ileyhim
leallehum yahzerûn(yahzerûne).
Mü'minlerin hepsinin birden sefere çıkması gerekmez (uygun olmaz). Böylece, her fırkadan bir
grup sefere çıkmayıp, kendi kavimlerini, onlara geri döndükleri zaman, onları inzar etmeleri
(uyarmaları) için, dîni çok iyi fıkıh etsinler! Böylece onlar hazer ederler (Allah'tan çekinirler).
9/TEVBE-123: Yâ eyyuhellezîne âmenû kâtilûllezîne yelûnekum minel kuffâri vel yecidû fîkum
gilzah(gilzaten), va’lemû ennallâhe meal muttekîn(muttekîne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Küffardan (kâfirlerden) size en
yakın olanlarla savaşın ve sizde bir kuvvet (azîm) bulsunlar! Ve biliniz ki; Allah, muhakkak takva
sahipleriyle beraberdir.
9/TEVBE-124: Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî
îmânâ(îmânen), fe emmellezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn(yestebşirûne).
Ve sure olarak bir şey indirildiği zaman onlardan birisi: “Bu hanginizin îmânını arttırdı?” der. Ama
âmenû olan (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler; (var ya, bu sureler) onların îmânını
arttırır ve onlar, birbirlerini müjdelerler (sevinirler).
9/TEVBE-125: Ve emmellezîne fî kulûbihim maradun fe zâdethum ricsen ilâ ricsihim ve mâtû ve
hum kâfirûn(kâfirûne).
Ve fakat; kalplerinde hastalık (nifak, şüphe, inkâr) olanların ise böylece murdarlıklarına
(inkârlarına, şüphelerine ve pisliklerine) murdarlık katar (daha da artırır). Ve onlar, kâfir olarak
ölürler. 4
9/TEVBE-126: E ve lâ yerevne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merreten ev merreteyni summe
lâ yetûbûne ve lâ hum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve onlar, senede bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra tövbe etmiyorlar
(Allah'a yönelmiyorlar) ve onlar zikir yapmıyorlar (Allah'ın ismini ardarda tekrar etmiyorlar).
9/TEVBE-127: Ve îzâ mâ unzilet sûretun nazara ba’duhum ilâ ba’d(ba’din), hel yerâkum min
ehadin summensarafû, sarafallâhu kulûbehum bi ennehum kavmun lâ yefkahûn(yefkahûne).
Ve sure olarak bir şey indirildiği zaman: “Sizi gören bir kimse var mı?” diye onlar birbirlerine
bakarlar sonra giderler. Allah, onların kalplerini, fıkıh etmeyen bir kavim olmaları sebebiyle
çevirdi.
9/TEVBE-128: Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun
aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).
Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu
üzer). Size çok düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir.
9/TEVBE-129: Fe in tevellev fe kul hasbîyallâh(hasbîyallâhu), lâ ilâhe illâ hûv(hûve), aleyhi
tevekkeltu ve huve rabbul arşil azîm(azîmi).
Bundan sonra eğer onlar dönerlerse, o zaman onlara şöyle de: “Bana, Allah yeter (kâfidir), O'ndan
başka ilâh yoktur. Ben, Allah'a tevekkül ettim (güvendim). Ve O, azîm arşın Rabbidir.
TÎN
Bismillâhirrahmânirrahîm
95/TÎN-1: Vet tîni vez zeytûn(zeytûni).
İncire ve zeytine andolsun.
95/TÎN-2: Ve tûri sînîn(sînîne).
Sina Dağı'na andolsun.
95/TÎN-3: Ve hâzel beledil emîn(emîni).
Ve bu emin beldeye (Mekke Şehri'ne) (andolsun).
95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en
güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).
Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).
95/TÎN-6: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin).
Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye edici amel) işleyenler
hariç.İşte onlar için kesintisiz ecir (mükâfat) vardır.
95/TÎN-7: Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn(dîni).
(Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir?
95/TÎN-8: E leysallâhu bi ahkemil hâkimîn(hâkimîne).
Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?
TÛR
Bismillâhirrahmânirrahîm
52/TÛR-1: Vet tûri.
Tur Dağı'na yemin olsun. 4
52/TÛR-2: Ve kitâbin mestûrin.
Satır satır yazılmış Kitab'a andolsun.
52/TÛR-3: Fî rakkın menşûrin.
(…ki o Kitab'ın) içinde yazılar sayfalarda yayılmıştır.
52/TÛR-4: Vel beytil ma’mûri.
Beyti Mamur'a (Mamur Ev'e) andolsun.
52/TÛR-5: Ves sakfil merfûi.
Yükseltilmiş tavana (yeryüzünün tavanına) andolsun.
52/TÛR-6: Vel bahril mescûri.
Dolu denize andolsun.
52/TÛR-7: İnne azâbe rabbike le vâkı’un.
Muhakkak ki Rabbinin azabı, mutlaka vuku bulacaktır.
52/TÛR-8: Mâ lehu min dâfiin.
Onu (azabı) defedecek yoktur.
52/TÛR-9: Yevme temûrus semâu mevren.
O gün gökyüzü şiddetle sarsılıp sallanır.
52/TÛR-10: Ve tesîrul cibâlu seyrâ(seyren).
Ve dağlar seyir halinde yürür (hareket eder).
52/TÛR-11: Fe veylun yevme izin lil mukezzibîne.
İşte (o) izin günü tekzip edenlerin (yalanlayanların) vay haline.
52/TÛR-12: Ellezîne hum fî havdın yel’abûn(yel’abûne).
Onlar ki, lüzumsuz şeylere dalıp oyalananlardır.
52/TÛR-13: Yevme yude’ûne ilâ nâri cehenneme de’â(de’an).
O gün cehennem ateşine sürüklenerek atılırlar.
52/TÛR-14: Hâzihin nârulletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
İşte bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateştir.
52/TÛR-15: E fe sihrun hâzâ em entum lâ tubsirûn(tubsirûne).
Acaba bu bir sihir mi? Yoksa siz mi görmüyorsunuz?
52/TÛR-16: Islevhâ fasbirû ev lâ tasbirû sevâun aleykum, innemâ tuczevne mâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Ona (ateşe) yaslanın. Artık sabretseniz de, sabretmeseniz de sizin için birdir. Sadece yapmış
olduğunuz şeylerle cezalandırılırsınız.
52/TÛR-17: İnnel muttekîne fî cennâtin ve naîmin.
Muhakkak ki takva sahipleri, cennetlerde ve ni'metler içindedir.
52/TÛR-18: Fâkihîne bi mâ âtâhum rabbuhum, ve vekâhum rabbuhum azâbel cahîm(cahîmi).
Rab'lerinin onlara verdiği şeylerle mutludurlar ve Rab'leri onları alevli ateşin (cehennemin)
azabından korudu.
52/TÛR-19: Kulû veşrebû henîen bi mâ kuntum ta’melûne.
Yaptıklarınız sebebiyle afiyetle yeyin ve için.
52/TÛR-20: Muttekiîne alâ sururin masfûfeh(masfûfetin), ve zevvecnâhum bi hûrin înin.
(Takva sahipleri), sıralanmış tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır ve onları güzel gözlü huriler ile
evlendirdik. 4
52/TÛR-21: Vellezîne âmenû vettebeathum zurriyyetuhum bi îmânin elhaknâ bihim
zurriyyetehum ve mâ eletnâhum min amelihim min şey’in, kullumriin bi mâ kesebe rehînun.
Ve (hayattayken, ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyip) âmenû olan, zürriyetleri de kendilerine
îmân ile tâbî olanların zürriyetlerini de kendilerine ilhak ettik (yanlarına kattık). Ve onların
amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kazandığına (dereceler) karşılık bır rehindir.
52/TÛR-22: Ve emdednâhum bi fâkihetin ve lahmin mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve onlara arzu ettikleri meyve ve etlerden verdik.
52/TÛR-23: Yetenâzeûne fîhâ ke’sen lâ lagvun fîhâ ve lâ te’sîmun.
Orada kadeh kaldırırlar, orada (içtikleri şarap ile) ne boş söz söylerler ne de günaha girerler.
52/TÛR-24: Ve yetûfu aleyhim gılmânun lehum ke ennehum lû’luun meknûnun.
Ve kendileri için hizmet eden (genç delikanlılar), onların etraflarında dolaşırlar. Onlar sanki
sedefinde saklanmış inci gibidirler.
52/TÛR-25: Ve akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Ve karşılıklı birbirlerine sorarlar.
52/TÛR-26: Kâlû innâ kunnâ kablu fî ehlinâ muşfikîn(muşfikîne).
“Gerçekten biz daha önce ailemizle beraberken korkuyorduk.” dediler.
52/TÛR-27: Fe mennallâhu aleynâ ve vekânâ azâbes semûm(semûmi).
Şimdi Allah bizi ni'metlendirdi ve bizi (cehennemin) kavurucu ateşinin azabından korudu.
52/TÛR-28: İnnâ kunnâ min kablu ned’ûh(ned’ûhu), innehu huvel berrur rahîm(rahîmu).
Muhakkak ki biz, daha önceden O'na (Allah'a) dua ediyorduk. Muhakkak ki O; Berr'dir (çok
cömert, çok lütufkârdır), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
52/TÛR-29: Fe zekkir fe mâ ente bi ni’meti rabbike bi kâhinin ve lâ mecnûn(mecnûnin).
O halde zikret (öğüt ver), çünkü sen Rabbinin ni'meti sayesinde ne kâhinsin ne de mecnunsun.
52/TÛR-30: Em yekûlûne şâirun neterabbesu bihî reybel menûni.
Yoksa: “O bir şairdir, zamanın musîbetinin ona ansızın gelmesini gözlüyoruz.” mu diyorlar?
52/TÛR-31: Kul terabbesû fe innî meakum minel muterabbisîn(muterabbisîne).
“Gözleyin, ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.” de.
52/TÛR-32: Em te’muruhum ahlâmuhum bi hâzâ em hum kavmun tâgûn(tâgûne).
Yoksa onların akılları bunu mu emrediyor? Veya onlar azgın bir kavim mi?
52/TÛR-33: Em yekûlûne tekavveleh(tekavvelehu), bel lâ yû’minûn(yû’minûne).
Yahut: “Onu kendisi uydurup söyledi.” mi diyorlar? Hayır, onlar îmân etmezler.
52/TÛR-34: Fel ye’tû bi hadîsin mislihî in kânû sâdikîn(sâdikîne).
Öyleyse onun gibi bir söz (Kur'ân âyeti) getirsinler, eğer (sözlerinde) sadıksalar.
52/TÛR-35: Em hulikû min gayri şey'in em humul hâlikûn(hâlikûne).
Yoksa onlar bir şey (bir yaratan) olmaksızın mı yaratıldılar? Veya yaratıcılar onlar mı?
52/TÛR-36: Em halakûs semâvâti vel ard(arda), bel lâ yûkınûn(yûkınûne).
Yoksa gökleri ve arzı onlar mı yarattı? Hayır, onlar Allah'a yakîn hasıl edemezler.
52/TÛR-37: Em indehum hazâinu rabbike em humul musaytırûn(musaytırûne).
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Veya (o hazinelerin) sahipleri onlar mı?
52/TÛR-38: Em lehum sullemun yestemiûne fîh(fîhî), fel ye’ti mustemiuhum bi sultânin
mubîn(mubînin).
Yoksa onların orada (konuşulanları) dinleyecekleri merdivenleri mi var? Öyleyse onları dinleyenler
açık delil getirsinler. 4
52/TÛR-39: Em le hul benâtu ve le kumul benûn(benûne).
Yoksa kızlar O'nun ve oğlanlar sizin mi?
52/TÛR-40: Em tes’eluhum ecren fe hum min magremin muskalûn(muskalûne).
Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Bu yüzden onlar ağır bir borç altındalar mı?
52/TÛR-41: Em indehumul gaybu fe hum yektubûn(yektubûne).
Yahut gayb, onların yanında da onlar mı yazıyorlar?
52/TÛR-42: Em yurîdûne keydâ(keyden), fellezîne keferû humul mekîdûn(mekîdûne).
Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Lâkin tuzağa düşecek olanlar o kâfirlerdir.
52/TÛR-43: Em lehum ilâhun gayrullâh(gayrullâhi), subhânallâhi ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Yoksa onların Allah'tan başka ilâhları mı var? Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.
52/TÛR-44: Ve in yerev kisfen mines semâi sâkıtan yekûlû sehâbun merkûm(merkûmun).
Ve eğer gökten bir parça düştüğünü görseler: “Üst üste yığılmış bulutlardır.” derler.
52/TÛR-45: Fe zerhum hattâ yulâkû yevmehumullezî fîhî yus’akûne.
Artık onları, helâk olacakları günlerine kavuşuncaya kadar terket.
52/TÛR-46: Yevme lâ yugnî anhum keyduhum şey’en ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
O gün onlara tuzakları herhangibir şeyle fayda vermez. Ve onlar yardım olunmazlar.
52/TÛR-47: Ve inne lillezîne zalemû azâben dûne zâlike ve lâkinne ekserehum lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve muhakkak ki zulmedenler için, bundan başka bir azap daha vardır ve lâkin onların çoğu
bilmezler.
52/TÛR-48: Vasbir li hukmi rabbike fe inneke bi a’yuninâ, ve sebbih bi hamdi rabbike hîne
tekûmu.
Ve Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü muhakkak ki sen gözümüzün önündesin. Ve kalktığın zaman
Rabbini hamd ile tesbih et.
52/TÛR-49: Ve minel leyli fe sebbihhu ve idbâren nucûmi.
Ve gecenin bir kısmında artık O'nu (Allah'ı) tesbih et ve yıldızların batışında da…
VÂKIA
Bismillâhirrahmânirrahîm
56/VÂKIA-1: İzâ ve kaatil vâkıah(vâkıatu).
O vakıa (müthiş olay) vuku bulduğu zaman.
56/VÂKIA-2: Leyse li vak’atihâ kâzibeh(kâzibetun).
Onun vuku bulmasını yalanlayan (kimse) yoktur.
56/VÂKIA-3: Hâfidatun râfiah(râfiatun).
O; alçaltıcıdır, yükselticidir.
56/VÂKIA-4: İzâ ruccetil ardu reccâ(reccen).
O zaman arz (yeryüzü) şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmıştır.
56/VÂKIA-5: Ve bussetil cibâlu bessâ(bessen).
Ve dağlar ufalanarak parçalanmıştır.
56/VÂKIA-6: Fe kânet hebâen mun bessâ(bessen).
Böylece dağılıp toz zerrecikleri haline gelmiştir.
56/VÂKIA-7: Ve kuntum ezvâcen selâseh(selâseten). 4
Ve (o zaman) siz üç sınıfa ayrılmış olursunuz.
56/VÂKIA-8: Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymeneti.
İşte ashabı meymene [meymene sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sağından verilen
cennetlikler], (ama) ne ashabı meymene!
56/VÂKIA-9: Ve ashâbul meş'emeti mâ ashâbul meş’emeti.
Ve ashabı meşeme [meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) solundan verilen
cehennemlikler], (ama) ne ashabı meşeme!
56/VÂKIA-10: Ves sâbikûnes sâbikûn(sâbikûne).
Ve sabikunlar (hayırlarda yarışıp ileri geçenler), sabikunlar.
56/VÂKIA-11: Ulâikel mukarrebûn(mukarrebûne).
İşte onlar (sabikunlar). Mukarrip (Allah'a yaklaştırılmış) olanlardır.
56/VÂKIA-12: Fî cennâtin naîm(naîmi).
(Onlar), naim cennetlerindedirler.
56/VÂKIA-13: Sulletun minel evvelîn(evvelîne).
(Onlar), evvelkilerden bir ümmettir.
56/VÂKIA-14: Ve kalîlun minel âhirîn(âhirîne).
Ve (onların) birazı sonrakilerdendir.
56/VÂKIA-15: Alâ sururin mevdûnetin.
Altın ile örülmüş, mücevherlerle (inci ve yakutla) süslenmiş tahtlar üzerinde.
56/VÂKIA-16: Muttekiîne aleyhâ mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Onların üzerinde karşılıklı olarak yaslananlar onlardır (mukarrebun olanlardır).
56/VÂKIA-17: Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn(muhalledûne).
Onların etrafında halidun olan (ölümsüz) gençler dolaşır.
56/VÂKIA-18: Bi ekvâbin ve ebârîka ve ke’sin min maîn(maînin).
Akan pınarlardan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve billur kadehler ile.
56/VÂKIA-19: Lâ yusaddeûne anhâ ve lâ yunzifûn(yunzifûne).
Ondan (o şaraptan) başları ağrımaz ve sarhoş olmazlar.
56/VÂKIA-20: Ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn(yetehayyerûne).
Ve arzu ettikleri meyvelerden.
56/VÂKIA-21: Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve canlarının çektiği kuş etlerinden (sunulur).
56/VÂKIA-22: Ve hûrun înun.
Ve harika güzel gözlü huriler (vardır).
56/VÂKIA-23: Ke emsâlil lu’luil meknûn(meknûni).
Sanki saklanmış inci tanesi gibi.
56/VÂKIA-24: Cezâen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Yapmış olduklarının mükâfatı olarak.
56/VÂKIA-25: Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ te’sîmâ(te’sîmen).
Orada boş bir söz işitmezler ve günaha girmezler.
56/VÂKIA-26: İllâ kîlen selâmen selâmâ(selâmen).
Sadece selâm, selâm sözü söylenir.
56/VÂKIA-27: Ve ashâbul yemîni mâ ashâbul yemîn(yemîni). 4
Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) sağından verilenler], (ama) ne
ashabı yemin!
56/VÂKIA-28: Fî sidrin mahdûd(mahdûdin).
(Ashabı yemin), dikensiz sedir ağaçları arasında.
56/VÂKIA-29: Ve talhın mendûd(mendûdin).
Ve meyveleri kat kat dizili muz ağaçları (arasında).
56/VÂKIA-30: Ve zıllin memdûd(memdûdin).
Ve uzayan gölgeler (içinde).
56/VÂKIA-31: Ve mâin meskûb(meskûbin).
Ve çağlayan sular (arasında).
56/VÂKIA-32: Ve fâkihetin kesîrah(kesîretin)
Ve pekçok meyveler (arasında).
56/VÂKIA-33: Lâ maktûatin ve lâ memnûah(memnûatin).
Eksilmeyen ve yasaklanmayan.
56/VÂKIA-34: Ve furuşin merfûah(merfûatin).
Ve yüksetilmiş döşeklerdedirler (tahtlardadırlar).
56/VÂKIA-35: İnnâ enşe’nâ hunne inşââ(inşâen).
Muhakkak ki Biz, onları yeni bir inşa (yaratılış) ile inşa ettik (yarattık).
56/VÂKIA-36: Fe cealnâ hunne ebkârân(ebkâren).
Böylece Biz, onları bakireler kıldık.
56/VÂKIA-37: Uruben etrâbâ(etrâben).
Eşlerine düşkün, aynı yaşta olarak.
56/VÂKIA-38: Li ashâbil yemîn(yemîni).
Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) önünden ve sağından verilenler]
için.
56/VÂKIA-39: Sulletun minel evvelîn(evvelîne).
(Onlar) evvelkilerden bir ümmettir.
56/VÂKIA-40: Ve sulletun minel âhırîn(âhırîne).
Ve de sonrakilerden bir ümmettir.
56/VÂKIA-41: Ve ashâbuş şimâli mâ ashâbuş şimâl(şimâli).
Ve ashabuş şimal [şeamet (kötülük), meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sollarından
verilenler, cehennemlikler], (ama) ne ashabuş şimal!
56/VÂKIA-42: Fî semûmin ve hamîm(hamîmin).
(Ashabuş şimal), semum (iliklere işleyen bir sıcaklık) ve hamim (kaynar su) içindedir.
56/VÂKIA-43: Ve zıllin min yahmûm(yahmûmin).
Ve kara dumandan bir gölge ki.
56/VÂKIA-44: Lâ bâridin ve lâ kerîm(kerîmin).
Ne serinleticidir ne de rahatlatıcıdır.
56/VÂKIA-45: İnnehum kânû kable zâlike mutrefîn(mutrefîne).
Muhakkak ki onlar, daha önce mutrafi idiler (varlık içinde zevklerine dalmışlardı).
56/VÂKIA-46: Ve kânû yusirrûne alel hınsil azîm(azîmi).
Ve onlar, büyük günahta ısrar ediyorlardı. 4
56/VÂKIA-47: Ve kânû yekûlûne e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâ men e innâ le
meb’ûsûn(meb’ûsûne).
Ve şöyle diyorlardı: “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz gerçekten,
mutlaka beas mı edileceğiz (yeniden mi diriltileceğiz)?”
56/VÂKIA-48: E ve âbâunel evvelûn(evvelûne).
Ve evvelki (bizden önce ölen) babalarımız (atalarımız) da mı?
56/VÂKIA-49: Kul innel evvelîne vel âhirîn(âhirîne).
De ki: “Muhakkak ki evvelkiler ve sonrakiler de (diriltilecek).”
56/VÂKIA-50: Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
Malûm (bilinen) günün, belirlenmiş bir vaktinde mutlaka toplanılmış olacaklardır.
56/VÂKIA-51: Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn(mukezzibûne).
Sonra siz, ey gerçekten dalâlette olan yalanlayıcılar!
56/VÂKIA-52: Le âkilûne min şecerin min zakkumin.
Siz mutlaka zakkum ağacından yiyecek olanlarsınız.
56/VÂKIA-53: Fe mâ liûne minhel butûn(butûne).
Böylece karınlarını onunla dolduracak olanlarsınız.
56/VÂKIA-54: Fe şâribûne aleyhi minel hamîm(hamîmi).
Sonra da onun üzerine hamimden (kaynar sudan) içecek olanlarsınız.
56/VÂKIA-55: Fe şâribûne şurbel hîm(hîmi).
Öyle ki, içtikçe susayan hasta develerin içişi gibi içecek olanlarsınız.
56/VÂKIA-56: Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn(dîni).
(İşte) bu, onların dîn günündeki ziyafetleridir.
56/VÂKIA-57: Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn(tusaddikûne).
Sizi Biz, Biz yarattık. Hâlâ tasdik etmiyorsanız.
56/VÂKIA-58: E fe reeytum mâ tumnûn(tumnûne).
Öyleyse akıttığınız meni nedir, gördünüz mü (ne olduğunu idrak ettiniz mi)?
56/VÂKIA-59: E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn(hâlikûne).
Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan Biz miyiz?
56/VÂKIA-60: Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn(mesbûkîne).
Sizin aranızda ölümü Biz, Biz takdir ettik. Ve Biz, önüne geçilmiş (veya geçilebilecek) olan değiliz
(bu takdirimizi kimse bozamaz).
56/VÂKIA-61: Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Sizin (dünya hayatındaki) emsallerinizi (bedenlerinizi), (ölümle) değiştirmemiz ve (ahiret âlemi
için) sizi, bilmediğiniz bir şekilde (yeniden) yaratmamızda (Bizi geçecek yoktur).
56/VÂKIA-62: Ve lekad alimtumunneş etel ûlâ fe lev lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve andolsun ki, ilk neş'eti (yaratılışı) bildiniz, hâlâ tezekkür (tefekkür) etmiyorsanız.
56/VÂKIA-63: E fe reeytum mâ tahrusûn(tahrusûne).
Öyleyse ektiğiniz ekin nedir (onu) gördünüz mü? (Her bitkinin tohumundan kendi türüne has yeni
bir bitkinin yetişmesi için gerekli olan şifrelerin ve gelişim programının, ektiğiniz tohum içinde
saklı olduğunu biliyor musunuz, idrak ediyor musunuz?)
56/VÂKIA-64: E entum tezre ûnehû em nahnuz zâriûn(zâriûne).
Onu siz mi yetiştiriyorsunuz, yoksa onu yetiştiren Biz miyiz? 4
56/VÂKIA-65: Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn(tefekkehûne).
Eğer Biz dileseydik, elbette onu kuru ot kılardık (yapardık). O zaman siz şaşırıp kalırdınız.
56/VÂKIA-66: İnnâ le mugremûn(mugremûne).
Gerçekten biz ziyana uğrayanlarız.
56/VÂKIA-67: Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
Hayır, biz mahsulden (üründen) mahrum bırakılanlarız (derdiniz).
56/VÂKIA-68: E fe reeytumul mâellezî teşrebûn(teşrebûne).
Ayrıca siz, o içiyor olduğunuz suyu gördünüz mü?
56/VÂKIA-69: E entum enzeltumûhu minel muzni em nahnul munzilûn(munzilûne).
Onu (suyu) bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?
56/VÂKIA-70: Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn(teşkurûne).
Eğer dileseydik, onu acı kılardık (yapardık), öyle ise (niçin) hâlâ şükretmiyorsunuz?
56/VÂKIA-71: E fe reeytumun nârelletî tûrûn(tûrûne).
Ayrıca o yaktığınız ateşi gördünüz mü?
56/VÂKIA-72: E entum enşe’tum şeceretehâ em nahnul munşiûn(munşiûne).
Onun ağacını siz mi inşa ettiniz, yoksa inşa eden (halkeden) Biz miyiz?
56/VÂKIA-73: Nahnu cealnâhâ tezkireten ve metâan lil mukvîn(mukvîne).
Biz, onu (ateşi) bir ibret ve çöl yolcuları (sahrada konaklayanlar) için bir meta (ısı ve ışık kaynağı)
kıldık.
56/VÂKIA-74: Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi).
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
56/VÂKIA-75: Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm(nucûmi).
Artık hayır! Yıldızların mevkilerine yemin ederim.
56/VÂKIA-76: Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm(azîmun).
Ve muhakkak ki o, gerçekten çok büyük bir yemindir, keşke bilseniz.
56/VÂKIA-77: İnnehu le kur’ânun kerîm(kerîmun).
Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur'ân'dır (Kur'ân-ı Kerim'dir).
56/VÂKIA-78: Fî kitâbin meknûn(meknûnin).
Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitap'tadır (Levhi Mahfuz'dadır).
56/VÂKIA-79: Lâ yemessuhû illel mutahherûn(mutahherûne).
O'na, tahir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.
56/VÂKIA-80: Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi tarafından (kısım kısım, âyet âyet) indirilmiştir.
56/VÂKIA-81: E fe bi hâzel hadîsi entum mudhinûn(mudhinûne).
Yoksa siz, bu söze inanmayan, şüphe eden kimseler misiniz?
56/VÂKIA-82: Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn(tukezzibûne).
Ve siz, yalanlamış olmanızı kendinize rızık ediniyorsunuz. (Kur'ân'daki sözlerin âlemlerin Rabbi
tarafından indirildiğinden şüphe ettiğiniz için rızkınız, nasibiniz sadece yalanlamak oluyor.)
56/VÂKIA-83: Fe lev lâ izâ belegatil hulkûme(hulkûme).
O halde can boğaza gelmiş olsa değil mi ki (siz öylece).
56/VÂKIA-84: Ve entum hîne izin tenzurûn(tenzurûne).
Ve siz, o anda (ona öylece, bir yardım yapamayarak sadece) bakarsınız. 4
56/VÂKIA-85: Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn(tubsirûne).
Ve Biz, ona sizden daha yakınız fakat siz görmezsiniz.
56/VÂKIA-86: Fe lev lâ in kuntum gayre medînîn(medînîne).
Öyleyse eğer siz (amellerinizin karşılığında) ceza görecek kimseler değil iseniz.
56/VÂKIA-87: Terciûnehâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Eğer siz sadıklarsanız, onu geri çevirirsiniz.
56/VÂKIA-88: Fe emmâ in kâne minel mukarrebîne(mukarrebîne).
Fakat o eğer mukarrebin olanlardan (Allah'a yakın olanlardan) ise.
56/VÂKIA-89: Fe revhun ve reyhânun ve cennetu naîm(naîmin).
O taktirde, ferahlık, huzur, güzel kokulu bitkiler ve naim cenneti vardır.
56/VÂKIA-90: Ve emmâ in kâne min ashâbil yemîn(yemîni).
Fakat yemin sahiplerinden (ashabı yeminden yani hayat filmleri sağından verilenlerden) ise.
56/VÂKIA-91: Fe selâmun leke min ashâbil yemîn(yemîni).
O zaman ashabı yeminden (hayat filmleri sağından verilenlerden) “sana selâm olsun” (denir).
56/VÂKIA-92: Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn(dâllîne).
Ve fakat dalâlette olan ve yalanlayanlardan ise.
56/VÂKIA-93: Fe nuzulun min hamîm(hamîmin).
O taktirde kaynar sudan bir ziyafet vardır.
56/VÂKIA-94: Ve tasliyetu cahîm(cahîmin).
Ve alevli ateşe atılma vardır.
56/VÂKIA-95: İnne hâzâ le huve hakkul yakîn(yakîni).
Muhakkak ki bu (anlatılanlar), elbette o (verilen haberler), Hakk'ul yakîn'dir (yakîn olan haktır,
kesin olarak gerçektir).
56/VÂKIA-96: Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi).
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
YÂSÎN
Bismillâhirrahmânirrahîm
36/YÂSÎN-1: Yâ sîn.
Yâ, Sîn.
36/YÂSÎN-2: Vel kur’ânil hakîm(hakîmi).
Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) Kur'ân'a andolsun.
36/YÂSÎN-3: İnneke leminel murselîn(murselîne).
Muhakkak ki sen, gerçekten gönderilen resûllerdensin.
36/YÂSÎN-4: Alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Sıratı Mustakîm üzerinde(sin).
36/YÂSÎN-5: Tenzîlel azîzir rahîm(rahîmi).
Azîz ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir.
36/YÂSÎN-6: Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne).
Babaları uyarılmamış bir kavmi, uyarman içindir. Çünkü onlar gâfillerdir.
36/YÂSÎN-7: Lekad hakkal kavlu alâ ekserihim fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne). 4
Andolsun ki (Allah'ın) söz(ü) onların çoğunun üzerine hak oldu. Artık onlar âmenû olmazlar
(Allah'a ulaşmayı dilemezler).
36/YÂSÎN-8: İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum
mukmehûn(mukmehûne).
Muhakkak ki Biz, onların boyunlarına, çenelerine kadar halkalar (zincirler) kıldık (geçirdik). Bu
sebeple onlar, başları yukarı kaldırılmış olanlardır.
36/YÂSÎN-9: Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynâhum fe
hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onların önlerine ve arkalarına set kılarak (çekerek) böylece onları perdeledik. Artık onlar
görmezler.
36/YÂSÎN-10: Ve sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ve onları uyarsan da uyarmasan da onlar için eşittir. Onlar âmenû olmazlar (Allah'a ulaşmayı
dilemezler).
36/YÂSÎN-11: İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu
bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).
Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân'a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile
(günahların sevaba çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile müjdele.
36/YÂSÎN-12: İnnâ nahnu nuhyil mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey’in
ahsaynâhu fî imâmin mubîn(mubînin).
Muhakkak ki Biz, ölüleri diriltiriz. Ve takdim ettiklerini ve onların eserlerini yazarız. Ve herşeyi
İmam-ı Mübin'de (apaçık bir rehber'de) saydık (tespit ettik).
36/YÂSÎN-13: Vadrıb lehum meselen ashâbel karyeh(karyeti), iz câe hel murselûn(murselûne).
Ve onlara, o şehrin halkını misal ver. Onlara resûller gelmişti.
36/YÂSÎN-14: İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ
ileykum murselûn(murselûne).
Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları)
üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: "Muhakkak ki biz, size gönderilmiş
resûlleriz." dediler.
36/YÂSÎN-15: Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum
illâ tekzibûn(tekzibûne).
Dediler ki: "Siz, bizim gibi beşerden başka bir şey değilsiniz. Ve Rahmân bir şey indirmedi. Siz
sadece yalan söylüyorsunuz."
36/YÂSÎN-16: Kalû rabbunâ ya’lemu innâ ileykum le murselûn(murselûne).
(Resûller) dediler ki: "Bizim, gerçekten size gönderilmiş resûller olduğumuzu Rabbimiz biliyor."
36/YÂSÎN-17: Ve mâ aleynâ illel belâgul mubîn(mubînu).
Ve bizim üzerimizde açıkça tebliğden (bildirmekten) başka bir şey (sorumluluk) yoktur.
36/YÂSÎN-18: Kâlû innâ tetayyernâ bi kum, le in lem tentehû le nercumennekum ve le
yemessennekum minnâ azâbun elîm(elîmun).
"Muhakkak ki biz, sizinle uğursuzluğa uğradık. Eğer siz gerçekten vazgeçmezseniz (son
vermezseniz), sizi mutlaka taşlayacağız. Ve mutlaka bizden size elîm bir azap dokunacak." dediler.
36/YÂSÎN-19: Kâlû tâirikum meakum, e in zukkirtum, bel entum kavmun musrifûn(musrifûne).
"Uğursuzluğunuz sizinle beraberdir (kendinizdendir). Size zikir hatırlatılınca mı (uğursuzluğa
uğruyorsunuz)? Hayır, siz müsrif (haddi aşan) bir kavimsiniz." dediler.
36/YÂSÎN-20: Ve câe min aksal medîneti raculun yes’â kâle yâ kavmittebiûl
murselîn(murselîne). 4
Ve şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim, (size) gönderilmiş olan resûllere
tâbî olun!" dedi.
36/YÂSÎN-21: İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn(muhtedûne).
(Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir
(hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
36/YÂSÎN-22: Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve ben, niçin beni Yaratan'a kul olmayayım ki; siz, O'na döndürüleceksiniz.
36/YÂSÎN-23: E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin lâ tugni annî
şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûn(yunkızûni).
Ben, O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana
bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar.
36/YÂSÎN-24: İnnî izen le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Eğer öyle olsaydı (putlara tapsaydım) muhakkak ki ben, mutlaka apaçık dalâlette olurdum.
36/YÂSÎN-25: İnnî âmentu bi rabbikum fesmeûn(fesmeûni).
Muhakkak ki ben, sizin Rabbinize îmân ettim. Öyleyse beni işitin.
36/YÂSÎN-26: Kîled hulil cenneh(cennete), kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn(ya’lemûne).
(Ona): "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi.
36/YÂSÎN-27: Bimâ gafere lî rabbî ve cealenî minel mukremîn(mukremîne).
Bu sebeple, Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi).
36/YÂSÎN-28: Ve mâ enzelnâ alâ kavmihî min ba’dihî min cundin mines semâi ve mâ kunnâ
munzilîn(munzilîne).
Ve onun arkasından, onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indiriciler de olmadık.
36/YÂSÎN-29: İn kânet illâ sayhaten vâhıdetenfe izâ hum hâmidûn(hâmidûne).
(Onların cezası) sadece bir sayha (şiddetli ses dalgası) oldu. O zaman onlar sönenler oldular.
36/YÂSÎN-30: Yâ hasreten alel ıbâd(ıbâdi), mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî
yestehziûn(yestehziûne).
O kullara yazıklar olsun! Onlara hiçbir resûl gelmedi ki, onunla alay etmiş olmasınlar (hepsiyle
alay ettiler).
36/YÂSÎN-31: E lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ
yerciûn(yerciûne).
Ondan önceki nice nesillerden (kimleri) helâk ettiğimizi, onların (helâk edilenlerin) kendilerine
dönmediklerini görmediler mi?
36/YÂSÎN-32: Ve in kullun lemmâ cemîun ledeynâ muhdarûn(muhdarûne).
Ve ancak herkes toplandığı zaman (onlar da) huzurumuzda hazır bulundurulacak olanlardır.
36/YÂSÎN-33: Ve âyetun lehumul ardul meyteh(meytetu), ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben
fe minhu ye’kulûn(ye’kulûne).
Ve ölü toprak onlara bir âyettir (mucizedir). Onu dirilttik ve ondan habbeler (taneler) çıkarttık.
Böylece ondan yerler.
36/YÂSÎN-34: Ve cealnâ fîhâ cennâtin min nahîlin ve a’nâbin ve feccernâ fîhâ minel
uyûn(uyûni).
Ve orada, hurma ve üzüm bahçeleri kıldık (yaptık). Ve orada, pınarlar fışkırttık.
36/YÂSÎN-35: Li ye’kulû min semerihî ve mâ âmilethu eydîhim, e fe lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Onun ürünlerinden (meyvelerinden) ve elleriyle yaptıklarından yesinler diye. Hâlâ şükretmezler
mi? 5
36/YÂSÎN-36: Subhânellezî halakal ezvâce kullehâ mimmâ tunbitulardu ve min enfusihim ve
mimmâ lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Arzın yetiştirdiği herşeyden, onların nefslerinden ve bilmedikleri şeylerden çiftler (eşler) yaratan, O
(Allah), Sübhan'dır (herşeyden münezzeh).
36/YÂSÎN-37: Ve âyetun lehumul leyl(leylu), neslehu minhun nehâre fe izâ hum
muzlimûn(muzlimûne).
Ve gece onlar için bir âyettir (ibrettir). Ondan gündüzü sıyırırız (çekip alırız). O zaman onlar
karanlıkta kalanlardır.
36/YÂSÎN-38: Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi
bilen) Allah'ın takdiridir.
36/YÂSÎN-39: Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm(kadîmi).
Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) haline dönünceye kadar
ona menziller takdir ettik.
36/YÂSÎN-40: Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve
kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).
Güneş'in Ay'a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerinde
(yörüngelerinde) yüzerler (seyrederler).
36/YÂSÎN-41: Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn(meşhûni).
Ve onların zürriyetlerini (nesillerini) dolu gemilerde taşımamız onlar için bir âyettir.
36/YÂSÎN-42: Ve halaknâ lehum min mislihî mâ yerkebûn(yerkebûne).
Ve onlar için, onun gibi (gemiler gibi) binecekleri şeyler yarattık.
36/YÂSÎN-43: Ve in neşe’ nugrıkhum fe lâ sarîha lehum ve lâ hum yunkazûn(yunkazûne).
Ve dilersek onları boğarız, o zaman onlara yardım edilmez ve onlar kurtarılmaz.
36/YÂSÎN-44: İllâ rahmeten minnâ ve metâan ilâ hîn(hînin).
Bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar metalanmaları (faydalanmaları) hariç.
36/YÂSÎN-45: Ve izâ kîle lehumuttekû mâ beyne eydîkum ve mâ halfekum leallekum
turhamûn(turhamûne).
Ve onlara: "Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden sakının. Umulur ki böylece rahmet
olunursunuz." denilmişti.
36/YÂSÎN-46: Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ
mu’ridîn(mu’ridîne).
Ve Rab'lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirenler olmasınlar.
36/YÂSÎN-47: Ve izâ kîle lehum enfikû mimmâ rezakakumullâhu kâlellezîne keferû lillezîne
âmenû e nut’imu men lev yeşâullâhu at’ameh(at’amehu), in entum illâ fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Ve onlara "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infâk edin (verin)." denildiği zaman kâfirler,
âmenû olanlara: "Allah'ın dileseydi, doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir
dalâlet içindesiniz." dediler.
36/YÂSÎN-48: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
"Ve eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman?" derler.
36/YÂSÎN-49: Mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhıdeten te’huzuhum ve hum
yahıssımûn(yahıssımûne).
Onlar tartışırken, onları alacak (yakalayacak) olan tek bir sayhadan (şiddetli ses dalgasından) başka
bir şey gözlemiyorlar (beklemiyorlar). 5
36/YÂSÎN-50: Fe lâ yestetîûne tavsiyeten ve lâ ilâ ehlihim yerciûn(yerciûne).
Artık vasiyet etmeye güçleri yetmez. Ve ailelerine dönemezler.
36/YÂSÎN-51: Ve nufiha fîs sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn(yensilûne).
Ve sur'a üfürülmüştür. İşte o zaman onlar, mezarlarından Rab'lerine koşarlar (uçarlar, yükselirler).
36/YÂSÎN-52: Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânuve
sadakal murselûn(murselûne).
"Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân'ın vaadettiği
şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.
36/YÂSÎN-53: İn kânet illâ sayhaten vâhıdeten fe izâ hum cemîun ledeynâ
muhdarûn(muhdarûne).
Sadece tek bir sayha (şiddetli ses dalgası)! İşte o zaman onlar, hepsi huzurumuzda hazır
bulunanlardır.
36/YÂSÎN-54: Fel yevme lâ tuzlemu nefsun şey’en ve lâ tuczevne illâ mâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
İşte o gün (hiç)bir kimseye, (hiç)bir şeyle zulmedilmez. Ve amellerinizden başka bir şey ile
cezalandırılmazsınız.
36/YÂSÎN-55: İnne ashâbel cennetil yevme fî şugulin fâkihûn(fâkihûne).
Muhakkak ki cennet ehli, o gün zevkli bir meşguliyet içinde olanlardır.
36/YÂSÎN-56: Hum ve ezvâcuhum fî zılâlin alel erâiki muttekiûn(muttekiûne).
Onlar ve eşleri, gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır.
36/YÂSÎN-57: Lehum fîhâ fâkihetun ve lehum mâ yeddeûn(yeddeûne).
Orada onlar için meyveler ve istedikleri (her)şey vardır.
36/YÂSÎN-58: Selâmun kavlen min rabbin rahîm(rahîmin).
Rahîm olan Rab'ten "selâm" sözü (vardır).
36/YÂSÎN-59: Vemtâzûl yevme eyyuhel mucrimûn(mucrimûne).
Ve ey mücrimler (suçlular)! Bugün ayrılın (bir kenara çekilin).
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum
aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o
(şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde
bulunmak)tır.
36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû
ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?
36/YÂSÎN-63: Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur.
36/YÂSÎN-64: Islevhel yevme bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).
İnkâr etmeniz sebebiyle bugün ona (cehenneme) yaslanın (girin).
36/YÂSÎN-65: El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum
bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını (yaptıklarını) Bize, onların elleri anlatır,
ayakları şahitlik eder. 5
36/YÂSÎN-66: Ve lev neşâu le tamesnâ alâ a’yunihim festebekûs sırâta fe ennâ
yubsırûn(yubsırûne).
Ve eğer dileseydik, elbette gözlerini mahvederdik (kör ederdik). O zaman yolda (sağa sola)
koşuştururlardı. Bundan sonra nasıl görürler?
36/YÂSÎN-67: Ve lev neşâu le mesahnâhum alâ mekânetihim fe mâstetâû mudiyyen ve lâ
yerciûn(yerciûne).
Ve eğer dileseydik, elbette onları mekânlarında (bulundukları yerde) değiştirirdik. O zaman ileri
gitmeye ve geri dönmeye güçleri yetmezdi.
36/YÂSÎN-68: Ve men nuammirhu nunekkishu fîl halk(halkı), e fe lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve kimin ömrünü uzatırsak, onun yaratılışını tersine çeviririz (kuvvetini gideririz). Hâlâ akıl
etmezler mi?
36/YÂSÎN-69: Ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagî leh(lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun
mubîn(mubînun).
Ve Biz, O'na (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Ve (bu), O'na yakışmaz. O (O'na indirilen), sadece
zikir ve apaçık Kur'ân'dır.
36/YÂSÎN-70: Li yunzire men kâne hayyen ve yehıkkal kavlu alel kâfirîn(kâfirîne).
(Kur'ân'ın indirilmesi), hayy olanları inzar etmek (uyarmak) ve (azap) sözünün kâfirlerin üzerine
hak olması içindir.
36/YÂSÎN-71: E ve lem yerev ennâ halaknâ lehum mimmâ amilet eydînâ en’âmen fe hum lehâ
mâlikûn(mâlikûne).
Ellerimizle (kudretimizle) yaptığımız şeylerden onlar için hayvanları nasıl halkettiğimizi
görmediler mi? Onlar, böylece onlara (hayvanlara) malik olurlar.
36/YÂSÎN-72: Ve zellelnâhâ lehum fe minhâ rakûbuhum ve minhâ ye’kulûn(ye’kulûne).
Ve Biz onları (hayvanları), onlara zelil (itaatkâr) yaptık. Böylece onlardan, kendilerinin binekleri
oldu (onlara binerler) ve onlardan (etlerinden) yerler.
36/YÂSÎN-73: Ve lehum fîhâ menâfiu ve meşârib(meşâribu), e fe lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Ve onlarda, kendileri için (birçok) menfaatler (yararlar) ve içecek şeyler (süt) vardır. Hâlâ
şükretmezler mi?
36/YÂSÎN-74: Vettehazû min dûnillâhi âliheten leallehum yunsarûn(yunsarûne).
Ve yardım olunacaklarını ümit ederek, Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
36/YÂSÎN-75: Lâ yestetîûne nasrahum ve hum lehum cundun muhdarûn(muhdarûne).
(O ilâhlar), onlara yardım etmeye muktedir değildirler. Ve kendileri, onlar (o ilâhlar) için, (onlara
yardıma) hazır askerlerdir.
36/YÂSÎN-76: Fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ
yu’linûn(yu’linûne).
Artık onların sözleri seni mahzun etmesin. Muhakkak ki Biz, sakladıklarını da açıkladıklarını da
biliriz.
36/YÂSÎN-77: E ve lem yerel insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe iza huve hasîmun
mubîn(mubînun).
İnsan, onu bir nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi? Sonra da Bize (karşı) apaçık hasım
(düşman) oldu.
36/YÂSÎN-78: Ve darebe lenâ meselen ve nesiye halkah(halkahu), kâle men yuhyil izâme ve hiye
remîm(remîmun).
Ve kendi yaratılışını unutup Bize misal getirdi: "Kemiklerimiz çürüyüp dağılmış haldeyken kim
onlara can verecek?" dedi. 5
36/YÂSÎN-79: Kul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merreh(merretin), ve huve bi kulli halkın
alîm(alîmun).
De ki: "Onu ilk defa inşa eden (Yaratan), ona hayat verecek. Ve O, bütün yaratışları En İyi
Bilen'dir."
36/YÂSÎN-80: Ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdarinâren fe izâ entum minhu
tûkıdûn(tûkıdûne).
Yeşil ağaçtan sizin için ateş (oksijen) kılan (çıkaran), O'dur. Böylece siz, ondan yakarsınız.
36/YÂSÎN-81: E ve leysellezî halakas semâvâti vel arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ
ve huvel hallâkul alîm(alîmu).
Gökleri ve yerleri yaratan, onların bir eşini daha yaratmaya kaadir değil midir? Evet O, (yegâne)
Yaratıcı ve En İyi Bilen'dir.
36/YÂSÎN-82: İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen
olur.
36/YÂSÎN-83: Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn(turceûne).
İşte O, Sübhan'dır. Herşeyin melekûtu (mülkü ve hükümdarlığı) O'nun elindedir. Ve O'na
döndürüleceksiniz.
YÛNUS
Bismillâhirrahmânirrahîm
10/YÛNUS-1: Elif lâm râ, tilke âyâtul kitâbil hakîm(hakîmi).
Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, Hikmetli Kitab'ın âyetleridir.
10/YÛNUS-2: E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enzirin nâse ve
beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le
sâhırun mubîn(mubînun).
Onlardan bir adama, "insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı
dileyenleri) müjdelemesi" için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki onlar
için, Rab'lerinin yanında (katında) sıddıklar makamı vardır. Kâfirler şöyle dediler: “Muhakkak ki
bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”
10/YÛNUS-3: İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ
alel arşi yudebbirul emr(emre), mâ min şefîin illâ min ba'di iznih(iznihî), zâlikumullâhu
rabbukum fa'budûh(fa'budûhu), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah, semaları ve yeryüzünü 6 günde yaratandır. Sonra arşa istiva etti.
İşleri düzenler ve O'nun izni olmadıktan sonra (olmadıkça) bir şefaatçi yoktur. İşte bu Allah, sizin
Rabbinizdir. Artık O'na kul olun. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
10/YÛNUS-4: İleyhi merciukum cemîâ(cemîan), va'dallâhi hakkâ(hakkan), innehu yebdeul
halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti bil kıst(kıstı), vellezîne keferû
lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
Hepinizin dönüşü O'nadır (dönüş yeriniz O'dur). Allah'ın vaadi haktır (gerçektir). Muhakkak ki O,
ilk olarak (örneksiz) yaratmaya başlar. Ve sonra âmenû olanlar ve salih (nefs tezkiye edici) amel
yapanlar, adaletle mükâfatını vermek için O'na iade olunur (döndürülür). Ve kâfir olanlar için inkâr
etmiş olduklarından dolayı hamîmden (kaynar sudan) bir içecek ve elîm azap vardır.
10/YÛNUS-5: Huvellezî cealeş şemse dıyâen vel kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta'lemû
adedes sinîne vel hisâb(hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bil hakk(hakkı), yufassılul âyâti li
kavmin ya'lemûn(ya'lemûne). 5
Güneş'i bir ziya, Ay'ı (kameri) bir nur kılan, O'dur. Ve senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için
ona menziller tayin etti. Allah ne yarattı ise ancak böylece hak ile yarattı. Bilen bir kavim için
âyetleri ayrı ayrı açıklar.
10/YÛNUS-6: İnne fîhtilâfil leyli ven nehâri ve mâ halakallâhu fîs semâvâti vel ardı le âyâtin li
kavmin yettekûn(yettekûne).
Muhakkak ki gece ile gündüzün, peşpeşe (karşılıklı) gelmesinde ve Allah'ın semalarda ve yerde
yarattığı şeylerde, takva sahibi bir kavim için âyetler (deliller) vardır.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya
hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil
olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
10/YÛNUS-9: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min
tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı
Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
10/YÛNUS-10: Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tehiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun), ve
âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Onların orada duaları: “Allah'ım, Sen Sübhan'sın (Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederim). Ve
onların orada hayatları (tehiyyatları, dilekleri) “Selâm”dır. Ve dualarının sonu, “Âlemlerin Rabbi
Allah'a hamdetmek”tir.
10/YÛNUS-11: Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim
eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, elbette onların
ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri,
isyanları içinde şaşkın bırakırız.
10/YÛNUS-12: Ve izâ messel insâned durru deânâ li cenbihî ev kâiden ev kâimâ(kâimen), fe
lemmâ keşefnâ anhu durrehu merre ke’en lem yed’unâ ilâ durrin messeh(messehu), kezâlike
zuyyine lil musrifîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve insana bir darlık (musîbet, sıkıntı) isabet ettiği (dokunduğu) zaman, yatarken, otururken veya
ayaktayken Bize dua etti (eder). Fakat onun sıkıntısını ondan giderdiğimiz zaman ona isabet eden
darlıkta (sıkıntıda) Bize dua etmemiş gibi döndü (döner). İşte böylece müsriflere, yapmış oldukları
şeyler süslendi.
10/YÛNUS-13: Ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmâ zalemû ve câethum rusuluhum
bil beyyinâti ve mâ kânû li yu’minû, kezâlike neczil kavmel mucrimîn(mucrimîne).
Andolsun, sizden önceki devirlerde yaşayanları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onlara resûlleri
beyyineler (deliller) ile geldi. Ve onlar inanmadılar. Mücrim kavmi işte böyle cezalandırırız.
10/YÛNUS-14: Summe cealnâkum halâife fîl ardı min ba’dihim li nanzure keyfe
ta’melûn(ta’melûne).
Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde halifeler kıldık.
10/YÛNUS-15: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi
kur'ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in
ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin). 5
Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen kimseler şöyle dedi:
“Bize bundan başka bir Kur'ân getir veya O'nu değiştir.” De ki: “O'nu, kendi nefsimden (bir şey)
ilka ederek benim değiştirmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet
Rabbime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azabından korkarım.”
10/YÛNUS-16: Kul lev sâallâhu mâ televtuhû aleykum ve lâ edrâkum bihî, fe kad lebistu fîkum
umuren min kablih(kablihî), e fe lâ ta'kilûn(ta'kilûne).
De ki: “Şâyet Allah dileseydi, O'nu size okumazdım ve O'nu size bildirmezdim. Halbuki O'ndan
önce içinizde bir ömür sürdüm. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?”
10/YÛNUS-17: Fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihî),
innehû lâ yuflihul mucrimûn(mucrimûne).
Artık Allah'a karşı yalanla iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim
(var)dır? Muhakkak ki O, mücrimleri (suçluları) felâha (kurtuluşa) erdirmez.
10/YÛNUS-18: Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne
hâulâi şufeâunâ indallâh(indallâhi), kul e tunebbiûnâllâhe bimâ lâ ya'lemu fîs semâvâti ve lâ fîl
ard(ardı), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere (putlara) kulluk (ibadet) ediyorlar. Ve
“Bunlar, Allah'ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde ve semalarda
bilmediği bir şeyi Allah'a haber mi veriyorsunuz?” O, Sübhan'dır (münezzehtir), onların ortak
koştuğu şeylerden yücedir.
10/YÛNUS-19: Ve mâ kânen nâsu illâ ummeten vâhideten fahtelefû, ve lev lâ kelimetun sebekat
min rabbike le kudiye beynehum fîmâ fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Ve insanlar, tek bir ümmetten başka olmadı (tek bir ümmetti). Sonradan ihtilâfa (ayrılığa) düştüler.
Rabbinden bir söz (kelime) geçmiş (verilmiş) olmasaydı, onların aralarında ihtilâfa düştükleri şey
hakkında mutlaka hüküm verilirdi.
10/YÛNUS-20: Ve yekûlûne lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), fe kul innemel
gaybu lillâhi fentezirû, innî meakum minel muntazirîn(muntazirîne).
Ve: “Rabbinden ona bir âyet (mucize, delil) indirilse olmaz mıydı?” derler. O zaman de ki: “Gayb,
yalnız Allah'ındır (Allah'a mahsustur). Artık bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
10/YÛNUS-21: Ve izâ ezaknen nâse rahmeten min ba'di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî
âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn(temkurûne).
Ve onlara bir sıkıntı, bir darlık isabet etmesinden sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman,
onların âyetlerimiz hakkında tuzakları olduğu zaman (alay ettikleri ve yalanladıkları zaman) de ki:
“Allah, tuzak kurmakta daha hızlıdır.” Muhakkak ki elçilerimiz kurduğunuz şey(ler)i (ne
kuruyorsanız) yazıyorlar.
10/YÛNUS-22: Huvellezî yuseyyirukum fîl berri vel bahr(bahri), hattâ izâ kuntum fîl fulk(fulki),
ve cereyne bihim bi rîhin tayyibetin ve ferihû bihâ câethâ rîhun âsifun ve câehumul mevcu min
kulli mekânin ve zannû ennehum uhîta bihim deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), le in
enceytenâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
Karada ve denizde sizi seyrettiren (gezdiren) O'dur. Hatta siz gemi(ler)de idiniz ve güzel, hoş bir
rüzgâr ile onlarla (içindekilerle) (denizde gemiler) seyrediyorlardı (yüzüyorlardı). Ve onunla
ferahladılar (sevinçliydiler). Ona fırtınalı bir rüzgâr geldi ve onları her taraftan dalgalar sardı.
Onlarla ihata edildiklerini (kuşatılıp çevrildiklerini) zannettiler. Dîni, ona mahsus (has) kılarak
ihlâsla Allah'a dua ettiler: “Eğer bizi bundan kurtarırsan, biz mutlaka şükredenlerden oluruz.”
10/YÛNUS-23: Fe lemmâ encâhum izâ hum yebgûne fîl ardı bi gayril hakk(hakkı), yâ eyyuhen
nâsu innemâ bagyukum alâ enfusikum metâal hayâtid dunyâ summe ileynâ merciukum fe
nunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne). 5
Fakat onları kurtarınca, (o zaman) onlar yeryüzünde haksız yere azgınlık yaparlar. Ey insanlar!
Sizin azgınlığınız size (kendinize)dir, dünya hayatının metaı (menfaati)dir, sonra dönüşünüz
Bizedir. O zaman yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.
10/YÛNUS-24: İnnemâ meselul hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî
nebâtul ardı mimmâ ye'kulun nâsu vel en'âm(en'âmu), hattâ izâ ehazetil ardu zuhrufehâ
vezzeyyenet ve zanne ehluhâ ennehum kâdirûne aleyhâ etâhâ emrunâ leylen ev nehâren fe
cealnâhâ hasîden ke en lem tagne bil ems(emsi), kezâlike nufassilul âyâti li kavmin
yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Dünya hayatının durumu (örneği) sadece semadan indirdiğimiz, böylece yeryüzünde, insanların ve
hayvanların yediği, arzın bitkileri ile karışan su gibidir. Hatta yeryüzü onun güzelliğini alıp
güzelleştiği zaman onun sahibi, ona, kendilerinin kaadir (muktedir) olduğunu zannetti. Ona
emrimiz gece veya gündüz geldi ve böylece onu hasat ettik (kökünden kopardık). Sanki dün hiç
olmamış (zenginleşmemiş) gibi oldu. İşte böylece âyetleri tefekkür eden bir kavim için ayrı ayrı
açıklıyoruz.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin
mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği
kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdeh(zîyâdetun), ve lâ yerheku vucûhehum
katerun ve lâ zilleh(zilletun), ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar için Ahsenül hüsna (Allah'ın Zat'ına ulaşmak) ve ziyadesi (daha fazlası, Allah'ın cemalini
görmek) vardır. Onların yüzlerini bir keder kaplamaz ve bir zillet (küçük düşme, hakirlik) yoktur.
İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır.
10/YÛNUS-27: Vellezîne kesebûs seyyiâti cezâu seyyietin bi mislihâ ve terhekuhum
zilleh(zilletun), mâ lehum minallâhi min âsim(âsimin), ke ennemâ ugsîyet vucûhuhum kita'an
minel leyli muzlimâ(muzlimen), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Seyyiat kazanan kimselerin seyyiatlerinin cezası, onun misli kadardır. Ve onları bir zillet kaplar. Ve
onların Allah'a karşı bir koruyucusu yoktur. Onların yüzleri karanlık geceden bir parça ile
kaplanmış gibidir. İşte onlar, ateş halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır (kalacak olanlardır).
10/YÛNUS-28: Ve yevme nahsuruhum cemîan summe nekûlu lillezîne eşrekû mekânekum
entum ve şurekâukum, fe zeyyelnâ beynehum, ve kâle şurekâuhum mâ kuntum iyyânâ
ta'budûn(ta'budûne).
Ve o gün onların hepsini toplayacağız. Sonra şirk koşanlara şöyle diyeceğiz: “Siz ve şirk
koştuklarınız yerlerinize.” Böylece onların aralarını açtık. Ve onların ortak koştukları: “Siz sadece
bize ibadet (kulluk) etmiyordunuz.” dedi(ler).
10/YÛNUS-29: Fe kefâ billâhi şehîden beynenâ ve beynekum in kunnâ an ibâdetikum le
gâfilîn(gâfilîne).
Artık şahit olarak bizim ve sizin (bizimle sizin) aranızda Allah kâfidir. Biz, sizin ibadetinizden
gerçekten gâfildik (habersizdik).
10/YÛNUS-30: Hunâlike teblû kullu nefsin mâ eslefet ve ruddû ilallâhi mevlâhumul hakkı ve
dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Her nefs (bütün nefsler), geçmişte olan şeylerle orada imtihan edilerek Allah'a döndürüldüler.
Onların mevlâsı Hakk'tır. İftira etmiş oldukları şeyler onlardan uzaklaştı (saptı).
10/YÛNUS-31: Kul men yerzukukum mines semâi vel ardı emmen yemlikus sem'a vel ebsâre ve
men yuhricul hayye minel meyyiti ve yuhricul meyyite minel hayyi ve men yudebbirul emr(emre),
fe se yekûlûnâllâh(yekûlûnâllâhu), fe kul e fe lâ tettekûn(tettekûne). 5
De ki: “Semadan ve arzdan sizi kim rızıklandırıyor? Veya işitmenin (işitme duyusunun) ve
görmenin (görme hassasının) meliki (sahibi) kimdir? Ve canlıyı (diriyi) cansızdan (ölüden) çıkaran
ve cansızı (ölüyü) canlıdan (diriden) çıkaran kimdir? Ve işi (yaratıp, yöneten) düzenleyip idare
eden kimdir?” O zaman: “Allah” diyecekler. Öyleyse: “Hâlâ takva sahibi olmayacak mısınız?” de.
10/YÛNUS-32: Fe zâlikumullâhu rabbukumul hakk(hakku), fe mâzâ ba'del hakkı illed
dalâl(dalâlu), fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).
Öyleyse işte O, Allah'tır. Sizin Rabbiniz Hakk'tır. O halde Hakk'tan sonrası dalâletten başka nedir?
Artık nasıl çevriliyorsunuz (Hakk'tan dalâlete döndürülüyorsunuz)?
10/YÛNUS-33: Kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne fesekû ennehum lâ
yu’minûn(yu’minûne).
Böylece senin Rabbinin sözü fasık olan kimseler üzerine hak oldu. Muhakkak ki onlar, inanmazlar.
10/YÛNUS-34: Kul hel min şurekâikum men yebdeul halka summe yu'îduh(yu'îduhu), kulillâhu
yebdeul halka summe yu'îduhu fe ennâ tu'fekûn(tu'fekûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan (şirk koştuklarınızdan) örneksiz ilk defa yaratıp sonra onu geri
döndürecek kim var?” De ki: “Örneksiz, ilk defa yaratıp sonra onu geri döndürecek Allah'tır.
Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?”
10/YÛNUS-35: Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe
men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe
tahkumûn(tahkumûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki: “Allah,
Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha
lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse
mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
10/YÛNUS-36: Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı
şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).
Ve onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz.
Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.
10/YÛNUS-37: Ve mâ kâne hâzel kur'ânu en yufterâ min dûnillâhi ve lâkin tasdîkallezî beyne
yedeyhi ve tafsîlel kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve bu Ku'rân, Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş değildir. Ve lâkin, onların ellerinde olanı
tasdik eder ve Kitab'ı tafsil eder (ayrıntılı olarak açıklar). O'nun hakkında şüphe yoktur, âlemlerin
Rabbindendir.
10/YÛNUS-38: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul fe'tû bi sûretin mislihî ved'û
menisteta'tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenlerseniz, o taktirde Allah'tan başka
gücünüzün yettiği kimseleri çağırın ve onun gibi bir sure getirin!”
10/YÛNUS-39: Bel kezzebû bimâ lem yuhîtû bi ilmihî ve lemmâ ye'tihim te'vîluh(te'vîluhu),
kezâlike kezzebellezîne min kablihim fanzur keyfe kâne âkibetuz zâlimîn(zâlimîne).
Hayır onlara tevîl gelmedikçe (gelmediği için) ilmini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar. Bunun
gibi ondan öncekiler de yalanladılar. Artık bak, zalimlerin akıbeti (sonu) nasıl oldu.
10/YÛNUS-40: Ve minhum men yu'minu bihî ve minhum men lâ yu'minu bih(bihi), ve rabbuke
a'lemu bil mufsidîn(mufsidîne).
Ve onlardan, ona îmân eden kimseler ve onlardan ona îmân etmeyen kimseler var. Senin Rabbin
fesat çıkaranları iyi bilir.
10/YÛNUS-41: Ve in kezzebûke fe kul lî amelî ve lekum amelukum, entum berîûne mimmâ
a'melu ve ene berîun mimmâ ta'melûn(ta'melûne). 5
Ve eğer seni yalanlarlarsa o zaman de ki: “Benim amelim bana ve sizin ameliniz size ait. Siz benim
yaptığım şeylerden uzaksınız, ben de sizin yaptığınız şeylerden uzağım.”
10/YÛNUS-42: Ve minhum men yestemiûne ileyk(ileyke), e fe ente tusmius summe ve lev kânû
lâ ya'kilûn(ya'kilûne).
Onlardan seni dinleyen kimseler var. Fakat akıl etmiyorlarsa sağırlara sen mi duyuracaksın?
10/YÛNUS-43: Ve minhum men yanzuru ileyk(ileyke), e fe ente tehdil umye ve lev kânû lâ
yubsırûn(yubsırûne).
Ve onlardan sana bakanlar var, fakat eğer onlar görmüyorlarsa (basar hassaları çalışmıyorsa)
âmâları sen mi hidayete erdireceksin?
10/YÛNUS-44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum
yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine
zulmederler.
10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne
beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları
toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı
(Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve
hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
10/YÛNUS-46: Ve immâ nurîyenneke ba’dellezî naıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ
merciuhum summallâhu şehîdun alâ mâ yef’alûn(yef’alûne).
Ama sana, onlara vaadettiğimizin bir kısmını göstersek veya seni vefat ettirsek de o zaman
(sonunda) onların dönüşü, Bizedir. Sonra Allah, onların yaptığı şeylere de şahittir.
10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı
ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle
hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
10/YÛNUS-48: Ve yekûlûne metâ hâzel va'du in kuntum sadıkîn(sadıkîne).
Ve: “Eğer siz, sözünüzde sadıklarsanız bu vaad, ne zaman?” derler.
10/YÛNUS-49: Kul lâ emliku li nefsî darran ve lâ nef'an illâ mâ şâallâh(şâallâhu), li kulli
ummetin ecel(ecelun), izâ câe eceluhum fe lâ yeste'hırûne sâaten ve lâ
yestakdimûn(yestakdimûne).
De ki: “Allah'ın dilediği şey hariç, ben nefsime (kendime) bir fayda veya bir zarar vermeye malik
değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli geldiği zaman artık bir saat tehir edilmez ve
öne alınmaz.”
10/YÛNUS-50: Kul ereeytum in etâkum azâbuhu beyâten ev nehâren mâzâ yesta'cilu minhul
mucrimûn(mucrimûne).
De ki: “O'nun azabı şâyet gece veya gündüz size gelse (ne olur) düşündünüz mü (gördünüz mü)?
Mücrimlerin (suçluların) O'ndan acele istediği nedir?”
10/YÛNUS-51: E summe izâ mâ vakaa âmentum bih(bihi), âl'âne ve kad kuntum bihî
testa'cilûn(testa'cilûne).
O, vuku bulduktan sonra mı şimdi mi O'na îmân edeceksiniz? Ve siz, onu acele istemiştiniz.
10/YÛNUS-52: Summe kîle lillezîne zalemû zûkû azâbel huld(huldi), hel tuczevne illâ bimâ
kuntum teksibûn(teksibûne). 5
Sonra zulmedenlere: “Ebedî (devamlı) azabı tadın!” denildi. Kazandıklarınızdan başkası ile mi
cezalandırılacaksınız?
10/YÛNUS-53: Ve yestenbiûneke ehakkun hû(hûve), kul î ve rabbî innehu le hakkun ve mâ
entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Ve senden haber soracaklar: “O hak mıdır (gerçek midir)?” De ki: “Evet, Rabbime andolsun.”
Muhakkak ki o, kesin olarak haktır (gerçektir) ve sizler aciz bırakanlar değilsiniz.
10/YÛNUS-54: Ve lev enne li kulli nefsin zalemet mâ fîl ardı leftedet bih(bihi), ve eserrun
nedâmete lemmâ reevul azâb(azâbe), ve kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ
yuzlemûn(yuzlemûne).
Muhakkak ki; zulmeden her nefs, yeryüzünde ne varsa onun olsa, azabı gördüğü zaman
pişmanlığını gizler ve mutlaka onu (onların hepsini) feda ederdi (verirdi). Ve onların arasında
adaletle hükmedilmiştir. Ve onlara zulmedilmez.
10/YÛNUS-55: E lâ inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), e lâ inne va'dallâhi hakkun ve
lâkinne ekserehum lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Göklerde ve yeryüzünde olanlar, muhakkak Allah'ın değil mi? Allah'ın vaadi mutlaka hak değil mi?
Ve lâkin onların çoğu bilmezler.
10/YÛNUS-56: Hûve yuhyî ve yumîtu ve ileyhi turceûn(turceûne).
O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz.
10/YÛNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs
sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara)
şifa ve mü'minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.
10/YÛNUS-58: Kul bi fadlillâhi ve bi rahmetihî fe bi zâlike felyefrehû, hûve hayrun mimmâ
yecmeûn(yecmeûne).
De ki: “Allah'ın fazlı ve O'nun rahmeti ile artık ferahlasınlar (sevinsinler). O, onların topladıkları
şeylerden (dünya mallarından) daha hayırlıdır.”
10/YÛNUS-59: Kul e reeytum mâ enzelâllâhu lekum min rızkın fe cealtum minhu harâmen ve
halâlâ(halâlen), kul allâhu ezine lekum em alallâhi tefterûn(tefterûne).
De ki: “Allah'ın sizin için rızık olarak indirdiği şeyleri gördünüz mü? Sonra da onlardan (bir
kısmını) haram ve (bir kısmını) helâl kıldınız.” De ki: “Allah size izin mi verdi, yoksa Allah'a iftira
mı ediyorsunuz?”
10/YÛNUS-60: Ve mâ zannullezîne yefterûne alâllahil kezibe yevmel kıyâmeh(kıyâmeti),
innallâhe le zû fadlın alen nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Kıyâmet günü, Allah'a yalanla iftira edenlerin zannı nedir? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı
elbette fazlın sahibidir. Ve lâkin onların çoğu şükretmezler.
10/YÛNUS-61: Ve mâ tekûnu fî şe'nin ve mâ tetlû minhu min kur'ânin ve lâ ta'melûne min
amelin illâ kunnâ aleykum şuhûden iz tufîdûne, fîh(fîhi) ve mâ ya'zubu an rabbike min miskâli
zerretin fîl ardı ve lâ fîs semâi ve lâ asgare min zâlike ve lâ ekbere illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve bir iş ile meşgul olmanız, Kur'ân'dan bir şey okumanız ve yaptığınız bir amel yoktur ki, ona
daldığınız zaman sizin üzerinize şahitler olmayalım. Yeryüzünde ve semada zerre ağırlığınca bir
şey Rabbinden gizli kalmaz. Ve ondan daha büyüğü ve daha küçüğü yoktur ki, Kitab-ı Mübîn'de
olmasın.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne). 5
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li
kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez. İşte O,
fevz-ül azîmdir.
10/YÛNUS-65: Ve lâ yahzunke kavluhum, innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan), huves semîul
alîm(alîmu).
Onların sözleri seni üzmesin. Muhakkak ki bütün izzet, Allah'ındır. O; işiten, bilendir.
10/YÛNUS-66: E lâ inne lillâhi men fîs semâvâti ve men fîl ard(ardı), ve mâ yettebiullezîne
yed'ûne min dûnillâhi şûrekâ(şûrekâe), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ
yahrusûn(yahrusûne).
Semalarda ve yeryüzünde olan kimseler muhakkak Allah'ındır, öyle değil mi? Allah'tan başka
ortaklara dua edenler (ibadet edenler) neye tâbî oluyorlar? Ancak zanna tâbî olurlar ve onlar sadece
tahmin ederler (yalan uydururlar).
10/YÛNUS-67: Huvellezî ceale lekumul leyle li teskunû fîhi ven nehâre mubsırâ(mubsıren), inne
fî zâlike leâyâtin li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
Sizin için, içinde dinlenin diye gece kılan (vücuda getiren) ve basireti (görmeyi) sağlayan, gündüzü
(aydınlık) kılan O'dur. Muhakkak ki bunda, işiten bir kavim için elbette âyetler vardır.
10/YÛNUS-68: Kâlûttehazallâhu veleden subhâneh(subhânehu), huvel ganiy(ganiyyu), lehu mâ
fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), in indekum min sultânin bi hâzâ, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
“Allah çocuk edindi” dediler. O, ondan münezzehtir. O, Ganî'dir. Semalarda ve yeryüzünde olan
şeyler O'nundur. Yanınızda buna dair bir delil olsa (yoktur). Allah'a bilmediğiniz bir şey mi
söylüyorsunuz?
10/YÛNUS-69: Kul innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
De ki: “Muhakkak ki Allah'a yalanla iftira eden kimseler felâha (kurtuluşa) eremezler.”
10/YÛNUS-70: Metâun fîd dunyâ summe ileynâ merciuhum summe nuzîkuhumul azâbeş şedîde
bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
Dünyada bir meta (geçinme) vardır. Sonra onların dönüşleri Bizedir. Sonra da inkâr etmiş
olmalarından (kâfir olmalarından) dolayı onlara şiddetli azap tattıracağız.
10/YÛNUS-71: Vetlu aleyhim nebe'e nûh(nûhın), iz kâle li kavmihî yâ kavmi in kâne kebure
aleykum makâmî ve tezkîrî bi âyâtillâhi fe alâllâhi tevekkeltu fe ecmiû emrekum ve şurekâekum
summe lâ yekun emrukum aleykum gummeten summakdû ileyye ve lâ tunzirûn(tunzirûne).
Ve onlara Hz. Nuh'un haberini oku. Kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Benim (aranızda)
durmam (bulunmam), Allah'ın âyetlerini zikretmem (hatırlatmam), size ağır geliyorsa, artık ben
Allah'a tevekkül ettim (güveniyorum). Bundan sonra siz ve ortaklarınız, (yapacağınız) işinize karar
verin. Sonra işleriniz size keder olmasın. Sonra da bana uygulayın (yerine getirin) ve beklemeyin.”
10/YÛNUS-72: Fe in tevelleytum fe mâ se’eltukum min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâllâhi ve
umirtu en ekûne minel muslimîn(muslimîne).
Artık şâyet dönerseniz, sizden bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim (varsa) yalnız Allah'a aittir.
Ve ben teslim olanlardan olmakla emrolundum.
10/YÛNUS-73: Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fîl fulki ve cealnâhum halâife ve
agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul munzerîn(munzerîne).
Fakat onu yalanladılar. Sonra Biz, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları,
halifeler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların sonu
nasıl oldu. 5
10/YÛNUS-74: Summe beasnâ min ba’dihî rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fe mâ
kânû li yu’minû bimâ kezzebû bihî min kabl(kablu), kezâlike natbeu alâ kulûbil
mugtedîn(mugtedîne).
Sonra onun arkasından onların kavimlerine resûller gönderdik. Onlara beyyineler (açık deliller)
getirdiler. Daha önce (hidayete erip sonradan) onu yalanladıklarından dolayı böylece (fıska
düştükleri için) mü'min olmadılar. Haddi aşanların kalplerini işte böyle mühürleriz (tabederiz).
10/YÛNUS-75: Summe beasnâ min ba’dihim mûsâ ve hârûne ilâ fir’avne ve melâihî bi âyâtinâ
festekberû ve kânû kavmen mucrimîn(mucrimîne).
Sonra onların arkasından Musa ve Harun'u âyetlerimizle firavun ve onun ileri gelenlerine
gönderdik. Fakat onlar kibirlendiler. Ve mücrim (suçlu) kavim oldular.
10/YÛNUS-76: Fe lemmâ câehumul hakku min indinâ kâlû inne hâzâ le sıhrun
mubîn(mubînun).
Böylece onlara katımızdan hak geldiği zaman: “Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir.” dediler.
10/YÛNUS-77: Kâle mûsâ e tekûlûne lil hakkı lemmâ câekum, e sıhrun hâzâ, ve lâ yuflihus
sâhırûn(sâhırûne).
Musa (A.S) şöyle dedi: “Size hak geldiği zaman onun hakkında mı konuşuyorsunuz, bu bir sihir
midir? Ve (oysa) sihirbazlar (sihir yapanlar) felâha ermez.”
10/YÛNUS-78: Kâlû e ci’tenâ li telfitenâ ammâ vecednâ aleyhi âbâenâ ve tekûne lekumel
kibriyâu fîl ard(ardı), ve mâ nahnu lekumâ bi mu’minîn(mu’minîne).
Dediler ki: “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çevirmek için ve yeryüzünde büyüklük
(üstünlük, saltanat) sizin olsun diye mi bize geldiniz? Ve biz siz ikinize îmân edecek (inanacak)
değiliz.”
10/YÛNUS-79: Ve kâle fir’avnu’tûnî bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
Ve firavun: “Bütün bilgin (usta) sihirbazları bana getirin!” dedi.
10/YÛNUS-80: Fe lemmâ câes seharetu kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Böylece sihirbazlar geldiği zaman Musa (A.S) onlara: “Siz atacağınız şeyleri atın.” dedi.
10/YÛNUS-81: Fe lemmâ elkav kâle mûsâ mâ ci’tum bihis sihr(sihru), innallâhe se
yubtiluh(yubtiluhu), innallâhe lâ yuslihu amelel mufsidîn(mufsidîne).
Onlar attıkları zaman Musa (A.S) şöyle dedi: “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Muhakkak ki Allah,
onu bâtıl (geçersiz) kılacaktır.” Allah, muhakkak ki fesat çıkaranların amelini ıslâh etmez.
10/YÛNUS-82: Ve yuhikkullâhul hakka bi kelimâtihî ve lev kerihel mucrimûn(mucrimûne).
Ve mücrimler (suçlular) kerih görse de (istemese de) Allah hakkı gerçekleştirecektir.
10/YÛNUS-83: Fe mâ âmene li mûsâ illâ zurriyyetun min kavmihî alâ havfin min fir’avne ve
melâihim en yeftinehum, ve inne fir’avne leâlin fîl ard(ardı) ve innehu le minel
musrifîn(musrifîne).
Bundan sonra, firavunun ve onun ileri gelenlerinin onları fitnelemesi (belâya uğratması)
korkusuyla, Musa (A.S)'a, (kendi) kavminden, zürriyetinden (gençlerinden) başkası îmân etmedi.
Ve muhakkak ki firavun, yeryüzünde üstündü (zorbaydı). Ve gerçekten o müsriflerdendi (haddi
aşan azgınlardandı).
10/YÛNUS-84: Ve kâle mûsâ yâ kavmi in kuntum âmentum billâhi fe aleyhi tevekkelû in
kuntum muslimîn(muslimîne).
Ve Musa (A.S) şöyle dedi: “Ey kavmim! Eğer siz, Allah'a âmenû olup (ölmeden önce Allah'a
ulaşmayı dileyenler ve Allah'a), teslim olanlarsanız, artık O'na (Allah'a) tevekkül edin.”
10/YÛNUS-85: Fe kâlû alallâhi tevekkelnâ, rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lil kavmiz
zâlimîn(zâlimîne). 5
Bunun üzerine: “Biz Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizi zalim kavme fitne (konusu) kılma.”
dediler.
10/YÛNUS-86: Ve neccinâ bi rahmetike minel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Ve bizi, Senin rahmetinle kâfirler kavminden kurtar.
10/YÛNUS-87: Ve evhaynâ ilâ mûsâ ve ahîhi en tebevveâ li kavmikumâ bi mısra buyûten vec’alû
buyûtekum kıbleten ve akîmus sâlah(sâlate), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
Musa (A.S) ve kardeşine vahyettik: “İkinizin kavmi için Mısır'a evler yapın ve evlerinizi kıble kılın
ve namazı ikame edin. Ve mü'minleri müjdele!”
10/YÛNUS-88: Ve kâle mûsâ rabbenâ inneke âteyte fir’avne ve melâhu zîneten ve emvâlen fîl
hayâtid dunyâ rabbenâ li yudıllû an sebîlik(sebîlike), rabbenatmis alâ emvâlihim veşdud alâ
kulûbihim fe lâ yu’minû hattâ yerevul azâbel elîm(elîme).
Ve Musa (A.S) şöyle dedi: “Rabbimiz, muhakkak ki Sen, firavun ve onun ileri gelenlerine dünya
hayatında ziynet (süs eşyası) ve mallar verdin. Rabbimiz, (o mallar) onları Senin yolundan
saptırsın! Rabbimiz, onların mallarını mahvet, onların kalplerini sıkıştır. Artık elîm azabı
görünceye kadar onlar, mü'min olmazlar.”
10/YÛNUS-89: Kâle kad ucîbet da’vetukumâ festekîmâ ve lâ tettebi ânni sebîlellezîne lâ
ya’lemûn(ya’lemûne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “İkinizin duasına icabet edilmiştir (kabul edilmiştir). Artık ikiniz de
(kendinizi dîne) ikame edin (Allah'a çağırmaya devam edin). Bilmeyen kimselerin Benden
(uzaklaşan) yoluna tâbî olmayın.” dedi.
10/YÛNUS-90: Ve câveznâ bi benî isrâîlel bahre fe etbeahum fir’avnu ve cunûduhu bagyen ve
advâ(adven), hattâ izâ edrekehul gareku kâle âmentu ennehu lâ ilâhe illellezî âmenet bihî benû
isrâîle ve ene minel muslimîn(muslimîne).
Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Böylece firavun ve onun ordusu, azgınlıkla (zulümle),
düşmanlıkla onları takip etti. (Sular), onu boğacak düzeye erişince, (firavun) o zaman:
“İsrailoğullarının kendisine (O'na) inandığı ilâhtan başka (ilâh) olmadığına ben de îmân ettim. Ve
ben (de), müslümanlardanım (teslim olanlardanım, İslâm'a girenlerdenim).” dedi.
10/YÛNUS-91: Âl’âne ve kad asayte kablu ve kunte minel mufsidîn(mufsidîne).
Şimdi (mi) (teslim oldun, öyle mi?) Ve sen, daha önce asi olmuştun. Ve sen, fesat çıkaranlardan
idin.
10/YÛNUS-92: Fel yevme nuneccîke bi bedenike li tekûne limen halfeke âyeh(âyeten), ve inne
kesîren minen nâsi an âyâtinâ le gâfilûn(gâfilûne).
Böylece senden sonraki nesillere, bir delil (ibret) olman için, bugün seni bedeninle kurtaracağız. Ve
insanların çoğu, elbette âyetlerimizden gâfillerdir.
10/YÛNUS-93: Ve lekad bevve’nâ benî isrâîle mubevvee sıdkın ve razaknâhum minet
tayyibât(tayyibâti), femahtelefû hattâ câehumul ilm(ilmu), inne rabbeke yakdî beynehum yevmel
kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Ve andolsun ki; İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik. Ve onları tayyib (temiz, helâl) rızıktan
rızıklandırdık. Bundan sonra onlara ilim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler. Muhakkak ki senin
Rabbin, kıyâmet günü, hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmüş oldukları şeyde, onların aralarında
hüküm verir.
10/YÛNUS-94: Fe in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ ileyke fes’elillezîne yakreûnel kitâbe min
kablik(kablike), lekad câekel hakku min rabbike fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).
Bundan sonra eğer sana indirdiğimiz şey hakkında şüphe içinde olursan, o zaman senden önce
kitabı okuyan kimselere sor. Andolsun ki; sana Rabbinden hak geldi. Öyleyse sakın şüphe
edenlerden olma. 5
10/YÛNUS-95: Ve lâ tekûnenne minellezîne kezzebû bi âyâtillâhi fe tekûne minel
hâsirîn(hâsirîne).
Ve sakın Allah'ın âyetlerini yalanlayan kimselerden olma. O taktirde hüsrana uğrayanlardan
olursun.
10/YÛNUS-96: İnnellezîne hakkat aleyhim kelimetu rabbike lâ yu’minûn(yu’minûne).
Muhakkak ki onlar, Rabbinin sözünü üzerlerine hakettiler. Onlar, mü'min olmazlar.
10/YÛNUS-97: Ve lev câethum kullu âyetin hattâ yerevûl azâbel elîm(elîme).
Ve eğer onlara bütün âyetler gelse bile, elîm azabı görene kadar (onlar mü'min olmazlar - âyet 96).
10/YÛNUS-98: Fe lev lâ kânet karyetun âmenet fe nefeahâ îmânuhâ, illâ kavme yûnus(yûnuse),
lemmâ âmenû keşefnâ anhum azâbel hızyi fîl hayâtid dunyâ ve metta’nâhum ilâ hîn(hînin).
Bundan sonra keşke bir ülke âmenû olsaydı da böylece onun (ülke halkının) îmânı, ona (ülke
halkına) fayda verseydi, olmaz mıydı? Ancak Yunus'un kavmi âmenû olunca, onlardan dünya
hayatında aşağılayıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar metalandırdık (geçimlerini
sağladık).
10/YÛNUS-99: Ve lev şâe rabbuke le âmene men fîl ardı kulluhum cemîâ(cemîân), e fe ente
tukrihun nâse hattâ yekûnu mu’minîn(mu’minîne).
Ve şâyet senin Rabbin dileseydi, yeryüzünde olan kimselerin hepsi elbette topluca îmân ederlerdi.
Yoksa sen, insanları mü'min(ler) oluncaya kadar zorlayacak mısın?
10/YÛNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse
alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve Allah'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve
(Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir.
10/YÛNUS-101: Kulinzurû mâzâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve mâ tugnîl âyâtu ven nuzuru an
kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Semalarda ve yeryüzünde ne(ler) var bakın! Âmenû olmayan bir kavme, âyetler (deliller)
ve uyarılar fayda vermez.”
10/YÛNUS-102: Fe hel yentezırûne illâ misle eyyâmillezîne halev min kablihim, kul fentezırû
innî meakum minel muntezirîn(muntezirîne).
Yoksa onlardan önce geçmiş olan günlerin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? “Artık bekleyin,
muhakkak ki ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” de.
10/YÛNUS-103: Summe nuneccî rusulenâ vellezîne âmenû kezâlik(kezâlike), hakkan aleynâ
nuncil mu’minîn(mu’minîne).
Sonra Biz, resûllerimizi ve âmenû olan kimseleri böyle kurtarırız. Mü'minleri kurtarmamız
üzerimize haktır.
10/YÛNUS-104: Kul yâ eyyuhen nâsu in kuntum fî şekkin min dînî,fe lâ a’budullezîne
ta’budûne min dûnillâhi, ve lâkin a’budullâhellezî yeteveffâkum, ve umirtu en ekûne minel
mu’minîn(mu’minîne).
De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dînimden (dînim hakkında) şüphe içinde oldunuzsa (olsanız da)
ben, sizin Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ve lâkin sizi vefat ettirecek olan Allah'a kulluk
ederim. Ve ben, mü'minlerden olmakla emrolundum.”
10/YÛNUS-105: Ve en ekim vecheke lid dîni hanîfâ, ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve yüzünü hanif olarak dîne yönelt. Ve sakın müşriklerden olma!
10/YÛNUS-106: Ve lâ ted’u min dûnillâhi mâ lâ yenfeuke ve lâ yadurruk(yadurruke), fe in
fealte fe inneke izen minez zâlimîn(zâlimîne). 5
Allah'tan başka sana fayda ve zarar vermeyen şeylere dua etme. Bundan sonra eğer öyle yaparsan,
o zaman sen mutlaka zalimlerden olursun.
10/YÛNUS-107: Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi
hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur
râhîm(râhîmu).
Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O'ndan (Allah'tan) başka
giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana (senin için) bir hayır isterse, o taktirde O'nun fazlını geri
çevirecek kimse yoktur. O'nu kullarından dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr'dur (mağfiret
eden), Rahîm'dir (rahmet nurunun sahibi).
10/YÛNUS-108: Kul yâ eyyuhen nâsu kad câekumul hakku min rabbikum, fe men ihtedâ fe
innemâ yehtedî li nefsih(nefsihi), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi
vekîl(vekîlin).
De ki: “Ey insanlar, Rabbinizden size hak gelmiştir! Kim hidayete erdiyse, muhakkak ki kendi
nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette olduysa (kaldıysa) ancak kendi aleyhine (sorumluluğu
kendi üzerinde) dalâlette olur. Ve ben, sizin üzerinize vekil değilim.”
10/YÛNUS-109: Vettebi’ mâ yûhâ ileyke vasbir hattâ yahkumallâh(yahkumallâhu), ve huve
hayrul hâkimîn(hâkimîne).
Ve sana vahyolunan şeye tâbî ol! Ve Allah, hükmedinceye (hüküm verene) kadar sabret! Ve O,
hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
YÛSUF
Bismillâhirrahmânirrahîm
12/YÛSUF-1: Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Elif, Lâm, Râ. Bunlar, beyan edilmiş (açıklanmış) Kitab'ın âyetleridir.
12/YÛSUF-2: İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen le allekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Muhakkak ki Biz, O'nu Arapça Kur'ân olarak indirdik. Böylece siz akıl edersiniz.
12/YÛSUF-3: Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzel kur’âne ve in
kunte min kablihî le minel gâfilîn(gâfilîne).
Sana vahyettiğimiz bu Kur'ân ile en güzel kıssaları sana anlatıyoruz. Ve oysa sen, ondan önce
elbette gâfillerdendin.
12/YÛSUF-4: İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî re eytu ehade aşere kevkeben veş şemse vel
kamere re eytuhum lî sâcidîn(sâcidîne).
Yusuf (A.S), babasına şöyle demişti: “Babacığım, gerçekten ben on bir yıldız, güneş ve ay gördüm.
Onları bana secde eder (vaziyette, durumda) gördüm.”
12/YÛSUF-5: Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş
şeytâne lil insâni aduvvun mubîn(mubînun).
(Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde)
sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; şeytan, insana apaçık düşmandır.”
12/YÛSUF-6: Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yu allimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu
ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve
ishâk(ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun).”
Ve işte böylece, Rabbin seni seçecek ve sözlerin (olayların) tevîlini (yorumunu) sana öğretecek.
Sana ve Yakûb (A.S)'ın ailesine de, (tıpkı) daha önce ataların İbrâhîm (A.S) ve İshak (A.S)'a
(ni'metini) tamamladığı gibi, ni'metini tamamlayacak. Muhakkak ki senin Rabbin, Alîm (en iyi
bilen)dir, Hakîm (hüküm veren hikmet sahibi)dir. 5
12/YÛSUF-7: Le kad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun lis sâilîn(sâilîne).
Andolsun ki; Yusuf ve kardeşlerinde, soranlar için âyetler (dersler) vardır.
12/YÛSUF-8: İz kâlû le yûsufu ve ehûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbeh(usbehtun),
inne ebânâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
“Yusuf ve kardeşi, babamıza: “Gerçekten bizden daha sevgili.” demişlerdi. Ve biz bir grubuz.
Muhakkak ki; babamız, gerçekten açık bir yanılgı içinde.
12/YÛSUF-9: Uktulû yûsufe evitrahûhu ardan yahlu lekum vechu ebîkum ve tekûnû min
ba’dihî kavmen sâlihîn(sâlihîne).
Yusuf'u öldürün veya onu bir yere atın. Babanızın yüzü, size dost olsun (babanızın sevgisi size
kalsın). Ve ondan sonra salihler topluluğu olun.
12/YÛSUF-10: Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yel-tekithu
ba’dus seyyâreti in kuntum fâilîn(fâilîne).
İçlerinden bir sözcü şöyle dedi: “Yusuf'u öldürmeyin. Bir şey yapacaksanız onu, kuyunun dibine
atın. Bir yolcu kafilesi, onu bulur.”
12/YÛSUF-11: Kâlû yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe ve innâ lehu
lenâsıhûn(lenâsıhûne).
"Ey babamız! Sana ne oldu? Yusuf (konusunda) bize emniyet etmiyorsun (güvenmiyorsun). Ve
muhakkak ki; biz, onun iyiliğini isteyenleriz.” dediler.
12/YÛSUF-12: Ersilhu ma anâ gaden yerta’ ve yel’ab ve innâ lehu lehâfizûn(lehâfizûne).
Yarın onu bizimle gönder. Bol bol yesin ve oynasın. Ve muhakkak ki; biz, onu gerçekten muhafaza
edenleriz (koruyanlarız).
12/YÛSUF-13: Kâle innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehuz zi’bu ve entum
anhu gâfilûn(gâfilûne).
(Babası) şöyle dedi: “Onunla gitmeniz muhakkak ki; gerçekten beni mahzun eder. Ve ben, siz
ondan gâfilken, onu bir kurdun yemesinden korkarım.”
12/YÛSUF-14: Kâlû le in ekelehuz zi’bu ve nahnu usbetun innâ izen lehâsirûn(lehâsirûne).
“Ve biz gerçekten kuvvetli bir topluluk iken, eğer onu bir kurt yerse, o zaman biz mutlaka hüsrana
düşen kimseler oluruz.” dediler.
12/YÛSUF-15: Fe lemmâ zehebû bihî ve ecmeû en yec’alûhu fî gayâbetil cubb(cubbi), ve
evhaynâ ileyhi le tunebbiennehum bi emrihim hâzâ ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Böylece hep beraber, onu kuyunun dibine atmak için götürdükleri zaman Biz, ona (Yusuf'a):
"Onlar, farkında değillerken onlara bu yaptıklarını anlatacağını…” vahyettik.
12/YÛSUF-16: Ve câû ebâhum işâen yebkûn(yebkûne).
Ve babalarına yatsı vakti ağlayarak geldiler.
12/YÛSUF-17: Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe
ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn(sâdikîne).
“Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gittik ve Yusuf'u eşyamızın yanına bıraktık. O zaman (o
esnada) onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin.” dediler.
12/YÛSUF-18: Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum
emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tesıfûn(tesıfûne).
Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir
işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin
anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah'tır.” 5
12/YÛSUF-19: Ve câet seyyâretun fe erselû vâridehum fe adlâ delveh(delvehu), kâle yâ buşrâ
hâzâ gulâm(gulâmun), ve eserrûhu bidâah(bidâ’aten), vallâhu alîmun bi mâ
ya’melûn(ya’melûne).
Ve bir yolcu kafilesi (kervan) geldi. Sonra da sucularını (kuyuya) gönderdiler. Böylece kovasını
sarkıttı. “Müjde! Bu bir (erkek) çocuk.” dedi. Onu ticaret malı olarak sakladılar. Ve Allah,
yaptıklarını (yapmakta olduklarını) en iyi bilendir.
12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi
minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf'u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
12/YÛSUF-21: Ve kâlellezîşterâhu min mısra limre’etihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev
nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te’vîlil
ehâdîs(ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun(ya’lemune).
Mısır'da onu satın alan kişi, hanımına şöyle dedi: “Onun yerleşeceği yeri, özenle hazırla (ona karşı
kerim ol). Belki bize faydası olur veya (belki de) onu evlât ediniriz.” Ve işte böylece ona hadîslerin
(olayların, sözlerin) tevîlini (yorumunu) öğretelim diye Yusuf'u yeryüzünde yerleştirdik. Ve Allah,
emrinde gâlip olandır. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
12/YÛSUF-22: Ve lemmâ belega eşuddehû âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl
muhsinîn(muhsinîne)."
Ve en kuvvetli çağına ulaştığı (bulûğa erdiği) zaman ona hüküm (hikmet) ve ilim verdik.
Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
12/YÛSUF-23: Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve ğallekatil ebvâbe ve kâlet heyte
lek(leke), kâle ma âzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz
zâlimûn(zâlimûne).
(Yusuf'un) evinde kaldığı kadın, ondan murat almak istedi. Kapıları sımsıkı kapatıp: “Hadi gel,
senin için...” dedi. O (Yusuf da) şöyle dedi: “Allah'a sığınırım. O benim Rabbimdir. Benim
yerleşme yerimi en güzel şekilde yaptı. Muhakkak ki; zalimler felâha (kurtuluşa) ermezler.”
12/YÛSUF-24: Ve le kad hemmet bihî ve hemme bihâ, levlâ en reâ burhâne rabbih(rabbihi),
kezâlike li nasrife anhus sûe vel fahşâ(fahşâe), innehu min ibâdinel muhlesîn(muhlesîne).
Ve andolsun ki; (kadın) onu arzuladı. Eğer Rabbinin delilini görmeseydi, o (Yusuf A.S) da onu
arzulamıştı. İşte böylece onu kötülükten ve fuhuştan uzaklaştırırız. Muhakkak ki; o muhlis
kullarımızdandır.
12/YÛSUF-25: Vestebekâl bâbe ve kaddet kamîsahu min duburin ve elfeyâ seyyidehâ ledel
bâb(bâbi), kâlet mâ cezâu men erâde bi ehlike sûen illâ en yuscene ev azâbun elîm(elîmun).
Ve ikisi de kapıya koştular. (Kadın) onun gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Ve kapının yanında
onun (kadının) efendisi ile karşılaştılar. Ve (kadın) şöyle dedi: "Senin ehline (ailene) kötülük
yapmak isteyen kimsenin cezası zindana atılmak veya acı (bir) azaptan başka nedir?”
12/YÛSUF-26: Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu
kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
(Yusuf şöyle) dedi: "O beni elde etmek istedi. Onun (kadının) ailesinden bir şahit, şahitlik etti. Eğer
onun gömleği önden yırtılmış ise o taktirde, o (bayan) doğru söylemiştir ve o (erkek)
yalancılardandır."
12/YÛSUF-27: Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines
sâdikîn(sâdikîne).
Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, o taktirde o (kadın) yalan söyledi ve o (erkek) doğru
söyleyenlerdendir. 5
12/YÛSUF-28: Fe lemmâ reâ kamîsahu kudde min duburin kâle innehu min keydikun(kunne),
inne keydekunne azîm(azîmun).
Böylece onun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu gördüğü zaman, (kadının eşi) şöyle dedi:
“Muhakkak ki o sizin tuzağınız. Sizin tuzağınız geçekten büyüktür.”
12/YÛSUF-29: Yûsufu a’rıd an hâzâ vestagfirî li zenbik(zenbiki), inneki kunti minel
hâtıîn(hâtıîne).
Yusuf, sen bundan yüz çevir. Ve (sen) de (kadın) günahın için mağfiret dile. Muhakkak ki; sen,
kasten günah işleyenlerden oldun.
12/YÛSUF-30: Ve kâle nisvetun fîl medînetimre’etul azîzi turâvidu fetâhâ an nefsih(nefsihî),
kad şegafehâ hubbâ(hubben), innâ le nerâhâ fî dalâlin mubîn(mubînin).
Şehirdeki kadınlar: “Azîzin (vezirin) hanımı, onun (emrinde) olan (kölesi) genç delikanlıyı elde
etmek istiyor. Aşk onun kalbine işlemiş. Biz, gerçekten onu apaçık bir sapıklıkta görüyoruz.”
dedi(ler).
12/YÛSUF-31: Fe lemmâ semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehunne mutteke’en
ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn(aleyhinne), fe lemmâ
re’eynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ(beşeren),in
hâzâ illâ melekun kerîm(kerîmun).
(Kadınların) onu çekiştirdiklerini işittiği zaman, onlara (davetçi) gönderdi. Ve onlara karşılıklı
oturacak yer hazırladı. Onlardan herbirine (meyve soymaları için) bir bıçak verdi. Ve (Yusuf'a):
“Onlara (kadınlara), çık!” dedi. Böylece onu gördükleri zaman ona hayran kaldılar ve ellerini
kestiler. Ve: “Hâşâ! Allah için, bu bir beşer değil, ancak kerim (bir) melektir.” dediler.
12/YÛSUF-32: Kâlet fe zâlikunnellezî lumtunnenî fîh(fîhi), ve lekad râvedtuhu an nefsihî
festa’sam(festa’same), ve lein lem yef’al mâ âmuruhu le yuscenenne ve leyekûnen mines
sâgırîn(sâgırîne).
Şöyle dedi: “Hakkında beni kınadığınız kişi; işte bu!” Yemin ederim ki; onun nefsini elde etmek
istedim (onun nefsinden murat almak istedim). Fakat o, şiddetle sakındı. Ve eğer ona emrettiğimi
yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşenlerden olacak.
12/YÛSUF-33: Kâle rabbis sicnu ehabbu ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyh(ileyhi), ve illâ tasrif annî
keydehunne asbu ileyhinne ve ekun minel câhilîn(câhilîne).
(Yusuf A.S) şöyle dedi: “Rabbim, zindan bana, beni ona davet ettikleri şeyden daha sevimli.”
Onların (kadınların) tuzaklarından beni uzaklaştırmazsan (uzaklaştırman hariç) onlara meylederim
ve cahillerden olurum.
12/YÛSUF-34: Festecâbe lehu rabbuhu fe sarefe anhu keydehunn(keydehunne), innehu huves
semîul alîm(alîmu).
O zaman Rabbi ona icabet etti. Böylece onların hilesini ondan uzaklaştırdı. Muhakkkak ki O, en iyi
işiten ve en iyi bilendir.
12/YÛSUF-35: Summe bedâlehum min ba’di mâ raevul âyâti le yescununnehu hattâ hîn(hînin).
Daha sonra delilleri gördükten sonra, belli bir süreye kadar onu mutlaka zindana atmaları, onlara
uygun göründü.
12/YÛSUF-36: Ve dehale meahus sicne feteyân(feteyâni), kâle ehaduhumâ innî erânî a’sıru
hamrâ(hamren), ve kâlel âharu innî erânî ahmilu fevka re’sî hubzen te’kulut tayru
minh(minhu), nebbi’nâ bi te’vîlih(te’vîlihî), innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).
Ve onunla beraber iki genç erkek (de) zindana girdi. İkisinden biri şöyle dedi: “Muhakkak ki; ben
kendimi (rüyamda) üzüm sıkarken görüyorum.” Ve diğeri (de) şöyle dedi: “Gerçekten ben (de)
kendimi başımın üstünde ekmek taşırken görüyorum. Kuşlar ondan yiyorlar. Bize onun (onların)
tevîlini (yorumunu) haber ver (anlat). Muhakkak ki; biz seni muhsinlerden görüyoruz." 5
12/YÛSUF-37: Kâle lâ ye’tikumâ taâmun turzekânihî illâ nebbe’tukumâ bi te’vîlihî kable en
ye’tiyekumâ, zâlikumâ mimmâ allemenî rabbî, innî terektu millete kavmin lâ yu’minûne billâhi
ve hum bil âhiretihum kâfirûn(kâfirûne).
Yusuf (A.S) şöyle dedi: “Size, rızıklandırılacağınız bir yemek gelmez ki; o, size gelmeden önce
ben, size onun tevîlini (yorumunu) yapmış, size haber vermiş olmayayım. İşte bu ikisi, Rabbimin
öğrettiklerindendir. Gerçekten ben, Allah'a îmân etmeyen ve ahiretlerini (Allah'a ruhlarını
ulaştırmayı) inkâr eden bir kavmin dînini terkettim.”
12/YÛSUF-38: Vetteba’tu millete âbâî ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), mâ kâne lenâ en
nuşrike billâhi min şey(şey’in), zâlike min fadlillâhi aleynâ ve alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi
lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Ve ben, atalarım İbrâhîm (A.S), İshak (A.S) ve Yâkub (A.S)'ın dînine tâbî oldum. Bizim, Allah'a
bir şey ile şirk koşmamız olamaz. İşte bu, Allah'ın bize ve insanlara fazlındandır. Fakat insanların
çoğu, şükretmezler.
12/YÛSUF-39: Yâ sâhibeyis sicni e erbâbun muteferrikûne hayrun emillâhul vâhıdul
kahhâr(kahhâru).
Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı Rab'ler mi daha hayırlı yoksa Vahid (tek) olan, Kahhar
(kahredici, hâkim ve gâlip) olan Allah mı?
12/YÛSUF-40: Mâ ta’budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ
enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), emere ellâ ta’budû illâ
iyyâh(iyyâhu), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Sizin ondan başka taptıklarınız, Allah'ın kendilerine bir delil indirmediği, sadece siz ve
babalarınızın onu isimlendirdiğiniz (putlardan) başka bir şey değildir. Hüküm ise ancak Allah'a
aittir. Sizin O'ndan başkasına ibadet etmemenizi emretti. İşte bu kayyum (Âdem A.S)'tan kıyâmete
kadar devam edecek olan) dîndir. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
12/YÛSUF-41: Yâ sâhıbeyis sicni emmâ ehadukumâ fe yeskî rabbehu hamrâ(hamren), ve emmel
âharu fe yuslebu fe te’kulut tayru min re’sih(re’sihî), kudiyel emrullezî fîhi
testeftiyân(testeftiyâni).
Ey zindan arkadaşlarım! Bu durumda sizin ikinizden biri, bundan sonra efendisine şarap sunacak
(sakiliğe devam edecek) fakat diğeri asılacak. Böylece kuşlar onun başından yiyecek. Hakkında
ikinizin de tabirini (fetvasını) istediğiniz iş kesinleşmiştir (kaza edilmiştir).
12/YÛSUF-42: Ve kâle lillezî zanne ennehu nâcin minhumazkurnî inde rabbike fe ensâhuş
şeytânu zikre rabbihî fe lebise fîs sicni bid’a sinîn(sinîne).
Ve ikisinden kurtulacağını bildiği kişiye: “Efendinin yanında beni an (zikret)." dedi. Fakat şeytan
ona, efendisine onu anmayı unutturdu. Böylece birkaç sene zindanda kaldı.
12/YÛSUF-43: Ve kâlel meliku innî erâ seb’a bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve
seb’a sunbulâtin hudrin ve uhara yâbisât (yâbisâtin), yâ eyyuhel meleu eftûnî fî ru’yâye in
kuntum lir ru’yâ ta’burûn(ta’burûne).
Ve Melik şöyle dedi: “Gerçekten ben, yedi (adet) zayıf ineğin, yedi (adet) semiz ineği yediğini
görüyorum. Ve yedi yeşil başak ve diğerlerini de kurumuş görüyorum. Ey (kavmin) ileri gelenleri!
Şâyet siz (rüya) tabir edenlerseniz, bana rüyamı yorumlayın."
12/YÛSUF-44: Kâlû adgâsu ahlâm(ahlâmin), ve mâ nahnu bi te’vîlil ahlâmi bi âlimîn(âlimîne).
“Karmakarışık rüyalar, biz böyle rüyaların yorumunu bilenler değiliz.” dediler.
12/YÛSUF-45: Ve kâlellezî necâ minhumâ veddekere ba’de ummetin ene unebbiukum bi
te’vîlihî fe ersilûn(ersilûni).
O ikisinden kurtulmuş olanı (unuttuğunu) hatırladı ve (şöyle) dedi: "Ben, size bir süre sonra onun
tevîlini (yorumunu) haber vereceğim. Hemen beni gönderin." 5
12/YÛSUF-46: Yûsufu eyyuhes sıddîku eftinâ fî seb’ı bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un
icâfun ve seb’ı sunbulâtin hudrin ve uhare yâbisâtin, leallî erciu ilen nâsi leallehum
ya’lemûn(ya’lemûne).
Yusuf, ey sıddîk! Yedi (adet) semiz inek, onları yiyen yedi (adet) zayıf (inek) ve yedi (adet) yeşil
sümbül (başak) ve kurumuş olan diğerleri hakkında bize yorum yap. Belki (umarım) ben insanlara
dönerim. Böylece (seni ve rüyanın anlamını) onlar öğrenirler.
12/YÛSUF-47: Kâle tezreûne seb’a sinîne de’ebâ(de’eben), fe mâ hasadtum fe zerûhu fî
sunbulihî illâ kalîlen mimmâ te’kulûn(te’kulûne).
“Yedi yıl eskisi gibi ekin ekin. Böylece (bunlardan) yediğiniz az bir kısmı hariç, hasat ettiklerinizi
başağında bırakın.” dedi.
12/YÛSUF-48: Summe ye’tî min ba’di zâlike seb’un şidâdun ye’kulne mâ kaddemtum lehunne
illâ kalîlen mimmâ tuhsinûn(tuhsinûne).
Bir süre sonra, bunun arkasından zor 7 (kıtlık yılı) gelecek. Biriktirdiklerinizden az bir kısmı hariç
daha önce onlar için sakladıklarınızı yiyecekler.
12/YÛSUF-49: Summe ye’tî min ba’di zâlike âmun fîhi yugâsun nâsu ve fîhi
ya’sırûn(ya’sırûne).
Bundan sonra içinde insanlara bol mahsûl olan bir yıl gelecek ve o yıl da meyvelerin suyunu
sıkacaklar.
12/YÛSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike
fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne
alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S):
“Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki;
Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.
12/YÛSUF-51: Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an nefsih(nefsihî), kulne hâşe lillâhi
mâ alimnâ aleyhi min sû’(sûin), kâletimre’etul azîzil âne hashasal hakku ene râvedtuhu an
nefsihî ve innehu le mines sâdikîn(sâdikîne).
(Melik): "Yusuf'u elde etmek istediğiniz zaman konuştuğunuz konu neydi?" dedi. Onlar (kadınlar)
şöyle dediler: “Hâşâ, Allah için ondan bir kötülük görmedik." Azîzin karısı da: “Şimdi hak (gizli
iken) ortaya çıktı. Ben, onun nefsinden murat almak istedim. Muhakkak ki; o sadıklardandır.” dedi.
12/YÛSUF-52: Zâlike li ya’leme ennî lem ehunhu bil gaybi ve ennallâhe lâ yehdî keydel
hâinîn(hâinîne).
(Yusuf haberciye dedi ki:) "İşte bu, benim onun gıyabında (yokluğunda) ona (efendime) ihanet
etmediğimi ve Allah'ın, ihanet edenlerin hilesini başarıya ulaştırmadığını bilmeleri içindir."
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne
rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri,
kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim,
mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet
edendir).
12/YÛSUF-54: Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel
yevme ledeynâ mekînun emîn(emînun).
Ve melik şöyle dedi: “Onu bana getirin! Onu kendim için seçtim." Onunla konuşunca: “Muhakkak
ki; sen, bugün bizim yanımızda mevki sahibisin, eminsin (güvenilir kişisin).” dedi.
12/YÛSUF-55: Kâlec’alnî alâ hazâinil ard(ardı), innî hafîzun alîm(alîmun). 5
(Yusuf A.S) şöyle dedi: “ Beni bu yerin hazineleri üzerine sorumlu kıl! Muhakkak ki; ben iyi
korurum, iyi bilirim.”
12/YÛSUF-56: Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard(ardı), yetebevveu minhâ haysu
yeşâ’(yeşâu), nusîbu bi rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Ve işte böylece Yusuf (A.S)'ı yeryüzünde yerleştirdik (mevki sahibi yaptık). Onun (yeryüzünün),
dilediği yerine yerleşti. Dilediğimiz kimseye rahmetimizi göndeririz. Ve muhsinlerin ecrini
(mükâfatını) zayi etmeyiz.
12/YÛSUF-57: Ve le ecrul âhıreti hayrun lillezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Ve mutlaka âmenû olan (yaşarken Allah'a ulaşmayı dileyen) kimseler için ahiretin (ruhu hayatta
iken Allah'a ulaştırmanın) ecri (mükâfatı) daha hayırlıdır. Ve onlar takva sahibi olmuşlardır.
12/YÛSUF-58: Ve câe ihvetu yûsufe fe dehalû aleyhi fe arefehum ve hum lehu
munkirûn(munkirûne).
Ve Yusuf (A.S)'ın kardeşleri geldiler ve onun yanına girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o,
onları hemen tanıdı.
12/YÛSUF-59: Ve lemmâ cehhezehum bi cehâzihim kâle’tûnî bi ahin lekum min ebîkum, e lâ
terevne ennî ûfîl keyle ve ene hayrul munzilîn(munzilîne).
Ve onların zahiri yüklerini hazırlayınca şöyle dedi: “Sizin babanızdan olan diğer kardeşinizi bana
getirin. Ölçüyü tam ifa ettiğimi görmüyor musunuz? Ben ikram edenlerin en hayırlısıyım."
12/YÛSUF-60: Fe in lem te’tûnî bihî fe lâ keyle lekum indî ve lâ takrebûn(takrebûni).
“Eğer onu bana getirmezseniz, o taktirde benim yanımda sizin için bir ölçek (zahire bile) yoktur.
Ve bir daha yanıma gelmeyin (bana yaklaşmayın).”
12/YÛSUF-61: Kâlû senurâvidu anhu ebâhu ve innâ le fâ’ilûn(fâ’ilûne).
“Onu babasından istemeye çalışacağız. Ve biz bunu mutlaka yaparız.” dediler.
12/YÛSUF-62: Ve kâle li fityânihic’alû bidâatehum fî rihâlihim leallehum ya’rifûnehâ
izenkalebû ilâ ehlihim leallehum yerci’ûn(yerci’ûne).
Adamlarına (yardımcı gençlere) şöyle dedi: “Onların erzak bedellerini, yüklerinin içine koyun (geri
verin). Umulur ki; onlar ailelerine geri döndükleri zaman onu farkederler, böylece geri gelirler."
12/YÛSUF-63: Fe lemmâ receû ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ munia minnel keylu fe ersil meanâ
ehânâ nektel ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Böylece ailelerine döndükleri zaman (babalarına) şöyle dediler: “ Ey babamız! Bize ölçek (erzak
verilmesi) yasak edildi. Artık kardeşimizi bizimle gönder ki; biz ölçekle (erzak) alalım. Muhakkak
ki; biz onu gerçekten koruyanlarız."
12/YÛSUF-64: Kâle hel âmenukum aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min kabl(kablu),
fallâhu hayrun hâfizâ(hâfizen) ve huve erhamur râhimîn(râhimîne).
(Yâkub A.S) şöyle) dedi: “Ancak daha önce onun kardeşi için sizden emin olduğum gibi onun
hakkında size güvenir miyim? Fakat Allah koruyucuların en hayırlısıdır ve O rahmet edenlerin en
çok rahmet edenidir.”
12/YÛSUF-65: Ve lemmâ fetehû metâahum vecedû bidâatehum ruddet ileyhim, kâlû yâ ebânâ
mâ nebgî, hâzihî bidâatunâ ruddet ileynâ, ve nemîru ehlenâ ve nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle
beîr (beîrin), zâlike keylun yesîr(yesîrun).
Ve yüklerini (metalarını) açtıkları zaman sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular ve şöyle
dediler: “Ey babamız! Daha ne isteriz. Bunlar bizim sermayemiz. Bize geri verilmiş ve ailemize
(gene) erzak getiririz ve kardeşimizi koruruz. Ve (erzakımızı) bir deve yükü (daha) arttırırız. İşte bu
az bir miktardır.” 5
12/YÛSUF-66: Kâle len ursilehu meakum hattâ tu’tûni mevsikan minallâhi le te’tunnenî bihî
illâ en yuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Yâkub A.S): “Sizin kuşatılmanız hariç onu mutlaka bana getireceğinize dair, Allah adına bir misak
(kesin söz) verinceye kadar onu sizinle göndermem." dedi. Bunun üzerine ona misaklerini verdiler.
O zaman şöyle dedi: “Allah bizim söylediklerimize vekildir.”
12/YÛSUF-67: Ve kâle yâ beniyye lâ tedhulû min bâbin vâhidin vedhulû min ebvâbin
muteferrikah(muteferrikatin), ve mâ ugnî ankum minallâhi min şey(şey’in) inil hukmu illâ
lillâh(lillâhi), aleyhi tevekkeltu ve aleyhi fel yetevekkelil mutevekkilûn(mutevekkilûne).
Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım! Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. Allah'tan olan
bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak Allah'a aittir. Ben, O'na tevekkül ettim. Artık tevekkül
edenler de, O'na tevekkül etsinler."
12/YÛSUF-68: Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâne yugnî anhum
minallâhi min şey’in illâ hâceten fî nefsi ya’kûbe kadâhâ, ve innehu le zû ilmin limâ allemnâhu
ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve babalarının onlara emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah'tan olan bir şeyi onlardan
gidermedi (onlara bir fayda vermedi). Ancak (bu), Yâkub (A.S) nefsindeki bir dileği yerine
getirmiş oldu. Muhakkak ki; o, Biz ona öğrettiğimiz için bir ilmin sahibi idi. Fakat insanların çoğu
bilmez.
12/YÛSUF-69: Ve lemmâ dehalû alâ yûsufe âvâ ileyhi ehâhu, kâle innî ene ehûke fe lâ tebteis
bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
“Yusuf (A.S)'ın huzuruna girdikleri zaman (öz) kardeşini yanına aldı. “Gerçekten ben senin
kardeşinim, artık onların yaptıkları şeylere üzülme.” dedi.
12/YÛSUF-70: Fe lemmâ cehhezehum bi cehâzihim ceales sikâyete fî rahli ahîhi, summe ezzene
muezzinun eyyetuhel îru innekum le sârikûn(sârikûne).
Artık onların yükünü hazırladığı zaman su kabını, kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra müezzin:
“Ey kafile, muhakkak ki; siz gerçekten hırsızlarsınız!” diye seslendi.
12/YÛSUF-71: Kâlû ve akbelû aleyhim mâzâ tefkidûn(tefkidûne).
Onlara dönerek: “Kaybettiğiniz nedir?” dediler.
12/YÛSUF-72: Kâlû nefkıdu suvâalmeliki ve li men câe bihî hımlu beîrin ve ene bihî
za’îm(za’îmun).
“Melik'in su kabını kaybettik.” dediler. Kim onu getirirse (ona) bir deve yükü (erzak) var. Ve ben,
ona kefilim.
12/YÛSUF-73: Kâlû tallâhi lekad alimtum mâ ci’nâ li nufside fil ardı ve mâ kunnâ
sârikîn(sârikîne).
Allah'a andolsun ki; siz de biliyorsunuz biz burada fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz, hırsız
değiliz (olmadık).
12/YÛSUF-74: Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne).
“Eğer siz yalan söylüyorsanız, o taktirde onun cezası nedir?” dediler.
12/YÛSUF-75: Kâlû cezâuhu men vucide fî rahlihî fe huve cezâuh(cezâuhu), kezâlike neczîz
zâlimîn(zâlimîne).
“Onun cezası, o taktirde yükünde (kayıp eşya) bulunan kişinin kendisidir (kişinin kendisi ceza
olarak bir yıl köle olur). Biz, zalimleri işte böyle cezalandırırız.” dediler.
12/YÛSUF-76: Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahrecehâ min viâi ahîh(ahîhi),
kezâlike kidnâ li yûsuf(yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki, illâ en
yeşâallâh(yeşâallâhu), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), ve fevka kulli zî ilmin alîm(alîmun). 5
Böylece (aramaya) kardeşinin heybesinden önce onların ( diğer kardeşlerinin) heybeleri ile başladı.
Sonra onu kardeşinin heybesinden çıkardı. Yusuf için işte böyle bir düzen hazırladık. Allah'ın
dilemesi hariç Melik'in milletinde (kurallarında) kardeşini (tutmak, alıkoymak) olmazdı.
Dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Ve bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen
vardır.
12/YÛSUF-77: Kâlû in yesrık fe kad sereka ehun lehu min kabl(kablu), fe eserreha yûsufu fî
nefsihî ve lem yubdihâ lehum kâle entum şerrun mekânâ(mekânen), vallâhu a’lemu bimâ
tesifûn(tesifûne).
Şöyle dediler: “Eğer o çalmışsa ondan önce onun kardeşi de çalmıştı.” Fakat Yusuf onu içinde
gizledi, onlara açıklamadı. (İçinden dedi ki:) “Sizin durumunuz daha fena, Allah anlattıklarınızı çok
iyi bilir.”
12/YÛSUF-78: Kâlû yâ eyyuhel azîzu inne lehû eben şeyhan kebîren fe huz ehadenâ
mekâneh(mekânehu), innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).
“Ey azîz (vezir)! Gerçekten onun çok yaşlı, büyük bir babası var. O sebeple onun yerine bizden
birisini al (tut). Muhakkak ki; biz seni muhsinlerden görüyoruz.” dediler.
12/YÛSUF-79: Kâle maâzâllâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâanâ indehû innâ izen le
zâlimûn(zâlimûne).
Eşyamızı yanında bulduğumuz kişiden başkasını almaktan (tutmaktan) Allah'a sığınırım. Eğer biz
(bunu) yaparsak, o zaman elbette zalimlerden oluruz.
12/YÛSUF-80: Fe lemmestey’esû minhu halesû neciyyâ(neciyyen), kâle kebîruhum e lem
ta’lemû enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi ve min kablu mâ ferrattum fî
yûsuf(yûsufe), fe len ebrahal arda hattâ ye’zene lî ebî ev yahkumallâhu lî ve huve hayrul
hâkimîn(hâkimîne).
Artık ondan ümitlerini kestikleri zaman bir kenara çekildiler. Onların en büyüğü gizlice konuşarak
şöyle dedi: “Babamızın sizden, Allah adına misak aldığını ve daha önce Yusuf'a yaptığınız kusuru
bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye kadar veya Allah benim hakkımda hüküm
verinceye kadar, artık buradan asla ayrılmayacağım. Ve o hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
12/YÛSUF-81: Irciû ilâ ebîkum fe kûlû yâ ebânâ innebneke serak(seraka), ve mâ şehidnâ illâ
bimâ alimnâ ve mâ kunnâ lil gaybi hâfizîn(hâfizîne).
Babanıza dönün ve şöyle söyleyin: “Ey babamız! Senin oğlun, gerçekten hırsızlık yaptı. Biz
bildiğimizden başka bir şeye şahit olmadık (görmedik). Ve biz gaybı (nasıl olduğunu) da
bilmiyorduk."
12/YÛSUF-82: Ves’elil karyetelletî kunnâ fîhâ vel îrelletî akbelnâ fîhâ, ve innâ le
sâdikûn(sâdikûne).
Ve içinde bulunduğumuz şehir halkına ve aralarında döndüğümüz kervana sor. Muhakkak ki; biz
gerçekten sadıklarız (doğru söyleyenleriz).
12/YÛSUF-83: Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun),
asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â(cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm(hakîmu).
Yâkub (A.S) şöyle dedi: "Hayır, sizin nefsiniz sizi bu işe teşvik etti.” Artık bundan sonrası güzel
(bir) sabırdır. Umulur ki; Allah, onların hepsini bana getirir. Muhakkak ki; O Alîm (en iyi bilen) ve
Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olandır.
12/YÛSUF-84: Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe
huve kezîm(kezîmun).
Ve onlardan yüz çevirdi ve: “Yusuf'a yazık oldu (vah yusuf)” dedi. Artık o üzüntüsünü sakladığı
(kezim olduğu) halde hüzünden gözleri ağardı. 5
12/YÛSUF-85: Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekûne haradan ev tekûne minel
hâlikîn(hâlikîne).
(Oğulları) şöyle dediler: “Allah'a andolsun ki; hasta oluncaya veya helâk oluncaya kadar Yusuf'u
anmaya devam ediyorsun.”
12/YÛSUF-86: Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilallâhi ve a’lemu inallâhi mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
(Yâkub A.S ) şöyle dedi: “Ben kederimi ve hüznümü sadece Allah'a arz ederim (şikâyet ederim).
Ve sizin bilmediğiniz şey(ler)i ben Allah'tan (Allah'ın bildirmesi ile) bilirim."
12/YÛSUF-87: Yâ beniyyezhebû fe tehassesû min yûsufe ve ehîhi ve lâ te’yesû min
revhillâh(revhıllâhi), innehu lâ ye’yesu min revhillâhi illel kavmul kâfirûn(kâfirûne).
Ey oğullarım, gidin ve Yusuf'u ve onun kardeşini iyice araştırın! Allah'ın vereceği ferahlıktan umut
kesmeyin. Muhakkak ki; kâfirler (onu inkâr edenler) kavminden başkası, Allah'ın vereceği
ferahlıktan umut kesmez.
12/YÛSUF-88: Fe lemmâ dehalû aleyhi kâlû yâ eyyuhel azîzu messenâ ve ehlened durru ve ci’nâ
bi bidâatin muzcâtin fe evfi lenel keyle ve tesaddak aleynâ, innallâhe yeczîl
mutesaddikîn(mutesaddikîne).
Bundan sonra onun huzuruna girince şöyle dediler: “Ey azîz! Bize ve ailemize şiddetli darlık
dokundu ve biz az sermaye ile geldik. Artık bize ölçeği tam olarak ver ve bize tasadduk et (sadaka
ver). Muhakkak ki; Allah sadaka verenlerin mükâfatını verir."
12/YÛSUF-89: Kâle hel alimtum mâ fealtum bi yûsufe ve ahîhi iz entum câhilûn(câhilûne).
Yusuf (A.S): “Siz cahil iken Yusuf'a ve onun kardeşine yaptığınız şeyi bildiniz mi (hatırladınız
mı)?” dedi.
12/YÛSUF-90: Kâlû e inneke le ente yûsuf(yûsufu), kâle ene yûsufu ve hâzâ ahî kad
mennallâhu aleynâ, innehu men yettekı ve yasbir fe innallâhe lâ yudî’u ecrel
muhsinîn(muhsinîne).
“Gerçekten sen misin? Mutlaka sen Yusuf'sun!” dediler. “Ben Yusuf'um ve bu benim kardeşim.
Allah bizi ni'metlendirdi. Çünkü kim takva sahibi olur ve sabrederse, o taktirde, muhakkak ki;
Allah muhsinlerin ecrini zayi etmez.”
12/YÛSUF-91: Kâlû tallâhi lekad âserekellâhu aleynâ ve in kunnâ le hâtıîn(hâtıîne).
“Allah'a yemin olsun ki; Allah seni kesinlikle bize üstün kılmış. Ve biz, elbette (kasten günah
işleyen) günahkârlar olduk.” dediler.
12/YÛSUF-92: Kâle lâ tesrîbe aleykumul yevm(yevme), yagfirullâhu lekum ve huve erhamur
râhimîn(râhimîne).
“Bugün size kınama (suçlama) yoktur. Allah size mağfiret etsin. Ve O, Rahîm olanların en çok
rahmet (merhamet) edenidir.” dedi.
12/YÛSUF-93: Yezhebû bikamîsî hâzâ fe elkûhu alâ vechi ebî ye’ti basîrâ(basîran), ve’tûnî bi
ehlikum ecma’în(ecma’îne).
“Bu gömleğimi götürün, sonra da onu babamın yüzüne sürün. Görme hassası (geri) gelir. Ve
ailenizin hepsini bana getirin.”
12/YÛSUF-94: Ve lemmâ fasalatil’îru kâle ebûhum innî le ecidu rîha yûsufe lev lâ en
tufennidûn(tufennidûni).
Ve kafile (Mısır'dan) ayrıldığı zaman onların babası şöyle dedi: “Bana 'bunuyor' demezseniz,
gerçekten ben Yusuf'un rayihasını (kokusunu, Yusuf'tan gelen rüzgârın esintisini) duyuyorum.”
12/YÛSUF-95: Kâlû tallâhi inneke le fî dalâlikel kadîm(kadîmi).
“Allah'a yemin olsun” dediler. “Gerçekten sen eski dalâletinin (eski üzüntünün verdiği sapmanın)
içindesin.” 5
12/YÛSUF-96: Fe lemmâ en câel beşîru elkâhu alâ vechihî fertedde basîrâ(basiran), kâle e lem
ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Böylece müjdeci geldiği zaman onu (Yusuf'un gömleğini), onun (babasının) yüzüne sürdü. Görme
hassası hemen geri döndü. Yâkub (A.S): “Ben size demedim mi? Gerçekten, ben sizin bilmediğiniz
şeyleri Allah'tan (vahiy olarak) biliyorum.” dedi.
12/YÛSUF-97: Kâlû yâ ebânestagfir lenâ zunûbenâ innâ kunnâ hâtıîn(hâtıîne).
(Yusuf (A.S)'ın kardeşleri) şöyle dediler: “Ey babamız! Bizim günahlarımız için mağfiret dile.
Gerçekten biz, bilerek günah işleyenlerden olduk."
12/YÛSUF-98: Kâle sevfe estagfiru lekum rabbî, innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
“Sizin için Rabbimden yakında mağfiret isteyeceğim. Muhakkak ki; O Gafur'dur, Rahîm'dir.” dedi.
12/YÛSUF-99: Fe lemmâ dehalû alâ yûsufe âvâ ileyhi ebeveyhi ve kâledhulû mısra in şâallâhu
âminîn(âminîne).
Böylece Yusuf'un huzuruna girdikleri zaman, anne ve babasını kendi yanına aldı. Ve şöyle dedi:
“Allah'ın dilemesiyle emin (güvende) olarak Mısır'a girin.”
12/YÛSUF-100: Ve refea ebeveyhi alel arşı ve harrû lehu succedâ(succeden), ve kâle yâ ebeti
hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ(hakkan), ve kad ahsene bî iz ahrecenî
mines sicni ve câe bikum minel bedvi min ba’di en nezegaş şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne
rabbî latîfun limâ yeşâ’(yeşâu) innehu huvel alîmul hakîm(hakîmu).
Ve anne babasını tahtın üstüne çıkarttı. Ona secde ederek eğildiler. Yusuf (A.S) şöyle dedi: “Ey
babacığım! Bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim onu hakikat kıldı (gerçekleştirdi). Ve
beni zindandan çıkardığı zaman bana en güzelini yaptı (Benim için en güzelini dizayn etti). Ve
şeytan, benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra sizi çölden getirdi. Muhakkak ki; benim
Rabbim, dilediğine lütuf sahibidir. Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (en iyi hüküm veren, hikmet
sahibi) olan muhakkak ki; “O” dur.”
12/YÛSUF-101: Rabbi kad âteytenî minel mulki ve allemtenî min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), fâtıras
semâvâti vel ardı ente veliyyî fîd dunyâ Vel âhıreh(âhıreti), teveffenî muslimen ve elhıknî bis
sâlihîn(sâlihîne).
“Rabbim bana mülk verdin. Ve olayların (sözlerin, rüyaların) tevîlini (yorumunu) bana öğrettin.
Semaları ve yeryüzünü yaratan, Sen benim dünyada ve ahirette velîmsin (dostumsun). Beni
müslüman (Allah'a teslim-i küllî ile teslim olan) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat.
12/YÛSUF-102: Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz ecmaû
emrehum ve hum yemkurûn(yemkurûne).
İşte bu sana vahyettiğimiz gaybın haberlerindendir. Ve onlar, tuzak hazırlıyorken, işleri için karar
verdikleri zaman, sen onların yanında değildin.
12/YÛSUF-103: Ve mâ ekserun nâsi ve lev haraste bi mu’minîn(mu’minîne).
Ve sen (onların mü'min olmalarını) çok istesen bile, insanların çoğu mü'min olmazlar.
12/YÛSUF-104: Ve mâ tes’eluhum aleyhi min ecr(ecrin), in huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
Ve sen onlardan bir ücret istemiyorsun. O ancak âlemlere bir zikirdir.
12/YÛSUF-105: Ve keeyyin min âyetin fîs semâvâti vel ardı yemurrûne aleyhâ ve hum anhâ
mu’ridûn(mu’ridûne).
Semalarda ve yeryüzünde nice âyet (delil) vardır. Ve onlar, ondan (o delilden) yüz çevirerek
yanından geçerler.
12/YÛSUF-106: Ve mâ yu’minu ekseruhum billâhi illâ ve hum muşrikûn(muşrikûne).
Ve onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar. 5
12/YÛSUF-107: E fe eminû en te’tiyehum gâşiyetun min azâbillâhi ev te’tiyehumus sâatu
bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Bundan sonra Allah'ın azabından bir perdenin (herşeyi örtüp kaplayan bir azabın) gelmesinden
veya onlar farkında olmadan o saatin (o vaktin) ansızın onlara gelmesinden (gelmeyeceğinden)
emin mi oldular?
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi
ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek)
Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
12/YÛSUF-109: Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim min ehlil kurâ, e fe lem
yesîrû fîl ardı fe yanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, ve le dârul âhıreti hayrun
lillezînettekav, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Senden önce, kendilerine vahyettiğimiz şehirler halkının adamlarından başkasını göndermedik.
Onlar yeryüzünde dolaşmazlar mı? Artık baksınlar! Onlardan öncekilerin akıbetleri (sonları) nasıl
oldu? Ve takva sahipleri için ahiret yurdu mutlaka daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?
12/YÛSUF-110: Hattâ izestey’eser rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâ fe
nucciye men neşâ’(neşâu), ve lâ yureddu be’sunâ anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
Resûller, umutlarını kestikleri zaman ve hatta yalanlandıklarını zannettikleri bir sırada, onlara
yardımımız geldi. Böylece dilediğimiz kimse(ler) kurtarıldı. Azabımız mücrim kavimden geri
döndürülmez.
12/YÛSUF-111: Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûlîl elbâb(elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ
ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin
yu’minûn(yu’minûne).
Andolsun ki; onların kıssalarında ulûl' elbab için (sır sahipleri için) bir ibret vardır. Uydurulan bir
söz değildir ve lâkin onların ellerindekini tasdik eder ve herşeyi ayrı ayrı açıklar. Mü'min kavim
için bir hidayet ve rahmettir.
ZÂRİYÂT
Bismillâhirrahmânirrahîm
51/ZÂRİYÂT-1: Vez zâriyâti zerven.
Savurarak esip dağıtan rüzgârlara andolsun!
51/ZÂRİYÂT-2: Fel hâmilâti vıkren.
Ve de yük taşıyanlara (yağmur yüklü bulutlara).
51/ZÂRİYÂT-3: Fel câriyâti yusren.
Sonra kolayca akıp gidenlere (süzülenlere).
51/ZÂRİYÂT-4: Fel mukassimâti, emren.
Hem de emrederek (işleri), (görevli meleklere) taksim edenlere (andolsun ki...)
51/ZÂRİYÂT-5: İnnemâ tûadûne le sâdikûn.
Muhakkak ki size vaadolunanlar kesinlikle doğrudur.
51/ZÂRİYÂT-6: Ve inned dîne le vâkıu(vâkıun).
Ve muhakkak ki dîn (hesap görme; mükâfat veya ceza), kesinlikle vuku bulacaktır
(gerçekleşecektir).
51/ZÂRİYÂT-7: Ves semâi zâtil hubuki.
Ve dairesel yollara sahip olan semaya andolsun. 5
51/ZÂRİYÂT-8: İnnekum le fî kavlin muhtelifin.
Muhakkak ki siz, mutlaka ihtilâflı bir söz (düşünce) içindesiniz.
51/ZÂRİYÂT-9: Yû’feku anhu men ufik(ufike).
Döndürülmüş olan kişi, ondan çevrilir.
51/ZÂRİYÂT-10: Kutilel harrâsûne.
Yalancılar kahrolsun!
51/ZÂRİYÂT-11: Ellezîne hum fî gamretin sâhûne.
Onlar ki cehalet içinde, gaflette olanlardır.
51/ZÂRİYÂT-12: Yes’elûne eyyâne yevmud dîn(dîni).
“Dîn günü (hesap günü) ne zaman?” diye sorarlar.
51/ZÂRİYÂT-13: Yevme hum alen nâri yuftenûne.
O gün onlar, ateşe atılarak (fitnelerinin karşılığı olarak) azaba maruz bırakılırlar.
51/ZÂRİYÂT-14: Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
Fitnenizi (yalanladığınızı) tadın! Bu, sizin acele istemiş olduğunuz şeydir.
51/ZÂRİYÂT-15: İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûnin.
Muhakkak ki takva sahipleri, cennetlerde ve pınarlardadır.
51/ZÂRİYÂT-16: Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike
muhsinîn(muhsinîne).
Rab'lerinin onlara verdiği şeyi alanlar; muhakkak ki onlar, bundan önce muhsin olanlardır.
51/ZÂRİYÂT-17: Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn(yehceûne).
Onlar geceden uyudukları şey (zaman parçası) çok az olanlardı.
51/ZÂRİYÂT-18: Ve bil eshârihum yestağfirûne.
Ve onlar, seher vakitlerinde mağfiret dilerler.
51/ZÂRİYÂT-19: Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi.
Ve onların mallarında isteyenlerin ve mahrum olanların (isteyemeyenlerin) hakkı vardır.
51/ZÂRİYÂT-20: Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîne.
Yakîn hasıl edenler için yeryüzünde (Allah'ın) âyetleri vardır.
51/ZÂRİYÂT-21: Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne).
Ve kendi nefslerinizde de (âyetler) vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
51/ZÂRİYÂT-22: Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn(tûadûne).
Ve semada sizin rızkınız ve vaadolunduğunuz şeyler vardır.
51/ZÂRİYÂT-23: Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum
tentıkûn(tentıkûne).
İşte Rabbe, semaya ve yere andolsun ki; şüphesiz o, mutlaka sizlerin konuştuğunuz şeyler kadar
haktır.
51/ZÂRİYÂT-24: Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne).
Hz. İbrâhîm'in ikram edilen misafirlerinin haberi sana geldi mi?
51/ZÂRİYÂT-25: İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâm(selâmun), kavmun
munkerûn(munkerûne).
Onun yanına geldikleri zaman “selâm” dediler. (Hz. İbrâhîm de): “Selâm yabancı kavim.” dedi.
51/ZÂRİYÂT-26: Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semînin. 5
Bunun üzerine (Hz. İbrâhîm) gizlice ailesinin yanına gidip hemen (kızarmış) semiz bir buzağı
getirdi.
51/ZÂRİYÂT-27: Fe karrebehû ileyhim kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
Böylece onu (yemeği) onlara yaklaştırdı (ikram etti): “Yemez misiniz?” dedi.
51/ZÂRİYÂT-28: Fe evcese minhum hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin
alîm(alîmin).
Fakat onlardan korktuğunu hissetti: “Korkma!” dediler. Ve onu alîm bir erkek çocukla
müjdelediler.
51/ZÂRİYÂT-29: Fe akbeletimreetuhu fî sarretin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun.
Bunun üzerine hanımı (bu haberi) çığlık atarak karşıladı. Ve yüzüne vurarak: “Ben kısır ihtiyar bir
kadınım.” dedi.
51/ZÂRİYÂT-30: Kâlû kezâliki kâle rabbuk(rabbuki), innehu huvel hakîmul alîmu.
“Senin Rabbinin buyurduğu şey işte budur.” dediler. Muhakkak ki O; Hakîm'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir), Alîm'dir.
51/ZÂRİYÂT-31: Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn(murselûne).
(Hz. İbrâhîm): “Öyleyse ey elçiler! Söylemek istediğiniz şey nedir?” dedi.
51/ZÂRİYÂT-32: Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîne.
Dediler ki: “Muhakkak ki biz, mücrim bir kavme gönderildik.”
51/ZÂRİYÂT-33: Li nursile aleyhim hıcâreten min tînin.
Onların üzerlerine balçıktan taşlar yollamak için.
51/ZÂRİYÂT-34: Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn(musrifîne).
Onlar, Rabbinin katında haddi aşanlar için işaretlenmiş olan (taşlardır).
51/ZÂRİYÂT-35: Fe ahrecnâ men kâne fîhâ minel mû’minîn(mû’minîne).
Sonra orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.
51/ZÂRİYÂT-36: Fe mâ vecednâ fîhâ gayre beytin minel muslimîn(muslimîne).
Fakat orada, bir evden başkasında, müslümanlardan (bir kimse) bulamadık.
51/ZÂRİYÂT-37: Ve tereknâ fîhâ âyeten lillezîne yahâfûnel azâbel elîm(elîme).
Ve orada elîm azaptan korkanlar için delil bıraktık.
51/ZÂRİYÂT-38: Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubînin.
Ve Hz. Musa'da (da deliller vardır). Onu firavuna apaçık bir sultanla (mucize ile) göndermiştik.
51/ZÂRİYÂT-39: Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûnun.
Fakat o, etrafındakilerle yüz çevirdi ve: “O bir sihirbaz veya delidir.” dedi.
51/ZÂRİYÂT-40: Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve
mulîm(mulîmun).
Sonunda onu ve ordularını yakaladık ve böylece onları kınanmış olarak denize attık.
51/ZÂRİYÂT-41: Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm(akîme).
Ve Ad (kavminde) de (ibretler, deliller vardır). Onlara, “yok edici” bir rüzgâr göndermiştik.
51/ZÂRİYÂT-42: Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm(remîmi).
(O rüzgâr), üzerinden geçtiği (hiç)bir şeyi bırakmayarak, mutlaka kül gibi toz haline getirdi.
51/ZÂRİYÂT-43: Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hînin.
Ve Semud (kavminde) de (ibretler, deliller vardır). Onlara: “Bir süre metalanın (yararlanın).”
denilmişti. 5
51/ZÂRİYÂT-44: Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum
yanzurûn(yanzurûne).
Fakat Rab'lerinin emrinden çıktılar. Bunun üzerine, onlar bakıyorlarken, kendilerini yıldırım aldı.
51/ZÂRİYÂT-45: Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne.
O zaman ayağa kalkmaya muktedir olamadılar. Ve onlar “yardım edilenler” olmadılar.
51/ZÂRİYÂT-46: Ve kavme nûhın min kabl(kablu), inne hum kânû kavmen fâsıkîn(fâsıkîne).
Ve ondan evvel Nuh kavmi de… Muhakkak ki onlar fasık bir kavimdi.
51/ZÂRİYÂT-47: Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne).
Ve sema; Biz onu büyük bir kudret ile bina ettik. Ve muhakkak ki (onu) genişletici olan elbette
Biziz.
51/ZÂRİYÂT-48: Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn(mâhidûne).
Ve yeryüzü; onu döşek yaptık. İşte ne güzel düzenleyici.
51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan (Allah tarafından
gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
51/ZÂRİYÂT-51: Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun
mubîn(mubînun).
Ve Allah ile beraber başka ilâhlar kılmayın. Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan (Allah tarafından
gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
51/ZÂRİYÂT-52: Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev
mecnûn(mecnûnun).
İşte böyle, onlardan öncekiler de, (kendilerine) gelen resûle “sihirbazdır veya mecnundur”dan
başka bir şey demediler.
51/ZÂRİYÂT-53: E tevâsav bih(bihî), bel hum kavmun tâgûn(tâgûne).
Onu (resûle “sihirbaz veya mecnun” demeyi, sonrakilere) vasiyet mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir
kavimdir.
51/ZÂRİYÂT-54: Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm(melûme).
O halde onlardan yüz çevir, artık sen kınanacak değilsin.
51/ZÂRİYÂT-55: Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn(mû’minîne).
Ve öğüt verip hatırlat. Muhakkak ki tezekkür, mü'minlere fayda verir.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
51/ZÂRİYÂT-57: Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni.
Onlardan (hiç)bir rızık istemiyorum ve Beni doyurmalarını da istemiyorum.
51/ZÂRİYÂT-58: İnnallâhe huver rezzâku zul kuvvetil metîn(metînu).
Muhakkak ki Allah; O, rızık verendir, güç, kuvvet sahibidir.
51/ZÂRİYÂT-59: Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.
İşte muhakkak ki zulmedenlerin (azaptan) nasibi, arkadaşlarının nasibi (azabı) gibidir. Artık
Benden (azabı) acele istemesinler.
51/ZÂRİYÂT-60: Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn(yûadûne). 5
Bu durumda vaadolundukları (kıyâmet) günü sebebiyle inkâr edenlerin vay haline.
ZİLZÂL
Bismillâhirrahmânirrahîm
99/ZİLZÂL-1: İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ.
Arz, o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı zaman.
99/ZİLZÂL-2: Ve ahrecetil ardu eskâlehâ.
Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığı (zaman).
99/ZİLZÂL-3: Ve kâlel insânu mâ lehâ.
Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği (zaman).
99/ZİLZÂL-4: Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.
O gün (izin günü), (arz) haberlerini anlatacak.
99/ZİLZÂL-5: Bi enne rabbeke ehvâlehâ.
Rabbinin ona vahyetmesi ile.
99/ZİLZÂL-6: Yevme izin yasdurun nâsu eştâten li yurev a’mâlehum.
İzin günü insanlar, amellerinin kendilerine gösterilmesi için dağınık olarak ortaya çıkacak.
99/ZİLZÂL-7: Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh(yerehu).
Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.
99/ZİLZÂL-8: Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh(yerehu).
Ve kim zerre kadar şerr işlerse onu görür.
ZUHRÛF
Bismillâhirrahmânirrahîm
43/ZUHRÛF-1: Hâ mim.
Hâ, Mim.
43/ZUHRÛF-2: Vel kitâbil mubîni.
“Kitab-ı Mübin (Apaçık Kitap)'e andolsun ki!
43/ZUHRÛF-3: İnnâ cealnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Muhakkak ki Biz, O'nu Arapça Kur'ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.
43/ZUHRÛF-4: Ve innehu fî ummil kitâbi ledeynâ le alîyyun hakîm(hakîmun).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), katımızda Ümmülkitap'tadır. Gerçekten Âli'dir (yücedir), Hakîm'dir
(hüküm ve hikmet sahibidir).
43/ZUHRÛF-5: E fe nadribu ankumuz zikre safhan en kuntum kavmen musrifîn(musrifîne).
Öyleyse zikri size (beyandan) vazgeçip bırakalım mı? Siz müsrif (haddi aşan) bir kavim oldunuz
diye.
43/ZUHRÛF-6: Ve kem erselna min nebîyin fîl evvelîn(evvelîne).
Ve sizden evvelki (ümmetlerin) içinde nice nebîler (peygamberler) gönderdik.
43/ZUHRÛF-7: Ve mâ yetîhim min nebîyin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Ve onlara hiçbir peygamber gelmez ki (gelmemiştir ki), onunla alay etmiş olmasınlar.
43/ZUHRÛF-8: Fe ehleknâ eşedde minhum batşen ve medâ meselul evvelîn(evvelîne). 5
Bu sebeple (Mekkelilerden) daha güçlü olanları da şiddetle yakalayarak helâk ettik. Evvelki
(ümmetlere) ait misaller (daha önce) geçmişti.
43/ZUHRÛF-9: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunne halakahunnel
azîzul alîm(alîmu).
Ve muhakkak ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan, mutlaka: “Onları, Azîz (yüce
ve üstün) ve Alîm (en iyi bilen) yarattı.” derler.
43/ZUHRÛF-10: Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîhâ subulen leallekum
tehtedûn(tehtedûne).
Size yeryüzünü döşek kılan ve sizin için orada yollar yapan O'dur. Umulur ki böylece siz hidayete
erersiniz.
43/ZUHRÛF-11: Vellezî nezzele mines semâi mâenbi kader(kaderin), fe enşernâ bihî
beldetenmeyten, kezâlike tuhrecûn(tuhrecûne).
Suyu semadan bir kader ile (taktir edilmiş bir ölçü ile) indiren O'dur. Böylece onunla ölü beldeyi
dirilttik (kuru topraktan bitkiler çıkardık). İşte bunun gibi (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.
43/ZUHRÛF-12: Vellezî halakal ezvâce kullehâve ceale lekum minel fulki vel enâmi mâ
terkebûn(terkebûne).
Onların (bitkilerin) hepsinden çiftler (dişi ve erkek olarak) yaratan O'dur. Sizin için gemilerden ve
hayvanlardan bineceğiniz şeyler kıldı.
43/ZUHRÛF-13: Li testevû alâ zuhûrihî summe tezkurû ni’mete rabbikum izesteveytum aleyhi,
ve tekûlû subhânellezî sehhare lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukrinîn(mukrinîne).
Onların sırtlarına yerleşmeniz için. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin ni'metini
zikredin! Ve: “Bunu bize musahhar (emrimize amade) kılan (Allah) Sübhan'dır. Ve biz, O'na
(kendimiz) güç yetiremezdik.” deyin!
43/ZUHRÛF-14: Ve innâ ilâ rabbinâ le munkalibûn(munkalibûne).
Muhakkak ki biz, Rabbimize mutlaka dönecek olanlarız.
43/ZUHRÛF-15: Ve cealû lehu min ibâdihî cuz’â(cuz’en), innel insâne le kefûrun
mubîn(mubînun).
Ve O'na, kullarından bir kısmını isnad ettiler. Muhakkak ki insan, mutlaka apaçık inkâr edicidir.
43/ZUHRÛF-16: Emittehaze mimmâ yahluku benâtin ve asfâkum bil benîn(benîne).
Yoksa O, yarattıklarından kızları kendisine seçti ve oğlanları size mi ayırdı?
43/ZUHRÛF-17: Ve izâ buşşire ehaduhum bi mâ darabe lir rahmâni meselen zalle vechuhu
musvedden ve huve kezîm(kezîmun).
Onlardan birisi, Rahmân'a isnad ettikleri (kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman hiddetlenerek, yüzü
gölgelenir ve kararır.
43/ZUHRÛF-18: E ve men yuneşşeu fîl hılyeti ve huve fîl hısâmi gayru mubîn(mubînin).
Ziynet için yetiştirilen ve mücâdeleye gücü yetmeyeni mi (Allah'a isnad ediyorlar)?
43/ZUHRÛF-19: Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ(inâsen), e şehidû
halkahum, setuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn(yus’elûne).
Ve Rahmân'ın kulları olan melekleri, dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların
şahadetleri yazılacak ve sorgulanacaklar.
43/ZUHRÛF-20: Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abednâhum, mâ lehum bi zâlike min ilmin in
hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
Ve (onlar): “Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara tapmazdık.” dediler. Onların bu konuda bir ilimleri
(bilgileri) yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
43/ZUHRÛF-21: Em âteynâhum kitâben min kablihî fe hum bihî mustemsikûn(mustemsikûne). 5
Yoksa ondan önce, onlara kitap verdik de böylece onlar, ona (o kitaba) mı sarıldılar?
43/ZUHRÛF-22: Bel kâlû innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim
muhtedûn(muhtedûne).
Hayır, (onlar) dediler ki: “Gerçekten biz, babalarımızı bir ümmet (dîn) üzerinde bulduk. Ve
muhakkak ki biz, onların izi üzerinde hidayete erenleriz.”
43/ZUHRÛF-23: Ve kezâlike mâ erselnâ min kablike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrefûhâ
innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muktedûn(muktedûne).
Ve tıpkı bunun gibi, senden önce bir ülkeye bir nezir göndermiş olmadık ki, onun (o ülkenin) refah
içinde olanları: “Muhakkak ki biz, babalarımızı bir ümmet (dîn) üzerinde bulduk. Ve mutlaka biz,
onların izlerine tâbî olanlarız.” dememiş olsunlar.
43/ZUHRÛF-24: Kâle e ve lev ci’tukum bi ehdâ mimmâ vecedtum aleyhi âbâekum, kâlû innâ bi
mâ ursıltum bihî kâfirûn(kâfirûne).
(Nezirlerin hepsi): “Size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden (dînden) daha çok hidayete
erdirecek olanı getirmiş olsam da mı?” dediler. (Onlar da): “Muhakkak ki biz, sizin kendisiyle
gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.” dediler.
43/ZUHRÛF-25: Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu!
43/ZUHRÛF-26: Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi ve kavmihî innenî berâun mimmâ
ta’budûn(ta’budûne).
Ve Hz. İbrâhîm, babasına ve kavmine: “Muhakkak ki ben, sizin taptığınız şeylerden uzağım.”
demişti.
43/ZUHRÛF-27: İllellezî fataranî fe innehu se yehdîn(yehdîne).
Ancak beni yaratan hariç. Çünkü muhakkak ki O, beni hidayete erdirecektir.
43/ZUHRÛF-28: Ve cealehâ kelimeten bâkıyeten fî akıbihî leallehum yerciûn(yerciûne).
Ve onu, zürriyeti içinde bâki (kalıcı) bir kelime kıldı. Umulur ki böylece onlar (putlardan) dönerler.
43/ZUHRÛF-29: Bel metta’tu hâulâi ve âbâehum hattâ câehumul hakku ve resûlun
mubîn(mubînun).
Hayır, ben onları ve babalarını, onlara Hakk (Kur'ân) ve O'nu açıklayan bir resûl gelinceye kadar
metalandırdım.
43/ZUHRÛF-30: Ve lemmâ câe humul hakku kâlû hâzâ sihrun ve innâ bihî kâfirûn(kâfirûne).
Ve onlara Hakk (Kur'ân) geldiği zaman: “Bu bir sihirdir ve şüphesiz biz, onu inkâr edenleriz.”
dediler.
43/ZUHRÛF-31: Ve kâlû lev lâ nuzzile hâzel kur’ânu alâ raculin minel karyeteyni azîm(azîmin).
Ve dediler ki: “Bu Kur'ân'ın, iki beldeden, bir büyük adama indirilmesi gerekmez miydi?”
43/ZUHRÛF-32: E hum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ beynehum
maîşetehum fîl hayâtid dunyâve refa’nâ ba’dahum fevka ba’dın derecâtin li yettehıze ba’duhum
ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn(yecmaûne).
Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Biz onların dünya hayatında maişetlerini
(geçimlerini) aralarında taksim ettik. Onların bir kısmının derecelerini, diğerlerinin üzerine
yükselttik (üstün kıldık). Onların bir kısmı diğerlerini emrinde çalıştırsın diye. Ve senin Rabbinin
rahmeti, onların topladığı şeylerden (başka insanları çalıştırmayıp biriktirdikleri paradan) daha
hayırlıdır.
43/ZUHRÛF-33: Ve lev lâ en yekûnen nâsu ummeten vâhıdeten le cealnâ limen yekfuru bir
rahmâni li buyûtihim sukufen min fıddatin ve meârice aleyhâ yazherûne. 5
Eğer insanlar tek bir ümmet haline gelecek olmasaydı, Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerine mutlaka
gümüşten tavanlar ve üzerinde yükseldikleri merdivenler yapardık.
43/ZUHRÛF-34: Ve li buyûtihim ebvâben ve sururen aleyhâ yettekiûn(yettekiûne).
Ve onların evlerine kapılar ve de üzerine yaslandıkları koltuklar (onları da gümüşten yapardık).
43/ZUHRÛF-35: Ve zuhrufâ(zuhrufen), ve in kullu zâlike lemmâ metâul hayâtid dunyâ, vel
âhiretu inde rabbike lil muttekîn(muttekîne).
Ve (üstlerine) süsler (mücevherler yapardık). Ve bunların hepsi sadece dünya hayatının meta'ıdır.
Ve ahiret ise Rabbinin katındadır ve takva sahiplerinindir.
43/ZUHRÛF-36: Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu
karîn(karînun).
Ve kim Rahmân'ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun
yakın arkadaşı olur.
43/ZUHRÛF-37: Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum
muhtedûn(muhtedûne).
Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah'ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve
onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.
43/ZUHRÛF-38: Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel
karîn(karînu).
O (onlardan biri), sonunda (kıyâmet günü) bize geldiği zaman: “Keşke benimle senin aran, iki doğu
kadar uzak olsaydı.” dedi (der). İşte bu kötü bir yakınlık.
43/ZUHRÛF-39: Ve len yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azâbi
muşterikûn(muşterikûne).
Bugün size asla (hiçbir şey) fayda vermez. Siz zulmetmiştiniz. Muhakkak ki azapta ortaksınız.
43/ZUHRÛF-40: E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kâne fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Yoksa sağırlara sen mi işittireceksin? Veya körleri ve apaçık dalâlette olanları sen mi hidayete
erdireceksin?
43/ZUHRÛF-41: Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum muntekımûn(muntekımûne).
Fakat seni de aralarından mutlaka gidereceğiz (hayatına son vereceğiz). İşte o zaman mutlaka biz,
onlardan intikam alacak olanlarız.
43/ZUHRÛF-42: Ev nuriyennekellezî vaadnâhum fe innâ aleyhim muktedirûn(muktedirûne).
Ya da onlara vaadettiğimizi (azabı) sana mutlaka göstereceğiz. Çünkü Biz, onların üzerinde
mutlaka muktedir olanlarız (gücü yetenleriz).
43/ZUHRÛF-43: Festemsik billezî ûhıye ileyk(ileyke), inneke alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Artık sana vahyedilene sarıl. Muhakkak ki sen, Sıratı Mustakîm üzerindesin.
43/ZUHRÛF-44: Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus’elûn(tus’elûne).
Muhakkak ki O (Kur'ân), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (öğüttür). Ve siz,
(Kur'ân'dan) sorumlu olacaksınız.
43/ZUHRÛF-45: Ves’el men erselnâ min kablike min rusulinâ e cealnâ min dûnir rahmâni
âliheten yu’bedûn(yu’bedûne).
Ve senden önce gönderdiğimiz resûllerimizden sor (bakalım), Rahmân'dan başka tapılacak ilâhlar
kıldık mı?
43/ZUHRÛF-46: Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihî fe kâle innî resûlu
rabbil âlemîn(âlemîne). 5
Ve andolsun ki Musa (A.S)'ı âyetlerimizle (mucizelerimizle), firavuna ve onun (kavminin) ileri
gelenlerine gönderdik. (O zaman onlara): “Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabbinin Resûl'üyüm.”
dedi.
43/ZUHRÛF-47: Fe lemmâ câehum bi âyâtinâ izâhum minhâ yadhakûn(yadhakûne).
Fakat (Musa A.S), onlara âyetlerimizle (mucizelerimizle) gelince, onlar o zaman onlara
(mucizelere) gülüyorlardı (alay ediyorlardı).
43/ZUHRÛF-48: Ve mâ nurîhim min âyetin illâ hiye ekberu min uhtihâ ve ehaznâhum bil azâbi
leallehum yerciûn(yerciûne).
Biri diğerinden daha büyük olmadıkça, onlara bir âyet (mucize) göstermedik. Ve onları azapla
yakaladık ki, böylece belki onlar (Allah'a) dönerler diye.
43/ZUHRÛF-49: Ve kâlû yâ eyyuhes sâhırud’u lenâ rabbeke bimâ ahide ındeke innenâ le
muhtedûn(muhtedûne).
Ve (onlar): “Ey sihirbaz, senin Allah'a olan ahdin hürmetine, Rabbine bizim için dua et (bu azabı
kaldırsın)! ( O taktirde) gerçekten biz, mutlaka hidayet üzere oluruz.” dediler.
43/ZUHRÛF-50: Fe lemmâ keşefnâ an humul azâbe izâ hum yenkusûn(yenkusûne).
Fakat onlardan azabı kaldırınca, o zaman onlar (verdikleri sözleri) bozuyorlar.
43/ZUHRÛF-51: Ve nâdâ fir’avnu fî kavmihî kâle yâ kavmi e leyse lî mulku mısra ve hâzihil
enhâru tecrî min tahtî, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne).
Ve firavun, kavmi içinde seslendi: “Ey kavmim, bütün Mısır benim mülküm değil mi? Ve altımdan
akan bu nehirler? Hâlâ görmüyor musunuz?” dedi.
43/ZUHRÛF-52: Em ene hayrun min hâzellezî huve mehînun ve lâ yekâdu yubîn(yubînu).
Yoksa ben, o acizden daha hayırlı (değil miyim) ki, o neredeyse sözü açıklayamıyor (normal
konuşamıyor).
43/ZUHRÛF-53: Fe lev lâ ulkıye aleyhi esviretun min zehebin ev câe meahul melâiketu
mukterinîn(mukterinîne).
“Öyleyse ona takılmış altından bilezikler olmalı veya onunla beraber ona yakın olan melekler
gelmeli değil miydi?”
43/ZUHRÛF-54: Festehaffe kavmehu fe atâûh(atâûhu), innehum kânû kavmen
fâsikîn(fâsikîne).
Böylece (firavun) kavmini hafife aldı (küçümsedi). Bunun üzerine (kavmi) ona itaat etti. Muhakkak
ki onlar fasık bir kavim oldular.
43/ZUHRÛF-55: Fe lemmâ âsefûnentekamnâ minhum fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
Bunun üzerine, bizi eseflendirdiler (üzdüler), biz de onlardan intikam aldık. Bu sebeple onların
hepsini boğduk.
43/ZUHRÛF-56: Fe cealnâhum selefen ve meselen lil âhırîn(âhırîne).
Böylece onları sonraki (ümmetler) için bir selef (gelip geçmiş bir kavim) ve örnek (ibret) kıldık.
43/ZUHRÛF-57: Ve lemmâ duribebnu meryeme meselen izâ kavmuke minhu
yasıddûn(yasıddûne).
Meryemoğlu (Hz. İsa) misal verilince, o zaman senin kavmin (alay ederek) bağırıyorlardı.
43/ZUHRÛF-58: Ve kâlû e âlihetunâ hayrun em huve, mâ darebûhu leke illâ cedelâ(cedelen),
bel hum kavmun hasımûn(hasımûne).
Ve: “Bizim ilâhlarımız mı hayırlı yoksa o mu?” dediler. Sana bu örneği, seninle mücâdeleden başka
bir şey için söylemediler. Hayır, onlar düşman bir kavimdir.
43/ZUHRÛF-59: İn huve illâ abdun en’amnâ aleyhi ve cealnâhu meselen li benî isrâîl(isrâîle).
O (Hz. İsa), sadece ni'metlendirdiğimiz bir kuldur. Ve onu İsrailoğullarına örnek (ibret) kıldık. 5
43/ZUHRÛF-60: Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fîl ardı yahlufûn(yahlufûne).
Eğer biz dileseydik mutlaka sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler kılardık (yaratırdık).
43/ZUHRÛF-61: Ve innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûni, hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Ve muhakkak ki o, gerçekten o saat (kıyâmetin zamanı) için bir ilimdir (bilgidir). Öyleyse ondan
sakın şüphe etmeyin! Ve Bana (Allah'a) tâbî olun! İşte bu, Sıratı Mustakîm'dir.
43/ZUHRÛF-62: Ve lâ yasuddennekumuş şeytân(şeytânu), innehu lekum aduvvun
mubîn(mubînun).
Ve şeytan sakın sizi, (Sıratı Mustakîm'den) men etmesin. Muhakkak ki o, sizin için apaçık
düşmandır.
43/ZUHRÛF-63: Ve lemmâ câe îsâ bil beyyinâti kâle kad ci’tukum bil hikmeti ve li ubeyyine
lekum ba’dellezî tahtelifûne fîh(fîhi), fettekûllâhe ve etîûni.
Ve Hz. İsa, beyyineler (mucizeler, deliller) ile geldiği zaman: “Ve hakkında ihtilâf ettiğiniz şeyin
bir kısmını size açıklamak için size hikmeti getirdim. Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun ve
bana itaat edin!” dedi.
43/ZUHRÛF-64: İnnellâhe huve rabbî ve rabbukum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Muhakkak ki Allah, O benim de sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kul olun! İşte bu, Sıratı
Mustakîm'dir.
43/ZUHRÛF-65: Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne zalemû min azâbi yevmin
elîm(elîmin).
Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâf etti. Artık elîm günün azabından, zulmedenlerin vay haline!
43/ZUHRÛF-66: Hel yenzurûne illes sâate en te’tiyehum bagteten ve hum lâ
yeş’urûn(yeş’urûne).
O saatin (kıyâmetin) onlar farkında değilken, ansızın onlara gelmesinden başka bir şey mi
bekliyorlar?
43/ZUHRÛF-67: El ehillâu yevme izin ba’duhum li ba’dîn aduvvun illel muttekîn(muttekîne).
İzin günü, takva sahipleri hariç, samimi dostlar birbirine düşmandır.
43/ZUHRÛF-68: Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne).
Ey kullarım! O gün size korku yoktur ve siz mahzun (da) olmayacaksınız.
43/ZUHRÛF-69: Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn(muslimîne).
Onlar ki âyetlerimizle âmenû olmuşlardır ve (Allah'a) teslim olmuşlardır.
43/ZUHRÛF-70: Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn (tuhberûne).
Siz ve zevceleriniz (eşleriniz) cennete girin! (Orada) ferahlatılacaksınız.
43/ZUHRÛF-71: Yutâfu aleyhim bi sıhâfin min zehebin ve ekvâb(ekvâbin), ve fîhâ mâ teştehîhil
enfusu ve telezzul a’yun(a’yunu), ve entum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onların etrafında altından tepsiler ve kadehlerle (bardaklarla) dolaşılır. Ve orada nefslerin
iştahlandığı ve gözlerin lezzet aldığı şeyler vardır. Ve siz orada ebediyyen kalacak olanlarsınız.
43/ZUHRÛF-72: Ve tilkel cennetulletî ûristumûhâ bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
İşte bu, amellerinizden dolayı varis kılındığınız cennet.
43/ZUHRÛF-73: Lekum fîhâ fâkihetun kesîretun minhâ te’kulûn(te’kulûne).
Sizin için orada, yiyeceğiniz pekçok meyve vardır.
43/ZUHRÛF-74: İnnel mucrimîne fî azâbi cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Muhakkak ki mücrimler (suçlular), cehennem azabı içinde ebediyyen kalacak olanlardır. 5
43/ZUHRÛF-75: Lâ yufetteru anhum ve hum fîhi mublisûn(mublisûne).
(Azap) onlardan hafifletilmez. Ve onlar, orada (Allah'ın rahmetinden) ümit kesmiş olanlardır.
43/ZUHRÛF-76: Ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû humuz zâlimîn(zâlimîne).
Ve Biz onlara zulmetmedik. Ve lâkin onlar zalimler oldular.
43/ZUHRÛF-77: Ve nâdev yâ mâliku li yakdi aleynâ rabbuk(rabbuke), kâle innekum
mâkisûn(mâkisûne).
Ve (mücrimler): “Ey malik (ey cehennem bekçisi)! Rabbin bizim üzerimize hüküm versin (bizi
öldürsün).” diye seslendiler. (Malik): “Muhakkak ki siz, (bu azabın içinde) kalacak olanlarsınız.”
dedi.
43/ZUHRÛF-78: Lekad ci’nâkum bil hakkı ve lâkinne ekserekum lil hakkı kârihûn(kârihûne).
Andolsun ki size hakkı getirdik. Ve lâkin sizin çoğunuz hakkı kerih görenlerdir.
43/ZUHRÛF-79: Em ebremû emren fe innâ mubrimûn(mubrimûne).
Yoksa onlar işi sağlam mı tuttular? Muhakkak ki asıl biz, işi sağlam tutanlarız.
43/ZUHRÛF-80: Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ
ledeyhim yektubûn(yektubûne).
Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında
resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.
43/ZUHRÛF-81: Kul in kâne lir rahmâni veledun fe enâ evvelul âbidîn(âbidîne).
De ki: “Eğer Rahmân'ın çocuğu olsaydı, o zaman O'na kul olanların ilki ben olurdum.”
43/ZUHRÛF-82: Subhâne rabbis semâvâti vel ardı rabbil arşi ammâ yasıfûn(yasıfûne).
Göklerin ve yerin de Rabbi olan arşın Rabbi, onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.
43/ZUHRÛF-83: Fe zerhum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî
yû’adûn(yû’adûne).
Artık onları bırak! Vaadolundukları güne mülâki oluncaya (kavuşuncaya) kadar boş şeylere
dalsınlar ve oynasınlar.
43/ZUHRÛF-84: Ve huvellezî fîs semâi ilâhun ve fîl ardı ilâh(ilâhun), ve huvel hakîmul
alîm(alîmu).
Ve O, gökte İlâh'tır ve yerde İlâh'tır. Ve O, Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir), Alîm'dir (en iyi
bilendir).
43/ZUHRÛF-85: Ve tebârekellezî lehu mulkus semâvâti vel’ardı ve mâ beynehumâ, ve indehu
ilmus sâah(sâati), ve ileyhi turceûn(turceûne).
O, öyle yüce ve mübarektir ki, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü O'nundur. O saatin
(kıyâmet vaktinin) ilmi, O'nun indindedir. Ve O'na döndürüleceksiniz.
43/ZUHRÛF-86: Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş şefâte illâ men şehide bil hakkı ve
hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve onların, O'ndan (Allah'tan) başka taptıkları şeyler şefaate malik değildir. Hakk'a şahit olanlar
hariç ve onlar (Hakk'ı) bilirler.
43/ZUHRÛF-87: Ve le in se’eltehum men halakahum le yekûlunnallahu fe ennâ
yu’fekûn(yu’fekûne).
Ve eğer gerçekten onlara: “Kendilerini kim yarattı?” diye sorarsan, mutlaka “Allah” diyeceklerdir.
Buna rağmen (Hakk'tan) nasıl döndürülüyorlar?
43/ZUHRÛF-88: Ve kîlihi yâ rabbi inne hâulâi kavmun lâ yu’minûn(yu’minûne).
O'nun (Hz. Muhammed (S.A.V)'in): “Ey Rabbim, bunlar gerçekten mü'min olmayan bir kavimdir.”
demesine andolsun. 5
43/ZUHRÛF-89: Fasfah anhum ve kul selâm(selâmun), fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Bundan sonra onlardan vazgeç ve: “Selâm olsun.” de. Artık yakında bilecekler.
ZUMER
Bismillâhirrahmânirrahîm
39/ZUMER-1: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Bu Kitab'ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olan Allah
tarafındandır.
39/ZUMER-2: İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı fa’budillâhe muhlisan lehud dîn(dine).
Muhakkak ki Biz, bu Kitab'ı sana hak ile indirdik. Öyleyse dîni O'na halis kılarak (muhlis olarak)
Allah'a kul ol!
39/ZUMER-3: E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ
na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi
yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).
Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O'ndan (Allah'tan) başka dostlar edinenler: "Biz, onlara
(putlara) sadece bizi Allah'a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz." (dediler). Muhakkak
ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah,
yalanlayan ve inkar ederleri hidayete erdirmez.
39/ZUMER-4: Lev erâdallâhu en yettehıze veleden lastafâ mimmâ yahluku mâ yeşâu
subhâneh(subhânehu), huvallâhul vâhıdul kahhâr(kahhâru).
Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, mutlaka yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, Sübhan'dır
(herşeyden münezzeh). O, Allah; Vahid'dir (tektir), Kahhar'dır (kahredicidir).
39/ZUMER-5: Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), yukevvirul leyle alen nehâri ve
yukevvirun nehâre alel leyli ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin
musemmâ(musemmen), e lâ huvel azîzul gaffâr(gaffâru).
(Allah), gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Güneş'i ve Ay'ı
musahhar (emre amade) kıldı. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar (yörüngelerinde) akar (gider). O;
Azîz (yüce ve üstün), Gaffar (çok mağfiret eden) değil midir?
39/ZUMER-6: Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum
minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di
halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ
huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).
Sizi tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, onun zevcesini (eşini). Ve sizin için dört ayaklı
hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir
yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin Rabbiniz
Allah'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz.
39/ZUMER-7: İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in
teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe
yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani'dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları
konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç)bir günahkâr, diğerinin
(başkasının) günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış
olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.
39/ZUMER-8: Ve izâ messel insâne durrun deâ rabbehu munîben ileyhi summe izâ havvelehu
ni’meten minhu nesiye mâ kâne yed’û ileyhi min kablu ve ceale lillâhi endâden li yudılle an
sebîlih(sebîlihi), kul temetta’ bi kufrike kalîlen inneke min ashâbin nâr(nâri). 5
Ve insana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine yönelerek ona dua eder. Sonra (Allah) kendinden
bir ni'met lütfettiği zaman daha önce ona dua ettiğini (yalvardığını) unutur. O'nun (Allah'ın)
yolundan saptırmak için Allah'a eşler kılar. De ki: "Küfrün ile biraz daha metalan(faydalan).
Muhakkakki sen, cehennem ehlindensin".
39/ZUMER-9: Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû
rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne),
innemâ yetezekkeru ulûl elbâb(elbâbi).
Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan, ahiretten çekinen (korkan)
ve Rabbinin rahmetini dileyen mi? De ki: "(Hiç) bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak ulûl'elbab
(daimî zikir sahipleri) tezekkür eder."
39/ZUMER-10: Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum, lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ
haseneh(hasenetun), ve ardullâhi vâsiah(vâsiatun) innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri
hisâb(hisâbin).
De ki: "Ey âmenû olan kullar, Rabbinize karşı takva sahibi olun! Bu dünyada ahsen olanlar için bir
güzellik vardır. Ve Allah'ın arzı geniştir. Ama sabredenlere ecirleri hesapsız ödenir."
39/ZUMER-11: Kul innî umirtu en a’budallâhe muhlisan lehud dîn(dîne).
De ki: "Muhakkak ki ben, Allah'a, dîni O'na halis kılarak kul olmakla emrolundum."
39/ZUMER-12: Ve umirtu li en ekûne evvelel muslimîn(muslimîne).
Ve teslim olanların ilki olmakla emrolundum.
39/ZUMER-13: Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
De ki: "Muhakkak ki ben, eğer Rabbime asi olursam, büyük günün azabından korkarım."
39/ZUMER-14: Kulillâhe a’budu muhlisan lehu dînî.
De ki: "Ben Allah'a, dînimi O'na halis kılarak kul olurum."
39/ZUMER-15: Fa’budû mâ şi’tum min dûnih(dûnihi), kul innel hâsirîne ellezîne hasirû
enfusehum ve ehlîhim yevmel kıyâmeh(kıyâmeti) e lâ zâlike huvel husrânul mubîn(mubînu).
Artık O'ndan başka dilediğiniz şeye tapın. De ki: "Muhakkak ki, kendilerini ve ailelerini hüsrana
düşürenler, kıyâmet günü hüsrana uğrayacak olanlardır." Bu apaçık bir hüsran değil mi?
39/ZUMER-16: Lehum min fevkıhim zulelun minen nâri ve min tahtihim zulel(zulelun), zâlike
yuhavvifullâhu bihî ıbâdeh(ıbâdetu), yâ ıbâdi fettekûn(fettekûni).
Onların üstünde ve altında ateşten gölgeler vardır. İşte böyle, Allah kullarını onunla korkutuyor. Ey
kullarım! Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe
beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini
kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse
kullarımı müjdele!
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne
hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete
erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
39/ZUMER-19: E fe men hakka aleyhi kelimetul azâb(azâbi), e fe ente tunkızu men fîn
nâr(nâri).
Öyleyse bir kimse, üzerine azap sözünü hakettiği taktirde sen, ateşte olanı kurtarabilir misin?
39/ZUMER-20: Lâkinillezînettekav rabbehum lehum gurefun min fevkıhâ gurefun mebniyyetun
tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), va’dallâh(va’dallâhi), lâ yuhlifullâhul mîâd(mîâde). 5
Lâkin Rab'lerine karşı takva sahibi olanlar için, üst üste inşa edilmiş, altından nehirler akan köşkler
(yüksek makamlar) vardır. Allah'ın vaadidir ki, Allah vaadinden dönmez.
39/ZUMER-21: E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe selekehu yenâbîa fîl ardı
summe yuhricu bihî zer’an muhtelifen elvânuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe
yec’aluhu hutâmâ(hutâmen), inne fî zâlike le zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
Allah'ın gökten su indirdiğini böylece onu (suyu), yerin su pınarlarına akıttığını görmedin mi?
Sonra onunla çeşitli renklerde ekin çıkarır. Daha sonra kurur. Artık onu sararmış görürsün. Sonra
onu kuru bir çöp kılar. Muhakkak ki bunda ulûl'elbab için mutlaka zikir (ibret) vardır.
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi),
fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur,
değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet
içindedirler.
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu
culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ
zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min
hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve
salâvât-rahmet), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri
ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır).
İşte bu, Allah'ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa
artık onun için bir hidayetçi yoktur.
39/ZUMER-24: E fe men yettekî bi vechihî sûel azâbi yevmel kıyâme(kıyâmeti), ve kıyle liz
zâlimîne zûkû mâ kuntum teksibûn(teksibûne).
O halde kıyâmet günü, onun vechini (fizik vücudunu) kötü azaptan kim koruyabilir? Ve zalimlere:
"Kazanmış olduğunuz şeyi (günahlarınızın cezasını) tadın!" denir.
39/ZUMER-25: Kezzebellezîne min kablihim fe etâhumul azâbu min haysu lâ
yeş’urûn(yeş’urûne).
Onlardan öncekiler (de) yalanladı da böylece azap onlara farkında olmadıkları bir yerden geldi.
39/ZUMER-26: Fe ezâkahumullâhul hızye fîl hayâtid dunyâ, ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu),
lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Böylece Allah, onlara dünya hayatında zilleti (horlanma ve aşağılanmayı) tattırdı. Ve ahiret azabı
elbette daha büyüktür. Keşke bilmiş olsaydılar.
39/ZUMER-27: Ve lekad darebnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli meselin leallehum
yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve andolsun ki, bu Kur'ân'da insanlar için bütün meselelerden örnekler verdik. Umulur ki, böylece
onlar tezekkür ederler.
39/ZUMER-28: Kur’ânen arabiyyen gayre zî ivecin leallehum yettekûn(yettekûne).
(Bu), çelişkisi (eğriliği, kusuru) olmayan Arapça Kur'ân'dır. Umulur ki onlar, böylece takva sahibi
olurlar.
39/ZUMER-29: Daraballâhu meselen raculen fîhi şurekâu muteşâkisûne ve raculen selemen li
racul(raculin), hel yesteviyâni mesel(meselen), el hamdulillâh(el hamdulillâhi), bel ekseruhum
lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah, şu meseleyi örnek verdi. Aralarında anlaşamayan birkaç ortağa (birden) bağlı kişi ile tek bir
adama teslim olan kişinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'a mahsustur. Ama onların çoğu
bilmezler. 5
39/ZUMER-30: İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn(meyyitûne).
Muhakkak ki sen de meyyitsin (ölümlüsün). Ve muhakkak ki onlar da meyyit (ölümlüler).
39/ZUMER-31: Summe innekum yevmel kıyâmeti ınde rabbikum tahtasımûn(tahtasımûne).
Sonra muhakkak ki siz, kıyâmet günü Rabbinizin huzurunda davalı ve davacı olacaksınız.
39/ZUMER-32: Fe men azlemu mimmen kezzebe alâllâhi ve kezzebe bis sıdkı iz câeh(câehu), e
leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
Öyleyse Allah üzerine (hakkında) yalan söyleyenden ve hakikat ona geldiği zaman onu (Allah'a
ulaşmayı) yalanlayandan daha zalim kim vardır? Kâfirlerin yeri cehennemde değil mi?
39/ZUMER-33: Vellezî câe bis sıdkı ve saddeka bihî ulâike humul muttekûn(muttekûne).
Ve hakikat ile gelen (Allah'a ulaşmayı dilemeye davet eden) ve onu tasdik edenler (Allah'a
ulaşmayı dileyenler), işte onlar takva sahibidirler.
39/ZUMER-34: Lehum mâ yeşâûne inde rabbihim, zâlike cezâul muhsinîn(muhsinîne).
Diledikleri şeyler, Rab'lerinin katında onlar içindir. İşte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.
39/ZUMER-35: Li yukeffirallâhu anhum esveellezî amilû ve yecziyehum ecrehum bi ahsenillezî
kânû ya’melûn(ya’melûne).
Allah, onların yaptıkları en kötü şeyleri (günahları) dahi örter. Ve yapmış olduklarının en güzeliyle
onların ecirlerini vererek, onları mükâfatlandırır (günahlarını sevaba çevirir).
39/ZUMER-36: E leysallâhu bi kâfin abdeh(abdehu), ve yuhavvifûneke billezîne min
dûnih(dûnihî), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah kuluna kâfi değil mi? Ve seni, O'ndan (Allah'tan) başkaları ile (başka ilâhlarla, putlarla)
korkutuyorlar. Allah kimi dalâlette bırakırsa, o zaman onun için bir hidayetçi (mehdi) yoktur.
39/ZUMER-37: Ve men yehdillâhu fe mâ lehu min mudıll(mudıllin), e leysallâhu bi azîzin
zîntikâm(zîntikâmin).
Ve Allah, kimi hidayete erdirirse, o zaman onun için dalâlete düşürebilecek (kimse) yoktur. O, Azîz
(yüce ve üstün), intikam sahibi değil mi?
39/ZUMER-38: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le
yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), kul e fe raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi in erâdeniyallâhu bi
durrin hel hunne kâşifâtu durrihi ev erâdenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu
rahmetih(rahmetihi), kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), aleyhi yetevekkelul
mutevekkılûn(mutevekkılûne).
Ve eğer gerçekten onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan, mutlaka: "Allah" derler. De
ki: "Allah'tan başka taptıklarınızı gördünüz mü? Eğer Allah bana bir zarar dileseydi, O'nun zararını
onlar giderebilir mi? Veya bana bir rahmet dileseydi, onun rahmetini tutabilirler mi
(engelleyebilirler mi)?” De ki: “Allah bana yeter!” Tevekkül edenler (yalnız) ona tevekkül ederler
(onu vekil ederler)."
39/ZUMER-39: Kul yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), fe sevfe ta’lemûne.
De ki: "Ey kavmim! Bulunduğunuz mekânda (elinizden geleni) yapın! Muhakkak ki ben de
yapacağım. Öyleyse yakında bileceksiniz."
39/ZUMER-40: Men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve yahıllu aleyhi azâbun mukîm(mukîmun).
Kendisini rezil edecek azap, kime gelecekse (ona ulaşır) ve mukim (sürekli) azap onun üstüne iner.
39/ZUMER-41: İnnâ enzelnâ aleykel kitâbe lin nâsi bil hakkı, fe men ihtedâ fe li nefsih(nefsihi),
ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ente aleyhim bi vekîl(vekîlin).
Muhakkak ki Biz, sana Kitab'ı, insanlar için hak ile indirdik. Artık kim hidayete ererse, kendi nefsi
içindir. Ve kim dalâlette kaldıysa, o taktirde kendi aleyhine dalâlettedir. Ve sen, onların üzerine
vekil değilsin. 5
39/ZUMER-42: Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe
yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike
le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Allah, fizik vücutları ölüm anında öldürür. Ve onlar ki, uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman,
üzerine ölüm hükmedilecek olanı (kişinin fizik vücudunu uyku halinde) tutar ve diğerini (nefsi)
belirlenmiş ecele (zamana) kadar (rüyada dilediği yere) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür
eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.
39/ZUMER-43: Emittehazû min dûnillâhi şufeâe, kul e ve lev kânû lâ yemlikûne şey’en ve lâ
ya’kılûn(ya’kılûne).
Yoksa onlar, Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye (bir güce) malik
olmasalar ve akıl etmeseler de mi?"
39/ZUMER-44: Kul lillâhiş şefâatu cemîâ(cemîan), lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), summe
ileyhi turceûn(turceûne).
De ki: "Şefaatin hepsi Allah'a mahsustur. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na
döndürüleceksiniz."
39/ZUMER-45: Ve izâ zukirallâhu vahdehuşmeezzet kulûbullezîne lâ yu’minûne bil
âhıreh(âhıreti), ve izâ zukirellezîne min dûnihi izâ hum yestebşirûn(yestebşirûne).
Ve Allah'ın vahdaniyeti (Tek'liği) zikredildiği zaman, ahirete (Allah'a ulaşmaya) îmân etmeyenlerin
kalpleri nefretle ürperir. O'ndan (Allah'tan) başkası zikredildiği zaman onlar sevinirler.
39/ZUMER-46: Kulillâhumme fâtıras semâvâti vel ardı âlimel gaybi veş şehâdeti ente tahkumu
beyne ıbâdike fî mâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
De ki: "Allah'ım! Gökleri ve yeri yaratan, gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilen Sensin.
Kullarının arasında, ihtilâf etmiş oldukları şeyler hakkında hüküm verecek olan Sensin."
39/ZUMER-47: Ve lev enne lillezîne zalemû mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bihî
min sûil azâbi yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), ve bedâ lehum minallâhi mâ lem yekûnû
yahtesibûn(yahtesibûne).
Ve eğer yeryüzünde olanların hepsi ve onlar kadarı daha birlikte zalimlerin olsaydı, kıyâmet günü
kötü azaba karşı (kurtulmak için) onları mutlaka fidye olarak verirlerdi. Ve hesaba katmadıkları
şeyler, Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır.
39/ZUMER-48: Ve bedâ lehum seyyiâtu mâ kesebû ve hâka bihim mâ kânû bihî
yestehziûn(yestehziûne).
Ve kazandıkları seyyiat (günahlar ve kötülükler) onlara aşikâr oldu. Ve alay etmiş oldukları şey
(azap) onları kuşattı.
39/ZUMER-49: Fe izâ messel insâne durrun deânâ, summe izâ havvelnâhu ni’meten minnâ kâle
innemâ ûtîtuhu alâ ilm(ilmin), bel hiye fitnetun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bize dua eder. Sonra ona tarafımızdan bir ni'met
gönderdiğimizde: "Bu ancak bana bir ilim üzerine verildi." der. Hayır, o bir imtihandır. Ve lâkin
onların çoğu bilmezler.
39/ZUMER-50: Kad kâlehellezîne min kablihim fe mâ agnâ anhum mâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
Onlardan öncekiler de (böyle) söylemişti. Fakat kazanmış oldukları şeyler onlara bir fayda vermedi.
39/ZUMER-51: Fe esâbehum seyyiâtu mâ kesebû, vellezîne zalemû min hâulâi se yusîbuhum
seyyiâtu mâ kesebû ve mâ hum bi mu’cizîn(bimu’cizîne).
Böylece kazandıkları şey, seyyiat (günahlar, kötülükler olarak), onlara isabet etti. Ve bunlardan
zulmetmiş olanlara, kazandıkları şey (olan) seyyiat, yakında isabet edecek. Ve onlar, aciz
bırakabilecek (azabı önleyebilecek) güce sahip değiller. 5
39/ZUMER-52: E ve lem ya’lemû ennallâhe yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), inne
fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve onlar, Allah'ın dilediğinin rızkını genişlettiğini ve dilediğinin de rızkını taktir ettiğini (kıstığını)
bilmiyorlar mı? Muhakkak ki bunda, mü'min olan kavim için elbette âyetler (ibretler, deliller)
vardır.
39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min
rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur
rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki
O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)."
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe
lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce
O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa)
sonra yardım olunmazsınız.
39/ZUMER-55: Vettebiû ahsene mâ unzile ileykum min rabbikum min kabli en ye’tiyekumul
azâbu bagteten ve entum lâ teş’urûn(teş’urûne).
Ve size Rabbinizden indirilmiş olan ahsen şeye (emre) tâbî olun. Size, farkında olmadan ve ansızın
azap gelmesinden önce!
39/ZUMER-56: En tekûle nefsun yâ hasretâ alâ mâ ferrattu fî cenbillâhi ve in kuntu le mines
sâhirîn(sâhirîne).
Kişinin, "Allah'tan uzaklaşma konusunda, aşırı gittiğim (haddi aştığım) herşeye yazıklar olsun. Ve
ben mutlaka alay edenlerden olmuştum." dediği gibi (diyenlerden olmayın).
39/ZUMER-57: Ev tekûle lev ennallâhe hedânî le kuntu minel muttekîn(muttekîne).
Veya: "Muhakkak ki eğer Allah beni hidayete erdirseydi, ben mutlaka takva sahiplerinden
olurdum." diyenlerden (olmayın).
39/ZUMER-58: Ev tekûle hîne terel azâbe lev enne lî kerreten fe ekûne minel
muhsinîn(muhsinîne).
Veya azabı gördüğünüz an: "Keşke benim bir kere daha (fırsatım) olsaydı, o zaman muhsinlerden
olurdum." diyenlerden (olmayın).
39/ZUMER-59: Belâ kad câetke âyâtî fe kezzebte bihâ vestekberte ve kunte minel
kâfirîn(kâfirîne).
Fakat sana âyetlerim gelmişti, o zaman onları yalanlamış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştun.
39/ZUMER-60: Ve yevmel kıyâmeti terellezîne kezebû alallâhi vucûhuhum
musveddeh(musveddetun), e leysefî cehenneme mesven lil mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Ve kıyâmet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin
yeri cehennemde değil mi?
39/ZUMER-61: Ve yuneccîllâhullezînettekav bi mefâzetihim lâ yemessuhumus sûu ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Ve Allah, takva sahiplerini, feyz sahibi olmaları (kendilerine sekînet nuru ulaşması) sebebiyle
kurtarır. Onlara kötülük (azap) dokunmaz. Ve onlar mahzun da olmazlar.
39/ZUMER-62: Allahu hâliku kulli şey’in ve huve alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).
Allah, herşeyin Yaratıcısı'dır ve O, herşeye vekildir. 5
39/ZUMER-63: Lehu makâlîdus semâvâti vel ard(ardı), vellezîne keferû bi âyâtillâhi ulâike
humul hâsirûn(hâsirûne).
Göklerin ve yerin hazineleri O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar; onlar hüsranda
olanlardır.
39/ZUMER-64: Kul e fe gayrallâhi te’murûnnî a’budu eyyuhel câhilûn(câhilûne).
De ki: "Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kul olmamı mı emrediyorsunuz?"
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le
yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı
dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye
vahyolundu.
39/ZUMER-66: Belillâhe fa’bud ve kun mineş şâkirîn(şâkirîne).
Öyleyse artık Allah'a kul ol! Ve şükredenlerden ol!
39/ZUMER-67: Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan kabdatuhu yevmel kıyâmeti
ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ
yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve (onlar) Allah'ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O'nun
avucundadır (tasarrufundadır). Ve semalar, O'nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan'dır
(herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.
39/ZUMER-68: Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men
şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn(yanzurûne).
Ve sur'a üfürülmüş, Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona
(sur'a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar.
39/ZUMER-69: Ve eşrekatil ardu bi nûri rabbihâ ve vudıal kitâbu ve cîe bin nebiyyîne veş
şuhedâi ve kudıye beynehum bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandı. Ve kitap ortaya kondu. Peygamberler ve şahitler getirildi.
Ve onların aralarında onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verildi.
39/ZUMER-70: Ve vuffiyet kullu nefsin mâ amilet ve huve a’lemu bimâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve her nefse (herkese) yaptığının karşılığı ödendi. Ve O (Allah), onların yaptıklarını çok iyi bilir.
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat
ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti
rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel
kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları
açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller
gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek)
uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak
oldu.
39/ZUMER-72: Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel
mutekebbirîn(mutekebbirîne).
(Onlara): "Orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin!" denildi. Artık
kibirlenenlerin mesvası (kalacağı yer) ne kötü.
39/ZUMER-73: Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve
futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ
hâlidîn(hâlidîne). 5
Rab'lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete
sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin)
bekçileri, onlara: "Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız) ve öyleyse ebedi olarak ona
(cennete) girin" derler.
39/ZUMER-74: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenel arda netebevveu
minel cenneti haysu neşâ(neşâu), fe ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve cennetlikler dediler ki: "Hamd, vaadine sadık olan Allah'a mahsustur. Ve (cennetteki) bu yere
bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde kalabiliyoruz." (Salih) amel yapanların ecri ne güzel.
39/ZUMER-75: Ve terel melâikete hâffîne min havlil arşı yusebbihûne bi hamdi rabbihim, ve
kudıye beynehum bil hakkı ve kıylel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve görürsün ki, arşın etrafında onu kuşatan melekler, Rab'lerini hamd ile tesbih ederler. Ve onların
(cennetliklerin) aralarında hak ile hüküm verildi. Ve (cennetlikler tarafından): "Âlemlerin Rabbine
hamdolsun." denildi.